ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas No.:1972/56
Karar No.:1973/11
Karar günü:6/3/1973
Resmi Gazete tarih/sayı:9.11.1973/14707
İtiraz
yoluna başvuran : Danıştay Dava Daireleri Kurulu.
İtirazın
konusu : 21/2/1967 günlü, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 1. maddesini, Sekizinci
Bölümünde yer alan yargılama kurallarım 45. maddesinin son fıkrası ve geçici 1.
maddesini Anayasa'ya aykırı gören mahkeme Anayasa'nın değişik 151. maddesine
dayanarak Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve sonuç alınıncaya değin davanın
geri bırakılmasına karar vermiştir.
I -
OLAY :
Bir
baraj işletmesi döner sermayesinde tedavi gideri olarak kanunsuz ödenmiş 12166
liranın işletme müdürü ile saymandan "müştereken ve müteselsilen
tahsiline" ilişkin olup Sayıştay 2. Dairesince düzenlenen ve Sayıştay
Temyiz Kurulunca 9/6/1964 günlü, 7529 7007 sayılı kararla onanan 20/11/1960
günlü, 3273 sayılı ilâmın iptali için ilgilinin Danıştayda açtığı, Dava
Daireleri Kurulunun 1964/1008 esas sayısında kayıtlı davada mahkeme 832 sayılı
Sayıştay Kanununun 1. maddesinin, Sekizinci Bölümünde yer alan yargılama
kurallarının, 45. maddesinin son fıkrasının ve geçici 1. maddesinin Anayasaya
aykırı olduğu kanısına vararak Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve davanın
geri bırakılmasına 2/7/1971 gününde karar vermiştir.
III
- Yasa metinleri :
1 -
Anayasa'ya uygunluk denetiminden geçirilecek Kanun kuralı :
21/2/1967
günlü, 832 sayılı Sayıştay Kanununun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen
kurallarından sınırlama kararı uyarınca yalnız son fıkrası Anayasa'ya uygunluk
denetiminden geçirilecek olan 45 inci madde, Beşinci Tertip Düstur- Cilt 6-
Birinci Kitap- 527 nci ve 528 inci sayfalardaki metne göre, şöyledir :
"Madde
45 - Sorumlularca; gelir, gider, mal ve kıymetlerden mevzuata uygun olarak
tahakkuk ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği, saklanmadığı
veya idare edilmediği Sayıştayca kesin hükme bağlananları, sorumlular
keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlayarak üç ay içinde
Hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştay'ca
haklarında verilen kesin hükümler sorumlulara ve ayrıca gerekli kovuşturma
yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63 üncü madde uyarınca tebliğ olunur.
Malın
ödettirilmesi, yok olma tarihindeki rayiç bedel üzerinden, bu tarih belli
değilse malın satın alındığı tarih ile kaybolmanın tespit edildiği tarih
arasındaki en yüksek rayice göre bulunacak bedel üzerinden olur. Devlet
mallarının hasara uğratılması halinde uygulanacak genel hükümler saklıdır.
Sayıştayca
verilen ilâmlar aleyhine Danıştay'a başvurulamaz."
2 -
Anayasa'ya aykırılık görüşüne dayanaklık eden Anayasa kuralları :
832
sayılı Kanunla ilgili olarak ileri sürülen Anayasa'ya aykırılık görüşünü
desteklemek üzere mahkemece dayanılan Anayasa kuralları aşağıda yazılı olduğu
gibidir :
"Madde
4/son Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya
sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir
devlet yetkisi kullanamaz."
"Madde
7 - Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır."
"Madde
8 - Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk
kurallarıdır."
"Madde
11 - (1488 sayılı Yasa ile değişik) Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi
ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin kamu
yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın
diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna
uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu
Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve
hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak, nitelikleri Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile kullanılamaz.
Bu
hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."
"Madde
31 - Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak, iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Hiçbir
mahkeme görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
"Madde
32 - (1488 sayılı Yasa ile değişik) Hiç Kimse, kanunen tabi olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir
kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz."
"Madde
114/1 (1488 sayılı Yasa ile değişik) idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı
yargı yolu açıktır."
"Madde
127 (1488 sayılı Yasa ile değişik) Sayıştay genel ve katma bütçeli dairelerin
bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla
görevlidir.
Sayıştay'ın
kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları,
ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük işleri, başkan ve
üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.
Silâhlı
Kuvvetler elinde bulunan Devlet mallarının Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetlenmesi usulleri, millî savunma hizmetlerinin gerektirdiği gizlilik esaslarına
uygun olarak kanunla düzenlenir.
Kamu
iktisadî teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi kanunla
düzenlenir."
"Madde
132/1, 2- Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna, hukuka ve
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir
organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz."
"Madde
133/1 Hâkimler azlolunamaz. Kendileri istemedikçe Anayasa'da gösterilen yaştan
önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de
olsa, aylıklarından yoksun kılınamaz."
"Madde
134/2 (1488 sayılı Yasa ile değişik Hâkimler altmışbeş yaşını bitirinceye kadar
hizmet görürler. Askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunla
belli edilir."
"Madde
140/1 (1488 sayılı Yasa ile değişik) Danıştay, kanunların başka idarî yargı
mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve genel olarak üst derece idare
mahkemesidir."
IV -
İlk inceleme :
l -
23/5/1972 günlü toplantı :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15 inci maddesi uyarınca 23/5/1972 gününde Muhittin
Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan
Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Kâni Vrana, Mustafa Karaoğlu, Muhittin Gürün,
Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle
yapılan ilk inceleme toplantısında :
Mahkemenin
gerekçesinde Anayasa'ya aykırılık iddiasının davacı tarafından ileri
sürüldüğüne işaret edilmekle birlikte örneği yollanan dâva dilekçesinde böyle
bir iddianın bulunmadığı; iddiayı kapsayan başkaca bir belgenin ve varsa
dâvâlının bu konudaki savunmasının 20/4/ 1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27 nei
maddesi hükmüne aykırı olarak gönderilmediği, anlaşılmış ve bu eksiklik dolayısıyle
dosyanın geri çevrilmesine 23/5/1972 gününde 1972/21 27 sayı ile ve
oybirliğiyle karar verilmiştir.
2
-21/11/1972 günlü toplantı :
İşin
Danıştay Başkanlığının Dava Daireleri Kurulu 1962/1008 sayılı yazısı ile
20/10/1972 gününde yeniden Anayasa Mahkemesine gelmesi üzerine 21/11/1972
gününde Muhittin Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Nuri Ülgenalp,
Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Kâni Vrana,
Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
katılmalariyle yapılan toplantıda şu durum saptanmıştır:
Danıştay
Dava Daireleri Kurulunun 2/7/1971 günlü gerekçeli kararının ikinci ve daha
sonraki sayfalarında davacının Sayıştay Kanununun l inci maddesinin, Sekizinci
Bölümünün yargılamaya ilişkin kurallarının, 45 inci ve geçici l inci
maddelerinin Anayasa'ya aykırılığını ileri sürdüğünden söz edilerek iddialar
özetlenmekte, tartışılmakta ve sonunda "davacı iddiaları ciddî
görüldüğünden" deyimi ile sonuca bağlanmakta olmasına karşılık Danıştay
Başkanlığından bu kez gelen yazıda söz konusu kuralların Dâva Daireleri
Kurulunca re'sen Anayasa'ya aykırı görüldüğü belirtildiğinden bu yazı ile
gerekçeli karar arasındaki çelişmenin Dâva Daireleri Kurulunca giderilmesi ve
Anayasa Mahkemesinin 23/5/1972 günlü kararı gereklerinin yerine getirilmesi
zorunludur.
Şu
durum karşısında çelişme giderilmek ve Anayasa Mahkemesinin, gerekçeli
kararında davacının ileri sürdüğü Anayasa'ya aykırılık iddiasının ciddiliği
kanısına varıldığına mahkemece işaret edildiğine göre davacının ve ortaya
koymuşsa dâvâlının bu konudaki görüş ve savunmalariyle ilgili belgelerin de 44
sayılı Kanunun 27 nci maddesine uygun olarak gönderilmesi ve böylece eksiğin
tamamlatılması yolundaki kararı yerine getirilmek üzere dosyanın Dâva Daireleri
Kuruluna geri çevrilmesine 21/11/1972 gününde 1972/48/57 sayı ile ve
oybirliğiyle karar verilmiştir.
3 -
9/1/1973 günlü toplantı :
Dosyanın
Danıştay Başkanlığının 13/12/1972 günlü, 1964/1008- 152 - 205 sayılı yazısına
bağlı Dâva Daireleri Kurulunun 1/12/1972 günlü karariyle birlikte yeniden
gelmesi üzerine 9/1/1973 gününde Muhittin Taylan, Avni Givda, Fazıl Uluocak,
Sait Koçak, Nuri Ülgenalp, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun, Ziya Önal,
Abdullah Üner, Kâni Vrana, Mustafa Karaoğlu, Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil ve
Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle yapılan toplantıda; iş şu yönlerden
incelenmiş ve aşağıda yazılı karara varılmıştır :
a)
Danıştay Dâva Daireleri Kurulunun 1/12/1972 günlü kararında davacının
Anayasa'ya aykırılık iddiasının bulunmadığı; 832 sayılı Kanunun itiraz konusu
kurallarının Dâva Daireleri Kurulunca re'sen Anayasa'ya aykırı görüldüğü;
gerekçeli karardaki "davacının Anayasa'ya aykırılık iddiasının ciddi
görüldüğünden" söz edilmesinin bir yanlışlık sonucu olduğu ve yazılış hatasından
ileri geldiği açıklandığından ortada bir çelişme ve eksiklik konusu kalmamış
bulunmaktadır.
b)
Mahkeme 832 sayılı Kanunun 1. maddesinin, Sekizinci Bölümündeki yargılama
kurallarının, 45. maddesinin son fıkrasının ve geçici 1. maddesinin Anayasa'ya
uygunluk denetiminden geçirilmesini istemiştir.
832
sayılı Kanunun l. maddesi Sayıştay'ın görev ve yetkilerini belirlemektedir.
Yargılama başlığını taşıyan Sekizinci Bölümde özellikle hesapların dairelerce
incelenmesine, yargılanmasına, hüküm ve tutanaklara, ilâmlara, bunların
tebliğine, tavzihine, infazına. Temyiz yargılamanın iadesi, karar düzeltilmesi
gibi kanun yollarına ilişkin kurallar yer almıştır. 45. maddenin son fıkrası
Sayıştay'ca verilen ilâmlar aleyhine Danıştay'a başvurulamıyacağını kurala
bağlamaktadır. Geçici 1. madde ise bu Kanunun yürürlüğe girdiği yıl ile önceki
yıllara ait hesap ve işlemlerin denetiminde ve yargılanmasında eski hükümlerin
uygulanacağına ilişkindir.
Anayasa'nın
1488 sayılı Yasa ile değişik 151. maddesine göre bir mahkemenin her hangi bir
kanun hükmünü Anayasa'ya uygunluk denetiminden geçirilmesi için, Anayasa
Mahkemesine getirebilme yetkisini kazanması o kanun hükmünü bakmakta bulunduğu
dâvada uygulama durumunda olmasına bağlıdır.
Danıştay
Dâva Daireleri Kurulunun bakmakta olduğu dâvanın konusu bir Sayıştay ilâmının
iptali istemidir. 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrası Sayıştay'ca
verilen ilâmlar aleyhine Danıştay'a başvurma yolunu kapatmıştır. Mahkemenin
dâvayı karara bağlarken bu kuralı uygulayacağında kuşku yoktur. Oysa yukarıda
madde nitelik ve kapsamlarının açıklanmasiyle ortaya çıktığı üzere 832 sayılı
Kanunun 1. maddesi, Sekizinci Bölümündeki yargılama usulüne ilişkin maddeler ve
geçici 1. madde ancak Sayıştay kuruluşunca uygulanabilecek kuralları
içermektedir. Bunların Danıştay Dâva Daireleri Kurulunca bakılmakta olan dâvada
uygulanmaları düşünülemez. Şu duruma göre Anayasa'ya uygunluk denetimi
konusunun 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrası ile sınırlandırılması
gereklidir. Böyle yapılırsa ancak itiraz, Anayasa'nın değişik 151. ve 22/4/1962
günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddelerine uygunluk kazanmış olur.
c)
Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle işin esasının 832 sayılı Sayıştay Kanununun
45. maddesinin son fıkrası ile sınırlı olarak incelenmesine 9/1/1973 gününde
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V -
Esasın incelenmesi :
İtirazın
esasına ilişkin rapor, Danıştay Başkanlığının en son 13/12/1972 günlü,
1964/1008152205 sayılı yazısına bağlı olarak gelen gerekçeli kararlar ve
ekleri, sınırlama kararı uyarınca iptali istenen kanun kuralı, Anayasa'ya
aykırılık iddiasına dayanaklık eden ve konuyu ilgilendiren Anayasa kuralları;
bunlarla ilgili gerekçeler ve başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan
öteki metinler okunduktan sonru gereği görüşülüp düşünüldü :
A -
Anayasa'ya aykırılık iddiasının daha önceki başvurmalar dolayısiyle incelenmiş
bulunması durumu :
832
sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki
iddia daha önce 1967/13, 1967/19, 1971/24 ve 1972/ 20 esas sayılı işler
dolayısiyle incelenmiş; kuralın Anayasa'ya aykırı olmadığı 14, 15, 16 Ocak 1969
günlerinde 1969/5 (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 7, Sayfa 158197;
14/4/1970 günlü, 13471 sayılı Resmî Gazete), 16/1/1969 gününde 1969/6 (Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 7, Sayfa 197227; 17/4/1970 günlü, 13474 sayılı
Resmî Gazete), 10/6/1971 gününde 1971/55 (27/4/1972 günlü 14771 sayılı Resmî
Gazete) ve 17/10/1972 gününde 1972/55 sayılarla karara bağlanmıştı.
Görüşmelerin
başında şu duruma ve Anayasa'nın Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliğini ve
bağlayıcılığını saptayan değişik 152. maddesi kuralına göre konunun yeniden
incelenemeyeceği ileri sürülmüştür.
Gerçekten
de Anayasa'nın değişik 152. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları
kesindir. Kesin yargı kararı, bilindiği gibi, kararı veren mahkemece veya başka
bir yargı yerince yeniden incelenip değiştirilmesi olanağı bulunmayan karar
demektir. Anayasa Mahkemesinin Anayasa'ya aykırılık iddialarına ilişkin
kararları Anayasa'nın değişik 149. veya değişik 151. maddelerine dayanılarak
yapılmış belli istemler üzerine verilebileceğinden böyle bir kararın kesinliği
de o kararın verilmesini gerektiren belli dava veya itiraz açısından söz konusu
olabilir. Bu durumun sonucu olarak belirli bir dava veya itirazın karara
bağlanması genellikle aynı konuda bir başka dâva veya itirazın Anayasa
Mahkemesine getirilmesine veya bu mahkemede incelenmesine engellik edemez.
Ancak
Anayasa Mahkemesi kararının olumlu veya olumsuz oluşudur ki duruma bir değişik
yön getirir. Çünkü iptal kararları ile dava veya itirazın reddine ilişkin
kararlar arasında açık bir ayrım vardır. İptal kararları, Resmî Gazete'de
yayımlandıkları günde ve ayrıca yürürlük günü belirtilmişse o günde iptal
konusu kuralları yürürlükten kaldırır. İptal dolayısiyle artık yürürlükte
bulunmayan bir kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülemeyeceğine göre
böylece çözülmüş konuların bir daha mahkemeye, gelmesi düşünülemez. Gelse de
yeniden incelenmesinin gereği ve konusu olamaz ve iş karar verilmesine yer
bulunmadığı yolunda bir sonuçla kapanır. Davanın veya itirazın reddi ile
sonuçlanmış işlere konu olan kurallar ise yürürlükte kalmış ve kararlar belirli
durumlara ve koşullara dayanmakta bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da bu
kapsam içinde, belirli bir dava ve itiraz bakımındadır. burumların ve
koşulların değişmesi halinde sonucunda değişik olması gerekir. Böyle bir
değişmenin bulunup bulunmadığı ise ancak yeni başvurmanın incelenmesi sonunda
anlaşılabilir.
Bir
dava veya itiraz redle sonuçlanırsa aynı konuda gelecek başka davaların ve
itirazların incelenemeyeceği yolunda bir görüş kimi yasa kurallarına
dokunulmazlık tanımak, bu kurallar üzerinde özellikle yargı yerlerinin
yetkilerini kullanmalarını önlemek, hukukî görüşleri dondurup kalıplaştırmak
olur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'nın böyle bir ereği bulunduğu düşüncesini
destekleyecek, doyurucu bir kanıtın ileri sürülmesi olanaksızdır.
