ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1973/41
Karar Sayısı:1974/13
Karar Günü:25/4/1974
Resmi Gazete tarih/sayı:14.9.1974/15006
İptal
davasını açan : Cumhuriyet Halk Partisi
İptal
davasının konusu: 11/7/1973 günlü, 14591 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan
(2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununda değişiklik yapılmasına) dair
26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun 2., 3., 4. maddelerinin Anayasa'nın 2.,
11., 14., 15., 16., 28., 120. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş; yine
Anayasa'nın değişik 147., değişik 149. ve 150. maddelerine dayanılarak
iptalleri istenilmiştir.
II-
YASA METİNLERİ:
l)
Dava konusu Kanun kuralları :
26/6/1973
günlü, 1775 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen ve iptalleri
istenilen 2., 3., 4. maddeleri - Beşinci Tertip Düstur, 12. cilt, İkinci Kitap
- 2551. sayfadaki metne göre - şöyledir:
"Madde
2- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 9. maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
Adlî
görevleri sırasında ilgili kanunlara göre yaptığı aramalar dışında, millî
güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde, o
yerin en büyük mülkiye amirinin emri ile, polis, şüphe edilen kişilerin üstünü,
özel kâğıtlarını ve eşyasını arar ve yukarıdaki bentlerde sayılan alet veya
eşyalara el koyar."
"Madde
3- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 13. maddesine aşağıdaki
fıkra eklenmiştir.
l
inci fıkraya göre yakalanan kişilerin sarhoşluk durumları resmî tabip
bulunmadığı takdirde özel tabip raporları ile, o yerde tabip mevcut değilse,
yardımcı sağlık hizmetleri personelinden birinin müşahade raporiyle tespit
edilir."
"Madde
4- Aynı Kanunun 20. maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
Madde
20- Zabıta, imdat istenmesi veya yangın, su baskını, ve boğulma gibi büyük
tehlikelerin haber verilmesi veya görülmesi halleri ile ağır cezalı bir suçun
işlenmesine veya yapılmakta devam olunmasına mani olmak için konutlara, iş
yerlerine ve eklentilerine girebilir.
Zabıta
aşağıda yazılı hallerde üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı
kurumların binalarına veya bunların eklerine girebilir.
A)
Üniversite binaları ve ekleri içinde, kurumun imkânlarıyla önlenmesi mümkün
görülmeyen olayların çıkması ihtimali karşısında rektör, acele hallerde de
dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin zabıtadan yardım talep etmeleri
halinde,
B)
Herhangi bir davet veya izne bağlı olmaksızın suç ve suçluların kovuşturulması
için her zaman,
Fıkranın
(A) bendinde gösterilen hallerde talep derhal yerine getirilir. (B) bendinde
gösterilen hallerde de giriş sebebinin niteliğine göre, kurumun yetkilileri
teşebbüsten haberdar edilebilir.
İlgili
memurlar kovuşturma dolayısiyle zabıta kuvvetlerine gereken her türlü yardım ve
kolaylığı göstermekle yükümlüdürler."
2-
Davacının dayandığı Anayasa kuralları :
Davacının
1775 sayılı Kanunun 2., 3., 4. maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki
iddiasını desteklemek üzere ileriye sürdüğü Anayasa'nın 2., değişik 11., 14.,
değişik 15., 16., 28., değişik 120. maddeleri aşağıda yazılı olduğu gibidir :
"Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, ihsan haklarına ve Başlangıçla belirtilen temel
ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
"Değişik
madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün,
Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın
ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer maddelerinde
gösterilen özel sebeplerle Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak
kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz. Bu Anayasa'da yer alan hak ve
hürriyetlerden hiç birisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep
ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasa'da belirtilen Cumhuriyeti ortadan
kaldırmak kasdı ile kullanılamaz.
Bu
hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."
"Madde
14- Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını geliştirme haklarına ve kişi
hürriyetine sahiptir.
Kişi
dokunulmazlığı ve hürriyeti, kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre
verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz.
Kimseye
eziyet ve işkence yapılamaz.
İnsan
haysiyetiyle bağdaşmıyan ceza konulamaz."
"Değişik
madde 15- Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. Adli kovuşturmanın gerektirdiği
istisnalar saklıdır.
Kanunun
açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; millî
güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de
kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları
ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz."
"Madde
16- Konuta dokunulamaz.
Kanunun
açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; millî
güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de,
kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, konuta girilemez, arama
yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz."
"Madde
28- Herkes, önceden izin almaksızın, silâhsız ve saldırısız toplanma veya
gösteri yürüyüşü yapma hakkında sahiptir.
Bu
hak, ancak kamu düzenini korumak için kanunla sınırlanabilir."
"Değişik
madde 120- Üniversiteler, ancak Devlet eliyle ve kanunla kurulur. Üniversiteler
özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir. Üniversite özerkliği, bu maddede
belirtilen hükümler içinde uygulanır ve bu özerklik, üniversite binalarında ve
eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engel olmaz.
Üniversiteler,
Devletin gözetimi ve denetimi altında, kendileri tarafından seçilen organları
eliyle yönetilir. Özel kanuna göre kurulan Devlet üniversiteleri hakkındaki
hükümler saklıdır.
Üniversite
organları, Öğretim üyeleri ve yardımcıları üniversite dışındaki makamlarca, her
ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar. Son fıkra hükümleri
saklıdır.
Üniversite
öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulunabilirler.
Üniversitelerin
kuruluş ve işleyişleri, organları ve bunların seçimleri, görev ve yetkileri,
üniversiteler üzerinde Devletin gözetim ve denetim hakkını kullanma usulleri ve
üniversite organlarının sorumluluğu, öğrenim ve öğretim hürriyetlerini
engelleyici eylemleri önleme tedbirleri üniversiteler arasında ihtiyaca göre
öğretim üyeleri ve yardımcılarının görevlendirilmesinin sağlanması, öğrenim ve
öğretimin hürriyet ve teminat içinde ve çağdaş bilim ve teknoloji gereklerine
ve kalkınma planı ilkelerine göre yürütülmesi esasları kanunla düzenlenir.
Üniversitelerin
bütçeleri, genel ve katma bütçelerin bağlı olduğu esaslara uygun olarak
yürürlüğe konulur ve denetlenir.
Üniversitelerle
onlara bağlı fakülte, kurum ve kuruluşlarda öğrenim ve öğretim hürriyetlerinin
tehlikeye düşmesi ve bu tehlikenin üniversite organlarınca giderilmemesi
halinde Bakanlar Kurulu ilgili üniversitelerin veya bu üniversiteye bağlı
fakülte kurum ve kuruluşların idaresine el koyar ve bu kararını hemen Türkiye
Büyük Millet Meclisi Birleşik Toplantısının onamasına sunar. Hangi hallerin el
koymayı gerektireceği, elkoyma kararının ilân ve uygulanma usulleri ile süresi
ve devamınca Bakanlar Kurulunun yetkilerinin nitelik ve kapsamı kanunla
düzenlenir."
III-
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 22/10/1973 gününde Muhittin Taylan,
Avni Givda, Sait Koçak, Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar,
Halit Zarbun, Ziya Önel, Abdullah Üner, Kani Vrana, Lûtfi Ömerbaş, Şevket
Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle
yapılan ilk inceleme toplantısında aşağıda açıklanan konular üzerinde durulmuş
ve yine aşağıda açıklanan sonuçlara varılmıştır.
