ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1967/41
Karar Sayısı:1969/57
Karar günü:23, 24 ve 25/10/1969
Resmi Gazete tarih/sayı:12.3.1971/13776
Davacı
: Türkiye İşçi Partisi
Dâvanın
konusu : 28/7/1967 günlü ve 933 sayılı Kalkınma Plânının Uygulanması Esaslarına
Dair Kanunun tümünün Anayasa ve İçtüzük hükümlerine aykırılığı ileri sürülerek
iptali istenmiştir.
C)
Dayanılan Anayasa hükümleri :
Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde
4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet,
egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır.
Egemenliğin
kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz.
Madde
5- Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
Madde
6- Yürütme görevi, kanunlar, çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından yerine getirilir.
Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Madde
36- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.
Madde
38- Devlet ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek
karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların, kanunda gösterilen esas ve usullere göre, tamamını veya bir kısmını
kamulaştırmaya veya bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Çiftçinin
topraklandırılması, ormanlarının devletleştirilmesi, yeni orman yetiştirilmesi
ve iskân projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlarıyla kamulaştırılan toprak
bedellerinin ödeme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngördüğü
hallerde, ödeme süresi on yılı aşamaz. Bu takdirde, taksitler eşit olarak
önedir ve kanunla gösterilen faiz haddine bağlanır.
Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten çiftçinin hakkaniyetli ölçüler
içerisinde geçinebilmesi için zarurî olan ve kanunla gösterilen kısmının ve
küçük çiftçinin kamulaştırılan toprağının bedeli herhalde peşin ödenir.
Madde
40- Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel
teşebbüsler kurmak serbesttir.
Kanun,
bu hürriyetleri, ancak kamu yararı amacıyla sınırlayabilir.
Devlet,
özel teşebbüslerin millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak, tedbirleri
alır.
Madde
41- İktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için
insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre
düzenlenir.
İktisadi,
sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla
millî tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının getirdiği önceliklere
yönetmek ve kalkınma planlarını yapmak, Devletin ödevidir.
Madde
58- Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada,
ödevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.
Madde
61- Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle
yükümlüdür.
Vergi,
resim ve harçlar ve benzeri malî yükümler, ancak kanunla konulur.
Madde
64- Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak, Devletin bütçe ve kesin hesap kanun
tasarılarını görüşmek ve kabul etmek, para basılmasına, genel ve özel af
ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine
karar vermek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerindendir.
Maddede
85- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve meclisler, çalışmalarını, kendi yaptıkları
içtüzüklerin hükümlerine göre yürütürler.
İçtüzük
hükümleri, siyasî parti gruplarının, meclislerin bütün faaliyetlerine
kuvvetleri oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir. Siyasî parti
grupları, en az on üyeden meydana gelir.
Meclisler,
kendi kolluk işlerini başkaları eliyle düzenler ve yürütürler.
Madde
105- Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında
işbirliğini sağlar ve Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir.
Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.
Her
bakan, kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve
işlemlerinden ayrıca sorumludur.
Bakanlar,
dokunulmazlık ve yasaklamalar bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleriyle
aynı durumdadır.
Madde
106- Bakanlıklar, kanunun koyduğu esaslara göre kurulur.
Açık
olan bakanlıklarla izinli veya özürlü olan bir bakana, diğer bir bakan geçici
olarak vekillik eder. Ancak, bir bakan birden fazlasına vekillik edemez.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi karariyle Yüce Divana verilen bir bakan, bakanlıktan
düşer.
Herhangi
bir sebeple boşalan bakanlığa en geç on beş gün içinde atanma yapılır.
Madde
107- Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya kanunun emrettiği
işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak şartıyla ve Danıştay'ın
incelenmesinden geçirilerek, tüzükler çıkarabilir.
Tüzükler,
Cumhurbaşkanınca imzalanır ve kanunlar gibi yayınlanır.
Madde
112- İdarenin kuruluş ve görevleri merkezden yönetim ve yerinden yönetim
esaslarına dayanır.
İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür, ve kanunla düzenlenir. Kamu tüzel
kişiliği ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.
Madde
113- Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarım ilgilendiren
kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak
şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Yönetmelikler, Resmi Gazete ile
yayınlanır.
Madde
114- İdarenin hiçbir eylem ve işlemi, hiçbir halde, yargı mercilerinin denetimi
dışında bırakılamaz.
İdarenin
işlemlerinden dolayı açılacak dâvalarda süre aşımı, yazılı bildirim tarihinden
başlar.
İdare,
kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
Madde
116- Mahallî idareler, il, belediye veya köy halkının müşterek mahallî
ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu
tüzel kişileridir.
Mahallî
idarelerin seçimleri, kanunun gösterdiği zamanlarda ve 55 maddede yazılı
esaslara göre yapılır.
Mahallî
idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri
konusundaki denetim, ancak yargı yolu ile olur.
Mahallî
idarelerin kuruluşları, kendi aralarında birlik kurmaları, görevleri,
yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve
ilgileri, kanunla düzenlenir. Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir
kaynakları sağlanır.
Madde
117- Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin, genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevler memurluk eliyle görülür.
Memurların
nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Madde
126- Devletin ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin
harcamaları yıllık bütçelerle yapılır.
Kanun,
kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve
hizmetler için özel süre ve usuller koyabilir.
Genel
ve katma bütçelerin nasıl yapılacağı ve uygulanacağı kanunla gösterilir. Bütçe
kanununa bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.
Madde
127- Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile
malların Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve
hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.
Sayıştay'ın
kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları,
ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri ve dîğer özlük işleri, başkan ve
üyelerin teminatı kanunla düzenlenir.
Kamu
iktisadi teşebbüslerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi kanunla
düzenlenir.
Madde
128- Kesin hesap kanunu tasarıları, kanunda daha kısa süre kabul edilmemiş ise,
ilgili oldukları malî yılın sonundan başlayarak en geç bir yıl sonra, Bakanlar
Kurulunca, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay, genel uygunluk
bildirimini, ilişkin olduğu kesin hesap kanunu tasarısının verilmesinden
başlayarak en geç altı ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar.
Madde
129- İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plâna bağlanır. Kalkınma bu plâna
göre gerçekleştirilir.
Devlet
Plânlama Teşkilâtının kuruluş ve görevleri, plânın hazırlanmasında yürürlüğe
konmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde gözetilecek esaslar ve plânın
bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirler özel
kanunla düzenlenir.
Ç)
İptali istenen 933 sayılı ve 28/7/1967 günlü Kanun hükümleri:
Madde
l- A) Kalkınma Plânı finansman hedeflerine uygun olarak geliştirilmesi
öngörülen iktisadi faaliyet sektörlerine plânın bölgelerarası dengeli kalkınma
ilkesi de gözönünde tutularak, genel ve katma bütçelerden ödünç verme şeklinde
transferler yapmak amacı ile fonlar tesis edilebilir.
Bu
fonların ve dış kaynaklardan aynı amaçla yapılacak tahsislerin kullanılış
esasları ve şartları yıllık programlarda gösterilir.
Maliye
Bakanlığı bütçesinde her yıl "gelişme ve teşvik fonları "isimli bir
bolüm açılır. Fonlar bu bölümün maddelerinde gösterilir.
Bu
transferler, Bakanlar Kurulu kararnamesiyle tespit edilecek millî bankalar kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların birlikleri, istihsal ve
satış (ezcümle ihracat) kooperatifleri ile bunların birlikleri aracılığı ile
yapılır.
B)
Plânın uygulanmasına ilişkin yıllık programlarda, sermaye ve idare hakimiyeti
mahdut sayıda özel kişilere ait olmamak kaydı ile Devlet ve Kamu iktisadi
Teşebbüsleri sermayesinin iştiraki ile kurulması öngörülen karma teşebbüslerin
sermayelerindeki Devlet hisseleri için gerekli ödenekler, Genel Bütçe Kanununun
Maliye Bakanlığı kısmında açılacak bir bölümün maddelerinde gösterilir.
Bu
karma teşebbüslerin nitelikleri, yukardaki fıkradan faydalanma şartları ve
bunlar üzerindeki Devlet denetiminin nasıl yapılacağı yıllık programlarda
gösterilir.
Madde2-
Kalkınma plânı ve yıllık programlara uygun olarak yatırımların teşvik ve
tanzimi maksadiyle :
A) 6
Ocak 1961 tarihli ve 193 sayılı Gelir vergisi Kanununa 28 Şubat 1963 tarihli ve
202 sayılı Kanunla eklenen 3. maddenin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir :
Yatırım
indiriminin nispeti yukardaki fıkraya göre indirimden istifade edecek yatırım
miktarının azamî % 80 nidir. Bölgelere ve iktisadi faaliyet sektörlerine göre
uygulanacak nispetler, bu haddi aşmamak üzere yıllık programlarda belirtilir.
B)
Yatırım mallarında ve ham maddelerde gümrük vergi ve resimleri ile ithalden
alman diğer vergi ve resimler toplamında iktisadi faaliyet sektörlerine göre
kısmi veya tam muaflıklar ihdası veya bu vergiler ve resimler toplamının kısmen
veya tamamen iadesi konulan. Bakanlar Kurulu kararnameleri ile düzenlenir.
C)
Sanayi bölgeleri ve turistik bölgeler tesis ve tanzimi ve bu maksatla,
gerektiğinde arazi istimlâki, Bakanlar Kurulu kararnameleri ile yapılır.
Bu
bölgelerde icabında kanalizasyon, elektrik, su ve yol gibi alt yapı tesisleri
yaptırıldıktan sonra gayrimenkul, buralarda plân ve program hedeflerine uygun
olarak tesis kuracaklara tayin edilecek vade ve faizi nispetlerinde ilgili
bakanlıklarca devredilir. Bu fıkranın uygulanmasındaki esaslar Bakanlar Kurulu
kararnamesi ile düzenlenir.
D)
Umumî Hıfzıssıhha Kanunu, iş kanunları, mahallî idareler kanunları ile diğer
mevzuatta her türlü yatırımlara, (ezcümle sanayi kuruluş ve işletmesine) ait
ruhsat formalitelerini ahenkleştirmek, çabuklaştırmak ve yetkili mercileri bir
arada çalıştırmak için Bakanlar Kurulu gerekli tedbirleri, icabında
kararnameler çıkararak alır.
E)
Bakanlar Kurulu standart ve kalite kontrolü konularında tatbikatı geliştirici
tedbirler almaya yetkilidir. Bu kontrolların hizmetin icaplarına göre sıhhatli
ve süreli bir tarzda yapılabilmesini sağlamak amacıyla, mesai saatleri dışında
ve ek mesai ücreti ödenmek şartiyle veya mukaveleli personel çalıştırmak
hususunda kararname çıkarmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Madde
3- Kalkınma Plân ve programlarına uygun olarak ihracatın teşviki ve döviz
gelirlerinin altırılması maksadiyle :
A)
İhracatı teşvik edilecek maddeleri ihraç edenlerin tanıtma, pazar araştırması
ve ilk yerleşme faaliyetlerine yardımcı olmak amaciyle;
İhracatçılara,
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların birlikleri veya
ihracatçı birlikleri veyahut İstihsal ve satış (ezcümle ihracat) kooperatifleri
ve bunların birlikleri eliyle birinci maddenin (A) bendinin ikinci ve üçüncü
fıkraları uyarınca tesis edilecek bir fondan ödünç verilebilir. Bu fonun
kullanılmasında ve ödünç verme İşlemlerinde uygulanacak esas, şart ve usuller,
ödünç alanın ödünç verme mukavelesindeki hükümlere uymasını sağlayacak
tedbirler ve denetleme yolları ile bu fondan hangi ihraç mallarının
yararlanacağı, Bakanlar Kurulu kararnamesi ile tespit edilir.
Yukarıdaki
fıkra hükümleri; yurt dışında iş alacak Türk müteşebbislerinin tanıtma ve ilk
yerleşme faaliyetlerine yardımcı olması amaciyle de uygulanabilir. Ancak, bu
konu Bakanlar Kurulu kararnamesi ile düzenlenirken, bu müteşebbislerin dış
memleketlerde aldıkları işlerin şümulü ve yurda getirecekleri döviz miktarı
dikkate alınır.
B)
27 Haziran 1963 tarihli ve 261 sayılı Kanunun birinci maddesi ile ihraç malları
hakkında Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler aşağıdaki hallerde de
kullanılabilir :
1.
İthal ihtiyacını ikame edecek ve Bakanlar Kurulu kararnamesi ile tespit
edilecek mallar hakkında;
2.
Döviz geliri sağlayan ve Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile tespit edilecek
hizmetler hakkında;
3.
Yurt içinde yabancı turistlerce yapılacak harcamalar hakkında.
C)
İhracatın Kalkınma Plânı ve yıllık programlar dairesinde geliştirilmesi ve
düzenlenmesi için gerekli tedbirler Bakanlar Kurulu kararnameleri ile alınır.
Madde
4- 6 Ocak 1961 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununa 28 Şubat 1963
tarihli ve 202 sayılı Kanunla eklenen 2. ve 3. maddeler; 2 Mayıs 1949 tarihli
ve 5383 sayılı Gümrük Kanununa bağlı Gümrük Giriş Tarife Cetvelinin
değiştirilmesi hakkında 25 Mayıs 1964 tarihli ve 474 sayılı Kanun 2., 3. ve 5
Maddeleri; 5 Temmuz 1963 tarihli ve 261 sayılı Kanunun 1. maddesiyle işbu
Kanunun 2. maddesinin "A" ve "B" bendleri ile 3. maddesinin
"B" bendinin "l" numaralı fıkrası gereğince öngörülen
teşvik tedbirleri ve diğer kanunlarda öngörülen teşvik tedbirlerini uygulamak
ve bu amaçla gerekli belgeleri müteşebbislere vermekle görevli olmak üzere,
Başbakanlığa bağlı bir "Yatırımları ve İhracatı Geliştirme ve Teşvik
Bürosu" kurulmuştur.
Bu
büroda, ilgili bakanlıklardan yeteri kadar personel, kadroları ile çalıştırılır
ve geçici süreli görevler için mukaveleli uzman istihdam edilebilir.
Madde
5- Kalkınma Plânı ve yıllık programlara göre şehirleşmenin gelişmesini
düzenlemek amacı ile mahallî idarelere yardım yapılması için Genel Bütçe
Kanununda açılacak bir bölümdeki ödenek ile dış kaynaklardan yapılacak
tahsislerin kullanılması Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle olur.
Bakanlar
Kurulu yukarıdaki fıkranın uygulanmasında, hızlı sanayileşme ortamı olan ve
bunun yükünü taşıyan mahallî idarelerin elektrik, su, yol, kanalizasyon gibi
alt - yapı tesislerinin planlanmasını ve yapılmasını sağlamaya; gerektiğinde
müstakbel gelişme sahaları için arsa istimlâk etmek üzere kararname çıkarmaya
yetkilidir.
Bu
arsaların mahalli idarelere devrine dair esaslar ve usuller Bakanlar Kurulu
Kararnamesiyle tespit edildi.
Çeşitli
hükümler
Madde
6- 18 Ocak 1954 tarihli ve 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanununun 8'.
maddesinin (a) bendi ile kurulmuş olan komite kaldırılmıştır. Kanunun bu
komiteye vermiş olduğu görevleri Devlet Planlama Merkez Teşkilâtı ifa eder.
Aynı
Kanunun 8. maddesinin (b) bendinde zikredilen itiraz mercii Yüksek Planlama Kuruludur.
Madde
7- Kalkınma Planının uygulanmasında özel ihtisas ve kabiliyet gerektiren
Maliye, Ticaret, Sanayi, Ulaştırma, Bayındırlık ve Tarım Bakanlıkları müsteşar,
müsteşar muavini, daire başkanı, daire başkan muavini, genel müdür ve genel
müdür muvavini görevlerine, meslek kıdemi ve müktesep maaş derecesi hakkında
aranılan şartlar dikkate alınmaksızın atanmalar yapılabilir. Bu atanmada,
görevliye tayin edildiği kadronun maaşı müktesep hak teşkil etmeksizin ödenir.
Bu
atanmalarla ilgili esaslar, Devlet Personel Dairesinin mütalâası alınarak
Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle tespit edilir.
Madde
8- Kalkınma Planının uygulanması ile ilgili olarak geçici süreli önemli işlerin
ve projelerin yürütülmesinde mukaveleli personel istihdamı esasları, Bakanlar
Kurulu Kararnamesiyle düzenlenir.
Bu
kanunun 2. maddesinin (E) bendinin ve 4. maddesinin uygulanmasıyle ilgili
olarak geçici görevlerde mukaveleli personel istihdam edilebilir. 30 Eylül 1960
tarihli ve 91 sayılı Kanunun 19. maddesi bu şekilde istihdam edilecekler
hakkında da uygulanır.
Madde
9- Bu kanunun 2. maddesinin "C" bendi ve 5. maddesi gereğince yapılan
kamulaştırmalarda 8 Eylül 1956 tarihli ve 6830 sayılı istimlak Kanunun 23.
maddesi hükmü uygulanmaz.
Madde
10- Kalkınma Planı ve yıllık programlar gereğince yaptırılacak yatırımların müşavirlik,
mühendislik, mimarlık ve benzeri proje ve kontrollük hizmetlerinin
yaptırılması, 10 Haziran 1934 tarihli ve 2490 sayılı Kanun hükümlerine tabi
değildir.
Bu
hizmetlerin görülmesine ait esaslar Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle düzenlenir.
Madde
11- 5 Temmuz 1963 tarihli ve 261 sayılı Kanunun 2. maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.
Madde
12- 10 Haziran 1930 tarihli ve 1705 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde
eklenmiştir :
Ek
madde- Orman Genel Müdürlüğünün kendi istihsal ettiği mal ve maddeleri ihraç
edebilmesi için ihracat ruhsatnamesi aranmaz.
Madde
13- Bu kanunda söz konusu kararnamelerin ve 5 Temmuz 1963 tarihli ve 261 sayılı
Kanunun 1. maddesinde yazılı kararnamelerin çıkarılmasından önce Yüksek
Planlama Kurulunun mütalâası alınır.
Madde
14- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde
15- Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.
D)
İlk inceleme :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15 . maddesi uyarınca yapılan ve Başkan İbrahim Senil,
Başkan Vekili Lûtfi Ömerbaş, Üye ihsan Keçecioğlu, Salim Başol, Feyzullah Uslu,
Fazlı Öztan, Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Sait Koçak, Muhittin Taylan,
İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel ve Muhittin Gürün'ün
katıldıkları 16/11/1967 günlü ilk inceleme toplantısında; olayda ilk önce Türkiye
İşçi Partisinin iptal dâvası açması için karâr vermeğe yetkili organının belli
edilmesi gerekmiş ve yapılan görüşmeler sonunda sözü edilen Parti Tüzüğünün 17.
maddesi uyarınca Merkez Yönetim Kurulunun Partinin en yüksek merkez organı
olduğu ve bu nedenle de dâvanın yetkili organın kararına dayanılarak açılmış
bulunduğunun kabulü gerektiği, Başkan İbrahim Senil, Üye Celâlettin Kuralmen,
Sait Koçak, Muhittin Taylan, Halit Zarbun, Ziya Önel ve Muhittin Gürün'ün Parti
Tüzüğünün 14. ve 15. maddeleri gereğince adı geçen Partinin en yüksek merkez
organının Genel Yönetim Kurulu olduğu ve bu kurul kararına dayanmaksızın
açılmış olan dâvanın yetki yönünden reddi gerektiği yolundaki karşı oylarıyle
ve oyçokluğu ile kararlaştırıldıktan sonra, dosyada eksiklik olmadığından işin
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verilmiştir.
Başkan
Vekili Lûtfi Ömerbaş, Üye İhsan Keçecioğlu, Salim Başol, Feyzullah Uslu, Fazlı
Öztan, Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu, Sait Koçak, Avni Givda, Muhittin
Taylan, İhsan Ecemiş, Recai Seçkin, Ahmet Akar, Halit Zarbun ve Muhittin
Gürün'ün katıldıkları 19/9/1967 günlü toplantıda dâva ile ilgili Devlet
Planlama Teşkilâtının bağlı bulunduğu Başbakanlığa sözlü açıklamaları dinlemek
üzere tebligat yapılmasına Avni Givda'nın karşı oyu ile ve oy çokluğu ile,
davacının sözlü açıklama için çağrılmasının şimdilik gerekli olmadığına Avni
Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet Akar'ın karşı oylarıyla ve oy
çokluğu ile karar verilmiş ve 8/10/1968 de Devlet Planlama Teşkilâtı
temsilcileri dinlenmiştir.
E-
Esasın incelenmesi :
Devlet
Planlama Teşkilatı temsilcilerinin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra dâva
dilekçesi, hazırlanan rapor, dâvaya temel tutulan Anayasa hükümleri ve bunlara
ilişkin hazırlık çalışmalarını gösteren belgeler ve dâva konusu kanunla ilgili
hazırlık çalışmaları belgeleri incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü :
Konunun
incelenmesinde Anayasa Mahkemesi, davacının ileri sürdüğü iptal nedenleri ile
bağlı olmadığından kendiliğinden tartışılmasını gerekli göreceği nedenleri de tartışıp
karar verilmek yetkisine, gerek Anayasa ilkeleri, gerekse 44 sayılı Kanunun 28.
maddesinin birinci fıkrası gereğince sahip bulunduğundan, davacının ileri
sürmediği nedenler dahi tartışılmış ve karar, gerek davacının öne sürdüğü
Anayasa'ya aykırılık nedenlerinin gerekse mahkemenin kendiliğinden ele aldığı
konuların sırasına göre ve ilk önce usule ve daha sonra da esasa ilişkin
nedenler incelenmek yoluyle verilmiştir.
I-
Usule ilişkin gerekçeler :
l-
Meclis ve Senato Komisyonlarının Güven Partisinin kuruluşu üzerine yeniden
kurulmaksızın inceleme yapmış olmaları sorunu :
Anayasa'da
kimi durumlarda kurulması öngörülen karma komisyonlar dışında kanun tasarı ve
tekliflerinin önce komisyonlarda,
Meclisler
genel kurulunda incelenmesi yükümünü koyan bir kural yoktur. Anayasa'nın birkaç
maddesinde (Madde 91 ve 92), Meclislerin ilgili komisyonlarından söz edilmekte
ise de bu kurallar, bütün kanun tasarı ve tekliflerinin komisyonlardan
geçirilmesi yükümünü öngören birer kural niteliğinde olmadıkları gibi genellikle
Yasama Meclislerinde var oldukları bilinen komisyonlardan o maddelerde
öngörülen durumlarla sınırlı olmak üzere ne biçimde yararlanılacağını
belirtmekten öteye bir anlam taşımamaktadırlar. Komisyon çalışmalarının genel
kurullar adına inceleme yapıp düşünce bildirmekten başka bir ereği bulunmadığı,
Meclislerin tasarı ve teklifler üzerinde egemen oldukları ve kendi iradelerine
göre sınırsız bir serbestlik içinde işi karara bağladıkları bilinen bir gerçek
olup bir tasarı veya teklifin ilgili komisyonda incelenmiş bulunup
bulunmamasının Meclis iradesinin gereği gibi belirmesine engellik edeceği dahi
düşünülemez.
Bu
açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Anayasa'nın kurulmasını buyurduğu
komisyonlar dışında kalan komisyonlar, birer İçtüzük düzenlemesidir. Millet
Meclisinde yürürlükte bulunan İçtüzüğün 36. maddesiyle Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünün 36. maddesinde belirtildiği gibi, o maddelerde anılan durumlarda
komisyon çalışmalarından vazgeçilebilmesi ve işin doğrudan doğruya meclislerin
genel kurullarında görüşülerek sonuçlandırılabilmesi dahi, sözü edilen
komisyonların çalışmalarının yasama çalışmalarında temel bir etken olmadığım
göstermektedir. Zira komisyon çalışmaları Anayasa uyarınca gerekli görülse idi,
herhangi bir zorunluk yüzünden dahi bu yoldan vazgeçilmesi olanağı bulunmazdı.
Bu sonuca göre meclislerce kabul edilen kanunların geçerliliği bakımından
konulmuş bir koşul bulunmayan komisyon çalışmalarında ve komisyonların
kuruluşlarında düşülen yanılmalar ya da işlenen usulsüzlükler, kanunların Anayasa'ya
aykırı sayılmaları için yeter bir neden değildir ve Güven Partisinin kuruluşu
üzerine komisyonların yeniden kuruluşuna gidilip parti gruplarının
komisyonlarda güçleri oranında etkili olmaları sağlanmaksızın işlem yapılmış
olmasına dayanan iptal istemi reddolunmalıdır.
Fazlı
Öztan, Avni Givda, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ahmet Akar bu görüşe
katılmamışlardır.
2-
Millet Meclisi Başkanlık Divanının Anayasa'ya uygun biçimde kurulmamış olması
sorunu :
İptal
dâvasına konu olan 933 sayılı Kanunun Millet Meclisinde görüşülüp kabul
edildiği sırada görevli Başkanlık Divanına Türkiye İşçi Partisi grubundan üye
alınmamış olduğu görülmektedir. Bu Divan, Anayasa Mahkemesince 27/2/1968 günlü,
esas 1967/6, karar 1968/9 sayılı kararla iptal edilen 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü
Meclis kararları uyarınca kurulmuştur.
Anayasa
Mahkemesinin az önce anılan 27/2/1968 günlü kararında belirtildiği üzere
Başkanlık Divanının kuruluşuna ilişkin Millet Meclisi kararı, İçtüzük kuralı
koyma niteliğinde bulunan bir karardır ve bundan dolayı Anayasa'nın 84. ve 85.
maddelerinin kapsamına girmektedir. Millet Meclisinin 1/11/1966 ve 2/11/1966
günlü toplantılarında başkanlık divanının kuruluşuna ilişkin olarak verilen
kararlar Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden artık ortada başkanlık divanının
kuruluşu ile ilgili ve İçtüzük niteliğinde bir karar kalmamıştır.
Ancak
dâva konusu 28/7/1967 günlü ve 933 sayılı Kanun, 28/5/1967 den 18/7/1967 ye
değin geçen dönem içinde Millet Meclisinde görüşülmüş bulunmaktadır; Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı ise 27/2/1963 de verilmiş olup Anayasa'nın 152.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasına göre iptal kararı, geriye yürümeyeceği
gibi Mahkemece iptal edilen kanun veya İçtüzük, karar verildiği gün yürürlükten
kalkar. Bu Anayasa kuralları uyarınca 27/2/1968 de iptal edilmiş bulunan Millet
Meclisi Kararının geçersiz duruma girmesi o günde başlamıştır. Bu iptalin daha
önceki bir dönemde Millet Meclisince kabul edilmiş olan bir kanunun görüşülmesi
sırasında görev yapmış bulunan Millet Meclisi Başkanlık Divanının hukukî durumu
üzerinde herhangi bir etkisi olacağını kabul etmek, iptal kararım geriye
yürütmek anlamına gelir ki böyle bir anlayış az önce bildirilen Anayasa
ilkeleriyle bağdaştırılamaz. Bu nedenlerle, Başkanlık Divanının Türkiye İşçi
Partisi grubundan üye alınmaksızın kurulmuş olmasının, inceleme konusu Kanunun
iptalini gerektirmediğine karar verilmelidir.
Şeref
Hocaoğlu, Fazlı Öztan, Avnı Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet Akar,
bu görüşe katılmamışlardır.
3-
Millet Meclisi Genel Kurulunda Hükümet tasarısı yerine Anayasa Komisyonunca
değiştirilerek kaleme alınmış bulunan Kanun tasarısının görüşülmesi sorunu :
933
sayılı Kanuna ilişkin hükümet tasarısı Bütçe plan Komisyonundan geçtikten sonra
Millet Meclisi Genel Kuruluna gönderilmiş ve Genel Kurulca bu tasan Anayasa'ya
aykırı bulunup bulunmadığının incelenmesi için Anayasa Komisyonuna
yollanmıştır. Anayasa Komisyonunca kendisine gelen tasan üzerinde birtakım
değişiklikler yapılarak ortaya bir metin konmuş ve bu metin dahi yeniden Bütçe
Plan Komisyonunca incelenip değişikliklerle kabul edildikten sonra Millet
Meclisi Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Anayasa
Komisyonunun kendisine gönderilen metinleri değiştirmeye yetkisi olmayacağı,
yalnızca bunların Anayasa'ya aykırı olup olmadıkları üzerinde düşünce
bildirmeye yetkili olduğu kabul edilse bile, bu durum dâva konusu Yasanın
iptalini gerektirecek bir usulsüzlük sayılamaz; zira Bütçe Plan Komisyonu
Anayasa Komisyonundan değişikliklerle gelen metni benimsemiş ve incelemiş ve
sonuçta görüşülmek üzere Millet Meclisi Genel Kuruluna sunmuştur. Buna göre
Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülen metin, hükümet tasarısının Bütçe ve
Plan Komisyonunca değiştirilmiş biçiminde başka bir metin sayılmaz. Kaldı ki
Anayasa'da hükümet tasarılarının Meclis komisyonlarınca değiştirilemeyeceğini
ve Meclisler Genel Kurullarınca olduğu gibi görüşmeye temel tutulacağını öngören
bir kural bulunmadığı gibi içtüzüklerde de böyle bir kural yoktur. Meclis
uygulamalarına uygun olarak bu işte de hükümet tasarısı ve komisyonların bunun
üzerinde yaptığı değişiklikler bastırılarak üyelere dağıtılmış ve Genel Kurul
görüşmelerinde milletvekillerine bu metinlerin hepsini gözönünde tutmak olanağı
sağlanmıştır. Böylece yasa koyucunun iradesini gölgeleyen herhangi bir
usulsüzlük söz konusu olmadığı gibi bundan ötürü iptal dahi söz konusu olamaz.
