ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1973/19
Karar sayısı:1975/87
Karar günü:15/4/1975
Resmi Gazete tarih/sayı:26.2.1976/15511
İptal
davasını açan: Cumhuriyet Senatosunun üye tamsayısının altıda birini aşan
sayıda üyeleri.
İptal
davasının konusu: 20 Mart 1973 günlü, 14482 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
"T. C. Anayasası'nın 30., 57., 136., 138. ve 148. maddelerinin Bazı
Fıkralarının Değiştirilmesi ve 2 Geçici Madde Eklenmesi Hakkındaki 15/3/1973
günlü, 1699 sayılı Kanunun 3 ve 6. maddelerinin biçim yönünden Anayasa'ya ve
Cumhuriyet Senatosu ile Millet Meclisi içtüzüklerine ve ayrıca 1., 3., 4. ve 6.
maddelerinin esas yönünden Anayasa'ya aykırı bulundukları ileri sürülerek
iptallerine karar verilmesi istemidir.
II -
METİNLER:
l -
15 Mart 1973 .günlü, 1699 sayılı Kanunun iptali istenen 1., 3., 4. ve 6.
maddeleri:
"Madde
1 - T, C. Anayasa'sının 30 ncu maddesinin 4 ncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir:
Madde
30, Fıkra 4- Yakalanan veya tutuklanan kimse tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi
için gerekli süre hariç kırksekiz saat ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev
ve yetkilerine giren suçlar ile kanunun açıkça belli ettiği hallerde toplu
olarak işlenen suçlarda ve genellikle savaş veya sıkıyönetim hallerinde,
kanunlarda gösterilen süre içinde hâkim önüne çıkarılır; bu süre onbeş günü
geçemez. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın,
hürriyetinden yoksun kılınamaz. Yakalanan veya tutuklanan kimsenin durumu hemen
yakınlarına bildirilir.
Madde
3 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 136 ncı maddesine aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir:
Madde
136 - Ek fıkra: 2, 3, 4, 5, 6, 7 -
Devletin
ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya Devlet Güvenliğini
ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur.
Ancak sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin hükümler saklıdır.
Devlet
Güvenlik Mahkemesinde bir başkan, dört asıl ve iki yedek üye ile bir savcı ve
yeteri kadar savcı yardımcısı bulunur. Başkan, iki asıl ve bir yedek üye ile
savcı, birinci sınıfa ayrılmış Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları arasından; iki
asıl ve bir yedek üye birinci sınıf askerî hâkimler arasından; savcı
yardımcıları ise Cumhuriyet savcıları ve askerî hâkimler arasından atanır.
Devlet
Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı, üyeliği, yedek üyeliği, savcılığı ve savcı
yardımcılığı atamalarında Bakanlar Kurulunca her boş yer için bir misli aday
gösterilir. Bu adaylar arasından Devlet Güvenlik Mahkemesi hâkimlerinin
atanması Yüksek Hâkimler Kurulunca; savcı ve yardımcılarının atanmaları Yüksek
Savcılar Kurulunca; askeri hâkimlerden üye yedek üye ve savcı yardımcılarının
atanmaları ise Özel Kanunlarında gösterilen usule göre yapılır.
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri başkan, üye ve yedek üyeleri ile savcı ve savcı
yardımcıları üç yıl için atanırlar. Süresi bitenler yeniden atanabilirler.
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii Yargıtayda yalnız bu
mahkemelerin kararlarını incelemek üzere kurulacak daire veya daireler; Genel
Kurul ise, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kuruludur.
Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş ve işleyişi, görev ve yetkileri ve yargılama
usulleri ile ilgili diğer hükümler kanunda gösterilir.
Madde
4 - T.C. Anayasa'sının 138 nci maddesinin 4 ncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir:
Madde
138 - Fıkra 4 -
Askerî
Mahkemelerde üyelerin çoğunluğunun hâkimlik niteliğine sahip olması şarttır.
Ancak savaş halinde bu şart aranmaz.
Madde
6 - T.C. Anayasasına aşağıdaki geçici 21 nci madde eklenmiştir:
Geçici
Madde 21 -
Sıkıyönetimin
kaldırıldığı tarihte sıkıyönetim mahkemelerinde görülmekte bulunan davalar
sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerin görev ve yetkileri devam eder. Kamu
davası açılmamış dosyalar ile duruşmanın tatiline karar verilmiş davalar
durumlarına, niteliklerine ve kanun hükümlerine göre görevli ve yetkili
mercilere verilir."
2 -
İptal isteminin dayandırıldığı ve dolayısiyle incelenen Anayasa hükümleri:
"Başlangıç
Bölümü:
BAŞLANGIÇ:
Tarihi
boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan;
Anayasa
ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı
direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti;
Bütün
fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde,
milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde
daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtta
Sulh Cihanda Sulh" ilkesinin, milli mücadele ruhunun, millet
egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak;
İnsan
hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için;
Türkiye
Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabul ve ilân ve
onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve İradelerinde yer aldığı
inancı ile, hürriyete adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğine
emanet eder.
Madde
l - Türkiye Devletî bir Cumhuriyettir,
Madde
2 - Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde
7 - Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
Madde
8 - Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.
Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Madde
9 - Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez
ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Madde
14 - Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını geliştirme haklarına ve kişi
hürriyetine sahiptir.
Kişi
dokunulmazlığı ve hürriyeti, kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre
verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz.
Kimseye
eziyet ve işkence yapılamaz.
İnsan
haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz.
Madde
30 - Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmayı veya
delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde hâkim
kararıyla tutuklanabilir. Tutukluğun devamına karar verilebilmesi aynı şartlara
bağlıdır.
Yakalama
ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir;
bunun şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan
veya tutuklanan kimselere yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki
iddiaların yazılı olarak hemen bildirilmesi gerekir.
Yakalanan
veya tutuklanan kimse, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
gerekli süre hariç kırksekiz saat ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve
yetkilerine giren suçlar ile kanunun açıkça belli ettiği hallerde toplu olarak
işlenen suçlarda ve genellikle savaş veya sıkıyönetim hallerinde, kanunlarda
gösterilen süre içinde hâkim önüne çıkarılır; bu süre onbeş günü geçemez.
Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın, hürriyetinden yoksun
kılınamaz. Yakalanan veya tutuklanan kimsenin durumu hemen yakınlarına
bildirilir.
Bu
esaslar dışında işleme tabi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar
kanuna göre Devletçe ödenir.
Madde
32 - Hiç kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir
kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.
Madde
33 - Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir
fiilinden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar
ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur.
Kimseye,
suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez.
Kimse,
kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucunu doğuracak
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza
sorumluluğu şahsidir.
Genel
müsadere cezası konulamaz.
Madde
132 - Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna, hukuka ve
vicdani kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir
organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte
olan bir dava hakkında Yasama Meclislerinde yargı yetkisinin kullanılması ile
ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu
organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların
yerine getirilmesini geciktiremez.
Madde
134 - Hâkimlerin nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve
ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin veya görev yerlerinin geçici
veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması
ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı soruşturma
yapılmasına ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarılmayı
gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve diğer özlük işleri,
mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre, kanunla düzenlenir.
Hâkimler
altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler. Askerî hâkimlerin yaş
haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunla belli edilir.
Hâkimler,
kanunla belirtilenlerden başka, genel ve özel hiç bir görev alamazlar.
Madde
138 - Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından
yürütülür. Bu mahkemeler, asker kişilerin askerî olan suçları ile, bunların
asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve
görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla
görevlidirler.
Askerî
Mahkemeler asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askerî suçlan ile
kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen
askerî mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara bakmakla görevlidirler.
Askerî
mahkemelerin, savaş veya sıkıyönetim hallerinde hangi suçlar ve hangi kişiler
bakımından yetkili olduğu kanunla gösterilir.
Askerî
mahkemelerde üyelerin çoğunluğunun hâkimlik niteliğine sahibolması şarttır.
Ancak savaş halinde bu şart aranmaz.
Askerî
yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî
savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin refakatinde bulundukları
komutanlarla ilişkileri mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve
askerlik hizmetlerinin gereklerine göre kanunla düzenlenir.
Madde
139 - Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar.
Yargıtay
üyeleri birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve Cumhuriyet Savcıları ile bu
mesleklerden sayılanlar arasından Yüksek Hâkimler Kurulunca üye tamsayısının
salt çoğunluğuyla ve gizli oyla seçilir.
Yargıtay
Birinci Başkanı ile Cumhuriyet Başsavcısının, kendi üyeleri arasından, üye
tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçer.
Yargıtay
Birinci Başkanıyla ikinci Başkanlarının ve Cumhuriyet Başsavcısının görev
süreleri dört yıldır. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.
Yargıtay'ın
kuruluşu, işleyişi, başkan ve üyelerinin ve diğer mensuplarının nitelikleri ve
ikinci başkanların seçim usulleri kanunla düzenlenir.
Madde
İ44 - Yüksek Hâkimler Kurulu, adliye mahkemeleri hâkimlerinin özlük işleri
hakkında kesin karar verir. Bu kararlar aleyhine başka mercilere başvurulamaz.
Ancak, disiplin ve meslekten çıkarma cezaları ile ilgili kararların bir defa
daha incelenmesini, Adalet Bakanı veya hakkında karar verilen hâkim
isteyebilir.
Bir
hâkimin her ne sebeple olursa olsun, meslekten çıkarılması hakkındaki karar
Yüksek Hâkimler Kurulu Genel Kurulunun salt çoğunluğu ile alınır.
Adalet
Bakanı gerekli gördüğü hallerde, bir hâkim hakkında disiplin kovuşturması
açılmasını Yüksek Hâkimler Kurulundan isteyebilir.
Bir
mahkemenin veya bir hâkimin kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı
çevresinin değiştirilmesi, Yüksek Hâkimler Kurulunun uygun görmesine bağlıdır.
Hâkimlerin
denetimi ve haklarındaki soruşturma, Yüksek Hâkimler Kuruluna bağlı ve sürekli
olarak görevli müfettiş hâkimler eliyle yapılır. Müfettiş Hâkimler, hâkim ve
Cumhuriyet savcıları ile bu mesleklerden sayılanlar arasından Yüksek Hâkimler
Kurulunca atanır. Müfettiş hâkimlerin nitelikleri ile atanma usulleri, hakları,
ödevleri, ödenek ve yollukları, meslekte ilerlemeleri, haklarında disiplin
kovuşturması yapılması ve disiplin cezası uygulaması, hâkimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenlenir.
Madde
85 - Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Meclisler, çalışmalarını, kendi yaptıkları
İçtüzüklerin hükümlerine göre yürütürler.
İçtüzük
hükümleri, siyasî parti guruplarının, Meclislerin bütün faaliyetlerine
kuvvetleri oranında katılmalarım sağlayacak yolda düzenlenir. Siyasi parti
gurupları, en az on üyeden meydana gelir.
Meclisler,
kendi kolluk işlerini Başkanları eliyle düzenler ve yürütürler.
Madde
91 - Kanun teklif etmeye, Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri yetkilidirler.
Üyeler,
kendi tekliflerini her iki Meclisin ilgili komisyonlarında savunabilirler.
Madde
92 - Kanun tasarı ve teklifleri önce Millet Meclisinde görüşülür.
Millet
Meclisinde kabul, değiştirilerek kabul veya reddedilen tasarı ve teklifler
Cumhuriyet Senatosuna gönderilir.
Millet
Meclisinde kabul edilen metin, Cumhuriyet Senatosunca değişiklik yapılmadan
kabul edilirse, bu metin kanunlaşır.
Cumhuriyet
Senatosu, kendisine gelen metni değiştirerek kabul ederse, Millet Meclisinin bu
değişikliği benimsemesi halinde metin kanunlaşır.
Millet
Meclisi, Cumhuriyet Senatosundan gelen metni benimsemezse, her iki Meclisin
ilgili komisyonlarından seçilecek eşit sayıdaki üyelerden bir karma komisyon
kurulur. Bu komisyonun hazırladığı metin Millet Meclisine sunulur. Millet
Meclisi, karma komisyonca veya Cumhuriyet Senatosunca veya daha önce kendisince
hazırlanmış olan metinlerden birini olduğu gibi kabul etmek zorundadır.
Cumhuriyet Senatosunda üye tamsayısının salt çoğunluğu ile kabul edilmiş olan
madde değişikliklerinde, Millet Meclisinin kendi ilk metnini benimsemesi için
üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu gereklidir. Bu halde acık oya
başvurulur.
Millet
Meclisinin reddettiği bir tasarı veya teklif, Cumhuriyet Senatosunca da
reddedilirse düşer.
Millet
Meclisinin reddettiği bir tasarı veya teklif, Cumhuriyet Senatosunca olduğu
gibi veya değiştirilerek kabul edilirse, Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosunun
kabul ettiği metni yeniden görüşür. Cumhuriyet Senatosunun metni Millet
Meclisince benimsenirse, kanunlaşır; reddedilirse, tasarı veya teklif düşer.
Cumhuriyet Senatosundan gelen metin Millet Meclisince değiştirilerek kabul
edilirse, 5 nci fıkra hükümleri uygulanır.
Cumhuriyet
Senatosunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metin
Millet Meclisi tarafından kabulü için, üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu
lâzımdır. Bu halde açık oya başvurulur.
Cumhuriyet
Senatosunca üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metin
kanunlaşabilmesi, Millet Meclisi tarafından üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu
ile kabul edilmesine bağlıdır. Bu halde açık oya başvurulur.
Cumhuriyet
Senatosu, kendisine gönderilen bir metni Millet Meclisi komisyonlarında ve
genel kurulundaki görüşme süresini aşmayan bir süre içinde karara bağlar; bu
süre üç ayı geçemez ve ivedilik hallerinde onbeş günden, ivedi olmayan hallerde
bir aydan kısa olamaz. Bu süreler içinde karara bağlanmayan metinler,
Cumhuriyet Senatosunca Millet Meclisinden gelen şekliyle kabul edilmiş sayılır.
Bu fıkrada belirtilen süreler Meclislerin tatili devamınca işlemez.
Yasama
Meclislerinin ve mahalli idarelerin seçimleri ve siyasi partilerle ilgili tasan
ve tekliflerin kabul veya reddine yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır:
Ancak, karma komisyon kurulmasını gerektiren hallerde, karma komisyonun,
raporu, Türkiye Büyük Millet Meclîsinin birleşik toplantısında görüşülür ve
kara bağlanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin birleşik toplantısında Millet
Meclisinin ilk metninin kabulü için üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu
lâzımdır. 5 inci ve 9 uncu fıkralar hükümleri saklıdır.
Madde
155 - Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının
en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Anayasa'nın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez. Değiştirme
teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyuyla mümkündür.
Anayasanın
değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, l nci fıkradaki
kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere
tabidir."
III
- İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesinin, İçtüzüğün 15. maddesi uyarınca 3/7/1973 gününde yaptığı ve
Muhittin Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Kemal Berkem, Şahap
Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Ziya Önel, Abdullah Üner, Kani Vrana, Muhittin
Gürün, Lütfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katıldıkları
ilk inceleme toplantısında aşağıdaki sorunlar üzerinde durulmuştur.
1 -
Davanın süresinde açılıp açılmadığı:
Kimi
hükümlerinin iptali istenilen 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 20/3/1973
günlü, 14482 sayılı Resmî Gazete'de yayımlandığı ve dava dilekçesinin Anayasa
Mahkemesi Genel Sekreterliğince 18/6/1973 gününde 1264 sayı ile Kaleme havale
edildiği görülmüş ve Anayasanın 150. maddesinde iptal davası açılması süresi
olarak konulan 90 günlük sürenin son gününün Pazara rastlaması nedeniyle,
sonraki ilk iş günü olan 18/6/1973 de dava dilekçesinin Genel Sekreterlikçe
Kaleme havale edilmiş olması karşısında, davanın süresinde açıldığı
anlaşılmıştır.
2 -
Davanın açılmasında sayı koşulu:
Davanın
açıldığı günde Cumhuriyet Senatosunun, 150 si genel oyla ve 15'i
Cumhurbaşkanınca seçilen 2'si eski Cumhurbaşkanı olan 20 tabiî üye olmak üzere
toplam 185 üyeden oluştuğuna ve bu nedenle Cumhuriyet Senatosunun üye
tamsayısının en az altıda biri tutarındaki üyeleri sayısının 31 olduğuna ve
dava dilekçesinde de 32 imza bulunduğuna göre, Anayasanın değişik 149. ve
22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 21. maddesinin birinci fıkrasının 5.
bendinde yer alan yeter sayı koşulu gerçekleşmiştir.
3 -
Dava dilekçesinin düzenleniş biçimi:
Dava
dilekçesi iki bölümden oluştuğu, birinci bölümün metin, ikinci bölümün ise imza
çizelgesi olduğu anlaşılmıştır. İmza çizelgesinin ikinci yaprağında
"Yukarıdaki imzaların kendilerine ait olduğu tasdik olunur." kaydı
ile 18/6/1973 günlü, ve Cumhuriyet Senatosu Genel Sekreterliği Mühürü ile kimin
olduğu gösterilmeyen bir imzanın yer aldığı ve bu çizelgenin birinci yaprağında
yalnız mühür ile bir imzanın bulunduğu görülmektedir. Dilekçe metnini içeren
birinci bölümün ilk sayfasında "İptal isteyenler" hanesi karşısında
"Özer Derbil, Cumhuriyet Senatosu Üyesi ve ilişik listede isimleri yazılı
Cumhuriyet Senatosu Üyeleri, İptal isteyenlerin Cumhuriyet Senatosu üyesi
olduğu onanmıştır. (Anayasamızın 149 uncu maddesinin aradığı koşullar
yönünden)" diye yapılan açıklamanın, dilekçeye ekli imza çizelgesiyle
dilekçe metni arasında bir bağlantı kurulmasına ve böylece iptal davasının
çizelgede imzaları bulunan ve bu imzaların kendilerine ait olduğu onanan 32
Cumhuriyet Senatosu Üyesince açıldığının saptanmasına yeterli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Onamadaki
imzanın kime ait olduğunu gösteren bir açıklama ve İki yapraktan oluşan imza
çizelgesinde sahife numarası bulunmaması, her .ikî yaprakta resmî mühürün
basılı ve üzerinde aynı imzanın atılı olması nedeniyle, yukarıdaki sonuca
etkili görülmemiştir.
O
halde, çizelgedeki kimi imzaların üst yanında imza sahiplerinin ad ve
soyadlarından başka, kimliklerini, yani seçim çevrelerini veya Cumhurbaşkanınca
seçilmiş veyahut tabiî üye olduklarını belirtmek yoluyla Cumhuriyet Senatosu
üyesi bulunduklarına ilişkin tam bir açıklamaya yer verilmemesi, yetki
durumunun saptanmasına engel ye dosyanın geri çevrilmesini gerektirir nitelikte
bir eksiklik sayılmamıştır.
Bu
görüşe Sait Koçak, Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ziya Önel, Kani
Vrana ve Ahmet H. Boyacıoğlu katılmamışlardır.
4 -
Dava dilekçesinin gerekçeyi ve dayanılan Anayasa maddelerini içerip içermediği:
Dava
dilekçesinde iptali istenen yasa maddeleri birer birer sayılarak konular tüm
belirtilmiş, istemin dayandırıldığı gerekçeler de gösterilmiş ve sadece
gerekçelerde dayanılan kimi Anayasa maddeleri gösterilmemiştir. Ancak, aynı
maddelerin Anayasanın belirli maddelerindeki ilkelere aykırı düştükleri
gerekçelerle açıklanmış ve bu yolla Anayasanın o maddelerinin saptanması olanak
içine girmiş bulunmaktadır.
Öte
yandan, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi İçtüzüklerinin ilgili
maddelerinin yazılmamış olması, dilekçedeki açıklamalar karşısında bir eksiklik
değildir.
Bundan
başka, davada 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 1. ve 4. maddelerinin sadece
esas yönünden Anayasaya aykırılıkları ileri sürülmüş ve dava dilekçesinde
yalnız bu ileri sürmenin gerekçeleri gösterilmiş ise de, Anayasa Mahkemesi 44
sayılı Kanunun 28. maddesinin birinci fıkrası gereğince davacının gösterdiği
gerekçe ile bağlı bulunmadığından, sözü geçen maddelerin biçim yönünden
Anayasaya aykırılıklarına ilişkin bir gerekçenin dava dilekçesinde yer
almaması, bir eksiklik sayılamaz.
5 -
Anayasaya esastan aykırılık yönünden inceleme yapılıp yapılamayacağı:
Davacılar
dilekçelerinde 1699 sayılı Kanunun 3. ve 6. maddelerinin biçim yönünden
Anayasada gösterilen şekil şartlarına ve Cumhuriyet Senatosu ile Millet Meclisi
içtüzüklerine aykırılıklarını ileri sürmekle birlikte, bu maddelerin ve ayrıca
aynı Kanunun 1. ve 4. maddelerinin Anayasaya esastan aykırı olduklarım da
bildirerek iptallerine karar verilmesini istediklerinden, Anayasa Mahkemesinin,
Anayasa değişikliklerinin esastan Anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli ve
yetkili olup olmadığının incelenmesi gerekmiştir,
Anayasanın,
Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini gösteren 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı
Kanunla değişik 147. maddesinin birinci fıkrasında "Anayasa Mahkemesi,
kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüklerinin Anayasaya, Anayasa
değişikliklerinin de Anayasada gösterilen şekil şartlarına uygunluğunu
denetler." Hükmü yer almıştır.
Bu
fıkranın değişiklikten önceki metni ise, "Anayasa Mahkemesi kanunların ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüklerinin Anayasa'ya uygunluğunu
denetler." biçiminde idi.
Bu
metnin yürürlükte bulunduğu sıralarda açılmış iki iptal davası üzerine Anayasa
Mahkemesince verilen kararlarda, Anayasa değişikliklerinin hem biçim ve hem
esas yönlerinden Anayasa'ya uygunluğunu denetlemenin Anayasa Mahkemesinin görev
ve yetkisi içinde bulunduğu esası benimsenmiştir. (16/6/1970 günlü, E. 1970/1,
K. 1970/31 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı; Resmî Gazete, gün: 7/6/1971, sayı:
13858; 13/4/1971 günlü, E, 1970/41, K. 1971/37 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı;
Resmî Gazete, gün: 17/3/1972, sayı: 14131).