1-
Kimi kuralları Anayasa'ya aykırılık iddiasiyle dava konusu edilen 26/6/1973
günlü, 1775 sayılı Kanun 11/7/1973 günlü 14591 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanmıştır. Dava dilekçesi Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliğince
8/10/1973 gününde kaleme havale edilerek 2328 sıra ve 1973/41 esas sayısını
almış bulunmaktadır. 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 26. maddesinin birinci
fıkrasına göre dava o günde açılmış sayılacağı için yasal süresi içindedir.
2-
Cumhuriyet Halk Partisi dava gününde ve daha sonra Türkiye Büyük Millet
Meclisinde grubu bulunan bir siyasî partidir. Onun için de Anayasa'nın değişik
149. maddesi uyarınca kanunların veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüklerinin veya bunların belirli madde ve kurallarının Anayasa'ya
aykırılığı iddiasiyle Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya iptal davası açmaya
hakkı vardır.
3-
Dava dilekçesine bağlı Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisinin 25/7/1973 günlü
toplantısının ikinci oturumunda alınan kararın Parti Genel Sekreterliğince
onanan örneğinden toplantıya katılan 35 üyenin oylariyle Polis Vazife ve
Selâhiyet Kanununda yapılan değişiklikler dolayısiyle Anayasa Mahkemesine iptal
istenerek başvurulmasına karar verildiği anlaşılmış ve davanın Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu tarafından açıldığı görülmüştür.
Cumhuriyet
Halk Partisi Tüzüğünün 24., 25. maddelerine göre Parti Meclisinin Partinin eri
yüksek Merkez organı sayılması gerekir; üye tamsayısı 43 tür. Yine sözü geçen
Tüzüğün 34. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Genel Başkan'a izafeten Partiyi
mahkemelerde, Devlet daire ve müesseselerinde genel sekreter temsil eder. Şu
duruma göre 44 sayılı Kanunun 25. maddesinin l sayılı bendinde yer alan
"iptal davasının siyasî partinin tüzüğüne göre en yüksek merkez organının
en az üye tamsayısının salt çoğunluğu ile alacağı karar üzerine genel başkan
veya vekilince açılacağı" yolundaki kurala uyulduğu anlaşılmaktadır.
4-
Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisinin dava açılmasına ilişkin kararı
örneğinde karara katılanların imzalarının bulunmaması, burada gerçekten önemli
olan karara katılanların adları değil sayısı olduğu ve bu sayı da kararda
belirtildiği için, 44 sayılı Kanunun 26. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca
giderilmesi gerekli bir eksiklik niteliğinde sayılmamıştır. Kemal Berkem, Şahap
Arıç, Şevket Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Ahmet H. Boyacıoğlu yetki
kararının imzalarla birlikte tam örneğinin getirtilmesi gerektiğini ileri sürerek
bu görüşe katılmamışlardır.
Dava
dilekçesine davayı açan Parti Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu'nun bu göreve
seçilme belgesinin eklenmemiş bulunması, Cumhuriyet Halk Partisinin Türkiye
Büyük Millet Meclisinde grubu bulunduğu nasıl biliniyorsa Genel Sekreterin kim
olduğu da öylece bilindiği için, eksiklik niteliğinde görülmemiştir. Genel
Sekreterliğe seçilme belgesinin getirtilmesi gerektiğini ileri süren Ahmet H.
Boyacıoğlu bu görüşe katılmamıştır.
5-
Böylece;
Dosyanın
eksiği bulunmadığı anlaşıldığından Anayasa'nın değişik 147., değişik 149., 150.
ve 44 sayılı Kanunun 21., 22., 25; 26. maddelerine uygun görülen işin esasının
incelenmesine Kemal Berkem, Şahap Arıç, Şevket Müftügil, Nihat O.
Akçakayalıoğlu, Ahmet H. Boyacıoğlu'nun Parti Meclisi yetki kararının,
imzalarla birlikte tam örneğinin ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun ayrıca genel
sekreterliğe seçilme belgesinin 44 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca
getirtilmesi gerektiği yolundaki karşıoyları ve oyçokluğu ile 22/10/1973
gününde karar verilmiştir.
IV-
ESASIN İNCELENMESİ :
Davanın
esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, 1775 sayılı Kanunun Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülen kuralları, dayanılan Anayasa ilkeleri, bunlara ilişkin
gerekçeler ve başka yasama belgeleri, dava ile ilişkisi bulunan öteki metinler
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava
konusu yasa kurallara aşağıda ayrı ayrı incelenip tartışılacaktır.
l-
1775 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ;
26/6/1973
günlü, 1775 sayılı Kanunun 2. maddesi 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet
Kanununun 9. maddesine bir fıkra eklemektedir. 9. maddede polisin;
aaa)
Bu maddenin A, B, C işaretli bentlerinde açıklanan silâh ve tabancaları,
bunların fişeklerini; yakıcı, öldürücü, ateş alıcı maddeleri, zehirli gazları,
yaralayıcı aletleri,
bbb)
D ve E işaretli bentlerde belirtildiği üzere kamu güvenliği için tehlikeli bir
araç olarak kullanılabilecek her türlü eşyayı ve serseri ve sabıkalılarda
bulunan ve suç işlemeğe yarayan tüm araçları,
ccc)
F işaretli bentte sözü edilen gramafon plâklarını, filimleri, basma yazı ve
resimleri,
Alacağı;
şüphe üzerine serseri ve sabıkalıların üzerlerini arayabileceği; suç konusu
olanları adliyeye, ötekileri ilgili yerlere vereceği yazılıdır.
Bu
maddeye 1775 sayılı Kanunla eklenen fıkra ile de polise adlî görevleri
sırasında ilgili kanunlara göre yaptığı aramalar dışında;
aaa)
Millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde,
bbb)
O yerin en büyük mülkiye amirinin emri ile,
ccc)
Şüphe edilen kişilerin üstünü, özel kâğıtlarını, eşyasını aramak,
ççç)
9. maddenin yukarıda değinilen bentlerinde saptanan alet veya eşyaya el koymak,
Görev
ve yetkisi tanınmaktadır.
Anayasa'nın,
özel hayatın korunmasını düzenleyen kurallar arasında yer alan ve özel hayatın
gizli kalmasını öngören değişik 15. maddesinde ilke "özel hayatın
gizliliğine dokunulamıyacağı" yolundadır. Maddede bundan sonra ana kuralın
istisnaları yer almaktadır. En başta "adlî kovuşturmanın gerektirdiği
istisnalar" saklı tutulmuştur. Özel hayatın gizliliği ilkesine daha sonra
getirilen istisna; kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulünce verilmiş hâkim
kararı bulunmak koşulu altında kişinin üstünün, özel kâğıtlarının ve eşyasının
aranabilmesi ve bunlara el konulabilmesidir.
Özel
hayatın gizliliğine kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulünce verilmiş hâkim
kararı ile dokunulabileceği yolundaki istisna kuralının da bir anayasal
istisnası vardır. O da millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede
sakınca bulunan hallerde hâkim kararı yerine kanunun yetkili kıldığı merciin
emri ile yetinilerek bir kimsenin üstünün özel kâğıtlarının ve eşyasının
aranabilmesine ve bunlara elkonulabilmesine olanak tanıyan kuraldır.
1775
sayılı Kanunun dava konusu 2. maddesi ile Anayasa'nın değişik 15. maddesindeki
son istisna kuralının yansıtılması istenmiş; ancak aşağıda tartışılıp
açıklanacağı üzere bu yansıtmada Anayasa ile çelişkiye düşülmüştür.