II-
Esasa ilişkin gerekçeler :
1)
933sayıh Kanunla kurulan kararnameler düzeni bakımından kanunun tümünün
Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Dâva
konusu Yasanın maddeleri teker teker incelenerek Anayasa'ya aykırı olup
olmadıkları belli edilmedikçe yalnız birçok maddelerde kararname yapılması
öngörülmüş ve yıllık programlara dayanılmış bulunulmasına bakılarak Anayasa'ya
aykırılık konusunda bir karara varılamaz; zira, incelenen kanun baştan sona
değin tek bir konuyu düzenlemiş olmayıp birbiri ile ilişkisi bulunmayan
alanlarda ve değişik nitelikte düzenleme yapan türlü kuralları bir arada
toplamış bulunmaktadır. Bu bakımdan bu dâvada, ileri sürülen biçimde bir
yorumun benimsenmesi. Anayasa sınırları içinde kararname çıkarılmasını öngörmüş
bulunan veya kararnameden söz edilmeyen madde, bent ya da fıkraların dahi iptal
edilmesi sonucunu doğurur ki Anayasa Mahkemesi ancak Anayasa'ya aykırı
kuralları iptal ile görevli kılınmış olduğundan, böyle bir karar onun görevi
sınırlarını aşan bir nitelik kazanır. Demek ki bu Yasanın maddelerini ayrı ayrı
inceleyip sonuca göre karar vermek yerinde olur.
2)
Anayasa'ya göre planın uygulanması devlete düşen bir görev olmasına karşılık,
933 sayılı Kanunla sonuç olarak bu ödevin devletçe özel kesime yükletilmek
yolunun tutulmuş olması sorunu :
933
sayılı Kanunla iş adamlarına birçok yaralar sağlanmasına bakılarak Devletin
Kalkınma Planı açısından Anayasa'nın kendisine yüklediği ödevleri özel kesime
aktarma yolunu benimsediği sonucu çıkarılamaz; çünkü bu Yasa hükümlerinde kamu
kesimine plan gereğince ödev verilmesini yasaklayan ya da engelleyen hiç bir
kural bulunmadığı gibi kamu kesiminin plana ve bağlı bulunduğu yasalara göre
kalkınma yolundaki çalışma ödevlerini azaltan ya da ortadan kaldıran bir yön de
yoktur. Gerçekten, bu Yasa yardım yapılması yolunda bir takım yetkileri
kapsamakta olup bu yardımların tutarı üzerinde herhangi bir kural koymamakta,
yardımların tutarını özellikle bütçe yasalarına bırakmaktadır. Devletin
Anayasayla doğrudan doğruya kendisine yükletilmiş bulunan bir ödevi kendi
kuruluşları dışında başka bir kuruluşa ya da kişiye aktarması, elbet Anayasayla
bağdaştırılamaz. Ancak ödevlerin özel kesime aktarılması başka bir konu, özel
kesimin devlete düşen ödevlerin yerine getirilmesini kolaylaştırıcı
doğrultularda çalıştırılması için özendirici tedbirler alınması başka bir
konudur. 933 sayılı Yasa genellikle özendirici tedbirler belirten kuralları
kapsamaktadır; bundan dolayı Yasanın tümünün, tartışılan neden açısından,
Anayasa'ya aykırı bulunduğu kabul edilemez. Özendirici tedbir olarak özel
kesime ödünç verilmesinin Anayasa'ya uygun olup olmadığı ise aşağıda (4/a
bendinde) ayrıca incelenecektir.
3)
91 sayılı Kanun ve plan ortada iken ayrıca uygulama kanununa yer bulunmadığı
sorunu :
Burada
incelenen soruna karşılık verilebilmesi için ilkönce plandaki kuralların
niteliği araştırmalıdır. Bu araştırmada 77 sayılı Yasa ile 91 sayılı Yasanın
kısaca incelenmesi yolu ile doğru bir sonuca ulaşılabilir.
Beş
yıllık plan bir takım kurallar koymakta ve bu kurallar birtakım ödevlerin
yerine getirilmesini gerekli kılmaktadır. Ancak bu kurulların özel kesim
bakımından henüz bağlayıcı bir niteliği söz konusu olamayacağından, bunların
uygulanması yürürlükte bulunan yasaların birtakım kurallarının değiştirilmesi
gereğini de ortaya koyabilir. Plan, Yasama Meclislerinden geçmekle birlikte kanun
niteliğinde bulunmadığı için herhangi bir kimseye doğrudan doğruya ödev
yükleyemez ve yürürlükte bulunan kanunları değiştirici bir etkiden yoksundur,
özellikle özendirici tedbirlerden olarak özel kişi veya kuruluşlara ödünç
verilecek paraların gerçekten plan ve program amaçlarına uygun yönlerde
kullanılmış olup olmadığının denetlenmesi yolunda özel kişileri bağlayıcı
kurallar koyamaz. Planın Meclislerce görüşülüp kabul edilmesine ilişkin
kurallardan, bu yön açıkça anlaşılmaktadır. Uzun Vadeli Planın Yürürlüğe
Konulması ve Bütünlüğünün Korunması hakkındaki 77 sayılı, 16/10/1962 günlü
Kanunun koyduğu kurallara göre Bakanlar Kurulunca kabul edildikten sonra plan,
önce Cumhuriyet Senatosunda daha sonra Millet Meclisinde görüşülüp onaylanmakta
ve bu onay sonucunda kesinlik kazanmakta, görüşmeler planın tümü üzerinde
olmakta, plan ancak Plan Karma Komisyonunda incelenebilmekte, planın
onaylanmasına ilişkin kararda planda değişiklik yapılması için Bakanlar
Kuruluna yetki verilmiş değilse, planın değiştirilmesinde dahi onaylanmasındaki
usul izlenmektedir (Madde l, 2, 4). Yasa tasarı ve tekliflerinin görüşülüp
kabul edilmesi ise, bambaşka usullere bağlanmıştır. (Anayasa Madde 92-93).
Planın ve yasaların görüşülme ve kabul edilmesindeki bu başkalıklar, planın,
hukukça, bir yasa değerinde olmadığını belirtmektedir. Esasen Anayasa da planı,
"kanun" olarak nitelendirmemiştir; oysa bütçenin görüşülüp kabul
edilmesi dahi özel kurallara (Anayasa Madde 94) bağlanmış ise de bütçeyi
Anayasa "kanun" olarak adlandırmıştır. (Anayasa Madde 94/6).
91
sayılı ve 30/9/1960 günlü (Devlet Planlama Teşkilâtının Kurulması hakkında
Kanun) başlıklı Yasa planın hazırlanma usullerini göstermekte ve planın
Bakanlar Kurulunca kabulünden sonra Yasama Meclislerinin onayına sunulacağını
bildirmektedir. (Madde 2/C, 4/2, 10-14). Bu Yasada planın uygulanmasının
Planlama Teşkilâtınca izleneceği ve bir takım tedbirlerin saptanarak Bakanlar
Kuruluna salık verileceği yolunda kurallar varsa da bu kurallar dahi planın
yürürlükteki yasalarla çatışması durumları için herhangi bir tedbir kapsamakta
değildir. (Madde 2/E, 9/2-B c, 16).
Anayasa'nın
129. maddesinin ikinci fıkrasında anılan konulan düzenliyen Yasanın, tek bir
yasa olmasını gerektiren herhangi bir neden yoktur. Anayasa'mızın birçok
maddelerinde geçen "kanunla düzenlenir" veya "Özel kanunla
düzenlenir gibi sözler, hiç bir zaman tek bir yasa ile düzenlenir"
anlamına gelmez.
Yukarıdaki
açıklamalardan anlaşıldığı üzere planın kendi başına uygulanmasını sağlayacak
bir yasa kuralı niteliğinde bulunmaması, Anayasa'nın 129. maddesinde kanunla
düzenleneceği bildirilen yönlerin tek bir kanunda düzenlenmesinin Anayasa
gereği olmaması, 91 ve. 77 sayılı Yasaların planın uygulanmasını sağlayacak
yasa kurallarının tümünü kapsamaması karşısında bu konuda ek bir düzenleme
niteliğinde olan 933 sayılı Kanunun Anayasa'nın sözü edilen 129. maddesine
aykırı bir yönü yoktur.
4-
933 sayılı Kanunun 1. maddesinin A bendi hükmünün, Anayasa'ya aykırılığı sorunu
:
Bu
bentte bütçeden ayrılacak ödeneklerin ve dış kaynaklardan sağlanacak
yardımların, kullanılış kuralları ile koşullarının yıllık programlarda
gösterilmesi ve yapılacak yardımların Bakanlar Kurulu kararnamesi ile
saptanacak ulusal bankalar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve
bunların birlikleri, üretim ve satış kooperatifleri ya da bunların birlikleri
aracılığı ile birtakım kuruluş ve kişilere ödünç olarak aktarılması ilkesi
benimsenmiştir.
a-
Burada ilkin çözümlenecek yon, özel kesime ödünç olarak devlet parasından veya
mallarından yardım yapılmasının Anayasa'ya aykırı olup olmadığıdır.
Anayasa'nın
2. maddesindeki sosyal devlet ilkesi veya Anayasa'nın 41. maddesindeki iktisadî
ve sosyal hayatın düzenlenmesinde, kalkınma planlarının yapılmasında gösterilen
kurallardan herhangi birisi, özel kesime, belli alanlarda ve belli ölçüde,
özendirici tedbir olarak, Devletçe ödünç para yardımı yapılmasına engel
sayılamaz; yeter ki yapılan yardımlar devletin doğrudan doğruya yerine
getirmekle yükümlü bulunduğu iktisadî ve sosyal kalkınma ödevini başkalarına
yaptırmak ve kendisinin eylemli olarak bu ödevin yüklerinden sıyrılmak istediği
anlamına gelmesin.
Yukarıda
(2 sayılı bentte) açıklandığı üzere, 933 sayılı Kanunun koyduğu kurallarda
böyle bir nitelik yoktur. Bundan başka özel kesime ödünç olarak yardım
sağlanmasının da Anayasa'nın 41. ve sosyal devlet ilkesi bakımından 2.
maddelerine aykırı bir yanı olup olmadığı konusunda doğru bir sonuca
ulaşabilmek için bu maddeleri, Anayasa'nın 36., 40. maddeleri ile birlikte
gözönünde tutmak gerekecektir; zira bir kurala tek başına düşünülerek anlam
verilmek istenmesi, o kuralın, bağlı bulunduğu bütünün bir parçası olması
nedeniyle, ilke olarak, hukuka uygun bulunmaz. Anayasa'nın, 36. maddesinde
mülkiyet hakkını, 40. maddesinde çalışma ve sözleşme haklarını ve devletin özel
teşebbüsün ulusal iktisadın gereklerine ve sosyal ereklere uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma ödevini
öngörmüş bulunduğu dahi düşünülse, onun karma ekonomi düzenini benimsediği ve
bu düzen içinde plan ereklerine varılmasında özel teşebbüsten yardımcı bir
etken olarak yararlanılmasını yasaklamadığı, yardımcı etken olan özel teşebbüse
plan ereklerine yönelmesi için belli ölçüde özendirici yardımlar yapılabileceği
anlaşılır. 40. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca ulusal iktisadın ve sosyal
amaçların çerçevesi içinde çalışmakla ödevli bulunan özel teşebbüse, bu ödevini
yerine getirdiği ölçüde ve sosyal devlet ilkesinin, ulusal eğitim ve savunma
gibi işlerin gerektirdiği öncelikler gözönünde tutularak devletin öbür
ödevlerini aksatmayacak kapsamda, bir takım özendirici yardımlar yapılmasının
sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan bir yanı dahi yoktur.
Sosyal
ve iktisadî kalkınma planının yürütülmesi, Anayasa'nın 41. ve 129. maddeleri
uyarınca devlete yükletilmiş ödevlerden, başka deyimle, Anayasa'nın öngördüğü
kamu işlerindendir. Bu iş için yardımcı olacak özel kesime belli ölçülere göre
ödünç verilmesi, vergilerden karşılanacak olan devlet giderlerinin kamu işi
dışında harcanması anlamına gelmez ve bu türlü bir harcamaya yetki veren yasa
ilkesi, Anayasa'nın 6l. maddesine aykırı olamaz.
b-
Anayasa'mızın 107. maddesinde tüzükler ve 113. maddesinde yönetmelikler yoluyle
yürütmenin, yasalara aykırı olmamak üzere, düzenleyici kurallar koyabileceği
kabul edilmiştir. Buna dayanılarak yürütmenin Bakanlar Kurulu kararnamesi adı
altında düzenlemeler yapamayacağı, onun düzenleyici kuralları yalnızca tüzük ve
yönetmelik biçiminde koyabileceği ileri sürülmektedir.
Anayasa'nın
6. maddesine göre yürütmenin yasa sınırları içerisinde kendisine verilen işleri
yapmakla görevli kılınmasına ve Anayasa'nın 107. ve 113. madelerinin
incelenmesinden, yürütmenin yasa ile yetkili kılınsa bile tüzük ye yönetmelik
dışında ve fakat yönetmelik niteliğinde düzenleyici kurallar koymasının
yasaklandığı anlamı çıkarılamamasına göre burada kararname ile düzenleme yoluna
gidilmesinin yalnızca bu nedenden ötürü Anayasa'ya aykırı olduğu kabul
edilemez. Kaldı ki, Anayasa'nın 113. maddesinde yalnızca bakanlıklara değil,
kamu tüzel kişilerine bile yönetmelik, yapmak yetkisinin tanınmış olması
karşısında, 15. maddesi uyarınca, yürütülmesi ile Bakanlar Kurulunun
görevlendirildiği 933 sayılı Yasanın uygulanmasını sağlamak üzere Başbakanla
bütün bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulunun yönetmenlik çıkarabileceği
öncelikle kabul edilebilir. Buna göre bu Yasadaki kararnameler, hukukça,
Bakanlar Kurulu yönetmeliği sayılabilir.
Genel
kurallar koyma ve bunları değiştirme veya kaldırma yetkisi, Anayasa'nın 5. ve
64. maddeleri uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilkel yetkileri olup
Meclisin bu yetkilerini herhangi bir kuruluşa veya kişiye aktarmasının yine
Anayasa'nın 5. maddesi ile yasak edilmiş bulunmasına ve Anayasa'nın 6. maddesi
uyarınca yürütme yetkisinin ancak bir yasaya dayanmasının zorunlu olmasına
göre, ister tüzük, ister yönetmelik, isterse Bakanlar Kurulu kararnamesi olsun,
idarenin koyacağı düzenleyici kuralların idarenin, yetkisi sınırlarını aşmamış
ve yasama yetkisi alanına taşmamış bulunması, vazgeçilmez bir koşuldur.
Anayasa'nın
5., 6., 64., 107. ve 113. maddelerinin hepsini birlikte gözönüne alırsak hukuki
durumu şöylece açıklayabiliriz : Anayasa'nın 107. maddesi uyarınca tüzükler, ya
yasaların uygulanması ereği ile ya da yasaların göstereceği yönleri düzenlemek
üzere konulabilir, 113. maddesi uyarınca da yönetmelikler yalnızca yasaların
veya tüzüklerin nasıl uygulanacağını belirlemek için yapılabilir. Demek ki,
Anayasa'nın 5. ve 64. maddelerine göre ilkel bir yetki olan yasama yetkisine
sahip yasa koyucu, belli konuda gerekli kuralları eksiksiz olarak koyacak, eğer
uygun veya zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları iyice
gösterilmiş alanlar bırakacak, idare ancak o alanlar içindeki takdir yetkisine
dayanarak, yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyup yasanın
uygulanmasını sağlayacaktır. Anayasa'nın 6. maddesindeki yürütmenin yasalar
çerçevesinde görevini yerine getireceği kuralının anlamı da budur.
Bir
de idarenin bir bütün olup yasalarla düzenleneceği (Anayasa madde 112/2)
kuraliyle Devletin sosyal bir hukuk devleti olması (Anayasa madde 2) dolayısiyle
yurttaşlara bütün alanlarda fırsat eşitliği tanınmasının ve idarenin kişisel
ölçülere yer bırakmıyacak nesnel kurallara bağlanmasının gerekliliği ilkesi
birlikte düşünülünce, yasa koyucunun, yürütmeye ya da idareye görev verdiği
alanları eksiksiz olarak düzenlenmesi ve tanıdığı takdir yetkisinin sınırlarını
kişisel amaçlara yönelen uygulamaları önleyecek biçimde belirtmesi zorunluğu
ortaya çıkmaktadır. Yine hukuk devletinin gereklerinden bulunan ve Anayasa'nın
114. maddesinde yürütme ve idare açısından özellikle düzenlenmiş olan yargı
denetiminin etkinlikle yapılabilmesi yolu ile hukuk devleti ilkesinin sözde
kalmayıp gerçekleştirilebilmesi de, ancak az önce anılan koşullara uygun bir
yasa düzenlenmesinin sonucu olabilir.
Söylenenleri
özetliyecek olursak şu sonuca varırız; Yasa düzenlemek istediği alam yeterince
düzenliyecek ve yürütmeye tanıyacağı yetkilen yine yeterince sınırlandıracak,
yürütme ise, yasanın tanıyacağı sınırları belli yetkinin nasıl kullanılacağını
düzenliyecektir.
Bu
kuralı tartışma konusu yasa bendine uyguladığımızda görürüz ki yapılacak
yardımın ancak ereği ve ödünç verme niteliğinde olduğu yasa ile belli edilmiş,
bunun dışında kalan yönlerin ve özellikle ödünç verme ve alınacak paraların
kullanma kurallarının ve koşullarının başka deyimle ne gibi işletmelere ne
koşullar altında verileceğinin ve işin bu evresine ilişkin denetleme
işlemlerinin nasıl yapılacağının düzenlenmesi, yıllık programlara
bırakılmıştır. Yıllık programlar ise, 91 sayılı, 30 Eylül 1960 günlü Kanunun
15. maddesinin (Yıllık programlar Plânlama Merkez Teşkilâtınca hazırlanarak
Yüksek Plânlama Kuruluna sevkedilir. Bu kurul, programları inceleyerek bir
raporla Bakanlar Kuruluna sunar. Bakanlar Kurulunda kabul edilen yıllık
programlar kesinleşir. Yıllık programlar bütçeler ile iş programlarından evvel
hazırlanır. Bütçelerle iş programlarının hazırlanmasında Plânlama Teşkilâtının
yıllık programları ile kabul edilmiş olan esaslara uyulur. ) kuralı uyarınca,
Bakanlar Kurulu kararıdır.
Bütçelerin
hazırlanmasında yıllık programların gözönünde tutulması gereği, bunları
kararname niteliğinden çıkarmaz, bunların tüzük ve yönetmeliklerden kapsamca
daha etkili birer hukuk kuralı sayılması sonucunu doğurmaz. Şu da gözönünde
tutulmalıdır ki Bütçe Kanununun kendisi bile bir yasa olmakla birlikte,
kendisiyle ilgili olmayan konularda kurallar kapsayamaz. Bu yön, Anayasa'nın
126. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde kesinlikle bildirilmiştir
ve anılan cümle hükmünün Anayasa Mahkemesince nasıl yorumlandığı da mahkemenin
bir iptal kararında açıklanmıştır. (E. 1968/24, K. 1969/2 sayılı ve 7/1/1969
günlü karar; 13133 sayılı ve 21/2/1969 günlü Resmî Gazete). Öbür yasalarda yer
alması gereken bir kural, Bütçe Yasasına bile geçerli olarak konulamayacağına göre
yıllık programların bütçe yasalarının yapılmasında gözönünde tutulması gereği,
bu kararnamelere idari düzenleyici bir kural ve bütçenin görüşülmesi ve kabulü
sırasında yasama organınca önemle ele alınacak derin ve titiz bir
değerlendirmeden geçirilecek tedbirler belgesi olmaktan başka bir nitelik
sağlıyamaz ve böylelikle programlara dayanan bütçenin kabulü, programın Yasama
Meclislerince kabulü, anlamına gelemez.
Şu
da belirtilmelidir ki Anayasa'nın 129. maddesinde kalkınmanın plâna göre
gerçekleştirileceğinin ve Kalkınma Plânının uygulanması esaslarının yasa ile
düzenleneceğinin, 126. maddesinde plânı ilgilendiren yatırımlar için yasa ile
özel süre ve usullerin konulacağının bildirilmiş olması ve kalkınmanın plâna
bağlanmasına Anayasa düzenimiz içerisinde Anayasa koyucunun özel bir önem
vermiş bulunması dahi, plân uygulaması yasasında Bakanlar Kurulunca, yasama
meclislerinin yetkisi alanına taşarak düzenleyici kurallar koymak yetkisinin
verilmesini Anayasa'ya uygun kılamaz.
Bir
kez 129. maddedeki (Esaslar) sözcüğü, kurallar, hükümler anlamındadır. Anayasa,
plânın yapılmasına ve uygulanmasına ilişkin kuralların yasalarla saptanacağım
öngörmekle, bunların konulmasının Yasama Meclisi kararı ile ya da idarî bir
kararla olmasını önlemek istemiştir. Anayasa'nın bir çok maddelerinde yer alan
(Esaslar)sözcüğü, kendisinin koymuş olduğu ya da yasa ile konulacak olan
kurallar anlamında kullanılmıştır;nitekim Anayasa'nın 21. maddesinin üçüncü
fıkrasında (Özel okulların bağlı olduğu esaslar, ... kanunla düzenlenir.), 106.
maddesinin birinci fıkrasında (Bakanlar, kanunun koyduğu esaslara göre
kurulur.) denilmektedir ve bu yerlerde geçen (Esaslar) sözcükler, yasa ile
konulacak hukuk kurallarını anlatmaktadır, yoksa bu madde ve fıkralarda
düzenlenmesi öngörülen konuların bağlı olacakları kurallardan en önemli olan
bir kaçının yasa ile konulmasının ve geri kalan kuralların, Anayasa'nın 5., 6.,
107. ve 113. maddelerinde öngörülen sınırlandırmalar gözetilmeksizin Bakanlar
Kurulunca konulmasının Anayasa'yı yapanlarca istenildiğini anlatmakta değildir.
Yine Anayasa'nın 126. maddesinin yatırımlara ilişkin kuralında özel süre ve
usullerin yasa ile konulmasının öngörülmesi dahi, ancak Anayasa sınırları
içerisinde kalan bir yasa yapılması anlamına gelebilir.
Anayasa'nın
plânlı kalkınmaya özel bir önem vermiş olması dahi plâna ilişkin düzenlemeler
için yapılacak yasalarda Anayasal sınırlar dışına çıkılmasını gerektirmez;
çünkü Anayasa'ya bağlı çağdaş bir devlette Anayasa'dan daha üstün bir yasa
düşünülemez ve bu bakımdan hiçbir yasanın Anayasa'ya aykırı olmıyacağı ilkesi,
Anayasa'nın ayrık durumu bulunmayan bir ilkesidir (Anayasa Mad. 8).
Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesi gözönünde tutulunca, Anayasa'da yasa ile düzenleneceği
bildirilen bütün yönlerin, ancak Anayasa'ya uygun yasalarla düzenlenmesinin
istendiği sonucuna zorunlu olarak, varılır.
Anayasal
sınırları aşan Bakanlar Kurulu kararnameleri ile düzenlemenin, iktisadi
tedbirlerin yasa kuralları ile karşılanamıyacağı, bu tedbirlerin süratle
alınması gerektiği düşüncesine dayandırılması dahi bugünkü iktisadi
gerçeklerle, Yasama Meclislerinin çalışma durumuna uygun düşmemektedir. Bir
kez, her konuda alınacak iktisadi tedbirler, genellikle, bellidir, iktisada
ilişkin yazılarda ve uzman raporlarında gösterilmiş bulunmaktadır, yoksa bunlar
yeniden aranılacak bulunacak değildir. Yapılacak iş, bilinen ve salık verilmiş
olan tedbirlerden hangisine, belli durumda, başvurulacağı, birçok tedbirlerden
hangisinin belli durumda seçileceğidir ki bu tedbirler yasada sayıldıktan sonra
bunlardan bir veya birkaçının seçimi konusunda yürütmeye yasada belirlenecek
sınırlar içinde yetki tanınabilir.
Yasada
öngörülmeyen çok önemli bir durumla karşılaşılır ya da gösterilmiyen bir tedbir
zorunlu görülürse, ki bu seyrek gerçekleşebilecek bir olaydır, o zaman
ivedilikle yasanın değiştirilmesi veya ek bir yasa çıkarılması yoluna
gidilebilir. Unutulmamalıdır ki Meclisler çoğunluğunun kamu yararı gördüğü
konularda yasa değişiklikleri kısa zamanda, Yasama Meclislerinde
yapılabilmektedir.
Az
önemli işlerde veya plân değiştikçe zorunlu olacak değişiklikler için ise, bu
işlerin biriktirilmesi ve değişiklik tasarılarının uygun zamanlarda Meclislere
yollanması yoluna gidilebilir.
Planın
uygulanması ile ilgili yasama çalışmaları için Meclislerin içtüzüklerine
Anayasa ile çatışmayan hızlandırıcı kurallar da konulabilir.
Bundan
başka bendin ikinci fıkrasında yardıma aracılık edecek ulusal banka veya
kuruluşların nitelikleri gösterilmiş ise de bunların devlet parasını veya dış
yardımları ne gibi koşullarla programda gösterilen nitelikteki kişilere veya
kurumlara aktaracakları ve bunları ne gibi koşullarla geri alacakları ve hele
bu ödünç paraların yerli yerinde kullanılmış olup olmadığını nasıl
denetliyecekleri, paraların ödenmesinde güvence alınıp alınmıyacağı, aracı
kuruluşların sorum kuralları bildirilmemiştir. Böylece düzenlenecek alanın
esaslı konulan yasada yeterince belli edilmemiştir; oysa bu işte bütün bu
yönler, temel yönlerdir Temel yönlerde yürütmenin düzenleyici kurallar koyması
Anayasa'ya uygun olamaz.
c-
Anayasa, devlet malının denetlenmesi için iki yol öngörmüştür : Bunlardan
birisi Sayıştay aracılığı ile Türkiye Büyük" Millet Meclisince denetim
yolu (Anayasa Mad. 126., 127. fıkra l ve 2 ve madde 128); ötekisi de yasada
gösterilen bir kamu kurumu aracılığı ile Türkiye Büyük Millet Meclisince
denetimdir (Anayasa Madde 127 fıkra 3). Bugün yürürlükte bulunan 441 sayılı
Yasaya göre kamu iktisadî kuruluşlarının denetiminde aracı kuruluş Yüksek
Denetleme Kurulu ise de, yasa koyucu iktisadî devlet kuruluşlarından bir bölümü
için başka denetleme kurulları da kurabilir.
933
sayılı Yasaya göre ödünç verilecek paralar bütçede yer alıyor ise de, bunların
aracı kuruluşlara verilişinden sonraki evrede denetlenmesi Sayıştay Kanunu
hükümlerince artık Sayıştay'ın inceleme alanı dışında kalmaktadır. Demek ki
ödünç verilen paraların aracı kuruluşlarca yerinde kullanılmış olup olmadıkları
ve zamanında geri alınmış bulunup bulunmadıkları Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Sayıştay aracılığıyle yapacağı denetimden kurtulmaktadır. Bu
bakımdan incelenen bentte düzenlenmiş bulunan ödünç verme kuralları,
Anayasa'nın 127. maddesine dahi aykırıdır.
Öte
yandan konunun iktisat alanına girmesi bakımından Sayıştay denetiminin olaya
uygulanmasının etkisiz ve gereksiz olacağı öne sürülebilir. Bu durumda devletin
bir iktisadî devlet kuruluşu niteliğinde kuracağı bir özel kesim yatırım
bankasına bu işleri yaptırması ve bu bankayı, verdiği paralar üzerinde
gerçekten etkili bir denetimde bulunacak yetkilerle donatması ve bankanın
hesaplarını ve bütün işlemlerini Yüksek Denetleme Kuruluna ya da kuracağı başka
bir kurula denetletmesi ve o kuruluş aracılığı ile Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetimini sağlaması dahi düşünülebilir.
Bakanlar
Kurulunun kararnamelerle etkili bir denetim düzeni karabileceği ileri
sürülebîlirse de burada üzerinde durulan denetim, az yukarıda belirtildiği
üzere, Anayasa'nın öngördüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimi olduğu için,
idarî denetim ne ölçüde etkin olursa olsun anayasal denetimin yerini tutamaz.
Kaldı ki kararnamelerle kurulacak denetimde özel kişilerin özgürlük alanlarına
ve özellikle Anayasa'nın 40. maddesi ile korunan iş görme özgürlüklerine
karışma söz konusu olacağından, kişilerin anayasal özgürlükleri ancak yasa
kuralları ile sınırlandırılabileceği için (Anayasa Mad. 11/1), böyle bir
denetimin kararname ile gerçekleştirilmesi bu yönden dahi Anayasa'ya uygun
görülemez.
Denetim
konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin gensoru ve benzeri denetim yolları
ile herhangi bir yönü her zaman denetleme olanağı bulunduğundan anayasal
denetimin böylece gerçekleştirilebileceği ileri sürülerek incelenen kuralda bu
yönden Anayasa'ya aykırılık bulunamayacağı görüşü dahi doğru değildir; zira,
Anayasa'nın 127. maddesinin, devlet malının ve işletmelerinin denetimi
konusunda gensoru ve benzeri denetim yolu ile yetinmiyerek özel bir denetim
yolunu benimsemiş bulunması karşısında, tartışma konusu olan yönlerde de sözü
edilen 127. maddedeki özel anayasal denetimin gerçekleştirilmesini aramak, sözü
edilen Anayasa kurallarının kaçınılmaz sonucudur.
ç-
Dış kaynaklardan sağlanan yardımlar dolayısiyle devlet borçlanmakta
bulunduğundan, bunların amaçlarına uygun olarak kullanılmış olup olmadıklarının
da yine yukarıki (c) fıkrasında niteliği belirtilen anayasal denetimden
geçirilmesi zorunlu olduğu gibi, bunlardan yararlanacak kişilerin özgürlük
alanlarına girilmiş olacağından, bunlar üzerindeki etkili denetim
tedbirlerinin, de yasalarla belirlenmesi Anayasa gereğidir" (Anayasa Mad.
127, madde 40, madde 11/1).
d-
Yukarıki açıklamalara göre incelenen bent, Anayasa'nın 2., 5., 6., 64., 126.,
127. maddeleri ile 11. maddesinin birinci fıkrasına ve 113. maddesine aykırıdır
ve iptali gerektir.
Lütfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, İhsan Ecemiş ve Halit
Zarbun, bu görüşe katılmamışlardır.
5-
933 sayılı Kanunun 1. maddesinin (B) bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
a)
440 sayılı ve 12 Mart 1964 günlü İktisadî Devlet Teşekkülleriyle Müesseseleri
ve İştirakler hakkındaki Kanunun 1. maddesinin ikinci fıkrasında; 4., 5.
maddeleriyle, 26., 27. maddelerinde ve 32. maddesinin dördüncü fıkrasında
Devlet iştiraklerinin kuruluş, işleyiş ve sona erişlerine ilişkin kurallar
vardır.