Ancak,
Anayasa'nın 147. maddesinde 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle Anayasa
Mahkemesinin denetim görevinin alanı bu konuda daraltılarak, Anayasa
değişikliklerinin sadece Anayasada gösterilen şekil şartlarına uygunluğunu
denetleme görevi, eskiden olduğu gibi, yetkisi içinde bırakılmış ve bu
değişikliklerin esastan Anayasa'ya uygunluğunu denetleme ise görev ve yetkisi
dışına çıkarılmış bulunmaktadır. Böylece, bu maddede gerçekleştirilen
değişiklikle Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini esas yönünden denetlemesi
önlenmiştir.
Anayasa'nın
147. maddesinde 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonunda yürürlüğe giren
yeni metin ve gerekçesi açık bulunduğundan, bu konuda başkaca bir açıklamaya
yer kalmamıştır. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, dönem: 3, toplantı: 2,
Birleşim: 151462, Cilt; 17 sıra sayısı: 419, sahife: 16-17).
Bu
nedenle, 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 1., 3., 4. ve 6. maddelerinin
Anayasa'ya esastan aykırı olduğu yolundaki iddianın incelenmesini kapsayan
istemin, Anayasa Mahkemesinin görevi dışında bulunması dolayısiyle yetki
yönünden reddine karar verilmelidir.
6 -
İncelemenin kapsamı:
15/3/1973
günlü, 1699 sayılı Kanunun 1. ve 4. maddelerinin yalnız esas yönünden
Anayasa'ya aykırılıkları ileri sürülerek iptalleri istenmiş ve dava dilekçesinde
sadece bu istemin gerekçesine yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, 22/4/1962
günlü, 44 sayılı Kanunun 28. maddesinin birinci fıkrasının "Anayasa
Mahkemesi, kanunların ve Yasama Meclisleri İçtüzüklerinin Anayasaya
aykırılıkları hususunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere
dayanmaya mecbur değildir. Mahkeme, taleple bağlı kalmak kaydıyla başka gerekçe
ile de Anayasaya aykırılık kararı verebilir." biçimindeki hükmü uyarınca,
davacının gösterdiği gerekçeye dayanmak zorunluğunda olmayıp sadece istemle
bağlı bulunduğundan, şimdiye kadar geçen uygulamalarda öngörüldüğü üzere, bu
maddelerin Anayasa'ya biçim yönünden uygunluğunu esastan inceleyebilir.
7 -
Anayasa'nın 9. maddesindeki değişmezlik ilkesiyle teklif edilmezlik yasağının
hukuksal nitelikleri ve etkileriyle sonuçları:
Anayasa'da
konumuzla ilgili görülen başlıca biçim kuralları ve esasları 155., 85., 91.,
92. ve 9. maddelerde yer almış bulunmaktadır. Bunlardan 155. madde Anayasa
değişikliklerine, 85, madde içtüzüklere, 91. madde kanun teklif etmeye, 92.
madde kanunların görüşülmesine ve kabulüne ilişkin biçimsel kuralları ve
esasları içermektedirler. Sözü geçen maddelerde yer alıp konumuzla ilgili
görülen kurallarla esasların biçimsel olduğu açıktır. Devlet şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkında -Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve
değiştirilmesinin teklif dahi edilemiyeceğine ilişkin 9. maddeye gelince:
Anayasa
Devlet yapısının temelidir. Devlet kuruluşlarının yapısı ve düzeni, bu
kuruluşların yetkileri, görevleri ve birbirleriyle olan ilişkileriyle
karşılıklı durumları Devlet ve kişilerin haklarıyla ödevleri, bu hukuksal
yapının bütününü oluştururlar. Anayasa düzeni diye adlandırabileceğimiz bu
yapının öyle kuruluşları, hak ve ödev kuralları vardır ki, bunların hukukun
üstün kurallarına ve çağdaş uygarlığın oluş'um ve gelişim süreci gereklerine
aykırı düşen kimi hükümlere bağlanması, sözü geçen düzenin bütünlüğünü
bozabilir. Anayasamızın 1. maddesinde yer alan "Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir" hükmü bu çeşit kuralların başında yer alır. Bu hükmün
değiştirilmesi, hiç kuşku yok kî, Anayasa yapısını temelinden yıkar. Çünkü,
Cumhuriyet denen devlet şekli temel kuruluşları, hak ve ödev kurallariyle bir
ilkeler topluluğudur. Buna göre, devlet biçimini değiştirerek ortadan kaldıran
ve onu hukuk alanında yer aldığı ve istendiği biçimde artık işlemez duruma
sokacak olan bir Anayasa değişikliği yapılmasına olanak düşünülemez. Nitekim,
Anayasanın 9. maddesinde yer alan "Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez"
hükmü bu olanaksızlığı çok açık olarak göstermektedir. Böyle bir değişikliğin
bir an için teklif edilebileceği ve sonunda yapılabileceği düşünülecek olursa,
Anayasanın yerleşmiş düzeninin, değişiklik ölçü ve doğrultusunda ahengi ortadan
kalkacak ve sonucunda Devletin niteliği de değişikliğe uğrayacağından artık
Anayasa'da tanımlanan ve istenen biçimde işlemesi söz konusu olamayacaktır.
Şu
halde denilebilir ki, çağdaş Anayasalar, kendilerini böyle istenmeyen ve uygun
olmayan değişikliklere karşı koruyan ve güvence altına alan hükümleri ve
kuruluşları birlikte getirme yolunu seçmişler ve sonunda sağlamayı
başarmışlardır. Bu nitelikte bir yolu seçmenin bir anlamı da, klâsik
demokrasiden daha ayırımlı bir sistem olarak, Anayasayı yasama organının
kendisine ve daha açık bir deyimle çoğunluğun baskısına karşı koruyacak
hükümlere ve kurumlara da yer verilmiş bulunmasıdır. Böyle bir sisteme gidiş,
yurdumuzda siyasal iktidarın bütün öğeleri ile birlikte Ulusa geçici demek plan
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, onu, temelinden sarsacak tutum ve
davranışlara karşı Ulusun direnişinin ve yine temeline oturtularak bu kez daha
da kuvvetli anayasal ilke ve güvencelere ve hukuksal kurallara bağlama
zorunluğunun doğurduğu gereksinmelerin kaçınılmaz bir sonucu olmuştur.
Yukarıki
açıklamalara göre 1961 Anayasası, 9. maddesiyle önce bir değişmezlik ilkesi
koymuş ve sonra bir de teklif yasağı getirmiştir. O halde, 9. madde hükmü
içeriği bakımından biçime ilişkin bulunan iki yönlü bir kuraldan oluşmaktadır.
Gerçekten,
maddede yer alan değişmezlik ilkesinin sadece "Cumhuriyet" sözcüğünü
amaç aldığı, yani Anayasadaki "Cumhuriyet" sözcüğünün değişmezliğini
öngörerek, Cumhuriyeti oluşturan onun dışındaki ilke ve kuralların
değiştirilebileceğini düşünmek, bu ilke ile bağdaştırılamaz. Çünkü 9. maddedeki
değişmezlik ilkesinin asıl amacı, Anayasa'nın 1. maddesiyle 2. ve 2. maddenin
gönderme yaptığı Başlangıç bölümünde yer alan temel ilke ve kurallarla niteliği
belirtilerek "Cumhuriyet" sözcüğüyle adlandırılan Devlet sistemidir.
Başka bir deyimle, burada değişmezlik ilkesine bağlanmak yoluyla güvence altına
alınan "Cumhuriyet" sözcüğü değil, yukarıda gösterilen 2. madde ile
Başlangıç bölümünde nitelikleri belirtilmiş olan Cumhuriyet rejimidir. Şu
halde, yalnız "Cumhuriyet" sözcüğünü saklı tutup, Cumhuriyeti
oluşturan bütün bu nitelikleri, hangi doğrultuda olursa olsun, tümünü veya bir
bölümünü değiştirmek veya kaldırmak yoluyla, 1961 Anayasasının ilkeleriyle
bağdaşması olanağı bulunmayan bir başka rejimi meydana getirecek nitelikteki
Anayasa değişikliğinin teklif ve kabul edilmesinin, Anayasa'ya aykırı
düşeceğinin, tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık olduğu ortadadır.
Yukarıdaki
açıklamalara göre, Cumhuriyet rejiminin Anayasamızda niteliğini belirleyen ilke
ve kurallarında değişmeyi öngören veya Anayasanın öteki maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı yollardan bu ilkeleri
değiştirmeyi amaç güden herhangi bir kanun teklif ve kabul edilemez.
Anayasa'nın
1488 sayılı Kanunla değişik 147. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
"Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
içtüzüklerinin Anayasaya, Anayasa değişikliklerinin de Anayasa'da gösterilen
şekil şartlarına uygunluğunu denetler." hükmüne göre. Anayasa'da yapılacak
değişikliklerin, başta Anayasa'nın 155., 9. maddesi olmak üzere, konumuzla
ilgili görülen 85., 91. ve 92. maddelerinde gösterilen yöntem ve koşullara
uyulmak yoluyla çıkarılacak kanunlarla yapılması zorunludur.
Anayasa'nın
9. maddesindeki hükümle, yukarıda değinildiği üzere, bir değişmezlik kuralı
konduğu ve ayrıca teklif yasağı getirildiği görülmektedir. Değişmezlik
kuralının niteliği ve sonuçlan ayrıntılarıyla açıklandığından, burada sadece
teklif yasağının niteliğiyle etkisi üzerinde durmak yeterli olacaktır.
Anayasa'ya
böyle yasaklayıcı bir hüküm koymaktaki amacın, tarihsel bir oluşum ve gerçek
olarak doğan ve bu süreci izleyerek bugünkü biçimini alan Türkiye
Cumhuriyetini, çeşitli görüş, varsayım, yöntem ve ideolojilere dayanarak
inceleyip değişik sonuçlara varan Cumhuriyet tanımlarına veya diğer
memleketlerde uygulanan Cumhuriyet tiplerine bakarak incelemek ve bir sonuca
varmak doğru ve yerinde bir inceleme yöntemi olamaz. Bu yolda yapılacak bir
incelemede, başlangıç noktası alınan değişik benimseme ve uygulama biçimlerine
göre yine ayırımlı yargılara varmaktan kaçınılamaz. O halde Türkiye
Cumhuriyetinin niteliğini, tarihsel bir oluşum ve gerçek olarak ele alıp ona
bugünkü biçimini veren 1961 Anayasasında gösterilen ilkelerle konulan hukuksal
kurallara göre belirlemek gerekir.
Anayasanın
1. maddesinde Cumhuriyet olduğu belirtilen Türkiye Devleti, 2. maddesinde
açıklandığı üzere insan haklarına ve ayrıca Başlangıç bölümünde belirtilen
temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
O halde,
yalnız "Cumhuriyet" sözcüğünün değil, Türkiye Devletinin dayandığı bu
ilkelere ve onun "İnsan haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkeler
dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti" olarak
Anayasaca tanımı yapılan niteliklerini değiştirmeyi öngören bir Anayasa
değişikliğinin teklif edilmesi, sözü geçen yasak karşısında olanaksızdır.
Çünkü, bunlarda yapılacak bir değişiklik, yukarıda tanımlanan nitelikte bir
Cumhuriyet olan Türkiye Devletinin temel kuruluşunda ve işleyişinde de bir
değişiklik olması sonucunu doğurur. Anayasanın 91. maddesine göre, kanun teklif
etmeye Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri yetkili
oldukları halde, Anayasanın değiştirilmesi, ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi
üye tamsayısının en az üçte birince yazılı olarak, teklif edilebilir. Demek ki,
Anayasa'nın 9. maddesinde Anayasa değişiklikleri için öngörülen teklif yasağı,
doğrudan doğruya yasama meclisleri üyelerini ilgilendirmektedir.
Kanım
ve o nitelikte bulunan Anayasa değişikliklerini teklif etmeyi düzenleyen
Anayasa hükümleri birer biçim kuralı olduklarına göre, bunu yasaklayan bir
kuralın dahi bir biçim kuralı olduğunda hiç kuşku yoktur. Çünkü bu yasak, belli
sayıdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin esasında kendileri için bir
hak teşkil eden ve niteliği bakımından da bir yasama işlemi olan Anayasa
değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle, değişiklik
teklifi, değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasada gösterilen şekil
şartlarına uygun olarak yöntemi içinde yürüyecek ve şayet çatışıyorsa, hiç
yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde yürütülemiyecek, yürütülmüş ise
kabul edilip kanunlaşamayacaktır.
Özetlemek
gerekirse: Anayasa, Anayasanın üstünlüğünü ve bağlayıcılığını sürdürmek ve
Anayasaca saptanan şekil şartlan ve yöntemi dışında değiştirilmesini önlemek
amacıyla hükümler düzenlemiştir.
Anayasanın
değişik 147. maddesiyle "Anayasa değişikliklerinin Anayasada gösterilen
şekil şartlarına uygunluğunu denetleme" yetkisinin Anayasayı yargısal
denetim yoluyla korumakla görevli Anayasa Mahkemesine tanımakla güdülen erek de
budur. Yukarıda açıklandığı üzere 9. maddede yer alan yasak kuralı da bir şekil
şartı olduğundan, 1699 sayılı Kanunun dava konusu maddeleri, diğer şekil
şartları arasında bu yasak açısından da Anayasaya uygunluk denetiminden
geçirilmelidir.
Böylece
yapılan ilk inceleme sonunda:
1 -
Dava dilekçesindeki imzalara ilişkin eksikliğin geri çevirmeyi gerektirmediğine
Sait Koçak, Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ziya Önel, Kani Vrana ve
Ahmet H. Boyacıoğlu'nun karşıoylariyle ve oyçokluğu ile;
2 -
Dava dilekçesinin gerekçe yönünden eksiği bulunmadığına oybirliğiyle;
3 -
1699 sayılı Kanunun 1., 3., 4. ve 6. maddelerinin Anayasa'ya esastan aykırı
olduğu yolundaki iddianın incelenmesini kapsayan istemin Anayasa Mahkemesinin
görevi dışında bulunması dolayısiyle reddine oybirliğiyle;
4 -
İşin esasının 1699 sayılı Kanunun dava konusu 1., 3., 4. ve 6. maddelerinin
Anayasa'nın şekil şartlarına ve bu arada 155,, 85., 91., 92. ve 9. maddelerine
uygun olup olmadığı gözönünde bulundurularak incelenmesine oybirliğiyle;
Karar
verilmiştir.
IV-
ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın
esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenen kanun maddeleri ile
dayanılan Anayasa hükümleri, bunlarla ilgili gerekçelerle yasama meclisleri
görüşme tutanakları ve gerekli öteki metinler okunduktan sonra, gereği
görüşülüp düşünüldü:
A -
İncelemede izlenecek sıra:
Görüşmelerin
başında konunun özelliği bakımından incelemede izlenecek sıra söz konusu
edilmiştir. İlk inceleme evresinde 1699 sayılı Kanunun 1., 3., 4., ve 6.
maddelerinin Anayasa'ya esastan aykırı oldukları yolundaki iddianın
incelenmesini kapsayan istemin Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisi dışında
bulunması dolayısiyle reddine karar verilmiş bulunmaktadır. O halde, aynı
hükümlerin biçim yönünden Anayasa'ya aykırılıkları incelenirken, ilk olarak
Kanunların yapılmasında izlenecek işlemlerin sırasına uyulması uygundur.
Kanunların yapılmasına önce teklif ile başlanacağına ve teklif yasağı da ilk
olarak bu evrede gözönünde bulundurulacağına göre, bu yasağın yer aldığı
Anayasa'nın 9. maddesinden başlanarak diğer şekil şartlarını gösteren
maddelerin sırası, yani 155., 85., 91., ve 92. maddeler izlenmek yoluyla
inceleme yapılması yerinde görülmüştür. Çünkü bu işte teklife geçerlilik veren,
(Teklif edilebilir) olmasıdır; yani (Teklif edilebilir) olursa, öteki şekil
şartlarına göre incelemeyi sürdürmek olanağı vardır. Üstelik bu yol kanunların
yapılışı yoluna da uygun düşmektedir.
B -
Sözlü savunmaya gerek olup olmadığı:
Yine
görüşmelerin başında, dava dilekçesinin başlangıç bölümüne, "Sözlü
Savunma: Sözlü Savunma, Özer Derbil tarafından yapılacaktır." biçiminde
bir kaydın konulması karşısında, 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun'un 29. maddesinden yararlanmak
yoluyla ilgililerden sözlü açıklamalarda bulunmalarının istenmesine gerek olup
olmadığı konusu üzerinde durulmuştur.
Sözü
geçen maddede Anayasa Mahkemesinin, iptal davalarına dosya üzerinde inceleme
yapmak yoluyla bakacağı, ancak gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını
dinlemek üzere ilgilileri de çağırabileceği hükmü yer almaktadır.
Davacı
tarafından dilekçede bu konuda bir istek ileri sürülmediği ve dilekçenin başlangıç
bölümünde yer alan "Sözlü Savunma: Sözlü Savunma Özer Derbil tarafından
yapılacaktır." biçimindeki kayıt da bir istem niteliğinde bulunmadığı gibi
esasen sözlü açıklama yoluna gidilmesi bir isteğe de bağlı değildir.
Kaldı
ki, dosya içindeki bilgi ve belgelere göre, davacının konuya ilişkin
düşüncelerini dava dilekçesinde yeter derecede açıklamış olması ve Anayasa
Mahkemesi raportörünce hazırlanan raporda da konu hakkındaki gerekli bilgilerin
toplanmış bulunması, gerek bunlar gerek kanun metinleri, gerekçeler ve
tutanaklar gibi resmi belgeler karşısında tam bir kanıya varılması olanak
içinde bulunduğundan, ilgililerin sözlü açıklama yapmalarında bir yarar yoktur
Bu
nedenlerle 15/4/1975 günlü oturumda, 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 29.
maddesi uyarınca, sözlü açıklamaları dinlenmek üzere ilgililerin çağırılmasına
gerek görülmediğine., Ahmet Akar, Halit Zarbun ve Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun
karşıoylariyle ve oyçokluğu ile karar verilmiştir.
C -
Anayasa'nın 9. maddesindeki şekil koşuluna aykırılık sorunu:
Bu
bölümde 1699 sayılı Kanunun iptali istenen 1., 3., 4. ve 6. maddelerinin
Anayasa'nın önce 9. maddesinde yer alan (Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesinin teklif
edilemiyeceğine) ilişkin biçim kuralına aykırı bulunup bulunmadığı
incelenecektir.
l -
1699 sayılı Kanunun 1. maddesi:
1699
sayılı Kanunun 1. maddesiyle Anayasa'nın 30. maddesinin dördüncü fıkrası
"Yakalanan ve tutuklanan kimse, tutulma yerine en yakın mahkemeye
gönderilmesi için gerekli süre hariç kırksekiz saat ve Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin görev ve yetkilerine giren suçlar ile kanunun açıkça belli
ettiği hallerde toplu olarak işlenen suçlarda ve genellikle savaş ve
sıkıyönetim hallerinde, kanunlarda gösterilen süre içinde hâkim önüne çıkarılır
bu süre onbeş günü geçemez. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı
olmaksızın, hürriyetinden yoksun kılınamaz. Yakalanan ve tutuklanan kimsenin
durumu hemen yakınlarına bildirilir." biçiminde değiştirilmiş
bulunmaktadır.
Anayasa'nın
30. maddesinin dördüncü fıkrasının ilk metni "yakalanan veya tutuklanan
kimse, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç,
yirmidört saat içinde hâkim önüne çıkarılır ve bu süre geçtikten sonra hâkim
karan olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz. Yakalanan veya tutuklanan
kimse, hâkim önüne çıkarılınca durum hemen yakınlarına bildirilir. "
biçiminde idi.
Aynı
fıkra metni 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonunda "yakalanan veya
tutuklanan kimse tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli
süre hariç kırksekiz saat ve kanunun açıkça belli ettiği hallerde toplu olarak
işlenen suçlarda yedi gün içinde hâkim önüne çıkarılır ve bu süre geçtikten
sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz. Yakalanan veya
tutuklanan kimse, hâkim önüne çıkarılınca durum hemen yakınlarına
bildirilir." haline gelmişti.
30.
maddenin dördüncü fıkrasının bu üç ayrı metni karşılaştırıldığında, yakalanan
veya tutuklanan kimsenin hâkim önüne çıkarılması için belirlenen yirmidört
saatlik sürenin 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte kırksekiz saate ve
kanunun açıkça belli ettiği hallerde toplu olarak işlenen suçlarda yedi güne,
Î699 sayılı Kanunla getirilen değişikle ise, aynı süre kırksekiz saat olarak
belirlenmekle birlikte, kanunun belli ettiği hallerde toplu olarak işlenen
suçlarda ve genellikle savaş ve sıkıyönetim hallerinde onbeş günü geçmemek
kaydıyla kanunlarda gösterilecek süreye çıkarıldığı görülür.
Dava
dilekçesinde bu konuda Anayasaya aykırılık gerekçesi olarak, özetle (Yapılan
değişiklikte kişinin temel hakları arasında bulunan ve kişi güvenliğinin
güvencesini oluşturan ve hâkim kararı olmadan gözaltına almağa ve tutuklamaya
olanak vermeyen uluslararası görüşe ve bu arada İnsan Hakları Beyannamesine
ayrık bir durum getirilmek istenmiştir. Böylece kişinin en kısa sürede keyfi
veya eksik veya bir yanlış veya peşin görüşle ve durumunu en iyi değerlendirme
olanağına sahip hâkimin değerlendirmesi olmaksızın tutuklanması görüşü
benimsenerek yürütme gücüne Türk vatandaşlarına hâkim önüne çıkarmadan onbeş
,gün süre tutuklama hakkı gibi yersiz bir yetki verilmektedir.) denmektedir.
