ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1974/5
Karar Sayısı : 1974/15
Karar Günü : 30/4/1974
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İnebolu Sulh Ceza
Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU : Mahkemece Gayrimenkul
Tecavüzün Def’i hakkındaki 16.4.1952 günlü, 5917 sayılı Kanunun 1.,5. ve 7. maddeleri
Anayasanın 2.,4/3.,8/1.12/2.,33.,36. ve 114/1. maddelerine aykırı görülmüş ve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın değişik 151. maddesine dayanılarak Anayasa
Mahkemesine başvurmuştur.
I-Olay :
Sanık hakkında, İnebolu Kaymakamlığının 25.4.1973 günlü kararı
uyarınca tecavüzün defedildiği taşınmaza ikinci kez tecavüz eyleminden dolayı
5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasına göre cezalandırılması
istemi ve 4.7.1973 günlü, 1973/548-401-224 sayılı iddianame ile açılan ve
İnebolu Sulh Ceza Mahkemesinin 1973/362 esas sayısını alan kamu davasının
20.2.1974 günlü duruşmasında mahkeme 16.4.1952 günlü, 5917 sayılı Kanunun 1.,5.
ve 7. maddelerini Anayasa’nın 2.,4/3.,8/1.12/2.,33.,36. Ve 114/1. maddelerine
aykırı görerek bu kuralların iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve
davanın geri bırakılmasına karar verilmiştir.
II- Mahkemenin Anayasaya aykırılık görüşüne ilişkin gerekçesi
özeti :
Mahkemenin 5917 sayılı Kanunun 1.,5. ve 7. maddelerinin Anayasaya
aykırı olduğu yolundaki görüşüne dayanaklık eden gerekçesi özet olarak
şöyledir:
a) 5917 sayılı Kanunun 1. maddesine göre kötü niyetli zilyedin de
korunması olanak içindedir. Şu duruma göre kurul Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesi ile bağdaşamayacağı gibi haklı ve haksız zilyetleri
koruduğu için 12. maddenin ikinci fıkrasına, maliklerin mülkiyetten doğan
haklarına değer vermediği için 36. maddeye ve sonuç olarak 8. maddenin birinci
fıkrasına aykırıdır.
b) Kanunun, 5. maddesi, yargı yerinde çözülmesi gereken bir
çekişmenin idari yolla sonuca bağlanmasını öngörmektedir. Kural kuvvetler
ayrılığı ilkesi ile bağdaşmayacağı gibi kaynağını Anayasadan almayan bir devlet
yetkisinin kullanılmasına yol açması dolayısiyle Anayasanın 4. maddesinin
üçüncü fıkrasına idari bir karara kesin nitelik taşıdığı için de 114. maddenin
birinci fıkrasına aykırıdır.
c) Ceza yaptırımını kapsayan 7. madde tecavüzü haksız yere
defedilmiş kişinin de ikinci kez tecavüzünde cezalandırılmasını öngördüğünden
kanunsuz ceza niteliğini taşımakta ve Anayasanın hukuk devleti ilkesine ve 33. maddesine
aykırı düşmektedir.
III-Yasa metinleri :
1-İtiraz konusu Yasa kuralları :
16.4.1952 günlü, 5917 sayılı (Gayrımenkule Tecavüzün Def’i
hakkında Kanun) un Anayasaya aykırılığı ileri sürülen 1.,5.,7. maddeleri Üçüncü
Tertip Düstur; Cilt 33;1240.1241.1242. sayfalardaki metne göre şöyledir:
“Madde 1- Hakiki veya hükmi şahısların zilyet bulundukları
gayrımenkule başkası tarafından tecavüz ve müdahale edildiği takdirde o
gayrımenkul zilyedinin ve zilyet birden fazla olduğu takdirde içlerinden
herhangi birinin müracaatı üzerine o gayrımenkulün bağlı bulunduğu mahallin
kaymakam veya valisi tarafından aşağıda yazılı hükümler dairesinde bu tecavüz
ve müdahale def’i ve gayrimenkul zilyedine mahallen teslim olunur.
Köye ait gayremunkullere vâki tecavüzlerde köyün kanuni temsilcisi
veya köy halkından herhangi biri tarafından bu maddede sözü geçen mercilere
müracaat halinde dahi bu kanun hükümleri tatbik olunur.