Şu
duruma göre incelenecek kuralın daha önceki dava ve itirazlar dolayısiyle
denetlenmiş ve Anayasa'ya aykırı görülmeyerek dava ve itirazların reddine karar
verilmiş bulunmasının konunun 1972/56 esas sayılı dosyada yeniden ele alınmasına
engellik edemeyeceğine Muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş'ın karşıoylariyle ve
oyçokluğu ile karar verilerek Anayasa'ya aykırılık sorununun görüşülmesine
geçildi.
B -
832 sayılı Kanunun 45 inci maddesinin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olup
olmadığı sorunu :
l -
832 sayılı Kanunun öngördüğü Sayıştay :
832
sayılı Kanunun 45. maddesinin Sayıştay ilâmları aleyhine Danıştay'a başvurma
yolunu kapatan son fıkrası kuralının Anayasa'ya uygunluk denetimi yapılırken
önce bu kanunca nasıl bir Sayıştay öngörüldüğünün belirlenmesi yerinde
olacaktır.
21/2/1967
günlü, 832 sayıh Sayıştay Kanununun ilgili kurullarına göre durum şudur :
Sayıştay,
genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini
yargılama yoliyle kesin hükme bağlamak......la görevlidir (Madde 1).
Sayıştay'ın daireler, daireler kurulu, temyiz, kurulu, genel kurul, yüksek
disiplin kurulu, memurlar seçim ve disiplin kurulu gibi yarığı ve karar
organları vardır (Madde 2). Bir başkan ve dört üyeden kurulu daireler birer
hesap mahkemesi olup bunlar bir başkan ve iki üye ile hüküm vermeye yetkilidir.
Daireler sorumluların hesaplarını inceleyip yargılayarak haklarında beraat veya
tazmin hükmü verirler (Madde 14). Temyiz Kurulu 4 yıl için Sayıştay Genel
Kurulunca daire başkanları arasında seçilecek 4 daire başkanı ile her daireden
seçilecek 2 üyeden kurulur. Kararı temyiz edilen daire başkanı ve üyelerinin oy
hakkı olamaz. Temyiz Kurulu Sayıştay dairelerince verilen ilâmların son hüküm
merciidir. (Madde 16). Sayıştay'ca verilen ilâmlar aleyhine Danıştay'a
başvurulamaz (Madde 45). İlâmlarda gösterilen zimmet ve tazminler İcra ve İflâs
Kanunu hükümlerine göre tahsil olunur (Madde 64). Sayıştay Genel Kurulu, Temyiz
Kurulu. Daireler Kurulu ve daireleri her yılın Temmuz ayının yirmisinden Eylül
ayının beşine kadar çalışmaya ara verir (Madde 101). Ayrıca ilâmların tebliğ ve
tavzihine (Madde 63), temyiz (Madde 67 - 73), yargılamanın iadesi (Madde 7476),
karar düzeltilmesi (Madde 77, 78) yollarına, içtihadın birleştirilmesine (Madde
80) ilişkin kurallar da Kanunda yer almıştır.
Görülüyor
ki 832 sayılı Kanun Sayıştay'a ilk ve son derecelerde görev yapan bir hesap
mahkemesi niteliği vermiş ve bu kuruluşu yargı usulleri öteki yargı
mercilerinkine benzemeyen, kararlarını hiç bir yargı merciinin
inceleyecemeyeceği, nev'i kindine özgü bir müessese durumuna getirmiştir.
Yalnızca
bir kanunun bir kuruluşu böyle yetkilerle donatması kendi başına yeterli
değildir. Bu, ancak açık bir Anayasa hükmünün varlığı ile desteklenirse değer
ve geçerlik kazanır. Çünkü Anayasa'nın 4. maddesinin son fıkrasında belirlendiği
üzere hiç bir kimse veya organ, kaynağına Anayasaldan almayan birt devlet
yetkisi kullanamaz. Aşağıda konunun bu yönden incelenmesine geçilecektir.
2 -
Anayasa'nın değişik 127 inci maddesi balonundan Sayıştay'ın durumu :
a)
127 nci maddedeki "kesin hükme bağlama" deyimine göre :
Karşıoyda
bulunanlar Ariayasa'nın "Sayıştay; Silâhlı Kuvvetlerin mallarının ve kamu
iktisadî teşebbüslerinin denetlenmeleri" kenar başlığını taşıyan değişik
127. maddesinin birinci fıkrasındaki "sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlamak" deyimine dayanarak somallarının ve kamu iktisadi
teşebbüslerinin denetlenmeleri" kenar başlırilecek kararlara Anayasa'nın
özel bir düzenleme ile ve Sayıştay'ı bir yargı yeri yapmayı ve üyelerinin hâkim
olmalarını gerekli görmeyerek, hüküm niteliği ve kesinlik, başka deyimle
aleyhlerine başka yargı yerlerine başvurulamazlık tanıdığı görüşündedirler. Bu
görüş 127. maddedeki söz konusu deyimin aydınlık olduğu, Anayasa'nın Sayıştay'ı
hukukî anlamda "hüküm verme" yetkisiyle donattığının ve ilâmlarının
Danıştay'ca incelenemeyeceğinin madde metninden açıkça anlaşıldığı gibi bir
temel düşünceye oturtulmuştur.
"Kesin
hükme bağlamak" deyimine tutunularak Anayasa'nın Sayıştay'ı bir yargı yeri
olarak kurmamakla birlikte kararlarına karşı bir son derece mahkemesi kararı
imişcesine bütün yolları kapadığı ileri sürülemez. Çünkü aslında "kesin
hükme bağlamak" deyimi hukuk diline ilk kez girmektedir ve Anayasa'nın da
yalnız bir yerinde kullanılmıştır; henüz aydınlığa kavuşmuş bir kavramı yoktur.
Eskiden "muhkem kaziyye" deyimiyle anlatılan kavram şimdi "kesin
hüküm" ile belirtilmekte ise de bir işin "muhkem kaziyyeye
bağlanması" ndan söz etmek Türkçe'ye ve "muhkem kaziyye"
kavramına uymayan bir söyleyiş olur. Ancak bir kararın "muhkem
kaziyye" niteliğini kazandığı veya ortada "muhkem kaziyye"
bulunduğu için bir davaya yeniden bakılamayacağı söylenebilir. "Mahkeme şu
işi muhkem kaziyyeye bağladı" sözünün değil hukuk dilinde Türkçe'de de
yeri yoktur. "Kesin hükme bağlamak" sözünün başka bir anlamı olmak ve
bu anlamı aydınlığa çıkarmak gerekir.
Anayasa;
Yüksek Seçim Kurulu için " ....... seçim konularıyla ilgili bütün
yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları niceleme ve kesin karara bağlama
......." (Madde 75/1), Uyuşmazlık Mahkemesi için "....... adli, idarî
ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin
olarak çözümlemeye yetkilidir." (Madde 142/1) ve Anayasa Mahkemesi için
"Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir." (1488 sayılı Kanunla
değişik Madde 152/1) sözlerini kullandığı halde Sayıştay için başka, hem de
yeni bir deyime gitmesi bu üç yüksek yargı merciinin kararları ile Sayıştay
kararları arasında bir ayrım gözettiğini göstermesi bakımından dikkate değer.
Yüksek
Seçim Kurulunun, Uyuşmazlık Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesinin kararlarının
kesinliği konusunda kuşkuya düşmenin elbette ki yeri yoktur. Çünkü Anayasa bu
üç kuruluşun niteliğini açıkça belirtmiş ve kararlarının kesin olduğunu hükme
bağlamıştır. Oysa Sayıştay'a, "kesin hükme bağlamak" gibi kendisi
müphem bir deyimden yararlanarak, Anayasa'nın öngördüğünden büsbütün ayrı bir
nitelik verilmek istenmektedir.
Ana
dili Türkçe olan kimseler Anayasa'nın değişik 127. maddesinden birbirine karşıt
anlamlar çıkarırlarsa artık o madde hükümlerinin açık "e aydınlık
olduğundan söz edilemez ve Anayasa kurallarının tümü gözönünde tutularak yoruma
gidilmesi; Anayasa Koyucunun Sayıştay için hukuk anlamiyle "hüküm"
verebilecek ve "hüküm" leri aleyhine hiç bir yola başvurulamayacak
bir kuruluş, başka deyimle bir yüksek yargı mercii niteliğini öngörüp
görmediğinin böylece saptanması zorunlu olur. Aşağıda yapılacak olan da budur.
Öte
yandan Anayasa kuralları, ilke olma yönünden eşdeğerde bulunmakla birlikte
hepsi de bir hukuki bütünün birbiriyle tutarlı, uyumlu parçalarıdır. Bir hükmün
yorumlanmasında, aşağıda ayrıntılariyle açıklanacağı üzere "kesin hükme
bağlamak" deyimi üzerindeki yukarıda tartışılmasına başlanan görüşte
olduğu gibi, bu bütünlük, tutarlılık ve uyumun kökünden bozulması yorumu hukuki
dayanaktan yoksun bırakır ve inandırıcı olmaktan çıkarır. Şurası da
unutulmamalıdır ki Anayasa kuralları eşdeğerde olmakla birlikte Devletin temel
kuruluşlarına ilişkin ilkelerin herhangi bir kuralın yorumunda öteki kurallara
üstün değerde tutulması zorunlu ve doğaldır.
b)
127 nci maddenin öteki Anayasa kurallanyle bir arada ele alınması sonucunda
oluşan duruma göre:
aa)
Sayıştay'ın T.B.M.M. adına görev yapmakta oluşu:
Anayasanın
1488 sayılı Kanunla değişik 127. maddesi şöyle başlamaktadır.
"Sayıştay,
genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak ve ...... la görevlidir."
Bu
cümleden sorumluların hesap ve işlemlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
kesin hükme bağlamak anlamının çıkarılması için "Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına" deyiminin maddenin başında bulunması gerekmez. Deyimin
şimdiki yeri de böyle bir anlamın çıkarılmasına elverişlidir. Kaldı ki genel ve
katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarının
denetlenmesinin ereği ve sonucu sorumluların sorumlarını ortaya koymaktır, ve
bu denetleme çalışmalarının son evresini oluşturur. "Denetleme" ve
"hesap ve işlemleri hükme başlama" aralarında sıkı hukuk bağlantısı
bulunan iki kavramdır. Şu durum her ikisinin de aynı nitelikte sayılmasını
zorunlu kılar. Onun içindir ki yalnız denetlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına yapıldığı, sorumu belirtmenin Türkiye Büyük Milet Meclisi adına
yapılmadığı yolunda bir görüşün hukukça savunulabilir yönü olamaz.
Anayasa'nın
7. maddesine göre yargı yetkisi Türk Mileti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır. Böyle olunca Türkiye Büyük Millet meclisi adına görev yapan bu
kuruluşun 832 sayılı Kanunda öngörüldüğü üzere yargı yetkisini kullanabilmesi
ve aleyhine yargı yerlerine başvurulamayacak "hüküm"ler verebilmesi
düşünülemez.
bb)
832 sayılı Kanunun l inci maddesiyle yapılan ekleme:
832
sayılı Kanunun 1. maddesi bir bütün sözcüğü eksik olarak noktalama işaretlerine
varıncaya dek Anayasa'nın değişik 127. maddesindeki birinci fıkra metninin
tıpkısıdır. Sadece kanundaki hükme bir "yargılama yoliyle" deyimi
eklenmiştir. Anayasanın 127. maddesi, Sayıştay'a yargılama görevi verildiği
biçiminde anlaşılmaya elverişli bulunsaydı yahut karşıoyda bulunanların
düşündüğü gibi yargı yetkisiyle donatılmamış bir kurulun kesir, hükümler
verebilmesi olağan olsaydı Kanuna bu deyimin eklenmesi gereksiz kalırdı. Madde
metninin böyle bir anlayışa, hatta yoruma elverişsizliği görülmüş ve yargı yeri
olmama durumu ile kesin bükümler verebilme olanağı bağdaştırılamamıştır ki 832
sayılı Kanunun 1. maddesinin, Anayasa'nın 127. madesinin birinci fıkrasının
tıpkı tıpkısına tekrarlanmasından ibaret metnine "yargılama yolu ile"
deyimi katılarak Sayıştay'ın yargı yetkisi ile donatılmasına çalışılmıştır.
Anayasa,
yargılama yetkisini tanıdığı mercileri "Cumhuriyetin Temel Kuruluşu"
başlığını taşıyan üçüncü Kısmının "Yargı" başlıklı üçüncü Bölümünde
(Madde 132 152) bir bir saymıştır. Mahkemelerin ve yüksek mahkemelerin
görecekleri davalar da yine bu bölümde adli idari askeri olmak üzere üç kümeye
ayrılmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesini adli idari ve askeri yargı mercileri
arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözme ile yetkili kılan
kural da (Anayasa : madde!42) bu üç çeşit yargı dışında başka bir yargı
düzeninin ve merciinin Anayasaca öngörülmediğini ayrıca teyit ve tekrar
eylemektedir. Şu duruma göre bu merciler dışında bir mercie yargı yetkisi
tanınmasına olanak yoktur.
Bir
merciin yargı yetkisi ile donatılabilmesi için Anayasa'da açık hüküm bulunması
gerekmekle birlikte Satıştay'a yargılama yetkisi verildiğine ve kararları
aleyhine başvurma yollarının kapatıldığına delâlet edebilecek dolaylı
hükümlerin de Anayasa'da yer almadığı, üstelik dolaylı hükümlerin bunun aksini
ortaya koyacak nitelikte bulunduğu aşağıda sırası geldikçe ayrı ayrı
belirtilecektir.
cc)
Anayasa Sayıştay başkan ve üyelerine hâkimlik teminatı tanımamıştır :
Yine
Anayasa'nın 7. maddesine göre yargılama yetkisi ancak bağımsız hâkimlerin
görevli bulunduğu mercilere verebilir. Anayasanın 132. maddesi hâkimlerin
görevlerinde bağımsız olmaları ilkesini teyit etmekte ve hâkimlere tanınan
teminat 133. maddede ve değişik 134. maddenin ikinci fıkrasında
açıklanmaktadır. 127. maddecin ikinci fıkrasiyle Anayasa'nın Sayıştay başkan ve
üyeleri için öngördüğü ve düzenlenmesini kanuna bıraküğı teminat hâkimlik değil
bir çeşit memurluk teminatıdır.
Burada
teminatın "mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre" düzenleneceğinden (Değişik 140. madde ile Danıştay, değişik 141.
madde ile Askerî Yargıtay ve değişik 138. madde ile Askeri Yargı organları için
öngörüldüğü üzere) söz edilmediği gibi 132., 133. ve değişik 134. maddelere de
herhangi bir gönderme yapılmamıştır. Üstelik Anayasa tasarısının Temsilciler
Meclisinde görüşülmesi sırasında Meclise Sayıştay'dan katılan üye Sayıştay
görevlilerine hâkim teminatının tanınmasına istemiş; bu yolda önerge vermiş;
ancak Sayıştay'a ilişkin Anayasa maddesinin aldığı kesin şekilden de
anlaşılacağı üzere bu istem maddeyi geri çeken Anayasa Komisyonunca ve
komisyonun saptadığı metni benimseyen Temsilciler Meclisince kabul edilmemiş;
önergeyi veren de Anayasa Komisyonunun getirdiği metne karşı itirazda
bulunmamıştır.
832
sayılı Kanunun Sayıştay başkan ve üyeleri için Anayasa'da öngörülen hâkimlik
teminatının tıpkısını kabul ettiği bir an için düşünülse bile gene de bunun
hâkimlik teminatı niteliğinde sayılmasına olanak yoktur. Çünkü kanunların
getirdiği teminat yine kanunlarla daraltılabilir veya kaldırılabilir. Oysa
sınırları ve niteliği Anasaya'da belirlenmiş hâkimlik teminatı üzerinde Kanun
Koyucunun tasarrufta bulunması düşünülemez.
çç)
Sayıştay Anayasa'nın Yargı Bölümüne sokulmamıştır :
Sayıştay'a
ilişkin hüküm, bilindiği üzere, Anayasa'nın yargı bölümünde (Üçüncü Kısım -
Üçüncü Bölüm) değil Yürütme Bölümünün iktisadî ve Malî Hükümler kesiminde
(Üçüncü Kısım - ikinci Bolüm - D kesimi) yer almıştır. Bu yerin Anayasa
Koyucunun Sayıştay için ne gibi bir nitelik öngördüğünü açıklama bakımından
önemi vardır. Yüksek Seçim Kuruluna, kesin kararlar veren bir yüksek yargı
organı olduğu halde; Yargı Bölümünde değil de Yasama Bölümünde yer
verildiğinden söz edilerek bundan bir kuruluşun Anayasa'daki yerinin,
niteliğini gösterecek bir ölçü gibi ele alınamıyacağı sonucunun çıkarılmasına
ve Sayıştay ile Yüksek Seçim Kurulu arasında bir benzerliğin oluşturulmasına
çalışılabilir.