Anayasa'nın
30. maddesinin dördüncü fıkrasında önce 1488 sayılı Kanunla yapılmış bulunan
değişikliğin gerekçesi, ilgili yasama belgelerine göre ana çizgileriyle, (ilk
metinde yer alan yirmidört saatlik sürenin yaşadığımız çağda Öncelikle kamu
düzenini bozucu suçların işlenişinde gelişen özellikler karşısında suç
delillerinin kaybına yer verilmeden tümüyle saptanabilmesi ve böylece bulunacak
suçluların yakalanıp hâkim önüne çıkarılabilmesi için gerekli adlî kolluk
işlemlerinin tamamlanabilmesi bakımından yetmediği, yine günümüzde gittikçe
artarak oluşan ve toplu olarak işlenen suçlarda bu eylemsel zorunluğun kendini
daha büyük ölçülerde duyurduğu ve yapılan değişiklikle bireyin temel
haklarından bulunan kişi özgürlüğünü kısıtlamak ve kaldırmak veyahut bu yolla
güvencesini zedelemek amacı güdülmeyip, tüm tersine, bu çeşit suçlarda doğrudan
doğruya ve dolayısiyle hedef altına alınan kamu düzenini, Devlet varlığını
korumak ve dolayısiyle de kişi özgürlük ve güvenliğini sağlamak olduğu)
biçiminde özetlenebilir.
Maddede
sayılan suçların kovuşturulmasında hâkim önüne çıkarma için kabul edilen 15
günlük süre, kişi güvenliği bakımından önemli bir sınırlama olmakla birlikte,
bu sınırlama Cumhuriyetin niteliklerini zedeleyen veya onları ortadan kaldıran
ölçüde görülememiştir. Bu hüküm kamu düzeni ile kişi özgürlüğü arasında
bulunması gerekli dengenin zorunlu bir sonucu olarak kabul edilebilir nitelikte
bir düzenlemeden ibarettir. Çünkü bu düzenleme ile güdülen amaçlar, bir yönden
Devlet varlığının ve nitelikleri Anayasa'da belirlenen Cumhuriyetin, yani
Cumhuriyet rejiminin ve diğer yönden de kişilerin özgürlüklerinin ve
güvenliklerinin birlikte korunmasıdır. İnsan haklarına saygılı ve
özgürlüklerinin demokrasi sistemi uygulayan böyle bir Cumhuriyette, kişi
özgürlükleriyle güvenliğinin korunması hukuk devleti ilkesi gereği
bulunduğundan, 30. maddede yapılan değişiklikle, kişi özgürlüklerinin veya
güvenliğinin ortadan kaldırıldığı veya zedelendiği de öne sürülemez.
O
halde, Anayasanın 30. maddesinin 1699 sayılı Kanunun 1. maddesiyle değiştirilen
dördüncü fıkrasının, Anayasada nitelikleri belirtilen Cumhuriyetin, insan
haklarına dayalı bir hukuk devleti olması ilkesini değiştirir bir yönü
bulunmadığından, Anayasanın 9. maddesinde yer alan, Devlet şeklinin Cumhuriyet
olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesinin
teklif edilemiyeceğine ilişkin biçim kuralına da aykırı olduğu düşünülemez. Bu
nedenle, anılan maddeye yönelen iptal isteminin reddine karar verilmelidir.
2 -
1699 sayılı Kanunun 3. maddesi:
15/3/1973
günlü, 1699 sayılı Kanunun 3. maddesiyle Anayasa'nın mahkemelerin kuruluşuna
ilişkin 136. maddesine (2, 3, 4, 5, 6 ve 7.) nci fıkralar olarak aşağıdaki
metin eklenmiş bulunmaktadır: "Mahkemelerin Kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.
Devletin
ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada
belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya Devlet güvenliğini
ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulur.
Ancak, sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin hükümler saklıdır.
Devlet
Güvenlik Mahkemesinde bir başkan, dört asıl ve iki yedek üye ile bir savcı ve
yeteri kadar savcı yardımcısı bulunur. Başkan, iki asıl ve bir yedek üye ile
savcı, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından; iki
asıl ve bir yedek üye birinci sınıf askerî hâkimler arasından; savcı
yardımcıları ise Cumhuriyet Savcıları ve askerî hâkimler arasından atanır.
Devlet
Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı, üyeliği, yedek üyeliği, savcılığı ve savcı
yardımcılığı atamalarında Bakanlar Kurulunca her boş yer için bir misli aday
gösterilir. Bu adaylar arasından Devlet Güvenlik Mahkemesi hâkimlerinin
atanması Yüksek Hâkimler Kurulunca, savcı ve yardımcılarının atanmaları Yüksek
Savcılar Kurulunca; askerî hâkimlerden üye, yedek üye ve savcı yardımcılarının
atanmaları ise özel kanunlarında gösterilen usule göre yapılır.
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri başkan, üye ve yedek üyeleri ile savcı ve savcı
yardımcıları üç yıl için atanırlar. Süresi bitenler yeniden atanabilirler.
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii Yargıtay'da yalnız bu
mahkemelerin kararlarını incelemek üzere kurulacak daire veya daireler; Genel Kurul
ise, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kuruludur.
Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş ve işleyişi, görev ve yetkileri ve yargılama
usulleri ile ilgili diğer hükümler kanunda gösterilir."
Bunlardan
(2) nci fıkrada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşu; (3) üncü ve (4) üncü
fıkralarda bu mahkemelerin kuruluş biçimiyle başkan, üye, savcı ve savcı
yardımcılarının nitelikleriyle atanmaları yöntemleri; (5) inci fıkrada,
bunların süreleri; (6) ncı fıkrada, bu mahkeme kararlarının temyiz mercii ile
Genel Kurulu ve (7) nci fıkrada da aynı mahkemelerin kuruluş ve işleyişi, görev
ve yetkileri ve yargılama usulleriyle ilgili diğer hükümlerin kanunda
gösterileceği konulan düzenlenmektedir.
Bu
değişikliğin gerekçesi, yasama çalışmalarına ilişkin belgelere göre, ana
çizgileriyle; (Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de son yıllarda yeni
suç ve suçluluk kavranılan ortaya çıkmış, suçların kovuşturulmasında ve
suçluların yargılanmasında yeni yöntemler bulunması zorunlu hale gelmiş,
özellikle Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve
nitelikleri Anayasa'da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan
doğruya Devlet güvenliğini ilgilendiren suçların kovuşturulmasında ve
suçlularının yargılanmasında, gerek cezanın etkisini artırmak için hızlı
yargılamayı, gerekse özellik taşıyan bu suçların uzman mahkemelerce görülmesini
sağlamak amacıyla Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması öngörülmüştür.
Devlet
varlığının, ülke ve millet bütünlüğünün ve nitelikleri Anayasa'da gösterilen ve
özgürlükçü bir demokrasiye dayanan Cumhuriyet rejiminin her çeşit anarşik
saldırılara, eylemli sağ ve sol akımlara, uluslararası komünizmin bölücü ve
yıkıcı çalışma ve girişimlerine karşı korunmasını, yaşatılmasını ve kendi
ilkeleri doğrultusunda işlemesini sağlayıcı ve bu konulardaki çok ivedi ve
şiddetli eylemsel gereksinmeleri karşılayıcı anayasal ve hukuksal bir tedbir
olarak düşünülen Devlet Güvenlik Mahkemeleri, hukuk devleti ve doğal hâkim
ilkelerine ters düşen ayrıcalıklı ve olağanüstü bir mahkeme olmayıp, hızlı
yargılama yöntemleriyle çalışan uzman bir mahkeme niteliğindedir. Bu
mahkemelerin, Anayasa'nın diğer ilkeleri ile hükümlerine ters düşen bir yönleri
olamaz) diye özetlenebilir.
1699
sayılı Kanunun 3. maddesinin iptali isteminin gerekçesi ise; kararın (I.)
bölümüne tümü geçirilen dava dilekçesinin incelenmesinden de anlaşılacağı
üzere: (Eklenen 2 nci fıkra ile Türk Ceza Kanununda bulunmayan şarta bağlı yeni
bir suç türü ortaya çıkarılarak Ceza Hukukunun Anayasamızca da öngörülen
"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesine aykırı davranılmıştır. 3. fıkra
ile, Anayasamızın 138. maddesinde ayrı ilkelere bağlanmış bulunan askerî yargı
ile sivil yargının birleştirilmesi yoluyla olağanüstü bir yargı mercii kurulmak
istenmiştir. Böylece, Anayasanın 32. maddesinde belirtilen "Bir kimseyi
kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarma sonucunu doğuran
yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz." diye yer alıp aslı
"Hiç kimse tabiî hâkiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz." olan
kesin kurala aykırı düşülmüştür. Sonunda, bağımsız mahkeme özelliğini taşımayan
yeni bir yargılama yeri yaratılmıştır. Anayasanın 134 üncü maddesinin atanmalar
ve 144 üncü maddesinin Yüksek Hâkimler Kurulunca yapılan denetim konularındaki
hükümlerinin işlemediği yeni bir mahkeme kuruluşu oluşturulmuştur. Ayrıca
üyelerin atanmaları yürütme organına ve başkanın atanması da olağan dışı
yöntemlere bırakılarak yargının bağımsızlığı ortadan kaldırılmak istenmiştir.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kararlarını incelemek üzere ayrı bir temyiz
mercii kurulması ve genel kurulunun saptanması Anayasamızın temel ilkelere ve
139 uncu maddesi hükmü ile bağdaşmamaktadır. Anayasamızın genel ve hukuk
devleti ilkeleriyle bağdaşmasına olanak bulunmayan hükümlerin iptali
zorunludur.) biçiminde özetlenebilir.
a)
1699 sayılı kanunun 3. maddesiyle eklenen ikinci fıkra:
1961
Anayasası, suç ve ceza konularıyla yargılama yöntemleri hakkında birkaç temel
ilkeyi belirtmekle yetinerek, bu konularla yöntemleri düzenleme yetkisini kanun
koyucuya bırakmış ve "Mahkemelerin kuruluşu" başlığını taşıyan 136.
maddesinin " Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir" biçimindeki hükmüyle de,
mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkilen işleyişleri ve yargılama yöntemleri konularının
kanunla düzenlenmesini öngörmüştür. Ancak, Anayasanın 136. maddesine 1699
sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen altı fıkra ile, belli bir mahkeme türünün
bir Anayasa hükmü ile kurulması esaslarının ve göreviyle yetki alanının
belirtilmesi yönüne gidilmiştir. Anayasamızda, ayrıca engelleyici ve
yasaklayıcı bir ilke ve kural olmadığına ve Anayasa metninde kimi düzenleyici
kurallar da yer alabileceğine göre, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin sözü geçen
Anayasa hükmüyle kurulması ve yetki alanı ile görevinin belirtilmesi olanağı
vardır. Bu bakımdan ve bir yargı yerinin yetki ve görev alanının Anayasa da
yani üst kurallarla gösterilmesi gerek kuruluş ve gerek kişiler yönünden daha
güçlü ve güvenceli bir durum yaratacağından, Anayasanın 9. maddesinin koyduğu
teklif yasağına bu yolla aykırı davranıldığından söz edilemez,
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri, yasama çalışmaları belgelerindeki gerekçelere göre, uzman
bir mahkeme olarak kurulmuştur. İptal istemi gerekçesinde ise, bu mahkemelerin
olağanüstü bir nitelikte olduğu ileri sürüldüğünden, yasal ve hukuksal durumun,
özetle de olsa, tartışılmasında yarar vardır.
Anayasımıza
göre birden fazla yasama erki ve yürütme görevi olamayacağı gibi, birden fazla
yargı erki de olamaz. Yargılama görevi yapan kuruluşların birden fazla olması
da bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Çünkü, burada amaç, yargı yetkisini kullanan
mahkemelerin bağımsızlığıdır. Nitekim Anayasa'da adlî, idarî ve askerî
ayırımına yer verilmiştir.
Ceza
alanındaki özel mahkemeler, genel yargılamanın bir kolu olup, görev ve
yetkileri görecekleri işlerin niteliğine göre Anayasa'ca veya kanunla kesin
biçiminde sınırlanarak belirtilmektedir. Bu Mahkemeler, sosyal ve hukuksal
gereksinmeler karşısında Devletin ceza siyasetinin bir uygulaması olarak belli
suçların ve suçluların daha çabuk ve iyi yargılanmaları için öngörülmektedir.
Özel mahkemeler genel adliye mahkemeleri içinde olabileceği gibi, adliye dışı
yargı yerlerinde de kurulabilir. Yine bu mahkemelerin görevine Ceza Kanunundaki
suçlar alınabileceği gibi, Özel ceza kanunlarındaki suçlar da alınabilir.
Ancak, genel adliye içinde olan özel mahkemeler yargılama birliği ilkesine
aykırı olmadığı, aynı kuruluş içinde uzmanlığa dayanan bir çeşit iş bölümü
dolayısiyle kurulmuş uzmanlık mahkemeleri niteliğini taşırlar.
Yukarıdaki
tanımlamalara göre, Trafik Mahkemeleri, Türk Parasını Koruma Hakkındaki Kanuna
göre suç sayılan eylemleri işleyenleri yargılamakla görevli kılınan mahkemeler
ve Toplu Basın Mahkemeleri gibi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri de genel adliye
içinde kurulmuş özel bir mahkeme türü olmaktadır.
Buna
karşılık, öğretide ve uygulamalarda olağanüstü mahkemeler söz konusu edilmekte
ve dava dilekçesinde de Devlet Güvenlik Mahkemeleri bu nitelikte
gösterilmektedir. Anayasa'nın 1488 sayılı Kanunla değişik 32. maddesi "Hiç
kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. -Bir
kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. - biçimindeki
hükümleriyle, olağanüstü mercilerin tabiî yargılama yeri veya hâkimi
olamayacağı esas kuralını koymuştur. Anayasa'nın 32. maddesinde 1488 sayılı
Kanunla yapılan değişiklikte, her ne kadar eski metindeki "tabiî
hâkim" yerine "kanuen tabi olduğu mahkeme" deyimi kullanılmış
ise de, olağanüstü bir yargı yerinin kanunla kurulması, onu, Anayasa'ya uygun
duruma getirmez. Çünkü anayasal düzen kanun devleti temeline değil, hukuk
devleti temeline oturtulmuştur. Nitekim, değişikliğin gerekçesinde de, ortada
bir anlam ayırımı bulunmadığına işaret edilmek yoluyla, bu görüş benimsenmiş
olmaktadır. Anayasa'nın bu temel kuralına göre, olağan ile olağanüstü mercileri
birbirinden ayırmaya elverişli ölçünün saptanması gerekmektedir. Öğretide bu
ölçü, olağan yargılama yerlerinin olaylardan önce ve genel olarak herkes için,
olağanüstü mercilerin de olaylardan sonra ve elaya özel olarak kurulmuş olmaları
diye gösterilmekte olaylardan önce genel biçimde kurulmuş olup da belli bir
olayla ilgili bulunmayan yargı yerlerine "olağan yargı yeri" ve böyle
yerlerin hâkimlerine de "olağan hâkim" denilmektedir. Nitekim
26/6/1973 günlü, 1773 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun sonradan
Anayasa Mahkemesince biçim yönünden iptal edilen (Anayasa Mahkemesinin
21/5/1974 günlü, Esas: 1974/8, Karar: 1974/19 sayılı karan; Resmî Gazete, gün:
4/8/1974 sayı: 14966) geçici 1. maddesiyle, bu Kanunun yürürlüğe girdiği günden
başlayarak işlenen ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevine giren suçlar
hakkında, bu Kanun hükümlerinin, uygulanması kuralı konulmak yoluyla,
yukarıdaki görüş bu yönden benimsenmiş bulunmaktadır.
Mahkemelerin
görev ve yetkilerini belirleyen usul hükümleri, kamu düzenine ilişkin kurallar
olmaları nedeniyle, genel ceza hukukunda geriye işleyecekleri ilkesi kabul
edildiğinden, Anayasa'da veya kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, yeni
kurulan olağan yargı yerlerine, kurulmalarından, önce işlenmiş suçlara ilişkin
kamu davalarının da gördürülmesi veya önce işlenmiş olup da bu mahkemelerin
kurulmasından sonra meydana çıkan suçlara ilişkin davalara da bakma görevinin
verilmesi bile, onların olağan bir yargı yeri sayılmalarına engel olamaz.
Anayasa'nın
"Temel haklar ve ödevler" kısmının "Kişinin hakları ve
ödevleri" bölümünde yer alan 32. maddesiyle benimsenen olağan yargı yeri
ve olağan hâkim ilkeleri, kişiler için konulmuş birer anayasal güvence
olduklarından, bunlar. Cumhuriyetin, insan haklarına ve hürriyetlerine dayalı
demokratik bir hukuk devleti olması niteliğiyle sıkı sıkıya bağlıdırlar. O
halde, egemenlik hakkını kullanmasının doğal bir sonucu olarak Devletin, sosyal
ve hukuksal veya eylemsel gereksinmeleri karşılamak üzere ve ceza siyasetinin
bir uygulaması niteliğinde özel, yani uzman yargı yerleri kurması ve yetki ve
görev alanlarını belirtmesi, böyle yerlerin Cumhuriyetin Anayasaca belirtilen
nitelikleriyle bağdaşmayan bir yönü bulunmadığından, Anayasa'nın 9.
maddesindeki değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle teklif yasağına da aykırı
olamaz.
Anayasa'nın
1488 sayılı Kanunla değişik 11. maddesinin birinci fıkrasında (Temel hak ve
hürriyetlerin, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın
korunması amacıyla veya Anayasa'nın diğer maddelerinde gösterilen nedenlerle,
Anayasa'nın sözüne ve. ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabileceği) ve
ikinci fıkrasında (kanunun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamayacağı)
ilkelerine yer verildikten sonra, "İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi" ile Türkiye'nin de katıldığı "İnsan Haklarını ve
Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme" den de esinlenerek, üçüncü
fıkrasiyle "Bu Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiç birisi, insan
hak ve hürriyetlerini veya Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastıyla kullanılamaz" buyurucu ve
yasaklayıcı kuralı konulmuş ve son fıkrasında da "Bu hükümlere aykırı
eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir" denilmiş bulunmaktadır.
Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşuna ilişkin bu hükümler, nitelikleri bakımından
aslında birer yargılama usulü hükmü olun. bu mahkemelerin yalnız yetki ve görev
alanım. Anayasa'nın değişik 11. maddesinin yukarıda gösterilen tanımlamalarına
uygun biçimde "Devlerin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü, hür demokratik
düzen ve nitelikten Anayasa'da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve
doğrudan doğruya Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmak" diye
saptamış bulunduğundan, Anayasa'nın 33. maddesinde öngörülen Ceza Hukukunun
"Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesine aykırı düşen yeni bir suç türü
yaratıldığından söz edilemez. Çünkü ortaya yeni bir suç ve yeni bir ceza
konulmamıştır; sadece Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevine girenleri veya
sokulmak istenenleri ayırabilmek için, genel veya özel ceza kanunlarında esasen
var olan suçlar, nitelikleri yönünden Anayasa'daki tanımlamaya göre yeni bir
sınıflandırmaya bağlı tutulmuşlardır.
Anayasanın,
suç ve ceza konularıyla yargılama yöntemleri hakkında sadece birkaç temel
ilkeyi belirtmekle yetinerek, bu konularla yöntemleri düzenleme yetkisini yasa
koyucuya bırakmış ve "Mahkemelerin Kuruluşu" başlığını taşıyan 136,
maddesinin birinci fıkrası hükmüyle de, mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişleri ve yargılama yöntemleri konularının yasa ile
düzenlenmesini öngörmüş bulunduğuna, yukarıda değinilmişti. Demek ki, Anayasa'da
tersine buyurucu, yasaklayıcı veya engelleyici bir kural olmadıkça ve Anayasaca
öngörülen insan hak ve hürriyetlerine dayalı demokratik bir hukuk devletinde
benimsenen temel ilkelere ve hukukun üstün kurallarına aykırı bulunmadıkça, suç
ve ceza alanında tüm düzenlemelerin kanunla ve bu arada üstün bir kural olarak
bir Anayasa hükmüyle de yapılması olanağı vardır. O halde genel veya özel ceza
yasalarında yer alan suçların, Anayasadaki tanımlara uygun biçimde yeni bir
sınıflandırmaya bağlı tutulmasının, "Kanunsuz suç ve ceza olmaz"
kuralıyla bir ilişkisi olmadığı gibi. Cumhuriyetin Anayasa'da belirtilen
nitelikleriyle de ters bir yönü bulunmadığından, ortada Anayasa'nın 9.
maddesindeki değişmezlik ilkesine ve dolayısıyle teklif yasağına aykırı bir durumdan
söz edilemez.
o)
1699 sayılı kanunun 3. maddesiyle eklenen üçüncü fıkra:
Devlet
Güvenlik Mahkemesi, başkan ve üyelerinin çoğu ve savcısı adlî yargıdan olmak
üzere birinci sınıfa ayrılmış adlî ve askerî hâkimlerle adlî yargı alanında
uzman bir ceza mahkemesi niteliğinde kurulmuştur. Anayasamızda bu çeşit bir
özel mahkemenin kurulmasını önleyen hiç bir kural yoktur. Tersine genel yargı
yerleriyle askeri yargı yerleri, yukarıda açıklandığı üzere, bağımsız birer
anayasal yargı kuruluşlarıdır. Anayasaca hem kuruluş biçimi gösterilmiş ve hem
de yargılayacağı suçların niteliği belirtilerek yetki ve görev alanı çizilmiş
böyle bir mahkemeye, Anayasaca kurulmuş iki ayrı bağımsız yargı yerinden hâkim
atanması, Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen niteliklerine aykırı düşemez.