Zilyedine teslim olunan gayrımenkule başkaları tarafından
vukubulacak tecavüz ve müdahaleler yeni bir tahkikat yapılmaksızın derhal
menedilir”
“Madde 5- Müracaat vukuunda vali, kaymakam veya
vazifelendirecekleri memur veya memurlar tarafından tahkikat yapılır.
Tahkikat onbeş gün içinde ikmal edilerek karara bağlanır. Bu
müddet içinde karar verilmediği takdirde keyfiyet sebepleriyle üst makama
bildirilir.
Verilen kararlar kesindir.”
“Madde 7-Tecavüzü defedilen kimse mahkeme kararıyle teslim
edilmeksizin o gayrimenkule tecavüz ederse birinci maddeye göre tecavüzü
defedilmekle beraber sulh mahkemelerince iki aydan altı aya kadar hapis
cezasına mahkum edilir.
Eğer bu tecavüz silâhlı bir kişi veya silahlı olmasalar bile
birkaç kişi tarafından ika olunursa bir seneden üç seneye kadar hapis cezası
verilir.
Bu davalar acele olarak görülür”
2- Dayanak olarak ileri sürülen Anayasa kuralları :
Mahkemenin Anayasaya aykırılık görüşünü desteklemek üzere ileriye
sürdüğü Anayasa kuralları aşağıda yazılı olduğu gibidir :
“Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve Başlangıçta
belirtilen ilkelere dayanan, milli, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
devletidir.
“Madde 4/3-Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir
kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını
Anayasadan almıyan bir devlet yetkisi kullanamaz.”
“Madde 8/1-Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
“Madde 12/2-Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz.”
“Madde 33/1,2-Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunların
suç saymadığı bir fiilinden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur.”
“Madde 36- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyle, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz”
“Değişik madde 114/1-İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı
yargı yolu açıktır.”
IV- İlk İnceleme :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 7.3.1974 gününde
Muhittin Taylan, Avni Givda, Kemal Berkem, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun,
Ziya Önel, Abdullah Öner, Kâni Vrana, Ahmet Koçak, Muhittin Gürün, Lütfi
Ömerbaş, Şevket Müftügil, Nihat Akçakayalıoğlu ve Ahmet H.Boyacıoğlu’nun
katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında dosyanın eksiği bulunmadığı
anlaşılmakla birlikte işin, İnebolu Sulh Ceza Mahkemesinin 5917 sayılı Kanunun
1.,5.,7. maddelerini Anayasaya uygunluk denetimi için Anayasa Mahkemesine
getirmeye yetkisi bulunup bulunmadığı yönünden ele alınması gerekli görülmüştür.
Anayasanın 1488 sayılı Kanunla değişik 151. ve 22.4.1962 günlü, 44
sayılı Kanunun 27. maddelerine göre bir mahkemenin Anayasaya uygunluk denetimi
için Anayasa Mahkemesine getirebileceği kurallar ancak bakmakta bulunduğu
davada uygulanacak olanlarla sınırlıdır. Başka deyimle itiraz yoluna başvuran
mahkemenin elinde bakmakta olduğu bir dava bulunmalı ve Anayasa Mahkemesine
hangi yasa kurallarını getiriyorsa o kuralların tümünü o davada uygulama
durumunda olmalıdır.
İnebolu Sulh Ceza Mahkemesinin elinde bakmakta olduğu bir dava
vardır. Davanın niteliği yukarıda, kararın “Olay” bölümünde açıklanmıştır.
Mahkeme sözü geçen dava dolayısiyle 5917 sayılı Kanunun 1.,5. ve 7. maddelerinin
Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürdüğüne göre davada uygulanma yeri bulunup
bulunmadığı yönünden bu kurallar üzerinde ayrı ayrı durulmadıkça bir sonuca
varılması düşünülemez.
Gayrimenkule Tecavüzün Def’i hakkındaki 16.4.1952 günlü, 5917
sayılı Kanunun 1. maddesi, gerçek veya tüzel kişilerin zilyet bulundukları
taşınmaza başkalarınca tecavüz ve müdahale edilince zilyedin başvurması üzerine
kaymakam veya valinin tecavüz ve müdahaleyi def ve taşınmazı zilyedine teslim
etmeleri ilkesini koymakta ve uygulanacak usul ve koşullar yönünden, daha sonra
gelen kurallara gönderme yapmaktadır.