İnceleme
konusu B bendiyle, anılan 440 sayılı Yasada düzenlenenden büsbütün ayrı
nitelikte Devlet veya kamu iktisadî kuruluşları ortaklıkları öngörülmekte ve
bunların niteliklerinin, ne yolda kurulacaklarının ve bunlar üzerindeki devlet
denetiminin nasıl yapılacağınım yıllık programlarda gösterilmesi ilkesi
konulmaktadır. Yine aynı bent hükmü ile yıllık programlarda Devletin veya
İktisadî Devlet Kuruluşlarının girmesi öngörülen bu gibi ortaklıklardaki Devlet
payları için gerekecek ödeneklerin de Genel Bütçe Kanununun Maliye Bakanlığı
kısmına konulması ilkesinin kabul edildiği görülmektedir. Anayasamızın yasama
yetkisi ile ilgili kurallarından açıkça anlaşılacağı üzere yasa koyucu Anayasa
kurallarını gözönünde bulundurmak şartıyle gerekli gördüğü her alanda
düzenleyici kurallar koyabilir ve bu hükümlerin sonucu olmak üzere meydana
gelen kamu hizmetlerinin gerektireceği yıllık harcamaların karşılığı
ödeneklerin de bütçelere kesinlikle konulması zorunluğunu da bir kuralla
önceden kabul edebilir. Nitekim bütçeler bu ilkeye göre yapılmakta ve kanuna
dayanan harcamaların karşılığı olan ödeneklerin Bütçe Kanunlarında yer alması
zorunluğu da Muhasebei Umumiye Kanununun belli başlı ilkeleri arasında yer
almaktadır.
Devlet
içinde yürütmenin görevleri ise, ancak yasa kurallarını uygulamaktır; oysa söz
konusu B bendine göre, Devletin hangi tür ortaklıklara, ne Ölçüde katılacağını
belli etme yetkisi yıllık programlara, yani (yukarıda 4/b de açıklandığı üzere)
yürütmeye bırakılmakta, yasama organı da bütçeyi yaparken, yürütmenin bu
saptamasına uyarak gerekli ödenekleri bütçeye koymak yükümü altına
sokulmaktadır. Demek ki, bütçeye ilişkin olmak üzere B bendinde yer alan
kurallar, Anayasa'nın, yasama yetkisi ve yürütme görevine ve bunların
karşılıklı durumlarına Yürütmenin yasamaya bağlılığı ilkesine) ilişkin bulunan
5., 6., 64. ve 94. maddelerine aykırıdır.
b)
Öte yandan Anayasa, kamu hizmetlerinin kanunla kurulacağı ve idarenin
görevlerinin de kanunla düzenleneceği ilkesini benimsemiştir (Anayasa Mad. 106,
112, 113).
Bu
nedenle, incelenen B bendinde öngörüldüğü biçimde bir ortaklığa Devletin
katılmasında kalkınma planının uygulanması bakımından bir zorunluk bulunuyorsa,
başka deyimle böyle bir katılmada kamu yararı görülüyorsa bu bir kamu hizmeti
olarak ele alınabilir ve devletin katılacağı ortaklıkların niteliğinin,
devletin katılma koşul ve usullerinin, konulacak sermaye miktarı ile teşebbüsün
idare ve denetim usullerinin ve ortaklıktaki devlet payı üzerindeki Yasama
Meclisleri denetiminin nasıl sağlanacağının yasa ile düzenlenmesi gerekirdi;
oysa incelenen B bendi, bütün bu konuların düzenlenmesi işlerini yıllık
programlara, yani yürütme organına bırakmak yoluyla yasama yetkisini yürütmeye
aktarmış bulunmaktadır.
c)
Yukarıda (4/c bendinde) açıklandığı üzere Anayasa, devlet mal ve parasının
denetimi konusunda iki yoldan T. B. M. Meclisinin denetimini öngörmüştür ve
bugün yürürlükte bulunan 468 sayılı ve 12/5/1964 günlü Kanunun 6. maddesiyle
değiştirilmiş bulunan 15/7/1960 günlü ve 23 sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca
Kamu İktisadî Kuruluşları durumunda yönetilen Devlet mallarına ilişkin Yasama
Meclisleri denetimi Yüksek Denetleme Kurulu aracılığı ile yapılmaktadır.
Sözü
edilen ortaklıklara katılma, Devletin, kamu iktisadî teşebbüsü niteliğinde bir
iş türü olduğuna göre bunlar üzerindeki Yasama Organı denetiminin de şimdiki
usuller gereğince Yüksek Denetleme Kurulu yoluyla veya bu kuruluşun yapısı,
öngörülen ortaklıkların denetimine elverişli sayılmazsa kanunla kurulacak ayrı
bir denetleme usulünün uygulanması yoluyla Yasama Meclislerinin etkili bir
denetim yapmasının sağlanması gerekir; oysa incelenen B bendi, bu konudaki
denetimin nasıl yapılacağının belirlenmesi işini de yıllık programlara yani
yürütmenin düzenlemesine bırakmış ve yasama organın denetiminden hiç söz
etmemiştir;
ç)
Devlet Planlama Teşkilâtı temsilcileri, incelenen B bendinin yeni bir kural
getirmediğini, Devletin ve İktisadî Devlet Kuruluşlarının bu tür katılışlarının
yürürlükteki yasa kurallarıyla düzenlenmiş olduğunu, ancak yürürlükteki kuralların
eksik yanlarının giderilmesi düşünüldüğünü öne sürmüşlerse de bu savlar yerinde
görülmemiştir. Gerçekten, tartışılan bendin kesin yazılışı, yürürlükte bulunan
yasal kurallar kapsamı dışında kalan bir takım katılmaların öngörüldüğünü
anlatmaktadır. Bununla birlikte, bir an için, ancak gerekli görülen yönlerde
yürürlükteki yasa kurallarından başka kurallar konulacağı, öbür yönlerde
yürürlükteki kurallara uyulacağı varsayılsa bile, bu durumda da yürürlükteki
yasa karlarının yürütme organınca değiştirilmesi kabul ediliyor demektir ki
yürütmeye böyle yetki veren tartışma konusu bent, yasaların ancak T. B. M.
Meclisince değiştirilebilmesi ilkesine aykırı olur (Anayasa Madde 64).
Her
ne kadar Devlet Planlama Teşkilatı temsilcilerinin açıklamalarında devlet
iştiraklerinin bilanço kâr ve zarar çizelgelerinin bütçe gerekçesine bağlı
olarak, ikdisadî devlet kuruluşları iştiraklerinin bilonço kâr ve zarar
çizelgelerinin ise ilgili oldukları kuruluşların bilonço, kar ve zarar
çizelgeleriyle birlikte T. B. M. Meclisine sunulmak yoluyla gerekli denetimin
sağlanmakta olduğunun öne sürüldüğü görülmekte ise de, sözü edilen bu usulün
440 sayılı Kanuna dayanılarak kurulan Devlet veya iktisadî devlet kuruluşları
iştirakleri için uygulanmaları mümkün olup inceleme konusu 933 sayılı Kanuna
dayanılarak kurulan Devlet veya teşekkül iştirakleri için uygulanması söz
konusu değildir; çünkü yukarıda (a ve ç de) açıklandığı üzere, incelenen B
bendinin öngördüğü iştirakler, yürürlükteki yasa kuralları kapsamı dışında
bırakılmış ve düzenlenmeleri yürütme organına verilmiştir.
Kaldı
ki bu gibi devlet veya teşekkül paylarının, ortaklıktaki bir yıllık bütün
hareketlerinin baştan sona değin incelenerek durumları bir raporla ortaya
serilmeden hesap sonuçlarını birer sayı olarak gösteren bilanço ve kâr - zarar
çizelgelerinin T. B. M. Meclisine sunulmuş olmasıyle, Anayasa'nın 127.
maddesinde öngörülmüş bulunan yasama organı denetiminin yapılmış sayılması
olanağı dahi yoktur. Yukarıda (a - c) açıklanan nedenlerle söz konusu B bendi
kuralları, Anayasa"nın 5., 6., 64., 106., 112., 113. ve 127. maddelerine
aykırı olduğundan iptali gerekmektedir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun, bu görüşe
katılmamışlardır.
6-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin A ve B bentlerinin Anayasa'ya aykırılığı
sorunu :
Sözü
edilen 2. madde yatırım indirimi, gümrükte alınan vergi ve resimlerin tümünden
ya da bir bölümünden bağışık tutma ve yine gümrükte alınan vergi ve resimlerin
tümünü ya da bir bölümünü geri verme konularını düzenlemiştir. Yatırım
indirimi, sonuç olarak kanunla belirtilmiş bulunan vergi oranının, indirim
uygulanacak ödevli bakımından değiştirilmesi yoluyla vergiden indirim yapılması
anlamına geldiği gibi gümrükte alınan vergi ve resimlerin geri verilmesi dahi
bunların tümünden ya da bir bölümünden bağışık tutma niteliğindedir. Gerçekten
Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadar vermiş bulunduğu birkaç kararda (65/25-65/57
sayılı, 26/10/1965 günlü; 67/54-68/12 sayılı, 18/4/1968 günlü kararlar gibi -
Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı : 3, S. 219 ve sonrası, Sayı: 6, S.
138) vergiden bağışık tutma yönüne değinilmemekle birlikte vergi ve benzeri
malî yükümlerin ödevli, matrah, oran, tarh tahakkuk ve alım yolları ile
uygulanacak yaptırımlar ve zaman aşımı gibi yönlerinin yasa ile düzenlenmesinin
Anayasa'nın 61. maddesi uyarınca zorunlu olduğu belirtilmiştir. Vergiden
bağışık ya da ayrık tutma yönlerinin dahi bu sayılanlar ölçüsünde önemli
konular olduğu kuşkusuzdur. Bundan ötürü, bu yönlerin de yasa ile belirtilmiş
olması, Anayasasının sözü edilen maddesindeki kural gereğidir. Kaldıki tartışma
konusu kurallardan gümrükte alınan vergi ve resimlere ilişkin bulunanı, açıkça,
daha önce yasalarla düzenlenmiş olan yönlerin değiştirilmesi ya da kaldırılması
için Bakanlar Kuruluna yetki verir niteliktedir. Anayasa'nın 64. maddesine göre
yasaları değiştirmek ve kaldırmak Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri
arasında sayıldığı gibi Anayasa'nın 5. maddesi dahi Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yasama yetkisini herhangi bir kuruluş veya kişiye bırakmasını
yasaklamaktadır. Demek ki tartışma konusu A ve B bentlerindeki kuralların hepsi
Anayasa'nın 61. maddesine aykırı bulunduğu gibi bunlardan gümrükte alınan vergi
ve resimlere ilişkin bulunan B bendi kuralları ayrıca Anayasa'nın 5. ve 64. maddelerine
dahi aykırı bulunmaktadır; bunların iptali gerekir.
Anayasa'nın
61. maddesinde yalnızca vergi ve malî yükümlerin konulmasının yasa ile
belirtileceği yazılı bulunduğu için yasa ile konulmuş olan vergiden bağışık ya
da ayrık tutmanın 61. madde kuralının kapsamı dışında kaldığı ileri sürülmekte
ise de bu görüş doğru değildir; çünkü vergi veya resim koyma kavramı içine,
konulan vergi veya malî yükümden bağışık tutma, kanunda belirtilmiş vergi
oranında değişiklik yapma kavramı da girmektedir. Bundan başka az yukarıda da
belirtildiği üzere vergiden indirim yapma ya da bağışık tutma işi. en az, vergi
koyma işi ölçüsünde büyük bir önem taşımaktadır. Anayasa'nın eşit önemde
bulunan iki konudan birisi için yasa hükmünü zorunlu sayarken öteki için
zorunlu saymamış olması düşünülemez. İnsanlık tarihinde birçok devrimlerin
önemli etkenlerinden birisi olmuş bulunan bütçe ve vergi işlerine ilişkin
anayasal kuralların tarihî gelişim açısından değerlendirilmesi dahi bizi bu
sonuca götürür. Anayasa'nın 61. maddesinin temelinde yatan düşünce, vergiye
ilişkin önemli konuların Yasama Meclisince düzenlenmesini sağlamaktır.
Kuralların yorumu sırasında, onların konuluş amaçları bir yana bırakılmaz.
Amaca dayanan yorum ise, 61. maddedeki (koyma) kavramını, az önce belirtildiği
üzere, geniş biçimde yorumlama zorunluğunu doğurur.
Bu
işlerde yasal düzenlemenin uygulamada olanak dışı bulunduğu dahi düşünülemez;
zira plan açısından hangi malların ya da hangi işlerin yatırım indiriminden
veya bağışıklıktan yararlandırılabileceği saptanabilir. İktisadî gelişme ya da
bir takım koşullarda değişiklik yüzünden indirimden ya da bağışıklıktan
yararlanması nedeni kalmayan konular için gerektiğinde meclislerden değiştirici
yasalar çıkartılabilir.
2.
Maddenin A bendinin iptali görüşüne Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl
Uluocak, Sait Koçak, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun ve Ziya Önel, 2. maddenin B
bendinin iptali görüşüne de Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Kentoğlu, Fazıl Uluocok, Sait
Koçak ve Halit Zarbun, katılmamışlardır.
7-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin C bendinin birinci fıkrasının Anayasa'ya
aykırılığı sorunu :
Burada
özel kişilere verilecek mallar için kamulaştırma yapılmasının Anayasa'ya
aykırılığı yönü ile kamulaştırmaya ilişkin yasal kurallar yerine bu bent
uyarınca yapılacak kamulaştırmalara ilişkin kuralların Bakanlar Kurulu
kararnamesi ile konulup konulmayacağı yönünün tartışılması gerekmektedir.
Devletin gördüğü kamu işlerinin bir bölümünün yerine getirilmesi, devlet
mallarının özel kişilere şu veya bu koşul altında geçirilmesini gerektirebilir.
Devletin görevlerinin eskisine göre çok değişik alanları ilgilendirmesi ve
özellikle bugünkü devlete bir çok iktisadi görevler yükletilmiş bulunması
karşısında böyle durumların olağan sayılması gerekmektedir. Devletin, yalnızca
ülkede disiplini sağlamakla görevli bulunduğu çağlardaki kamu hizmeti ve kamu
yararı kavramları ile bugün devletin birçok iktisadi görevleri de bulunduğu
çağdaki kamu hizmeti ve kamu yararı kavramları birbirinin benzeri olamaz.
Yurdun bir takım yerlerinde turistik bölgelerle sanayi bölgelerinin düzenli
biçimde kurulması ve böylelikle kalkınma plânı ereklerinin gerçekleştirilmek
istenmesi, birer kamu işi niteliğindedir. Bu kamu işlerinin görülebilmesi için
zorunlu bulunan taşınmazların kamulaştırılmasında çağdaş anlayışa göre kamu
yararı var sayılmak gerekir. Bu nedenlerle tartışma konusu kuraldaki
kamulaştırmanın kamu yaran düşüncesine dayanmaması bakımından Anayasa'nın 38.
maddesinin birinci fıkrasına aykırı bulunduğu savı doğru değildir. Anayasa'nın
anılan maddesinde dahi, barındırma tasarılarının gerçekleştirilmesi ve çiftçinin
topraklandırılması için kamulaştırma yapılabileceği ilkesine dayanılarak bir
takım kurallar konulmuştur. Çiftçiyi topraklandırma işleriyle barındırma
tasarılarının gerçekleştirilmesi işleri, kamulaştırılmış taşınmazların özel
kişilere geçirilmesini zorunlu kılar. Anayasa'nın 38. maddesindeki kuralların
yazılışından özel kişilere geçirilecek olan taşınmazların devletçe
kamulaştırılmasının Anayasa'da bu iki durumla sınırlı olarak öngörüldüğü anlamı
çıkarılamaz. Gerçekten bu kurallar ne gibi durumlarda özel kişilere
geçirilebilecek malların kamulaştırılabileceğini bildirmek üzere konulmuş
kurallar olmayıp bu özel durumlarda kamulaştırılan taşınmazların kamulaştırma
paralarının ne biçimde ödeneceğini göstermek üzere konulmuştur.
Ancak
bu türlü kamulaştırmalara ilişkin yasa hükümlerinin, burada görüldüğü üzere,
kamu yararına dayandırılması zorunlu bulunduğu gibi bu yönün Anayasa
Mahkemesinin denetimi altında olduğu da kuşkusuzdur,
Tartışma
konusu kural ile Bakanlar Kurulu kararnamelerinin istenilen biçimde çıkarılmasına
ve Bakanlar Kuruluna 6830 sayılı Kamulaştırma Yasası ile bağlı kalmaksızın
kamulaştırma kuralları koymak yetkisinin verilmiş olduğuna ilişkin görüş dahi
doğru değildir. Gerçekten 933 sayılı Yasanın 9. maddesinde, tartışma konusu C
bendi ile 933 sayılı Yasanın 5. maddesi gereğince yapılan kamulaştırmalarda 8
Eylül 1956 tarihli ve 6830 sayılı Kanunun 23. maddesinin uygulanmayacağı ilkesi
yer almaktadır. Eğer-Bakanlar Kuruluna kamulaştırma-konusundaki yasa
kurallarının gözönünde tutmadan kararnameler çıkarma yetkisi tanınmış olsa idi,
bu 9. maddenin konulması için hiç bir hukuki neden bulunmazdı. Demek ki
Bakanlar Kurulu kamulaştırma kararı verirken 6830 sayılı Yasa hükümleri ile,
başka deyimle kamulaştırma konusunda temel ve genel yasa niteliğinde bulunan
yasa kuralları ile bağlı olarak kararnameler çıkaracaktır, inceleme konusu
fıkra ile 6830 sayılı Yasanın yalnız kamulaştırma kararı verecek idare
yerlerine ilişkin 5. maddesi kuralının burada anılan kamulaştırmalar bakımından
değiştirilmesi söz konusudur ki bunda da Anayasa'ya herhangi bir aykırılık
düşünülemez; çünkü Anayasa'nın 38. maddesinde bu türlü kararların hangi idare
yerince verileceğini düzenleyen bir îlke yer almış değildir. Konunun özel önemi
bu işlerde Bakanlar Kurulunun kamulaştırma karan vermesini haklı göstermektedir
ve bu yoldaki düzenlemede Anayasa'nın 5. ve 64. maddeleri gereğince Yasama
Meclislerinin yetkisi içindedir. Şu duruma göre hükümde Anayasa'ya aykırılık
yoktur.
8-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin C bendinin ikinci fıkrasının Anayasa'ya
aykırılığı sorunu :
Bu
fıkra uyarınca özel kişilere verilecek malların devlet malları olması
bakımından bunların verilmesi koşullarının yasa kuralları ile belli edilmesi
gerektiği gibi, mallan alacaklara bir takım ödevler yükletilerek onların hukuk
alanlarına ve özellikle iş görme özgürlüklerine bir takım sınırlandırmalar
getirileceği için de yasa koyucunun düzenlemesi zorunludur. (Anayasa Mad. 11.,
40., 64., 126/2). Devlet malının elden çıkarılması ve bu mâlların belirtilen
amaçlara uygun biçimde kullanılmasının sağlanması işlerinde Sayıştay aracılığı
ile Büyük Millet Meclisinin denetimi, Anayasa hükümleri gereğidir. (Anayasa
Mad. 127, 128).
Yukarıda
da (Bent 4/b) belirtildiği gibi, hukuk devletinde, devlet yönetimi nesnel hukuk
kurallarıyle olur ve hukuk devletinde bu türlü düzenlenmelerin bütün
yurttaşlara olabildiğince fırsat eşitliği sağlayacak biçimde olması yargı
denetiminin etkili olmasına engellik edecek koşullan kapsamaması gerekir. Bütün
bunlar, temel ilkelerin hepsinin yasa koyucu tarafından konulması ve ancak yasa
koyucunun uygun göreceği ayrıntıların yürütmece düzenlenmesi yolunun
seçilmesini zorunlu kılar; oysa burada konu, bütünüyle yürütmenin düzenlemesine
bırakılmıştır. Gerçekten bu gibi yerlerin hangi durum ve koşullarda, hangi nitelikte
olan kişilere verileceği, vade ve faiz oranları, öngörülen kullanma koşulları
yerine getirilmediğinde uygulanacak yaptırmalar gibi temel kuralların yasa
koyucu tarafından belirlenmesi gerekmekte idi.
Bu
açıklamalara göre incelenen fıkranın, Anayasa'nın 2., 5., 6., 11., 40., 64.,
112., 113., 126., 127., 128. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali gerekir.
Lütfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun, bu görüşe
katılmamışlardır.
9-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin D bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bu
bendin yazılışından anlaşıldığına göre Bakanlar Kurulu, türlü ilgili
yasalardaki kuralların elverdiği oranda ve ayrıntıları düzenleyici bir takım
tedbîrler alacaktır. Bu ise idarenin olağan yetkileri içinde bulunan ilgili
yasalar kurallarının uygulanmasını sağlamak yetkisinin Anayasa'nın 113. maddesi
uyarınca kullanılmasından başka bir durum değildir ve tartışma konusu kuralda
Anayasa'ya aykırılık, yoktur. Üyelerden kimisi, maddedeki ahenkleştirme ve
çabuklaştırma deyimlerinin yürürlükteki yasalar hükümlerinin kararnameyle
değiştirilmesine yol açabileceğini ve böylelikle kuralda Anayasa'ya aykırılık
bulunduğunu ileri sürmüşlerse de bu görüş benimsenmiştir; zira bendin yazılışının
tüm olarak incelenmesinden ve özellikle, ahenkleştirme ve çabuklaştırma
sözlerinin yetkili yerlerin bir arada çalıştırılması sözleriyle birlikte
yazılmış olmasından anlaşılmaktadır ki burada yürürlükteki yasalar çerçevesini
aşan veya onlarda değişiklik yapabilmeyi öngören bir düzenleme düşünülmüş
değildir.
Avni
Givda, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ahmet Akar, bentteki ruhsat formalitelerini
ahenkleştirmek, çabuklaştırmak deyimlerini kapsamı üzerinde durarak hükmün
Anayasa'ya aykırı olmadığı görüşüne katılmamışlardır.
10-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin E bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bu
bendin birinci cümlesinde standart ve nitelik denetimi konularında uygulamaları
geliştirici tedbirler almak söz konusudur ki bu, yalnızca yürürlükteki yasa
kurallarının düzgün biçimde uygulanmasını sağlamak amacına yönelmiş bir kural
olması açısından Anayasa'nın 113. maddesi çerçevesi içine girmektedir. Bu
tedbirlerden olarak çalışma saatleri dışında ve ek çalışma parası ödenerek adam
çalıştırılması dahi yine Anayasa ile çatışan bir nitelikte değildir. Bu türlü
denetimlerin hem doğru hem hızlı yapılması, malların ülkeden gecikme olmaksızın
çıkmasını ve böylece gelirlerin elde edilmesinde gecikme olmamasını ve daha
önemlisi Türk mallarına dış piyasalarda güven ve istek gösterilmesini sağlamak
bakımından kamu yararına dayanmaktadır. Bunda da Anayasa'ya aykırılık yoktur.
Yasa;
Bakanlar Kuruluna sözleşmeli adam çalıştırma yetkisini dahi vermektedir. Ancak,
standart ve kalite denetimleri devletin aslî ve sürekli ve genel idare
kurallarına göre yapılan işlerindendir. Nitekim bu denetimler bir takım
yasalara dayanmaktadır (10/6/1930 günlü, 1705 sayılı Ticarette Tağsişin Men'i
ve ihracatın Murakabesi ve Korunması hakkında Kanunla buna ek 9/6/1936 günlü ve
3018 sayılı Kanun, 132 sayılı ve 18/11/1960 günlü Türk Standartları Enstitüsü
Kuruluş Kanunu). Anayasa'nın 117. maddesinin birinci fıkrası uyarınca devletin
genel idare kurallarına bağlı aslî ve sürekli görevleri, ancak memurlar eliyle
görülebilir. Buna göre aslî ve sürekli görevler için sözleşmeli kimse veya
başka deyimle hukukî durumca memur sayılmayan bir kimse çalıştırılamaz.
Sözleşmeli kimse çalıştırılması geçici nitelikteki işlerde söz konusu olabilir.
Özü sürekli olan standart ve nitelik denetimi işleri içinde arada sırada ortaya
çıkan ve kısa sürede yapılacak olan bir iş için özel görgüsü bulunan bir
uzmanın çalıştırılmasının gerekmesi gibi durumlar olabilir; ancak Yasanın 8.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde bu gibi geçici nitelikteki
işler için sözleşmeli kimse çalıştırılması öngörülmüş olduğundan, incelenmekte
olan kuralda geçen sözleşmeli kimselerin geçici olmayan işlerde çalıştırılacak
kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, bendin son cümlesindeki (veya
mukaveleli personel) sözleri Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır. Bundan başka,
memurların nitelikleri, hak ve ödevlerinin dahi ancak yasalarla belirtilmesi
Anayasa'nın 117. maddesinin ikinci fıkrası gereğidir. Burada çalıştırılacak
sözleşmeli kişilerin nitelikleri ile hak ve ödevlerinin dahi kararname ile
düzenleneceği anlaşılmaktadır. Kuralda bu yönden de Anayasa'ya aykırılık
vardır.
Bu
açıklamalara göre incelenen fıkradaki (veya mukaveleli personel) sözleri iptal
edilmelidir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, İhsan Ecemiş ve Halit
Zarbun, bu görüşe katılmamışlardır.
11-
933 sayılı Kanunun 3. maddesinin A bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Buradaki
fon dağıtımına ilişkin kurallar, sözü edilen Yasanın 1. maddesinin (a) bendinin
iptali için ileri sürülen gerekçelere göre (bent 4) Anayasa'ya aykırı
bulunmaktadır. Kaldı ki burada yurt dışında çalışacak Türk iş adamlarına
verilecek ödünç paraların yerli yerinde kullanılmış olup olmadığının Yasama,
Meclislerince bundan önce (bent 4/c) açıklandığı üzere, denetlenmesi konusu
büsbütün güçlük ve incelik göstermektedir ve böylece bu konuda ayrıntılı yasa
hükümleri konulması daha büyük bir zorunluk olarak ortaya çıkmaktadır. Buna
göre incelenen bent, iptal olunmalıdır.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, İhsan Ecemiş ve Halit
Zarbun, bu görüşe katılmamışlardır.
12-
933 sayılı Kanunun 3. maddesinin B bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
Burada
düzenlenen konu, bir takım kimselere vergi geri verilmesi niteliğindedir. Bu
düzenlemenin Bakanlar Kurulu kararnamesi ile yapılması, 933 sayılı Yasanın 2.
maddesinin A ve B bentlerinin iptali için (Yukarıda 6. bentte) gösterilen
gerekçelere göre Anayasa'ya aykırı bulunmaktadır ve bendin iptali gerekir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun, bu görüşe
katılmamışlardır.
13-
933 sayılı Kanunun 3. maddesinin C bendinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
Burada
konulan kural hukukî nitelikçe daha önceki bentlerde anılanlar dışında kalan ve
yalnızca yönetimin düzgün işlemesini sağlamaya elverişli olan tedbirlere
ilişkindir. Kuralın yazılışına göre yürütme, ancak, yürürlükteki yasalar
çerçevesi içinde kalan ve bunların verdikleri yetkilere dayanan bir işlem
yapacaktır.
Demek
ki, bu bent hükmünde, inceleme konusu 933 sayılı Kanunun daha önceki
maddelerinde veya 3. maddesinin daha önceki bentlerinde düzenlenen fon
kurulması, fonlardan para Ödenmesi, vergi geri verilmesi veya vergilerde
bağışıklık tanınması gibi tümüyle yasa konusu bulunan işlemlere dayanak kabul
edilmesini düşündürecek herhangi bir nitelik yoktur; onun, ancak herhangi bir
kanunda anılmış (Daha açıkçası bu bent hükmü konulmuş) olmasa bile, yürütmenin
her halde Anayasa'nın 113. maddesi gereğince sahip olduğu bir yetkinin, bir kez
daha, belirtilmiş olmasından öte bir anlamı bulunmadığı açıktır. Bu nedenle
bent hükmünde Anayasa'ya aykırı bir yön görülmemiştir.
14-
933 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı
sorunu:
Bu
fıkrada anılan yasalar kurallarını uygulamak ve bu erekle gerekli belgeleri iş
sahiplerine vermekle görevli bir büro kurulmasında Anayasa'ya aykırı bir yön
yoktur.
Bu
konuda Başbakanlığa bağlı böyle bir büro kurulmasının, Anayasa'nın 105.
maddesinin birinci fıkrası uyarınca bir hizmet bakanı olmayıp bakanlıklar
arasında işbirliğini sağlamak ve Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini
gözetmekle görevlendirilmiş bulunan Başbakanı, belli işler gören bir bakan
durumuna sokacağı için Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmektedir. Ancak
Başbakan dahi bir bakan olduğuna göre Anayasa'nın bu kuralını, Başbakanın
görevlerini sınırlandırıcı nitelikte değil, onun en başta gelen görevini
belirtmek üzere konulmuş bir kural bulunduğu yolunda yorumlamak doğru olur. Nitekim
105. maddenin birinci fıkrasında Başbakanın, Bakanlar Kurulunun Başkanı olarak,
anılan iki görevi yapacağı belirtilmektedir. Bundan başka, Anayasa'nın 106.
maddesinin birinci fıkrası uyarınca bakanlıklar, yasanın koyduğu kurallara göre
kurulur; bu açıdan Anayasa'da bakanların ve Başbakanın tüm görevlerini bildiren
ilkelere yer verilmiş değildir. Bütün bunlar Başbakana herhangi bir hizmet
dairesinin yasa hükümleri ile bağlanmasının, Anayasa'ya aykırı olmadığını
göstermektedir.