Aslında
bağlı oldukları statü aynı oldukça, Devlet Güvenlik Mahkemeleri hâkimlerinin,
Anayasaca yargı yetkisine sahip değişik yargı yerlerinden alınmaları ayrımlı
bir durum da yaratamaz. O halde, uzman olarak kurulan bu mahkemelerde, görev
alanına göre değişik bağımsız yargı yerlerinden hâkim alınmasında, Anayasa'nın
32. maddesinde yer alan"olağan yargı yeri" ve "Olağan
hâkim" ilkelerine aykırılık düşünülemez. Her iki yargı yerinden alınan
üyelerin, belirli bir kıdemle ehliyet ve nitelik ifadesi demek olan birinci
sınıf hâkim niteliğini taşımaları nedeniyle, aralarında her yönden bir ayırım
düşünmek olanağı olmadığı gibi, bu mahkemelerin üye sayısı, başkan ile üyelerin
ve savcının birinci sınıf hâkimlerden seçilmesi, yargılanacak kişiler için ayrıca
güvence Kaynağı olan öğelerdir. Böylece hâkim atanması ile, Anayasanın 134.
maddesinde hâkimlerin atanmalarına ilişkin hükümlerin kaldırıldığı da ileri
sürülemez. Çünkü, aynı maddede, hâkimlerin atanmalarının, mahkemelerin
bağımsızlığı esaslarına göre kanunla düzenleneceği ilkesi öngörülmüştür. Öte
yardan, bu mahkemeler adli yargı alanında kurulmuş uzman bir ceza mahkemesi
olduğundan, 1773 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle öngörüldüğü üzere,
Anayasanın 144. maddesi uyarınca Yüksek Hâkimler Kurulunca yapılmakta olan
denetime ilişkin kuralların işlemez hale geldiği iddiası yersizdir.
c)
1699 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen dördüncü ve beşinci fıkralar:
Maddenin
ek dördüncü fıkrasiyle, Devlet Güvenlik Mahkemesi hâkimlik, savcılık ve savcı
yardımcılıklarına yapılacak atamalar. Bakanlar Kuruluna yani yürütme organına,
bir ön işlem olarak, her boş yer için iki olmak üzere, aday gösterme yetkisi
gibi, önemli bir fonksiyon verilmesi bu adaylardan adlî hâkimlerin Yüksek
Hâkimler Kurulunun, savcı ile yardımcılarını Yüksek Savcılar Kurulunun ve
askeri hâkimlerle askerî savcı yardımcılarını da özel kanunlarında gösterilen
yönteme göre görevli yerlerin atama yetkileri, belirlenen adaylarla
sınırlandırılarak saklı tutulmuş bulunmaktadır.
Böylece,
aday gösterme ön - işlemi dışında, gerek Anayasa sistemi ve gerekse özel
kanunlar yönlerinden yeni bir atama yeri veya yöntemi getirilmiş değildir.
Diğer bir deyimle, eski Anayasal sisteme ve özel yasalara aykırı düşen, yürütme
organına aday gösterme yetkisinin tanınması ve bu adaylardan atama yapma
zorunluğunun konulması yoluyla eski atama yerlerinin, yetkilerinin daraltılmış
ve sınırlandırılmış bulunmasıdır.
Burada,
esas sorun olarak, aday gösterme yetkisinin yürütme organına verilmesinin ve
dolayısiyle atama yerlerinin yetkilerinin aynı konuda sınırlandırılmasının
Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen nitelikleriyle ters ve bu yolla Anayasa'nın
9. maddesindeki değişmezlik ilkesiyle teklif vasağına aykırı düşüp düşmediği
yönünün tartışılması gerekmektedir. Mukayeseli Hukukta, hâkimlerin atanması
konusunda, hâkimleri halkın; hâkimlerin, yürütme organının ve bağımsız bir
organın seçmesi gibi o memleketin devlet şekline, hükümet sistemine ve rejimine
bağlı olmayarak başlıca dört değişik sistemden yalnız birisinin veya bu
sistemlerin değişik karma biçimlerinin uygulandığı görülmektedir. Değişik
memleketlerdeki uygulama çeşitleri, dört sistemin yarar ve sakıncaları o
ülkenin tarihsel gelişim sürecine, sosyal ve hukuksal yapı koşul ve
gereksinmelerine ve Anayasalarıyla hukuksal uygulamalarda öngörülen ilkelere ve
yer alan kurallara göre düzenlediği görülmektedir.
Yurdumuzda
önceleri hâkimlerin yasama ve yürütme organlarınca atanması sisteminin siyasal
iktidarlarca kötüye kullanılmasının bir tepkisi olarak, bu kez Anayasayla,
ayrık nitelikteki düzenlemeler dışında, "hâkimi hâkimlerin seçmesi"
sistemi benimsenmiş bulunmaktadır. Anayasanın 143. maddesinde 1488 sayılı
Kanunla yapılan değişiklik sonunda, Yüksek Hâkimler Kurulunun aldığı yeni
hukukî durumu nedeniyle, adlîye hakimleri hakkında sözü geçen sistemin daha tam
bir biçimde öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Buna karşılık, öteki yargı
yerlerindeki hâkimlerin atanmalarında Yasama Meclislerine, Cumhurbaşkanına ve
yürütme organlarına belli biçim ve ölçüde bir yetki tanınması yoluyla, oldukça
karma bir sisteme gidilmiştir. Bu düzenlemeler, hâkim atanması konusunda yasama
erki ile yürütme organlarına değişik biçim ve ölçülerde ve ancak belirli bir yetki
verildiğini ortaya koymaktadır.
Hâkimlerin
atanması yetkisi, esasta Anayasa'nın 132. maddesiyle benimsenen ve aynı zamanda
kişiler içinde bir güvence teşkil eden "Mahkemelerin bağımsızlığı
ilkesiyle doğrudan doğruya ilişkili bir etkendir. Ancak, bu ilke, hâkimlerin
kararlarını verirken sırasıyla Anayasa, kanun hukuk ve vicdani kanılan dışında
herhangi bir Karışmanın etkisinde kalmamaları, anlamını tanıdığından görev
yaptıkları yer ve kişilikleri gözününde bulundurulduğunda, hâkimleri atama
yetkisinin, bir yandan Anayasanın 7. maddesiyle konulan yargı yetkisinin, bir
Devlet erki olarak, Devletin yasama yetkisi ile yürütme görevi karşısında
bağımsızlığı ilkesi ve öte yandan Anayasanın 133. ve 134. maddelerinde
öngörülen hâkimlik güvencesi esasları ile de dolayısiyle ilgili olduğunda kuşku
yoktur. Devlet Güvenlik Mahkemelerine yapılacak atamalarda bir ön işlem olarak
nitelikleri Anayasaca saptanan hâkimler arasından sadece aday gösterme
yetkisinin yürütme organına tanınması, Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen
niteliklerinden insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik bir hukuk devleti
olmasıyla bağdaşmayan bir yönü yoktur. Bu konuda, Anayasa'nın 9. maddesindeki
değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle teklif yasasına aykırı durumun varlığı öne
sürülemez. Kaldı ki, atama yetkisiyle donatılan organın, bu yetkiyi kullanırken
herşeyden önce aday gösterme yolundaki işlemi incelemek ve bunun Anayasa'da ve
yasalarda öngörülen kurallara uygun olduğunu saptamak zorundadır.
Nihat
O. Akçakayalıoğlu ek gerekçe yazmak hakkını saklı tutmuştur.
"Devlet
Güvenlik Mahkemeleri başkan, üye ve yedek üyeleri ile savcı ve savcı
yardımcıları üç yıl için atanırlar. Süresi bitenler yeniden
atanabilirler." yolundaki beşinci fıkra hükmüne gelince: Dava dilekçesinde
bu fıkra hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiası, "Bağımsız Türk
yargıçlarının vicdan kanılarına göre verebilecekleri hükmün zaman içerisinde
yürütme organını tatmin etmemesi olanağını karşılamak üzere, görev süreleri üç
yıla sınırlanmış ve tutum ve kararları vicdan kanılarına göre biçimlenecek
olanları, elemek yetkisi de yürütme organına tanınmıştır" yolundaki
gerekçeye dayandırılmaktadır.
İnceleme
konusu fıkra hükmü, iddianın tersine, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Başkan, üye
ve yedek üyeleri ile savcı ve savcı yardımcılarına güvence sağlamaktadır. Şöyle
ki, Anayasanın güvenceyi sarsmayacak bir ölçü saptadığı bu süre içinde, atamaya
yetkili organlar dahil, hiç bir merci tarafından bu görevlilerin görev yerleri
değiştirilemiyecektir. Bu hükmün, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
ilkelerini oluşturduğu ise açıktır.
Diğer
yandan sözü edilen görevlilerde bu mahkemelere kimi zaman yeterince iş
gelmemesi, kimi zamanlarda da yoğun ve yorucu çalışmalar gibi etkenlerle,
Anayasaca belli edilen bu süre sonunda esas görevlerine dönme arzusu uyanabilir
ve bu istek bir yerde olağan da sayılabilir. Uzman bir hâkimin göreve yeniden
atanmasına veya yerine kendisi gibi uzman birisinin gelmesine olanak tanıyan
böyle bir hükmün, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerine ters düşen ve
Anayasa'nın 9. maddesindeki değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle teklif yasağına
aykırı bir yönü yoktur.
ç)
1699 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen altıncı fıkra:
Anayasa'nın
139. maddesinin son fıkrası uyarınca, Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, başkan ve
üyelerinin ve diğer mensuplarının nitelikleri ve ikinci başkanların seçim
usulleri kanunla düzenlendiğine ve Yargıtay Ceza Daireleriyle Genel Kurulunun
bakacağı işlerin kanunda gösterilmesine engel bir hüküm de Anayasa'da yer
almadığına göre, adliye mahkemeleri alanında bir ağır ceza mahkemesi
derecesinde görev yapan Devlet Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz mercii
olarak, aslında Yargıtayın ceza işlerinde yetkili olan belli daire veya
dairelerinin ve Genel Kurulunun da, zaten yetkili bulunan Ceza Daireleri Genel
Kurulunun görevlendirilmesi ve bu konuların özel yargı yerlerinin uzmanlık
esasına uygun biçimde kurulmakta olduğuna ilişkin gerekçeye dayanarak, bir
Anayasa hükmü ile belirlenmesinde, Anayasa'nın 9. maddesindeki teklif yasağına
aykırılık bulunamayacağı ortadadır.
d)
1699 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen yedinci fıkra: Anayasa, yargı
alanında genel ilkeleri koymakla yetinmiş ve bu alanda kimi konularda
düzenleyici kurallar getirmekle birlikte ilgili öteki konuların kanunla
düzenlenmesi esasını benimsemiştir. Anayasanın 136. maddesinin birinci
fıkrasiyle, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usullerinin kanunla düzenleneceği ilkesi konulduktan sonra, ek 7 nci fıkra ile
de, adliye mahkemeleri alanında görev yapmak üzere kurulmuş ağır ceza mahkemesi
derecesinde özel bir mahkeme olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluşu ve
işleyişi, görev ve yetkileri ve yargılama usulleri ile ilgili diğer hükümlerin
kanunda düzenleneceği kuralının getirilmesinin Anayasa'nın 9. maddesindeki
değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle teklif yasağına aykırı bir yönü olamayacağı
açıktır.
O
halde, maddeye yönelen iptal isteminin yukarıda gösterilen nedenlerle reddine
karar verilmelidir.
3 -
1699 sayılı Kanunun 4. maddesi:
Askerî
mahkemelerdeki üyelerin çoğunluğunun hâkim niteliğine sahip bulunmamasının
yarattığı sakıncaları ortadan kaldırmak amacıyla, 1961 Anayasa'sı
hazırlanırken, askerî yargı alanım düzenleyen 138. maddenin dördüncü fıkrasiyle
"Askerî mahkemelerde üyelerin tamamının hâkimlik niteliğine sahip
bulunması" teklif edilmişse de yapılan görüşmeler sonunda fıkra,
"Askeri mahkemelerde üyelerin çoğunluğunun hâkimlik niteliğine sahip
olması şarttır" biçiminde yasalaşmıştır.
Anayasa'da
20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte 138. maddenin söz
konusu dördüncü fıkrası hükmüne dokunulmamış ise de, sonradan 15/3/1973 günlü,
1699 sayılı Kanunun 4. maddesiyle fıkra "Askerî mahkemelerde üyelerin
çoğunluğunun hâkimlik niteliğine sahibolması şarttır. Ancak, savaş halinde bu
şart aranmaz." biçimine sokulmuştur.
Dava
dilekçesinde, 1699 sayılı Kanunun 4. maddesinin iptali isteminin gerekçesi,
özetle (Savaş sırasında dahi Türkiye Cumhuriyetinin adalet, dağıtımında Askerî
Ceza Kanunumuz hükümlerine uyulması, bu yönden hâkimlik niteliğini taşıyanların
çoğunlukta olması zorunludur. Savaş halinde birçok hukukçu yedek subaylık
görevine çağırılacağından, hâkim ihtiyacının fazlasiyle karşılanması olanağı
vardır. Bu nedenlerle, gerekçesi güç anlaşılır bu değişiklik, hukuk devleti
ilkeleriyle uzlaşacak nitelikte değildir. Anayasa'nın 132. maddesinden itibaren
getirilen yargı ve yargılama ilkeleriyle bağdaşmayan bu değişikliğin iptali
uygun olacaktır.) biçiminde gösterilmiş bulunmaktadır.
Değişiklik
tekliflerinde ise bu fıkra hakkında özetle, "Savaş halinin özelliği,
savaşta belirecek ihtiyaçların, askerî mahkemelerde hâkim niteliğine sahip
üyelerin çoğunlukta olması şartından vazgeçilmesini gerektirdiği"
gerekçesi gösterilmiş, Anayasa Komisyonunda "Teklif gerekçesindeki espriye
bağlı kalındığının" belirtilmesiyle yetinilmiş, Millet Meclisindeki
görüşmelerde "Bu teklifin olağanüstü halin ve savaşın doğal bir sonucu
olduğu, savaşta hâkimlerin çoğunlukta olması kuralının tatbik edilemiyeceği ve
böyle bir kuralın pratik bir değeri olmadığı" ileri sürülmüş, Cumhuriyet
Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu raporu da sevk gerekçesini tekrarlamış ve
Cumhuriyet Senatosundaki görüşmeler sırasında ise, başkaca bir gerekçe ortaya
konulmamıştır.
Bu
kararda yeri geldikçe yinelediğimiz üzere, Anayasa yargı alanında genel
ilkeleri koymakla yetinmiş ve kimi konularda düzenleyici kurallar getirmekle
birlikte, bu alanla ilgili öteki konuların kanunlarla düzenlenmesi esasını
benimsemiştir.
Yargı
ile ilgili düzenlemeler, Anayasa'nın 132-152. maddelerinde yer almış ve bu arada
askerî yargı alanına ilişkin ilkeler 138. maddesinde gösterilmiştir. Bu
ilkelerin çoğu kuruluşa ve yargılama usulüne ilişkin niteliktedir. İşte, 138.
maddenin 1699 sayılı Kanunun 4. maddesiyle ve bir tümce eklenerek değiştirilen
dördüncü fıkrası, askerî mahkemelerin kuruluşuna ilişkin bulunmaktadır.
Yukarıdaki
açıklamaya göre, bu değişikliğin Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen
nitelikleriyle bağdaşması gerekmektedir.
Askerî
mahkemeler, Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasına göre çıkarılan
kanunlarla, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatiyle askerî
hizmetlerin gereklerine ve maddenin dördüncü fıkrasındaki ana kurala uyularak,
üyelerin çoğunluğu hâkimlik niteliğine sahip olması koşuluyla, karma bir yapıda
kurulmaktadır. Yani bu mahkemeler askerî hâkimlerle, hâkimlik niteliği olmayan
subaylardan oluşmaktadır. Değişiklikten önce olağan zamanlar için öngörülen bu
kuruluş koşulunun, fıkrada 1699 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle getirilen
savaş halinde aranmayacağına ilişkin hükümle, askerî mahkemelerin savaş
halinde, üyelerin çoğunluğu subaylardan olmak üzere dahi kurulabilmesi olanağı
yaratılmış demektir.
Böylece,
savaş halinde askerî mahkemelerde üyelerin çoğunluğunun hâkimlik niteliğine
sahip olması koşulunun aranmamasının, hem Anayasa'nın yargı alanındaki
ilkelerine ve hem de Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen nitelikleriyle ilgili
temel ilkelere etkili olacağı kuşkusuzdur.
O
halde, bu çeşit bir kuruluşun, Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen ilkeleriyle
bağdaşır olup olmadığını, önce Anayasa'nın 7. maddesinde yer alan yargı yetkisi
yönünden incelemek gerekecektir. Yargı yetkisinin, bir devlet erki olarak,
yasama erki ile yürütme görevi karşısında bağımsız olduğunu kabul eden Anayasa,
bu ilkeyi 7. maddesinde "Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır." diye tanımlamıştır. Üyelerinin çoğunluğu hâkim
sınıfından olmayan görevlilerden oluşan bir mahkeme, Anayasa'nın 7. maddesi
uyarınca yargı yetkisini Türk Ulusu adına kullanan bağımsız bir mahkeme olarak
kabul edilemez.
Bundan
başka hâkimlik mesleki, bilgi ve tecrübeyi, liyakat ve ehliyeti
gerektirdiğinden bu niteliklerden yoksun bulunan ve üstelik hâkimlik
güvencesine sahip olmayan görevlilerden kurulu, yargı yerlerinin doğru ve hiç
bir etki altında kalmaksızın karar verebilecekleri kuşkuludur.
Yargı
alanının bu üç Anayasal ilkesine aykırı bulunan bir kuruluşun, insan hak ve
hürriyetleri bakımından da kişi için bir güvence olmasına olanak düşünülemez.
Çünkü çoğunluğu yargı için zorunlu öğrenim, bilgi, tecrübe ve bunların
oluşturacağı hâkimlik ehliyet ve liyakatından yoksun ve ayrıca her yönden
hiyerarşiye bağlı üyelerden kurulu bir mahkemede yapılan yargılamada, olayın ve
sorumlusunun ve hukuksal durumun saptanmasında, yani hükümde istenmiyerek ve
elde olmayarak, büyük yanılgılara düşülmesi olasılığı karşısında, kişinin
kendini güvence içinde görmesi ve duyması olanaksızdır. Bu durumda, istenmediği
halde bile, insan hak ve hürriyetlerinin ve bunların en önemlilerinden olan
kişi hak ve hürriyetleriyle yaşama hakkının dahi tehlikeye düşebileceği
söylenebilir. Askerî mahkemelerin öneminin, yalnız barışta onların yetkilerine
giren işler ve kişiler yönünden değil, sıkıyönetim ve savaş hallerinde bu
mahkemelerin gerek konu ve gerekse kişi bakımlarından yetki alanlarının çok
genişleyip adeta bir genelmahkeme kimliğini kazanacakları gözönünde
bulundurularak, tüm kişiler yönünden düşünülmesi gerekir.
Askerî
yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri ve askerî
savcılık görevlerini yapan askeri hâkimlerin refakatlerinde bulundukları
komutanlarla ilişkilerinin yalnız askerî gereklere göre değil, başta
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı olmak koşuluyla, askerî
gereklerle birlikte kanunla düzenlenmesi, Anayasa'nın 138. maddesinin son
fıkrası gereği bulunmaktadır. Anayasa'nın temel yapısı, bu zorunluğun yalnız
barışta var olduğunun kabulüne elverişli değildir. Çünkü, mahkemelerin
bağımsızlığı ve dolayısiyle hâkimlik teminatı ilkelerinin kaynağını,
Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen insan haklarına ve başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayalı, demokratik ve özgürlükçü bir hukuk devleti olması teşkil
etmektedir. O halde aynı zorunluğun, askerî mahkemelerin savaş halindeki
kuruluşu için de geçerli sayılması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Yukarıdaki
açıklamalara göre, 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun Anayasanın 138.
maddesinin dördüncü fıkrasını, bir hüküm eklemek yoluyla değiştiren 4.
maddesinin, "Ancak, savaş halinde bu şart aranmaz" biçimindeki son
tümcesi Anayasa'nın Cumhuriyetin insan hak ve hürriyetlerine dayalı olduğunu
belirleyen Başlangıç bölümüyle 2. maddesinde gösterilen insan haklarına ve
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayalı bir hukuk devleti olma niteliğine
aykırı bulunduğundan, Anayasa'nın 9. maddesindeki değişmezlik ilkesine ve
dolayısiyle teklif yasağına da ters düşmektedir. Bu nedenle "Ancak, savaş
halinde bu şart aranmaz." kuralının iptaline karar verilmesi
gerekmektedir.
Halit
Zarbun ve Nihat O. Akçakayalıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
4 -
1699 sayılı Kanunun 6. maddesi:
Anayasa'ya
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 6. maddesiyle eklenen geçici 21. madde
ile, sıkıyönetimin kaldırıldığı tarihte, sıkıyönetim mahkemelerinde görülmekte
bulunan davalar sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin
devam edeceği ilkesi konulmuş ve ancak, kamu davası açılmamış dosyalarla
duruşmanın tatiline karar verilmiş davaların, durumlarına, niteliklerine ve
kanun hükümlerine göre görevli ve yetkili mercilere verilmesi öngörülmüş
bulunmaktadır.
Bu
madde için teklifte "Son yasama yılındaki durum gözonünde tutularak,
bugünkü gereksinmeleri karşılamak" gerekçesi yer almış ve Anayasa
Komisyonu raporunda başka bir gerekçe gösterilmemiştir. Millet Meclisindeki
görüşmelerde özetle, (Görülmekte olan davaların nitelikleri ve sanıklarının
çokluğu nedeniyle hüküm evresine yaklaşan davaların olağan mahkemelere
devredilmeleri, yargılamaların hızını birçok yönden keserek işleri gereksiz
uzatacağı, bir davanın içeriğinin yargılama evresinde öğrenmiş bulunan
hâkimlerin değişmesinin çeşitli sakıncalar yaratacağı, delillerin takdirinde,
davalara yeni bakacak hâkimlere zorluklar yaratılacağı, böyle davaların
bitirilmesini sağlamak için sıkıyönetimin bir bakıma uzatılması istenebileceği
ve sanıkların davalarını yersiz ve nedensiz uzatma istemeleri eğilimine yardım
edileceği) gerekçeleri üzerinde durulmuştur. Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve
Adalet Komisyonu raporunda, (Uygulamada sıkıyönetim kalkınca, sıkıyönetim
mahkemelerinde görülmekte olan davaların çeşitli anlayışlar nedeniyle ortada
kaldığı, bir konunun olağan dönemde de aynen uygulanacağı, sıkıyönetim
mahkemelerinde uygulanmasiyle adliye mahkemelerinde uygulanmasının değişik bir
sonuç doğuramıyacağı, sıkıyönetim kalktıktan sonra görev ve yetkinin eldeki
davalarla sınırlı olarak devamı kuralı getirilerek ortada kalma durumunun
giderildiği) gerekçesine dayanılmaktadır. Cumhuriyet Senatosundaki görüşmelerde
de, Millet Meclisindeki görüşmelerde ileri sürülen bir bölüm gerekçeler
yinelenerek, (Bu madde ile sıkıyönetim zamanındaki suçlarla ilgili davaların
tasfiyesi amacının güdüldüğü ve davaların devredilmesiyle sıkıyönetimle elde
edilmek istenen sonuçlara erişilemiyeceği, kimi hallerde bu amaca ters düşen
sonuçlar doğacağı ve sıkıyönetim kalktı diye yapılacak devrin mantıki
olamayacağı) gerekçelerine yer verilmiştir.