5. Madde tecavüzün def’i istemi üzerine vali ve kaymakamların
yapacakları veya yaptıracakları soruşturmaya, soruşturmanın süresine,
soruşturma sonunda verilecek karara ve bu kararın kesinliğine ilişkindir.
7. madde 5917 sayılı Yasanın yaptırım kuralıdır; üç fıkradan
oluşmuştur. Birinci fıkrada tecavüzü defedildiği halde mahkeme kararıyle
kendisine teslim edilmeksizin o taşınmaza yeniden tecavüzde bulunan kişinin
eylemi suç sayılmakta ve o kimse için iki aydan altı aya kadar hapis cezası
konulmuş bulunmaktadır. İkinci fıkrada tecavüz eyleminin silâhlı bir kişi veya
silâhlı olmasalar bile birkaç kişice işlenmesi durumu öngörülmüştür; ceza bir
yıldan üç yıla kadar hapistir. Üçüncü fıkra uyarınca da bu davalar acele olarak
görülecektir.
Görülüyor ki 5917 sayılı Kanunun 1. ve 5. maddeleri, niteliklerine
ve kapsamlarına göre ilk tecavüz olayı ve tecavüzün def’i işlemi dolayısiyle
mahkeme dışında kalan yetkililerce iş mahkemeye gelmeden, hattı suç işlenmeden
önce uygulanmış kurallardır. Mahkemenin bakmakta olduğu davada sanık bir
kişidir ve kamu davası sanığın 5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca cezalandırılması istemi ile açılmıştır. Tecavüz işleminin
silâhlı bir kişi veya silâhlı olmasalar bile birkaç kişice işlenmiş olması söz
konusu değildir. Demek ki davada mahkemenin uygulayabileceği kurallar 7. maddenin
birinci ve üçüncü fıkralariyle sınırlıdır. Mahkeme birinci fıkradaki ögelerin
ve koşulların varlığını, başka deyimle;
a) Sanığın daha önce tecavüzünün defedilmiş olup olmadığını;
b) Taşınmazın mahkeme karariyle sanığa teslim edilmiş bulunup
bulunmadığını;
c) İkinci tecavüzün yer alıp almadığını;
Araştıracak ve sonuca göre bir karara varacaktır. Bir de davayı
acele olarak görecektir. Bu araştırmanın hiçbir zaman 5917 sayılı Yasanın taşınmaza
tecavüzün def’i işlemini düzenleyen kurallarının mahkemece bakılmakta olan ceza
davasında uygulanacağı anlamına gelmediği ortadadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle işin esasının 5917 sayılı Kanunun,
mahkemenin uygulama durumunda bulunduğu 7. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkralarıyle sınırlı olarak incelenmesine Muhittin Taylan, Ziya Önel, Abdullah
Öner, Kâni Vrana, Lütfi Ömerbaş ve Ahmet H.Boyacıoğlu’nun mahkemenin 1. ve 5. maddeleri
de uygulama durumunda bulunduğu yolundaki karşıoyları ve oyçokluğu ile 7.3.1974
gününde karar verilmiştir.
V-Esasın incelenmesi :
İtirazın esasına ilişkin rapor, İnebolu Cumhuriyet Savcılığının
20.2.1974 günlü, 677 sayılı yazısına bağlı olarak gelen İnebolu Sulh Ceza
Mahkemesinin 1973/362 sayılı, 20.2.1974 günlü gerekçeli kararı ve ekleri,
Anayasaya aykırılığı ileri sürülen kurallar (sınırlama kararı uyarınca),
Anayasanın dayanak olarak gösterilen maddeleri, bunlarla ilgili gerekçeler ve
başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan öteki metinler okunduktan sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anayasaya aykırılık iddiasının daha önceki itirazlar
dolayısiyle incelenmiş bulunması durumu:
5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu
yolundaki iddia daha önce 1962/274,1968/8,1969/49,1971/49 sayılı işler dolayısıyle
incelenmiş; kuralın Anayasaya aykırı olmadığı ve itirazın reddi
21.2.1963,22.10.1968,8.1.1970,9.12.1971 günlerinde 1963/40,1968/48,1970/3,1971/81
sayılarla karara bağlanmıştır. (2.5.1963 günlü, 11359 sayılı Resmi
Gazete-Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı: 1, sayfa:85/92;23.5.1969
günlü, 13205 sayılı Resmi Gazete-Kararlar Dergisi, sayı:6 sayfa:295/301;
5.7.1970 günlü, 13539 sayılı Resmi Gazete-Kararlar Dergisi, sayı:8,
sayfa:176/187; 5.4.1972 günlü, 14150 sayılı Resmi Gazete).