Yüksek
Seçim Kurulu, altı üyesi Yargıtay, beş üyesi Danıştay Genel Kurullarınca kendi
üyeleri arasından seçilmek yoliyle oluşur (Anayasa : Madde 75/3). Bu üyeler
aslında Anayasa uyarınca bağımsız, hâkimlik teminatı ve yargılama yetkisiyle
donatılmış 'kimselerdir; esas yerleri Anayasa'nın Yargı Bölümündedir. Öte
yandan Yüksek Secim Kuruluna seçimlerin yönetim ve denetimi yanında yine
Anayasa ile (Madde 75/1) "seçim konulariyle ilgili bütün yolsuzlukları,
şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama" yetkisi
verilmiştir. Niteliği, görev ve yetkileri Anayasa'nın açık hükümleriyle
böylesine belirlenen bir kuruluşun, Anayasa metnindeki yeri elbette ki yine
Anayasa ile belirlenen niteliğini etkilemez. Ancak, Yüksek Seçim Kurulu ile hiç
bir benzer yönü bulunmayan, baştan başa farklı bünyede; yetkileri ve karar
alanı Anayasa yönünden tartışmalı Sayıştay için yapılacak yorumda, bu kuruluşun
Anayasa'daki yerinin önemi büyüktür. Anayasa tasarısının Temsilciler Meclisinde
görüşülmesi sırasında Sayıştay'dan bu Meclise katılan üyenin, yaptığı konuşmada
ve verdiği önergede Sayıştay'ın Anayasa'nın yargı bölümünde yer almasının
gerektiğini ileri sürmesine rağmen Anayasa Komisyonunun bu istemi kabul
etmediği; isteme uymayan yeni madde metni üzerinde önergeyi verenin herhangi
bir itirazda bulunmadığı ve Temsilciler Meclisinin de komisyonun
görüşünü benimseyerek istemi reddetmiş duruma geldiği gözönünde tutulursa
Sayıştay'a Anayasa metninde verilen yerin yorumdaki etkinliğinin daha da
güçlendiği görülür.
dd)
Anayasa Sayıştay için yargılama usullerinin düzenlenmesini öngörmemiştir.
Anayasa'nın
değişik 127. maddesinin ikinci fıkrası Sayıştay'a ilişkin olarak kanunla
düzenlenecek konuları şöyle sıralamıştır :
aaa)
Sayıştay'ın kuruluşu;
bbb)
Sayıştay'ın işleyişi;
ccc)
Denetim usulleri;
ççç)
Mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri
ve öteki özlük işleri;
ddd)
Başkan ve üyelerin teminatı.
Görülüyor
ki Anayasa Koyucu burada "yargılama usulleri"nden hiç söz
etmemektedir, "işleyiş" deyiminin "yargılama usullerini"
kapsadığı ileri sürülemez. Çünkü Anayasa'da gerektikçe, hep "işleyiş"
deyiminin yanına "yargılama usulleri" deyiminin de eklenmesi yoluna
gidilmiş; "işleyiş" deyiminden vazgeçilse bile "yargılama
usulleri" nin yine sözü edilmiştir : "Mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir" (Madde 136);
"Danıştay'ın kuruluşu, işleyişi, yargılama ve ......... usulleri .........
kanunla düzenlenir ......." (Değişik Madde 140/5); Askeri Yargıtay'ın
kuruluşu, işleyişi yargılama usulleri ...... kanunla düzenlenir." Değişik
Madde 141/4); "Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve yargılama usulleri kanunla
...... düzenlenir." (Madde 148/1).
Sayıştay'ın
anayasal bünyesini açıklığa kavuşturacak bir maddede kanunla düzenlenecek
konular bir bir sayılırken "yargılama usulleri" ne bu konular
arasında yer verilmesinin ancak bir anlamı olabilir : O da Sayıştay için
yargılama ve bir yüksek yargı yeri gibi kesin hükümler verme yetkisinin
öngörülmemiş bulunmasıdır.
ee)
Anayasa Sayıştayı bir son derece mahkemesi olarak kabul etmemiştir :
Anayasa'da;
"Yargıtay'ın adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son
inceleme mercii, olduğu; kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakacağı" "Değişik Madde 139/1); "Danıştay'ın,
kanunların başka idarî yargı mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve
genel olarak üst derece idare mahkemesi olduğu" (Değişik Madde 140/1);
"Askerî Yargıtay'ın, askerî mahkemelerden verilmiş karar ve hükümlerin son
inceleme mercii olduğu, ayrıca asker kişilerin kanunla gösterilen belli davalarına
ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı" (Değişik Madde 141/1)
hakkında hükümler vardır. 127. maddede ise Sayıştay yönünden bunlara benzer bir
kurala yer verilmiş değildir. Şu durum da Anayasa'nın, Sayıştay kuruluşu içinde
bir Temyiz Kurulu oluşturulmasını ve bu kurulun kararları aleyhine yargı
mercilerine başvurma yolunun kapatılmasını öngörmediğini kuşkuya yer
bırakmıyacak açıklıkla göstermektedir. Savunulabilir yönü bulunmamakla birlikte
bir an için Sayıştay daire kararlarının bir yargı kararı olduğu düşünülebilirse,
ancak idarî yargı kararı sayılabilecek olan bu kararlara karşı temyiz yoliyle
başvurabilecek yüksek mahkemenin Anayasa'nın değişik 140. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca Danıştay olacağı ortadadır.
ff)
Sayıştay anlaşmazlıkları çözmekte değildir :
832
sayılı Kanunun (Madde 62 - 64) "Sayıştay ilâmı" diye adlandırdığı
belgeler bir uyuşmazlığı çözmekte değildir. Burada herhangi bir anlaşmazlık
olmaksızın bir dizi hesap ve işlemin incelenmesi ve ilgililerin sorumlu
oldukları veya olmadıkları yolunda bir sonuca varılması söz konusudur. Sayıştay
Kanunundaki usul gözden geçirilirse görülür ki denetçiler kendilerine verilen
hesapları inceleyip rapora bağlarlar (Madde 48). Raporlar birinci başkanlık
aracılığıyla ve "yargılanmak" üzere dairelere dağıtılır (Madde 50).
Dairelerce alınacak sonuca göre beraat, zimmet veya tazmin hükmü verilir (Madde
61) ve sonuç "ilâm" da belirtilir (Madde 62). Yani alacaklı olmasa
gereken idarenin istemi, üstelik haberi olmadan yolsuz hesabın sorumluları
belirlenmekte; alacağın bunlaıdan tahsiline hüküm verilmekte; ancak bundan
sonra idare "ilâm" la sonuçtan haberdar edilmektedir (Madde 63).
Şu
durumda "kesin hükme bağlanma" nın bir yargı kararı niteliği
taşımadığını, bir yönetim işlemi olduğunu ayrıca ortaya koyar. Hele aynı kanunun
"saymanların hesaplarının, Sayıştay'a noksansız verildiği tarihten
itibaren iki yıl içinde yargılanmadığı takdirde, hükmen onanmış
sayılacağı" kuralını koyan 66. maddesi "yargılama" ve
"hüküm" deyimlerinin bilinen hukuk kavramları olarak değerlendirilmesini
büsbütün olanak dışı kılmakta ve işlemin yalnızca bir inceleme ve denetleme
yolu olduğu görüşünü desteklemektedir.
gg)
832 sayılı Kanun, Sayıştayı yargı yetkisine sahip olağanüstü bir merci durumuna
getirmiştir :
832
sayık Kanunun Sayıştay'ı bir hesap mahkemesi olarak öngörmesi ve bu kuruluşu
yargı usulleri öteki yargı mercilerininkine benzemeyen, kararlarını hiç bir
yargı merciinin incelemiyeceği nev'i kendine özgü bir müessese durumuna
getirmesi Anayasa'nın Cumhuriyetin Temel Kuruluşu başlıklı Üçüncü Kısmına bir
de "hesap yargı yeri" eklenmesi demektir. Böylece, "bir kimseyi
kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarma sonucunu doğuran
yargı yetkisine sahip olağanüstü bir merci" ortaya çıkmaktadır. Bu ise
Anayasa'nın kesinlikle yasakladığı bir durumdur (Değişik Madde 32/2).
hh)
Temsilciler Meclisindeki değişikliğin önemli yönü :
Anayasa
tasarısının Sayıştay'a ilişkin hükmünün bir konuşma ve önerge üzerine (tasarı :
Madde 126) Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonunca geri alınarak yeniden
yazıldığı bilinmektedir. Bunun kendi başına bir önemi yoktur. Asıl sorun
konuşma ve önergeden ileri sürülenlerin hangilerinin kabul, hangilerinin
reddedildiğidir. Yeniden yazılan, önergeyi verence itiraz edilmeyen ve
Temsilciler Meclisinde kabul olunan metinde Sayıştay'a yargı bölümünde yer
verilmesine ve Sayıştay başkan ve üyelerine hâkim teminatı tanınmasına ilişkin
istemler nazara alınmamıştır. Durumun ağırlık noktası budur.
ii)
Anayasanın Sayıştaya kesin yargı kararı verme yetkisini tanıdığı düşünülemez :
Yargılama
alanında ve özellikle işi kökünden çözümleyen kesin yargı karara konusunda. 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesine de sıkı sıkı bağlı kalarak özellikle
mahkemelere ve hâkimlere bağımsızlık ve güvençle sağlama yönünden çok titiz ve
ayrıntılı hükümler getirmiş olan ve en küçük tazminat davalarının bile
bunlardan yararlanması yollarını açık tutan Anayasa'nın, yargı mercii
niteliğini tanımadığı ve üyelerini hâkim teminatı dışında bıraktığı bir kurula
kesin yargı kararı verme ve böylece söz gelimi bir saymanı yerine göre
milyonları bulacak bir borcu ödemekle yükümlü tutma yetkisini tanıyabileceğini
ve bu ereğini de Anayasa metninde benzeri durumlarda kullandığı anlatım
yolundan uzaklaşarak sadece "kesin hükme bağlama" gibi yeni ve müphem
bir deyimle açıklayacağını düşünmek sağduyu ve hukuk mantığı ile
bağdaştırılamaz.
Sayıştay
Kanununda Sayıştay'ın kesinleşmiş hükümlerinin İcra ve İflâs Kanunu gereğince
yerine getirilmesi kuralı benimsenmiştir. Bunun sonucu olarak Sayıştay
kararlarının adlî yargıca denetleneceği, onun için de Danıştay denetimine gerek
bulunmadığı ileri sürülemez. Çünkü Sayıştay ilâmları kesin mahkeme ilâmları
gibi yerine getirilecektir. Bu durumda ise ancak icra ve İflâs Kanununun
değişik 33. maddesine dayanılarak borçlunun ibra edilmiş, borsun ertelenmiş
veya zaman aşımına uğramış olması gibi üç neden ileri sürülerek şikâyet yoliyle
icra hâkimliğine başvurabilir, icra hâkiminin, yerine getirilecek hükmün esası
yönünden hukuka aykırılığını inceleme ve denetleme yetkisi yoktur.
ıı)
Anayasa'nın 4 üncü maddeci :
Anayasa'nın
4. maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu, milletin
egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanacağı ilkesi yer almıştır. Bu ilkeye dayanılarak Sayıştay'ın Türk Milleti
adına kesin hüküm verdiği görüşü savunulamaz. Çünkü yukarıda tartışıldığı üzere
Anayasa'nın 127. maddesinde Sayıştay'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
görev yaptığı açık ve kesin olarak belirlenmiştir. Kaldı ki Anayasa'nın 4.
maddesi yetkili organların hepsinin ulus adına egemenliği kullandığını
belirtmek için değil, temsil ve egemenliği kullanma yetkisinin yalnızca yasama
meclislerinin olmadığını açıklamak üzere getirilmiştir.
jj)
Sayıştay'ın yetkilerini Anayasa'dan alması durumu :
Sayıştay'ın
yetkilerini özel yasadan değil de doğrudan doğruya Anayasa'dan almış bulunması
işlemlerinin yargı işlemleri olduğunu göstermeye yeterli değildir. Çünkü
Anayasa'da Yüksek Hâkimler Kurulu, Genelkurmay Başkanlığı gibi, yönetim yerleri
olduğunda kuşku bulunmayan birtakım kuruluşların görev ve yetkileri de
belirtilmiştir.
kk)
Sayıştay'ın T. B. M. M. adına yetkilerini kullanması durumu :
Sayıştay'ın
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına hüküm vermesi dolayısiyle bu işlemin idari
işlemlerden olmadığı ve Danıştay'ın yargı denetimine giremiyeceği yolunda bir
görüş hukukî destekden yoksun kalır. Çünkü Sayıştay'ın T. B. M. M. adına
verdiği hüküm hiç bir zaman yasama meclislerinin hükmü, kararı demek değildir.
Kaldı ki Anayasa Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine bile bu yargı işinde
son ve kesin karar verme yetkisini tanımamıştır. Gerçi Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Yüce Divana yollama kararı son soruşturmanın açılması niteliğinde
bir yargı kararıdır; ancak ceza davasını suçluluk veya suçsuzluk, ceza
verilmesi yahut verilmemesi yönünden kesinlikle sonuçlandıran bir yargı kararı
olmadığı da ortadadır.
ıı)
Hak arama hürriyeti yönünden durum :
Herkesin,
meşru bütün vasıta ve yollardan yararlanarak yargı mercileri önünde davacı veya
davalı sıfatiyle iddia ve savunmada bulunma hakkı vardır. Hiç bir mahkeme,
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınmaz (Anayasa - Madde 31).
Hak
sahibi ile kendisinden hak istenenin yargı mercii önünde davacı veya davalı
olarak karşılaşabilmeleri bu hürriyetin gereğidir. Devlet haksız eylemden doğan
alacakları için adliye mahkemelerine başvurur ve davalı da savunma hakkını kullanırken
yine haksız eylemlerle Devleti zarara soktuğu ileri sürülen bir kimsenin, sırf
Sayıştay denetimine bağlı bir görevde olması yüzünden mahkeme huzurunda
kendisini savunamamasını haklı gösterecek bir hukukî neden ve zorunluk ortaya
konulamaz.
Devletin
kişilerden ayrımlı olarak, kimi alacaklarını mahkeme hükmü gerekmeksizin
doğrudan doğruya kovuşturmaya yetkili olduğu durumlar vardır. Ancak bunlar kamu
alacaklarına ilişkin olanlardır. Kamu alacaklarının tahsiline girişilmesi
halinde de kişinin ya belli itiraz ve temyiz mercilerine ve sonunda Danıştaya
başvurarak veya yerine göre doğrudan doğruya Danıştayda iptal davası açarak bir
anlaşmazlık yaratmak ve savunmada bulunmak hakkı vardır.
Anayasa'nın
gerek 31 inci maddesi gerekse idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı
yolunu açık tutan değişik 114. maddesi kınalı, anlaşmazlık halinde kişi ile
idarenin yargı mercii önünde karşılaşmasına olanak tanımaktadır. Oysa
Sayıştayca karara bağlanan işlerde bu yol kapalıdır.
mm)
Anayasa'nın 114. maddesi karşısında Sayıştay işlemleri :
Sayıştayı,
yönetim hesaplarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyen bir kuruluş
olarak, idarenin yapısı içinde düşünmek, ilk bakışta aykırı gibi görünebilir.
Ancak Sayıştay'ın gördüğü denetleme işinin hukukî nitelikçe gerçekte bir
yürütme ve yönetim işi olduğu ve bu işle Anayasa gereğince görevlendirilmiş
bulunduğu ortadadır, öte yandan Anayasa'nın değişik 114. maddesi kuralı
idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunu açık tutarken yalnızca
yürütme örgütü için de bulunan ve idari eylem ve işlemler yapan kişi veya
kuruluşları erek edinmiş değildir. Sözgelimi idarenin genel yapısına girmeyen
özerk kuruluşların, yasama meclisi başkanlıklarının, mahkemelerin idarî işlem
veya eylem niteliğindeki tutum ve davranışlarına karşı ilgililerin haklarına
korumak da bu ereğin kapsamı içindedir. Onun içindir ki Sayıştayın idarî
örgütün yapısı dışında bulunması onun "kesin hüküm" adı verilen
işlemlerinin hukukî niteliklerine göre, idarî işlem sayılmasına ve bunlara
karşı Anayasa'nın 114. maddesi kuralından yararlanılmasına engellik edemez.