Dava
dilekçesinde ise "Getirilmiş olan bu yeni ek (Geçici) madde ile,
Anayasamızda yer alan ilkelere ve hükümlere aykırı bir hüküm konulmuş
olmaktadır. Gerçekte, 1402 sayılı Kanunun 23. maddesinin iptali konusundaki
kararıyla Anayasa Mahkememiz bu durumu saptamıştır. Uygulamada, sıkıyönetimin
kalkmasından sonra Anayasa'mızın 32. maddesine de aykırı düşecek iki ayrı
adalet dağıtımının nedeni olabilecek bu hükmün iptali zorunlu
sayılmalıdır." denmektedir.
Gerçekten,
13/5/1971 günlü, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 23, maddesinde, 15/5/1973
günlü, 1728 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce yer alıp, eldeki bütün
işleri kapsayan benzer nitelikteki kural, Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 32.,
124. ve 138. maddelerindeki hükümlere aykırı bulunarak iptaline karar
verilmiştir. (15 - 16/2/1972 günlü, E; 1971/31, K: 1972/5 sayılı Anayasa
Mahkemesi kararı Resmî Gazete, gün: 14/10/1972, sayı: 14336). Ancak, bu kararın
konusu olan işte, bir yasa hükmünün Anayasa'ya esastan aykırılığı yönünden
inceleme yapılarak hüküm kurulmuştur. Buna karşılık burada ise, geçici de olsa
yeni ve ayrıklı bir kural getiren bir Anayasa değişikliğinin, Cumhuriyetin
Anayasa'da gösterilen niteliklerini zedeleyicek ve bu itibarla 9. maddesindeki
değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle teklif yasağına aykırı olup olmadığı,
açısından, yani biçim yönünden sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu
nedenlerle, anılan kararda varılan sonucun burada dayanak alınması
olanaksızdır.
Anayasa'ya
1699 sayılı Kanunun 6. maddesiyle eklenen geçici 21. maddesinin ikinci
tümcesinde kamu davası açılmamış dosyalar ile duruşmanın tatiline karar
verilmiş davaların durumlarına, niteliklerine ve kanun hükümlerine göre yetkili
ve görevli mercilere verilmesine ilişkin kuralın, Cumhuriyetin Anayasa'da
gösterilen niteliklerine ters düşen bir yanı olmadığı ve esasen ceza
yargılamaları alanındaki ilkelerle uygulamaya da aykırı bulunmadığı açık
olduğundan, Anayasa'nın 9. maddesindeki değişmezlik ilkesine ve dolayısiyle
teklif yasağına aykırılığı yönünden bir tartışmaya bile yer görülmemiştir.
Geçici
21. maddenin birinci tümcesinde ise, sıkıyönetimin kaldırıldığı tarihte
sıkıyönetim mahkemelerinde görülmekte bulunan davalar sonuçlandırılıncaya kadar
bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin devam edeceği kuralı yer almaktadır.
Maddenin ikinci tümcesindeki kuralla karşılaştırıldığında, bu kuralla
sıkıyönetim mahkemelerinin görev ve yetkilerinin, sıkıyönetimin kaldırıldığı
günde sadece elde görülmekte olan davalarla sınırlı olarak süreceği ilkesinin
getirildiği görülmektedir.
Anayasa'nın
sıkıyönetim ve savaş hallerinde uygulanacak ilkeleri gösteren 124. ve askerî
yargı alanını düzenleyen 138. maddelerine göre, sıkıyönetim mahkemelerinin
görev ve yetkilerinin sıkıyönetim süresiyle sınırlı olacağı anlaşılmakta ise
de, geçici 21. madde ile getirilen kural, bu mahkemelerin görev ve yetkisinin,
ayrıklı olarak, görülmekte olan davalarla sınırlı biçimde sürmesini öngörmüş
bulunmaktadır.
İşte,
burada ayrıklı olan bu kuralın, Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen
niteliklerini değiştirmekte olup olmadığının belirtilmesiyle yetinilmesi
gerekmektedir.
Sıkıyönetim
Mahkemelerinin sıkıyönetimin kalkmasından sonra görev ve yetkilerinin
görülmekte olan davalarla sınırlı olarak sürmesinin Anayasa'nın 32. maddesiyle
konulmuş bulunan kanunî, yani tabiî yargı yolu ilkesiyle ilişkili olduğu da
kuşkusuzdur. Anayasa'nın 32, maddesindeki "Kanunî yargı yolu" ilkesi
üzerinde, bu karanınızın (II.) Bölümün 2. kesiminde yeteri kadar durulmuş
olduğundan, burada aynı ilke hakkında ayrıca bir açıklama yapılmasına yer
kalmamıştır.
Geçici
21. madde, geçici diye adlandırılmış ise de, amaçları bakımından, her
sıkıyönetim ilânından sonra kurulacak sıkıyönetim mahkemelerinin kaldırıldığı
günde, bu maddenin hükmünü yürütecek kuralları içerdiği ortadadır. Şu halde,
Anayasa'ya 1699 sayılı Kanunun 6. maddesiyle eklenmiş bulunan geçici 21.
maddede yer alan, sıkıyönetim mahkemelerinin görev ve yetkilerinin,
sıkıyönetimin kalkmasından sonra da görülmekte olan davalarla sınırlı olarak
süreceğine ilişkin kural, sürekli nitelikte demektir ve şu tanımlamaya göre,
sıkıyönetime ve sıkıyönetim mahkemelerine ilişkin kuralları içeren 124. ve 138.
maddelerle birlikte düşünülmesi gereklidir. Diğer bir deyimle, yukarıda işaret
olunduğu üzere, geçici 21. maddedeki kural, bir balama ayrıklık teşkil
etmektedir.
Sıkıyönetim
halinde, görev yapan sıkıyönetim askerî mahkemelerinin hangi işlere bakacağı ve
bunlardan görülmekte olan davalardaki görev ve yetkisinin sıkıyönetimin
kalkmasından sonra da süreceği kişilerce olaylardan önce belli bulunduğundan,
geçici 21. maddedeki bu kuralın ileriye dönük, genel ve objektif bir hüküm
sayılması gerekir. O halde bu hüküm sıkıyönetim mahkemelerini, sıkıyönetimin
kalkmasından sonra görülmekte olan davalar bakımından olağanüstü bir yargı yeri
niteliğine sokamayacağından, Cumhuriyetin Anayasa'da gösterilen insan hak ve
hürriyetlerine dayalı demokratik bir hukuk devleti olması niteliğini
değiştirdiği öne sürülemez.
Yukarıdan
beri açıklanan nedenlerle bu maddeye yönelen iptal isteminin reddine karar
verilmelidir.
Ç -
Anayasa'nın öteki biçim kurallarına aykırılık sorunu:
Kararın
IV/A bölümünde, biçim yönünden yapılacak incelemede izlenecek sıra saptanmıştı.
Buna göre incelemenin Anayasanın 155.., 85., 91. ve 92. maddeler izlenmek suretiyle
yapılması gerekmektedir. Gerçekten "Anayasa'nın değiştirilmesi" kenar
başlığını taşıyan, Anayasanın 155. maddesinin ikinci fıkrasının
"Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü,
birinci fıkradaki kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki
hükümlere tabidir." hükmüne göre, aynı maddenin birinci fıkrasında yer
alan "Anayasanın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilebilir. Anayasa'nın
değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez. Değiştirme
teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyu ile mümkündür." biçimindeki kurallar, özel bir değiştirme
yöntemini saptayan ayrıklı kurallardır. Bu bakımdan, esasın incelenmesine
kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki genel hükümlere ayrık düşen
kurallardan başlanması daha mantıkî görülmüştür. Kaldı ki, incelemede bu yolun
izlenmesi, kanunların yapılışında esasen teklif ile başlamakta olan yönteme de
uygun düşmektedir. Ayrıca, Anayasa, kanunların görüşülmesi için öngörülen genel
yöntem ilkesini, Anayasa değişiklikleri için de benimsemiş olduğundan, 155.
maddedeki biçim koşulları, Anayasa'nın 85. maddesindeki sözü geçen içtüzük
kurallarına göre de ayrıklıdır. Bu nedenle Anayasa değişikliklerinde,
Anayasa'nın 155. maddesindeki özel ve aylıklı yönteme ters düşen içtüzük
hükümleri de uygulanamaz.
O
halde, biçim yönünden esasın incelenmesine, Anayasa'nın 155., 85., 91. ve 92.
maddelerindeki biçim koşullan sırasının izlenmesi de uygundur.
l -
Anayasa'nın 155. maddesindeki biçim koşullarına aykırılık sorunu:
Anayasa'nın
155. maddesinin birinci fıkrasında özel bir değiştirme yöntemi koyan başlıca üç
ayrıklı kural bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, Anayasa değişikliği
teklifleri yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri
tarafından ve ancak yazı ile yapılabilir. İkinci kural ise, bu tekliflerin
ivedilikle görüşülmesini yasaklamaktadır. Üçüncü kural da teklifin kanunlaşabilmesi
için, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyunu
gerekli görmektedir.
Dava
dilekçesinde yer almamakla birlikte, görüşmeler sırasında, yukarıdaki ayrıklı
kurallardan önce ivedilikle görüşme yasağını koyan ikincisi üzerinde durulmuş
ve öncelikle görüşmenin de bu yasağın kapsamına girip girmediği tartışılmıştır.
Gerçekten, Anayasa'nın 155. maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde
Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin sadece ivedilikle görüşülmesi
yasaklanmış ve bu tekliflerin öncelikle görüşülmesinden hiç söz edilmemiştir.
1699
sayılı Kanun 15/3/1973 gününde kabul edilmiş ve 20/3/1973 günlü, 14482 sayılı
Resmî Gazetede yayımlanmış olduğundan, tüm kanunlaşması evrelerinde,
Anayasa'nın geçici 3. maddesi uyarınca, 27 Ekim 1957 den önceki biçimi ile
yürürlükte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahili Nizamnamesi ile 18/1/1964
günlü, 11610 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün
uygulanması gerekmiştir.
Yukarıda
sözü geçen Dahili Nizamnamenin beşinci babında "Müstaceliyet (İvedilik) ve
takdimen (Öncelik) Müzakere (Görüşme)" başlığı altında, bu iki ayrıklı
görüşme yöntemi, birbirinden ayrımlı hukuksal kuruluş olarak düzenlenmiş
bulunmaktadır.
Bunlardan
ivedilikle görüşme, kanun tasarı veya tekliflerinin iki yerine yalnız bir kez
görüşülmesini öngörmesine karşılık, öncelikle görüşme, aynı gündemde yer alan
bir teklif veya tasarının öteki işlerden önce görüşülmesini sağlamayı amaç
güden, bu nedenle, gerek hukuksal nitelik ve gerekse amaçları yönünden biri
ötekinden tüm başka olan ve ortaklaşa etkileri yalnız görüşmelerde çabukluk
sağlamaktan ibaret kalan iki ayrı görüşme yöntemidir. Nitekim Dahili
Nizamnamede her ikisi ayrı kurallarla ve bağımsız bir babda düzenlenmiş, 75.
maddesinde, bir kanun tasarısı veya teklifinin yalnız hemen veya öncelikle
görüşülmesi hakkında alınacak kararın, ivedilik karan sayılamayacağı ve bu
nedenle iki kez görüşme yapılması gerekeceği belirtilmiş bulunmaktadır. Bu
Bakımdan, Anayasa'nın 155. maddesinin birinci fıkrasında sadece ivedilikle
görüşme yasağının konulması ve öncelikle görüşme yönteminden ise hiç söz
edilmemesi, nedensiz değildir. Anayasa, Anayasa değişikliği tekliflerinin
öncelikle görüşülmesini de yasaklamak istese idi, içeriğinde yer alan öteki
yasaklayıcı kurallarda olduğu gibi, bunu da 155. maddeye açıkça koyardı.
Burada,
155. madde düzenlenirken, Anayasa Koyucunun 27 Ekim 1957 gününden önceki
İçtüzük hükümlerinin niteliğini ve ivedilikle öncelik konularındaki kapsamını
gözden kaçırdığı da ileri sürülemez. Çünkü Anayasa'nın, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 27 Ekim 1957 gününden önce yürürlükte olan İçtüzüğüne, yenileri
yapılıncaya kadar geçerlilik tanıyan geçici 3. maddesi 155. maddesinden önce
geldiği gibi Anayasa Koyucunun, İçtüzük hükümlerini tüm ayrıntıları ile bildiği
gözönünde tutularak 155. maddeyi düzenlediğinin kabul edilmesi gerekir.
Anayasa'nın 155. maddesindeki (İvedilik) sözcüğü ile güdülen amacın, kanunların
görüşülmesinde çabuklaştırmayı öngören tüm hükümleri değil, yalnız İçtüzükte
sözü geçen (İvedilikle .görüşme) yöntemi olduğu ortadadır.
Anayasa'nın
1488 sayılı Kanunla değişik 64. maddesinin dördüncü fıkrası hükmü ile yetki
kanunları ile Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kararnamelerin,
Anayasa'nın ve Yasama Meclisleri İçtüzüklerinin, kanunların görüşülmesi için
koyduğu kurallara göre, ancak komisyonlarda ve genel kurullarda diğer kanun
tasan ve tekliflerinden önce ve ivedilikle görüşülüp karara bağlanacağı
öngörülerek, her ikisine ayrı ayrı yer verilmiş bulunmaktadır.
O
halde, Anayasa'nın 155. maddesinde ivedilikle görüşme için konulan yasağın
yalnız çabukluğu sağlamaktan ibaret olan ortaklaşa etkilerinden söz edilerek,
ayrı ayrı nitelik ve amaçlan bulunan öncelikle görüşme yöntemini de kapsadığı
düşünülemez.
Dahil
Nizamnemenin 74. maddesine göre, bir kanun tasarısı veya teklifinin gündemde
bulunan öteki maddelerden önce görüşülmesini, yalnız hükümet veya bir komisyon,
ancak yazı ile ve gerekçesini de göstererek isteyebilir. Olay da böyle geçmiş
bulunmaktadır.
Anayasanın
155. maddesi ivedilikle görüşmelerde uygulanacak süreler hakkında genel veya
özel bir açıklamayı da içermemektedir. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca Anayasa değişikliği tekliflerinin görüşülmesinde de gözönünde
bulundurulması gereken İçtüzüklerdeki sürelere ilişkin kayıtların benimsenmesi
esastır. Bu bakımdan olayda Dahili Nizamnamenin 100. maddesindeki ikinci
görüşmenin birinci görüşmeden ancak beş gün geçtikten sonra gündeme alınacağına
ilişkin kurala 76. maddesi uyarınca verilecek bir genel kurul kararı ile uyulmaması
olanağı da vardır. O halde, bu sürelere, yine İçtüzük hükümlerine uygun olarak
alınacak bir kararla uyulmaması, İçtüzük hükümlerinin Anayasa kurallarından
üstün tutulduğunu veya onları kaldıracak nitelikte sayıldığını gösteremez.
15/3/1973
günlü, 1699 sayılı Kanuna ilişin teklifin Millet Meclisinde birinci ve ikinci
kez görüşülmesi ve Cumhuriyet Senatosunda birinci kez görüşülmesi sırasında,
komisyonları adına başkanlarınca yazılı olarak verilen ve kabul edilebilir
gerekçeleri de içeren önergeler üzerine, genel kurallarca alınmış kararlara
dayanılmak yolu ile görüşmelerin öncelikle yapılmasında, yukarıda sözü geçen
Dahilî Nizamname ile Cumhuriyet Senatosu içtüzüğü hükümlerine ve dolayısiyle
Anayasa'nın 155. maddesindeki biçim koşullarına aykırı bir yön saptanmamıştır.
Yukarıdaki
görüşler, 17 Mart 1971 günlü 14131 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 13/4/1971
günlü, E: 1970/41, K: 1791/37 sayılı Anayasa Mahkemesi kararında da benimsenmiş
bulunmaktadır.
Ahmet
Akar ve Muhittin Gürün bu görüşe katılmamışlardır.
2 -
1699 sayılı Kanunun 1. maddesinin Anayasa'daki öteki biçim kurallarına aykırı
olup olmadığı sorunu;
1699
sayılı Kanunun 1. maddesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer alan, Devlet
şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve
değiştirilmesi teklif edilemiyeceğine ilişkin biçim kuralına aykırı düşüp
düşmediği konusu kararın (IV.) Bölümünün (C) bendinin (1) sayılı fıkrasında
ayrıntıları ile incelenmiş bulunduğundan, burada sözü geçen 1. maddenin sadece
Anayasa'daki öteki biçim kurallarına aykırı olup olmadığı yönünün incelenmesi
gerekmektedir.
Ancak,
bundan önceki (l) sayılı fıkrada, Anayasa'nın 155. maddesinin birinci
fıkrasının ikinci tümcesindeki ivedilikle görüşme yasağına aykırı bir yönün
bulunmadığı ve 1. maddenin bu bakımdan Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna
varılmıştır. O halde aynı maddenin, yukarıda işaret edilenlerin dışında kalan
Anayasa'daki öteki biçim koşullarına aykırı olup olmadığı yönünün incelenmesi
ile yetinilmesi uygun olacaktır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının, 450 si milletvekilliği ve teklif ve
görüşmeler sırasında 184 ü Cumhuriyet Senatosu üyeliği olmak üzere 634 ve bunun
üçte biri de 212 olduğuna göre, 1699 sayılı Kanunun birinci maddesine ilişkin
yazılı teklifin 309 milletvekili ve Cumhuriyet Senatosu üyesince imza edilerek
yöntemine uygun biçimde ve yazılı olarak verilmesinde ve öte yandan bu teklifin
Millet Meclisinde 308 ve Cumhuriyet Senatosunda 130 oyla, yani her iki Mecliste
ayrı ayrı üçte iki çoğunlukla kabul edilmesinde, Anayasa'nın 155. maddesinin
birinci fıkrası hükmüne bir aykırılık görülmemiştir.
Davacılarca
1699 sayılı Kanunun 1. maddesine ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin,
Anayasa'nın gerek 9. ve gerekse 155. maddeleri ile başlıca öteki biçim
şartlarını içeren sırası ile 85., 91., ve 92. maddelerindeki biçim koşullarına
aykırılıkları ileri sürülerek sözü geçen maddenin incelenmesi istenmemiş ve
yalnız Anayasa'ya esastan aykırılığı yönünden incelenerek iptali dava edilmiş
ise de, Anayasa Mahkemesince, 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 28, maddesinin
birinci fıkrası hükmüne dayanılarak biçim açısından da yapılan inceleme sonunda
9. ve 155. maddelerdeki biçim koşullarına bir aykırılık görülmediği gibi 85..,
91. ve 92. maddelerle Yasama Meclisleri İçtüzüklerine aykırı düşen ve iptali
gerektiren bir yön de yoktur. Bu bakımdan, yasama Meclisleri tutanaklarında
esasen tüm ayrıntıları ile yer alan görüşme evrelerini, özetle de olsa karara
aktarmaya gerek kalmamıştır.
Bu nedenlerle,
1699 sayılı Kanunun 1. maddesinin yukarıda değinilen öteki biçim kuralları
bakımından da Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmelidir.
3 -
15/3/1973 günlü 1699 sayılı Kanunun 3 ve 6. maddelerinin Anayasa'daki öteki
biçim kurallarına aykırı olup olmadığı sorunu:
Dava
dilekçesinde özet olarak: (Teklifin, Anayasa'nın 136. maddesine 2., 3., 4., 5.,
6. ve 7. fıkraların eklenmesine ilişkin 3. ve geçici 21. maddenin eklenmesine
ilişkin 6. maddeleri, birinci görüşmelerinde, Millet Meclisi üye tamsayısının
üçte iki oranındaki oyu sağlayamadıkları için reddedilerek düşmüşlerdir.
Reddedilen bir teklifin, Anayasa'nın 155. maddesindeki koşullara uyulmaksızın,
yani bu koşullar içinde yeni bir teklif getirilmeksizin, değişiklik önergeleri
üzerine ele alınmasına olanak yoktur. Çünkü içtüzüğün "ikinci görüşmede
tasarı ve tekliflerin tümü üzerinde konuşulamaz. Ancak tadil teklifleri
üzerinde görüşülebilir" hükmünden, birinci görüşmede kabul edilen
maddelere ilişkin olarak verilen değiştirge önergeleri üzerinde görüşme
açılabileceği sonucu çıkmaktadır. Redddedilen maddelerin, ikinci görüşme
evresinde değiştirge önergeleri verilmek yolu ile canlandırılmasına olanak
yoktur. Kaldı ki Millet Meclisi içtüzüğü hükümlerine göre, reddedilen bir
teklifin devre sonuna kadar ele alınmasına da olanak bulunmamaktadır. Bundan
başka gerek Millet Meclisinde, gerek Cumhuriyet Senatosunda, bu maddelerin
reddedilmesi nedeniyle görüşülemiyeceği yolundaki önergemiz hakkında, açık
oylama yerine işaret oyuna sunulmak suretiyle karar alınmıştır ve nihayet bu
maddelerin Millet Meclisindeki ikinci görüşmelerinde, 3. madde, metni okunmadan
oylama yoluna gidilmiş ve her iki Mecliste oylanan metinlerin ayrı oluşu ve
Resmî Gazete'de yayımlanan metne uygun olmayışı nedeniyle bir boşluk ortaya çıkmıştır)
yolundaki iddialara dayanılarak sözü edilen maddelerin iptallerine karar
verilmesi istenmektedir.