Görüşmelerin başında Muhittin Gürün şu duruma ve Anayasa’nın,
Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliği ve bağlayıcılığını saptayan değişik
152. maddesi kurallarına göre konunun yeniden incelenemeyeceğini ileri
sürmüştür.
Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırılık iddialarına ilişkin
kararları Anayasanın değişik 149. ve değişik 151. maddelerine dayanılarak
yapılmış belli istemler üzerine verilebileceğinden kararın 152. maddenin gereği
olan kesinliği de o kararın verilmesine yol açan belli dava veya itiraz
açısından söz konusu olabilir. Bu durumun sonu olarak belirli bir dava veya
itirazın karara bağlanması aynı konuda bir başka dava veya itirazın karara
bağlanması aynı konuda bir başka dava veya itirazın Anayasa Mahkemesine gelmesine
veya incelenmesine genellikle engellik edemez.
İptal kararlarıyle dava veya itirazın reddine ilişkin kararlar
arasında açık bir ayırım vardır. İptal kararları Anayasanın 1488 sayılı Kanunla
değişik 152. maddesi koşulları altında iptal konusu hükümleri yürürlükten
kaldırır. İptal dolayısiyle artık yürürlükte bulunmayan bir kanunun Anayasaya
aykırılığı ileri sürülemeyeceğine göre böylece çözülmüş konuların bir daha
Anayasa Mahkemesine gelmesi düşünülemez. Gelse de yeniden incelenmesinin gereği
ve konusu olmaz ve iş karar verilmesine yer bulunmadığı yolunda bir sonuçla
kapanır. Davanın veya itirazın reddi ile sonuçlanmış kararlara konu olan
kurallar ise yürürlükte kalmış ve kararlar belirli durumlara ve koşullara dayanmakta
bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da bu kapsam içinde, belirli bir dava veya
itiraz bakımındandır. Durumların ve koşulların değişmesi halinde sonucun da
değişik olması gerekir. Bir değişmenin bulunup bulunmadığı ise ancak yeni dava
veya itirazın incelenmesi sonunda anlaşılabilir.
Bir dava veya itiraz redle sonuçlanırsa aynı konuda gelecek başka
davaların ve itirazların incelenemiyeceği yolunda bir görüş kimi hükümlere
dokunulmazlık tanımak, bu hükümler hakkında özellikle yargı yerlerinin
yetkilerini kullanmalarını önlemek, hukuki görüşleri dondurup kalıplaştırmak
olur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının böyle bir ereği bulunduğu düşüncesini
destekleyecek, doyurucu bir kanıtın ileri sürülmesi olanaksızıdır.
Şu duruma göre 5917 sayılı Kanunun bu kez incelenecek olan 7. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkralarının daha önceki itirazlar dolayısıyle Anayasaya
uygunluk denetiminden geçirilmiş ve Anayasaya aykırı görülmeyerek itirazların
reddine karar verilmiş bulunmasının konunun 1974/5 esas sayılı dosyada yeniden
ele alınmasına engellik edemeyeceği Muhittin Gürün’ün karşıoyu ve oyçokluğu ile
kararlaştırıldıktan sonra Anayasaya aykırılık sorununun görüşülmesine geçildi.
B.5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci ve üçüncü
fıkralarının Anayasaya aykırı olup olmadığı sorunu:
1-7. maddenin birinci fıkrası :
5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasına göre;
a) Tecavüzü defedilen kimse,
b) Mahkeme karariyle teslim edilmeksizin,
c) O gayrimenkule tecavüz ederse,
1. madde uyarınca tecavüzü defedilmekle birlikte sulh mahkemesince
iki aydan altı aya kadar hapis cezasına mahkum edilir.