C -
Özetleme :
Yukarıdan
beri açıklananlara göre sonuç şöyle özetlenebilir :
aa)
Anayasa Sayıştay'ı bir yargı mercii olarak öngörmüş, yahut karşıoy görüşünde
ileri sürüldüğü gibi bunu öngörmeksizin kuruluşu bir yargı yeri gibi hüküm
verme yetkisiyle donatmış, bu kuruluşun kararlarına karşı yargı mercilerine
başvurma yolunu kapatmış değildir. Sayıştay'ı Anayasa'ya rağmen bu duruma
getiren; ona yargılama yetkisi tanıyan; bünyesi içinde bir Temyiz Kurulu
oluşturan; bu kurulca verilen kararların kesin olduğunu saptayan; Sayıştay
ilâmları aleyhine Danıştaya başvurulmasını yasaklıyan 832 sayılı Kanundur.
bb)
Anayasa'nın değişik 127. maddesinde geçen "kesin hükme bağlama"
deyiminin "kesin işleme bağlama", "kesin sonuca bağlama" ,
"kesin idari karara bağlama" kavramlarının ötesinde bir anlamı
yoktur.
"Sayıştay
ilâmı" diye adlandırılan belgeye icra dairelerince infazı gerekli bir
mahkeme hükmü niteliği verilemez. Bu, aslında denetleme ve inceleme sonunda
hesaplarda ve işlemlerde ortaya çıkarılacak yolsuz ve kanunsuz davranışların
doğurduğu Hazine zararını kesin olarak saptayan bir belgedir; delil olma
yönünden değeri vardır. Ancak "bir zararın saptanması" ve "bir
zarardan sorumlu olma" durumlarını birbirinden ayırmak gerekir. Sorum
konusunda yargı mercilerinin söyleyeceği çok söz vardır. Onun için Sayıştay'ın
"sorumluların hesap ve işlemlerim kesin hükme bağlama" yetkisinin bu
kişiler hakkında öznel kararlar alma yetkisini de kapsadığı hukukça savunulabilir
bir görüş olamaz. Sayıştay'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapması
da sorumluları şahsen borç altına sokacak öznel kararlar verilmesini haklı
gösteremez. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin bile böyle bir yetkisi
yoktur.
Sayıştay'ın
zararı saptayan kesin kararı üzerine sorumlu görünenler hakkında kovuşturmaya
geçilmesi doğaldır. Sorumlular zararı ödemeye yanaşmazlarsa son sözü yargı
mercii söyler. 832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrası bu yolu tüm
kapatmaktadır.
cc)
832 sayılı Kanunun 45. maddesinin son fıkrasında yer 'alan "Sayıştay'ca
verilen ilâmlar aleyhine Danıştay'a başvurulamaz." hükmü Anayasa'nın 2.
maddesindeki "hukuk devleti" ilkesine, yine Anayasanın "yargı
yetkisi, Türk Milleti adana bağımsız mahkemelerce kullanılır" kuralını
koyan 7., hak arama hürriyetine ilişkin 31., kanuni yargı yolunu belirleyen
değişik 32., idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini açık tutan
değişik 114., Sayıştay'a ilişkin değişik 127., Danıştay hakkındaki değişik
140., "kanunların Anayasaya aykırı olamıyacağını" saptayan 8.
maddelerine doğrudan doğruya aykırıdır; iptali gerekir.
Fazıl
Uluocak, Sait Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş
bu görüşe katılmamışlardır.
VI -
SONUÇ :
832
sayılı Sayıştay Kanununun sınırlama kararı uyarınca incelenen 45. maddesinin
son fıkrasının Anayasa'ya 'aykırı olduğuna ve iptaline Fazıl Uluocak, Sait
Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Muhittin Gürün ve Lûtfi Ömerbaş'ın
karşıoylariyle ve oyçokluğu ile 6/3/1973 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Muhittin
Taylan
|
Başkanvekili
Avni
Givda
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
|
|
|
|
Üye
Ziya
Ünel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Kâni
Vrana
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
İptal
konusu hüküm, Anayasa Mahkemesinin sınırlama kararı uyarınca 832 sayılı
Sayıştay Kanununun 45. maddesinin son fıkrasındaki "Sayıştayca verilen
ilâmlar aleyhine Danıştaya başvurulamaz" hükmünden ibarettir.
Anayasa
Mahkemesince; İptal konusu 832 sayılı Kanunun 45 maddesinin son fıkrasındaki
hüküm Anayasa'ya aykırı bulunduğundan iptaline, oy çokluğu ile karar
verilmiştir.
Kararda
çoğunluk görüşünün dayandığı gerekçeler;
a)
Anayasa Sayıştayı bir yargı mercii olarak öngörmediği gibi, bunu
öngörmeksiziii kuruluşu bir yargı yeri gibi hüküm verme yetkisi ile donatmış
değildir. Bu kuruluşun kararlarına karşı yargı mercilerine başvurma yolunu
kapatmamıştır.
b)
Anayasa'nın değişik 127. maddesinde yer alan "kesin hükme bağlamak"
deyimi müphemdir. Bu, yargı mercii niteliğini ifade etmez ve Sayıştay'ın
kararlarına karşı yargı yoluna müracaatı kapatmamıştır. Sayıştay'ın işi aslında
bir yürütme işlemi olduğundan Anayasa'nın 114. maddesi hükmüne tâbi olması
lâzımdır.
c)
İptal konusu 45. maddenin son fıkrası hükmü Sayıştay'ın kararlarına karşı yargı
mercilerine başvurma yolunu kapatmakta olduğundan bu sonuç Anayasa'nın 2., 7.,
31., değişik 32., değişik 114., değişik 127., değişik 140. ve 8. maddelerine
doğrudan doğruya aykırı bulunduğundan iptali gerekir, şeklinde özetlenebilir.
Aşağıdaki
nedenlerle bu görüşe katılmıyorum :
Anayasa'nın
127/1. maddesinde "Sayıştay'ın genel ve katma bütçeli dairelerin bütün
gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevli" olduğu
açıklanmıştır.
Yukarda
açıklanan Anayasa maddesi hükümleri karşısında ihtilâfın halli bakımından mühim
olan husus kesinlik meselesidir. Sayıştay'ın işinin bir hüküm veya idarî bir
işlem olması konusu bu kesinlik ilkesinin niteliği üzerinde bir fark
yapmamaktadır. Bu nedenle daha ziyade bu Kesinlik konusu üzerinde durulması
uygun olacağından aşağıda bu husus gözönünde bulundurularak açıklamalar
yapılmıştır.
Anayasa'nın
127/1. maddesinde yer alan hükümler Sayıştay'ca, Türkiye Büyük Millet Meclisi
namına yapılacak genel denetimin kül halinde bir düzenlemesidir; bir malî
kontrol düzenidir bu görev ve yetkiler Anayasa hükmü ile Sayıştay'a
verilmiştir. Bu Anayasa hükmü Sayıştay'ın, Devletin sorumlu kimselere tevdi
ettiği para ve malların denetimini bu düzen içinde yapacağını ve sorumluların
hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlıyacağını açıkça emretmiştir. Şu duruma
göre bu kesinlik, bir Anayasa ilkesidir. Ve hiç bir tereddüde yer vermiyecek
derecede açıktır. Bilinen hukukî anlamı da, aleyhine bir Kanun yoluna
gidilemiyeceğidir. İptal konusu 45. maddenin son fıkrasındaki "Sayıştay
ilâmları aleyhine Danıştay'a başvurulamaz" ibaresinin ifade ettiği anlam
da bunun, Anayasanın 127/1. maddesinde olduğu gibi kesin olduğunu ifade
etmekten ibarettir.
Anayasa
Mahkemesi Kararında çoğunluk görüşünde (Anayasa'nın 127/1. maddesindeki kesin
hükme bağlamak deyimi müphemdir. Anayasada, Yüksek Seçim Kurulu için
"Seçim Kanunlariyle ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları
inceleme ve kesin karara bağlama, (Madde 75/1); Uyuşmazlık Mahkemesi için
(............ adli, idari ve askeri yaıgı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir (Madde 142/1.), Anayasa
Mahkemesi için" ......Anayasa mahkemesi Kararları kesindir "madde
değişik 152/1" sözleri kullanıldığı halde Sayıştay için başka hem de yeni
bir deyime gitmesi bu üç .yüksek yargı merciinin kararları ile Sayıştay
kararları arasında bir ayırım gözettiğini göstermesi bakımından dikkate değer)
denilmektedir. Halbuki sözü geçen 75/1, 142/1 ve değişik 152. maddelerdeki
kesinliği ifade eden değimlerle Anayasa'nın 127/1 madesinde yer alan
"sorumluların hesap ve işlemleri kesin hükme bağlamak" deyimi
arasında kesinliği ifade bakımından bir anlam farkı mevcut olmadığı ortadadır.
Yine
çoğunluk gerekçesinde (Anayasa'nın 127/1. maddesindeki "kesin hükme
bağlamak" deyimi "kesin işleme bağlama" "kesin sonuca
bağlama", "kesin idari karara bağlama" kavramlarının üstünde bir
anlam yoktur) denilmektedir. Bu suretle 127/1. maddedeki "kesin hükme bağlamak"
deyiminin bir kesin idari işlem olduğu kabut edilmektedir. Bu kabul tarzına
rağmen bu kesinliğin anlamı da şöyle açıklanmaktadır: (Sayıştay ilâmı diye
adlandırılan belge, aslında, denetleme ve inceleme fonunda hesaplarda ve
işlemlerde ortaya çıkarılacak yolsuz ve kanunsuz davranışların doğurduğu hazine
zararını kesin olarak saptayan bir belgedir. Delil olma yönünden değeri vardır.
Ancak bir zararın saptanması ve bir zarardan sorumlu olma durumlarını
birbirinden ayırmak gerekir. Sorum konusunda yargı mercilerinin söyleyeceği çok
söz vardır. Onun için; Sayıştay'ın sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlamak yetkisinin bu kişiler hakkında, onları şahsen borç altına
sokacak öznel karar alma yetkisini de kapsadığı hukukça savunulabilir bir görüş
olamaz) denilmektedir. Bundan çıkan sonuç da Anayasanın 127/1. maddesindeki
"kesin hükme bağlamak" deyiminin idari bir işlem olduğu kabul
edilmekte fakat kesinliği kabul edilmemektedir. Bu kesin işlem veya kararın,
hazine zararını kesin olarak saptayan bir belgeden ibaret olduğu yolundaki çoğunluk
görüşünün ise hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu açıklama tarzı
Anayasa'nın 127. maddesinde yer alan (kesin) ilkesine aykırı düşmektedir. Zira
Anayasa'nın değişik 127/1. maddesinde yalnız "hesap ve işlemleri kesin
hükme bağlamak" deyimi kullanılmış olmayıp "sorumluların hesap ve
işlmelerini kesin hükme bağlamak" deyimi kullanılmıştır ki bunun anlamı
sorumluyu ve sorumluluğu da birlikte kesin hükme bağlayacak demektir. Sorumluyu
tespit etmeden mücerret zararın tespitinde bir yarar olmayacağı gibi, bir denetlemede
sorumlunun görev ve yetkisini Kanuna uygun bir şekilde kullanmış olup olmadığı
tespit edilmeden çok kere zararı tespit imkânı da yoktur.
Anayasamızda
kesin olduğu belirtilen bir çok kararlar da mevcuttur Meselâ: Anayasa'nın
değişik 144. maddesinde, hâkim niteliğinde olmayan Adalet Bakanının başkanlık
edebileceği Yüksek Hâkimler Kurulu Kararları idari bir karar niteliğinde
bulunmasına ve hâkimler hakkında meslekten çıkarma gibi mühim kararlar
verebilmesine rağmen bu kararlar kesindir.
Yine
Anayasa'nın 142 maddesi hükmüne göre uyuşmazlık mahkemesi uyuşmazlıkları kesin
olarak çözümlemeye yetkilidir.
Yine
Anayasanın 75/1. maddesi hükmünce : Yüksek Seçim Kurulu seçim konulan ile
ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceler ve kesin karara bağlar.
Görülüyor
ki Anayasa'nın bir kısım maddelerinde yer alan idarî işlem niteliğinde olan
kararların da kesin olduğu kabul edilmiş ve bu kararlar aleyhine Danıştay'a
başvurma yolu kapanmıştır.
Açıklanan
nedenlerle Anayasa'nın değişik 127. maddesinde yer alan (kesin) ilkesi, alınan
karar aleyhine bir kanun yoluna müracaat edılemiyeceğini ifade eder ve iptal
konusu 45. maddenin son fıkrasındaki "Sayıştayca verilen ilâmlar aleyhine
Danıştay'a başvurulamaz." hükmü da Anayasa'nın 127/1. maddesindeki
kesinlik ilkesini ifade etmek üzere, bu Anayasa maddesine dayanılarak,
düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenledir ki iptal konusu bu hüküm de kesinlik
kazanmış olduğundan Anayasa'nın idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı
yargı yolu açıktır, ilkesini koyan değişik 114/1. maddesi hükmüne tâbi olacağı
kabul edilemez.
Anayasamızda
bir çok maddelerde kabul edilen genel esasların istisnaları da aynı maddelerde
veya diğer maddelerde kabul edilmiş bulunmaktadır. Meselâ Anayasa'nın 14.
maddesinde : herkesin yaşama hakkına ve kişi hürriyetine sahip olduğu
belirtilmişi fakat, aynı maddenin ikinci fıkrasında kişi hürriyetinin kanununun
açıkça gösterdiği hallerde usulüne göre verilmişi mahkeme kararı ile
kayıtlanabileceği ve 33 ve 64. maddeleri ile de suç işlenmesi halinde kanunla
konulacak cezalarla ölüm cezası verilebileceği ve hürriyeti tehdit
edilebileceği belirtilmek suretiyle istisnaları gösterilmiştir.
Keza,
Anayasa'nın 17 ve 22. maddelerinde de herkesin basın hürriyetine haberleşme
hürriyetine sahip olduğu açıklandığı halde aynı maddede istisnaları
konulmuştur.
Anayasa'nın
bir ilkesine aykırı anlam taşıyan bir hüküm o ilkenin istisnası olarak
Anayasa'da yer almaktadır. Bunun gibi çoğunluk görüşüne göre idarî bir işlem
olarak kabul edilen Sayıştay kararının da Anayasa'nın 114/1. maddesinin bir
istisnası olarak kesin olduğunun kabul edilmesi gerekirdi. Anayasa'nın 127/1.
maddesindeki "kesin" ilkesi gayet açık olup kesin olmadığı yolunda
bir anlayışa müsait bulunmadığından herhangi bir yorumlamayı dahi gerektirmemektedir.
Bu sebeple bu "kesin" ilkesinin Anayasa'nın diğer ilkeleri ile
karşılaştırıp yorumlamalar yapmak suretiyle kesin olmadığı ve Anayasa'ya aykırı
bulunduğu sonucuna varmak Anayasa'ya uygun düşmemiştir. Zira Anayasa'nın
hakimiyeti prensibinde Anayasa'nın bütün hükümleri dahildir. Anayasa'nın 8.
maddesinin ikinci fıkrasında (Anayasa hükümleri, yasama yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, kişileri bağlayan temel hukuk kuralları) olduğu
açıkça belirtilmiştir.
Bu
nedenlerledir ki Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 127/1. maddesine uygun olarak
düzenlenmiş olan iptal konusu 45. maddenin son fıkrası hükmünün Anayasa'nın
diğer maddelerindeki ilkelere aykırı olduğu gerekçesi ile iptaline karar
veremez. Zira Anayasa'nın bir maddesinin hükmüne uygun bulunan bir kanun hükmünün
iptali, etkisi ve sonucu bakımından iptal edilen kanunun dayandığı Anayasa
maddesinde yer alan Anayasa ilkesini de hükümsüz bir duruma düşürmüş olurki
bunun sonuç bakımından o Anayasa hükmünün iptalinden farkı yoktur. Halbuki
Anayasa Mahkemesi bir Anayasa hükmünün esas yönünden değil yalnız şekil
yönünden Anayasa, uygunluğu denetimi yapabilir.
Yukardan
beri açıklanan nedenlere göre, Anayasa'nın değişik 127. maddesindeki
"....... sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak deyiminde
yer alan "kesin" ilkesi hukuki bir mefhum olarak aleyhine bir kanun
yoluna gidilmesi mümkün olmadığını anlatan açık bir Anayasa ilkesidir.