15-
933 sayılı Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı sorunu
:
Burada
ilgili bakanlıklardan yeteri kadar görevlinin kadroları ile çalıştırılacağı
kuralı ile geçici görevler için sözleşmeli uzman çalıştırılacağı kuralı yer
almıştır. Bakanlıkların kadrolu memurlarının hangilerinin sözü edilen büroda
çalıştırılacağı Başbakanlıkça belli edileceği ya da bu konuda bir Bakanlar
Kurulu kararnamesi çıkarılabileceği düşünülebilir. Her iki durumda da ilgili
bakanlıklardaki memurlar kendi kadroları ile bu bakanlıklardaki görevlerinden
alınıp sözü edilen bürodaki görevlerinde çalıştırılacaklar demektir, başka
deyimle bu büroya atanan herhangi bir memur, yasanın yazılışından anlaşıldığı
üzere, kadrosu ile yeni görevine geçecek daha açıkçası eski görevdeki kadrosu
alınarak Başbakanlık kadroları içine katılacaktır. Bakanlıkların kadroları,
ancak yasalarla belli edilebilir ve edilmiştir. Başbakanın ya da Bakanlar
Kurulunun idarî işlemi ile kadrolara ilişkin yasa hükümleri değiştirilecek
demektir, oysa yasa hükümlerini değiştirmek, ancak büyük Millet Meclisinin
yetkilerindendir ve bu yetki Meclise herhangi bir kişiye veya kurula
bırakılamaz (Anayasa madde 5 ve 64). Demek ki incelenen kural, Anayasa'ya
aykırıdır ye fıkradaki (İlgili bakanlıklardan yeteri kadar personel kadrolariyle
çalıştırılır ve) denilerek anlatılan kuralın iptali gerektir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş
ve Halit Zarbun, bu görüşe katılmamışlardır.
Sözü
edilen fıkradaki sözleşmeli uzman çalıştırılması kuralının Anayasa'ya aykırı
bir yanı yoktur. Çünkü bu kimseler ancak (Yukarıda bent 10 da açıklandığı
üzere) geçici süreli görevler için çalıştırılabileceklerinden ve bu yön kuralın
yazılışından açıkça anlaşıldığından ve görevin geçici nitelikte olup olmadığı
da yetkili denetim yerlerince denetleneceğinden, Anayasa'nın 117. madesiyle
çelişen bir kural söz konusu değildir.
16-
933 sayılı Kanunun 5. madesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Mahallî
idarelere genel bütçeden yardım yapılması ilkesinin, Anayasa'ya aykırı bir yanı
yoktur. Ancak yardım ödeneklerinin ve dış kaynak yardımlarının mahallî
idarelere aktarılması koşullarının ve yardım yapılacak mahallî idarelerde
aranılacak niteliklerin ilkeleri yasa ile belli edilmiş değildir, buna göre
Anayasa'nın 5. ve 64. maddelerine aykırılık durumu vardır.
Bir
de, mahallî idarelerle merkezi idare arasındaki karşılıklı bağ ve ilişkilerin
bir yasa ile düzenlenmesi Anayasa gereğidir (Madde 116/4). Mahallî idareler
organlarının halkın seçimi ile iş başına gelmiş bulunmaları bakımından onları
merkezî idarenin yasayla belli edilmiş denetleme yetkisini aşan biçimde etkisi
altında bırakacak kurallara bağlamak, gerçekten bunların kuruluşu ve genel
karar organlarının halk tarafından seçilmeleri ile güdülen ereğe aykırı düşer.
Bundan
başka gerek yardımları, gerekse maddenin 2. ve 3. fıkralarında öngörülen
taşınmaz malların veriliş amacına uygun biçimde kullanılmasını sağlamak üzere
mahallî idarelere bir takım ödevler yüklenerek bunların yetki alanlarının
daraltılması ve kullanış konusunda yüklenecek ödevlerin yaptırımlarının
öngörülmesi dahi yine yasa kuralları konulmasını zorunlu kılar. Bu bakımlardan
5. maddenin birinci ve üçüncü fıkraları ile benimsenen düzenleme biçimi
Anayasa'ya aykırıdır. Anayasa Mad. 5., 64., 116/4). Maddenin ikinci fıkrası
ise, birinci fıkranın uygulanmasını sağlamak üzere konulmuş bulunduğundan ve
birinci fıkranın iptaliyle artık uygulama olanağı kalmamış bulunduğundan onun
da iptali gerekir, yoksa mahallî idarelere aktarılmak üzere altyapı tesisleri
kurulmasında ve Bakanlar Kurulu kararnamesi ile taşınmaz mal
kamulaştırılmasında ilke olarak Anayasa'ya aykırılık yoktur. Bu konuda Yasanın
2. maddesinin C bendinin birinci fıkrası için bu kararda (7. bentte) benimsenen
gerekçeler, 5. maddenin ikinci fıkrasında öngörülen kamulaştırma için dahi
öncelikle geçerlidir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun, iptal
görüşüne katılmamışlardır.
17-
933 sayılı Kanunun 6. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Burada
başka bir özel yasa hükmü ile kurulmuş olan bir kuruluşun işlerinin Devlet
Planlama Teşkilâtına ve Yüksek Planlama Kuruluna verilmesi yolu ile sözü edilen
Yasanın değiştirilmesi durumu verdir. Bu niteliği ile inceleme konusu kuralın
Anayasa kuralları ya da ilkeleri ile bir bağlantısı görülmemiştir.
Başbakanın
ancak çalışmalarda işbirliği sağlayan ve genel siyasetin yürütülmesini gözeten
durumda olması nedeniyle ona belli bir hizmet dairesinin bağlanmasının
Anayasa'ya aykırı olacağı görüşü ise, 933 sayılı Yasanın 4. maddesinin birinci fıkrasına
ilişkin olarak gösterilen gerekçeye göre yersiz bulunmuştur (bent 14).
Yabancı
sermaye sahiplerinin kişisel çıkarları bakımından Devlet Planlama Teşkilâtı
üzerinde daha kolaylıkla etkili olacakları görüşü ise, kandırıcı bir gerekçeye
dayanmamaktadır ve bu bakımdan şimdiki yasa düzenlemesinin kamu yararına aykırı
olduğu ilkesi benimsenemez.
18-
933 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı
sorunu :
Bu
fıkradaki kural, Devlet görevlilerinin atanmalarında genellikle aranan koşullar
içinde meslek kıdemi koşulu ile kazanılmış aylık derecesi koşulundan
vazgeçilerek atanmalar yapılabilmesini ve atanacak kişiye kadro aylığının
kazanılmış hak sayılmaksızın ödenmesini öngörmektedir. Maddede sayılan işlerin
özellikleri böyle ayrık bir kuralı haklı gösterebilir ve zorunluk dolayısiyle
bunda kamu yararı bulunduğu ileri sürülebilir. Gerçekten, Anayasa'nın 58.
maddesi kamu hizmetine girmekte yeterlik koşulunu temel tutmuştur; bu koşulu
oluşturan nitelikler arasında kıdemle kazanılmış aylık derecesinin, ilke olarak
bulunduğu açıktır; ancak pek istisnaî durumu ve özel niteliği olan kimi
görevler için bu ilkelere ayrık kurallar konulması, Anayasa'ya aykırı
sayılmayabilir. Bu bakımdan, incelenmekte olan fıkrada Anayasa'ya aykırılık
yoktur.
Şu
da belirtilmelidir ki yukarıki açıklamalar, kuralın dayandığı ilkeye ilişkin
olup, maddede anılan görevlere kazanılmış hak olarak yükselmiş bulunan ve 933
sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bu görevleri yerine getiren memurlar
için bu maddeye dayanılarak işlem yapılmasının, Anayasa'nın 2. maddesinde
benimsenmiş hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı kuşkusuzdur; zira kazanılmış
hakka saygı gösterme, hukuk devleti İlkesinin gereklerindendir ve kazanılmış
hakkı çiğneyen her tutum, Aanayasa'nın 2. maddesine aykırı niteliktedir.
Böylece, tartışılan kural gereğince, yasa yürürlüğe girdiği zaman görevde
bulunan kimselerin bu fıkra uyarınca görevden uzaklaştı olabilecekleri
görüşünün de doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
19-
933 sayılı Kanunun 7. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı sorunu
:
Sözü
edilen maddenin 1. fıkrasında atanmaları özel koşula bağlanan kişiler, Devletin
sürekli ve aslî görevlerini genel idare kuralları uyarınca yapan kimselerdir.
Anayasa'nın 117. maddesinin 1. fıkrası, bu tür işlerde ancak memur
çalıştırılabileceğini, 2. fıkrası da memurların atanmaları, nitelikleri,
hakları ve ödevlerinin yasa ile düzenlenebileceğini bildirmektedir. Burada ise,
bütün bu konuların kararname ile düzenlenmesinin öngörülmesi Anayasa'nın 117.
maddesinin 2. fıkrası ile 5 ve 6. maddeleri kurallarına aykırıdır. Atanacak
kişilerde aranacak özel niteliklerin saptanmasında benimsenecek ilkelerin de,
ancak yasa ile belli edilmesi kamu yararı bakımından ayrıca zorunludur. Bu
gerekçelerle tartışma konusu kuralın iptali gerekir.
Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun, bu görüşe
katılmamışlardır.
20-
933 sayılı Kanunun 8. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Anayasa'nın
117. maddesi, nitelikleri yukarıda 10. bentte anıklanan) geçici süreli işlerde
çalışanları kapsamına almadığı için bu maddede öngörülen geçici işlerde
sözleşmeli kimseler görevlendirilmesinde ve bunların görevlendirilmesindeki
kuralların Bakanlar Kurulu kararnamesi ile saptanmasında Anayasa'ya aykırı bir
yön yoktur.
Maddenin
son cümlesi hükmü ise, Anayasa kurallarını ilgilendiren bir yönü
kapsamamaktadır.
21-
933 sayılı Kanunun 9. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
Bu
madde hükmü ile kamulaştırmaya ilişkin kuralları kapsayan 6830 sayılı ve
31/8/1956 günlü Kanunun (Mal sahibinin geri alma hakkı) başlıklı 23.
maddesindeki (İstimlâk bedelinin katileşmesi tarihinden itibaren beş sene
içinde istimlâk maksadına uygun herhangi bir tesisat yapılmıyarak gayrimenkul
olduğu gibi bırakılırsa mal sahibi veya mirasçısı istimlâk bedelini ödeyerek
gayrimenkulu geri alabilir. Doğmasından itibaren bir sene içinde kullanılmayan
geri alma hakkı düşer ve idare gayrimenkule dilediği gibi tasarruf eder.)
kuralının uygulanması önlenmektedir.
Anayasa'nın
38. maddesinde, 36. maddede öngörülen mülkiyet güvencesine ayrık bir durum
olarak kamulaştırma kuralı, mal sahibinin isteğine bakılmaksızın malının zorla
onun elinden alınması kuralı benimsenmiştir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni,
kamu yararının karşılanması düşüncesidir ve 38. maddenin yazılışından açıkça
anlaşıldığı üzere kamu yararı bulunmayan durumlardan bu kuralın uygulanması
olanağı yoktur. Bundan anlaşılıyor ki mülkiyet hakkının kamulaştırma yolu ile
değişikliğe uğratılmasının nedeni, kamu yararının karşılanması ihtiyacının,
malikin mülkiyet hakkının korunması ihtiyacından daha üstün tutulmasıdır; buna
göre kamulaştırma yapıldıktan ve işin niteliği bakımından belli süre geçtikten
sonra taşınmaz malın kamu yararının gerektirdiği yönde kullanılmaya
başlanılmamış olması durumunda kamu yararının zorunlu kıldığı ihtiyacın
kalmamış veya gerçekleşmemiş olması sonucu doğmakta ve dolayısıyle
kamulaştırmayı haklı gösteren neden ortadan kalkmış bulunmaktadır. İmdi malikin
mülkiyet Hakkının korunması düşüncesinin! gözetilmesini engelliyen neden
ortadan kalkmış bulununca, mülkiyet hakkının, malike geri verilerek mülkiyet
güvencesi kuralına uyulması zorunluğu belirmektedir. Hukukî durumu özetlemek
gerekirse denilebilir ki, kamu yararının korunmasının doğurduğu zorunluk
sonucunda değişikliğe uğratılmış bulunan mülkiyet hakkının bu zorunluğun
gerçekleşmediğinin anlaşılması durumunda yeniden korunması zorunlukların
kapsamları içinde değerlendirilmesi gerektiği yollu hukuk kuralı gereğince,
zorunluktan önceki hukukî durumun geri gelmesi, Anayasa'nın 36. ve 38.
maddeleri kurallarının bir arada düşünülmesinden çıkan bir sonuç olmaktadır.
Kamulaştırılan
malın kamu yararının gerektirdiği amaçta kullanılmaması durumunda mâlike geri
verileceği yolunda bir kuralın Anayasa' da yer almamış olması dolayısiyle,
kamulaştırılan malın geri verilmesi konusunun Anayasa alanını ilgilendirmediği
görüşü, hukuka uygun değildir; zira 11. maddesinin birinci fıkrasında sözden ve
ruhtan söz edilmiş olmasından da anlaşıldığı gibi, Anayasa yalnız sözü ile
değil, özü ile de bir takım kurallar koyar ve yine Anayasa'nın koyduğu açık
kuralların dayandığı hukuk ilkeleri dahi, Anayasa kuralı gibi bağlayıcıdır.
Burada gerek 38. maddenin yazılışından ve kabul edilmesindeki zorunluktan,
gerekse 36. ye 38. maddelerin birlikte incelenmesinden belirdiği üzere
kamulaştırılan malın kamu yararına uygun biçimde kullanılmaması durumunda eski
mal sahibine geri verilmesinin Anayasal bir gerek olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sınaî
ya da turistik bölge kurulması uzun bir zaman işi olacağı için 6830 sayılı
Kanunun 23, maddesinin olduğu gibi uygulanmasının güdülen amaca aykırı düşeceği
düşünülebilir. Burada Anayasaya aykın olan yön, kamulaştırma amacına uygun
hiçbir tesis yapılmamış olmakla birlikte malın geri alınma olanağının salt
biçimde kaldırılmış bulunmasıdır. Buna göre yasa koyucunun geri alma hakkım,
süre ve yapılacak tesislerin niteliği bakımından ihtiyaca uygun kurallara
bağlamasına engel yoktur.
Yukarıda
açıklandığı üzere kamulaştırılan malın, kamulaştırmanın amacı bulunan işe,
uygun bir süre içinde, ayrılmamış olması durumunda malın eski mâlikine geri
verilmesi, Anayasa buyruğudur, incelenen madde hükmünün böyle bir geri vermeyi
önlediğinden ötürü, Anayasayla çelişmekte olduğundan iptali gerektir.
Lûtfî
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş
ve Halit Zarbun, bu görüşe katılmamışlardır.
22-
933 sayılı Kanunun 10. maddesinin Anayasaya aykırılığı sorunu:
Bu
maddede belirli yatırımlar için gerekecek danışmanlık, mühendislik, mimarlık ve
benzeri proje ve denetim işlerinin yaptırılmasında 10 Haziran 1934 günlü ve
2490 sayılı Artırma Eksiltme ve ihale Kanununun uygulanmıyacağı, bunun yerine
Bakanlar Kurulunun bu gibi işlerin görülmesine ilişkin kuralları, çıkaracağı
kararnamelerle, saptayacağı ilkesi benimsenmiştir,
Burada
söz konusu edilen işler, Kalkınma Planının ve programların uygulanmasına
ilişkin belirli yatırım işleri olduğu için, genel artırma, eksiltme hükümlerinden
ayrı bir işlemin öngörülmüş olmasında Anayasa'ya aykırılık düşünülemez. Bu
konularda yapılacak sözleşmelerin bağlı olacağı kuralların Bakanlar Kurulunca
yürürlükte bulunan Yasalar çerçevesinde saptanmasında da Anayasa'ya aykırı bir
yön olamaz.
23- 933
sayılı Kanunun 11. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bakanlar
Kurulunun kendi yetkileri içinde çıkaracağı kararnamelerin Meclisten
geçirilmesini buyuran bir Anayasa kuralı bulunmadığından, kararnamelerin
Meclise bildirilmesi kuralının kaldırılmasında Anayasa'ya aykırılık yoktur.
Kararnamelerin yasama Meclislerinden geçirilmesi zorunluğu, Bakanlar Kuruluna
yasa değerinde kararnameler çıkarma yetkisinin tanınmış bulunduğu hukuk
düzenlerinde vardır. Bizim Anayasamız, böyle bir kural kabul etmiş olmadığı
için kararnamelerin Meclisten geçirilmesi Anayasa açısından gereksizdir.
24-
933 sayılı Kanunun 12. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
Bu
madde uyarınca Orman Genel Müdürlüğünün ürettiği orman mal ve ürünlerinin
dışarıya satışında ihraç ruhsatı aranması ödevi kaldırılmıştır. Orman Genel
Müdürlüğü bir kamu kuruluş olduğu için ihraç ruhsatının aranması ile elde
edilmek istenilen güvence, işin özünde sağlanmış bulunmaktadır. Bundan ötürü,
başka ihracatçılarla eş durumda bulunmıyan Genel Müdürlüğün böyle ayrık bir
kurala bağlı tutulması, Anayasa'nın 12. maddesindeki yasa karşısında eşitlik
ilkesine aykırı bir durum yaratmıyacağı gibi Anayasa'nın başka bir kuralının
zedelenmesi niteliğinde de değildir;
25-
933 sayılı Kanunun 13. maddesinin Anayasaya aykırılığı sorunu:
Bakanlar
Kurulunun yasaların uygulama biçimlerini sağlamak üzere çıkaracağı
kararnamelerin çıkarılmasından önce genel idare içinde bir kuruluş olan Devlet
Planlama Teşkilâtının düşüncesini alması, kararnamelerde plan ve programlarla
çatışan yönlerin ya da plan ve programlar açısından çelişmelerin bulunmasını
önleme bakımından yararlıdır; başka deyimle bunda kamu yararı vardır. Ancak
Devlet Planlama Kuruluşunun bildirdiği düşünce, Bakanlar Kurulu için bağlayıcı
nitelikte olmadığından Anayasa'nın 113. maddesiyle Bakanlar Kuruluna tanınmış
bulunan yetkilerin bu yasa kuralıyla sınırlandırılmış olması düşünülemez.
Bundan ötürü tartışma konusu kuralda Anayasa'ya aykırılık yoktur.
Fazlı
Öztan ve İhsan Ecemiş, bu görüşe katılmamışlardır.
26-
933 sayılı Kanunun 14. ve 15. maddelerinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu:
Kanunun
yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini belirten 14. maddesinde Anayasa'ya
herhangi bir aykırılık düşünülmiyeceği gibi Yasanın Bakanlar Kurulunca
yürütülmesini öngören 15. maddesinde dahi Anayasa'ya aykırılık söz konusu
edilemez.
Sonuç:
I- l
- 933 sayılı Kanunun kuruluşları Anayasa'ya uymıyan komisyonlarda görüşülmüş
olmasının bu Kanunun biçim yönünden iptalini gerektirmediğine Fazıl Öztan, Avni
Givda, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ahmet Akar'ın karşı oylariyle ve oyçokluğu
ile;
2-
933 sayılı Kanunun Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında görev
yapan Başkanlık Divanının Anayasaya uygun biçimde kurulmamış olmasının Kanunun
biçim yönünden iptalini gerektirmediğine Şeref Hocaoğlu, Fazlı Öztan, Avni
Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet Akar'ın karşı oylariyle ve
oyçokluğu ile;
3-
Millet Meclisi Genel Kurulunda Hükümet tasarısının değil de Millet Meclisi
Anayasa Komisyonunda yeniden düzenlenen ve Bütçe Plan Komisyonunca değişikliklerle
benimsenen tasarının görüşülmeye esas tutulmasının Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile;
4-
91 sayılı Kanun ve plan var iken uygulama konusunda ayrı kanun çıkarılmasının
Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
II-
1.-933 sayılı Kanunun 1. maddesinin A bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline Lûtfî Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Oluocak, Sait Koçak, İhsan
Ecemiş ve Halit Zarbun'un karşı oyları ile ve oyçokluğu ile;
2.
933 sayılı Kanunun 1. maddesinin B bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline, Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit
Zarbun'un karşı oylarıyla ve oyçokluğu ile;
3.
Aynı sayılı Kanunun 2. maddesinin A bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline, Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, İhsan
Ecemiş, Halit Zarbun ve Ziya Önel'in karşı oylariyle ve oyçokluğu ile;
4.
Aynı Kanunun 2. maddesinin B bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline,
Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun'un
karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile;
5.
a) Aynı Kanunun 2. maddesinin C bendini birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
bulunmadığına oybirliği ile;
b)
Aynı bendin ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazlı Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun'un karşı
oylarıyle ve oyçokluğu ile;
6.
Aynı Kanunun 2. maddesinin (d) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına, Avni
Givda, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ahmet Akar'ın, bentteki "Ruhsat
formalitelerini ahenkleştirmek, çabuklaştırmak" deyiminin kanunların
kararname ile değiştirilmesine yol açabilmesi yönünden Anayasa'ya aykırı
bulunduğu yolundaki karşı oylarıyle ve oyçoklu ile;
7.
Aynı maddenin E bendinde yer alan (veya mukaveleli deyiminin Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve iptaline, Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait
Koçak, İhsan Ecemiş ve Halit Zarbun'un karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile;
8.
Aynı Kanunun 3. maddesinin A bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline,
Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, İhsan Ecemiş ve
Halit Zarbun'un karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile;
9.
Aynı Kanunun 3. maddesinin B bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline,
Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun'un
karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile;
10.
Aynı Kanunun 3. maddesinin C bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına, oybirliği
ile;
11.
a) Aynı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile;
b)
Aynı Kanunun 4. maddesinin son fıkrasındaki "ilgili Bakanlıklardan yeteri
kadar personel kadroları ile çalıştırılır ve" deyiminin Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve iptaline, Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait
Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş ve Halit Zarbun'un karşı oylarıyle ve oyçokluğu
ile;
c)
Aynı Kanunun 4. maddesinin son fıkrasındaki "geçici süreli görevler için
mukaveleli uzman istihdam edilebilir" hükmünün Anayasa'ya aykırı
olmadığına oybirliği ile;
12.
Aynı Kanunun 5. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit Zarbun'un karşı
oylarıyle ve oyçokluğu ile;
13.
Aynı Kanunun 6. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
14.
a) Aynı Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına
oybirliği ile ;
b)
Aynı Kanunun aynı maddesinin son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline, Lûtfi Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak ve Halit
Zarbun'un karşı oylarıyla ve oyçokluğu ile;
15.
Aynı Kanunun 8. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği ile;
16.
Aynı Kanunun 9. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline, Lûtfi
Ömerbaş, Hakkı Ketenoğlu, Fazıl Uluocak, Sait Koçak, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş
ve Halit Zarbun'un karşı oylarıyle oyçokluğu ile; 17. aynı Kanunun 10., 11. ve
12. maddelerinin Anayasaya aykırı olmadığına oybirliğiyle;
18.
Aynı Kanunun 13. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına, Fazıl Öztan ve İhsan
Ecemiş'in karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile:
19.
Aynı Kanunun 14. ve 15. maddelerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına oybirliği
ile;
20.
Dâvanın 93' sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırı görülmiyen hükümlerine yönelmiş
bölümlerinin reddine, 2. maddenin D bendindeki "Ruhsat formalitelerim
ahenkleştirmek, çabuklaştırmak" deyimi için Avni Givda, Şahap Arıç, Recai
Seçkin ve Ahmet Akar'ın karşı oylan ve oyçokluğu ile; 13. maddede Fazlı Öztan
ve İhsan Ecemiş'in karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile ve öteki hükümlerde
oybirliği ile;
23,
24, 25/10/1969 günlerinde karar verildi.
|
|
|
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
Üye
Fazlı
Öztan
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
|
|
|
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
|
|
|
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
Seçkin
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞIOY
YAZISI
I -
27/8/1967 günlü ve 933 sayılı Kalkınma planının uygulanması esaslarına dair
Kanunun 1. maddesinin A bendinin :
Birinci
fıkrasında :
Kalkınma
Plânı hedeflerine uygun olarak geliştirilmesi öngörülen iktisadi faaliyet
sektörlerine, plânın bölgeler arası dengeli kalkınma ilkesi de gözönünde
tutularak, genel ve katma bütçelerden ödünç verme şeklinde transferler yapmak
amacı ile fonlar tesis edilebileceği;
İkinci
fıkrasında :
Fonların
kullanılış esas ve koşullarının yıllık programlarda gösterileceği;
Üçüncü
fıkrasında :
Maliye
Bakanlığı bütçesinde her yıl "geliştirme ve teşvik fonları" isimli
bir bölümün açılacağı ve fonların bu bölümün maddelerinde gösterileceği;
Dördüncü
fıkrasında :
Transferlerin,
Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle, tespit edilecek kuruluşların aracılığı ile
yapılacağı;
Belirtilmiştir.
Â
bendinin birinci fıkrasında yer alan ve özel kesime, Kalkınma Plânı hedeflerini
gerçekleştirme doğrultusunda, devlet parasından veya mallarından ödünç olarak
yardım yapılmasına olanak veren hükmün, Anayasa'ya aykırı bulunmadığı, kararda
yeteri kadar açıklanmıştır.
Bendin
öteki fıkralarında yer alan hükümler ise; böyle bir yardımın uygulanması
yönlerine ilişkindir. Fonların esas ve koşullarının yıllık programlarda
gösterileceğini öngören hüküm ki bu yıllık programlar beş yıllık plânda
belirtilen işler dışında hiçbir işi kapsayamaz, uygulamalara yön verici
niteliği ile başta gelmekte, fonların, her yıl Maliye Bakanlığı bütçesinde
açılacak "gelişme ve teşvik fonları" bölümünün maddelerinde
gösterileceğine ve transferlerin yapılması biçimine ilişkin öteki hükümlerle
birlikte konuya yeteri kadar objektifik vermektedir.
Öte
yandan ne zaman ve nasıl bir gelişme göstereceği önceden kolaylıkla
kestirilemeyen ve tedbirlerinin hemen alınması gereken kimi iktisadî olaylar
karşısında, her olay için kanun çıkarılmasına değin, yürütme görevini
yüklenenleri seyirci durumda bırakmanın, kamu yararını zedeleyeceği gerçeği de
gözden uzak tutulmamalıdır.
Nitekim
Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki 1567 sayılı Kanunun kimi hükümleri
ile değişikliklerinin iptali istemi üzerine Anayasa Mahkemesince verilen
28/3/1963 günlü ve 1963/4-71 sayılı karar, konuyu yeterince açıklığa
kavuşturmuş bulunmaktadır.
Aslında
933 sayılı Kanun, adından da anlaşılacağı üzere. Kalkınma Planını
gerçekleştirmek için gerekli uygulamaları erek edinmiştir. Beş yıllık planda
yer alan işlerden bir yıl içinde yapılması öngörülenler, yıllık programlarda
gösterilecek ve programlar her yıl Bütçe Kanununun kabulünden önce kesinleşmiş
olacaktır. Kanun, fon tesisinin ve transfer yapılmasının esas, erek ve koşullarını
saptamıştır. Yürütmenin bu esas, erek ve koşullar dışında bir uygulama yapması
olasılığından artık söz edilemez. Bu nedenlerle inceleme konusu A bendinde yer
alan hükümler, yasama yetkisinin Bakanlar Kuruluna devri niteliğini değil,
Kalkınma Planının gerçekleştirilmesinin sağlanması için Bakanlar Kuruluna
derektifler verme niteliğini taşımaktadır.
Öte
yandan söz konusu bentte, denetimle ilgili bir hüküm yer almış değildir. Bu
nedenle bendin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimine imkân vermediği ileri
sürülemez. Genel hükümlere göre denetim, elbette işleyecektir.
II-
Karma teşebbüsler, özel sektörün yetişmediği ikdisadî faaliyetlerin, kamu
sermayesini de katarak, gelişmelerini sağlamak ereği ile kurulmaktadırlar.
Karma teşebbüsler, 440 sayılı Kanunla zaten düzenlenmiştir. 1. maddenin B
bendinin birinci fıkrası, planın uygulanmasına ilişkin yıllık programlarda,
sermaye ve idare hakimiyeti mahdut sayıda özel kişilere ait olmak kaydiyle
devlet ve kamu ikdisadî teşebbüsleri Sermayesinin iştiraki ile kurulması ön
görülen karma teşebbüslerin sermayelerindeki devlet hisseleri için gerekli
ödeneklerin, Genel Bütçe Kanununun Maliye Bakanlığı kısmında açılacak bir
bölümün maddelerinde gösterileceğini, ikinci fıkrası da karma teşebbüslerin
niteliklerinin, bene"in birinci fıkrasından faydalanma şartlarının ve
bunlar üzerindeki devlet denetiminin nasıl yapılacağının programlarda belli
edileceğini açıklamaktadır.
Bu
hükümlerle 440 sayılı Kanunda bir değişiklik yapılmamış, ancak, 440 sayılı
Kanunun genellikle karma teşebbüslerin takdirine bıraktığı işlere, Kalkınma
Planına uygunluğu sağlama bakımından, bir açıklık getirilmiştir. Burada
Bakanlar Kuruluna verilen yetki, iştiraklerin plana uygun olarak yapılmasını
sağlamak ereğini gütmektedir.
Uygulamaya
yön veren bu hükümlerin, yasama yetkisinin devri niteliğini taşıdığı yolundaki
görüş, yerinde değildir.
Devletin,
kamu İktisadî teşekkülleri aracılığı ile katıldığı karma teşebbüslerin
denetimi, mevcut hukuk düzeni içinde o teşekküllerin denetimi ile birlikte
yapılmak gerekir. Kanunda bu denetimi önleyen bir hükme yer verilmiş değildir.
Devletin
doğrudan doğruya katılacağı karma teşebbüsün denetimi, genel olarak karma
teşebbüslerin rejimine bağlı kalacaktır. Bunun aksini düşünmek, yani bu tür
teşebbüslerde de Devlet denetimini hâkim kılmak, bir bakıma devletin Kalkınma
Planını gerçekleştirmek amacı ile özel kesime yardım yapmasını engellemek
niteliğini taşır.
III-
2. maddenin A ve B bentleri, Kalkınma Planına ve yıllık programlara uygun
olarak yatırımların teşvik ve tanzimi maksadı ile yapılacak yatırım indirimi ve
bunun oranı, gümrük vergi ve resimleri ile ithalden alınan diğer vergi ve
resimler toplamında, iktisadî faaliyet sektörlerine göre, kısmî veya tam
muaflıklar ihdası veya vergiler ve resimler toplamının kısmen veya tamamen
iadesi konularının Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile düzenleneceğine
ilişkindir.