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, kuralın tecavüzü haksız yere
defedilmiş kişinin de ikinci kez tecavüzünde cezalandırılmasını öngördüğünden
kanunsuz ceza niteliğini taşıdığını ve Anayasanın hukuk devleti ilkesiyle 33. maddesine
aykırı düştüğünü ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi yurdumuzda taşınmazların ve özellikle arazinin
tapuya bağlanması henüz bitirilememiş; tapulu olanların da çoğunlukla
kadastrosu yapılıp sınırları kesin biçimde belli edilememiş olması yüzünden
ileri gelen ve çoğu kez dirlik ve düzenliği bozan uyuşmazlıkların mahkemelerce
bir çözüme bağlanmasına değin zilyetliğin bir an önce idari yollarla korunmasını
sağlamak ve hukuki çözüm için ilgilileri mahkemelere yöneltmek üzere 2311
sayılı, sonradan da bu Kanunu kaldıran ve 24.4.1952 gününde yürürlüğe giren
5917 sayılı Kanun çıkarılmıştır.
5917 sayılı Kanunun kuralları gözden geçirilince, bunun taşınmaz
zilyetliğinin geçici tedbirlerle korunması ve mahkemelerce tersine karar
verilinceye değin durumun sürdürülmesini öngören bir yasa olduğu daha kolay
anlaşılır. 7. madde 5917 sayılı Kanunun yaptırım kuralıdır ve böyle bir
yaptırım olmadıkça kanunun uygulanmasından olumlu sonuçlar alınamayacağı ve
Kanun Koyucunun güttüğü ereğin gerçekleşmeyeceği ortadadır.
7. maddede öngörülen ceza gerçekte taşınmaza tecavüzün def’inde
yetkili mercilerce alınan karar ve tedbirlere aykırı davranmanın yaptırımı
olduğu için o karar ve tedbirlerin dayanaklarıyle doğrudan doğruya ilişki ve
ilintisi bulunmamak gerekir. Kaldı ki kararın haksızlığı kanısında olan kişi
işlem aleyhine idari yargı yoluna başvurabileceği gibi 5917 sayılı Kanunun 3. maddesi
uyarınca hakkını adliye mahkemelerinde de arayabilir. Böyle yapmayarak kanunun
yasak saydığı ve ceza tehdidi altına koydu bir eyleme girişmesi olasılığı var
diye Anayasa’nın 33. maddesinin ikinci fıkrasındaki “Cezalar ve ceza tedbirleri
ancak kanunla konulur….” ilkesine tüm uygun olarak yasak eylemin öge ve
koşullarının açıkça belirlendiği bir ceza kuralının (7. maddenin inceleme
konusu birinci fıkrası) Anayasaya aykırı düşeceği düşünülemez.
2- 7. maddenin üçüncü fıkrası :
5917 sayılı Kanunun 7. maddesinin üçüncü fıkrası, bu madde
kapsamına giren davaların ivedi olarak görülmesine ilişkindir. Kuralın
Anayasaya aykırı yönü bulunmadığı, herhangi bir tartışmayı gerektirmeyecek
biçimde, açıktır.
3- Özetleme :
Yukarıdan beri açıklandığı üzere 5917 sayılı Kanunun 7.3.1974
günlü sınırlama kararı uyarınca incelenen 7. maddesinin birinci ve üçünü
fıkraları Anayasaya aykırı değildir. İtirazın reddine karar verilmelidir.
IV-SONUÇ :
Gayrimenkule
Tecavüzün Def’i hakkındaki 16.4.1952 günlü, 5917 sayılı Kanunun 7.3.1974 günlü
sınırlama kararı uyarınca incelenen 7. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine 30.04.1974 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Muhittin TAYLAN
Karşıoy yazısı
ektedir.
|
Başkanvekili
Avni GİVDA
|
Üye
Kemal BERKEM
|
Üye
Şahap ARIÇ
|
Üye
İhsan ECEMİŞ
|
Üye
Ahmet AKAR
|
Üye
Halit ZARBUN
|
Üye
Abdullah ÖNER
Karşıoy yazısı
ektedir.
|
Üye
Kâni VRANA
Karşıoy yazısı
ektedir.
|
Üye
Ahmet KOÇAK
|
Üye
Muhittin GÜRÜN
|
Üye
Lütfi ÖMERBAŞ
|
Karşıoy yazısı ektedir.