Bu
maddeler hakkında ileri sürülen görüşlerin değerlendirilebilmesi için, önce
yasama organındaki oluşumu gözden geçirmek, sonra Anayasa ve İçtüzük kurallarını
incelemek ve bunlardan çıkan sonuçlara göre durumu saptamak yönteminin
uygulanması yerinde olacaktır.
A)
İddiaya ağırlık veren Millet Meclisindeki işlemler özetle şöyledir:
Millet
Meclisi Anayasa Komisyonu, teklif üzerinde bir değişiklik yapmadan raporunu
düzenlemiş, Millet Meclisi Genel Kurulunda 7/2/1973 günlü birleşim açılınca, ad
okunmak suretiyle yoklama yapılmış, oturuma 325 üyenin katıldığı saptanmıştır.
Teklifin
tümü üzerinde görüşme açılarak tamamlanmış ve maddelere geçilmesi 321 oyla kabul
edilmiştir. Gerek 3. madde gerek 6. madde üzerinde açılan görüşmeler içtüzük
kuralları içinde yürütülmüş, bu maddelerin teklif metninden çıkarılmasına
ilişkin önergeler oya sunulmuş ve reddedilmiştir.
Görüşmeler
sonunda açık oya başvurulmuş ve 3. maddeye 292. ve 6. maddeye de 288 kabul oyu
verildiğinden Anayasanın değiştirilmesine yeterli çoğunluk oluşmamıştır.
İkinci
görüşmeye 15/2/1973 günlü, 58. Birleşimde başlanmıştır. Birleşim açılınca
yoklama yapılmış ve 306 üyenin hazır olduğu saptanmıştır.
"Başkan....
ikinci müzakereye başlıyoruz... bu müzakerelerde tümü üzerinde görüşmeler
cereyan etmez. Maddelerin ve maddeler üzerinde verilmiş değişiklik
tekliflerinin bütün işlemleri tamamlandıktan sonra tümü açık oya sunulur.
Bilgilerinize sunarım." demek suretiyle bir hatırlatma yapmış ve teklifin
1. ve 2. maddelerinin ikinci kez görüşmesi tamamlandıktan sonra 3. maddenin
görüşülmesine sıra geldiğinde (ki madde üzerinde bir değişiklik önergesi
verilmiş bulunmaktadır) kimi milletvekilleri birinci görüşmede 300 kabul oyunu
toplayamayan bir maddenin reddedilmiş sayılacağını ve ikinci görüşmeye tabi
tutulamayacağını, değişiklik önergeleri üzerinde de işlem yapılamayacağını öne
sürmüşler, buna karşı olan görüşler de belirtildikten sonra, Başkan bu konuda
izleyeceği yöntemi "Efendim, 3. madde yok, teklif yok denildi, usul
hakkında tutumumuzun aleyhinde konuşanlar tarafından.
3.
madde var, teklif var, teklifte de Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının 1/3 ünün üzerinde imza var.
Bu
madde, birinci müzakere sırasında kabul için gereken 2/3 oy çoğunluğunu
sağlamamıştır. Birinci müzakere sırasında madde metninden çıkarılmasına dair
bir önerge Yüce Heyetinizce redlenmiş, yeniden bir önerge var, .............,
metinden çıkarılması isteniyor, onu da oylayacağım. Ondan sonra birinci
müzakerede kabul edilmemiş olduğu için, biraz evvel arzettiğim 55 numaralı dip
not gereğince yeniden üzerinde değişiklik teklifi verildiği için bu maddenin
metne ithali için ikinci görüşme sonunda, yani görüşmenin İçtüzük hükümleri
uyarınca önerge sahipleri ile komisyon arasında geçmesi şartı ile sonunda
oylama yapacağım... bütün bunların sonunda çok önemli bir usul müzakeresi
olduğu için sayın...... nın Birinci müzakerede kabul edilmemiş olan bir metnin,
ikinci müzakerede verilen değişiklik önergeleri üzerinde işlem yapılamaz-
şeklindeki ileri sürdüğü öneriyi oylarınıza arz edeceğim. .Sayın.... teklifi
kabul edilirse, birinci müzakerede kabul edilmemiş olan Anayasa değişiklik
teklifinin üçüncü ve altıncı maddeleri üzerinde müzakere yapılmayacaktır. Eğer
reddedilirse Başkanlığın görüşü kabul edilmiş olacaktır......" yolundaki
sözlerle açıklamış, 3. maddeyi okuttuktan ve değişiklik tekliflerini de Genel
Kurula sunduktan sonra bu maddenin metinden çıkarılması yolundaki önergeyi
okutmuş, bu önergeye komisyonun katılmadığını da saptamış ve önerge sahibine
açıklamada bulunmak üzere söz vermiştir. Bundan sonra oylamaya geçilmiş ve
önergenin kabul edilmediği Başkan tarafından bildirilmiştir. Verilen bir
değişiklik önergesine Anayasa Komisyonu katılmış ve komisyonun "Anayasanın
5. maddesinin değiştirilmesi ve Anayasaya 2 geçici madde eklenmesine dair
teklifin komisyonca kabul edilen 3 üncü maddesinin değiştirilmesine dair
verilmiş olan önergeler komisyonumuzca da görüşülmüş ve ..... tarafından verilmiş
olan önergeye katılmaya ve bu katılma sonunda adı geçen önergeler Genel Kurulca
üçte iki çoğunlukla kabul edildiği takdirde maddenin yeniden değişiklik
önergesine göre tanzimine karar verilmiştir" yolundaki raporu açık oya
sunulmuş ve 303 oyla kabul edilmiştir.
Madde
değişikliklerle birlikte açık oya sunulmuş, Başkan, "3 üncü maddenin
ikinci açık oylamasına 388 sayın üye katılmış, 309 kabul, 77 ret, 2 boş oy
çıkmıştır. Bu suretle Anayasanın gerektirdiği üçte ikinin üstünde oyçokluğu ve
madde Meclisimizce kabul edilmiştir" diyerek sonucu açıklamıştır.
6.
Madde üzerindeki görüşmeler de 3. maddede olduğu gibi cereyan ettiğinden
ayrıntılarına girmeye gerek görülmemiştir.
Bu
maddenin ikinci görüşmesi sonunda yapılan açık oylamada 312 kabul oyu aldığı
saptanmıştır.
Teklifin
maddeleri üzerinde ikinci görüşme sonuçlandıktan sonra tümü açık oya sunulmuş
ve oy ayırımından sonra Başkan, sonucu "....... 308 kabul, 63 ret ve l
çekimser, bir boş oy kullanılmıştır.
Bu
suretle Anayasanın gerektirdiği 2/3 ün üstünde oyçokluğu sağlamak suretiyle
Anayasa değişiklik teklifi Meclisimizce kabul edilmiştir" diyerek
açıklamıştır. (M. M. Tutanak Dergisi, Dönem 3. toplantı 4, birleşim 49- 58,
cilt 33, sayfa 618- 656).
Cumhuriyet
Senatosundaki işlemler de şöyle özetlenebilir:
Konu,
Cumhuriyet Senatosunun 27/2/1973 günlü, 37. Birleşim gündemine alınmıştır.
Oturum
başında bir üye önerge vererek, teklifin 3. maddesinin Millet Meclisinin
birinci oylamasında reddedildiğini, Anayasa ivedilikle görüşme yasağı
koyduğuna, göre iki defa görüşme ve iki defa kabul kuralını benimsediğini,
böylece bu maddenin Mîllet Meclisinde usulüne uygun olarak kabul edilmediğini,
bu durumun Anayasaya aykırı olduğunu, komisyonun söz konusu maddeyi teklif
metninden çıkararak yeniden rapor hazırlamasını ve metin değişikliği yapmasını,
İçtüzüğün 58. maddesine göre raporun ve ona bağlı metnin görüşülemiyeceğini
ileri sürmüş, İçtüzük hükümleri uyarınca yerine getirilen işlemler sonucunda
oya sunulan önerge 104 oyla reddedilerek görüşmeler sürdürülmüştür.
Teklifin
tümü üzerindeki görüşmeler sonuçlandıktan sonra maddelere geçilmesi 139 oyla
kabul edilmiş. 3. madde birinci müzakerede 126, ikinci müzakerede de 130 oyla,
6. madde ise birinci görüşmede 129, ikinci görüşmede de 130 oyla kabul
edilmiştir. Teklifin tümü açık oylamaya sunulmuş ve sonuçta 130 oyla kabul
edilmiştir.
İddia
açısından şu yönün de açıklanmasında zorunluk görülmüştür. Millet Meclisinin
58. birleşiminin 15/2/1973 günlü 1. oturumunda başkanlıkça okutturulan 3.
maddenin 6. fıkrasının "Devlet Güvenlik Mahkemeleri kararlarının temyiz
mercii Yargıtay'da yalnız bu mahkemelerin kararlarını incelemek üzere kurulacak
daire veya daireler; Genel Kurul ise; Yargıtay Ceza Daireleri Genel
Kuruludur." ve 4. fıkrasının son tümcesinin de "askerî hâkimlerden
üye ve savcı yardımcılarının atanmaları ise özel kanunlarda gösterilen usule
göre yapılır." biçiminde kaleme alındığı görülmektedir. Anayasa Komisyonu
Başkanının uyarısı üzerine Başkan, "üye yardımcısı değil, yedek üye o
şekliyle tashih edilmiştir" diyerek düzeltmeyi, açıklamış, böylece 4.
fıkranın son tümcesinin, "askerî hâkimlerden üye, yedek üye ve savcı
yardımcılarının atanmaları ise özel kanunlarında gösterilen usule göre
yapılır" yolunda düzeltildiği anlaşılmıştır. (Aynı tutanak dergisi sayfa
434 - 439).
B)
Yukarıda açıklandığı gibi Yasama Meclislerindeki işlemlerden sonra Anayasa ve
İçtüzük kurallarının da gözden geçirilmesinde yarar görülmektedir.
Anayasa'nın
155. maddesi Anayasa'nın değiştirilmesini bazı koşullara bağlamıştır.
Anayasa'nın 9. maddesi ile ilgili açıklamalara yukarıda geniş bir biçimde yer
verildiği için burada yinelenmesine gerek görülmemiştir.
Anayasa'nın
155. maddesinde öngörülen koşullar şöylece özetlenebilir: Anayasa'nın
değiştirilmesine ilişkin teklifler Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından ve yazılı olarak yapılacaktır. Bu
tekliflerin kabulü Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun
oyu ile mümkündür. Anayasa değişikliği teklifi ivedilikle görüşülemez.
Anayasa'nın
değiştirilmesine ilişkin tekliflerin görüşülmesi ve kabulü yukarıda belirtilen
koşullar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabi
olacaktır.
Örneklemek
gerekirse Anayasa'nın 86. maddesindeki "Her Meclis üye tamsayılarının salt
çoğunluğuyla toplanır ve Anayasa'da başkaca hüküm yoksa, toplantıya
katılanların salt çoğunluğuyla karar verir" kuralı da Anayasa'nın 155.
maddesiyle birlikte uygulanacaktır. Başka bir deyimle Anayasa değişikliği
konusundaki tekliflerin görüşülmesine üye tamsayısının salt çoğunluğunun
bulunması yeterli olduğu halde karar üçte iki çoğunlukla, usul konularındaki
kararlar da toplantıya katılanların salt çoğunluğunun oyuyla alınabilecek ve
görüşmeler, Anayasa'nın 85. maddesinde öngörülen içtüzük kuralları içinde
sürdürülecektir.
İddianın
ağırlığını Millet Meclisindeki görüşmeler teşkil ettiğinden, görüşmeler
sırasında yürürlükte olan Millet Meclisi İçtüzüğü "Dahilî Nizamname"
hükümlerinden konu ile ilgili olanlarının belirtilmesinde de yarar görülmüştür:
"Madde
77 - Heyeti umumiyece reddolunan lâyiha ve teklifler aynı içtima senesinde bir
daha Meclise takdim olunamaz."
"Madde
99 - Kanun lâyiha veya teklifleri ancak iki müzakereden sonra katı surette
kabul edilmiş olur."
"Madde
105 - Heyeti umumiye müzakeresi bittikten sonra maddelere geçilmesi reye konur.
Reye
iktiran etmezse lâyiha veya teklifin reddedilmiş olduğunu reis tebliğ
eder."
"Madde
107 - İkinci müzakerede lâyiha ve teklifin heyeti umumiyesi hakkında müzakere
cereyan etmez.
Bu
müzakere ancak tadil teklifleri üzerinde cereyan eder."
"Madde
109 - Lâyiha veya teklifin katiyen kabulü reye konmadan evvel, ibare ve üslup,
yahut tertip ve tevsik itibariyle noksan veya iltibas olduğu aza veya encümen
tarafından dermeyan olunursa metin, ait olduğu encümene gider.
Edilen
tashihlerin reye iktiran etmesi lâzımdır."
"Madde
117 - Kanun lâyihası veya teklifinin birinci müzakeresi bittikken sonra arz
olunan yeni tadilnameler o lâyihanın tetkikine memur encümene verilmek
lâzımdır."
"Madde
122 - Tadilnameler asıl maddeden evvel reye konur."
"55
No. lu dipnot - Birinci görüşmede çıkarılması kabul edilen bir maddenin tekrar
görüşülmesi hakkında ikinci görüşmede değiştirge verilebilir."
"61
No. lu dipnot - Birinci görüşme sırasında bir maddenin kanundan çıkarılması
teklifi redlenmiş ve madde kabul edilmiş iken ikinci görüşme sırasında o
maddenin çıkarılması yine teklif olunabilir."
C)
Konunun değerlendirilmesi:
Yasama
Meclislerindeki görüşmelerde iki temel fikrin ortaya atıldığı anlaşılmaktadır.
Bunlardan birincisi, davaya dayanak yapılan, yani her iki görüşmede de
Anayasa'nın 155. maddesinin öngördüğü karar yeter sayısının olumlu olarak
oluşması koşulunun gerçekleşmesini arayan görüştür, ikincisi ise, Yasama
Meclislerinin çoğunluğu tarafından benimsenen ve böylece Anayasa değişikliğini
oluşturan görüştür.
Konunun
doğru olarak anlaşılabilmesi için Anayasa'nın 155. maddesi üzerinde yeniden
durulması gerekmektedir. Bu maddenin içeriği doğru bir biçimde saptanmalıdır
ki, yapılan yasama çalışmalarının Anayasa'ya uygun veya aykırı olduğu ortaya
konulabilsin.
Gerçekten
Anayasa Koyucusu, Anayasa değişiklerinin bir oldu bittiye getirilmesini
istememiş ve bu isteği doğrultusunda kurallar koymuştur. Bir kez değişiklik
teklifinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte biri gibi
azımsanmâyacak üyeleri tarafından verileceği koşulu, Büyük Meclisi tedirgin
eden ve bir çözüm veya çare getiren bir halin varlığına delâlet eder. ikincisi,
bu koşul içinde gelen teklif, ivedilikle değil, kesinlikle iki kez
görüşülecektir. Yani Meclisler Kanunun üzerinde genişliğine ve derinliğine
duracaklar, araştırma, inceleme ve değerlendirmelerini yapma olanağı
bulacaklardır. Sırası gelmişken, Anayasanın uygulanmasını istediği (geçici
madde 3) İçtüzük kurallarından haberdar olmadığını ve bu bilmezlik içerisinde
155. maddeyi düzenlediğini de öne sürme olanağı yoktur. O halde
"Değiştirme tekliflerinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının
üçte iki çoğunluğunun oyuyla mümkündür." yolundaki 155. maddenin birinci
fıkrası kuralına, aynı maddenin ikinci fıkrası hükmü görmezlikten gelinerek,
Anayasa ve İçtüzük kuralları dışında anlam vermeye olanak yoktur.
Millet
Meclisi İçtüzüğü kural olarak dört oylama öngörmektedir. Bu oylamalardan
birincisi, maddelere geçilmesinin oylanması, ikincisi, birincisi görüşmede her
maddenin teker teker oylanması, üçüncüsü, ikinci görüşmede yine her maddenin
teker teker oya sunulması dördüncüsü, yani sonuncusu ise teklifin tümünün oya sunulması
işlemleridir. Burada değiştirge önergelerinin oylanması konusunda
durulmamıştır.
Açıklamaya
gerek yok ki, bu dört oylamada da Anayasa'nın 155. maddesinde öngörülen karar
yeter sayısı aranacaktır. Ancak kimi oylamaların bitirici ve kesin olmasına karşın,
maddelerin birinci görüşmeleri sonunda yapılan oylama böyle bir sonuç ortaya
koymaz. Yani bu oylama sonunda madde kesin olarak kabul veya reddedilmiş olmaz.
Çünkü o madde ister kabul edilmiş, ister kabul edilmemiş olsun, mutlaka ikinci
oylamadan geçecek ve bu oylamada belirecek haliyle tasarı veya teklifin tümü
açık oya sunulacaktır. Başka bir deyimle ikinci oylama, birinciye nazaran
bitirici bir sonuç ortaya koyar. Yani birinci ve ikinci görüşmede kabul
edilmeyen yahut birinci görüşmede kabul edildiği halde ikinci görüşmede kabul
edilmeyen madde teklif metninden kesin olarak düşecek ve teklifin tümü bu
haliyle açık oylamaya sunulacaktır.
Millet
Meclisindeki uygulamalar da, birinci görüşme sonundaki oylamanın kesin ve
bitirici olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim bu uygulamaları belli
eden 55 ve 61 numaralı dipnotlar, Millet Meclisinin de kanunlar açısından
konuyu böyle anladığını belirtmeye yeterlidir.
Yukarıda
da değinildiği gibi Anayasa değişikliklerinde ivedilikle görüşme usulü
uygulanmayacak ve bu teklifler, Anayasa'nın öngördüğü koşullar ve kayıtlamalar
dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki kural ve hükümlere tabi
olacaktır. Tümü üzerindeki görüşme tamamlanarak maddelere geçilmesi üye
tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla kabul edilen Anayasa değişikliği teklifinin
bir veya birkaç maddesinin, birinci görüşme sonunda, Anayasa'nın 155.
maddesindeki oy oranına ulaşmaması nedeniyle kesin olarak düşeceğinin kabul
edilmesi, her şeyden önce Anayasa değişiklikleri tekliflerinin ivedilikle
görüşülemez yolundaki buyruğuna aykırı düşer. Çünkü böyle bir düşüncenin kabul
edilmesi dolaylı bir biçimde ivedilikle görüşme usulünün uygulanması sonucunu
doğurur ki böyle bir kabulün Anayasa'ya aykırı düştüğü açıkça ortadadır
O
halde teklifin 3. ve 6. maddelerinin birinci görüşme sonundaki oylanmalarında
kabul için yeterli oyu sağlayamamış olmasının bu maddeleri düşürmediği, verilen
değiştirge önerleri üzerinde ikinci görüşme açılarak bunların oya sunulmaları
ve bundan sonra da maddelerin ayrı ayrı oylanarak kabulü üzerine teklifin
tümünün oylanması işlemlerinde Anayasa hükümlerine ve özellikle 155. maddeye
aykırılık yoktur.
Yukarıda
Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu işlemleri açıklanırken belirtildiği
üzere, tutanakların incelenmesinden 15/2/1973 günlü 58. Birleşimde teklifin
okunduğu, görüşmelerin sonunda kabul edilen metinlerle Resmî Gazete'de
yayımlanan kanun metni arasında bir ayrılık ve boşluk olmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer
yandan usul tartışmalarına ilişkin görüşmeler sonunda, aksi davranış İçtüzük
kurallarına uygun olarak istenmiş olmadıkça, işaret suretiyle oya
başvurulmasında da İçtüzüğe aykırı düşen bir yön görülmemiştir.
Bu
nedenlerle 3. ve 6. maddelere yöneltilen iptal istemi reddedilmelidir.
Kani
Vrana, Ahmet Akar, Hasan Gürsel ve Şevket Müftügil bu görüşe katılmamışlardır.
V-
SONUÇ:
l -
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun, Anayasa'nın 30. maddesinin dördüncü
fıkrasını değiştiren 1. maddesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer alan (Devlet
şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemeyeceğine ve
değiştirilmesi teklif edilemeyeceğine) ilişkin biçim kuralına aykırı
bulunmadığına oybirliğiyle;
2-
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun, Anayasanın 36. maddesine 2., 3., 4., 5.,
6., ve 7. ek fıkraları ekleyen 3. maddesinin Anayasa'nın 9. maddesinde yer alan
(Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün
değiştirilemeyeceğine ve değiştirilmesi teklif edilemeyeceğine) ilişkin biçim
kuralına aykırı olmadığına oybirliğiyle;
3 -
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun, Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü
fıkrasını değiştiren 4. maddesinde yer alan "Ancak, savaş halinde bu şart
aranmaz" kuralının, Anayasanın 9. maddesindeki (Devlet şeklinin Cumhuriyet
olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesi
teklif edilemiyeceğine) ilişkin biçim kuralına aykırı olduğuna ve bu nedenle
iptaline Halit Zarbun ve Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun karşıoylariyle ve
oyçokluğu ile;
4 -
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun, Anayasa'ya geçici 21. maddeyi ekleyen 6.
maddesinin, Anayasa'nın 9. maddesinde yer alan (Devlet şeklinin Cumhuriyet
olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesi
teklif edilemiyeceğine) ilişkin biçim kuralına aykırı bulunmadığına
oybirliğiyle;
5 -
Dava konusu maddeler açısından 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanuna ilişkin
teklifin Meclislerde tümünün öncelikle görüşülmesinin Anayasa'nın 155.
maddesindeki biçim kuralına aykırı olmadığına Ahmet Akar ve Muhittin Gürün'ün
korşıoylariyle ve oyçokluğu ile;
6 -
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 1. maddesinin öteki biçim kuralları
bakımından da Anayasa'ya ayıkırı olmadığına oybirliğiyle;
7 -
15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunun 3. ve 6. maddelerinin öteki biçim
kuralları bakımından Anayasa'ya aykırı olmadığına ve bu maddelere yönelen iptal
istemlerinin reddine Kani Vrana, Ahmet Akar, Hasan Gürsel ve Şevket Müftügilin
korşıoylariyle ve oyçokluğu ile;
15/4/1975
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Başkanvekili
Kâni
Vrana
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
15/3/1973
günlü, 1699 sayılı Yasa ile Anayasa'nın 30., 57., 136., 138. ve 148. maddeleri
değiştirilmiş ve Anayasa'ya geçici 21. ve 22. maddeler eklenmiştir. Bunlardan
136. maddenin değiştirilmesine ve geçici 21. maddenin eklenmesine ilişkin
işlemler Anayasaya ve Millet Meclisi İçtüzüğünün buyurucu hükümlerine biçim
yönünden aykırı olarak gerçekleştirilmiş bulunduğu kanısına vardığımızdan,
aşağıda açıklanan nedenlerle bu konudaki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
l -
Anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerin, olağan yasa tekliflerine göre
içerik ve nicelik bakımlarından önemli ayrılıkları vardır. Yasama organına
sunulan metin, Anayasanın belirli bir maddesi veya maddeleri, yahut maddede yer
alan belirli bir hükmü ele almalı, değiştirilmesi öngörülen biçimiyle ortaya
koymalıdır. Öneride bulunan parlamenterlerin değiştirme istek ve iradelerinin
kapsamı, sundukları metinden açıkça anlaşılmalıdır. Çünkü Anayasa Koyucu,
Anayasa değişikliklerini tüm olarak yasaların yapılması yöntemine bırakmamış,
haklı olarak bunu güçleştirici hükümler getirmiş, Cumhuriyet ilkesiyle
bağdaşmayan tekliflerin yapılamayacağı kuralını koymuş ve böylece Anayasayı
koruma ve kollama göreviyle yasama organını da bağlı tutmuştur.