İtiraz
konusu 45. maddenin son fıkrasında yer alan "Sayıştay'ca, verilen ilâmlar
aleyhine Danışta'ya başvurulamaz" ibaresi de tamamı ile aynı anlamda
kesinliği ifade etmektedir ve Anayasa'nın 127/1. maddesindeki "kesin"
ilkesine dayanılarak düzenlenmiş ve Anayasa'ya uy.gun bulunmuş olduğundan
Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan ilkelere aykırı düştüğü gerekçesi ile
iptaline karar verilemiyeceği kanısında bulunduğundan sözü geçen 45. maddenin
son fıkrasındaki hükmün iptaline dair karara karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Bu
dosya ile, Danıştay Dava Daireleri Kurulu, bir Sayıştay İlâmının iptali istemi
ile yapılmış başvurma üzerine, 832 sayılı Sayıştay Kanununun bazı maddelerini
ve bu arada 45. maddesinin son fıkrası hükmünü Anayasa'ya aykırı görerek
sözkonusu hükümlerin iptaline karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine itirazda
bulunmuş ve Mahkememiz de söz konusu hükümlerden sadece 45. maddenin son
fıkrasını bu davada uygulanacak hüküm niteliğinde görerek incelemeyi bu hüküm
ile sınırlandırmış ve sonuçta da hükmü Anayasaya aykırı bulunarak iptaline
karar vermiştir.
Karar
içinde de belirtildiği gibi sözkonusu 45. maddenin son fıkrası hükmünün
Anayasaya aykırılığı sorunu, daha önce üç kez Danıştay Dava Daireleri Kurulunca
itiraz yolu ile, bir kez de Danıştay Başkanlığınca iptal davası açılmak
suretiyle yapılan başvurmalar üzerine incelenerek Anayasaya aykırı bir yön
bulunmadığına dört kez karar verilerek Resmi Gazetelerle ilân edilmiştir. (14,
15, 16 Ocak 1969 günlü, 1967/131969/5 sayılı, 16 Ocak 1969 günlü, 1967/19
1969/6 Sayılı, 10/6/1971 günlü, 1971/24 1971/55 sayılı ve 17/10/1972 günlü ve
1972/20 1972/55 sayılı kararlar; Resmi Gazeteler: 14 Nisan 1970, 17 Nisan 1970,
27 Nisan 1972, 30 Nisan 1973, Sayı: 13471, 13474, 14171, 14522).
Buna
göre bu dosya ile aynı hüküm hakkında beşinci kez başvurulmuş olmakta ve
sonuçta da dört kararla Anayasa'ya uygunluğu tespit edilmiş olan hükmün bu defa
Anayasa'ya aykırı olduğu öne sürülerek iptaline karar verilmiş bulunmaktadır.
Kanımca
bu kararın kendisi, hem takip edilen usul, hem de esas yönünden Anayasa'ya
aykırıdır:
I -
Usul yönünden :
Yukarıda
da açıklandığı gibi 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin son fıkrası
hükmünün Anayasaya uygun olup olmadığı sorunu, bu kararla birlikte, beş kez
karara bağlanmış bulunmaktadır.
Mahkememizce
uygulanan bu usul, Anayasanın 152. ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkındaki 44 sayılı Kanunun 50. ve 51. maddelerinde
belirtilen (Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliği ve her organ ve herkesi
bağlayıcı olan niteliği) ilkesine aykırı bulunmaktadır. Zira Anayasa'nın 1488
sayılı Kanunla değiştirilen 152. madesinde:
(Anayasa
Mahkemesinin kararları kesindir (......)
Anayasa
Mahkemesi kararları, Resmi Gazete'de hemen yayınlanır, ve Devletin yasama
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,, gerçek ve tüzel kişileri
bağlar.) ilkesi yer almakta,
Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 22/4/1962 günlü ve 44
sayılı Kanunun 50. maddesinde (Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir (...) ve
51. maddesinde de (Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete'de derhal
yayınlanır ve Devletin yasama yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
bütün gerçek ve tüzel kişileri ve teşekkülleri bağlar.) denilmek suretiyle aynı
hükümlerin tekrar edildiği görülmektedir.
Anayasa'nın
ve 44 sayılı Kanunun, kesinlik) ve (bağlayıcılık) niteliğine ilişkin bu açık
hükümlerinde, (iptal kararları) ile (Anayasaya uygunluğu tespit eden kararlar)
arasında herhangi bir ayrım yapılmamakta, (Anayasa Mahkemesi kararı )adını
taşıyan tüm kararları kapsamına alacak nitelikte genel bir deyim kullanılmış
bulunulmaktadır. Buna karşı, Anayasa'nın 152. ve 44 sayılı Kanunun 50.
maddelerinin öteki fıkralarında, sadece iptal kararlarına özgü olan hükümler
ayrıca belirtilmektedir.
Hükümlerin
bu derece açık olması karşısında (kesinlik) ve (bağlayıcılık) nitelikleri
konusunda Anayasa Mahkemesi kararları arasında fark gözetmenin mümkün olmadığı
meydandadır. Nitekim sözü geçen maddelerde yer alan ve Anayasa Mahkemesi
kararlarının yayınlanmasına ilişkin bulunan hükümlerin uygulanmasında, kararlar
arasında fark gören düşünce benimsenmekte, maddedeki ifadenin genel niteliğine
ve geniş kapsamına dayanılarak, Anayasa Mahkemesinin tüm kararlan ilân
edilmektedir. Şayet "uygunluk" kararları, (kesin) ve (bağlayıcı)
değillerse ilân edilmelerine de zorunluk duyulmamak gerekirdi. Anayasa
Mahkemesi tarafından, aynı maddenin çeşitli hükümlerinin uygulanmasında düşülen
bu çelişkinin nedeni, kararlar arasında aslında mevcut olmayan bir farkın,
mesnetsiz olarak, var sayılmasından başka birşey değildir.
Görüldüğü
gibi, ayna maddelerde yer alan (ilân) hükmünün uygulanması bakımından tüm
Anayasa Mahkemesi kararları aynı nitelikte sayılmakta, fakat bütün kararları
kapsamı içine alacak niteliği pek açık bulunan (kesinlik) ve (bağlayıcılık)
ilkelerinin uygulanmasında ise, sadece (iptal) kararlarına bu nitelikler
tanınmakta, (Anayasa'ya uygunluğu tespit eden kararlar) ın bu niteliklerden
yoksun bulundukları kabul edilerek bu görüş doğrultusunda bir yargılama usulü
uygulanmaktadır.
Bu
tutumun dayandığı düşünceler şöylece özetlenebilir :
1 -
Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırılık ıddialanna ilişkin kararları
Anayasanın 149. ve 151. maddelerine dayanılarak yapılmış belli istemler üzerine
verilebileceğinden her kararın kesinliği de o kararın verilmesini gerektiren
belli iptal davası veya itiraz açısından söz konusu olabilir. Bu durumun sonucu
olarak belirli bir iptal davasının veya itirazın karara bağlanması, aynı konuda
bir başka iptal davasının veya itirazın Anayasa Mahkemesine gelmesine ve
incelenmesine engellik edemez.
2 -
İptal kararlariyle dava veya itirazın reddine ilişkin kararlar arasında açık
bir ayırım vardır. İptal kararları, iptal konusu hükümleri yürürlükten kaldınr.
Yürürlükten kalkmış bir kanunun artık Anayasaya aykırılığı söz konusu
olamayacağına göre böylece çözülmüş konuların bir daha mahkemeye gelmesi
düşünülemez. Davanın veya itirazın reddi ile sonuçlanmış kararlara konu olan
hükümler ise yürürlükte kalmış ve kararlar belirli durumlara ve koşullara
dayanmakta bulunmuştur. Kararın bağlayıcılığı da bu kapsam içinde, belirli bir
dava veya itiraz bakımındandır. Durumların ve koşullartn değişmesi halinde
sonucun da değişik olması gerekir. Böyle bir değişmenin bulunup bulunmadığı ise
ancak yeni dava veya itirazın incelenmesi sonunda anlaşılabilir.
3 -
Redle sonuçlanan bir dava veya itiraza konu olan hükümler hakkındaki başka dava
veya itirazların incelenemiyeceği yolunda bir görüş, kimi hükümlere
dokunulmazlık tanımak, bu hükümler hakkında özellikle yargı yerlerinin
yetkilerini kullanmalarını önlemek, hukuki görüşleri dondurup kalıplaştırmak
olur. Anayasanın böyle bir ereği olduğu yolunda bir kanıt da öne sürülemez.
Aşağıda
açıklanan nedenlerle bu görüşlere katılmak mümkün değildir:
l -
Anayasa Mahkemesi kararlarının (kesin) ve (bağlayıcı) niteliklerini gereği gibi
değerlendirebilmek için (Anayasa yargısı) alanı içinde kalınarak bu yargının
amaç ve ilkelerini gözönünde tutmak özellikle bir hukuk veya ceza yargılamasına
hâkim olan ilkelerin etkisi altında kalınmadan ve söz konusu alanları birbirine
karıştırmadan bu değerlendirmeyi yapmak zorunludur.
Gerçekten
bir hukuk veya ceza yargılaması sonunda verilen kararların (kesinliği) ve
(bağlayıcılığı) ile, Anayasa'nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince
olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olmak üzere verilen kararlar hariç
olmak üzere Anayasa yargılaması sonunda verilen tüm kararların (kesinlik) ve
(bağlayıcılığı), kapsam ve nitelik bakımlarından kıyaslanamayacak derecede
farklılık gösterir.
Hukuk
veya ceza davası, belli olayların kanun hükümleri karşısındaki durumunu saptamak
amacını taşır. Bu davalarda bir kanun hükmünün, olayın özelliğine ve oluş
biçimine ve tarafların o olaydaki durum ve tutumlarına göre uygulanarak
uyuşmazlığın çözümü bahis konusudur. Bu bakımdan, dava sonunda verilen karar,
(belirli durum ve koşullara dayandığından) bu kararın kesinliği de sadece
tarafları aynı olan o dava için söz konusudur. Halbuki iptal davaları ya da
itiraz yolile yapılan başvurmalar sonunda Anayasa Mahkemesince verilen
kararlarda, belli bir kanun hükmünün Anayasa kuralları karşısındaki durumunun
objektif olarak incelenip Anayasa'ya uygun olup olmadığının hükme bağlanması
söz konusudur, İPTAL davalarının esasına ilişkin incelemeler sırasında
davacının durum ve tutumunun üzerinde durulması ve bunların verilecek karara
etki yapması bahis konusu olmadığı gibi itiraz yolu ile gelen işlerin esasa
ilişkin incelemelerinde de itirazı yapan mahkeme dosyasındaki tarafların veya
davaya konu olan olayın üzerinde durulması ve bunların Anayasa'ya uygunluk veya
aykırılığın saptanmasında etki yapması da söz konusu değildir. Bu bakımlardan
Anayasa Mahkemesi kararları, öne sürüldüğü gibi (belirli durum ve koşullara
dayanmakta) olmadıklarından bu kararların "kesin" olma niteliğinin
çözümlenmesinde, öteki yargı kararları için doğru olan düşüncelerin öne sürülmesi
yerinde değildir.
Esasen
Anayasanın l52. maddesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının kabulü halinde,
Anayasa'da "kesinlik" den ayrıca yer almış bulunan rütme ve yargı
organları da dahil olmak üzere herkesi bağlayacağı kuralını da ilâve etmekte,
bu konuyu herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta çözümlemiş
bulunmaktadır. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının "kesinliğinin" ve
"bağlayıcılığının" öne sürüldüğü gibi, sadece olay ve olaydaki
taraflar bakımından söz konusu olabileceğinin kabulü halinde, Anayasa'da
"kesinlik" den ayrıca almış bulunan "her organı ve herkesi
bağlayıcılık" kuralına mana verilmesi imkânsız olur.
İtiraz
yolu ile yapılan başvurmalar sonunda verilen iptal kararları sadece itiraza
vesile olan davanın taraflarına mahsus ve mümhasır olarak sırf onlar bakımından
kesin ve bğlayıcı olmayıp genel nitelikte ve herkes için aynı değerde olduğu
gibi, itirazın "Anayasa'ya uygunluk" kararı ile sonuçlanması halinde
de durum aynıdır ve bu karar da genel nitelikte ve herkes için aynı değerdedir.
Aksi yönde bir değerlendirmeyi haklı gösterecek Anayasa'da herhangi bir işaret
olmadıktan başka, 152. maddenin hükmü Anayasa Mahkemesi kararları arasında
herhangi bir değer farkı yaratılmasını önleyecek derecede açık ve kesindir.
Kaldı
ki iptal davalarında, davayı açanların "taraf" sayılmaları mümkün
olmayıp bunlar (Anayasa ile dava açma yetkisi verilmiş organlar) dan ibarettir
ve sadece davanın açılması ve takibi ile ilgilidirler. Dava sonunda verilecek
kararların kendileri hakkında uygulanması ve bundan lehte veya aleyhte bir
fayda veya zarar görmeleri söz konusu olmadığına göre iptal davaları sonucunda
verilen (Anayasa'ya uygunluk) kararlarının "kesinlik" ve
"bağlayıcılık" niteliği, genel ve herkes için değilse hangi taraflar
veya olay için söz konusu olabilir.
Görülüyor
ki Anayasa yargılamasındaki "kesinlik" ve "bağlayıcılık"
niteliklerinin, genel yargılamada bu niteliklere verilen mana doğrultusunda
yorumlanması ile doğru sonuca varılamaz.
Bu
açıklamadan anlaşılacağı gibi Anayasa Mahkemesinin tüm kararları
"kesin" ve "bağlayıcı" dır ve bu konuda "iptal
kararları" ile "Anayasa'ya uygunluğu saptayan kararlar" arasında
bir nitelik farkı bulunduğunu öne sürmek doğru değildir.
2 -
Anayasa Mahkemesine, çözümlenmesi için, iptal davası veya itiraz yoliyle gelen
iddia, belli bir kanun hükmünün, Anayasa'nın belli kurallarına ve ilkelerine
aykırı olduğundan ibarettir.
Anayasa
Mahkemesince, iptal davalarında davayı açan kurum ve kuruluşların, itiraz yolu
ile gelen işlerde, dava mahkemesindeki olayla tarafların durum ve tutumlarıyla
ilgilenilmeksizin Anayasa'ya aykırılığı öne sürülen kanun hükmünün Anayasa
kuralları karşısındaki durumu ele alınarak objektif ölçüler içinde
değerlendirilmesinin yapılması ve Anayasa kurallarına ters düşüp düşmediğinin
saptanmaya çalışılması gerekir Bu çalışmalar sırasında iptal davasını açanlarca
veya itirazda bulunan mahkemece ve o mahkemenin baktığı davanın taraflarınca
öne sürülen Anayasa'ya aykırılık iddiaları şüphesiz incelenerek
değerlendirilmeye çalışılır Ama Anayasa Mahkemesi bunlarla bağlı olmayarak
kendisince saptayacağı gerekçeye dayanarak karar verir.
Görülüyor
ki Anayasa Mahkemesi kararları, davacıların durumunun ve tarafların, olayların
dışında ve üstünde olarak, kanun hükmü, Anayasa hükmü ve hukukun genel
kuralları ile memleket düzeninin tümünü kapsayan koşullar gözönünde tutularak
verilmekte, bu bakımdan da öne sürüldüğü gibi belli bir davanın taraflarına
veya olayına ilişkin (durumların ve koşulların) bu kararlarda etkisi
bulunmamaktadır. Şu halde Anayasa Mahkemesi kararlarında esasen etkisi
bulunmayan (durum ve koşullar) da sonradan meydan gelecek değişikliklerin
kararlarda da değişiklik gerektirmesi söz konusu değildir ve böyle bir
düşüncenin Anayasa'ya uygunluk kararlarının "kesinliği" ve
"bağlayıcılığı" konusunda yeri yoktur.
3 -
Anayasa Mahkemesince bir kanun hükmünün Anayasa'ya uygun olduğuna karar
verildikten sonra aynı kanun hükmü hakkında, evvelce incelenen aynı Anayasa
kurallarına aykırılığı iddiası ile yeniden açılan bir iptal davasının veya
itirazın, yeni baştan ve esastan incelenmeyerek evvelce verilmiş kararın
belirtilmesiyle yetinilmesi halinde, bir kısım hükümlere dokunulmazlık
tanınarak imtiyazlı duruma getirilmiş olacağı ve bu hükümler hakkında yargı
mercilerinin yetkilerini kullanmalarının önlenmiş bulunacağı görüşüne katılmak
da mümkün değildir. Zira dokunulmaz ve imtiyazlı duruma getirildiği öne sürülen
hüküm hakkında her hüküm gibi Anayasa'ya aykırılık iddiası yapılmış ve Anayasa
Mahkemesi de görüşünü açıklamıştır. Şu halde bu hükme de dokunulmuştur ve bu
konuda diğer hükümlere nazaran bir farklılık da söz konusu değildir
Öte
yandan, Anayasa Mahkemesinin yargılamasından geçmiş olan bütün hükümler
hakkında da aynı kural (yani tekrar tekrar ve yeni baştan yargılamanın
yapılmaması kuralı) uygulanacağından ileri sürülen imtiyazlı durum bu safhada
da söz konusu değildir.