Bu
bentlerle yürütmeye verilen yetki, Kalkınma Planına ve planda yer alan işlerden
bir bölümünü belli süre içinde gerçekleştirmeyi öngören yıllık programlara
uygunlukla sınırlandırılmış ve yatırım İndiriminin en yüksek haddi belli
edilmiştir. Konuların açık olan esnekliği, tedbirlerde de çabukluğu ve
esnekliği gerektirir. Vergi ve resim muaflıkları konusunda Bakanlar Kuruluna
ancak plana uygun yatırımlar için gümrük himayesi sağlamak üzere yetki
tanınmaktadır. Bir tarife pozisyonunda çeşitli malların bulunuşu veya o
pozisyondaki malın, Kalkınma Planı ve yıllık program dışı işlerde de
kullanılmasının mümkün oluşu karşısında bu yönlerinde kanunlarla düzenlemesini
istemek çoğu kez beklenen yararın elde edilmesi sonucunu doğurur.
Görülüyor
ki burada Bakanlar Kuruluna verilen yetki, plan ve programlarla sınırlı bir
uygulama alanı ile ilgilidir. Kararnamelerin önceden yayınlanması da
objektifliği ve dolaysiyle fırsat eşitliğini sağlamış olacaktır.
Maddenin
C bendinin ikinci fıkrası, sanayi bölgeleri ve turistik bölgeler tesis ve
tanzimi maksadiyle Bakanlar Kurulunca kamulaştırılmış olan yerlerin,
gerektiğinde alt yapı tesisleri de yapıldıktan sonra, buralarda plan ve program
hedeflerine uygun olarak tesis kuracaklara devredilmesi konularını
düzenlemektedir. Ülkenin bir çok yerlerinde gerçekleştirilecek olan bu konu,
yerlerin özelliklerine göre çeşitli uygulamalara ihtiyaç gösterir. O kadar ki
aynı bölge sınırları içinde bile yer yer değişik uygulamalara ihtiyaç
duyulabilir. Bunların tümünün, önce den kestirilip Kanunda belirtilmesi elbette
mümkün değildir. Kanun "plan ve program hedeflerine uygun olarak tesis
kuracaklara" deyimi ile yürütmeye gerekli direktif vermiş bulunmaktadır.
Bundan sonrası uygulama alanı ile ilgili olmak gerekir. Devir esaslarının
önceden Bakanlar Kurulu Kararnameleriyle belirtilmesi, fırsat eşitliğini
sağlamağa yeterlidir ve fıkra, devlet denetimini önleyici bir hükmü
kapsamamaktadır.
Maddenin
E bendinde yer alan (Veya mukaveleli personel) deyimi, standart ve kalite
kontrolü işlerinde çalıştırılacak kişilere ilişkindir. Bu işler arasında geçici
nitelikte olanlarda bulunabilir. Sözleşmeli personelin ancak geçici nitelikteki
işlerde kullanılabileceği Kanunun 8. maddesinde belirtildiğine göre, bendin,
daimî nitelikteki işlerde de sözleşmeli personel kullanılmasına imkân verdiğini
ve bu nedenle Anayasa'ya aykırı olduğunu düşünmeye yer yoktur.
IV-
Kanunun 3. maddesinin A bendi hükümleri için. Kanunun 1. maddesinin A bendine;
Aynı
Kanunun B bendi içinde Kanunun 2. maddesinin A ve B bentlerine;
İlişkin
görüşler ileri sürüleceğinden, bunların tekrar yazılmasına yer görülmemiştir.
V-
Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası, birinci fıkra ile Başbakanlığa bağlı
olarak kurulacak "yatırımları ve ihracatı geliştirme ve teşvik
bürosu" nda, ilgili bakanlıklardan yeteri kadar personelin kadroları ile
çalıştırılacağını öngörmektedir. Bu hükümden, Bakanlıklara özel kanunlarla
verilen kadrolarda çalışan memurların bir kısmının Başbakanlık kadrosuna
aktarılacağı anlamını çıkarmağa yer yoktur. Bu bürolarda çalıştıracak
memurların, kendi bakanlıkları ile ilişkilerinin kesileceğine dair bir hüküm,
fıkrada yer almamıştır. Hükmün çabukluk ve kolaylık sağlamaktan öteye bir ereği
yoktur.
VI-
Kanunun 5. maddesinin birinci fıkrasında Kalkınma Planına ve yıllık programlara
göre şehirleşmenin gelişmesini düzenlemek ereği ile mahallî idarelere yardım
yapılması için Genel Bütçe Kanununda açılacak bölümdeki ödenek ile dış
kaynaklardan yapılacak tahsislerin kullanılmasının Bakanlar Kurulu
Kararnameleriyle olacağı açıklanmış, ikinci fıkrada birinci fıkranın
uygulanmasında Bakanlar Kurulunun neleri yapmaya yetkili olacağı belirtilmiş ve
son fıkrada da arsaların mahallî idarelere devrine dair esaslarla usullerin
BakanlarKurulu Kararnamesiyle saptanacağı gösterilmiştir.
Mahallî
İdarelere genel bütçelerle yardım yapılması ilkesi, Anayasa'ya aykırı
görülmemiştir.
Birinci
fıkra, Anayasa'ya aykırı olmayan yardıma ilişkin ödenek ve tahsislerin
kullanılması esaslarının Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle düzenleneceğini
açıklamış, ikinci fıkrada kararname ile düzenlenecek işlerin nelerden ibaret
olacağını göstermiştir. Arsaların mahallî idarelere devri konusu, her mahallî
idare için ayrı özellikler taşıyabileceğinden bunların devrine ilişkin
esasların bir kanunla genel biçimde düzenlenmesi imkânsızdır.
Madde,
Kalkınma Planı ve yıllık program dışında herhangi bir konunun
gerçekleştirilmesine elverişli değildir. Erek, neden ve konu Kanunda
belirtildiğine göre, bu işlerin, Bakanlar Kurulunca yerine getirilmesinden daha
tabiî bir şey olamaz. Kanun, Bakanlar Kurulu Kararnamesinden söz etmeseydi dahi
bu işler, Kanunun öngördüğü ereğe, nedene ve konuya uygun biçimde yine idare
tarafından yapılacaktı. Hal böyle olunca ortada Anayasa'ya aykırı bir yön
yoktur.
VII-
Kanunun 7. maddesinin ikinci fıkrası, birinci fıkradaki ayrık atanmalarla
ilgili karalların, Devlet personel Dairesinin düşüncesi alınarak Bakanlar
Kurulu Kararnamesiyle tespit edileceğini öngörmektedir,
Maddede
ikinci fıkra yer almasaydı, Anayasa'ya aykırı görülmeyen birinci fıkra hükmü
elbette Bakanlar Kurulunca uygulanacaktı. Maddenin ikinci fıkrası, atanmalarla
ilgili esasların önceden Bakanlar Kurulunca saptanmasını öngörmekle konuya
objektiflik getirmiş bulunmaktadır.
VIII-
Kanunun 9. maddesi, 2. maddenin C bendi ile 5. madde uyarınca yapılacak-
kamulaştırmalarda, 6830 sayılı istimlâk Kanununun 23. maddesinin
uygulanmıyacağı hükmünü getirmiştir. Kamulaştırılan bir taşınmazın,
koşullarının gerçekleşmesi halinde, geri alınabilmesi, Anayasal bir kural
değildir.
Kamulaştırma,
belli bir kamu yararı gereğine dayanır. Geri alma hakkı, bir Kanunla tanınmamış
olsaydı taşınmazı, kamulaştırmanın ereği dışına çıkmaksızın elinde bulundurduğu
sürece idareden geri almak söz konusu olamazdı. 9. madde hükmü, bir başka Kanun
hükmünün kimi olaylarda uygulanması olanağı önlenmiş, belli türdeki
kamulaştırmalarda 6830 sayılı istimlâk Kanununun 23. maddesinin uygulanmasını
kamu yararı bakımından zararlı görmüştür. Konunun özelliği de bunu haklı
gösterecek niteliktedir.
İdarenin,
kamulaştırma ereğini yerine getirmekten açıkça vazgeçmesi veya taşınmazı
kamulaştırmanın temel ilkesi olan kamu yaran gereği ile bağdaşmayacak bir başka
doğrultuda kullanmak istemesi halinde maddenin, eski malikin, genel hükümlere
dayanarak taşınmazı geri isteme hakkını kullanmasını önleyemeyeceğinden söz
etmek de yerinde olur.
Bu
nedenlerle 933 sayılı Kanunun kimi hükümlerinin iptaline ilişkin karara
karşıyım.
|
|
|
|
Lûtfi Ömerbaş
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili
|
KARŞIOY
Mahkememiz,
kalkınma planlarının uygulanma biçimini gösteren 933 sayılı Kanunun belirli
hükümlerini, Devlet organlarından biri olan yürütmeye, kanunla düzenlenmesi
gereken ve yasamanın düzenleyebileceği türden olan düzenleme yetkileri vermiş
olması ve buna benzer nedenlerle iptal etmiştir. Konuya ilişkin aykırı
görüşümüzün bütünü ile açığa çıkması için Devletimiz görevleri arasında
Kalkınma Planının hangi kertede yer aldığı ve neleri kapsadığı, yönlerinin
aydınlanması bakımından Anayasa'mızdaki bu konuyu düzenleyen hükümlere kısaca
gözatmakta zorunluluk görmekteyiz.
Anayasa'mız
sadece 41., 126. ve 129. maddelerinde kalkınmadan ve onun planından söz
etmekte, 41 ve 129. maddelerinde ise planlama düzeyi olarak ekonomik, sosyal ve
kültürel alanlar gösterilmektedir. Bu kapsam nedeni ile planlama ve plan, onun
hazırlanması ile uygulanması, en azından Anayasa'mızın başlangıç kısmının 3.,
4. ve 5. paragrafları ile birinci kısımdaki genel esaslar, temel haklar ve
ödevlere ilişkin ikinci kısmın birinci ikinci ve üçüncü bölümündeki hükümlerine
uygun olması ve kişinin üçüncü bölümdeki sosyal ve iktisadî haklarının
gerçekleştirilmesi amacına ulaşılacak biçimde düzenlenmesi ve yapılması
gerekir.
Bu
hükümlerden doğrudan konumuzu ilgilendirenleri aşağıdadır: Başlangıç kısmının
3., 4., ve 5. paragrafları:
"Bütün
fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde,
millî şuur ve ülkeler etrafında toplayan ve milletimizin, dünya milletleri
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde
daima yüceltmeyi amaç bilen Türk milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtta
sulh cihanda sulh" ilkesinin, millî mücadele ruhunun, millet
egemenliğinin, Atatürk devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahip olarak;
İnsan
hak ve hürriyetlerinin, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahım gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için;
hazırlanan bu Anayasa...",
Anayasa'nın
ilgili maddeleri :
Madde
40- Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel
teşebbüsler kurma serbesttir.
Kanun,
bu hürriyetleri, ancak, kamu yararı amacıyla sınırlayabilir.
Devlet,
özel teşebbüslerin millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlilik ve kararlık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri
alır.
Madde
41- İktisadî ve sosyal hayat, adalete, tam ÇALIŞMA esasına ve herkez için
insanlık haysiyetine yakışır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre
düzenlenir.
İktisadî,
sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla
millî tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere
yöneltmek ve kalkınma planlarını yapmak Devletin ödevidir.
Madde
42- Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet çalışanların insanca yaşaması ve
çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadî ve malî
tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı destekler, işsizliği önleyici
tedbirleri alır.
Angarya
yasaktır.
Memleket
ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliği alan beden
veya fikir çalışmalarının şekil ve şartlan, demokratik esaslara uygun olarak
kanunla düzenlenir.
Anayasa'mızın
bu hükümlerine göre milletimizin iktisadî ve sosyal hayatı, adalete, tam
çalışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış
seviyesi sağlanması amacına göre Devletçe düzenlenecektir. Başlangıç
hükümlerinin 5. paragrafta yer alan ilkelere göre de demokratik hukuk
devletinin başlıca görevi insan hak ve hürriyetlerini millî dayanışmayı, sosyal
adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmek ve teminat altına
almaktır. Polis devletinin dışarıya karşı milletin istiklâlini ve içeride
bireylerin emniyetini korumaktan ibaret görevi yanında sosyal devlet,
yurttaşlarının çalışma imkânlarını, adaletli ölçüde kazanç elde etmelerini,
insanlık haysiyetine yaraşır biçimde geçinmelerini sağlamakla da
görevlendirilmiş ve sonradan yüklenen bu görev, devlet görevleri arasında
birinci sırayı almıştır. Devlete bu görevi veren hükümlerden 41. maddenin
ikinci fıkrası ile 129. madde de iktisadî ve sosyal kalkınmanın planla
gerçekleştirileceği belirtilmektedir.
Bu
hükümler arasında kalkınma koşullarına bir göz attığımız zaman görmekteyiz ki;
a)
Sosyal devletin kalkınma planları, millî bütünlüğü sağlayıcı, milletimizi millî
şuur ve ülkü etrafında toplayıcı olacak ve Atatürk devrimlerine bağlılık
şuurunu koruyacaktır.
b)
İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve
toplumun huzurunu gerçekleştirmek ve teminat altına almak görevini taşıyan
sosyal hukuk devleti esaslarına uygun biçimde yapılacaktır.
c)
Herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine, özel teşebbüs kurma
serbestliğine ilişkin hükümlere yer verilecek, özel teşebbüsün millî iktisadın
gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürütülmesine çalışılırken özel teşebbüsün
güvenlilik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma ödevi de
yerine getirilecektir.
d)
Devlet bu görevlerini yerine getirirken insan hak ve hürriyetlerini koruyacak
ve Anayasa'nın diğer hükümleri ile hukuk kurallarına da riayet edecektir.
Bu
esaslara bakarak denebilir ki iktisadi ve sosyal kalkınma düzenlemesi tümü ile
Anayasaca yapılmış ve hukuk çerçevesi Anayasaca belirtilmiştir.
Planlamanın
bu hukuk alanı yanında bir de iktisadi ve sosyal hayata etkili bulunan diğer
unsurlar bulunmaktadır. Bunlar, memleketin içinde bulunduğu kültür, teknik ve
bilim seviyesi, sermaye olanakları, millî tarih ile coğrafi durumun millî şuura
kazandırdığı iyi veya kötü eğilimler, yabancı devletlerle olan ilişkiler, doğal
koşullar ve iklim şartları gibi etkenlerdir.
Hukuk
bağları, sosyal ve doğal etkenleri bu kadar geniş, başarı koşullan bu kadar çok
olan planlamanın ereği insan, amacı insan etkenlerinin başlıcası da yine
insandır. İnsan düşüncesi, insan duygusu insanların kurdukları toplumların
istekleri ve benimsedikleri akımlar, aralarında bulunduğu diğer özgür
milletlerin yarattığı koşullar, doğal değişiklikler ise Devletçe kontrol
edilemeyen, önceden kestirilip tedbirlere bağlanması her zaman mümkün olmayan
etkenlerdir.
Görülüyor
ki Kalkınma Planı, bu günün sosyal devletinin, varlığını koruma ve gereği gibi
sürdürmesi için zorunlu ve bu ölçüde önemli iken hukukî ve doğal ortamı
yönünden de gerçekleştirilmesi o kadar güçtür.
Kısa
bir bakışla girift ve çetrefil olduğu anlaşılan iktisadî ve sosyal kalkınma
görevini, devlet organlarından yasama veya yürütmeden hangisinin yapmasının
yerinde olacağı sorunu, çözümü gerekli bir sorun oluyor.
Bu
düzeyde de çelişmesiz bir sonuca varmak için Anayasacıların, sosyolog ve
iktisatçıların görüşlerinden, ileri demokratik devletlerin bu yoldaki
uygulamalarından bir kısmına, Anayasa'mızın hazırlanmasına ilişkin gerekçe ve
görüşmelerle kabul edilmiş bulunan Anayasa hükümlerine ve özellikle
Anayasa'mızın 29. maddesine göz atmak ve bunlar üzerinde durmak konunun
aydınlanması için çoğunluk ve azınlık görüşleri bakımından faydalı olacaktır.
Bilginlerin
görüşleri :
Freidrich,
KJ. "Devrimizde teknik gelişmeleri inceliyecek ve gereken tedbirleri
alacak istikrarlı ve kuvvetli bir ele ihtiyaç vardır. Ancak bu kuvvet Tranizm'e
kaymamalıdır." demektedir.
Jiraüde
ise "Demokrasi hem hürriyet, hem de düzen rejimidir. Bu bakımdan toplumda
çeşitli çıkarlar için birleşik bir temele dayanması kaydiyle kuvvetli yürütme,
çağımızın gerekleri açısından yalnız meşru değil aynı zamanda şarttır."
der.
jüetzevcih'de
"parelementer rejimde icra zayıf olursa devlet sosyal görevlerini yerine
getiremez." görüşündedir.
Düverger,
Vedel gibi hukukçular da güçlü yürütmeyi savunurlar.
Sosyal
planların en güzelim hazırlayan Beverdge bu konuyu derinliğine incelemiş ve
sosyal ıslahat raporunda "Sefalet, işsizlik, cehalet ve hastalık gibi
sosyal canavarlarla mücadelenin tamamen teknik yolla olacağını, hukukun sadece
bu uğurda izlenecek yolun esaslarını ve temellerini göstereceğini, diğer
kısımları ilim ve teknik halledeceğini, sosyal adaletin de bu canavarlar
karşısında sosyal tedbirleri almaktan ibaret bulunduğunu belirtmiştir.
Van
Der Mebrsch bu uğurdaki görüşünü "Devletin ekonomiye müdahalesi yasama ve
yürütme ilişkileri üzerinde de etkiler yaptı. Günü gününe izlenmesi ve süratle
halledilmesi icap eden ve bünyeleri itibariyle çok karışık olan ekonomik
sorunları, muayyen prosedürlere tabi olan, sert kayıtlar getiren ve günün
ihtiyaçlarını daima geriden takip eden kanunlarla düzenlemek mümkün
olamazdı." biçiminde dile getirmiştir.
Mendelss
France'ın görüşü de şöyle: "Parlemento ile hükümet arasında görev
bölümünde ekenomik sahanın yürütmeye bırakılması gerekir."
Bilginlerimizden
Prof. Bahri Savcı, 1909 ve 1924 Anayasalarında yasamanın, üstün tutulmuş
olmasına rağmen hükümetin, yani yürütmenin üstün çalışmasının üç sebebinden
birisi olarak "Cumhuriyet devrinde millî birliğin, ekonomik gelişmenin ve
batılılaşmanın sağlanması için kuvvetli bir icra organının gerekli olması"
nedenini göstermektedir.
Prof.
Mümtaz Soysal ise : Sosyal devletin ekonomik alana girdilini izah etmekte ve
devletin bu düzeyde işletmeci ve üretici durumunda kaldığını ve bu durumlarda
devletin ekonomik yetkilerle donatılmasının zorunlu bulunduğunu açıkladıktan
sonra "Bütün bu yeni görevler yürütme organının daha yetkili olmasını
gerektiriyor, bunun için de Devlet gücünü sınırlı tutmak endişesi yine ön
planda gelmekle beraber, yürütme organının yetkilerini artırabilecek yeni
yollar aranıyor." demektedir.
Bu
görüşlere uygun olarak Fransa, İngiltere, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka
gibi devletler, güçlü yürütme esasını uygulamaktadırlar. Federal Almanya ise
reaksiyoner Anayasa'sının sınırlayıcı olmasına rağmen Anayasa hükümlerini
yorumlama yolu ile sorunu, yasama organının çizeceği çerçeve içerisinde
yürütmenin de tanzim edeceğini kabul ederek çözümlemiştir.,
Anayasamız
:
Anayasa'yı
tedvin edenlerin görüşleri de bilginlerin görüşlerinin ve sayılı devletlerin
uygulamalarının aynıdır. Örneği, Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu Alt
Komisyonun (İdare, iktisat ve malî hükümler) hakkındaki muhtırasının (iktisat)
bölümünde : "Tali Komisyonumuz millî kalkınma planına Anayasa'da yer
verilmesi lüzumuna kanidir. Az gelişmiş memleketlerin kalkınması için bütün
iktisadî alanı kapsayan planlara ihtiyaç olduğu, bugün herkesçe kabul edilen
bir gerçektir... Kısaca dünya, en geniş anlamı ile millî kaynakları en rasyonel
biçimde kullanmağa çalışmak şeklinde ifade edilebilecek olan planlı ekonomiye
gitmektedir... Son derece çetin iktisadî meselelerle karşı karşıya bulunan
memleketimizde plan yeni bir tecrübedir. Bu denemeyi peşinen güçleştirecek
Anayasa hükümleri koymaktan kaçınmak, planın yürütülmesini kolaylaştıracak
esaslara yer vermek ihtiyatlı bir davranış olacaktır.
Kazaî
ve teşriî murakabelerin iyi işlemesi sağlandığı takdirde iktisadî alanda icra
organına sorumluluğu nispetinde yetki tanımaktan kaçmak için ciddî bir sebep
olması gerektir.
Bu
sebeple kanun vazının -bu plan icaplarına göre- koyacağı kanunlarla muayyen
alanları ve kuralları -hiç bir zaman teşriî bir yetkiyi, delegasyon yoluyla
hükümete devretmemek ve tanımamakla beraber ona, tamamen icrai ve idarî
mahiyeti haiz kararnameler ve kararlar ile tanzim edebilmek ve gerekli
tedbirleri alabilmek hususunda yetkiler ve bu meyanda geniş takdir yetkisi
tanınması gerekir.
Özetlersek;
millî kalkınma planına Anayasa'da yer verilmelidir.
Bu
hususta tafsilâttan kaçınmalı, hükümete müsbet vecibe yüklemekle
yetinilmelidir.
...
Planı yürütmek için, hükümetin iktisadî alanda sorumluluğu nispetinde yetkilere
ihtiyacı olduğu gözönünde tutulmalıdır. "denmekle sosyal ve iktisadî
kalkınma alanında güçlü ve yetkili yürütme gereği öne sürülmüştür.
Temsilciler
Meclisindeki Anayasa'nın bu bölümü görüşülürken;
Ferit
Melen: "Planlamanın, kanunlarla sert esaslara bağlanmaması lâzımdır.
İktidarlara göre planlar değişebilir... İktisadı çok sıkı ve sert bağlarla
bağlamaktan fayda değil zarar hasıl olur.
Anayasa
Komisyonu sözcüsü Turan Güneş : Plan yapılması netice olarak siyasî bir
meseledir. Memleketin hangi istikamette gitmesi lâzım geldiğini gösterir bir
şeydir. Planlama'nın hükümetten ayrı olması görüşüne de katılamıyoruz.
Komisyon
Sözcüsü Coşkun Kırca : Bir planın asıl tatbikcisi hükümettir. Planlama
Teşkilâtı Planın hazırlanmasında ve tatbikinde ancak bir vasıtadır. Plan bütün
hükümet, devlet ve kamu mekanizmesinin iştiraki ve işbirliği ile
yürütülür." demişlerdir.
Millî
Birlikçe 129. maddeye eklenen "Bu maksatla Devlet planlama Teşkilâtı
kurulur. Bu teşkilâtın kuruluş ve görevleri kanunla gösterilir."
ibaresinin ilâvesi dolayısiyle Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu tarafından
hazırlanan raporda "... ancak Planlama Teşkilâtı, hükümetin genel siyasî
sorumluluğu içinde teknik zaruretlere göre çalışması gereken bir
teşkilâttır." denmekte, Anayasa'mızın genel gerekçesinin iktidar yapısına
ilişkin üçüncü kısmının ikinci bölümünde "İktidar yapısının genel
unsurlarından birisi de yürütmedir. Yürütme esas itibariyle yasamanın
gösterdiği alanda hareket eden tabiî organdır... Bakanlar Kurulu ise yasama
organının çizdiği hukukî alan içinde hükümet etme fonksiyonunu faal ve müessir
bir şekilde yürütecek bir organ seviyesine çıkarılmıştır." açıklaması
yapılmaktadır.
Anayasa'mızın
129. maddesi ise, iktisadi sosyal ve kültürel kalkınmanın bu uğurda
hazırlanacak plâna göre gerçekleştirileceğini birinci fıkrasında; plânın
hazırlanmasında, yürürlüğe konmasında, uygulanmasında, değiştirilmesinde
gözetilecek esasların özel kanunla düzenleneceğini de ikinci fıkrasında
belirtmiştir. Bu madde sadece iki temel kural bulunmaktadır, a) Kalkınmanın
plâna göre gerçekleştirilmesi gereği, b) Plânın hazırlanışında, uygulanış ve
değiştirilişinde gözetilecek esasların özel kanunla düzenlenmesi gereği. Bu iki
esastan başka 129. madde ile plânlama düzenlenmemektedir. Anayasa'dan önce
çıkarılmış bulunan 1960 tarihli ve 91 sayılı Kanun, plân hazırlama işlerini
tamamen yürütmeye bırakmıştır. 15. maddesi ile; hazırlanan plânın yasamanın
tasvibine arzolunacağı açıklanmıştır. 77. sayılı ve 1962 tarihli plânlama ile
ilgili diğer, kanun da yasamanın plânın tasvip işinin kanunlardan ayrı olarak
ve başka bir usulle kısa süreli görüşmelerden sonra yapılacağını ve tüm plân
üzerinde değişikliğe gidilmeyeceğini belirtmektedir.
Görülüyorki
Anayasa'dan hemen önce ve Anayasa'nın kabulünden hemen sonra çıkarılmış olan bu
iki kanun da plânlamada esas görevi yürütmeye vermektedir. Bütün kamu
hizmetlerinin nasıl yürütüleceğini, esasları yönünden bilmesi gereken ve millî
kudreti doğrudan temsil eden yasamanın tasvibine, kural olarak Kalkınma Plânı
da arzedilmektedir.
129.
maddenin ikinci fıkrası Anayasa'nın diğer maddeleriyle yapılmış olan
düzenlemelerine göre bir özellik taşımaktadır. Bu fıkrada Anayasa'nın diğer
hükümlerinde olduğu gibi plânın nasıl uygulanacağı kanunla gösterilir
denmemekte ve "Plânın ... uygulamasında ... gözetilecek esaslar ... özel
kanunla düzenlenir, denmektedir. Bu ayrıcalığın üzerinde durmak gerekir.
Anayasa'nın 21. maddesinin 3. fıkrasında da "Özel okulların bağlı olduğu
esaslar ... kanunla düzenlenir." denmektedir. Burada özel okulların, kamu
yararı bakımından tabi olmaları zorunlu olan esaslar dışında kendi
müesseselerinde özel uygulamalar ve çalışmalar yapabilmelerine müsaade edilmek
istenmiştir. Devletin koyduğu bir öğretim türüne ait programlar uygulanmak
kaydıyla programın filan veya falan şekilde veya zamanda uygulanması okul
yöneticilerinin takdirine bırakılmış bulunmaktadır.
Plânlamada
da kanunla yürütmenin görev alanı gösterilecek ve esaslardan ibaret olan bu
çerçeve âlân içerisinde yürütme, (Faal ve müessir hükümet etme) işini
yapacaktır. 129. maddenin bu şekilde düzenlenmesi nedeni Anayasa'yı hazırlayan
alt komisyonun muhtırasında açıklandığı üzere Kanun koyucunun yürütmeyi olaylar
karşısında gereken tedbirleri alabilmek hususunda yetkili kılmak ve bu düzeyde
geniş takdir yetkisi vererek düzenlenmesini sağlamaktır. Esaslar dışındaki
düzenlemenin yürütmece yapılmasını bu hükümle kabul etmiştir.
Sosyal
hukuk devleti ilkesi de yürütmenin plânlama düzeyinde görev alanının kanunla
çerçevelenmiş bulunmasını gerektirir. Anayasamız bu ilkeye uygun olarak 129.
maddesiyle plân uygulamasının da kanunla düzenlenmesini uygun görmüş fakat
uygulamanın her yönünün değil de sadece esaslarının kanunla düzenlenmesi
kaidesini koymuştur. Mahkememiz kararında 129. maddedeki "Esas"
sözcüğünün (kural) anlamına geldiği .öne sürülmektedir. Lügat manası ile bu
sözcük "Asıl, temel, ana" anlamlarına gelmektedir. Halk ve ilim
dilinde de esas sözcüğünü başka türlü anlamağa imkân yoktur. Denebilir ki
"Esas" larda kural yani, kaide olabilir, fakat kaidelerin teferruata
ilişkin ikinci ve üçüncü derecede gelen kuralların değil temel kurallarını, ana
kurallarını dile getirir. Nitekim kanunların ayırımında (Kanunu esasi) tabiri
bu günkü anlamı ile "Anayasa" nın adıdır. Diğer kanunlara kaynak
olacak ana kanun demektir. Adalet dilinde de bir mahkeme kararının Yargıtay'ca
bozulması halinde (Esastan bozuldu), (Usulden bozuldu) gibi ayrımlar yer
almıştır. Bunun için 129. maddedeki (Gözetilecek esaslar) teriminin ikinci
kertedeki kuralların üstünde olan prensip hükümler anlamına gelen bir mana
taşımadığını kabul etmek gerekir.
Planlama
konusunun devlet işleri arasındaki önemi, iktisadî ve sosyal hayatın özelliği,
devlete verilmiş olan bu görevin ancak olayları yakından kovalamak ve gerekli
kararları gününde ve saatinde almak yolu ile yapılabileceği, ekonomi ilminin
herkesçe bilinen bir gereğidir. Olayların çok gerisinden gitmesi dolayısiyle
yasamanın sosyal ve iktisadî kalkınma alanının bütününü gereği gibi
düzenleyemeyeceği gözde tutularak 129. madde bu biçimde düzenlenmiştir.
Anayasa'nın
ancak 3. maddesinde (Kanunla düzenlenir) yerine (Esasları kanunla düzenlenir)
ibaresi bulunmasının bir nedeni olduğu açıktır. Temsilciler Meclisi bu iki
ibarenin benzer anlamda (Müteradif) olmadığını bilirdi. Anayasa'nın 11.
maddesi, temel hak ve hürriyetler... ancak kanunla sınırlanabilir. 13. maddesi
(Kanunla sınırlanabilir), 18. maddesi (Kanunla sınırlanabilir) ve (Yurt dışına
çıkma hürriyeti kanunla düzenlenir) biçiminde yazılmış ve ondan sonraki diğer
maddeler de hak ve hürriyetlerin düzenlenmesini aynı biçimde kanunlara
bırakmıştır. Yukarıda değinildiği gibi yalnız Anayasa'nın 21, 106 ve 129.
maddelerinde "özel okulların bağlı olduğu esaslar kanunla düzenlenir,
Bakanlıklar, kanunun koyduğu esaslara göre kurulur, planın... uygulamasında...
gözetilecek esaslar... kanunla düzenlenir" denmektedir.