Dava
ve inceleme konusu maddeye ilk bakışta Anayasa kuralı kanuna aktarılmış gibi
görünür. Ancak bu nitelikte bir kuralın olduğu gibi Yasaya geçirilmesinin dahi
Anayasa Koyucunun ereğine ve yönergesine uygun düşeceği ve bir yasal düzenleme
işini göreceği düşünülemez. Dava konusu kuralın Anayasa'nın değişik 15.
maddesinin ikinci fıkrası gereğinin yerine getirildiği tek bölümü istisnaî
durumlarda arama ve elkoymayı buyurmağa yetkili mercie ilişkin olanıdır. Bu,
"o yerin en büyük mülkiye amiri" olarak belirlenmiş; ancak yetkinin
hangi koşullar altında, nasıl kullanılacağı açıklanmamıştır. Oysa "millî
güvenlik" ve "kamu düzeni" uygulayıcıların kişisel görüş ve
anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de
keyfiliğe dek varabilir çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel
kavramlardır. "Gecikmede sakınca bulunan haller" de en az o kavramlar
kadar kesin ve keskin çizgilerle belli edilmesi, sınırlanması zorunlu bulunan
bir deyimdir. Dava konusu kuralda "şüphe edilen kimseler" denilerek
yasal düzenlemeye Anayasa'nın pek istisnaî durumlar için öngördüğü bir yetkinin
hele ikinci, üçüncü aşamadaki görevlilerce kullanılmasını olağanlaştırmağa,
genelleştirmeğe ve büsbütün öznelleştirmeğe elverişli bir deyim daha
eklenmiştir.
Öte
yandan Anayasa'nın değişik 15. maddesinin ikinci fıkrasındaki ana istisna
kuralında (hâkim karariyle arama ve elkoyma) "kanunun açıkça gösterdiği
hallerde" koşulu yer almış bulunmaktadır. "Kanunla yetkili kılınan
merciin buyruğu ile arama ve elkoyma" ana istisnanın bir istisnası
olduğuna göre koşulun burada da geçerli olması gerekir.
Kaldı
ki Anayasa Koyucunun hâkimlerce verilecek kararlarda dahi "kanunun açıkça
gösterdiği hallerde" koşulunu öngörmüş olduğu gerçeği "buyrukla arama
ve elkoyma" konusu yasa ile düzenlenirken görmezlikten gelinemez. Onun
için söz konusu yetkinin hangi hallerde kullanılabileceğinin Yasa'da açıkça
gösterilmesi bu yönden de zorunludur.
Görülüyor
ki 1775 sayılı Kanunun 2. maddesi, Anayasa'nın değişik 15. maddesinin ikinci
fıkrası ile güdülen ereği ve konulan sınırı aşmakta ve "özel hayatın
gizliliği" temel hakkının özüne dokunmaktadır. Anayasa'nın değişik 11. ve
değişik 15. maddelerine aykırı olan kuralın iptal edilmesi gerekir.
Kemal
Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun, Şevket Müftügil ve Nihat O.
Akçakayalıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
2-
1775 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi:
2359
sayılı Kanunun 13. maddesinde polisin halkın rahatını bozacak ve rezalet
sayılacak biçimde sarhoş olanlarla sarhoşluk durumunda başkalarına sataşanları
ve mutlak olarak kamunun istirahatını bozanları yakalayacağı ve yirmi dört saat
içinde adliyeye vereceği yazılıdır.
Bu
maddeye 1775 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen fıkrada ise yukarıda sözü
edilenlerin sarhoşluk durumlarının;
aaa)
Resmî tabip raporu ile,
bbb)
Yoksa özel tabip raporu ile;
ccc)
Tabip hiç yoksa yardımcı sağlık hizmetleri personelinden birinin müşahade
raporu ile,
Saptanması
öngörülmektedir.
Saldırgan
sarhoşluğun saptanmasında, yukarıda görüldüğü üzere, kural resmî hekim raporuna
dayanılmasıdır. Resmî hekim yoksa özel hekime başvurulacaktır. Ülkemizin içinde
bulunduğu koşullara göre Kanun Koyucu bir yerde hiç hekim bulunmaması durumunu
da düşünmek, güvenliğin ve kamu yararının gerektirdiği tedbirleri bulmak
zorunluğundadır. Dava konusu kuralda, hiç hekim bulunmaması halinde istisnaî
olarak yardımcı sağlık personelinin gözlenimlerinden yararlanılması yoluna
gidilmiş ve böylece bu çeşit olaylarda hekim yokluğundan doğacak sakıncaların
bir ölçüde giderilmesine çalışılmıştır.
İptali
dava edilen kural yasalarımızda yeni yer almakta da değildir. Söz gelimi
11/10/1336 günlü; 38 sayılı Tababeti Adliye Kanununun 3. maddesinde adlî
raporların ancak diplomalı hekimlerce düzenlenebileceği; hekim yoksa sağlık
memurlarına, bunlar da yoksa adliyece uygun görülecek bilirkişilere
"şahadet ilmühaberi" düzenletileceği yazılıdır.
1775
sayılı Kanunun 3. maddesinin, yukarıda açıklanan kapsamı ve konuluş ereği ile,
anayasal temel hakların özüne dokunan veya başka herhangi bir Anayasa kuralı
ile çelişir yönü bulunmadığı ortadadır. Davanın bu maddeye yönelen bölümünün
reddedilmesi gerekir.
3-
1775 sayılı Kanunun 4. maddesi:
a)
4. maddenin birinci fıkrası:
1775
sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin
birinci fıkrasında kolluğa "imdat istenmesi veya yangın, su baskını ve
boğulma gibi büyük tehlikelerin haber verilmesi veya görülmesi hallerinde bir
de ağır cezalı bir suçun işlenmesine veya yapılmakta devam olunmasına mani
olmak için" konutlara, işyerlerine ve eklentilerine girebilme yetkisi
tanınmaktadır. Kural 2559 sayılı Kanunun 20. maddesinin eski metninin
tıpkısıdır; ancak orada yalnız evlerden söz edilmekte iken işyerleri ve eklentileri
yönünden de kuralı bir açıklık getirilmiştir.
Kolluğun
konutlara, işyerlerine ve eklentilerine doğrudan doğruya girebilmesi için
gerçekleşmesi gereken ve 2559 sayılı Kanunun 1775 sayılı Kanunla değişik 20.
maddesinin birinci fıkrasında saptanan dunun ve koşullara bakılınca Anayasa'nın
16. maddesinde anlatımını bulan "konut dokunulmazlığı" ilkesine
getirilmiş bu sınırlamada kamu düzeni ve kamu yararının korunması ereğinin
güdüldüğü ve sınırlamanın temel hak ve hürriyetin özüne dokunur bir kapsam ve
nitelikte bulunmadığı kolayca ve açıkça görülür. Anayasa'nın değişik 11.
maddesi temel hak ve hürriyetlerin, özüne dokunmamak koşulu altında, kamu
düzeninin ve kamu yararının korunması ereği ile ve kanunla sınırlanabileceği
ilkesini getirmektedir. İnceleme konusu sınırlama anayasal ölçüye uygun
bulunduğu ve böylece Anayasa'ya aykırılıktan söz edilemiyeceği için davanın
1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasına yönelen bölümünün
reddedilmesi gerekir.
b)
4. maddenin ikinci fıkrası:
4.
maddenin ikinci, üçüncü, dördüncü fıkraları 2559 sayılı Kanunun 20. maddesinin
eski metninde bulunmayan bir konuyu, kolluğun üniversite, bağımsız fakülte veya
üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya eklerine girebilmesini
düzenlemektedir. İkinci fıkra (A) ve (B) işaretli bentlerden oluşmuştur.
aa)
İkinci fıkranın (A) işaretli bendi:
1775
sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin
ikinci fıkrasının (A) işaretli bendine göre üniversite binaları ve ekleri
içinde kurumun olanaklariyle önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması
olasılığı karşısında rektörün, acele hallerde de dekanın veya bağlı kuruluş
yetkililerinin kolluk gücünden yardım istemeleri halinde üniversite, bağımsız
fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine
girilebilecektir.