Üye
Şevket MÜFTÜGİL
|
Üye
Nihat
O.AKÇAKAYALIOĞLU
|
Üye
Ahmet
H.BOYACIOĞLU
Karşıoy yazısı
ektedir.
|
KARŞIOY YAZISI
Gayrımenkule
tecavüzün def’i hakkındaki, 16 Nisan 1952 günlü, 5917 sayılı Kanunun 7. maddesinde
(tecavüzü def edilen kimse mahkeme kararı ile kendisine teslim edilmeksizin o
gayrımenkule tecavüz ederse…) diye tanımlanmış bulunan yasak eylem, esasında
bir Kanuna aykırılık suçunu teşkil etmektedir. Bu nedenle, genel tanıma göre
ayrıca biçimsel olan bu suçun bütün ögeleri ile birlikte oluşmuş sayılması
için, birinci el atmanın definden ibaret yönetimsel nitelikteki işlemlerin
Kanuna uygun biçimde yapılmış olması koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin
aranıp saptanması gerekmektedir. O halde, böyle bir suçtan dolayı açılmış
bulunan bir ceza davasında, Mahkeme birinci tecavüzün, Kanunla yetkili olanlar
tarafından yoluna uygun biçimde verilmiş kararlar uyarınca ve yine Kanuna uygun
bir biçimde def ettirilmiş olup olmadığını araştırmak zorundadır.
Böylece,
mahkeme, ceza davası konusu taşınmaz malın bu Kanunun kapsamına giren yerlerden
olup olmadığını, birinci el atmanın def’ine ilişkin kararı veren yerin, gerek
yer ve gerekse kişi bakımlarından yetkili bulunup bulunmadığını, kararın el
atana tebliğ edilip edilmediğini ve karar gereğinin olay yerinde Kanunda
gösterilen yola uygun bir biçimde yerine getirilip getirilmediğini araştırıp
saptamak zorunluğunda bulunduğundan, Kanunun bu konuları genel olarak
düzenleyip hüküm altına almış olduğu 1. ve 5. maddelerine de bakmakta olduğu
davada uygulama durumunda kalmaktadır.
Nitekim,
adli uygulamalarda Ceza Mahkemeleri, dava konusu olan yerlerin Orman Kanunun
kapsamına girmesi, vali görevi başında iken birinci el atmanın def’ine ilişkin
olan kararın yardımcısı tarafından verilmesi, kararın el atana tebliğ edilip
gereğinin olay yerinde yolunca yerine getirilmemiş olması ve kararın komşu ilçe
kaymakamı tarafından verilmesi gibi biçime ilişkin hallerde, bu Kanunun 7. maddesinde
tanımlanan suçun oluşmayacağı yoluna karar vermektedirler.
Esasen,
bir ceza davasında uygulanacak Kanun hükmü kavramı, sadece davayı açan belgede
gösterilmiş bulunan veya mahkemece ceza tertibi sırasında dayanılan Kanun
Hükümlerini değil, daha geniş bir ölçüde ve aynı zamanda o davanın sonucuna,
onu değiştirecek ölçüde yetkili olan hükümleri de içermektedir.
Genel
olarak, her suç Kanun Hükümleriyle bir aykırılık halini göstermekte ise de,
soyut olarak Kanuna aykırılığın suç sayıldığı veya suçun ögeleri arasında yer
aldığı hallerde, öncelikle biçimsel suçlarda, o eylemin Kanuna aykırı
sayılmasına dayanak alınacak Kanun Hükümlerinin dahi aynı davada uygulama
yerleri var demektir. İşte bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin kararlarında
da benimsendiği üzere (22.10.1968 günlü, 8/48 ve 8.1.1970 günlü, 49/3 sayılı
kararlar; Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 6, Sayfa:295 ve Sayı:8/2,
Sayfa: 176.), olayımızda 5917 sayılı Kanunun sadece 7. maddesi değil, bu madde
ile birlikte 1. ve 5. maddeleri de davada uygulanacak Kanun Hükümleri arasında
yer almaktadır.