129.
maddenin diğer iki maddeden de ayrıcalığı vardır. Bu maddede konumuzu
aydınlatıcı bir sözcük bulunmaktadır. O da "gözetilecek" sözcüğüdür.
Bu kelime ile birlikte 129. maddenin ikinci fıkrasında (Plan, yürütme organınca
gerçekleştirilecek ve uygulama sırasında yürütmenin gözetmek zorunda olduğu
esaslar uygulama yasasında gösterilecektir.) anlamı açık ve seçik olarak ortaya
çıkmaktadır. Çünkü yürütmenin uygulama sırasında gözde tutacağı teknik
kurallar, bilgi ve mantık kuralları, hükümetin genel siyaseti ki yasamaca
yürütmeye güven oyu verilmekle bu genel siyaset kabul edilmiştir. Ve bu arada
planın hukuk alanını çerçeveleyen uygulamaya ilişkin esas kurallar
bulunmaktadır. Kararda olduğu gibi (Gözetilecek kurallar kanunda gösterilir)
anlamı benimsenirse hem madde yazılışına, hem de bu müessese hakkındaki Anayasa
ruhuna aykırı düşer.
129.
maddenin aksi biçimde düzenlenmesinin nedenlerini; Anayasa'yı hazırlayan
bilginlerin görüşlerine, Temsilciler Meclisi alt komisyonu mutıralarına ve
komisyonların gerekçeleriyle Temsilciler Meclisi çalışmalarındaki görüşmelere
dayanarak yukarıda açıklamıştık.
Bu
açıklamalarla ortaya çıkmaktadır ki Kalkınma planının uygulanmasında çetrefil
ve girift olan bu işin yapılmasında yasamaya uygulama alanını çerçeveleyecek
ölçüde esas kurallara ilişkin bir düzenleme ve yürütme de bu çerçeve içinde
planın amacına ulaşması için gerekli her türlü tedbirleri alma, bütün işleri
yapma ve esaslar dışındaki düzenleme görevini anında yerine getirme ödevi
verilmiştir.
Sosyal
devlet ilkesinin gereğinden bulunmuş olan sosyal ve iktisadi kalkınmanın planla
yerine getirilmesi görevinin yasama ve yürütmece nasıl yapılacağı böylece
açıklandıktan sonra Mahkememiz kararının madde madde incelenmesi daha kolay ve
karşı görüşümüz daha belirgin olacaktır.
A-
Mahkememiz kararında, yürütmenin yasama alanına taşmaması kaydiyle kararname çıkartması
Anayasa'ya aykırı düşmez, dendikten sonra Anayasa'nın 5, 6, 107 ve 113.
maddeleriyle birlikte göze alarak yasa koyucu belli konuda gerekli kuralları
eksiksiz olarak koyacak, eğer uygun veya zorunlu görürse onları uygulama
yolunda sınırlan iyice gösterilmiş alanlar bırakacak, idare ancak bu alanlar
içindeki takdir yetkisine dayanarak yasalara aykırı olmamak üzere bir takım
kurallar koyup yasanın uygulanmasını sağlayacaktır. Anayasa'nın 6. maddesindeki
yürütmenin (Yasalar çerçevesinde) görevini yerine getireceği kuralının anlamı
da budur, denmek suretiyle Anayasamız'ın yukarda belirtilen anlamı dışında bir
anlam öne sürülmektedir. Bu görüşe göre yürütme, ancak kanunları uygulayan bir
idare kuruluşudur. Kanunun koyduğu kurallar dışında hiç bir düzenleme yapamaz
ve karar alamaz. Böyle bir görüş yürütmenin devlet organları arasındaki yer
alış nedenine aykırı düşer, Çünkü devlet organları arasında, temel bir organı
olarak yürütmeye de bırakılmış işler vardır. Bu organ, kendisine Anayasa ve
kanunlarla verilmiş olan görevleri yerine getirecektir. Devletin varlığı,
yükselmesi ve devamı bu görevin yerine getirilmesine bağlıdır. Devletin büyük
siyasî amaçlarını gerçekleştirecek organlarından birisi de yürütmedir. Devlet
hayatını kanunlarla düzenleyecek olan yasama organı, geçmişe ve hale bakarak,
geleceği oranlıyarak devletin düzenini kurmak ve korumak, sosyal ve iktisadî
gelişme ve ilerlemeyi sağlamak için kanunlar çıkarır, Kurallar koyar, bu
kanunlar meclis çoğunluğunun benimsediği siyasî görüşlere ve Anayasa'ya uygun
olacaktır. Sosyal ve iktisadî hayat ayrı etkenlerle sık sık değişen ve ayrı
ayrı belirtiler veren bir düzeyde kendini gösterir. Çok akıcı olan bu yönü ile
yasama, geleceğin bütün olaylarını önceden oranlamaya imkân bulunamaz. Bunun
için hiç bir yasama organı, ne kadar çalışırsa çalışsın geleceğin sosyal ve
iktisadî olaylarını kapsayan bütün kuralları kanun olarak daha önceden ortaya
koyamaz. Bu nedenle yürütme kanun maddelerinde yer alamamış bulunan olayları
düzenleyemez diyen bir Anayasa çıkmamıştır. Çünkü böyle bir anlayış, devlet
hayatî ihtiyaçlarının günü gününe karşılanamamasını intaç eder ve yeni olaylar,
yürütmece kanunla düzenlenemediği için anında karşılanamazsa devlet işleri
bozulur ve tedbirlerin gecikmesi dolayısiyle belki de bir gün bu yüzden devlet
çöker; halbuki yasalar ve Anayasalar sadece devletin varlığı, yararı ve devamı
içindir. (Yasama yetkisi asıldır, yürütme görevi muştakdır.) kuralı, yürütmenin
bir temel organ oluşu, gördüğü işlerin önemi gözde tutulmadan yorumlandığı
takdirde aksak uygulamalara gidilebilir. Yürütme görevi (Müştaktır) demek
yasama organı, herhangi bir alanı devlet işleri arasına almadıkça yürütme o
alanı düzenleyemez demektir. Yasama bir kanunla bir alanı devlet işleri arasına
aldı mı, yürütme de o alanın gerektirdiği bütün işleri mutlaka yapacaktır.
Yapmazsa sorumlu ve görevini yerine getirmemiş olur. O halde yasalardan
beklenen amaç bir alanı, devlet işleri arasına almaktır ve o alanın yürütme
sınırlarını çizmektir. Çoğu zaman yasalarla yürütmeğe verilmiş olan görev
alanının sınırları bir madde ile belirtilir, geri kalan pek çok maddeler ise
yardımcı hükümlerdir. Yasa hükümlerinin kapsamadığı yönlerde, alanın kanunla
tâyin edilmiş sınırları içinde ve fakat Anayasa'ya ve kanuna aykırı olmamak
kaydiyle yürütmece düzenlenecektir. Anayasa'mızın 105. maddesinde
"Başbakan ... hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar
Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.) hükmü bulunmaktadır.
Bu hükme göre hükümetin bir genel siyaseti olduğu ve onun yürütülmesinden
sorumlu bulunduğu anlaşılıyor. Bu hükümde yürütmenin devlet işlerinin görülmesi
sırasında hangi yolu tutacağı ve hangi prensipleri uygulayacağı, devlet
yararını nasıl sağlayacağı hususunda takdir yetkisi bulunduğu görülür.
Anayasa'mızın bu maddesi Anayasa'yı hazırlayan kuruluşlardan olan Ankara
Üniversitesi İdarî İlimler Enstitüsünün hazırlamış olduğu tasarının 68.
maddesine uygundur. Enstitünün hazırladığı tasarının (Ana prensipler) kısmında
şöyle denmektedir. "Devlet idaresinin temel unsuru olan yürütme organının
yapısında tasarımız Türkiye'de kuvvetli ve istikrarlı bir hükümetin zaruri
olduğunu kabul eden görüşe dayanmaktadır. Son zamanlarda yürütmeyi kayıtlamak
yolundaki temayülü yerinde bulmuyoruz. Çünkü bu temayülün, geçirdiğimiz siyasî
buhranın isabetli bir tahlile dayanmadığını ve bu buhranın aşırı derecede
tesiri altında kalarak Türkiye'nin gerçek ve uzun vadeli ihtiyaçlarını gözden
kaçırdığını sanıyoruz. Sosyal ve iktisadî meselelerimizin halli için kuvvetli
bir icraya sahip olmamız bünyevî bir zarurettir. Esasen geçmiş sıkıntımız
hükümetin kuvvetli olmasından ziyade gereken millî murakabeye tabi
tutulmamasından ileri gelmektedir. Bu eksiklikleri giderme çareleri alınırken
verimli idareyi kösteklemek hatalı olur. Bu itibarla tasarımız bir yandan
kuvvetli ve istikrarlı bir hükümet esasını muhafaza ederken, diğer taraftan
millî murakabenin işleyişini kolaylaştıracak teklifler ihtiva etmektedir.
Millî
murakabe, parlamentoda iktidar yapısının kendisinin denetlemesiyle ve muhalefet
partileri vasıtasiyle; parlamento dışında ise teminatlı siyasî hürriyetlerden
faydalanan müesseselerle ve nihayet Anayasa Mahkemesini de ihtiva eden şümullü
bir kazaî kontrolle sağlanabilir."
Bu
tasarının 4. bölümünde "yürütme" başlıklı kısmında da
"Türkiye'de kuvvetli bir yürütme organının lüzumu" başlığından sonra
bilindiği gibi kuvvetli bir icra organı bizde gelenektir. Bu gelenek demokratik
gelişmelerden beri de devam etmektedir. Böyle bir geleneğin yerleşmesi
tesadüfün değil, bünyevi zaruretlerin mahsûlüdür. Kanaatımızca bunun devamında
büyük millî menfaat vardır.
Örnek
aldığımız batı demokrasileri ile Türkiye ve Türkiye gibi geri kalmış
memleketlerde siyasî iktidarın rolü bakımından çok önemli bir fark mevcuttur.
Batı memleketlerinde iktisadî ve sosyal gelişme siyasî kararların neticesinde
siyasî organların eseri olmamıştır. Burada gelişme cemiyet bünyesindeki
kuvvetlerin kendiliğinden meydana getirecekleri bir vetire olmuş ve siyasî
iktidar ancak bunu düzenleyici, kolaylaştırıcı ve destekleyici bir rol oynamıştır.
Bu günde bu memleketler de sosyal ve ekonomik hayatın düzenlenmesinde siyasî
kararların rolü oldukça mahduttur. Hayatın büyük bir kısmı siyasî organlar
dışındaki teşekküller tarafından düzenlenmektedir. Halbuki, Türkiye gibi
memleketlerde en önemli mesele olan kültürel, sosyal ve iktisadî gelişme çok
geniş ölçüde siyasî organların karalarına ve icraatına bağlıdır... Bu durum
Türkiye gibi memleketlerde devamlı ve istikrarlı yürütme organını hayatî bir
zaruret haline getirmektedir.
Az
gelişmiş bir memlekette "icra organının istikrarsızlığı veya işlememesi,
halledilmesi gereken her türlü toplumsal meselenin askıda kalması gibi çok
tahripkâr neticeler doğurur. Bundan başka batı memleketlerinde bile artık
kuvvetli bir icra zarureti münakaşa edilmez bir siyaset prensibi haline
gelmiştir.
Bu
durumu değiştirmeye çalışmak ancak toplum gerçeklerini kavramayan bir görüşün
neticesi olur ve hiç bir fayda hasıl etmez. Yürütme ile ilgili hükümler :
Hususiyle
yeni anayasa bir Anayasa Mahkemesi ihdası suretiyle kazaî murakabe tesis
ettiğine göre idarî metinlerin tümü üzerinde kazaî murakabe kabul etmek tabiî
ve zaruridir."
Komisyonun
bu görüşünü Temsilciler Meclisi de benimsemiştir. Bu yöndeki çalışmaları şöyle
buluyoruz :
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun genel kurula sunulan raporunun (Kabul edilmiş
bulunan temel prensibler) kısmının 3. maddesinde : Devlet idaresi millî
hâkimiyet ve parlamenter sistem esasına dayanmaktadır. 7. maddesinde "Türk
Milletinin hürriyet ve demokrasi nizamı içinde kalkınma dâvası sosyal hakların
ifadesinde gözetilecek asli gaye olarak ele alınmıştır." 8. maddesinde de
"istikrarlı hükümet ve tesirli murakabe yasama ve yürütme arasındaki
münasebetlerin düzenlenmesinde temel prensibtir." 13. maddesinde de (Bütün
idarî tasarruflar kazaî murakabeye tabi olacaktır) esasları yer almaktadır.
Burada
devlet idaresine hâkim olacak temel prensibler gösterilmiş, parlamenter sistem,
kazaî murakabe ve istikrarlı hükümet prensipleri 3 temel prensip olarak ortaya
konmuştur.
Temsilciler
Meclisi Anayasa Komisyonunun yürütme ve yasama organları ile bunlar arasındaki
ilgilere ilişkin alt komisyon raporunun (Yürütme ve yasama organları ile bunlar
arasındaki münasebetlerin düzenlenmesi bakımından üzerinde oybirliğine varılan
felsefe) başlıklı kısmında :
...
a (Siyasî iktidar, bütünü ile millet iradesine dayanmalıdır. Ve bu sebeple
kaynağını, siyasî iktidarı meydana getiren organlar bakımımdan genel oydan
almalıdır.
b -
Anayasa sınırları içinde belirmiş genel siyasî tercihi yürütecek olan hükümet
kudretinin parlamenter rejimin çerçevesi içinde bütünlüğüne, sürekliliğine ve
müessîrliğine zarar vermeyecek şekilde iş görebilmesi imkânları gözden uzak
bulundurulmamalıdır.)
Alt
komisyonun bu hususta hazırladığı maddelerin 35. maddesinindaki Anayasa'mızın
105. maddesinin son fıkrasının aynıdır. - gerekçesinde (Bu madde hükümet
politikasının uygulamasında ve insicamının muhafazasında modern anayasa
temayüllerine uyularak Başbakana özel bir durum vermektedir.) denmek suretiyle
yürütmenin siyasî iktidarı meydana getiren organlardan biri ve millet iradesine
dayalı olduğu Anayasa'ya uygun olarak siyasî tercihin yürütücüsü bulunduğu ve
bu nedenle hükümet kudretinin parlementer rejimin çerçevesi içinde bütünlüğüne
sürekliliğine ve müessirliğine zarar vermeyecek şekilde iş görülmesi
imkânlarına sahip kılınması gerektiği ve böylece alt komisyonun kabul ettiği
siyasî iktidara ilişkin görüşün benimsendiği görülmektedir. Parlemento
çoğunluğunun siyasî tercihinin hükümet politikasını teşkil ettiği ve böylece
anayasa ve kanunlar çerçevesinde gerçekleştirilecek olan bu programın başlıca
devlet görevi olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yine
bu alt komisyon muhtırasının (İktisadî müessese ve hükümet) başlıklı kısmında
ise yürütme işi (Gerek siyaset ilmî, gerek parlementer rejim, gerek iktisat ve
maliye ilimleri zaviyesinden - sosyal, iktisadi ve malî bakımdan az gelişmiş
memleketler zümresine dahil bulunan - Türkiyemizdeki kuvvetli bir hükümet
sistemine lüzum ve zaruret olduğunu gözönünde tutan talî komisyonumuz iktisadî
ve malî alanda mümkün mertebe bu esasa uyulması gerektiği ve binaenaleyh
Anayasa ön tasarısındaki - hattı - zatında hükümete ait olması gereken görev,
yetki ve kudretin bir kısmını hükümetten alıp hemen hemen her cihetten ondan
tamamen müstakil bir mevcudiyet ve hüviyete sahip olan müesseselere vermek
hususundaki temayülü benimsememektedir) denmekte bu suretle gerek idari ilimler
enstitüsünün ve gerekse Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonunun (Güçlü
hükümet) sisteminde birleştiği açığa çıkmaktadır. Buna karşılık sosyal ve
iktisadi alanlarda hükümet yetkililerinin bir kısmını iktisat şurası gibi
müesselere bırakma görüşünde olan İstanbul Üniversitesi Anayasa ön tasarısından
ayrılınmış olduğu gerçeğe de açıkça görülmektedir.
Yine
bir bilginin dediği gibi (Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu, kanunları
uygulamak için değil, toplum hayatında bazı fâaliyetler görmek için mevcuttur.
Bu faaliyetler çok çeşitlidir. Bunlar diğer devletlerle münasebetlerden
gençliğe verilecek eğitime, asker yetiştirmeğe, tiyatro açmağa kadar ... fakat
bu önemli fâaliyetler hukuk için yabancıdır. Yürütme organı bunları yaparken
kanunları yürütmüyor, bir hukuk işlemi yapmıyor.)
Carre
de Melberg de (Yürütme görevi mevcut kanunlardan şartları en uygun olan hareket
vasıtalarını bulmaktır. İdâre makamı, kanununa göre ve kanunla kendisine
tanınan yetki sınırları içinde hareket eder ve kararlar alır. O halde idare
kararına, kanunların pasif bir uygulaması olarak bakmamak gerekir. Gerçek odur
ki idare daha ziyade kanundan aldığı yetkileri kullanmaktır.) der.
Profesör
Sarıca ise bu yoldaki görüşünü (Kanunları icra etmek demek bunların icrasını
teşkil ve temin edebilmek, boşlukları doldurmak ve icabında gereken yeni
kaideleri koymak demektir) sözleri ile açıklar.
Vedel
de bu konuda (Kanunların uygulanması, her kanunun teker teker uygulanması
anlamına gelmez, fakat bütün hukuk düzeninin ve onan tabiî sonucu olan devletin
ve millî hayatın devamlılığının muhafazası olarak anlaşılmak gerekir) fikrini
öne sürmektedir.
Anayasamızın
hazırlanmasında ve uygulanmasında başlıca iki görüş kendisini göstermiştir.
Birincisi yürütmeye dar bir saha bırakarak ve işlerinin mümkün olduğu kadar
yasalarla düzenlenmesi ve yürütmenin takdirine geniş alan bırakılmaması
yolundadır. Bu görüşe sahip olanlar, daha çok önceki devlet hayatımızda
yürütmeyi temsil edenlerden bazılarının yetkilerini taştıklarını düşünerek onu
önlemeğe çalışmak isteyenlerdir. Bunlara, yürütmenin güçsüz oluşunda amaçlarını
gerçekleştirmek için fayda gören asıl düzen değiştiricileri de haricen
katılmaktadırlar. İkinci görüş ise sosyal devletin pek çok ve girift olan
işlerinin ancak faal ve güçlü bir yürütme ile yürütülebileceğini savunanlardır.
Garp demokrasilerinde bu uygulama benimsenmiş ve bu demokrasilerin önde gelen
bilginleri de bu görüşü savunmuşlardır. Anayasamızın, özellikle sosyal ve
iktisadi kalkınma alanına ait düzenlemesinde, ikinci görüşü benimsediği
hususunu yukarıda açıklamıştık. Anayasamız, diğerine göre ne güçlü bir yasama
ve nede güçlü bir yürütme değil devletin işlerini yumuşak bir iş bölümü halinde
bu iki organın yürütmesi esasını kabul etmiştir.
Anayasamız,
doktriner bir Anayasa değildir. Bu nedenle Anayasa müesseseleri, tek erek ve
prensip üzerine oturtulmamış, her müessesenin kodlarına göre düzenlenmesi esası
benimsenmiştir. Sosyal ve iktisadi plânlama alanının karışık, akıcı, etkenleri
değişik ve bu nedenlerle birbirinin benzeri olmayan olayların ortaya çıktığı ve
sık sık belirdiği bir alan olduğu ve devlet işleri arasında iktisadi yönden tam
gelişmemiş memleketler arasında yer almakta olan yurdumuz için sosyal ve
iktisadi kalkınma özel bir önem taşıdığı için bu alanda yürütme, özellikle
güçlendirilmiştir. Çünkü bu görev olayları yakından kovalamak, gerekli
kararları gününde ve saatinde almak yolu le yapılabilecektir. Olayların çok
gerisinden gitmesi dolayısiyle yasamanın sosyal ve iktisadi kalkınma alanını
gereği gibi düzenleyemeyeceği gözde tutularak bu prensip kabul edilmiştir.
Anayasamız, Mahkememiz kararında belirtilen (Yasa koyucu belli konuda gerekli
kuralları eksiksiz olarak koyacak, eğer uygun veya sorunlu görürse onları
uygulama yolunda sınırları iyice gösterilmiş alanlar bırakacak, idare ancak
takdir yetkisine dayanarak yasalara aykırı olmamak üzere birtakım, kurallar
koyup yasanın uygulanmasını sağlayacaktır) şeklindeki bir görüşün tamamen
aksinedir. Mahkememiz bu kararında Anayasa'nın düzenlenmesinde öne sürülen ve
sonradan kabul edilmeyen ve kanunlaşmayan birinci görüşe dayandığı için
Anayasaya uygun düşmemektedir. Kaldı ki (yürütme) kararda yazıldığı gibi bir
(idare) de değildir. İdare onun emrindedir.
Gömülmektedir
ki kararın yukarıya alınan kısmı ve taşıdığı anlayış Anayasamız dışındadır.
B-
Çoğunluk kararında (Anayasa'nın plânlı kalkınmaya özel bir önem vermiş olması
dahi plâna ilişkin düzenlenme için yapılacak yasalarda Anayasal sınır dışına
çıkılmasını gerektirmez. Çünkü Anayasa'ya bağlı çağdaş bir devlette Anayasa'dan
daha üstün bir yasa düşünülemez...) denmektedir.
Plânlı
kalkınma yolundaki yasama ve yürütme düzenlemeleri Anayasa sınırları ile
sınırlı değildir biçiminde bir görüş öne sürülmemiş, Anayasamızın her
müessesenin değişik prensiplere dayatılmış olması dolayısiyle çok girift olan
sosyal ve iktisadi plân düzenlenmesinde yürütme erkine verilen görev ve
yetkiler genişletilmiştir denmiştir. Büyük görevlerin kısır yetkilerle yerine
getirilemiyeceği hukuki bir gerçektir.
Refah
devletinin tek amacı olan iktisadi ve sosyal alanlarda toplumun kalkındırılması
işini görecek ve gerçekleştirecek olan yürütme, bu alanlarda daha güçlü hale
getirilmiştir. Bu görüşümüz Anayasa'ya dayanmaktadır.
Anayasa'nın
129. maddesiyle yürütmenin uygulama ^sınırım nasıl geniş tuttuğu ve gözetilecek
esaslar dışında yürütmeye ne ölçüde takdir alanı bırakıldığı ve bunun
nedenlerini, Anayasa'yı hazırlayan bilginlerin görüşlerine, Temsilciler Meclisi
Anayasa Alt Komisyonu muhtıraları ile komisyonu gerekçelerine ve Meclis
çalışmalarındaki görüşmelere dayanarak açıklamış bulunduğumuz için bu madde
üzerinde fazla durulmayacaktır.
C-
Çoğunluk kararında yürütmeyi düzenleme alanı gösterilimden (... bir kez her
konuda alınacak iktisadi tedbirler, genellikle bellidir. iktisada ilişkin
yazılarda, uzman raporlarında gösterilmiş bulunmaktadır. Yoksa bunlar yeniden
aranılacak., bulunacak değildir. Yapılacak iş, bilinen ve salık verilmiş olan
tedbirlerden hangisine, belli durumda başvurulacağı, birçok tedbirlerden
hangisinin seçileceğidir ki bu tedbirler yasada sayıldıktan sonra bunlardan bir
veya birkaçının seçimi konusunda yürütmeye yasada belirtilecek sınırlar
içerisinde yetki tanınabilir. Yasada öngörülmeyen çok önemli bir durumla
karşılaşılırsa... o zaman belki yasanın değiştirilmesi yoluna gidilebilir)
görüşü ortaya konmaktadır
Bu
anlayış öne sürülürken iktisadi ve sosyal bilgi kurallarının dahi kesin
olmadığı, sık sık değiştiği, olayları düzenleme ve alanlardaki gelişmeyi
karşılama tezlerinin bir değil pekçok olduğu ve her gün yenilerinin eklenmekte
bulunduğu, sosyoloji ve iktisat bilimlerinin matematik ve fizik bilimleri gibi
kuralları çok az değişen bilimler yapısında olmadıkları gözde tutulmamıştır.
Halbuki bu bilimlerin kuralları çok az değişse dahi yürütmenin sosyal ve
iktisadî kalkınma plânının uygulanmasına ilişkin kanunlar düzenlenirken bu
bilimlerin öne sürdüğü kural ve tedbirlerden önemlilerini bu kanunlara koymanın
mümkün olamayacağı, çünkü bilim kural ve tedbirlerinin yasaya konmasının ve
ayrıca hukuk düzeyinde tekrar edilmesinin gereksiz olacağı ve hukuk alanında
böyle bir düzenlemenin bu güne kadar yapılmadığı, aksi takdirde kanunların
kitaplar kadar geniş tutulması gerekeceği hususu da gözde tutulmamıştır.
Bunun
içindir ki yasamaya, yasaya konması mümkün olmayan veya gereksiz bulunan bir
düzenleme, ve yürütmeye de, bilim kurallarını ancak yasada yer alması halinde
uygulayabileceğini öngören kısır bir yetki tanıyan bu görüşün hukuk ve Anayasa
prensiplerine uymadığı pek açıktır.
Ç-
Kararda (Bundan başka birinci maddenin birinci bendinde yardıma aracılık edecek
ulusal banka ve kuruluşların nitelikleri gösterilmişse de devlet parası veya
dış yardımın bunlarca nasıl verileceği ve ne gibi koşullarla bu yardımları
programlarda gösterilen kişilere veya kurumlara aktaracakları ve bunlarda bu
paraları ne gibi koşullarla geri alacakları ve bu ödünç paraların yerli yerinde
kullanılmış olup olmayacağının nasıl denetleneceği, paraların ödenmesinde
güvence alınıp alınmayacağı bildirilmemiştir.) denerek yasamaca yürütmeye
verilen görevlerin bütün sınırlarının çizilmediği ve belirtilen yönlerin temel
yönler olması dolayısiyle düzenlenmesinin yürütmeye verilemeyeceği için
Anayasa'ya aykırı düştüğü öne sürülmektedir.
Birinci
maddenin konuya ilişkin hükümleri şöyledir :
a)
Kalkınma, plân hedeflerine uygun olarak geliştirilmesi öngörülen iktisadi
faaliyet sektörlerine plânı" bölgeler arası dengeli kalkınma ilkesi de
gözde tutularak genel ve katına bütçelerden ödünç verme şeklinde transferler
yapmak amacı ile fonlar tesis edilebilir.
Bu
fonların ve dış kaynaklardan aynı amaçla yapılacak tahsislerin kullanılış
esasları ve şartları yıllık programlarda gösterilir.
Maliye
Bakanlığı bütçesinde her yıl (Gelişme ve teşvik fonları) isimli bir bölüm
açılır. Fonlar bu bölümün maddelerinde gösterilir.
Görülmektedir
ki bu maddede fon tesisinde yürütme için esaslı sınırlar gösterilmiştir. İlk
bakışta görülenler şunlardır :
1-
Fon, kalkınma plânları hedeflerine uygun olacaktır.
2-
Plânda geliştirilmesi öngörülen iktisadi faaliyet sektörleri için
kullanılacaktır.
3-
Bölgeler arası kalkınma ilkesine uygun olarak harcanacaktır.
4-
Fonlar, genel ve katma bütçelerle gösterilecektir.
5-
Ödünç verme şeklinde verilecektir.
6-
Ödünç verme Bakanlar Kurulu kararına, dayanarak kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşları, bunların birlikleri, istihsal ve satış Kooperatifleri ile
bunların birlikleri aracılığı ile yerine getirilecektir.
7-
Fonlar, Maliye Bakanlığı bütçesinde her yıl (Geliştirme ve teşvik fonları) adlı
bir bölümde yer alacaktır.
Görülmektedir
ki yürütmenin kullanacağı fon, Bütçe Kanununda gösterilmiş olacak, plân
koşullarına uyacak, transferleri yürütme tarafından değil, millî bankalar, kamu
kuruluşları niteliğindeki kuruluşlar ve belirli kooperatifler tarafından
ilgililere verilecektir.
Demek
oluyor ki yürütmece yapılan plân uygulamasında fona ilişkin görevler yapılırken
yasama organından geçmiş olan millî kalkınma plânı hükümleri, Bütçe Kanunu
hükümleri, Anayasa'nın plânlama iktisadi ve sosyal görevlere ait hükümleri ve
bu arada Medenî Kanun, Borçlar Kanunu, Bankalar Kanunu ile mesleki kuruluşlara
ve kooperatiflere ilişkin kanunlar ve bunların dışında yürütmeye görev alanı
çizen ve onun sınırlayan diğer bütün kanunlar uygulanacaktır. Bunlardan sonra
da kendisinin çıkarttığı tüzük, talimatname ve kararnamelerle sınırlı olarak
çalışmak zorundadır. Yürütme herhangi bir devlet işini görürken sadece
kendisine belirli görev veren kanunlar uygulamakla kalmaz, devlet düzenine
ilişkin bütün kanunlar ortasında kendisine düşen devlet görevini yapar. Plân
uygulanmasının da böylece yerine getirileceğine şüphe yoktur.
Plân
uygulanmasında yürütmeyi sınırlayan ve yukarıda sıralanan huhuk kurallarından
başkaları da vardır. Örneğin idare hukukunun (Kamu hizmeti, kamu yararına uygun
olarak ve bu maksatla yapılır) şeklindeki ilkesi gibi.
Bu
ilke gereğince kamuya zararlı olan işlerden dolayı bütün kamu görevlileri gibi
yürütme de sorumludur.
Denetim
:
Rejimimizin
bir adı da parlementer rejimdir. Yasama ve yürütme ereklerini, bu sistem içinde
ve devlet işlerini, birbirini engelleyerek değil tamamlayarak yürüten iki organ
olarak görürüz. Parlementer kontrolün başında bütçe görüşmeleri vardır. Yürütmeye
verilen görevlerin nasıl işlediği ve işleyeceği, devlet parasının yerinde
harcanıp harcanmadığı, yönleri, enine boyuna bu görüşmeler sırasında
tartışılır.