Kolluğa
bu kuralla verilen yetkinin işleyebilmesi için iki koşulun gerçekleşmesi
gerekmektedir.
aaa)
Üniversite binaları ve ekleri içinde kurumun kendi olanakları ile önlenemeyecek
olayların çıkması olasılığının bulunması;
bbb)
Rektörün; acele hallerde de fakülte dekanının veya bağlı kuruluş yetkililerinin
kolluk gücünden yardım istemeleri.
Burada
kamu düzeni ve güvenliğini ilgilendiren alanda bir yardım istenmesi ve kolluk
gücünün yardıma koşması durumu söz konusudur. 4/7/1934 günlü, 2559 sayılı Polis
Vazife ve Selâhiyet Kanununun 1. maddesine göre polis; asayişi, kişi, tasarruf
güvenliğini, konut dokunulmazlığını, halkın ırzını, canını, malını korur;
kamunun istirahatini sağlar; yardım isteyenlerle yardıma muhtaç çocuk, alil ve acizlere
yardım eder.
Öte
yandan 7/7/1973 te yürürlüğe giren 20/6/1973 günlü, 1750 sayılı Üniversiteler
Kanunu rektörün üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğunu ve bütün
kuruluşlar üzerinde genel bir denetleme yetkisi bulunduğunu saptamıştır (Madde
13/3, 5), Dekan, fakülte tüzel kişiliğinin ve fakülteye bağlı kurumların tüzel
kişiliklerinin temsilcisidir; fakültenin genel yönetimini ve düzenli
çalışmasını sağlar (aynı Kanun : madde 16/2, 3). Doğrudan doğruya üniversite
veya bir fakülteye bağlı yüksek okul ve okulların müdürleri 1750 sayılı Kanunla
dekanlara verilmiş görevleri okul bakımından yerine getirirler (aynı Kanun :
madde 17/7). Yine Üniversiteler Kanununda (madde 66/1, 2) üniversitelerle bir
üniversiteye bağlı kurumların ve bağımsız fakültelerin yetkili yönetim
organları öğrenim ve öğretim hürriyetlerinin korunması ve bütün görevlerin
düzenli biçimde yerine getirilmesi için her türlü tedbirleri almakla yükümlü
tutuldukları gibi ayrıca rektöre, acele hallerde de dekana veya bağlı kurulun
yetkililerine üniversite binaları veya ekleri içinde, üniversitenin olanakları
ile önlenemeyecek görünen olayların geçmesi olasılığı karşısında kolluk
gücünden yardım isteme yetkisi tanınmıştır.
Üniversitede
ağır olaylar çıkması olasılığı karşısında görevleri, nitelikleri ve kişilikleri
yukarıda özetlenen yasa kuralları ile belirlenmiş yetkilerinin kolluk gücünden
yardım istemelerinin ve kolluk gücünün de yardım gereklerini yerine
getirmesinin konut dokunulmazlığı ile ilgisi ve Anayasa'nın üniversitelere
ilişkin değişik 120. maddesine veya başka ilkelerine aykırılığı düşünülemez.
Davanın, 1775 sayılı Kânunun 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4.
maddesinin ikinci fıkrasının (A) işaretli bendine yönelen bölümünün
reddedilmesi gereklidir.
bb)
İkinci fıkranın (B) işaretli bendi :
1775
sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin
ikinci fıkrasının (B) işaretli bendine göre kolluk "herhangi bir davet
veya izne bağlı olmaksızın suç ve suçluların kovuşturulması için her zaman
üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya
bunların eklerine girebilecektir."
Görüldüğü
gibi burada "suç ve suçluların kovuşturulması için çağırışız, izinsiz
üniversiteye girilmek" ten söz edilmektedir. Anayasa'nın değişik 120.
maddesinin birinci fıkrasında ise "Üniversite özerkliği, bu maddede
belirtilen hükümler içinde uygulanır ve bu özerklik, üniversite binalarında ve
eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engel olmaz."
denilmiştir. İlk bakışta deyiş biçimleri ve içeriği yönünden Yasa kuralı ile
Anayasa ilkesi arasında bir benzerlik, bir aynı doğrultuda oluş göze
çarpmaktadır. Şu duruma göre önce Anayasa ilkesinin bütünü içinde yorumlanması
sonra da dava konusu kuralın yorum sonunda elde edilen verilere uygun düşüp
düşmeyeceğinin saptanması gerekecektir.
Anayasa'nın
değişik 120. maddesinde üniversitelerin özerk tüzel kişiler olarak tanımlanması
ve bunların ancak Devletçe ve kanuna dayanılarak kurulabileceklerinin
saptanması ile güdülen ereğin siyasal çevrelerin, özellikle iktidarların ve
ayrıca çeşitli baskı kümelerinin üniversite çalışmalariyle öğretim ve eğitimini
etki altında tutabilmeleri yolunu kapatmak ve bu faaliyetlerin bilimsel
gerekler ve gereksinmelerden başka herhangi bir dış etkiden uzak kalacak bir ortamda
sürdürülmesini sağlamak olduğunda kuşku yoktur. Anayasa Mahkemesi üniversite
özerkliğinin nedenini ve gerekçesini (4/2/1966 günlü, 1965/32-1966/3 sayılı,
3/2/1968 günlü, 1967/32-1968/57 sayılı; 12/1/1971 günlü, 1969/31-1971/3 sayılı
kararlarda görüleceği üzere) öteden beri böyle anlamış ve saptamış
bulunmaktadır.
Başka
bir deyiş yoluna gidilecek olursa, üniversite özerkliğinin bir imtiyaz veya
dokunulmazlık olmadığı da söylenebilir. Onun içindir ki bu özerkliğin
üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına
engellik etmesi düşünülemez. Çünkü gerçekte işlenmiş bir suçun ve onu
işleyenlerin üniversite binalarında ve eklerinde yetkililerce kovuşturulması
kamu düzenini ve kamu güvenliğini yakından ilgilendiren bir sorundur. Anayasa'nın
120. maddesinde 1488 sayılı Yasa ile değişiklik yapılmamış olsaydı bile
üniversite binalarında ve eklerinde işlenmiş suçların ve suçlularının veya suç
işleyip de buralara sığınanların kovuşturulmasına özerkliğin gene de engellik
edemiyeceği ortadadır.
Üniversite
Özerkliği, Anayasa'nın 120. maddesinde yapılan değişikliklerle belirgin duruma
getirilmiş; suç ve suçluların kovuşturulması ile özerklik arasındaki ilişki ve
sınır açıklığa ve kesinliğe kavuşturulmuştur. Şu duruma göre kolluk gücünün bu
belirli sınırı aşması; yetkisini başka alanlara taşırması düşünülemez ve ne
özerklik ne de "suçların ve suçluların kovuşturulması" kavramlariyle
bağdaşamaz. Çünkü "suçların ve suçluların kovuşturulması" sözlük
anlamı da açık olan hukukî bir kavramdır; kapsamı ve içeriği yasa kurallariyle
belli edilmiştir. Nitekim Anayasa'nın değişik 15. maddesinin birinci fıkrasında
da "adlî kovuşturma" dan söz edilmekte olması "suçların ve
suçluların kovuşturulması" nın "adlî kovuşturma" niteliğini
ayrıca kanıtlar, işlenmiş bir suçun takibine, delillerinin elde edilmesine,
faillerinin kovalanmasına, yakalanmasına yönelmiş çalışmalar "adlî
kovuşturma" kavramı içine girdiğinden Anayasa'nın değişik 120. maddesinde
öngörülen ve özerkliğin engellik edemeyeceği belirtilen işin adlî zabıta görevi
olduğu açıkça ortaya çıkar.