Burada
(Yargı organlarının yetkilerini kullanmalarını önleme) durumundan da söz
edilemez. Zira yargı organlarının yetkisi, uygulayacakları bir kanun hükmünü
Anayasa'ya aykırı görmeleri halinde meselenin çözümünü Anayasa Mahkemesinden
istemekten ibarettir. Şayet daha önce Anayasa Mahkemesi açık bir karariyle
konuyu çözümlemiş ise ortada yargı organının Anayasa Mahkemesinden isteyeceği
bir konu da kalmamış demektir.
Kaldı
ki Anayasa Mahkemesinin önceki kararında inceleme dışı kalmış bir Anayasa
kuralı evya ilkesi açısından itirazda bulunmak yolu da daima açık
bulunmaktadır.
Bu
nedenle bu konuya ilişkin görüş de yerinde değildir.
Öte
yandan 1961 Anayasa'sı kanunların Anayasa'ya aykırılığının yoğun şeklinde
tartışıldığı bir devreyi kapamış ve kendinden önceki devrenin sosyal, politik
ve ekonomik bünyesinde görülen zararlı olayların ve çalkantıların tekrarını
önleme maksadını taşıyan kural ve ilkelere büyük ölçüde yer vermiştir.
Kanunların
Anayasa'ya uygunluğunun yargı yoliyle denetlenmesi sisteminin kurulmasının
amacı da, hem Anayasa'ya aykırı kanunların çıkartılmasını önleyerek kişiyi
kusursuz bir şekilde Anayasa'nın himayesi ve teminatı altına almak, hem de,
yetkisiz kişilerce sürdürülen sonu gelmez Anayasa'ya aykırılık tartışmalarına
yer bırakmayarak bu ortanın yarattığı huzursuzluktan yurdu kurtarmaktır.
Bu
maksatla bazı organ, kurul ve kurumlara tanıdığı iptal davası açma hakkı
yanında ve büyük ölçüde Anayasa denetimi ile ilk kademede yargı organlarını
görevlendirmiş ve bir kanunun Anayasa'ya uygun olup olmadığının nihaî derecede
çözümü görevini de Anayasa Mahkemesine vermiştir.
Esasları
ve prensipleri bu nitelikte olan bir Anayasa'nın gayeleri arasında, dava veya
itiraz halinde bir kanunun Anayasa'ya aykırı olduğunun veya olmadığının kesin
bir surette ve bağlayıcı olarak sonuçlandırılması maksadının da bulunduğunu
kabul etmek zorunludur.
Yukarıki
açıklamaların ışığı altında varılan sonuç özetle şudur :
Anayasa
Mahkemesince verilen gerek iptal, gerekse, Anayasaya uygunluk kararları
kesindir. Herkesi, her organı, bu arada Anayasa Mahkemesinin kendisini de
bağlar. Bu bakımdan evvelce açılan bir dava veya yapılan itiraz üzerine belli
bir kanun hükmünün Anayasa'nın belli kural ve ilkelerine uygunluğu hakkında
Anayasa Mahkemesince bir karar verilmiş ise açılan yeni bir dava veya yapılan
yeni bir itiraz vesilesiylea aynı hüküm hakkında Anayasanın aynı kural ve
ilkeleri açısından yeniden inceleme yapılarak yeni bir karar verilmesine yer
yoktur. Bu gibi hallerde önceki Anayasa Mahkemesi kararına gönderme yapılarak
(Yeni bir karar verilmesine yer olmadığı) yolunda karar verilmesiyle
yetinilmesi gerekir.
Konuyu
bitirmeden önce iki noktanın aydınlığa kavuşturulması faydalıdır.
a)
Anayasa Mahkemesi kararlarının kesildiğinin ve bağlayıcılığının, inceleme
konusu yapılan Anayasa kuralları ve ilkeleri açısından hüküm ifade ettiğinde
kuşku yoktur. Evvelki kararda inceleme konusu edilmemiş olan başka Anayasa
kuralları ve ilkeleri açısından öne sürülen yeni iddiaların, genişliğine ve
derinliğine esastan inceleme konusu yapılacağı ve yeni bir karara konu olacağı
tabidir.
b)
Anayasa, memleketin sosyal, siyasal ve iktisat alanına, kısaca tüm yaşantısına
şekil veren temel ilke ve kuralları gösterir. Bu ilke ve kurallar da, karşılıklı
olarak, sözü geçen alanların etkisi altındadır ve bu sebeple de Anayasa
hükümlerinin yorumlanmasında bu gerçeğin göz önünde tutulması zorunludur. Bu
bakımdan, Anayasa'nın temel ilkeleri ve hedefleri gözden kaçırılmamak şartiyle
memleketin içinde bulunduğu veya bulunması gerektiği ortamın nazara alınarak
Anayasa kurallarının yorumlanmsı gerekir.
Şu
hale göre, memleketin tüm bünyesinde veya bunun bir kesiminde esaslı
değişiklikler olması sonunda bu duruma ilişkin Anayasa ilke ve kurallarının
öncekinden değişik biçimde yorumlanması gerekebilir ve evvelce Anayasa'nın
belli bir kuralına uygun görüldüğü yolunda Anayasa Mahkemesinin kararına konu
olmuş bulunan bir kanun hükmünün, yeni şartlara göre öncekinden değişik biçimde
yorumlanan aynı Anayasa kuralına aykırı düştüğü sonucuna varılabilir.
Bu
açıklamadan da anlaşılacağı üzere (hukuki görüşlerin dondurulup
kalıplaştırılmış olacağı) görüşü de haklı ve yerinde değildir.
Ancak
bu dosyada görüldüğü gibi, beş yıl içinde bazen bir seneden az, bazen de bir
seneden biraz fazla fasılalarla söz konusu kanun hükmü hakkında aynı Anayasa
kuralları açısından yapılmış bulunan Anayasaya aykırılık iddialarının hiç
birisi, yukarıda açıklanan gereklere dayanmamakta ve aynı nitelikteki
Anayasa'ya aykırılık iddiaları birbiri peşinden Anayasa Mahkemesine
getirilmekte ve mahkemece de memleketin, sosyal, idari ve hukuki bünyesinde,
evvelce inceleme konusu yapılmış bulunan Anayasa kurallarının öncekinden
değişik biçimde yorumlanmasını gerektirecek ölçüde ve konu ile ilgili olmak
üzere köklü bir değişiklik olup olmadığı yolunda herhangi bir araştırmaya gerek
duyulmadan her başvurma, sanki mahkemeye bu konuda ilk kez getirilmiş bir dava
veya itiraz imişcesine işleme tabi tutularak konunun esasının incelenmesine
girilmekte ve önceki kararlarda dayanılan Anayasa kuralları tekrar edilerek
aynı gerekçelerle yeni baştan karar konusu yapılmaktadır. Bu durumun,
(şartlarda dğişikliğin kararlarda da değişiklik getireceği) veya (hukuki
görüşlerin dondurulup kalıplaştırılmış olacağı) iddialarına hak verdiren bir
yönü bulunmadığı, aksine Anayasa Mahkemesi kararlarının "kesin" ve "bağlayıcı"
olduklarını belirten Anayasa kurallarına aykırı bir sonuç ortaya koyduğu
meydandadır.
Şu
duruma göre yukarıki karar ilk önce bu yönden Anayasa'ya aykırıdır.
II -
Esas yönünden :
A-
Kararın genel durumu:
Kararın
(V- Esasın incelenmesi) bölümünün (B) bendinin l No.lu fıkrasında, 832 sayılı
Kanunun Sayıştaya (İlk ve son derecelerde görev yapan bir hesap mahkemesi
niteliği verdiği ve bu kuruluşu yargı usulleri öteki yargı mercilerine
benzemeyen, kararlarını hiç bir yargı merciinin inceleyemeyeceği nevi kendine özgü
bir müessese durumuna getirdiği) ve bir Anayasa hükmüne dayanmadıkça böyle bir
kuruluşun geçerli olamıyacağı ileri sürülerek Anayasanın 127. maddesinin
incelenmesine geçilmektedir. Kararın bu kısmı, aşağıda da açıklandığı gibi 127.
maddenin metnine hiç de uymayan ve maddenin amacıyla hiç bir şekilde
bağlaştırılması da mümkün olmayan birtakım düşüncelerden oluşmaktadır. Bu
suretle daha başlangıcında yanlış varsayımlara dayandırılan yukarıki kararın
doğru bir sonuca ulaşması zaten beklenemezdi. Nitekim kararın (b) fıkrasının
(aa) - (mm) harfleriyle işaretlendirilen onbeş paragrafında, Anayasa'nın öteki
ilkeleri açısından konu incelenirken hep baştaki yanlış düşünceye dayanılarak
yorumların yapıldığı ve sonuçta da bilinen karara varıldığı görülmektedir.
Kanunların
Anayasa'ya uygunluğu denetimi ile görevli olan mahkememiz, bu kararı ile
tamamen ters bir yöne yöneltilmiş ve 832 sayılı Kanunun bir fıkrasını iptal
etmiş gibi görünmesine rağmen aslında bizzat Anayasanın 127 maddesinin bir
hükmünü iptal etmiş duruma girmiştir. Zira bu iptal sonucunda bir Anayasa hükmü
işlemez duruma getirilmiştir.
Anayasa'ya
uygun hükümleri, hele bizzat Anayasa hükümlerini iptal etme işi Mahkememizin
görev ve yetkileri dışında kaldığına göre ve kararın (B) bendinin l No. lu
fıkrasının son cümlelerinde dayanılan Anayasa'nın 4. maddesinin (hiç bir kimse
veya organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağını) belirten ilkesi karşısında, kararın düştüğü çelişki bir
yana, mahkemenin kendisi Anayasa'ya aykırı bir tutum ve davranış içine itilmiş
bulunmaktadır.
Bu
konuları açıklığa kavuşturmak için karara dayanak yapılan görüşleri özetleyelim
:
1 -
Anayasa Şayıştayı bir idarî yargı mercii olarak öngörmüş, veya bir yargı yeri
gibi kesin hüküm verme yetkisi ile donatmış değildir. Şayıştayı yargı bölümü
içine sokmamıştır.
2 -
Anayasa'nın 127. maddesinde geçen (kesin hükme bağlama) deyiminin, (kesin
işleme bağlama), (kesin sonuca bağlama), (kesin idarî karara bağlama)
kavramlarının ötesinde bir anlamı yoktur. Sayıştay, sorumluları şahsen borç
altına sokacak öznel kararlar veremez.
3 -
Buna göre 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin son fıkrası hükmü
Anayasa'nın 2., 7., 31., 32.,., 114., 127., 140 ve 8. Maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
B -
Karşı düşünce :
Aşağıdaki
açıklamalar, söz konusu fıkra hükmünün Anayasa'ya uygunluğunu, buna mukabil,
iptal kararına dayanak olan görüşlerin Anayasa'ya aykırılığını ortaya
koymaktadır :
a -
Konunun esası :
Anayasa'nın
127. maddesinin ikinci fıkrası, Sayıştayın görevlerini üç grup halinde toplamış
bulunmaktadır.
1)
Genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek,
2)
Sorumluların hesap ve işlemleri kesin hükme bağlamak.
3)
Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak.
Bunlardan
ilk ikisi, Anayasa'nın kendisi tarafından verilmiş ve düzenlenmiş görevlerdir.
Kanun Koyucu, sözü geçen 127. maddenin ikinci fıkrasına göre Sayıştayın
kuruluşunu, işleyişini ve denetim usullerini düzenlerken bu Anayasa ilkelerini
gözönünde tutarak uygulama ayrıntılarını belirtmek zorunluğundadır.
Üçüncü
gruptaki görevler ise, inceleme, denetleme ve hükme bağlama niteliğinde
olmaları şartiyle Kanun Koyucu tarafından, Sayıştay'ca yapılması uygun görülen
öteki hizmetlerdir.
Madde
metninden de açıkça görüldüğü gibi Anayasa, Sayıştay'a, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleriyle mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına denetleme görevi vermiş, buna karşılık sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlama görevine ilişkin olan hükmü (Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına) deyiminin dışında bırakmıştı. Zira 127. maddede yer alan bütün
görevlerin (Türkiye Büyük Millet Meclisi adına) yapılması öngörülseydi (Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına) sözü, sadece (genel ve katma bütçeli dairelerin
bütün gelir ve giderleri ile malarının denetlenmesi) işine bağlılığı anlatan
şimdiki yerine değil, maddenin baş tarafına konulur ve istenilen anlam ona göre
sağlanırdı.
Görüldüğü
gibi maddenin, daha aşağıda belirtilen ereğine de uygun düşen bu açık ifadesi,
"'kesin hükme bağlama" görevinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
değil, Anayasa ile doğrudan doğruya Sayıştay'a verilmiş bir görev olarak yerine
getirileceğini kesinlikle ortaya koymaktadır.
Üçüncü
gruptaki görevlerin konularının, niteliklerinin, kapsamlarının, yapılma şekil
ve usullerinin de, Anayasa'nın 127. maddesinin buna dair olan hükmüne uygun
olmak şartiyle, Kanun Koyucu tarafından belli edilmesi gerekmektedir.
Maddenin
konumuzla ilgili bölümü, Sayıştay'ın doğrudan doğruya Anayasa'dan aldığı görev
ve yetkiye dayanarak sorumluların hesap ve işlemlerini "'kesin hükme"
bağlayacağına ilişkin olan hükmüdür.
Anayasa'nın
127 maddesinin açıklanan hükümleriyle Mahkememizin yukarıki kararı
karşılaştırıldığında, çoğunluğun bir anayasal gerçeği değiştirerek kendisince
var saydığı birtakım düşüncelerden hareketle işi ele aldığı, kanaatini bu açı
doğrultusunda oluşturduğu ve bu suretle de konuyu asıl yerinden başka alanlara
kaydırdığı görülmektedir: Zira bu dava dolayısiyle çözülmesi gereken konu
Sayıştay'ın bir yargı yeri olup olmadığı, üyelerinin hâkim niteliğinde bulunup
bulunmadığı değil, sorumluların hesap ve işlemlerine ilişkin olmak üzere
Sayıştay'ca verileceği Anayasa'ca kabul edilen "hüküm"' lerin,
"kesin" yani (aleyhlerine başka yargı yerlerine başvurulamaz)
nitelikte bulunup bulunmadıklarıdır.
Bu
nedenle söz konusu itirazın çözümü için, Sayıştay'ın Anayasa'ca öngörülen bir
yargı yeri olup olmadığına, üyelerinin hâkim niteliğine sahip bulunup
bulunmadığına ilişkin tartışma olanaksızdır. Buna rağmen yukarıki kararda daha
çok bu konuların üzerinde durulduğu ve sonucun da büyük ölçüde bu konulara
dayandırıldığı görülmektedir.
b -
Anayasa, "kesinlik" için hiçbir şart öngörmemiştir :
Anayasa,
bir kuruluşun kararlarının "kesin" olabilmesi için :
1 -
O kuruluşun behemehal bir yargı yeri olmasını,
2 -
Üyelerinin hâkim niteliğine ve teminatına sahip bulunmasını,
Zorunlu
saymamış ve kararda ısrarla üzerinde durulduğu biçimde bu yolda açık veya
kapalı herhangi bir ilke de koymamıştır.
Aksine
Anayasa'da yargı yeri olmayarak kurulan müessesenin kararları kesin sayıldığı,
keza üyeleri hâkim niteliğine ve teminatına sahip olmayan yargı yerlerinin
kurulmuş olduğu görülmektedir.
Bu
konuda aşağıdaki örnekler gösterilebilir :
1 -
Anayasa'nın 144. maddesiyle kurulmuş olan Yüksek Hâkimler Kurulunun üyeleri
hâkimlerden oluştuğu halde kuruluş bir yargı yeri değildir ve kararları da
hâkimlerin özlük işlerine ilişkin ve tamamen idari nitelikte bulunmaktadır. Bu
bakımdan sözü geçen kararlar 1971 yılına kadar Danıştay'ın denetimine tabi iken
20/9/1971 günlü ve 1488 sayılı Kanunla 144. maddede yapılan bir Anayasa
değişikliği ile bu kararların (kesin) olduğu ve aleyhlerine başka mercilere
başvurulamayacağı ilkesi konulmuştur.