Bütçeye
ithal edilecek her hizmetin özelliği ve gerekleri, her türlü iktisadi işlerin
bilhassa yatırımlarla ilgili malî rejimin ekonomik ve sosyal veçheleri de bu
görüşme sırasında ele alınır. Parlementonun doğuş sebebi, esasında devlet
bütçesi olduğu için her yıl bütçe görüşülürken devletin o günkü halinin bütünü
ile gözden geçirilmesi olanağı elde edilir. Hükümetin baş iyi olan sosyal ve
iktisadi kalkınma, daha çok bütçe ve onun da üstünde olarak devletin yükselme,
yücelme ve var olarak kalma işidir. Parlementer denetimin diğer genel usulleri
de plân uygulamasında işler haldedir. Parlemento, basın ve kamu denetimi,
siyasi denetim yanında yargı organı da koşulları gerçekleşince bu görevi
yapacak olan bir organdır. Anayasamızın 114. maddesi bu hususu düzenlemiştir.
Bu koşullar arasında kalkınma plânı işlerini gören yürütme, parlementonun, kamu
oyunun, basının ve yargının denetimi altında ve bunlara hesap vermek zorunda
bulunduğu, veremezse düşmek. Tazmin etmek durumunda olduğu kuşku götürmez; onu
daha çok kayıtlamak, sürekli olan kamu hizmeti yönünden tehlikeli olur.
Mahkememizin kararında istenildiği gibi bir sınırlamaya tabi tutulması halinde
Anayasacıların, sosyoloji ve hukuk bilginlerinin ve Anayasamızı koyanların
korktukları gün devletimizin başına gelebilir. Çok çalışmak, başarmak zorunda
olan yürütme, çok aciz, hareketsiz ve başarısız kalabilir.
Fonların
hangi maksatlara ve hangi tür iş alanlarına transfer edileceği uygulama
planında ve ona dayanan yıllık iş programında gösterilecektir. Bu, fondan
verilecek borçların şekli, sonucu da Medenî Kanun ve Borçlar Kanununda
açıklanmıştır. Ödünç vermeğe aracılık eden bankalar ise Bankalar Kanunu, meslek
kuruluşları ile kooperatifler de özel kanunları, tüzükleri ve hukukun diğer
hükümleri ile çevrilidirler. Ödünç verilen paranın faizi, takibi, borçlunun
aczi ve temerrüdü hallerinde yapılacak işler hukuk alanında gayet açık olarak
gösterilmiştir. Böyle iken 933 sayılı Kanunla aynı yönleri yeniden düzenlemek
yersiz ve gereksiz olurdu. Esasen hususî kanunlarda özel düzenleme gerekli ise
yeniden hükümler konur, aksi takdirde genel kanunların düzenlenmesine bırakılır.
Bu nedenledir ki Devlet iktisadî teşekküllerinin kanunlarında sadece hususî
hukuk hükümlerinin uygulanacağına işaret edilmekle yetinilmiştir.
Fonların
yerinde kullanılıp kullanılmadığının, kötüye kullanılmış olup olmadığının
deneti de yukarıda belirtilen parlementer denetleme, kamu ve basın denetlemesi
ve yargı denetimi şeklinde yerine getirilecek ve sorumluları, her zaman siyasî,
cezaî veya malî sorumlulukla karşı karşıya gelebileceklerdir. Bu nedenlerle
kararımızdaki, paraların nasıl verileceği, nasıl geri alınacağı, nasıl
denetleneceği, güvence alınıp alınmayacağı kanunda belirtilmediği için ve
bunların temel yönler olması nedeniyle yürütmece düzenlenemiyeceği görüşü
yerinde değildir.
Ç-
Kararımızın malî denetimin yalnız Sayıştay'ca yapılacağı sorununa ilişkin
görüşü :
Bu
görüş yerinde olmasa gerek. Çünkü malî denetim görevi esas itibariyle Büyük
Millet Meclisi görevidir. Bu görevin bir kısmının ön hazırlığı Sayıştay'a
bırakılmıştır. Bunun dışında malî denetimler de vardır. Parlemento, yürütmeyi bir
çok şekillerle denetleyebilir. Soru, gensoru, araştırma yolları ile olabileceği
gibi her millet vekili ve senatör de dilediği devlet dairelerinde inceleme
yaparak gerekli görürse kanunsuz işleri meclislere duyurabilir. Kaldı ki ödünç
verme bir harcama da değildir. Fondan çıkan para miktarı kural olarak yine fona
girecektir. Her yıl bütçesiyle bu fona girmiş olan paranın miktarı ve fonlarda
kalan paranın yekûnu küçük bir araştırma ile görülebilir. Bu yönleriyle
Sayıştay denetiminden geçirilmemesi veya özel bir denetim yolunun
gösterilmemesi iptal nedeni olamaz. Belirtildiği gibi Anayasal parlementer
denetime, yürütmenin fon işleri de tamamen açıktır. Bu denetim de Anayasa
hükümlerine uygun olarak ve Anayasa organları tarafından yapılacak bir denetim
olacaktır.
Bunların
yanında bir de idarî denetim vardır. Bugünkü Anayasa düzeni içerisinde idareye
ve memura verilen güvence ortamında bu denetimin de bozuklukları ortaya
çıkarması doğal bir sonuç olacaktır. Fon işleri de bu denetimin çevresine
dahildir. Anayasa'nın 127. maddesindeki Sayıştay denetimi B. M. M. adına
yapılacaktır. Bu demek değildir ki büyük millet meclisi parlamenter denetimi
bizzat yapamaz veya ayrı yolla yaptıramaz. Anayasa'nın 88 ve 90. maddelerinde
yazılı denetleme yolları ile bütçe görüşmelerindeki denetleme bu görüşü
perçinleyen hükümlerdir. Dış kaynaklardan elde edilen paralar da,
kararnamelerle millî bankalar, kamu kuruluşu niteliğindeki meslek kuruluşları
veya istihsal ve satış kooperatifleri aracılığı ile verileceğine göre fon
paralarının denetimi gibi kamu denetimine açık bulunmaktadır.
Dışarıdan
ödünç ve bağış alma ve içeriye ödünç verme biçimindeki bu işlemlerin
devletlerarası anlaşmalar ve özel hukuk kuralları ile de düzenlenmiştir.
Bilginlerin dedikleri gibi, yürütme, 933 sayılı Kanunun birinci maddesinin
birinci bendi ile kendisine verilen görevi, sadece 933 sayılı Kanuna dayanarak
değil, özel ve kamu hukukunun bütün kurallarının uygun olanlarını gözde tutarak
yerine getireceği için çoğunluğun bu görüş ve gerekçesi de yeterli görülmemiştir.
d -
Kararımızda dış yardımlardan yararlanacak kişilerin genel denetimle özgürlük
alanlarına girileceğinden bunlar üzerindeki denetimin yasalarla belirtilmesi
Anayasa'nın 11, 40, 127. maddeleri gereğidir, denmektedir.
Her
dış yardımın ve kredinin kendine özel koşulları ve iş adamlarına dağıtım
biçimleri, kredi ve bağış anlaşmaları ile ortaya konmuştur. Bunun için bu
biçimdeki kredilerin verilme ve alınmaları anlaşmalarda gösterilen yolda
olacaktır. Borç olarak verildiğine göre de fonlardan verilen ödünç paralar gibi
bu işlemler içinde özel hukuk kuralları uygulanacaktır.
Hukukun
bir gerçeğidir ki her sözleşme, tarafların hürriyetlerinden küçük veya büyük
ölçüde fedakârlığı gerektirir. Sözleşme hürriyetini sağlayan 40. madde
gereğince kişiler karşılıklı olarak birbirlerinin hak ve hürriyetlerini belli
süreler içinde sınırlayacak anlaşma ve sözleşmeler yapmak özgürlüğüne
sahiptirler. Devlet, özel hukuk hükümlerine uygun bir çok iktisadî kamu
kuruluşlarının bu yolla düzenlenmesini kabul etmiştir. Aracı kuruluşların kanun
ve tüzükleri, anlaşma hükümleri ve tüm hukuk düzeni içerisinde dış yardım ve
kredilerin tasarrufları da yapılacak ve bu hükümlere göre denetlenebilecektir.
e -
Kararda birinci maddenin A bendinin Anayasa'nın 2, 5, 6, 64, 126 ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği yazılmaktadır.
Anayasa'nın
ikinci maddesi (Sosyal hukuk devleti) ilkesini, 5. maddesi (Yasama yetkisinin
devredilmezliğini), 6. maddesi (Yürütme görevinin kanunlar çerçevesinde
yürütüleceğini), 64. maddesi de (Kanun koymanın T. B. M. M. nin yetkisi içinde
bulunduğunu)
Bu
hükümleri açıklayan bir tarif veya hükme Anayasa'da yer verilmemiştir. Bu
nedenle sosyal hukuk devletinin neleri kapsadığı, yasama yetkisinin ne zaman
devredilmiş sayılacağı, yürütme görevinin kanunlar çerçevesinde yürütüleceği
anlamının ne olduğu ve (Kanun) teriminin neleri kapsadığı hususları hukuk
bilgisinin öne sürdüğü esaslara ve hukukçunun yorumuna bırakılmıştır.
Çoğunluk
ise bu yorumu dar alanda ve yürütmeyi, emir kanun hükümlerini yerine getiren,
tüm idare biçiminde anlayarak yukarıdaki sonuca varmıştır. Anayasa'nın
hazırlanışının dayandığı felsefeyi, gerekçeleri ile maddelerinin yazılış
biçimini gözönünde tutan bizler de yürüt-hizmeti arasına alınan işleri, yine kanun
çerçevesinde düzenlemek yetkisinin bulunduğu iktisadî ve sosyal kalkınmayı
gerçekleştirmek gibi bir görev verilen yürütmenin olayları yakından izleyerek,
sık sık değişen nedenlerin gerektirdiği çabuklukla tedbirler alarak bu görevi
yapması gerektiği, sosyal ve ekonomik yaşantıda kapatılamaz yaralar açabilecek
olan tehlikelerin uzaklaştırılması için gücü yeter bir durumda olmasının
vazgeçilmez bir gerek olduğu görüşünde bulunduğumuzdan çoğunlukla verilen
karara katılmadık.
Anayasa'nın
126 ve 127. maddelerine aykırı bulunmadığı hususu yukarıda belirtilmiştir.
f -
933 sayılı Kanunun birinci maddesinin b bendinin de aynı esaslara dayanılarak
iptal edilmesi sorunu :
Mahkememizce
933 sayılı Kanunun bu bendinde, 12 Mart 1964 tarihli ve 440 sayılı Kanundaki
iktisadî devlet teşekkülleri, müesseseleri ve iştirakleri hakkındaki kanunun
belirli hükümlerinde gösterilen devlet .iştirakleri, kuruluş, katılma, kurma ve
sona erme işlerine ilişkin hükümlerde belirtilen biçimlerden büsbütün ayrı
olarak iştirak biçimleri öngörüldüğü ve bu kuruluşların nitelikleri ile ne
yolda kurulacaklarının, bunlar üzerindeki devlet denetiminin nasıl
yapılacağının kanunla değil yıllık programlarla belirtileceği öne sürülerek bu
hükmün de Anayasa'ya aykırı olduğu kabul edilmiştir.
Birinci
bendin iptaline ilişkin karşı oyumuz gerekçeleri bu bent içinde değer taşır. Bu
iştiraklerin hedefi, genel plan hedefidir. Göreceği işler ise plana dayanılarak
düzenlenmiş bulunan yıllık programda da gösterilmişlerdir. Katılma ve kuruluş
sermayesi de toplam olarak Bütçe Kanununda gösterilmiştir. Kuruluş biçimleri,
katılış biçimleri ve sona erme ite denetim işleri de yine tüm Türk kanunları
çerçevesi içinde özellikle Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku 444 sayılı Kanun,
idare Hukuku, Anayasa Hüküm ve İlkeleri ve bu arada iktisat ilminin millî sınır
tanımayan ve mutlaka uygulanması gereken kuralları ile belirlidir. Günün ve
olayların gereklerine, kalkınma plânınca öngörülen iktisadî iş kollarının
bölgeler arası denge sağlama amacının koşullarına göre şu veya bu yerdeki şu
veya bu kişi ile veya kuruluşlarla bir ortaklık kurmak işinin düzenlenmesi de
yürütmeye bırakılmıştır. Bunlar yasama işi değil yürütmece yapılması gereken
uygulama işidir. Kanunun birinci maddesinin B bendi şöyledir :
Planın
uygulanmasına ilişkin yıllık programlarda, sermaye ve idare hakimiyeti mahdut
sayıda özel kişilere ait olmamak kaydiyle devlet ve kamu iktisadî teşebbüsleri
sermayesinin iştiraki ile kurulması öngörülen karma teşebbüslerin
sermayelerindeki devlet hisseleri için gerekli ödenekler, Genel Bütçe Kanununun
Maliye Bakanlığı kısmında açılacak bir bölümün maddelerinde gösterilir.
Bu
karma teşebbüslerin nitelikleri, yukarıdaki fıkradan faydalanma şartları ve
bunlar üzerindeki devlet denetiminin nasıl yapılacağı yıllık programlarda
gösterilir.
Bendin
birinci fıkrasında devlet ve kamu iktisadî teşebbüsleri sermayesinin katılması
ile kurulacak karma teşebbüslerin sermayelerindeki devlet hisseleri için
gerekli ödeneklerin Genel Bütçe Kanununda gösterilmesi öngörülmektedir.
İkinci
fıkrasında, ise karma teşebbüslerin nitelikleri, birinci fıkradan faydalanma
şartları ve bunlar üzerindeki devlet denetiminin nasıl yapılacağının yıllık
programlarda gösterileceği belirtiliyor.
Her
iki fıkra ne kadar geniş yorumlanırsa yorumlansın kararda yazıldığı gibi 440.
sayılı Kanunda yazılan iştiraklerden tamamen ayrılındığını ve büsbütün başka
iştirak biçimlerinin öngörüldüğü sonucuna varılamamaktadır.
440
sayılı Kanunda Devlet iştirakleri şöylece tarif ediliyor:
Devlet
ve iktisadî devlet teşekküllerinin sermayesinin yarısına veya daha azına sahip
bulundukları özel hukuk hükümlerine göre kurulan ortaklıklardaki hisselerdir.
Bu
tarife göre devlet sermayesi ile katılınmış veya kurulmuş olan bütün
ortaklıklar 440 sayılı Kanuna tabidirler. Kanunun diğer maddelerinde ortaklığın
idare, denetim, tasfiyesi gibi işleri gösterilmekte ve bunların dışında
ortaklıklar özel hukuk hükümlerine tabi tutulmaktadır. 440 sayılı Kanunun 26/1.
maddesinde devlet hissesi %15 den fazla olan ortaklıkların yönetim kurumlarında
Maliye Bakanlığını temsilen bir üye bulundurması öngörülüyor. Maliye
Bakanlığının Türk. Ticaret Kanunu gereğince ortakların haiz oldukları haklara
sahip olduğu belirtiliyor: Devlet iştiraki bulunan ortaklıkların en son yıla
ait bilanço ve neticei hesap cetvelleri genel bütçe gerekçesine eklenerek B. M.
M. sunulacağı kaydediliyor. Ve yine Maliye Bakanlığı temsilcileri, bulundukları
ortaklıkların malî durumları ve faaliyetleri hakkında Maliye Bakanlığına ve
Devlet Yatırım Bankasına bilgi vermekle yükümlendiriliyor. Bu hükümlerle özel
hukuk esasları içinde kurulmuş ortaklıklardan farklı olan devlet veya iktisadi
devlet teşekkülü ortaklıklarına ilişkin kurallar konmuş bulunuyor.
933
sayılı Kanunun birinci maddesinin yukarıda belirtilen B fıkrası ile bu
hükümleri ortadan kaldıran yeni bir hüküm getirilmediğine ve mevcutları tadil
edilmediğine göre 440 sayılı Kanunla bütün özel kanun hükümleri, kalkınma planı
gereğince yapılacak ortaklıklar için de uygulanacaktır.
440
sayılı Kanunun, iktisadî devlet teşekküllerinin ortaklık kurmalarını Bakanlar
Kurulu kararına bıraktığı için 933 sayılı Kanunun incelenen bendinde bunların
sermaye ve kuruluş biçiminden bahsedilmemiştir. Sadece devletin katılma
hisseleri sermaye tutarının bütçede gösterilmesi gereğine yer verilmiştir.
Bendin
konusu, hem devlet ve hem de kamu iktisadî devlet teşebbüsleri ortaklığı iken
yalnız devlet sermayesinin nasıl tahsis edileceğinin madde de ele alınmış
bulunması dahi iptal edilen bentteki ortaklıkların 440 sayılı Kanun dışında ve
0 kanunda öngörülenlerden ayrı biçimde ortaklıklardan olmadığını ortaya
koymaktadır. Çünkü kamu iktisadî teşebbüsleri ortaklıklarının sermaye durumu
yazılı kanunla düzenlenmiştir.
440
sayılı Kanunda devletin katıldığı ortaklık biçimlerinden bahsetmez. Çünkü
bunlar ticaret hukukunda yer almış bulunan hukuk esasları ile belirgindir,
îptal edilmiş bendin birinci fıkrasında idare hakimiyeti mahdut sayıda özel
kişilere ait olmayan ortaklıklara katılınabileceği yazılmakla genel hukuktan
ayrı bir sınırlama konmuştur. Ortaklıkların nitelikleri ise hükümetçe yıllık
programlarda tespit olunacaktır. Kanunlarda ve hukuk alanında belirli bulunan
ortaklık biçimlerinden birisini benimseyerek katılma kararının verilmesi veya
hukukça şekil ve şartları tespit edilmiş bir ortaklığa katılınması hususunu
takdir görevinin yürütmeye bırakılması yerinde olacaktır. Çünkü katılma,
gelişmemiş bölgede yeni iş alanı açmak veya plan gereğince gelişmesi gereken
sektörlere sermaye katmak suretiyle o sektörleri memleket yararı için daha da
güçlü hale getirmek, plan uygulaması bakımından yürütmenin takdiri işidir.
Gelişmemiş bölgeyi plan göstermiş ve hangi sektörün kalkındırılması gerektiği
planda belirtilmiş bulunduğuna göre ortaklıkların anonim, komandit veya limited
gibi hukukî biçimlerden biri olmasını, yürütmenin tespit etmesinde isabet
bulunduğu da şüphe götürmez.
Ortaklıkların
denetimi işine gelince:
Bu
ortaklıklar da devlet sermayesi bulunduğuna göre yasama denetimine tabidir.
Nitekim 440 sayılı Kanunun 26. maddesi gereğince ortalıkların bilanço ve kesin
hesap cetvelleri Maliye Bakanlığı mümessili tarafından alınmak suretiyle
bütçeye bağlanarak B. M. M. ne sunuluyor. Yine bu maddeye göre; Maliye
Bakanlığı mümessili katılarak, ortaklıkların devlet denetimi yapılıyor.
Plan
gereğince kurulacak veya katılınacak ortaklıkların munzam devlet denetiminini
yapılmasını yürütmeye bırakmakta zarar yerine fayda vardır.
Baştaraflarda
belirtildiği gibi plan hedefi kalkınmadır. Ticari şirketlerin amacı ise kârdır.
Plan hedefleri yönünden bir ticaret şirketine katılmanın amacı ise o şirketin
aynı zamanda iktisadî ve sosyal kalkınmayı sağlamaktır. Bu amaca uygun veya bu
amaçtan uzak şekilde çalıştığı, plan uygulamasını görev olarak üstüne almış
olan yürütmenin, diğer denetimler arasında munzam bir denetim yapması gayet
yerinde ve maksada uygun olacaktır. Ortaklıkların idarî denetimi, kendi
bünyelerindeki murakıplar denetimi, yasama organının değişik usullerle yapacağı
denetim ile yapılacaktır. Maddede bunları önleyen bir hüküm bulunmamaktadır.
g)
Çoğunluk kararında B bendinin yıllık programlarda devletin katılması öngörülen
bu gibi ortaklıklardaki devlet payları için ayrılacak sermayenin Genel Bütçe
Kanununa konulmasına ilişkin hükmünün, yürütmenin bu saptamasına uyarak
yasamayı gerekli ödenekleri bütçeye koymak hükmü altında bıraktığı ve bu yönü
ile (Yürütmenin yasamaya bağlılığı) ilkesine ilişkin bulunan Anayasa'nın 5.,
6., 64. ve 106. maddelerine aykırı düştüğü de belirtilmektedir.
İştiraklere
katılma paylarının yıllık programlarda gösterildiği şekilde bütçeye
konulmasında kamu yararı vardır. Plan gereğince kurulacak ve girilecek
ortaklıkların yıllık Programlarda gösterilmesi yasamanın ve kamunun denetim
görüşlerine ulaştırması ve bütçe görüşmesi sırasında kamu yararı bakımından bu
katılmaların yerinde olup olmadığının incelenebilmesi olanağını sağlayan bir
hükümdür.
Yürütme
görevi kanunlar çevresinde Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir demek
hiçbir zaman yürütme, yasamanın buyruğundadır demek değildir. Yasamanın en
başta gelen işi bulunan kanun yapma görevi dahi çoğu zaman yürütme ile birlikte
hazırlanır. Bütçe kanunlarını ise tamamen yürütme hazırlar. Diğer teknik ve
temel kanunların tasarılarını da yine yürütme hazırlar, Yürütmenin bu
görevleri, kendisine Anayasa'nın 91. ve 94. maddeleriyle verilmiştir. Bir
tasarının B. M. M. M. verilmesi, kabul mevkiinde bulunan yasamanın takdirine
sunulması demektir. Yasama kabul etmedikçe tasarının hükmü yoktur. Tasarıların
yürütme tarafından hazırlanması nasıl yasama yürütmeye bağlıdır şeklinde bir
anlama yer vermezse yıllık programlarda öngörülen ortaklıkların devlet planı
için gerekecek ödeneklerinin Genel Bütçe Kanununa konulması hükmü de yasamayı
yürütmeğe bağlı bir duruma sokmaz .
Çoğunluğun
dediği gibi yürütme görevi, devlet işlerinde ancak yasa kurallarını
uygulamaktadır şeklinde bir anlam da taşımaz. Yürütme işi yalnız kanunu
uygulamak değil, kanunların yüklediği devlet görevinin bütün işlerini hukuk,
ilim, kuralları ve teknik koşullar içinde yerine getirmektir. Bunun için yasama
organı, yıllık programdaki ortaklıklara katılma sermayesini ,diğer kanun
tasarılarında olduğu gibi Bütçe Kanununda da kabul eder, azaltır ve hatta
artırabilirde. Şu var ki yıllık programda öngörülecek ortaklıklar daha önce
yasamanın inceleyip kabul ettiği Kalkınma Planının gerçekleştirilmesini
sağlayacaklardır. Bu yönü ile yıllık programa ve bütçe tasarısına ortaklık
sermayesi koyarken yürütme serbest olmadığı gibi yasama organı da tamamen
serbest değildir. Her iki devlet organı da önce hazırlandıkları ve parlemontaca
tasvip edilmiş Kalkınma Planı ile bağlıdırlar. Yürütmeyi plan gereğini yerine
getirmek için iktisadî düzenlemenin gerektirdiği ortaklıktan kurmak veya
katılmak zorunda bıraktığı gibi yasamayı da kolay kolay bu teklifi red edememek
durumuna sokar. Bununla beraber her iki organın işleri sıraya koyma ve her yıla
ilişkin ortaklığa katılma işlerinde plan sırası içinde takdirde bulunmaları
mümkündür. Kalkınma Planı değiştirilmeden onda görülen işleri yapmayan ve onun
gereği olan kuruluşları kurmayan yürütme, sorumlu olacak ve yasama da Kalkınma
planı ile bu plan dönemi içinde bağlı kalacaktır.
Kanunların
uygulanmasını, tüm devlet işlerini denetlemek milletin vekili ve mümessili
sıfatiyle yasama organına ait olduğu kuralı, yürütme ile yasama arasında bir
tâbilik, matbuluk bağlarının bulunduğunu ifade etmez.
Bu
kural, Anayasa koşulları içinde millî iktidarın iki organ tarafından
kullanılmasını dile getirir. Nitekim yürütmenin meclisi fesh etme yetkisi de
yasamanın yürütmenin uydusu olduğunun delili sayılamaz. Anayasa'mıza göre
devlet sistemimiz parlementer sistemdir. Bu sistemin özelliği ise yumuşak
biçimde kuvvetler ayrılığıdır. Bu anlayışla yıllık program gereğince bütçeye
ortaklık sermayesinin konmasına ilişkin ikinci bent hükmünün Ânayasa'ya uygun
düştüğü görüşündeyiz.
h)
Mahkememiz kararında (Anayasa, kamu hizmetlerinin kanunla kurulacağı idare
görevlerinin de kanunla düzenleneceği ilkesini benimsemiştir. "Madde 105,
106, 112 ve 113" b bendinde öngörüldüğü biçimde bir ortaklığa devletin
katılmasında kalkınma planının, uygulanması bakımından bir zorunluk
bulunuyorsa... böyle bir katılmada kamu yararı görülüyorsa bu bir kamu hizmeti
olarak ele alınabilir ve bu katılmanın ve devletin katılacağı ortaklıkların
niteliğinin, devletin katılma koşul ve usullerinin, konulan sermaye miktarı ile
teşekkülün idare ve denetim usullerinin ve ortaklıkta devlet malı üzerindeki
yasama meclisi denetiminin nasıl sağlanacağının yasa ile düzenlenmesi
gerekirdi. Oysa incelenen B bendinde bütün konuların düzenlenmesi işlerini,
yıllık programlara, yani yürütme organına bırakmak yolu ile yasama yetkisi
yürütmeye bırakılmış bulunmaktadır.) hükmüne varıldığı görülüyor.
Kamu
yararı bulunan her iş mutlaka kamu hizmeti değildir. Bir kısım ortaklıklara
katılmak mutlaka kamu hizmeti sayılmaz. Kurulmuş bir ortaklığın plan
hedeflerine yararlı işler yapmasını sağlamak için devlet veya iktisadî devlet
teşekkülleri bütçesinden ortaklığın daha etkili ve yararlı olmasını sağlamak
amacı ile bir katılma yapılabilir. Bu işte kamu yararını sağlama amacı
bulunmakta ise ele ortaklık, bir devlet veya iktisadî devlet teşekkülleri
niteliğini almadıkça kamu hizmeti gören bir kuruluş niteliğini taşımaz. Bu
nedenle özel hukuk kurallarına tabidir. Kaldı ki kamu hizmeti gören devlet ve
iktisadî devlet kuruluşları dahi özel hukuk kuralları ile idare edilirler.
Özel
Hukuk kuralları ise zaten mevcuttur. Bunun için de 933 sayılı Kanunun birinci
maddesinin B bendinde bu kuralların bir kısmının tekrarına lüzum görülmemiştir.
Ortaklığın Ticaret Kanunundaki biçimlerden hangi biçimde olacağı, bütçe ile
ayrılan sermaye miktarının ne kadarının hangi ortaklığa verileceği yönünün
takdiri ise plan uygulaması işidir ve yürütme yapacaktır. Çünkü iktisadî
olayların akışında, koşullarının sık sık değişmesine, sosyal ve doğal
olanaklara, yeni yeni beliren ihtiyaçlara göre karar alınması gerektir ki bunu
ancak olaylarla başbaşa olan yürütme yapabilir.
Ortaklığın
genel denetimi, ortaklık sözleşmesi kurallarına, ilgili kanunlara göre
yapılacak, parlementer denetim ise Anayasa'da gösterilen usullere ve 44 sayılı
Kanunun 26 ncı maddesine göre icra edilecektir.
Bu
nedenlerle özel hukukun ortaklık biçimlerini, katılma ve idare koşularını,
denetleme usullerini gösteren ÖZEL HUKUKUN VE KAMU HUKUKUNUN ilgili
hükümlerinin 933 sayılı Kanunda tekrar edilmemesi hukuka ve Anayasa'ya uyarlık
taşır, aykırılık değil.
İ)
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin a ve b bentlerinin Anayasa'ya aykırılığı
sorunu :
2.
maddenin birinci fıkrası şöyledir:
Kalkınma
Planı ve yıllık programlara uygun olarak yatırımların teşvik ve düzenlenmesi
maksadiyle :
a) 6
Ocak 1961 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununa 28 Şubat 1963 tarihli ve
202 sayılı Kanunla eklenmiş 3. maddenin 3. fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir :
Yatırım
indiriminin nispeti yukarıdaki fıkraya göre indirimden istifade edecek yatırım
miktarının azamî % 80 nidir. Bölgelere ve iktisadî faaliyet sektörlerine göre
uygulanacak nispetler bu haddi aşmamak üzere yıllık programlarda belirtilir.
b)
Yatırım mallarda ve hanı maddelerde gümrük vergi ve re-simleriyle ithalden
alınan diğer vergi ve resimler toplamında iktisadî faaliyet sektörlerine göre
kısmî veya tam muaflıklar ihdası veya bu vergiler ve resimler toplamının kısmen
veya tamamen iadesi konuları, Bakanlar Kurulu kararnameleriyle düzenlenir.
Kararımızda
(... yatırım indirimi sonuç olarak kanunla belirtilmiş bulunan vergi oranının
indirim uygulanacak ödevli bakımından değiştirilmesi yolu ile vergiden indirim
yapılması anlamına geldiği gibi gümrükte alınan vergi ve resimlerin geri
verilmesi dahi buların tümünden ya da bir bölümünden bağışık tutma
niteliğindedir. Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadar vermiş olduğu birkaç kararda
... vergi ve benzeri hükümlerin ödevli matrah, oran, tarh, tahakkuk ve alım
yolları ile uygulanacak yatırımlar ve zaman aşımı gibi yönlerini yasa ile
düzenlenmesinin Anayasa'nın 61. maddesi uyarınca zorunlu olduğu belirtilmiştir.
Vergiden bağışık yada ayrı tutma yönlerinin dahi sayılanlar ölçüsünde önemli
konular olduğu kuşkusuzdur. Bundan ötürü bu yönlerin da yasa ile belirtilmiş
olması Anayasa'nın sözü edilen maddesindeki kural gereğidir. Kaldı ki...