Anayasa'nın
değişik 120. maddesindeki söz konusu kavramın içeriği, niteliği ve güdülen erek
böylece saptandıktan sonra şimdi de dava konusu kuralın bu anlayışa, başka
deyimle Anayasa'nın özüne uygun olup olmadığı üzerinde durulacaktır.
Anayasa'da
"suçun ve suçluların kovuşturulması" deyimi "adlî
kovuşturma" anlamında kullanıldığına göre bu deyimin tıpkı tıpkısına yer
aldığı (B) bendinin adlî zabıtanın görevi sırasında uygulanacak bir kural
olduğu anlaşılır. Bu bentte geçen "her zaman" deyiminden suç ve
suçluların kovuşturulmasında yani kolluğun adlî görevini yerine getirirken,
gece, gündüz ayrımı yapılmaksızın bu hizmetin görüleceği anlamının çıktığı;
böyle bir görevin yerine getirilmesinin ise çağrı ve izin koşuluna
bağlanamayacağı ortadadır.
Şurasının
açıklanması da yerinde olacaktır: Anayasa'nın değişik 120. maddesinde ve dava
konusu kuralda geçen "üniversite binaları ve ekleri" deyiminden
yönetim, öğretim ve eğitimin sürdürüldüğü yerler anlaşılır. Üniversiteler için
de görevlilere ayrılmış konutların veya bu erekle kullanılan başka yerlerin bu
kavramın dışında kabul edilmesi gereklidir,
Yukarıdan
beri açıklananlar gözönünde bulundurulursa 1775 sayılı Kanunun, 2559 sayılı
Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin ikinci fıkrasının (B) işaretli
bendinin Anayasaya aykırı yönü bulunmadığı görülür. Davanın, sözü geçen kurala
yönelmiş bölümünün reddedilmesi gereklidir. Muhittin Taylan, Avni Givda, Ahmet
Akar, Kani Vrana, Muhittin Gürün ve Şevket Müftügil bu görüşe katılmamışlardır.
C)
4. maddenin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi:
1775
sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kuralına göre suç ve suçluların kovuşturulması
için çağrı veya izne bağlı olmaksızın üniversite, bağımsız fakülte veya
üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine giren kolluk
gücü, giriş nedeninin niteliğine göre kurumun yetkililerini girişimden haberdar
edebilecektir. Bu, kolluk gücü üniversite binalarına ve eklerine girişinden
yetkililere dilerse bilgi verecek dilemezse vermeyecek demektir.
Kolluk
gücünün suç ve suçlu kovuşturmak üzere çağırışız ve izinsiz üniversite
binalarına ve eklerine girdiği halde durumdan yerine göre rektörü, dekanı veya
okul müdürünü haberdar dahi etmemesi Anayasa'nın değişik 120. maddesinde
belirtilen hükümler içinde uygulanacak olan üniversite Özerkliği ile
bağdaştırılamıyacak bir tutum olur. Kural bu niteliği ile sözü geçen 120.
maddedeki üniversite özerkliği ilkesine açıkça aykırıdır, iptal edilmesi
gerekir.
Kemal
Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun ve Abdullah Üner bu görüşe
katılmamışlardır.
Ç)
4. maddenin geriye kalan kuralları:
4.
maddenin geriye kalan kuralları;
aaa)
Üçüncü fıkradaki "ikinci fıkranın (A) bendi uyarınca yardım istenmesinde
isteğin derhal yerine getirileceğine",
bbb)
Dördüncü fıkradaki; ilgili kurumların kovuşturma dolayısiyle kolluk gücüne
gereken her türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlü bulunduklarına,
İlişkin
olanlardan ibarettir. Bunlarda Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmadığı tartışmayı
ve açıklamayı gerektirmeyecek biçimde ortadadır. Davanın bu kurallara yönelen
bölümünün reddedilmesi gerekir. 1
V-
SONUÇ :
4/7/1934
günlü, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 9. ve 13. maddelerine
birer fıkra ekleyen ve 20. maddesini değiştiren 1775 sayılı Yasa'nın dava
konusu;
1-
İkinci maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Kemal Berkem, Şahap
Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun, Şevket Müftügil ve Nihat O.
Akçakayalıoğlu'nun karşıoyları ve oyçokluğu ile;
2-
Üçüncü maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen
bölümünün reddine oybirliğiyle;
3-
Dördüncü maddesinin:
a)
Birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen
bölümünün reddine oybirliğiyle;
b)
İkinci fıkrasının;
aa)
A işaretli bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen
bölümünün reddine oybirliğiyle;
bb)
B işaretli bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen
bölümünün reddine Muhittin Taylan, Avni Givda, Ahmet Akar, Kani Vrana, Muhittin
Gürün, Şevket Müftügil'in karşıoyları ve oyçokluğu ile;
C)
Üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kuralının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun ve Abdullah
Üner'in karşıoyları ve oyçokluğu ile;
Ç)
Maddenin geriye kalan kurallarının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın
bunlara yönelen bölümünün reddine oybirliğiyle,
25/4/1974
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Başkanvekili
Avni
Givda
|
Üye
Kemal
Berkem
|
Üye
Şahap
Arıç
|
|
|
|
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Abdullah
Üner
|
|
|
|
|
Üye
Kâni
Vrana
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
|
|
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞI
OY YAZISI
2559
sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun
4. maddesiyle değişik 20. maddesinin 2. fıkrasının dava konusu yapılan (B)
işaretli bendinde yer alan "Herhangi bir davet veya izne bağlı olmaksızın
suç ve suçluların kovuşturulması için her zaman" biçimindeki kurala
dayanarak kolluğun üniversiteye, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı
kurumların binalarına veya bunların eklerine her zaman girebileceği
anlaşılmaktadır.
Hatta,
değişik 20 maddenin 3. fıkrasının son cümlesindeki "..... Kurumun
yetkilileri teşebbüsten haberdar edilir." deyiminden de, söz konusu
girişimden yetkilileri haberdar edip etmemenin, kolluk görevlilerinin kendi
istek ve seçmelerine ve dolayısiyle kendi değerlendirmelerine bırakılmış bulunduğu
ortaya çıkmaktadır.
Diğer
yönden, Anayasa'nın üniversitelerle ilgili 120. maddesinin 2. fıkrasında
"Üniversite özerkliği, bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve
bu özerklik, üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların
kovuşturulmasına engel olamaz." hükmü de yer almaktadır.
Yukarıda
sözü geçen dava konusu (B) işaretli bentteki hükmün, buraya Anayasa'nın 120.
maddesinin 2. fıkrasından aynen aktarılmış ve dolayısiyle ordaki hükmün
tekrarından ibaret olduğu yolundaki bir benimseme ile, Anayasa'ya uygunluğu
gibi bir düşünce öne sürülebilir. Ancak, her iki hüküm amaçlarına göre
karşılaştırıldığında, birbirinden çok ayrımlı bulunduktan hemen ortaya
çıkmaktadır. Anayasa'nın 120. maddesindeki hüküm, üniversite özerkliğinin suç
ve suçluların kovuşturulması bakımından sadece engellik edemiyeceğini
göstermekte ve böylece olumsuz yönden bir sınır getirmektedir. Yoksa, bu
özerkliğin böyle bir halde dahi yok sayılmasını gerektirmemekte, tersine her
iki konuyu birbiriyle bağdaşır duruma sokarak, bir yandan üniversite
özerkliğini saklı tutmakla beraber, öbür yandan kolluğun suçlara ve suçlulara
karşı yasadan gelen görevlerini geciktirmeden yapmak olanağını sağlamaktadır.