2 -
Anayasa'nın 138. maddesiyle bir yargı yeri olarak kurulmuş bulunan askeri
mahkemelerin bir kısım üyelerinin ve yine aynı madde ile bir yargı yeri olarak
tanımlanan disiplin mahkemelerinin tüm üyelerinin hâkim niteliğine sahip
olmayabilecekleri Anayasa'nın kendisi tarafından kabul edilmiştir.
3 -
Anayasa'nın 140. maddesinde 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda
yüksek bir yargı yeri olarak kurulun (Askeri Yüksek idare Mahkemesinin)
kuruluşunda gözönüne alınacak ilkeler arasında (Mahkemelerin bağımsızlığı)
ilkesine yer verilmemiş ve üyelerinin nitelikleri de tamamen kanuna
bırakılmıştır. Bu maddeye dayanılarak çıkartılan 4/7/1972 günlü ve 1602 sayılı
Kanunda ise sözü geçen Yüksek Mahkemenin bir kısım üyelerinin ve Başkanın hâkim
niteliğinde olmayan kişilerden atanması öngörülmüştür.
4 -
15/3/1973 günlü ve 1699 sayılı Kanunla Anayasa'nın 136. maddesine eklenmiş olan
hükümlerle bir yargı yeri olarak kurulmuş bulunan Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin üyelerinin tayin usulü ise, hâkimlere bağımsızlık sağlayan genel
usullerin dışında özel bir biçimde düzenlenmiştir.
Anayasa'nın
kendisinden alman bu örnekler, Mahkememizin yukarıki kararında üzerinde önemle
durulan ve hatta iptal kararının esas dayanağını teşkil eden görüşlerin
gerçekte Anayasa'da bulunmayan bir takım varsayımlarından öte hukuki
değerlerinin bulunmadığını ve Anayasa'da mevcut olmayan nedenlere dayandırılan
yukarıki kararın Anayasa'ya aykırı olan niteliğini ortaya koymaya yeterlidir.
c -
Anayasa'nın 127. maddesinin oluş biçimi:
Sorunun,
söz konusu 127. maddenin içinde bulunan gerçek cevabı, bu maddelerin 1961
Anayasa'sına giriş amacının ve biçiminin araştınlmasiyle ortaya çıkar:
1961
Anayasa'sının Kurucu Mecliste hazırlandığı ve görüşüldüğü tarihlerde yürürlükte
bulunan ve eski Anayasanın 100. madesine dayanmakta olan 16/6/1934 günlü ve
2514 sayılı Divanı Muhasebat Kanunu (832 sayılı Kanunla yürürlükten
kaldırılmıştır). Sayıştay'ı sorumluların hesaplarını tetkik ve muhakeme ile
görevli bir heyet olarak kurmuş. Sayıştay Dairelerini birer hesap mahkemesi
halinde teşkilâtlandırmış, verilecek ilamlara karsı temyiz ve mahkemenin iadesi
yollarını açık tutmuş ve böylece ilâmların Sayıştay bünyesi içinde
kesinleşmeleri usulünü koymuş ve kesinleşen ilâmların da icra Kanununa göre
infaz olunacağı sesasını kabul etmişti (2514 sayılı Kanun, Madde : l, 18,
37-52, 55- 57, 67) .
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanmış olan Anayasa tasarısı
gerekçesinin 127. madeye ilişkin bölümünde, maddenin amacı şu yolda açıklanmış
bulunmaktadır:
(Sayıştay
için, 1924 Anayasa'sında olduğu gibi, bu kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisine
bağlılığı esası kabul edilmiş, Sayıştay üye ve başkanlarının teminatı,
Sayıştay'ın kuruluşu ve işleyişinin tanzimi kanuna bırakılmıştır.
Sayıştay'ın
bugüne kadar tatbikatı sadece şekli murakebeye inhisar etmiştir. Bu
murakabenin, malî tatbikatta görülen isabetsizliklere teşmili hiç şüphesiz
faydalı olacaktır. Ancak bu murakabenin ne dereceye kadar ve ne şekilde
gerçekleştirilebileceğini şimdiden tespit etmek mümkün görülmemiş ve meselenin
halli Sayıştay'ın Kuruluş Kanununa bırakılmıştır. Gerçekten, Kuruluş Kanununun,
Sayıştay'ın klâsik vazifelerinin genişlemesini, kamu ihtiyaçları ve personel
imkânlerının gelişmesine muvazi olarak düzenlenmesine hiç bir mani yoktur
.........)
Görüldüğü
gibi maddenin amacının, 1924 Anayasa'sına göre kurulmuş ve yürümekte olan
Sayıştay'ın eski kuruluş bünyesinin ve görevlerinin olduğu gibi muhafaza
edilmesi, hatta denetimin daha isabetli bir şekilde yürütülmesini sağlamak
için, ileride günün koşullarına göre ihtiyaç duyulacak yetkilerin verilmesi
işinin kanun koyucuya bırakılması olduğu açıkça görülmektedir. Maddenin ereğini
belli eden bu gerekçede, o zamana kadar yürütmekte olduğu yargılama görevinin
Sayıştay'dan artık alınması veya hiç değilse Sayıştay kararlarının keşin
niteliğinin değiştirilerek bunlar aleyhine Danıştaya başvurma yolunun açılması
hususlarından açık veya kapalı söz edilmemiştir.
Tasarıda,
yukarıdaki gerekçeye dayanılarak düzenlenmiş bulunan maddenin şu şekilde olduğu
görülmektedir.
(Madde
126 - Sayıştay, genel ve katma bütçelerin uygulanmasını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetlemekle görevlidir.
Sayıştay'ın
kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları,
ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve diğer özlük işleri, başkan ve
üyelerinin teminatı kanunla düzenlenir.)
Tasarıdaki
bu maddenin, Temsilciler Meclisindeki müzakeresinin başlangıcında; teklif
edilen maddenin, Sayıştayın yapmakta olduğu görevlerden, Devlet gelir ve
giderleri ile sermaye ve mallarının toplanmasında, harcanmasında, idaresinde ve
muhafazasında kanunların tam olarak uygulanıp uygulanmadıklarının denetlenmesi,
sorumluların yargılanması ve malî sorumluluklarının hükme bağlanması gibi
önemli bir bölümünü dışarda bırakarak Sayıştaya sadece genel ve katma
bütçelerin uygulanmasının denetleme görevi vermekle yetindiği, bu suretle hem
bugün çalışır durumda olan Sayıştay'dan çok farklı nitelikte bir müessese
kurulmasını önermekte, hem de maddenin gerekçesinde belirtilen amacı bile
karşılamayan ve onun çok gerisinde kalan bir düzenleme yapmakta olduğu
açıklanmış ve Sayıştay'ın yararlı olabilmesi için eksik yetkilerin tamamlanması
ve özellikle kesin nitelikte yargı görevi yaptığının maddede belirtilmesi ve
kuruluşa Anayasa'nın yargı bölümünde yer verilmesi gerektiği öne sürülerek bu
konularda bir de önerge verilmiştir. Fakat, önerge henüz Meclisin oyuna
sunulmadan, Anayasa Komisyonunca istenmiş ve Başkanlıkça da önergenin Komisyona
verildiği bildirilmiştir.
Bunun
üzerine Anayasa Komisyonunca yeniden hazırlanarak Temsilciler Meclisince de
kabul edilmiş bulunan metin, yürürlükteki 127 nci madde olarak Anayasa'da
şimdiki yerini almıştır. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi : cilt : 4, sayfa
: 61- 62, 68, -69),
Kanunlaşan
bu madde ile tasarıda teklif edilmiş olan ilk metin karşılaştırıldığı zaman,
sözü geçen önerge ile teklif edilen hususlardan, eksik yetkilerin tamamlandığı,
sorumluların hesap ve işlemleri hakkında kesin hüküm verme görevinin Sayıştay'a
verildiği açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşılık kuruluşun, Anayasa'nın
yargı bölümüne alınmayarak şimdiki yerinde bırakılmış olması keyfiyeti,
konumuzun çözümünde önemi olan bir husus değildir. Zira aşağıda açıklanacağı
üzere Anayasa'nın yargı bölümünde sırf idare işi yapan kuruluş mevcut olduğu
gibi yasama bölümünde sadece yargı görevi yapan kurulda mevcuttur.
ç -
127 nci maddenin amacı:
Bu
açıklamalar, 127 nci maddenin tasarıda olduğu gibi bırakılmayarak (sorumluların
hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak) görev ve yetkisinin de maddeye
eklenilmesi suretiyle kabul edilmiş olmasının gerçek anlamı ve amacı üzerinde
özellikle durulması gerektiğini göstermektedir. Verilen önergede ve Temsilciler
Meclisinde yapılan açıklamalarda, Sayıştay'ın gerçek kimliğinin, yani, yürürlükteki
kanunlarla Sayıştay'ın bir hesap mahkemesi olarak kurulmuş olduğunun, yıllardan
beri o kimlikle görev yapa geldiğinin, başka hiç bir idare ve yargı yerinin
incelenmesine bağlı olmayan nitelikte kesin hükümler vermekte bulunduğunun
ortaya konulması ve Sayıştay'dan gereği gibi yararalanbilmesi için bu görev ve
yetkilerin yine de verilmesinin zorunlu bulunduğunun öne sürülmesi üzerine söz
konusu hükmün maddeye eklenmiş olması, Temsilciler Meclisince teklifin kabul
olunarak bu yetki ve görevlerin Sayıştaya verildiği gerçeğini,
kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta belirten delillerdir.
Bu
değişiklik ile, sözü geçen önerge esas bakamından asıl amacına ulaştığı ve
madde, önergenin amacına uygun hükümle tamamlandığı için, maddenin yeni şeklinin
bu olayın ışığı altında yorumlanması gerekir. Bu gerçekler gözönüne
alınmaksızın önergenin, maddenin Anayasa'daki yerine ilişkin olup daha çok
şekille ilgili sayılabilecek bölümüne Komisyonca değinilmemiş olmasına
gerektiğinden fazla önem verilmesi ve konunun çözümünün büyük ölçüde bu olaya
dayandırılması, yukarıki açıklamalar karşısında doğru bir sonuca varmaya
elverişli değildir.
Kararda,
Sayıştay ilâmlarının, sorumluların sorumluluk derecelerini, sübjektif hakları
da ihlâl edici nitelikte olmak üzere hüküm altına almakta olduğuna göre idare
kuruluşunun bu nitelikteki kararlarının Anayasa'nın 114 üncü maddesi gereğince
Danıştay denetimi dışında bırakılamayacağı üzerinde de durulmaktadır.
Anayasa'nın
127 nci maddesinde, sadece hesap ve işlemlerin hükme bağlanmasından söz
edilmeyip (sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak) tan söz
edildiğine göre maddeden, hesap ve işlemler ile o hesap ve işlemleri yürüten
sorumluların ve onların sorum derecelerinin belli edilmesi gerektiği açıkça
anlaşılmaktadır. Esasen sorumlusu ve sorum derecesi belli edilmeyen bir hesap
ve işlemin "kesin hükme bağlanması" gibi, anlamı ve uygulamada yararı
olmayan bir görev için Sayıştay gibi Devlet için oldukça masraflı bir Anayasa
müessesesinin kurulmuş olacağına düşünmek bile konuyu gerçek değeriyle ele
almamak olur. Böyle bir görüşü, 127 nci maddenin, hesap ve işlemler sonucu
meydana gelen durumu, onları yürüten sorumluları, sorum dereceleri ile birlikte
belli ederek Devlet zararının ödettirilmesini hüküm altına almaktan ibaret olan
amacı ile bağdaştırmağa imkân bulunmadığına göre, söz konusu maddenin,
Sayıştay'ın bu nitelikleri taşıması gerekli bulunan hükümlerine
"kesinlik" tanıdığını kabul etmekte zorunluk vardır.
Maddenin
bu amacı, metni ile de teyit olunmaktadır :
Yakarıda
açıklanan değişiklik sonunda Anayasa'nın 127 nci maddesinin içinde, Sayıştay'ın
sorumluların hesap ve işlemlerim kesin hükme bağlayacağı ifadesi açıkça yer
almıştır. "Hükme bağlamak" teriminin, (yargılama işlemi sonucunda
ulaşılan kanaatin resmi şekilde beyan edilmesi) durumunu ifade ettiğine,
Anayasa da, Sayıştay'ın sorumluların hesap ve işlemlerini inceleme sonunda
varacağı kanaatin beyanını "hüküm" olarak nitelendiğine ve ona ayrıca
"kesinlik" tanıdığına göre sırf Sayıştay ile ilgili maddenin Anayasa'daki
yerine dayanan bir yoruma başvurarak Sayıştay "hükümlerine",
"kesinlik" niteliğinin tanınmamasını öne süren bir görüşü,
Anayasa'nın söz konusu hükmünün açık ifadesi karşısında benimsenmeğe de imkân
yoktur.
d -
Anayasa terimlerinin değiştirilmesi mümkün değildir :
Öte
yandan yukarıdaki kararda öne sürüldüğü gibi, hukuk dilinde, kanun kanun
kuralları söz konusu olduğunda kullanılan "kanun hükmü" deyimi ile
bir organ veya kurul kararının adını belirtmek için kullanılan "hüküm
deyiminin ayrı kavramlar olduğu açık bulunduğundan, Anayasa'nın 127 nci
maddesinde geçen (hüküm) ve (hükme bağlama) sözcüğünün, özellikle Anayasa'ca
kullanıldığı da gözönüne alınmayarak, gerçekten mevcut bulunmayan bir kavram
karşılığından söz edilmek suretiyle Anayasa'nın açık ifadesi dışında kalan
"kesin işleme bağlama," "kesin sonuca bağlama", "kesin
idari karara bağlama" deyimleri ile değiştirilmesi ve "hüküm"
sözcüğüne bu varsayın doğrultusunda bir hukukî değer biçilmesi mümkün değildir.
Yukarıda
açıklamalar da göstermektedir ki Mahkememizin bu karariyle Anayasa'nın açık
ifadeleri zorlanarak değiştiirlmistir.
e -
Maddenin Anayasa'daki yerinin konunun çözümündeki değeri :
Anayasa'nın
bu derece açık olan ifadesi karşısında, maddenin bulunduğu bölüme dayanan yorum
da, esasında kandırıcı değildir. Gerçekten Anayasamızın düzenlenmesinde, benzer
kurum ve müesseselerin aynı bölümlerde toplanması için çaba harcandığı, ancak
çeşitli sebeplerle bunun eksizsik olarak yerine getirilemediği görülmektedir.
Bu bakımdan bir kurum ve kuruluşun Anayasadaki yerinin, onun bünyesini gösteren
kesin bir ölçü olarak alınması, doğru değildir. Anayasada bunun en açık örneği,
Yüksek Seçim Kurulu ile Yüksek Hâkimler Kuruludur. Yüksek Seçim Kuruluna,
yüksek bir yargı organı olduğu ve kararları da kesin nitelikte bulunduğu ve
Danıştayca da böyle kabul edildiği halde, Anayasa'nın yargı bölümünde değil,
görevinin konusu bakımından olan ilgisine göre yasama bölümünde (Madde 75),
tamamiyle idarî görev yapan Yüksek Hâkimler Kurluna da, görevinin çeşidine göre
Anayasa'nın yürütme bölümünde değil hâkimlerle ve yargı organlarıyle yakın
ilişkisi nazara alınarak yargı bölümünde (Madde 143, 144) yer verilmiştir.
Kaldı
ki bu konuda çözümlenmesi gerekli olan nokta, yukarıda da değinildiği gibi,
Sayıştayın, yüksek bir yargı yeri veya bir alt idare mahkemesi olup olmadığı
değil, Anayasa ile görevli kılınmış olduğu (hükme bağlamak) işlemi sonunda
düzenlendiği ilâmların, başka bir idare veya yargı organı önünde incelenmesinin
mümkün bulunup bulunmadığı, kısacası (kesin) nitelikte olup olmadığıdır.
Yukarıdaki
açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, bir kuruluşun tasarruflarının niteliğinin,
o kuruluşun Anayasadaki yerine göre değil, Anayasa hükümlerine göre
değerlendirilmesi gerektiği açık olarak ortadadır.
Anayasada,
kesin hüküm ve kararlardan bahseden sadece 127. madde değildir :
1)
Anayasa'nın yasama bölümünde bulunan 75. maddesinde Yüksek Seçim Kurulunun
görevine ilişkin olarak (şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara
bağlama) hükmü yer almaktadır.
2)
Anayasa'nın yürütme bölümünün iktisadî ve malî hükümler kesiminde bulunan bu
dava ile ilgili 127. maddesindeki hüküm ise (sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlamak) şeklindedir.
3)
Anayasa'nın yargı bölümündeki 142. maddesinde, Uyuşmazlık Mahkemesinin (görev
ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili bulunduğu)
yazılıdır.