Anayasanın
155. maddesinde, değiştirme tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam
sayısının üçte biri tarafından yazılı olarak yapılması gereğinden söz
edilmektedir. Şu halde bu yöntem dışında bir değişiklik teklifinin yasama
organına getirilmesi olanaksızındır. Komisyonlarda ve genel kurullardaki
görüşmeler sırasında teklifin tüm olarak kabulü veya reddi ya da bir bölümünün
kabulü veya reddi mümkündür. Redaksiyon düzeltmeleri dışında teklifin
değiştirilmesi veya buna kimi hükümler eklenmesi, yukarıda açıklandığı üzere,
teklif sahiplerinin iradelerinin dışına taşırılmış bir işlem olur ve bu yönü
ile 155. madde hükmüne aykırı bir davranış ortaya çıkar. Çünkü yöntemince
teklif bulunmadığı halde, bu davranış yolu ile Anayasa değişikliği yapma yolu
açılmış olacaktır. Kabul edilen 136. ve geçici 21. madde hükümlerine bu açıdan
bakıldığı zaman saptanacak durum şudur:
Teklifin
Millet Meclisi Genel Kurulunda ikinci kez görüşülmesi sırasında bir
milletvekilinin önergesi üzerine 136. maddenin ikinci fıkrası için öngörülen
metnine "Ancak sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin hükümler
saklıdır." tümcesi eklenmiştir. Aynı suretle geçici 21. maddenin teklif
edilen metnine de bir milletvekilinin önergesi üzerine "...duruşmanın
tatiline karar verilmiş davalar durumlarına..." deyimi konulmuştur.
Anayasa'nın 155. maddesi uyarınca; teklif edilmeyen, bağımsız hüküm niteliğinde
bulunan ve redaksiyon düzeltmeleri dışında kalan bir metnin bu yolla eklenmesi
olanağı yoktur. Sözü geçen ek metinlerin gösterilen nedenlerle iptali
gerekirken buna aykırı yönde oluşan karara katılamıyoruz.
2 -
Her iki maddeye ilişkin görüşmeler Millet Meclisinde tamamlandıktan sonra
oylama yapılmış ve Anayasa'nın 155. maddesinde öngörülen üçte iki çoğunluk
sağlanamamıştır. 136. maddeye ilişkin metin için yapılan oylamaya 359 üye
katılmış, 292 kabul, 67 ret oyu kullanılmıştır. Geçici 21. maddeye ilişkin
metin için yapılan oylamaya 357 üye katılmış 288 kabul, 69 ret oyu
kullanılmıştır. Teklif edilen metinler Anayasa'ca öngörülen 300 oyu
sağlayamadığından Millet Meclisinin kabul iradesi gerçekleşmemiştir. Hal böyle
iken her iki maddeye ilişkin teklif, Millet Meclisinde ikinci kez
görüşülmüştür. Oysa Millet Meclisinde reddedilen ve hele birbirinden tamamen
farklı konuları içermesi bakımından önceki ve sonraki maddelerle hiç bir
bağlantısı bulunmayan, bağımsız hükümler niteliğindeki bu madde metinlerinin
ikinci kez görüşülmesine ne Anayasa ve ne de Millet Meclisi İçtüzüğü hükümleri
elverişli değildir.
Anayasa'nın
155. maddesinin ikinci fıkrasında: "Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki
tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, l inci fıkradaki kayıtlar dışında,
kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir"
denilmektedir. 15/3/1973 günlü, 1699 sayılı Kanunla yapılan değişiklik
sırasında, Anayasa'nın geçici 3. maddesi uyarınca Millet Meclisi için, 27 Ekim
1957 gününden önce uygulanmakta olan içtüzük hükümleri yürürlüğünü korumakta
idi. Bu içtüzüğün 99. maddesi gereğince "Kanun lâyiha ve teklifleri ancak
iki müzakereden sonra katî surette kabul edilmiş olur." İkinci görüşmenin
niteliğini belirten 107. maddede ise ; "İkinci müzakereye lâyiha ve
teklifin heyeti umumiyesi hakkında müzakere cereyan etmez. Bu müzakerede ancak
tadil teklifleri üzerinde müzakere cereyan eden" denilmektedir. Maddenin
açık anlamına göre, metindeki bir madde görüşmede esas itibariyle kabul
edilecek, fakat üzerinde değişiklik yapılması önerilmiş ve bu önerilen
değişiklik benimsenmemiş ise, ikinci görüşmede sözü edilen öneriler gözden
geçirilerek madde son şeklini alacaktır. Madde ilk görüşmede kabul edilmemiş
ise, bunun ikinci görüşme yolu ile canlandırılmasına olanak yoktur. Bu metin,
yapılan değişiklik önerileriyle birlikte birinci kez görüşülmüş, fakat oylama
sonunda reddedilmiş ve böylece varlığı kalmamıştır. Reddedilen ve Millet
Meclisinin kabul iradesini sağlayamayan bir metnin ikinci kez görüşülmesine
İçtüzüğün 107. maddesi hükmü elverişli değildir. Çünkü böylece birinci
oylamanın sonucu, ikinci görüşme sonundaki oylama ile ortadan
kaldırılabilecektir. Oysa oylamanın anlamı bir metnin kabul edilip edilmediğini
göstermekten ibarettir. Değeri olmayan, sonuç doğurmayan bir oylama ile yasama
meclislerinin yükümlü ve hatta üçte iki çoğunluğu sağlamakla zorunlu
tutulmaları düşünülemez. Yasa koyucu, eski deyimi ile "abesle
iştigal" etmez.
Oylamanın
redle sonuçlandığı durumlarda Anayasa, sadece kanunlar bakımından başka yollar
göstermiştir. Millet Meclisinde reddedilen tasan .ve teklifler Anayasa'nın 92.
maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aynen Cumhuriyet Senatosuna gönderilir.
Burada kabul veya değiştirilerek kabul edilirse, yeniden Millet Meclisine
gelir. Millet Meclisi metni benimserse, bu metin kanunlaşır. Aksi halde aynı
maddenin beşinci fıkrasında sözü geçen Karma Komisyon kurulur. Mîllet Meclisi;
Karma Komisyonca veya Cumhuriyet Senatosunca hazırlanan metinlerden birini
olduğu gibi kabul edebilecek veya daha önceki tutumunu değiştirmeyerek
reddedecektir. Ancak öğretide mekik sistemi diye tanımlanan bu kurallar Anayasa
değişiklikleri için geçerli değildir. Çünkü 155. madde uyarınca değiştirme
teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyu ile mümkündür. Şu halde Millet Meclisinde bu çoğunluk
sağlanmadığı takdirde, mekik sisteminin işlemesi olanağı yoktur. Teklif artık
Cumhuriyet Senatosunca görüşülemez.
Birinci
görüşmede kabul edilmeyen Anayasa değişikliği teklifinin ikinci görüşmeye
alınması için Millet Meclisinde dayanak tutulan 55 ve 61 numaralı dip notlarına
gelince; bu notlar 1957 yılından önceki Büyük Millet Meclisi teamülünü
göstermektedir. Bunlardan 61 numaralı dip not olayımızla ilgili değildir. Çünkü
bu dipnot birinci görüşmede kabul edilen, fakat üzerinde değiştirge önerileri
olduğu için ikinci görüşmeye alınan bir metne ilişkindir. 55 nolu dipnot ise
olayımızla ilgili bir durumu kapsamaktadır. Birinci görüşmede metinden
çıkarılması kabul edilen bir maddenin tekrar görüşülmesi hakkında ikinci
görüşmede değiştirge verilebileceğini açıklamaktadır. Yani reddedilen bir
maddenin ikinci görüşmede ele alınabileceğini göstermektedir.
Burada
her olayın kendi zamanındaki hukukî durumuna ve yürürlükteki hükümlere göre
değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmek yerinde olacaktır. Şurasını hemen
belirtmek gerekir ki, tartışma konusu olan şey bir kanun tasarısı veya teklifi
değil, bir Anayasa değişikliğidir. Bu Anayasa değişikliği teklifinin her
maddesi gerçekten ayrı bir konuyu ilgilendirmekte, bağımsız bir teklif
niteliğini göstermektedir. Değişiklik teklifinin, Anayasa'nın bir kaç maddesine
ilişkin olması, bunun bir bütün olduğunu göstermez. Her madde için yapılan
teklif, kendi kapsamı içinde bağımsız bir teklif gibi kabul edilmek gerekir. Bu
itibarla Anayasa değişiklikleri tekliflerinin bir Kanun tasarı veya teklifi
gibi alınıp değerlendirilme olanağı yoktur. Kanun tasarı veya teklifi, belirli
bir konuyu baştan sona ele alan ve birbirleriyle bağlantılı hükümleri içeren
bir metindir. Hükümleri arasında tam bir uyum sağlanması gereken böyle bir
metinden meclislerdeki görüşmeler sırasında bir maddenin herhangi bir nedenle
çıkarılmış olması karşısında, uyumluluğu ve bütünlüğü korumak için kimi
hukuksal tedbirlerin öngörülmesi zorunlu olabilir. Fakat Anayasa'nın her biri
başlı başına birer ilke niteliğinde olan kurallarının düzenlenmesinde ve
değiştirilmesinde meclislerin iradelerini bir kez açıklamalarından sonra, bu
iradelerin ikinci kez yön dönüştürebilmesini amaçlayan tedbirlerin alınmasını
haklı gösterecek zorunlu bu neden düşünülemez.
Öte
yandan, 1957 yılından önce yürürlükte bulunan Anayasamızın koyduğu sistemde
çift meclis yöntemi de yoktur. Bir mecliste reddedilen metnin mekik sistemi
diye adlandırılan yöntemle canlandırılması mümkün değildir. Böyle olunca,
sadece kanunlar için 55 nolu dipnotun öngördüğü teamülün, eski Anayasa'nın
organik yapısına göre isabeti üzerinde durulabilir. Yukarıda da açıklandığı
üzere, belirli bir düzenleme sistemi içinde bulunması zorunlu yasa
maddelerinden bir veya bir kaçı üzerindeki uyumsuzluğun giderilmesi yolunu açık
tutmak gibi bir düşüncenin, eski Anayasa zamanında içtüzüğün 107. maddesini
yorumlama açısından bir değer taşıyabileceği ileri sürülebilir. Fakat 1961
Anayasasından sonra hukuksal durum değişmiştir. Özellikle Anayasa değişikliği
tekliflerinin Millet Meclisinde reddi kararlaştırılmış iken, ikinci görüşme
yolu ile canlandırılarak kabul edilmesi ve böylece Cumhuriyet Senatosunda da
ele alınabilmesinin sağlanması olanağı yoktur. Ters yönde oluşan çoğunluk
görüşüne gösterilen nedenlerle katılmıyoruz.
|
|
|
Başkanvekili
Kani
Vrana
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
KARŞIOY
YAZISI
l -
Sözlü açıklama sorunu:
Bilindiği
gibi 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Yasa (madde 29) Anayasa Mahkemesinin iptal
davalarına dosya üzerinde inceleme yoluyla bakması yöntemini benimsemekle
birlikte Mahkemenin gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek
üzere ilgilileri çağırabilmesine olanak tanımıştır.
15/4/1975
günlü, 1973/19-1975/87 sayılı kararla sonuca bağlanan davada 15/3/1973 günlü,
1699 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırılığı Cumhuriyet Senatosunun üye
tamsayısının altıda birini geçen sayıda üyelerince ileri sürülmüş ve iptali
istenmiştir. 1699 sayılı Kanun Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 5. maddesinin
değiştirilmesine ve Anayasa'ya iki geçici madde eklenmesine ilişkindir. Dava ve
karar konusu yasanın önemini ortaya koyabilmek üzere bu konunun Anayasa'da
öngördüğü belli başlı değişikliklere kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
1699
sayılı Kanunun l inci maddesinde Anayasa'nın "kişi güvenliği"
konusunu düzenleyen 30 uncu maddesinin yakalanan veya tutuklanan kimseleri ne
süre içinde mahkeme önüne çıkarılacaklarına ilişkin dördüncü fıkrası ele
alınmıştır. Bu süre 1961 Anayasasında 24 saat iken 1699 sayılı Kanunda iki
katına çıkartılmakta ve ayrıca bir takım belirli suçlarda ve hallerde sürenin
yukarı haddi 15 gün olarak belirlenmektedir.
Aynı
Kanunun 3 üncü maddesi Anayasa'nın "Mahkemelerin kuruluşu"na ilişkin
136 ncı maddesine altı fıkra eklenmesini ve bu fıkralarla da özel koşullara
bağlı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulmasını öngörmüştür. Aynı kanunun 4
üncü maddesi Anayasa'nın "askerî yargı"yı düzenleyen 138 inci maddesinin
4 üncü fıkrasını değiştirmekte ve askeri mahkemelerde üyelerin çoğunluğunun
hâkimlik niteliğine sahibolması koşulunun savaş halinde aranmayacağı ilkesini
getirmektedir. Sözü geçen kanunun 6 ncı maddesi ile Anayasa'ya eklenen geçici
21 inci maddede ise sıkıyönetimin kaldırıldığı tarihte sıkıyönetim
mahkemelerinde görülmekte bulunan davalar sonuçlandırılıncaya değin bu
mahkemelerin görev ve yetkilerinin devam etmesi hükme bağlanmıştır.
Görülüyor
ki 1699 sayılı Yasa yalnız Anayasa'yı değiştirmesi yönünden değil, ayrıca ele
aldığı Anayasa konulan bakımından da büyük önem ve ağırlık taşımaktadır. Böyle
bir kanunu konu eden davanın, Anayasa Mahkemesinin çalışmaya başlamasından
bugüne değin inceleyip karara bağladığı işlerin en önemlileri arasında yer alacak
bir niteliği vardır ve ilgililerin sözlü açıklamalarının dinlenmesindeki büyük
yarar ve hatta zorunluk ortadadır. Bugüne değin daha az önem ve ağırlıkta olan
işlerde ilgililerin sözlü açıklamaları dinlenmek üzere, çağrılmış oldukları
unutulmuş ise eski kararların taranması bu gerçeği kolayca meydana
çıkaracaktır. Bu davada sözlü açıklamaların dinlenmesine gidilmemesi davanın
uzatılmaması gibi, bir düşünce île de desteklenemez. Dosyada görüldüğü üzere
dava 18/6/1973 gününde açılmış ve ancak 15/4/1975 gününde karara
bağlanabilmiştir. Sözlü açıklama işi, ancak daha 20 gün kadar uzatabilirdi. l
yıl 10 aylık bir gecikmenin yanında 20 günün bir etkisi olmayacağı ortadadır.
15/4/1975
günlü toplantıda sözlü açıklamaları dinlenmek üzere ilgililerin çağrılmasına
gerek görülmediği yolunda verilen karara yukarıda açıklanan nedenlerle
karşıyım.
2 -
1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin görüşülmesi sırasında olağan yöntemin
dışına çıkılması sorunu:
1699
sayılı Kanuna ilişkin teklifin Millet Meclisindeki birinci ve ikinci görüşmelerinde,
Cumhuriyet Senatosunda ise l nci görüşmede öncelik (O sırada Millet Meclisinin
kendi içtüzüğü yapılmamış olduğu için Anayasa'nın geçici 3 ncü maddesi uyarınca
toplantı ve çalışmalarda uygulanmakta olan l Kasım 1956 günlü Dahilî
Nizamnamenin 74 üncü maddesindeki terimle "Takdimen müzakere") kararı
verildiği; başka bir deyimle yasaların görüşülmesindeki olağan yönetimin dışına
çıkıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa,
Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda (madde 155) üç özel kural koymuş ve
değiştirmeyi bunların dışında kanunların görüşülmesine ve kabulüne ilişkin
hükümlere bağlamıştır.
aa)
Anayasa'nın değiştirilmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en
az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilmesi;
bb)
Tekliflerin ivedilikle görüşülmemesi;
cc)
Değiştirme teklifinin Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyu ile ancak kabul edilebilmesi,
Bu
Özel kuralları oluşturur.
l
Kasım 1956 günlü Dahilî Nizamnamede "ivedilik" deyimi bir içtüzük
terimi olarak kullanılmış değildir ve Anayasa Koyucunun bu deyim söz konusu
Dahilî Nizamnamenin 70 inci, 71 nci, 72 nci, 73 üncü maddelerinde
"müstaceliyet kararı" terimi ile adlandırılan görüşme yöntemini kast
ederek ve terimi türkçeleştirmeyi düşünerek kullandığı yolunda bir görüşü
destekliyecek doyurucu bir kanıta rastlamaya ve böyle bir görüşü hukuk mantığı
ile bağdaşabilir biçimde savunmaya olanak yoktur.
Anayasa'nın
Anayasa'yı değiştirme tekliflerinin ivedilikle görüşülmesini yasaklayan
hükmünün bu görüşmelerde içtüzükteki kanunların olağan görüşülmelerine ilişkin
yöntemlere uyulmasını sağlama, bu arada olağan süreleri az veya çok kısaltan
istisnaî yollardan yararlanılmasını, başka deyimle görüşmeleri olağan yöntemler
dışına çıkarak az veya çok ivedileştirme eğilimini engelleme ereğini güttüğü
ortadadır. Anayasa'nın değiştirilmesi gibi, bir Devletin ve Ulusun yaşamı ve
yapısı bakımından hayatî önemi bulunan bir konuda Yasama Meclisleri üyelerinin
işi bütün ayrıntıları ile ölçüp tartmalarında, sükûnet içinde ve sağduyunun
ışığı altında düşünüp isabetli bir kanıya varabilmelerinde olağan yöntem ve
zaman öğelerinin büyük etkisi vardır. Onun için Anayasa'nın 155 nci maddesinde
yer alan ve Anayasa'yı değiştirme tekliflerinin ivedilikle görüşülmesini
yasaklayan kuralın kapsamım belirlerken bu ereğin gözönünde tutulması gerekir
ve şu durumda da sarılacak sonuç 1599 sayılı Yasaya ilişkin teklifin gerek
Millet Meclisi gerekse Cumhuriyet Senatosu Genel Kurullarında görüşülmesi
sırasında Anayasa'nın sözü geçen kuralına aykırı davranıldığının ve bu
davranışın kanunun şekil yönünden iptalini zorunlu kıldığının saptanmış
bulunması olur.
15/4/1975
günlü, 1973/19-1975/87 sayılı kararın (1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin
tümünün Meclislerde öncelikle görüşülmesinin Anayasanın 155 nci maddesindeki
biçim kuralına aykırı olmadığı) nı belirleyen bölümüne yukarıda yazılı
nedenlerle karşıyım.
3 -
1699 sayılı Kanunun 3 üncü ve 6 ncı maddelerinin öteki biçim kuralları
bakımından Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
1699
sayılı Yasanın 3 üncü maddesi Anayasa'nın 136 ncı maddesine 6 fıkra, 6 nci
maddesi ise Anayasa'ya geçici 21 nci maddeyi eklemektedir. Sözü geçen 3 üncü ve
6 nci maddeler Millet Meclisindeki birinci görüşme sırasında Anayasa'nın 155
nci maddesinde öngörülen Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun
oyunu, başka deyimle 300 oyu sağlayamamış, buna rağmen bu maddeler ikinci
görüşmede yeniden oylama konusu yapılmıştır. Öte yandan yine sözü geçen 3 üncü
ve 6 ncı maddelere birer milletvekilinin önerileri üzerine değişik yeni
kurallar eklenilmiştir. Her iki işlem, aşağıda ayrıntıları ve gerekçeleri ile
açıklanacağı üzere, 1699 sayılı Kanunun 3 üncü ve 6 ncı maddelerinin biçim
yönünden Anayasa'ya aykırı kılmakta ve iptallerini gerektirmektedir. Şöyle ki:
a)
1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin görüşülmesi sırasında Anayasanın geçici 3
üncü maddesi uyarınca Millet Meclisinde uygulanmakta olan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 27 Ekim 1957 tarihinden önce yürürlükteki İçtüzük (yukarıda sözü
edilen l Kasım 1956 günlü Dahilî Nizamname) ilke olarak kanun tasan veya
tekliflerinin kesin biçimde kabul edilmiş sayılabilmeleri için iki kez
görüşmeyi şart koşmuştur. (Sözü edilen îçtüzük, madde 99). Bu maddede yalnızca
"kabul" den söz edilmiş olmasının anlamı açıktır. Demek ki bir kanun
tasarı veya teklifinin birinci görüşme sonunda red edilmesi red kararının
kesinliği yönünden yeterli bulunmaktadır. Öte yandan aynı İçtüzüğün ikinci
görüşmeye ilişkin 107 nci maddesinde bu görüşme sırasında ancak değişiklik
Önergeleri üzerinde konuşulabileceği yazılıdır. Birinci görüşme sonunda red
edilmiş tasan veya teklif maddelerinin ikinci görüşmede değiştirilmesinin, elde
değiştirilebilecek bir madde bulunmadığı için, söz konusu olamıyacağı
ortadadır.