Demek ki, Anayasa'nın 120. maddesi hükmü, suç ve suçluların kovuşturulması
halinde dahî üniversite özerkliğinin gözönünde bulundurulması ve korunması
zorunluğunu koymaktadır.
Buna
karşılık, dava konusu kural üniversitelerin Anayasa'dan gelen özerkliğini hiç
hesaba katmadan madde metnine sanki salt bir yetki imiş gibi konulmuş ve
böylece kolluğun sonuçta, uygulamalardan önce veya sonra olmak üzere,
üniversiteye, bağımsız fakültelere veya bunlara bağlı kurumların yetkililerine
hiç haber verme gereğini duymadan, bu yerlerin çevrelerine izinsiz, çağırışız
ve yalnız kendi istekleriyle seçmelerine dayanarak, her zaman girebilmelerine
olanak hazırlamış bulunmaktadır. Böyle bir öngörme ve uygulamanın ise giderek
sonunda keyfîliğe dönüşmesi ve dolayısiyle her iki kamu idaresi arasında
çelişme ve sürtüşmelere yol açması olasılığı her vakit vardır.
Ceza
Usul Hukukunda, suçluların kovuşturulması deyim ve kavramı, sadece bir kamu
veya şahsî ceza davasının açılmasından başlayan sonraki soruşturma evrelerini
kapsadığına göre, Anayasa'nın 120. maddesinin 2. fıkrasında "Suç ve
suçluların kovuşturulması" deyimine yer verilmesi, dava konusu kuralın
kanunda salt bir yetki biçiminde yer almasını gerektirici diye yorumlanamaz.
Çünkü kolluk tarafından suçların kovuşturulmasından değil yalnız izlenmesinden
ve araştırılmasından söz edilebilir. Burada suçların da suçlularla birlikte
kovuşturulmasından söz edilmesindeki amaç, işlenmiş bir suç karşısında kolluğun
yasasal görevini yapmasına üniversite özerkliğinin, bir suçun işlenmesinden
sonra sanığın saptanması, yakalanması ve adalet mercilerine teslim edilmesi
gibi yasasal görevleri karşısında sadece engelleyici olmamasını sağlamaktan
ibarettir. Demek ki, üniversite özerkliğinin böyle bir halde dahi işler
durumunda olduğu kabul edilmiştir. Bundan başka, birer kamu kuruluşu olan
üniversite, bağımsız fakülte veya bunlara bağlı kurumların, bu özerk ve
bağımsız varlıkları gereği olarak kolluk, suç ve suçluların kovuşturulması
nedeniyle de olsa, karşılıklı ve bağdaşır bir tutum içinde davranma ve
görevlerini yerine getirme durumundadırlar. Bu bakımdan, sözü geçen kural önce
yukarıdaki nedenlerle Anayasa'nın 120. maddesine aykırı bulunmaktadır.
Ayrıca,
üniversite, bağımsız fakülte ve bunlara bağlı kurumların çevrelerinde yurtlar
ve lojmanlar gibi salt mesken olan veya meskenden sayılan yerler dahi
bulunmaktadır. Bunlar hakkında Anayasa'nın 16. maddesiyle öngörülüp diğer
ilgili yasalarda benimsenen (Konut dokunulmazlığı) nı ortadan kaldıracak ve
böylece bu temel hakkın özüne dokunabilecek bîr yasa kuralının Anayasa ile
bağdaşamıyacağı açıkça ortadadır. Nitekim, dava konusu kural kanuna konulurken,
böyle bir sonucun doğacağı da hiç düşünülmemiş demektir. Çünkü, bu kurala göre,
kolluğun üniversiteye, bağımsız fakültelere veya bunlara bağlı kurumların
çevrelerinde bulunan yurtlarla lojmanlara, hiç haber vermeden ve bir çağrı ile istek
olmadan veya diğer kanunlardaki konu ile ilgili koşullar gerçekleşmeden soyut
olarak kendi istek ve seçmesine dayanarak yapacağı değerlendirme üzerine her
zaman girebileceği anlaşılmaktadır.
Kararın,
2559 sayılı Kanunun, 1775 sayılı Kanunun 4. maddesiyle değişik 20. maddesinin
(B) işaretli bendindeki kuralın Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmadığına ve bu
kurala yönelen davanın reddine ilişkin bölümüne, yukarıda açıklanan nedenlerle
karşıyız.
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Üye
Kâni
Vrana
|
KARŞI
OY YAZISI
2559
sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin
26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini
değiştiren 4. maddesinin ikinci fıkrasının (B) işaretli bendine göre kolluk
"herhangi bir davet veya izne bağlı olmaksızın suç ve suçluların
kovuşturulması için her zaman üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye
bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine" girebilecektir. Bu
maddenin üçüncü fıkrasının son cümlesinden anlaşıldığına göre de girişimden
kurum yetkililerini haberdar edip etmemek görevlilerin kendi istek ve
değerlendirmelerine kalmaktadır.
Anayasa'nın
üniversitelere ilişkin değişik 120. maddesinin ilk fıkrasında "Üniversite
özerkliği bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve bu özerklik,
üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına
engel olmaz" denilmiştir.
Bu
deyiş biçiminden açıkça anlaşılacağı üzere suçların ve suçluların
kovuşturulması söz konusu olunca üniversite özerkliği tüm olarak bir yana
bırakılacak değildir; yalnızca özerkliğin kovuşturma gerekleriyle, onu
engellemiyecek biçimde bağdaştırılmasını gidilecektir. Oysa 1775 sayılı Kanunun
4. maddesinin ikinci fıkrasının (B) işaretli bendinde üniversite özerkliği
toptan yok sayılmış ve kolluğa dilediği zaman kendinin değerlendireceği
koşullar altında izinsiz, çağrısız, üstelik girişimden sonra bile kurum
yetkililerini haberdar etmekle yükümlü olmaksızın üniversite çevresine girmek
yolunda keyfiliğe dek varabilir nitelikte geniş ve salt bir yetki tanınmıştır.
Böyle bir yetkinin Anayasa'nın değişik 120. maddesinde belirtilen hükümler
içinde uygulanacak üniversite özerkliği ilkesi ile çelişip çatışacağı
ortadadır.
Öte
yandan değişik 120. maddedeki "suçların ve suçluların kovuşturulması"
deyimi dava konusu kurala da aktarılmıştır. Ancak bu aktarışın Yasa kuralını
Anayasa Koyucunun ereğine ve yönergesine uygun düşürdüğü düşünülemez. Anayasal
yönergeyi genel çizgileriyle belirleyen bu türlü bir kavramın ikinci, üçüncü
aşamadaki görevlilerce uygulanacak bir yasa kuralı içinde, uygulayıcıların
kişisel görüş ve anlayışlarına göre genişletilemiyecek ve öznel yorumlara konu
edilemiyecek bir biçimde kesin ve keskin çizgilerle belli edilmesi,
sınırlanması zorunludur. Böyle yapılmadığı için de Yasa kuralı değişik 120.
maddedeki kavramla güdülen anayasal ereğin ve sınırın aşılmasına her zaman için
elverişli bulunacaktır.