4)
Anayasa'nın yine yargı bölümündeki 152. maddesinde (Anayasa Mahkemesinin
kararlarının kesin) olduğu belirtilmektedir.
5)
20/9/1971 günlü ve 1488 sayılı Kanunla Anayasa'nın 144. maddesinde yapılan
değişiklik ile bu listeye bir yenisi daha eklenmiştir.
Bu
madde de yapılan değişikliğe göre Yüksek Hâkimler Kurulu,, adliye mahkemeleri
hâkimlerinin özlük işleri hakkında kesin karar verir. Bu kararlara karşı başka
mercilere başvurulamaz.
Görüldüğü
gibi bir Anayasa hükmü ile Yüksek Hâkimler Kurulunun (idari karar) nitelikleri
aşikâr olan özlük işlerine ilişkin kararları bile kesin sayılmış ve Anayasa'da
kullanılan kesin teriminin Danıştayla Anayasa Mahkemesi arasında senelerdir
süregelen itiraz ve iptal davasına konu olduğunu bilen Yasa Koyucu, söz konusu
(kesin) ifadesi ile başka bir mercie başvurulmasının önlenmesi amacının
güdülmüş olduğunu da, sanki tarif yaparcasına, Anayasa metni içinde gösterme
zorunluğunu duymuştur.
f -
(Hüküm) teriminin manası :
Sırası
gelmişken bu noktanın da açıklığa kavuşturulmasında yarar vardır :
Anayasa'nın
yukarıki maddelerinde (karar terimi kullanıldığı halde sadece 127. maddede
(hüküm) terimi kullanılmıştır.
Hukuk
dilinde (karar) terimi; yasama, yargı ve idare yerlerince hukuki bir durum
meydana getirmek veya böyle bir durumu belirtmek amaciyle kanuna uygun biçimde
ortaya konulan beyanı ifade eder. Bu bakımdan karar terimi yargı organlarının
hükümlerini de içine alan geniş kapsamlı bir terimdir.
Buna
karşı (hüküm) terimi, bir kanunun metninde yer alan bir kuralı veya bir
mahkemece yargılama sonucu verilmiş bir kararı ifade eder. Konu bir merci
kararı olduğuna göre terimin bu ikinci manası ile ele alınması zorunludur. Şu
halde Anayasa Koyucunun, Sayıştay Kararlarının yargılama sonucu olduğunu
gözönüne alarak bu niteliği belirtmek üzere 127. madde de (hüküm) terimi
kullanmayı tercih etmiş olduğunu kabul etmek zorunludur. Temsilciler Meclisinde
127. madde hakkında geçen ve yukarıda özetlenen görüşmeler de bu sonucu
doğrular niteliktedir.
Yukarıki
açıklamalarda da görüldüğü gibi bu maddelerde geçen benzer ifadeler aynı anlamı
taşıdıkları ve hatta Sayıştayla ilgili 127. maddedeki (hüküm) terimi, yargılama
sonucu verilen kararı ifade etmesi bakımından konuya daha da açıklık veren bir
nitelik getirdiği ve bunlardan Sayıştay dışındaki kuruluşların kararlarının
(kesinliği) konusunda hiç bir duraksama gösterilmediği halde aynı Anayasa
ifadesiyle nitelendirilmiş olan Sayıştay hükümlerinin kesinliğini benimsemeyen
bir görüşe katılmaya imkân yoktur.
g -
Mahkememizin yukarıki kararı sonucunda başkaca meydana gelen Anayasa'ya
aykırılıklar :
Kesinliğini
açık bir Anayasa ilkesinden aldığı böylece meydanda olan Sayıştay ilâmlarının,
idari işlem sayılarak Danıştayda açılacak iptal davalarına konu yapılması,
aşağıda açıklanan yönden de Anayasaya aykırı bir sonuç meydana getirir :
Anayasa
hükümleri ve 521 sayılı Danıştay Kanunu, Sayıştay ilâmlarına karşı Danıştayda
dava açılmasına ve Danıştayın da bu gibi işlemlere bakmasına izin vermemektedir
:
1 -
521 sayılı Danıştay Kanununda Sayıştay ilâmlarına karşı dava açılabileceğini
gösteren açık veya kapalı hiç bir hüküm yoktur. Bu durum, kanunun hazırlanması
sırasında konunun unutulmuş olmasından veya kanunun genel hükümlerinin esasen
bu hususu sağlayıcı nitelikte bulunmasından ileri gelmiş değildir. Zira bu
sorunun, Danıştay Kanununun yasama meclislerindeki görüşülmesi sırasında
müteaddit defalar uzun tartışmalara konu olduğu, böyle bir yetkinin Danıştaya
verilmesini öngören hükümlerin tasarıya bazen eklenip, bazen çıkartıldığı ve
sonuçta da böyle bir yetkinin Anayasa'nın 127. maddesi hükmü ile
bağdaştınlmasına imkân olmadığı gerekçesiyle kanunun son şekline alınmadığı,
yasama meclislerinin tutanak dergilerinde açıkça görülmektedir.
Kendi
kanununun böyle bir görevi Danıştaya vermemesine, bir başka deyimle Yasa
Koyucunun bu konudaki açık iradesine rağmen, dolaşık yoldan aksi sonuca varmak
maksadiyle ve tamamen değişik nitelikte bir kanun yolunu düzenleyen Danıştay
Kanununun 31. maddesi hükümlerini öne sürerek Sayıştay ilâmlarına karşı
Danıştayda bir inceleme kapısı açılmasının da Danıştay Kanununun kendisine açık
bir aykırılık teşkil edeceği meydandadır.
Bu
açıklama Sayıştay ilâmlarına karşı, gerek iptal davası açılması gerek temyiz
yoluna başvurulması suretiyle Danıştaya müracaat edilmesine, bizzat Danıştay
Kanununun müsaade etmediğini ortaya koymaktadır.
2 -
Anayasa açısından olan duruma gelince :
Anayasa'nın
140. maddesi, Danıştay'ın kanunlarını başka idari yargı mercilerine bırakmadığı
konularda ilk derece ve genel olarak üst derece idare mahkemesi olduğu ve idari
uyuşmazlıkları ve davaları görmek ve çözümlemekle görevli bulunduğu kuralını
koymaktadır.
Buna
göre Danıştay'a bu madde ile çizilmiş bulunan Anayasa sınırlarını aşacak
surette görev verilmesine imkân yoktur. Halbuki yukarıdaki kararlarla
Danıştaya, bu sınırların ötesinde görev verilmek suretiyle Anayasa'ya aykırı
bir iş yapılmıştır.
Şöyle
ki :
a)
Sayıştay, yukarıda da değinildiği gibi, Danıştay Kanununun 31. maddesinde sözü
edilen, herhangi bir kanunla kendisine yargı görevi verilmiş bir idari yargı
mercii olmayıp, bizzat Anayasa'nın 127. maddesiyle sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevlendirilmiş bir Anayasa organıdır.
Gerek
konuşma, gerek hukuk dilinde (hükme bağlama) deyiminin, yargılama işlemi sonucu
verilen kararı ifade ettiği gerçeği, tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık
ve kesindir. Şu halde Anayasa, yukarıda daha geniş biçimde üzerinde durulduğu
gibi, sebepsiz olarak kullanmadığı bu ifade ile Sayıştay'ın sorumluların hesap
ve işlemlerini yargılama yolu ile kesin hükme bağlayacağı kuralını koymuştur.
Bu
duruma göre Sayıştay, ne Danıştay Kanununun 31., ne de Anayasa'nın 140.
maddelerinde ifade edilen, kanununlarla görevlendirilmiş bir idari yargı mercii
olmadığından, "kesin" nitelikteki hükümlerinin Danıştayca üst derece
idare mahkemesi olarak incelenmesi için Anayasa'nın 140. ve Danıştay Kanununun
31. maddelerine dayanılması mümkün değildir.
b)
Sayıştay ilâmları, bir idarî işlem veya uyuşmazlık sonucu meydana gelen idarî
bir tasarruf da değildir. Zira bunlar, Devlete karşı sorum yüklenmiş bir kısım
görevlilerin kasıtlı veya kasıtsız yanlış uygulama veya kanunsuz bir işlem
sebebiyle sorumluluklara altındaki Devlet para veya malına karşı zarar vermiş
olmalarının tespiti halinde bu zararların ödettirilmesini hüküm altına alan
belgelerdir.
Aslında
Devletin, bu gibi zararların tazminini sebep olan görevlilere karşı adlî
mahkemeler önünde açacağı davalarla istemesi gerekirdi. Fakat yüz yılı aşan bir
zamandan beri Yasa Koyucular bu işin özelliğini ve malî denetim esaslariyle
yakın ilgisini göz önüne almak suretiyle bu görevi adliye mahkemelerinden
alarak Sayıştay'a vermişlerdir. 1961 Anayasa'sı da aynı sistemi muhafaza
etmekle beraber, 1934 yılından beri Sayıştay kanunu ile tesis edilmiş bulunan
sayıştay hükümlerinin kesinliği prensibini, bir Anayasa kuralı haline
getirmiştir.
Şu
hale göre esas itibariyle adli yargı sahasına giren bir konuyu çözümleyen ve
Aayasa hükmü ile de "kesinliği" kabul edilmiş bulunan Sayıştay
hükümlerinin, sadece idari uyuşmazlıkları ve davaları görmek ve çözümlemekle
görevli üst derece idare mahkemesi olan Danıştay tarafından incelenmesine, Anayasa'nın
140. maddesi de engel bulunmaktadır.
Mahkememizin
yukarıki kararı bu yönden de Anayasa'ya aykırıdır.
III
- SONUÇ :
832
sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin iptali istenen son fıkrası hükmünün,
Anayasa'nın 127. maddesinde yer alan bir hükmü, daha açık bir biçimde tekrar
etmekten öte bir niteliği yoktur. Yani söz konusu hüküm olmasa bile Sayıştay
ilâmlarının Danıştay'da hangi yolla olursa olsun incelenmesine Anayasa'nın söz
konusu 127. maddesi hükmü izin vermez.
Bilindiği
gibi Anayasalar, sosyal, siyasal, hukuk ve ekonomi alanlarının, kısacası
Devletin tüm yapısının temeli olan kuralları saptarlar ve gereken, yerlerde
bunların sınırlarını ve istisnalarını koyarlar, Kişiler ve organlar ancak bu
kurallar ölçüsünde ve varsa sınırlama ve istisna hudutları içinde, görevlere,
haklara ve yetkilere sahip olurlar. Hiçbir kimse, hiç bir organ bu kuralın
dışına çıkamaz. Esasen Anayasa'nın 4. maddesinin son cümlesi ve 8. maddesinin
ikinci fıkrası buna aykırı bir düşünceyi kesinlikle ret etmiştir.
Anayasa
ilkeleri etki ve değer bakımından eşit olup hangi nedenle olursa olsun birinin
ötekine üstün tutulması mümkün olmadığından bunların bir arada, birbirine
getirdiği sınırlamalar içerisinde ve hukukun genel kuralları da gözönünde
bulundurulmak suretiyle uygulanmaları zorunludur.
Anayasa,
bir maddesiyle herhangi bir konuya ilişkin olmak üzere genel ilke koyarken
diğer bir maddesiyle de bu genel ilkeye istisna hükmü getirebilir veya onu
daraltıcı bir sınır koyabilir. Örneğin Anayasa'nın 114 maddesiyle idarenin her
türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu genel ilkesini koyarken
başka Anayasa maddesiyle bazı idari işlemlerin niteliklerinin özellikleri
gözönüne alınarak, kesin olacağı, bunlar hakkında yargı yerlerine
başvurulamayacağı hükmünü koymasına hukuki engel yoktur ve bu istisna hükmü de
kendi sınırları içerisinde genel kural derecesinde etkili ve geçerlidir
(Anayasa'nın 144. maddesinde 1488 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte, olduğu
gibi). Bu bakımdan bir kurul kararına "kesin" nitelik verebilmek için
o kurulun behemehal bir yargı yeri olması ve üyelerinin hâkim niteliğinde
bulunması ve kararın da bir yargı kararı olması gibi bir zorunlukla Anayasalar
bağlı değildirler. Gerekli gördükleri hallerde bu niteliklerde olmayan
kurulların kararlarına da Anayasaların kesinlik tanımaları olağandır.
Söz
konusu 127. madde hükmü bir Anayasa kuralı olduğuna göre Anayasa'da yer almış
bulunan diğer ilkelerle etki ve değer bakımından eşit bulunduğunda, hatta sırf
Devlet sorumlularının sorumlarına ilişkin işlemleri genel kurallardan ayrı
biçimde ve üstelik de yargılama yolu ile hükme bağlamak gibi özel bir
düzenlemeye tabi tutmuş olduğu gözönüne alınırsa, genel kurallardan önce
uygulama ve etki değeri olduğunda kuşku yoktur. Anayasa'da başkaca var olan bu
ve bunun gibi belli bir konuya ilişkin bulunan pek çok sayıdaki Özel durumlara
ilişkin hükümlerin, Anayasada yer alan genel ilkelerden değişik nitelikte
olduklarına bakılarak Anayasa'ya aykırılıklarından söz edilemez ve Anayasa'da
belli bir konuyu düzenleyen özel bir ilke varken o kunuyu da kapsamı içine
alabilecek nitelikte genel bir ilke bulunsa bile onun değil, konuya özgü
Anasaya kurallarının uygulanması zorunludur.
Bu
açıklamaların ışığı altında kendiliğinden şu sonuç ortaya çıkar :
Anayasa'nın
127 maddesi, sorumluların kesap ve işlemlerinin incelenmesi sonunda Sayıştay'ı
"kesin hüküm" vermekle görevlendirmistir. Görülüyor ki Anayasa, bu
çeşit Sayıştay kararlarına "hüküm" niteliği ve "kesinlik"
tanımıştır. Anayasa'nın bu nitelikleri gelişigüzel vermediği ve söz konusu
deyimleri de tesadüfen kullanmadığı, aksine Sayıştay'ın tarih içindeki
gelişimi, ötedenberi vürürlükte olan kanunlarla verilmiş bulunan görevlerin
niteliği ve ilâmlarının tabi tutulduğu hükümler gözönüne alınarak Anayasa
Koyucu tarafından bilerek maddeye konulduğu ve buradaki "kesinlik"
deyimi ile Sayıştay ilâmlarına karşı başkaca yargı yerlerine başvurulmamasının
öngörülmüş bulunduğu Temsilciler Meclisindeki görüşmelerin incelenmesinden
anlaşılmaktadır. (Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi Cilt : 4, Sayfa : 61 -
62, 68 69).
Durum
bu derece açık iken Sayıştay'ın bir yargı yeri olmadığı ve bu sebeple de
kararlarının bir "yargı kararı" sayılamayacağı görüşünden hareketle
Anayasa'nın açıkça "hüküm" olarak kullandığı bir deyimi "idari
karar" "idari işlem" gibi başka türdeki deyimlerle değiştirerek
bir anayasal ilke olan "kesinlik" niteliğini de kanunlarla tanınan
"idari karar kesinliği", "idari işlem kesinliği" değerine
indirerek çıkarılan sonucun Anayasa'nın açık hükümlerine ne derece aykırı
bulunduğu ortadadır.
Üstün
kural koyan Anayasa'nın "kesin" nitelik tanıması sebebiyle aleyhine
başkaca bir idare ve yargı yerine başvurulması mümkün bulunmayan bir Sayıştay
"hükmü" ne karşı Danıştay'a başvurma yolunun açılmasının, Anayasa'nın
127. maddesine aykırı olduktan başka, hiç bir organın kaynağını Anayasa'dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı ilkesini yokan 4. maddesine, Anayasa
hükümlerinin diğer organlar arasında yargı organlarını da bağlayan temel hukuk
kuralları olduğunu belirten 8. maddesine de kuşkusuz aykırı düşeceği
meydandadır.
Buraya
kadar yapılmış olan açıklamalar 832 sayılı Sayıştay Kanununun 45. maddesinin
son fıkrası hükmünün, Anayasa'nın 127. maddesine olan uygunluğunu ve onun bir
tekrarından başka niteliği bulunmadığını belirtmekte ve bunun sonucu olarak
Anayasa'nın 2., 7., 8., 31., 32., 114. ve 140. maddeleri açısından ileri
sürülen aykırılık iddialarının da geçerli hiç bir hukuki dayanağı olmadığını
kuşkuya yer vermeyecek biçimde ortaya koymaktadır.
Bu
nedenlerle yukarıki karara karşıyım.
Sayın
Muhittin Gürün'ün karşı oyuna aynen katılıyoruz.
|
|
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Lûtfi
Ömerbaş
|