Bu
karşıoy yazısının ilişkin bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararında birinci görüşme
sonunda red edilmiş tasarı veya teklif maddelerinin ikinci görüşmede
canlandırılabileceği konusunda içtüzüğün konu ile ilgili 99 uncu, 105 inci, 107
nci, 110 uncu maddelerinde bir destek ve dayanak bulunamadığı için Meclisteki
içtüzük uygulamalarına ışık tutmak üzere içtüzüğün basılı metninin sonuna
eklenmiş "not" lardan 55 ve 61 sayılıların gerekçe olarak
benimsenmesine gidilmiştir. 61 sayılı notta sözü edilen uygulamaya göre birinci
görüşme sırasında bir maddenin tasarıdan çıkarılması önerisi, red edilmiş ve
madde benimsenmişken ikinci görüşmede o maddenin tasarıdan çıkarılması yeniden
önerilebilmektedir. İkinci görüşmede ancak birinci görüşmede kabul edilmiş
maddelerin değiştirilmeleri söz konusu olabileceği için olağan ve yerinde olan
bu uygulamanın eldeki konu ile bir ilişkisi yoktur. 55 sayılı not'a gelince;
burada, birinci görüşmede çıkarılması kabul edilen bir maddenin yeniden
görüşülmesi için ikinci görüşmede değiştirge verilebilmesi yolunda 26/4/1940 günlü
bir uygulamadan söz edilmektedir. Otuzbeş yıl önce, tek Meclisli bir
Parlamentoda Anayasanın değiştirilmesi sırasında değil, bir olağan yasa
tasarısının görüşülmesinde bir kez yer almış bir uygulamanın bağlayıcı bir
içtüzük kuralı imiş gibi benimsenerek 35 yıl sonra bu Anayasa değişikliği,
Anayasa'ya uygunluk denetiminden geçirilirken Anayasa Mahkemesince hukukî bir
destek ve dayanak olarak ele alınabilmesi düşünülemez. Kaldı ki Meclisin
herhangi bir iç tüzük uygulamasını, Meclis çoğunluğunca uygun görülmüş olduğu
için doğru saymaya olanak yoktur. Meclislerin yasama işlemlerinde yanılmaz
oldukları ilkesi kabul edilmiş olsaydı yasaların ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi içtüzüklerinin Anayasaya uygunluk denetiminden geçirilmesi için
Anayasa'da yollar, yöntemler öngörülmesine yer ve gerek kalmazdı.
Özetlenecek
olursa: 1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin, teklif içinde tüm bağımsız
niteliklerde olan 3 üncü ve 6 ncı maddeleri birinci görüşme sonunda Anayasa'nın
155 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca Millet Meclisi üye tamsayısının
üçte iki çoğunluğunun oyunu alamamak suretiyle red edilmiş bulunduğu halde
bunlara, ikinci görüşmede yeniden ele alınarak, teklifin metni içinde yer
verilmesi Anayasa'ya açıkça aykırıdır.
b)
Yukarıda belirlenen Anayasa'ya aykırı tutumdan ayrı olarak ikinci görüşme
sırasında birer milletvekilinin verdiği değiştirgelerle 3 üncü maddenin
Anayasa'nın 136 ncı maddesine eklenmesini öngördüğü 6 fıkradan ilkinin metnine
"Devlet Güvenlik Mahkemeleri yönünden sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin
hükümleri farklı tutan" ve 6 ncı maddenin Anayasa'ya eklenmesini öngördüğü
geçici 21 inci madde metnine "sıkıyönetim mahkemelerinin görevli ve
yetkili mercilere verecekleri işler arasına duruşmanın tatiline karar verilmiş
davaları da katan" iki yeni kural eklenerek Anayasa'ya yeni bir aykırılık
durumu oluşturulmuştur. Çünkü Anayasanın 155 inci maddesinin l inci fıkrası
Anayasanın değiştirilmesinin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilebileceği kuralını
koymuştur. 1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin ikinci görüşmesinde ise,
yukarıda belirtildiği üzere, birer üyenin önerisi üzerine Anayasa'da "beş
maddenin kimi fıkralarının değiştirilmesine ve iki geçici madde
eklenmesine" ilişkin teklifin öngörmediği yeni değişikliklere gidilmiş ve
böylece Anayasa'da yapılacak değişikliklerin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından yazı ile teklif edilebileceği yolundaki
buyurucu kural kökünden zedelenmiştir.
c)
1699 sayılı Kanuna ilişkin teklifin 3 üncü ve 6 ncı maddelerinin, Anayasa'nın
155 inci maddesine açık aykırılığı dolayısiyle, iptalleri zorunlu iken sözü
geçen maddelerin "Öteki biçim kuralları bakımından Anayasa'ya aykırı
olmadığına" karar verilmesi yerinde değildir. 15/4/1975 günlü,
1973/19-1975/87 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının bu bölümüne de yukarıda
(3-a, b) açıklanan nedenlerle karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Dört
maddesi iptal davasının konu edilmiş bulunan l5/4/1975 günlü ve 1699 sayılı
Kanun, aşağıdaki nedenlerle biçim yönünden Anayasa'ya aykırı bulunduğundan dava
edilen maddelerin iptallerine karar verilmesi gerekmektedir.
I -
Söz konusu Kanunun yasama meclislerindeki görüşülmesinde "öncelik"
usulü uygulanmıştır. Şöyleki:
a -
Millet Meclisinde:
Anayasa'nın
beş maddesinin değiştirilmesine ve iki geçici madde eklenmesine ilişkin kanun
teklifinin, Millet Meclisinin 7/2/1973 günlü 52. birleşim gündeminin (V. iki
defa görüşülecek işler ....B - Birinci görüşmesi yapılacak işler) bölümünün 1.
sırasında yer aldığı görülmektedir. Aynı gündemin III. bölümünde evvelki
birleşimlerde öncelikle görüşülmeleri kararlaştırılan üç kanun teklif ve
tasarısı ile bir Millet Meclisi İçtüzük teklifi ve IV. bölümünde de İçtüzük
gereğince bir defa görüşülecek bir kanun tasarısı bulunmaktadır.
Açıklanan
bu duruma ve Mîllet Meclisi İçtüzüğünün ( Dahili Nizamname) name) normal
görüşme usullerine göre, dava konusu Anayasa değişikliğine ilişkin kanun
teklifinin görüşülmesine, gündemde kendisinden önce yer alan bütün işlerin
görüşülmeleri tamamlandıktan sonra başlanması gerekmektedir. Ancak içtüzüğe
uygun olarak alınacak kararla bu sıranın değiştirilmesi mümkün bulunmaktadır.
(Millet Meclisi Dahili Nizamname: Madde 78, 73-74)
Hal
böyle iken, sözü geçen birleşim açıldıktan ve gündemin 1. bölümündeki oylama
işlemleri tamamlandıktan sonra, gündemin III. bölümündeki işlerin görüşülmesine
başlanacak yerde, Anayasa Komisyonu Başkanı tarafından verilen bir önerge oya
sunularak Anayasa değişikliğine ilişkin kanun teklifinin öncelikle ve gündemde
mevcut sair işlere takdimen görüşülmesi kabul edilmiş ve daha önce gündeme
girmiş bulunan öteki işlerin görüşülmeleri geri bırakılarak sözü geçen Anayasa
değişikliği teklifinin görüşülmesine başlanmış ve 7, 8, 9 Şubat 1973 günlü ve
52., 53., 54. birleşimlerde birinci görüşmesi tamamlanmıştır.
Oylanan
söz konusu önergede öncelik gerekçesi şöyle açıklanmaktadır:
(.......
Adı geçen Anayasa değişikliği teklifleri, Devletimizin güvenliğini sağlamak ve
hür demokratik düzenimizin korunmasını temin etmek maksadıyla gerekli kanunî
tedbirlerin alınmasına imkân sağlıyacağından komisyonumuz adı geçen Anayasa
değişikliğini öncelikle ve gündemde mevcut sair işlere takdimen görüşülmesinin
yüce meclise teklif edilmesine karar vermiştir.
Komisyon
kararı muvacehesinde konunun öncelikle ve gündemde mevcut sair işlere takdimen
görülmesini arz ve teklif ederim.......... Anayasa Komisyonu Başkanı, imza.)
(Millet Meclis Tutanak Dergisi: Dönem:3, toplantı:4,cilt: 33, S:149 ve 52.
birleşim sonundaki 794. Sayılı basma yazı)
Anayasa
Komisyonunun konuya ilişkin Esas: 2/815, Karar; 7 sayılı raporunda, teklifin
öncelikle ve gündemde yer alan öteki işlere takdimen görüşülmesi için herhangi
bir önerinin yer almadığı görülmekte ve tutanak dergisinde, bu konuda alınmış
ayrı bir karara da rastlanmamaktadır. Komisyon Başkanının önergesinde, bu
konuda komisyon kararından söz edilmiş olmasının neye dayandığı belli değildir.
b -
Cumhuriyet Senatosunda:
Söz
konusu kanun teklifinin, Cumhuriyet Senatosunun'27/2/1973 günlü 37. birleşim
gündeminin (V iki defa görüşülecek işler ...... B - Birinci görüşmesi yapılacak
işler) bölümünün 1. sırasında yer aldığı görülmektedir.
Aynı
gündemin, (II. Sorular ve genel görüşme) bölümünde on üç sözlü soru, IV.
bölümünde de daha önce ivedilik kararı verilmiş bulunan bir kanun tasarısı ile
içtüzük gereğinin bir defa görüşülecek altı araştırma önergesi bulunmaktadır.
Açıklanalı
bu duruma ve C. Senatosu içtüzüğünün normal görüşme usullerine göre, dava
konusu Anayasa değişikliği teklifinin görüşülmesine, gündemde kendisinden önce
yer alan bütün işlerin görüşülmeleri tamamlandıktan sonra başlanması
gerekmektedir. Ancak İçtüzüğe uygun olarak alınacak kararlarla bu sıranın
değiştirilmesi mümkündür. (C. Senatosu İçtüzüğü, Madde: 4445)
Hal
böyle iken, sözü geçen birleşim açıldıktan ve gündemin I. Bölümündeki Başkanlık
sunuşlarına ilişkin işlemler tamamlandıktan sonra, gündemin U. bölümündeki
işlerin görüşülmesine sıra geldiğinde, Başkanlıkça, Anayasa değişikliğine
ilişkin kanun teklifinin gündemdeki diğer işlere takdimen öncelikle
görüşülmesini isteyen Anayasa ve Adalet Komisyonu Başkanının önergesi
okutularak oya sunulmuş ve kabulü üzerine de, gündeme göre daha önce
görüşülmesi gereken öteki işler geri bırakılarak söz konusu teklifin
görüşülmesine başlanmış, 27, 28 Şubat ve l, 6 Mart 1973 günlerinde 37., 38.,
39., 40. birleşimlerinde birinci görüşülmesi tamamlanmıştır.
Anayasa
ve Adalet Komisyonunun teklife ilişkin 19/2/1973 günlü ve Esas: 2/46, Karar: 40
sayılı raporunda, "öncelik" usulü önerilmemiştir. Komisyonca bu
konuda alınmış başkaca bir karara da tutanaklarda tesadüf edilmemiştir.
Komisyon Başkanının bu konudaki önergesinde ise: (gündemde bulunan Anayasa'nın
beş maddesinin değiştirilmesi ve iki geçici madde eklenmesine dair kanun
teklifinin meselenin önemi ve Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu düzeltici
tedbirler getirmek bakımından gündemdeki diğer işlere takdimen öncelikle
görüşülmesini arz ve teklif ederim.) Denilmekte ve öncelik konusunda bir
komisyon kararının varlığından söz edilmemektedir. (Cumhuriyet Senatosu Tutanak
Dergisi: Toplantı: 12, cilt: 10, S: 22 ve 37. Birleşim sonundaki 225 S. sayılı
basma yazı)
II -
Yukarıda açıklanan işlemlerin Anayasa ve İçtüzükler kuralları açısından
değerlendirilmesi:
a -
Anayasa'nın 155. maddesinde: (...... Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki
teklifler ivedilikle görüşülemez.
Anayasa'nın
değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü birinci fıkradaki
kayıtlar dışında kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere
tabidir.) kuralı yer almaktadır.
Buna
göre Anayasa değişikliğine ilişkin kanun tekliflerinin Meclislerde ivedilikle
görüşülmesi mümkün değildir. Burada geçen (ivedilik) deyimi ile, içtüzüklerde
sadece (ivedilik) sözcüğü ile adlandırılmış olan görüşme usulü hedef tutulmuş
olmayıp, normal usullerin dışında, çabuklaştırmayı sağlamaya yönelik görüşme
usullerinden hiç birisine başvurulamayacağının öngörülmüş bulunduğunun kabul
edilmesi zorunludur. Çünkü bu hükümle, Anayasa Koyucunun Anayasa
değişikliklerinin aceleye getirilmemesini sağlamayı düşündüğü meydandadır. Bu
bakımdan sözü geçen hükmün, bir içtüzük deyimine bağlanarak, çabuklaştırmayı
sağlayıcı usullerden yalnız bir tanesini kapsadığını ileri sürmek, hükmün amacına
aykırı düşer.
Meclisler
içtüzüklerinde ise çabuklaştırmayı sağlamaya yönelik usullerden birisi de
(öncelikle) görüşme (eski deyimle takdimen müzakere) dir.
Nitekim
söz konusu kanunun Millet Meclisinde görüşüldüğü sırada yürürlükte bulunan
(Dahilî Nizamname) nin 78. maddesinde, kanun tasarı ve tekliflerinin normal
görüşme sıralan belirlenmiş, 74-75. maddelerinde, sırayı bozmak suretiyle
(takdimen) ve (hemen), yeni içtüzükteki deyimiyle (öncelikle), yapılacak
görüşme usulleri düzenlenmiştir. Esasen Millet Meclisinin 1/9/1973 gününde
yürürlüğe giren yeni içtüzüğünde ivedilikle görüşme usulü, yani kanunların tek
görüşme ile sonuçlandırılması usulü, normal usul haline getirilerek bu deyim
uygulamadan kaldırılmıştır.
Bunun
gibi Cumhuriyet Senatosu içtüzüğünün 44. maddesi kanun tasarı ve tekliflerinin
normal görüşme sıralarını belirlemekte ve 45. maddesi de bu sıranın bozularak
(öncelikle) görüşmeyi düzenlemektedir.
Görüldüğü
gibi öncelikle görüşme usulleri de çabuklaştırıcı nitelikte olduklarından,
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanun tekliflerinin Meclislerde görüşülmesinde
bu usullere başvurulması Anayasa'nın 155. maddesine aykırı bulunmaktadır.
Bu
konuya ilişkin düşüncelerim, 13/4/1971 günlü ve 1970/41-1971/37 sayılı Anayasa
Mahkemesi Kararına ilişkin karşıoy yazımda daha ayrıntılı biçimde açıklanmıştır
(Resmî Gazete: 17/3/1972, Sayı: 14131, S: 7-3.1
b -
Millet Meclisi İçtüzüğünün (Dahilî Nizamname) 74. maddesi, öncelikle görüşme
önerilerinin gerekçesinin belirtilmesini, yani çabuklaştırmayı zorunlu kılan nedenlerin
açıklıkla ortaya konulmasını öngörmektedir.
Halbuki
Millet Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanı tarafından verilen ve metni 3'ukarıda
yazılı bulunan önergede öncelikle görüşme için gösterilen nedenler, teklifin,
çabukça sonuçlandırılmasını değil, aksine getirdiği değişikliklerin önemi
bakımından Meclisin konuya genişliğine ve derinliğine eğilmesine olanak
verilmesi için olağan usuller içinde görüşülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu
açıdan geçerli bir neden yokken Millet Meclisinde öncelikle görüşme usulünün
uygulanmış olduğu anlaşılmaktadır.
Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünün 45. maddesi de öncelik önerilerinin gerekçeli olmasını,
yani çabukluğu zorunlu kılan nedenin bu konudaki öneride açıkça belirtilmiş
bulunmasını şart koşmaktadır.
Buna
karşılık Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonu Başkanının metni
yukarıya aynen alınmış bulunan önergesinde, öncelik usulünün uygulanması için
öne sürülen nedenler aynen Millet Meclisinde olduğu gibi, geçerli nitelikte
olmayıp aksine normal görüşme usulünün uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
Yukarıdaki
açıklamadan, söz konusu Anayasa değişikliği teklifinin Millet Meclisinde ve
Cumhuriyet Senatosunda "Öncelikle" görüşülmüş olmasının, her iki
meclisin içtüzükleri hükümlerine de aykırı bulunduğu anlaşılmakta ve bu nedenle
Anayasa'nın 85. maddesine aykırı işlem yapıldığı sonucuna varılmaktadır.
17/10/1972,
26/3/1974 günlü ve 1972/16-49, 1973/32-1974/11 sayılı Anayasa Mahkemesi
kararlarına ilişkin karşıoy yazılarımda konuya ilişkin daha ayrıntılı açıklamalar
yapılmıştır. (Resmî Gazete; 1/3/1973, 21/6/1974; Sayı: 14463, S: 252-253 14922.
S: 8-9)
c -
Millet Meclisi içtüzüğünün (Dahili Nizamname) 74. ve Cumhuriyet Senatosu
içtüzüğünün 45. maddelerine göre (öncelik) önerilerinin sadece hükümet veya
komisyonlar tarafından yazılı ve gerekçeli olarak yapılabileceği kabul
edilmekte, Komisyon Başkanlarına bu konuda bir yetki tanınmamış bulunmaktadır.
Komisyonlar ise görevlerini, ancak usulüne uygun biçimde alacakları kararlarla
yerine getirebilirler, yetkilerini de aynı suretle kullanabilirler .
Yukarıdaki
açıklamalardan da görüldüğü gibi, ne Millet Meclisi Anayasa Komisyonunun, ne de
Cumhuriyet Senatosu Anayasa ve Adalet Komisyonunun bu konuda yazılı ve
gerekçeli bir önerisi bulunmadığı halde, sözü geçen Komisyonların Başkanlarının
öncelik önergelerinin oya sunulması ve kabulü üzerine de görüşmelerin (öncelik)
usulü uygulanmak suretiyle yürütülmesi ve sonuçlandırılması, İçtüzük
hükümlerine ve bu nedenle de Anayasa'nın 85. maddesine aykırı bulunmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle biçim yönünden Anayasa'ya aykırı bulunan 15/3/1973 günlü ve 1699
sayılı Kanunun dava edilen maddelerinin iptali gerektiğinden kararın bu
konulara ilişkin bölümlerine katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
a)
Devlet Güvenlik Mahkemeleri hâkimlerini atayacak organ, aday gösterme işlemini,
yalnızca bu işlemin oluşması bakımından değil, aday gösterilen hâkimin de bu
göreve atanmasında, yasalar yönünden, sakınca bulunup bulunmadığını dahi,
denetleme durumundadır.
b)
Anayasa 138. maddesinin beşinci fıkrasının askeri mahkemelerde üyelerin
çoğunluğunun hâkimlik niteliğine sahip olması şartının, "savaş
halinde" aranmıyacağını öneren hüküm, aslında, Anayasa'ya saygıyı
pekiştirir. Zira;
Bu
hüküm kalkınca, savaş şartlarının zorlaması ile; Anayasa hükümlerinin bir yana
bırakılması, savunulması kolay bir tutum olacaktır.
SONUÇ:
Yukarıda (a) bendindeki açıklama sayın çoğunluk kararına "ek gerekçe"
ve (b) bendindeki açıklama yine kararın ilgili bölümünde belirtilmiş
"karşıoy" nedenidir.
|
|
|
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
Sayın
Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun görüşlerine katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Yasama
Meclislerinin altıda bir oranındaki üyeleri tarafından açılacak iptal
davalarında dava dilekçesinin düzenlenme koşullan 22/4/1962 günlü ve 44 sayılı
Yasada gösterilmemiş ise de, bu dilekçelerin genel usul kuralları içinde
düzenlenmesi ve duraksamaya yer bırakmayacak bir nitelik taşıması Anayasa
Mahkemesinin yargısal denetiminin olağan bir sonucu olmak gerekir. Oysa dava
dilekçesinin metin kısmı ile imza çizelgesi arasında bağlantı yoktur. Şöyle ki
metin kısmı teselsül eden sayfa numarası aldığı halde, çizelge kısmında bu
sayfalara numara konulmamıştır. Dava dilekçesi bir bütün olduğuna göre, işin
muhtelif kıyım veya bölümler halinde ele alınmasına olanak yoktur.
Bundan
başka dava dilekçesini imzalayanların ad ve soyadlarından başka seçim
çevrelerini, bir seçim çevresi yoksa Cumhurbaşkanınca seçilmiş veya tabii üye
olduklarını belirten açıklamalara kesinlikle dilekçede yer verilmesi işin
bünyesinden doğan bir zorunluluk olarak kabul edilmelidir. Oysa dava
dilekçesinde ad ve soyadından başka bir açıklama yer almamıştır. Ve nihayet
çizelgenin ikinci yaprağında "yukarıdaki imzaların kendilerine ait olduğu
tasdik olunur" meşruhatiyle Cumhuriyet Senatosu Genel Sekreterliği
mührünün ve kime ait olduğu belli olmayan bir imzanın konulması keyfiyeti, dava
dilekçesindeki noksanlıkları ortadan kaldıran ve dilekçeyi geçerli hale sokan
bir nitelik taşımaz.
Açık
olan bu noksanlıklar karşısında, belirtilen bu halleri eksiklik saymayan çokluk
görüşüne karşıyım.