Kararda,
her ne kadar, söz konusu suçun işlenmesinde önce yapılmış bulunan yönetimsel
işlemleri düzenleyen Kanun Hükümlerinin, suçun işlenmesinde sonra görülmekte
olan ceza davasında uygulama yerleri bulunamayacağından söz edilmekte ise de,
sanığa yükletilen gayrımenkule tecavüz suçunun oluşması için, sanığın birinci
el atmasının def edilmiş olup olmadığının yani suçun işlenmesinden önceki yönetimsel
evrede bitirilmiş yönetimsel işlemlerin de araştırılması gereğine işaret
edilmek yolu ile yukarıdaki düşüncemiz doğrulanmış bulunmaktadır. Çünkü, bu
işlemlerin araştırılmasını gerekli saymak, yükletilen suçun bütün ögeleri ile
oluşmuş bulunduğunu kabul için, onların da Kanuna uygun bir biçimde yapılmış
olduklarının saptanmasını öngörmek demektir. Böyle bir hüküm Anayasa’ya aykırı
düştüğünden, onu suçun ögeleri arasında gören cezaya ilişkin hükmün de
kendiliğinden Anayasa’ya aykırı sayılması olağan bir sonuç olarak
görülmektedir. O halde, Mahkemenin bu yoldaki araştırma ve kabulüne dayanak
aldığı bir Kanun Hükmünü, o davada uygulama durumunda bulunduğu bir hüküm
saymak, zorunlu olmaktadır.
İşin
esasının, mahkemenin uygulayabileceği tek kural olarak kabul olunan 5917 sayılı
Kanunun 7. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarıyla sınırlandırılmasını
öngören 7.3.1974 günlü sınırlandırma kararına, yukarıdaki gerekçelere
dayanarak, mahkemenin aynı zamanda sözü geçen Kanunun 1. ve 5. maddelerini dahi
uygulama durumunda bulunduğu ve işin esasını bu maddeler bakımından da
incelenmesi gerektiği düşüncesi ile karşıyız.
Başkan
Muhittin TAYLAN
|
Üye
Ziya ÖNEL
|
Üye
Abdullah ÜNER
|
Üye
Kâni VRANA
|
Üye
Lütfi ÖMERBAŞ
|
Üye
Ahmet
H.BOYACIOĞLU
|
KARŞIOY YAZISI
Gayrımenkule
tecavüzün defi hakkındaki 5917 sayılı Kanunun, yukarıki karara konu teşkil eden
7. maddesi hükmü, çeşitli başvurmalar üzerine daha önce de dört kez
Mahkememizce incelenerek Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmişti.
Yukarıki
kararın (V. Esasın İncelenmesi) bölümünün A bendinde, eski kararların ve
yayınladıkları Resmi Gazetelerinin gün ve sayıları gösterilmiş olduğundan
buruda tekrar edilmemiştir.
Bu
dosya ile yapılan itiraz, aynı konuda beşinci başvurmaya teşkil etmektedir ve
mahkememizce de, sanki ilk başvurma imiş gibi konu ele alınarak mesele esastan
incelemeye tabi tutulmakta ve yasaya uygunluğu yeni baştan
kararlaştırılmaktadır.
Mahkememizce
uygulanan bu usul, Anayasanın 152. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkındaki 44 sayılı Kanunun 50. ve 51. maddelerinde
belirtilen (Anayasa Mahkemesi kararların kesinliği ve her organı ve herkesi
bağlayıcı olan niteliği) ilkesine aykırı bulunmaktadır.
Bu
konudaki düşüncelerim, Anayasa Mahkemesinin 6.3.1973 günlü ve 1972/56-1973/11
sayılı kararına ilişkin karşıoy yazısının (I-usul yönünden) bölümünde ayrıntılı
bir biçimde belirtilmiş olduğundan aynı düşüncelerin bir defa da burada tekrara
gereksiz görülmüştür. (bak:Resmi Gazete : 9 Kasım 1973, sayı : 14707,sh.9-10).
Belirtilen
nedenlerle yukarıki kararın (1974/5-15) konuya ilişkin bölümüne karşıyım.