Yasa
kuralında kolluğun yetki alanı salt olarak "üniversite, bağımsız fakülte
veya üniversiteye bağlı kurumların binaları veya bunların ekleri" diye
belirlenmiş ve buralarda gerçek anlamiyle konut niteliğin de olan yerlerin de
bulunabileceği görmezlikten gelinmiştir. Kuraldaki salt anlatım kolluğun böyle
yerlere de her zaman, dilediği gibi girmesine elverişli ve kural şu niteliği ile
Anayasa'nın 16. maddesiyle çelişir durumdadır.
Yukarıdan
beri açıklananlar 1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrasının (B)
işaretli bendinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini ortaya
koymağa yeterlidir. 25/4/1974 günlü, 1973/41 1974-13 sayılı Anayasa Mahkemesi
kararının, söz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı yönü bulunmadığına ve davanın
bu kurala yöneltilmiş bölümünün reddedilmesi gerektiğine ilişkin (IV./3/b/bb)
işaretli bendine yukarıda belirtilen nedenlerle karşıyız.
|
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Ahmet
Akar
|
KARŞI
OY YAZISI
A)
İlk incelemede:
Dava
açılmasına yetki veren parti meclisi kararının imzalarla birlikte tam
örneğinin, 44 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi uyarınca getirtilmesi gerekir:
B)
Esasın incelenmesinde:
Anayasa'mızın
15 inci maddesiyle, demokratik ilkeler açısından kişi hürriyetlerine geniş bir
anlam getirilmiş; özel hayatın gizliliğine dokunulamıyacağı belirlenmiş ise de,
bu hürriyetlerin Anayasa'da öngörülen hedefleri aşar bir biçimde kullanılması
ve millî güvenlikle kamu düzenini etkiler bir hale getirilmesi de önlenmek
istenmiş bulunduğundan 1775 sayılı Kanunun, bu ereğe uygun olarak tedvin edilen
2 nci maddesiyle 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin
Anayasa'ya aykırı düştüğüne ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Sayın
Kemal Berkem'in yukarıda yazılı karşıoy yazısına aynen katılıyorum.
KARŞI
OY YAZISI
I.
İlk incelemeye ilişkin karşıoy :
44
sayılı Kanunun 26. maddesi gereğince Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisinin
dava açılmasına ilişkin kararı örneğinde karara katılan üyelerin kimliklerinin
anlaşılması için karara katılan üyelerin imzalarıyla birlikte tam örneğinin
getirtilmesi gerektiği kanısındayım. Buna yer olmadığı yolundaki karara
karşıyım.
II.
2559 sayılı Polis, Vazife ve Selâhiyet Kanununda değişiklik yapılmasına dair
1775 sayılı Kanunun 2. maddesinin Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu :
Bu
husustaki karşıoyum, Sayın Üye Şevket Müftügil'in karşıoy yazının bu konuya
ilişkin l sayılı bendindeki görüşün aynıdır.
III.
1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kuralının
Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu:
Bu
konudaki karşıoyum Sayın Üye Abdullah Üner'in bu konuya ilişkin karşıoy
yazısındaki görüşün aynıdır.
KARŞI
OY YAZISI
1-
Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 1775 sayılı Kanunla değiştirilen 20.
maddesinin üçüncü fıkrasının dava konusu edilen son cümlesi; "suç ve
suçluların kovuşturulması için üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye
bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine giren polisin, giriş
sebebini niteliğine göre bu kurumların yetkilerine haber verebileceği"
hükmünü kapsamaktadır. Madde metnindeki (Haber verebilir) ibaresi ile olayın
niteliğine göre haber verip vermemek polisin takdirine bırakılmıştır.
2-
Üniversite özerkliğine ilişkin Anayasa'nın 20/9/1971 günlü ve 1488 sayılı
Kanunla değiştirilen 120. maddesinin ikinci fıkrasında; "Üniversite
Özerkliği bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve özerklik,
üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına
engel olmaz" hükmü konulduktan sonra üniversite özerkliği:
a)
Üniversitelerin Devletin gözetimi ve denetimi altında kendileri tarafından
seçilen organları eliyle yönetilmesi.
b)
Üniversite organlarının, öğretim üyeleri ve yardımcılarının üniversite
dışındaki makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden
uzaklaştırılamıyacakları (maddenin son fıkrası hükmü saklı kalmak kaydıyle)
c)
Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcılarının serbestçe araştırma ve yayında
bulunabilecekleri,
ç)
Öğrenim ve öğretimin hürriyet ve teminat içinde ve çağdaş bilim ve teknoloji
gereklerine ve kalkınma planı ilkelerine göre yürütülmesi,
biçimlerinde
açıklanmıştır.
Görüldüğü
gibi Anayasa'nın değişik bu maddesinde (Üniversite Özerkliği) nin kapsamı bu
suretle belirtilmiş ve bu özerkliğin, üniversite binalarında ve eklerinde suç
ve suçluların kovuşturulmasına engel olmadığı da ayrıca açıklanmıştır.
Anayasa'nın bu maddesinde, suç ve suçluların kovuşturulması maksadı ile
üniversite binalarına ve eklerine giren polisin bunun sebebini kurum
yetkililerine bildireceği hakkında bir hükme yer verilmemiş, (giriş sebebini
bildirip bildirmeme) konusu özerklik kavramı dışında bırakılmıştır. Şu kadar
ki: Bu husus, yukarıda da işaret olunduğu üzere Polis Vazife ve Selâhiyet
Kanununun 1775 sayılı Kanunla değiştirilen 20. maddesinin üçüncü fıkrasında ele
alınmış ve polise, olayın niteliğine göre bildirilmesinde sakınca görülmüyorsa
bildirmek, sakınca varsa bildirmemek hususlarında takdir yetkisi verilmiştir.
Suç
ve suçluların kovuşturulması sırasında suçu ve suçluları araştırmak, izlemek,
delillerini tespit edebilmek için başta gelen şartlardan birisi de gizliliğe
riayet olduğunda şüphe yoktur. Hele Millî Güvenliği ve kamu düzenini
ilgilendiren önemli suçların takibinde bu şartın önemi büsbütün artacaktır. Bu
gibi olayların soruşturulmasında dahi (her halde haber verme) şartının
aranması, istenmiyerek de olsa meselenin şayi olmasına ve bu suretle
kovuşturmanın başarısızlıkla sonuçlanmasına ve hatta selâmetinin tehlikeye dahi
düşmesine yol açabileceği ihtimalini gözönünde tutan Kanun Koyucusunun bu
şekilde bir düzenlemeyi gerekli gördüğü meydandadır.
Özetlemek
gerekirse: Dava konusu fıkra hükmünün, Anayasa'da belirtilen (Üniversite
özerkliği) ile bir ilgisi bulunmadığı, Anayasa'nın 120. maddesi ile çelişik bir
duruma düşmediği ve sadece yukarıda işaret olunan sakıncalar dolayısiyle ve
millî güvenlik ve kamu düzeni mülahazalarıyle konulmuş olduğu cihetle bu fıkra
hükmünün iptaline dair olan çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞI
OY YAZISI
Polis
Vazife ve Selâhiyet Kanununda değişiklik yapılmasına dair olan 26/6/1973 günlü
ve 1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin B bendi hükmü Anayasa'ya aykırıdır. Şöyle
ki:
Söz
konusu 4. madde, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 20. maddesini
değiştirmekte ve bu maddenin B bendinde, zabıtanın, herhangi bir davet veya
izne bağlı olmaksızın, suç ve suçluların kovuşturulması için her zaman
üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya
bunların eklerine girebileceği ve bu giriş sebebinin niteliğine göre kurumun
yetkililerinin teşebbüsten haberdar edilebileceği hükümleri yer almaktadır.
Buna
göre zabıtanın, suç ve suçlu kovuşturulması gerekçesi ile dilediği anda
üniversite binalarına ve eklerine girebileceği ve gereksiz görmesi halinde
teşebbüsten kurum yetkililerine haber bile vermeyeceği sonucu çıkmaktadır.
Özerkliği
ve kendi organları eliyle yönetileceği Anayasa'ca kabul edilmiş bulunan
üniversitelere karşı zabıtanın bu nitelikte bir yetki ile donatılmış olmasının
söz konusu Anayasa hükümleri ile bağdaştırılması mümkün değildir.
Anayasa'nın
120. maddesinde yer alan ve bu yetkilere dayanak yapıldığı anlaşılan aşağıdaki
hükmün ise bu yolda bir anlayışa elverişli olmadığı meydandadır:
Gerçekten
Anayasa'nın 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 120. maddesinin ikinci fıkrasında
(Üniversite özerkliği, bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve bu
özerklik üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların
kovuşturulmasına engel olmaz.) hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü
gibi söz konusu Anayasa hükmü, kanunun B bendinde olduğu gibi haber verme
gereği bile duymadan zabıtanın suç ve suçlu kovuşturulması gerekçesiyle her an
üniversitelere ve eklerine girebileceklerini söylememekte, aksine üniversite
özerkliğini bu gibi hallerde dahi saklı tutan bir deyim biçimi kullanarak bu
özerkliğin, suç ve suçluların kovuşturulmasına engel olamıyacağı kuralını
koymaktadır. Şu halde yasa koyucunun, suç ve suçluların kovuşturulması
koşullarını, üniversite özerkliğini de saklı tutan bir uyum içinde düzenlemesi
ve sonuçtan hem suç ve suçluların üniversite içinde zabıtaca kovuşturulmasına
olanak sağlaması, hem de üniversite özerkliğinin ve kendi organları eliyle
yönetilmesi ilkesinin ayakta tutulması gerekirdi.
Halbuki
söz konusu yasa hükmü ile işin sadece bir yönü düzenlenip öteki yönü kenara
itilmek suretiyle Anayasa'nın 120. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne aykırılık
yaratılmıştır.
Öle
yandan üniversite binalarında veya eklentilerinde Anayasa'nın 16. maddesiyle
dokunulmazlığı kabul edilmiş olan "konut" niteliğinde (lojman ve
benzerleri gibi) yerler olabilir. Söz konusu B fıkrası hükmü bu açıdan herhangi
bir koruyucu düzenleme yapmadığı için Anayasa'nın 16. maddesine aykırı fiil ve
girişimlere de olanak verebilecek kapsamdadır ve bu yönden Anayasa'nın 16.
maddesine de aykırıdır.
Yukarıdaki
nedenlerle Anayasa'ya aykırı bulunan B fıkrası hükmünün iptali gerektiğinden
kararın konuya ilişkin bölümüne karşıyım.
KARŞI
OY YAZISI
I-
2559 sayılı Yasa'nın 9. maddesine 1775 sayılı Kanunla eklenen ve iptal davası
konusu edilen fıkra incelendiği takdirde görülürki, polisin arama yetkisini
kullanabilmesi için bazı ön koşullar aranmaktadır. Polis her istediği zaman,
istediği her kişinin üzerini arama hakkına sahip değildir. Her şeyden önce
ortada şüpheli bir kişi olması gerektir. Şüpheyi gerektiren fiil ve hareket
millî güvenlik ve kamu düzem ile ilgili bir suç niteliğinde olmalıdır. Aynı
zamanda arama işi ivedilik gösterecektir. Gecikmede sakınca olacaktır. Şüpheli
hal ile gecikmede sakınca bulunması hali birbirinden bağımsız iki ayrı unsur
olarak düşünülmesi mümkün değildir. Şüpheli eylem öyle nitelikte olacaktır ki,
failin üzerinin hemen aranmaması millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından
ileride telâfisi imkânsız sakıncalar doğurabilecektir. Bütün bunların üzerinde
o yerin en büyük mülkiye amirinin emri gelecektir. Zabıta memuru arama için
yukarıda açıklanan unsurların yeterli olup olmadığını kendiliğinden takdir edip
hareket edecek değildir. Arama emrini vermekle sorumlu o yerdeki en büyük
mülkiye amirinin emrini bekleyecektir.
En
büyük mülkiye amirinin takdirini kötüye kullanabilmesi olanağına gelince;
idarede bu gibi hallerin görülebilmesıni tamamen ortadan kaldırmaya imkân
yoktur. Hakkın kötü veya iyi kullanılması amirin kişiliğine bağlıdır. Asıl olan
iyi niyettir. Takdir yetkisinin kullanılması hallerinin bütün teferrüatiyle
yasada açıklanması mümkün değildir. İdare hukuku, hele millî güvenlik ve kamu
düzeni ile ilgili polis görev ve yetkisi alanında geniş bir seyyaliyet arzeder.
Önleyici zabıta kuvvetinin faaliyet sahasını belirli ilkeler dışında her çeşit
eylemler için ayrı ayrı sınırlamaya ve koşullara bağlamaya olanak yoktur.
Kişilerin
üzerinin aranması konusunda hâkimin bağlı olduğu koşullarla, en büyük mülkiye
amirinin bağlı olduğu koşulların eşdeğerde tutulması da düşünülemez. Çünkü
yargı fonksiyonu ifa eden hâkim, bu fonksiyonun gerektirdiği ağırlık ve ölçüde
hareket ettiği halde, ani olaylarda veya olayların kamu düzeni ve millî
güvenlik bakımından hızlı bir gelişim gösterdiği çok hareketli alanlarda karar
vermeye yetkili en büyük mülkiye amirinin tutum ve davranışı aynı ağırlık ve
ölçüde olamaz. Bu itibarla sorumluluk mevkiinde olan mülkiye amirine, kamu
düzeni ve millî güvenlik bakımından gecikmede sakınca olan hallerde daha geniş
bir takdir serbestisi tanımak yerinde olur.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 9.
maddesine 1775 sayılı Kanunun 2. maddesi ile eklenen fıkra Anayasa'nın 15. maddesine
aykırı değildir. Aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyorum.
2-
2559 sayılı Kanunun, 1775 sayılı Yasa'nın 4. maddesi ile değişik 20. maddesinin
(B) işaretli bendindeki kuralın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve bu kurala
yönelen iptal isteğinin reddine ilişkin çoğunluk kararına, Muhittin Taylan ve
Kani Vrana'nın karşı oylarında belirtilen nedenlerle katılmıyorum.
Sayın
Şevket Müftügil ve Abdullah Üner'in karşıoy yazılarına katılıyorum.
KARŞI
OY YAZISI
Millî
Güvenlik ve Kamu düzeni bakımından kolluk kuvvetlerinin hemen müdahalesinin
gerekli olduğunun takdirini kendi yetki çevresinde en büyük mülkiye amirine
bırakmak, bu güven ve düzeni kurup korumada ona yükletilmiş görev ve
sorumluluğun tabiî bir sonucudur ve bin-netice 2559 sayılı Kanunun 9. maddesine
1175 sayılı Kanunun 2. maddesiyle (açıklanan sınırlamada) ekleme yapılışını
Anayasa'ya aykırı biçimde yorumlamaya olanak yoktur.
|
|
|
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|