Gümrükten alınan vergi ve resimlere ilişkin bulunanlar açıkça, daha önceki
yasalarla düzenlenmiş olan yönlerin değiştirilmesi ya da kaldırılması için
Bakanlar Kuruluna yetki verir niteliktedir. Yasalarla değiştirmek ve kaldırmak
T. B. M. M. sinin görevleri arasındadır. Anayasa'nın 5. maddesi de bunun
devrini yasaklamaktadır. Bu nedenlerle ikinci maddenin A ve B bentleri
Anayasa'nın 61. maddesine... Gümrükten alınan vergi ve resimlere ilişkin
bulunan B bendi kuralları da ayrıca 5 ve 64. maddelerine aykırı bulunmaktadır,
iptali gerekir.) denmektedir.
Bu
görüş ilk bakışta uygun görülmektedir. Fakat iptal edilen bentlerin
milletimizin iktisadî ve sosyal kalkınmasını sağlamak amacı ile hazırlanmış bir
planın gerçekleştirilmesi amacını taşıdığı, bu amacın hangi sektörlerde ve ne suretle
gerçekleştirileceğini belirten esasların 5 yıllık Kalkınma planında
gösterildiği ve bu planın parlementer inceleme ve tasvip ile yürürlüğe girdiği,
iktisadî kalkınmanın bütün hür milletler (İleri ve geri durumda ) için olduğu
gibi Türk Milleti İçin de hayati önem taşıdığı, Anayasal iktisadî sistemimiz
olan karma ekonomide özel sektörün emirle değil teşvik, kolaylaştırma ve yardım
gibi devlet hizmet ve fedakârlıkları ile planını yön ve düzeyinde
uygulanabileceği ve yurdumuzda özel sektörün kalkınmadaki payının % 47,5 olduğu
gözde tutulunca 2. maddenin iptal edilen hükümlerindeki mana değiştirmektedir.
2.
Beş Yıllık Planın (2. Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde takip edilecek
politika) başlıklı kısmında 637. sahifesinde "... sanayi yatırımlarının
özellikle Kalkınma Planında öncelik verilen ve üretimi ihracata yönelmiş
sahalara yayılmasını sağlamak için yukarıda söz konusu edilen politikalara ek
olarak vergi politikası sellektif bir şekil kullanılacaktır." denmekte ve
yine aynı planın 116. sahifesinde "özel teşebbüsün teşviki sorunun"
başlıklı bölümünde de" fertlerin teşebbüs gücünü ortaya çıkarmağa ve
geliştirmeye önem veren 2. Beş Yıllık Kalkınma Planının genel hedeflerine
varması, geniş ölçüde, özel teşebbüsün beklenen gelişmeyi göstermesine
bağlıdır.
Özel
sektörün öngörülen hedeflere varabilmesi için ilkeler;
l-
Özel sektörün yatırımlarında kalkınma planının ekonomik ve sosyal ilkeleri
çerçevesinde teşvik olunacaktır.
2-
Özel sektörün teşviki ve yönlendirilmesi amacı ile geliştirilmiş bulunan
tertipler dağınıklıktan kurtarılacak, formaliteler basitleştirilecek ve
uygulamada hızlı işleyen aktif bir mekanizma kurulacaktır."
Bu
ilkeler, 933 sayılı Kanunun da ilkeleridir. B. M. M. özel sektör yatırımlarının
teşvikini planla öngördüğüne göre uygulama çerçevesi ve Planın sınırları içinde
olacaktır.
Planın
aynı sahifesinde "gelişmeler ve sorunlar" başlıklı bölümünde
"teşvik tedbirleri ekonomik ve mali konularda genel nitelikteki veya belli
şartlara uyan hallerde özel nitelikteki teşvik tedbirleriyle yatırım ve üretimin
plan hedeflerine uygun şekilde geliştirilmesine yöneltilmiştir.
Yatırım
indirimi, ihracatta vergi iadesi, hızlandırılmış amortisman sistemleriyle
gümrük tarifelerini ayarlamak ve bazı vergi ve resimleri taksite bağlamak
usulü, vergi hukukumuza ithal edilerek, birinci beş yıllık plan döneminde özel
kesimin plan ve plana uygun faaliyetlerini teşvik ve uygulanmaya başlanmıştır .
Bu
teşvik tedbirlerinden yatırım indirimi, gümrük vergi ve resimlerinin
taksitlendirilmesi, ihracatta vergi iadesi daha yaygın bir uygulama alanı
bulmuştur. Nitekim 1966 sonuna kadar müteşebbisin öz kaynaklarından karşılanan
l milyar 66 milyon lira çevresinde yatırım indirimi tedbirlerinden faydalanmış
ve 182 milyon lira çevresinde ithalâta bağlı vergi ve resim takside bağlanmıştır.
Ayrıca sanayi ürünleri ihracatını teşvik amacı ile uygulanmakta olan ihracatta
vergi iadesi tedbiri dol ay-siyle 1964-1966 dönemi içinde yaklaşık olarak 115
milyon lira vergi iadesi yapılmıştır."
Planın
118. sahifesinde de (Sınaî mamul ihracatında uygulanmakta olan vergi iadesi
usulü basitleştirilerek daha yaygın bir hale getirilecektir.) cümlesi
bulunmaktadır.
Kanımız
odur ki bu esaslar plan uygulanırken ve uygulama kanunu olan 933 sayılı Kanun
düzenlenirken planın, bu amaç, hedef ve politikasına elbette riayet edilecekti.
Planda yer alan yatırım indirimi, vergi iadesi ve bu yollarla teşvik
politikası, 933 sayılı Kanunu düzenleyen yasama organınca ele alınmış ve
kendisinin daha önce tasvip ettiği plan hükümleri, 933 sayılı Kanunun 2.
maddesinin hükümleriyle kanunlaşmıştır.
Yatırım
ve gümrük indirimi gibi kanunun yürütmeye verdiği yetkilerle yapılan indirimler
hiç bir zaman vergi kanunlarım ilga ve değiştirme niteliğini taşımaz. Çünkü
Vergi Kanunları yürürlüktedir. Plan hedefleri dışında indirim hükümleri
uygulanmamaktadır. İkinci maddede gösterilen koşullar gerçekleşincedir ki
indirim hükümleri uygulanır. Yürütmenin yapacağı bu uygulamanın genel çerçevesi
de 2. maddede gösterilmiştir :
a)
İndirim, Kalkınma Planı ile yıllık programlara uygun olarak yapılacaktır.
b)
Yatırımlar teşvik ve ihracatı artırmak amacı ile uygulanacaktır.
Beş
yıllık ikinci kalkınma planı ise bütçe derecesinde önem verilerek görüşülmek
suretiyle yasamaca tasvip edilmiştir.
Maliye
Bakanlığı Gelirler Umum Müdür Müşavirlerinden bir zat Maliye Enstitüsünde 1968
yılında verdiği konferansında bu hususta şu görüşleri açıklamaktadır:
(Vergi
sistemlerindeki çeşitli istisna ve muaflıklar, yatay ve dikey vergi
değişiklikleri genellikle sosyal gayeler için kullanılan vergi teknikleridir.
Verginin ekonomik fonksiyonu ise KEYNES VE BEVERIDG) in çok genel bir şekilde
belirttiği gibi ekonominin vergileme yolu ile idaresidir... Genel vergi
politikası ve bu politikanın özel bir bölümünü teşkil eden teşvik edici vergi
politikası, devletin söz konusu hedeflere ulaşmak için kullandığı para, kredi
fiat politikaları gibi politikalarından biridir. Az gelişmiş ekonomiler
yönünden problem tamamen farklıdır. Az gelişmiş ekonomilerde teşvik edici vergi
politikasının başlıca hedefi bu ekonomilerin en önemli dar boğazını teşkil eden
tasarruf yetersizliğini ortadan kaldırmak ,toplam tasarruf hacmini artırmak ve
dolayısiyle sermaye birikimini hızlandırmaktır. Bu ekonomilerde uygulanacak
teşvik edici vergi politikası tekniklerinin amacı, ekonomilerdeki toplam
tasarrufu artırmak ve bu tasarrufları istenilen sektörlere kanalize
edebilmektir.
Otomatik
tip :
Bu
tip teşvik edici vergi politikası ve vergi politikasını uygulayan devletlerin
mevzuatlarında teşvik edici faaliyetler ve teşvik metodları en ince
ayrıntılarına kadar önceden tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu şartlara uygun
gerçek ve tüzel kişilerin faaliyetleri başkaca bir incelemeye tabi
tutulmaksızın teşvik tedbirlerinin sağladığı avantajlardan faydalanırlar. Daha
açık bir deyimle; teşvik politikasından faydalanacak kişilerin tespitinde vergi
idaresine bîr takdir hakkı verilmemiştir. Mevzuatta tespit edilen şartlar haiz
olan herkes bu avantajdan otomatikman faydalanır.
Selektif
statü tipi;
Bu
tip teşvik edici vergi politikası uygulamasında teşvik tedbirleri aynı şekilde
mevzuatta belirtilmiş olmasına rağmen bu avantajlardan yararlanacak kişi ve
teşekküllerin seçiminde vergi dairesine geniş yetkiler tanınmış bulunmaktadır.
otomatik tipte mevzuatta belirtilen şartlan haiz olan her mükellefin teşvik
tedbirlerinin avantajlarından faydalanması mümkün olduğu halde selektif tipte
bu idareye bir takdir yetkisi, bir seleksyin hakkı tanınmış bulunmaktadır.
Vergi idaresi dilediği takdirde takdir hakkını kullanmak suretiyle mevzuatta
belirtilen şartları haiz bazı mükelleflerin faydalanacakları teşvik tedbirleri
avantajlarının tamamen veya kısmen kısıtlayabilir.
Türk
vergi sisteminde teşvik edici vergi politikasının uygulamasına Cumhuriyetin ilk
yıllarında başlanmıştır. 1927 yılında yürürlüğe konulan Teşviki Senayi Kanunu,
teşvik edici vergi politikasının tipik uygulama örneğidir. Kanun, bünyesinde o
günün ölçüleri içerisinde çok ileri sayılabilecek bir çok hükmü kapsamakta idi.
Örneğin Teşviki Sanayi Kanunu uyarınca, devlet sanayi müesseselerine bedava
arsa verebilmekte, yeni kurulacak sanayi tesislerini bina, arazi ve kazanç
vergilerinden, damga resminden, yine kazanç resminden, belediye ve mahallî
idarelerin aldığı bir çok resimden muaf tutabilmekte idi... 1950 de gerekli
gelişmeyi başlatmak ve hızlandırmak amacı ile tarım sektörü gelir vergisi
dışında bırakılmıştır.
19/2/1963
gün ve 202 sarılı Kanunla vergi mevzuatımıza girmiş bulunan yatırım indirimi
müessesesi prensip olarak özel sektör yatırım amaçlarını gütmektedir. Yatırım
indirimlerine ilişkin hükümlere göre ticarî sınaî, ve ziraî sahada yatırını
yapan gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri kalkınma planına uygun olarak yaptıkları
yatırımlar sonunun belirli bir kısmını gerek yatırım yaptıkları işletmenin ve
gerekse ticari ve ziraî işletmelerin kazançlarından düşebilmektedirler.
Yatırım
indirimi uygulaması :
Bilindiği
gibi yatırım indirimi uygulamasında indirimi uygulamaya yetkili organ yönünden
iki ayrı devre mevcuttur. 1963 yılından 15 Eylül 1967 yılına kadar olan devrede
yatırım indirimi işlemleri geniş ölçüde Maliye Bakanlığı tarafından yürütülmüş,
15 Eylül 1967 den sonra da uygulama 933 sayılı Kanunla Devlet Planlama Teşkilâtı
içinde teşekkül eden "yatırımları ve ihracatı geliştirme ve teşvik
bürosunun sorumluluğuna verilmiştir.
a)
Yatırım indiriminin 1963 yılı başından büronun kurulduğu 15 Eylül 1967 tarihine
kadar olan uygulama döneminde toplam olarak 285 yatırım talebi
sonuçlandırılmıştır. Bu taleplerden 189 u olumlu karşılanmış ve toplam olarak
1.850.628.266 lira tutarındaki yatırım, indirimden faydalandırılmıştır.
27/6/1963
tarih ve 261 sayılı Kanun
261
sayılı kanun, mamul mallarımıza ihraç gücü kazandırmak amacı ile bu mamullerin,
teşvik edilecek ihraç malları fiyatlarına vergi, resim, harç ve benzeri
tesirler icra eden sair mükellefiyetler toplamım daha açık bir deyimle vergi
yükünü bertaraf etmek maksadıyle Bakanlar Kurulana vergi iadesi yapmak
yetkisini tanımıştır.)
Demekte
ve Gider Vergilen Kanunundaki ihracat muaflığını ve 6747 sayılı Şeker Kanunu
ile ihraç edilen şekerlerden alınmış olan istihlâk vergisinin iadesini ve
ispirtolu içkilerin ihracı halinde vergilerin iadesini emreden 4250 sayılı
Kanunu zikretmektedir.
Görülmektedir
ki yatırımı teşvik, ihracaatı teşvik, sermaye birikimini teşvik etmek,
ekonomimizin gelişmesi için zorunlu olduğu kadar Cumhuriyet devrinde vergi
mevzuatı olarak bir çok kanunlarla bu uğurda hükümler konmuş ve uygulamalar
yapılmıştır. Bunların hiç birisi indirimin kimlerden, ne zaman ve ne şekilde
yapılacağını tespit etmemiş, pek haklı olarak ekonominin doğrudan kollama
imkânına sahip olan yürütücüsü bulunan hükümete bırakmıştır. Bu kanunlardaki
uygulamalara pratik vergi sistemine değil selektif vergi sistemine yer
verilmiştir. İkinci Kalkınma Plânı da selektif vergi sistemini ön görmüştür.
Yukarıda niteliği belirtilmiş olan sosyal ve iktisadi alanın çok sık değişen
olaylarını donmuş vergi kural ve ölçüleri ile düzenlemek, istikametlendirmek,
korumak ve teşvik etmek çok zordur.
Yürütme,
vergi kanunları ile kendisine verilen görevi yaparken çok titiz hareket etmiş
ve 1968 yılı programına bakılınca bunu görmek mümkün bulunmuştur.
Program
maddesi 38, 39 :
a)
Kalkınma Plânı ve yıllık programlara uygun her nevi yatırımlar da indirimden
istifade edecek yatırım miktarlarının % 30 u,
b)
Yine plânlara uygun zirai yatırımlarda indirimlerden istifade ede çek yatırım
miktarlarının % 40 ı,
c)
Bölgeler arası gelişimin farklarını azaltmak amacı ile aşağıda isimleri
belirtilen illerde (Gelişmemiş bölge) Kalkınma Planı ve yıllık programlara
uygun her nevi yatırımlarda yatırım indirimi nispeti % 80 dir) dendikten sonra
gelişmemiş bölge olarak Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Bitlis, Erzincan,
Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Urfa gibi vilâyetler gösterilmekte ve bunların
toplamı 21 e baliğ olmaktadır.
Gümrük
vergisinden indirim ve muaflığı sağlayan kanun ise 14/5/1964 tarih ve 474
sayılı Kanundur. Bu kanun gereğince Bakanlar Kurulu memleketin sınaî gelişimi
için gerekli olan malların ithalinde gümrük resminde ve bu arada İstihsal
Vergisinde, belediye hissesi gibi bazı resimlerde tüm olarak veya kısmî şekilde
indirim yapabilir, yahulta bunları 5 seneyi geçmemek üzere taksite
bağlayabilir. Bunun için sadece Türkiye Ticaret ve Sanayi Odaları ile Ticaret
Borsaları Birliğinin mütalâasının alınması zorunluğu konmuştur. Bu kanunla
hükümete verilen yetki, kanunların değişmesi niteliğinde olan gümrük tarifeleri
nispetlerinde veya usullerinde değişiklik yapmak yolu ile uygulanma biçimindedir.
933 sayılı Kanunun ikinci maddesinin B bendi 474 sayılı Kanunun uygulama
alanını biraz daha genişletmiştir.
1969
yılı program uygulamasına ilişkin kararın 48 ve sonraki maddelerinde gümrük
vergi ve resimlerinden tüm olarak veya İstenilen kertede indirim yapması için
aşağıdaki koşular öngörülmüştür :
Uğuruna
ithal yapılan işin;
a)
Yeni bir teknoloji getirmesi,
b)
Yan sanayiin gelişmesine yardımcı olması,
c)
İmalâtını dünya fiyatlarında imal etmek gücünde olması,
ç)
Yerli ham maddeleri, mamul veya yarı mamul halinde ihraç gücüne sahip olması,
d)
İthalât ikamesini sağlaması gerekmektedir, 1968 senesindeki muaflıklar şu
şekilde düzenlenmiştir.
Gemi
sanayiinde %70 -100,
Gemi
yapımında %100,
Orman
ürünleri %70,
Kâğıt
sanayii %80,
Ulaştırma
%60-80,
Makine
%100,
Gıda
%70
Bütün
bu indirimler ve çıkarılmış kanunlar, Türkiye ekonomisinin geliştirilmesi ve
kalkınma planlarında öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi içindir. Yıllık
planda yer almamış olan iktisadî yönlerde vergi indirimi uygulanmayacaktır.
Bölgeler arasında geliştirmeyi denkleştirme görevi de bu indirimlerin ve
muaflıkların kertelerini yerine göre ayarlamak yükümünü yürütmeye vermektedir.
Bunun için uygulama selektiftir. Selektif uygulamayı Kanunla düzenlemek hemen
hemen imkânsızdır.
Bugün
iktisaden ve sosyal alanda çok ileri veya çok geri her devlet iktisadî ve
sosyal kalkınmayı bir plana bağlamıştır. Diktatöryel marksist rejimlerde özel
sektör olmadığı için planın yürütülmesi kolaydır. Emirle düzenlemek kabildir.
Demokratik rejimlerde ise özel sektörün kalkınmaya katılmasını sağlamak ancak
yardım ve teşvikle olacağından her devlet de vergi indirimi, suretiyle bu
gereği yerine getirme yoluna gitmiştir.
Anayasa'nın
61. maddesi verginin kanunla konulacağını bildiriyor. Malî bilimin ve vergi tekniğinin
gereği olan tüm veya bir kısım vergi indirimini kabul veya red eden bir hüküm
Anayasa'mızda yer almamıştır. Anayasa'nın 41 ve 129. maddeleri gereğince
devlete verilmiş olan görevlerin gerçekleştirilmesi amacı ile çıkarılmış
bulunan belirli vergi indirimleri kanunları ve hükümleri yasamaca kabul edilmiş
ve uygulaması da hükümete bırakılmıştır.
Çoğunluğun
dediği gibi "... Plan açısından hangi malların ya da işlerin yatırım
indiriminden veya bağışıklığından yararlanabileceğini kanun saptayabilir."
şeklinde bir görüşe katılmak çok zordur. Çünkü bazen indirim konusu bir mal
Türkiye'nin ihtiyacı olan bir veya iki fabrikanın makinelerinden ibaret
olabilir veya belirli bir kuruluşun ihtiyacı olan eşyaya inhisar edilebilir. Bu
makineler getirilmek ve eşya temin edilmekle ihtiyaç ortadan kalkar.
Binaenaleyh bu kabil kalkınma ihtiyaçlarını kanunlarda tespit etmek gereksiz
olur. ihtiyaçlar kapandıktan sonra yeni kuruluşlar ve yeni teşebbüsler için
diğer cins makine ve eşyaya ihtiyaç duyulabilir. Bunlar ancak planı uygulamaya
memur hükümetin eliyle sağlanabilir. Anayasa'dan önce çıkarılmış bulunan bir
planlama kanunu olan 91 sayılı Kanunun birinci maddesi, Devlet Planlama
Teşkilâtını hükümete bağlamıştır. Bu teşkilâtın özerk bir teşkilât olması ve
hükümetin elinde kalması için Temsilciler Meclisine yapılan teklifler red ile
sonuçlanmıştır. Böylece 91 sayılı Kanun ile hazırlanışı, gerekçe ve görüşme
safhalarını yukarıda tespit ettiğimiz Anayasa'nın 129. maddesi hükmü birleşmiş
oluyor.
91
sayılı Kanunun 2. maddesinde Devlet Planlama Teşkilâtının görevinden
bahsedilirken (a) memleketin tabiî, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve
imkânlarının tam bir şekilde tespit ve takip ederek iktisadî ve sosyal
politikayı ve hedefleri tayinde hükümete yardımcı olmak, özel sektörün
faaliyetlerini planın hedef ve gayelerine uygun bir şekilde teşvik ve tanzim
edecek tedbirleri tavsiye etmek.) hükümlerine yer vermekte ve böylece iktisadî
ve sosyal kalkınma politikasını tayin işi ile özel sektörün faaliyetlerini
plana uygun şekilde teşvik ve tanzim işi hükümete bırakılmaktadır. Bu madde
hâlâ yürürlüktedir. Anayasa'mızdan önce tedvin edilmiştir, ve yurdumuzda
Kalkınma Planlaması bu Kanunla ele alınmıştır.
Kalkınma
politikası ile hedeflerinin, teşvik ve tanzim tedbirlerinin tayininin hükümete
ait olduğunu gösteren bir kanun mevcut iken onu sarahaten tadil etmedikçe
planın teşvik edici tedbirlerinden oları vergi indiriminin hangi işler ve hangi
yerler için ne biçimde kullanılacağının 933 sayılı Kanunla düzenlenmesini
istemek, bu husustaki mevzuatımıza uygun düşmemektedir.
h)
İkinci maddenin C bendinin ikinci fıkrası da iptal edilmiştir. Bu fıkra sanayi
bölgeleri ve turistik bölgeler tesis ve tanzim eylemek gerektiğinde istimlâklar
yapmak görevinde olan yürütmenin tesis ve tanzim ettiği bölgelerde gerekli alt
yapı tesislerini yaptıktan sonra karma ekonomik icabı olarak bu bölgelerde
sanayi tesisleri ve turistik yapılar kurmak isteyen özel teşebbüse bedeli ve
faizi alınmak suretiyle devri yetkisini yürütmeye vermektedir. Çoğunluk bu
hükmü, gayrimenkul ünitelerinin devlet malı olması ve satın alacaklara bir
takım ödevler yüklenmesi dolayısiyle onların hukuk alanlarına ve özellikle iş
görme özgürlüklerine bir takım sınırlamalar getireceği için yasa koyucu
tarafından düzenlenmesi ve Sayıştay, dolayısiyle B. M. M. denetiminden
geçirilmesi gerekeceği, fırsat eşitlerinin sağlanması gerekeceği ve bunların bu
fıkra ile düzenlenme iş bulunması dolayısiyle Anayasa hükümlerine aykırı
düşeceği görüşündedir. Özellikle bu gibi yerlerin hangi durum ve koşullarla,
hangi nitelikteki kişilere verileceği, vade ve faiz oranlarının ne olacağı,
öngörülen kullanma koşulları, yerine getirilmediğinde uygulanacak hükümler gibi
temel kuralların yasa koyucu tarafından belirtilmemiş olması dolayısiyle iptal
edilmiş bulunmaktadır. Halbuki görüşümüze göre bu maddede bu hükümlerin çoğu
bulunmaktadır.
a)
Devredilecek gayrimenkuller sanayi veya turizm bölgeleri içindir. Bu yönü ile
taşınmaz mallar sanayicilere veya turizm işletmecilerine devredilecektir.
Değerleri ise taşınmaz mal değeri, artı alt yapı harcamalarıdır. Kalkınmaya
hizmet gayesi bulunduğuna göre devlet kârı düşünülmiyecektir. Maliyet miktarı
devredilenden alınacak miktardır. Böyle bir yürütme ve uygulama çerçevesi
varken ve bütün devlet iktisadî düzeninde hususî hukuk hükümleri uygulanırken
(istisnalar dışında) devlet malı olduğu öne sürülerek yeniden Kanunla
düzenlenmesini istemek bir hukukî gerek değildir. Karara uygun olarak devir
hususunda teferruat düzenlenmesi yapılsa ve şu vasıflan taşıyan, şu kadar
sermaye, şu kadar güvence akçesi yatıran, şu kadar faiz ve vade ile borcunu
ödeyen ve şu koşullan yerine getirmeye söz veren kişilere devredilecektir
dense, alt yapısı yerine getirilmiş, devletin büyük sermayeleri harcanarak
kalkınma planı için gerekli ortam hazırlanmış ve büyük ümitler beslenen
iktisadî ve ekonomik turizm amaçlarına tahsis edilmiş olan bu taşınmaz malları
alacak olanlar Kanunda öngörülen koşulları tüm olarak veya birini veyahut bir
kaçını yerine getirmeseler alt yapısı hazırlanmış olan alanın amacının gerçekleştirilmesi
mümkün olamıyacaktır. İktisadî kanunlarına, günün koşullarına göre kanunda
yeniden tadilât yapılacak ve fakat yeni kanun çıkıncaya kadar iktisadî koşullar
yine değişecek, yeni engeller ve koşullar çıkacak ve böylece plan uygulaması
yapılamayacaktır. Uygulamanın gerektirdiği tedbirleri almak hususunda yürütmeye
yetki verilmesi, yukarıda açıklandığı gibi böyle çıkmazlara girmemek ve
güçlüklere düşmemek içindir.
Memleketin
ödünç verme, vade ve faiz tayin etme işleri bankalar mevzuatı, ticaret hukuku
ve örfü ile bellidir. Geri kalmış bir bölgede böyle bir tesis yapılıyorsa
ikliminin şartları, sakinlerinin durumu, madenî vasıtalardan mahrum oluşu
dolayısiyle sermaye ya hiç gitmiyor veya çok nazlı gidiyorsa gerektir ki vade
uzun, faiz az olsun. Aksi takdirde oradaki bölge kalkınması gerçekleştirilemez.
Hangi bölgede hangi işin ve hangi tesisin yapılacağını, günün ihtiyaçlarına
süre tayin etmek gerekliğine göre karardaki anlayışa uyulması halinde her bölge
ve her iş için bir ödünç verme koşulları Kanunu çıkarılması gerekmektedir ki
buna imkân yoktur. Bu hususta açıklanabilecek görüşlerimizin diğer kısımları da
yukardaki diğer madde ve bentlerde açıklanmıştır.
i)
Kanunun 2. maddesinin e bendindeki (mukaveleli personel çalıştırmak) cümlesi de
Anayasa'ya aykırı görülmüştür.
Maddenin
E bendinin birinci cümlesinde standart ve kalite kontrolü konularında tatbikatı
geliştirici tedbirleri almaya Bakanlar Kurulu yetkili kılınıyor. Bu hüküm
Anayasa'ya aykırı görülmektedir. Bu kontrol hizmetinin icaplarına göre Devlet
personelinin yetişmediği alanlarda mukaveleli personel çalıştırılabileceği de
hükümete yetki olarak verilmektedir.
Kalite
kontrollerinin geliştirilmesi, planın uygulaması, ihracatın artırılması, iç
veya dış pazarın güçlendirilmesi uğrunda alınacak tedbirlerin gelişmesi için
normal çalışma kadrosunun gücü üstünde bir çalışmaya ihtiyaç duyulacağı bir
gerçektir. Plan tedbirleri her yönde sürekli ve devlet işleri gibi üzün vadeli
değildir. Ekonomik bir düzeyde veya bir bölgede herhangi bir işte kalkınma
sağlanıncaya kadar bu kontrol sürecek ve sık sık yön ve yer değiştirdiği gibi
ihtiyaç duyulan uzmanlıklar da değişecektir. Tağşişin men'ine dair olan kanunla
Türk Standartları Estitüsü hakkındaki Kanunun gereği olan kontrol, sürekli
hizmet kontrolüdür. Yazılı Kanunlardaki kontroller devletin devamlı işi olduğu
için onların sürekli hizmet sahibi memurlar eliyle yapılması uygun olur. Bunun
için de bunlar memur sınıfındandırlar. Halbuki plan uygulaması yönünden her
alanda ve işte kısa veya biraz daha uzun süreli kontrolleri yapanlara duyulacak
ihtiyaç da hizmetler kadar kısadır. Bunun içindir ki mukaveleli kimseler
çalıştırılacaktır. Çoğunluk, bu biçim hizmetlileri de Anayasa'nın 117.
maddesinde yer alan devletin genel idare kurallarına balı asıl ve sürekli görevler
yapan memurları gibi görmekte ve bunun için "asıl ve sürekli görevler de
sözleşmeli kişiler çalıştırılamazlar, bunun için fıkradaki "veya
mukaveleli personel cümlesi" Anayasa'ya aykırıdır demektirler ki (e)
bendinin ön gördüğü mukaveleli personel, sürekli devlet hizmetlerine munzam
olarak hizmet verilecek kimseler olduğuna göre bu iptalde de isabet
görülmemiştir. Kaldı ki bu hizmetlerin hepsi memur niteliğinde kişilerde
değildir. Taşıma, doldurup boşaltma gibi, sadece maddi güç isteyen hizmetlerde
bunların arasında yer almaktadır. Bugün dahi devletin pekçok mukaveleli
hizmetlileri vardır ve bunlar memurlardan ayrı bir statüye tabidirler.
j)
Kanunun üçüncü maddesinin A bendinde iptal edilmiştir. Bu bent hakkında ileri
sürülen iptal gerekçesi için birinci maddenin A bendinin iptallerine ilişkin
aykırılık görüşümüzün nedenleri aynen varittir. Bu nedenle tekrarından
kaçınmaktayız.
Aynı
maddenin B bendinin iptali :
Karar,
bu maddenin iptalini de ikinci maddenin A ve B bentlerinin iptaline ilişkin
gerekçelerine dayandırıyor ki o gerekçelere karşı olan gerekçelerimizde aynı
madde ve bentler dolayısiyle yukarıda açıklanmıştır.
Ayrıca,
ihracatı teşvik sorunu, Türkiye'nin eski bir sorunu ve iktisadî problemlerinden
birisidir. Çünkü ihraç ettiğimiz inalların tümü, yakın zamanlara kadar tarım
ürünlerinden ibaret bulunmakta ve bunların dış pazarlardaki tutumu ise güçlükle
alıcı bulmak durumunda idi. Ticaret dengemizin sağlanmasına duyulan ihtiyaç
dolayısiyle ihracatın teşviki çalışmalarının sanayi mamullerine de
şümullendirilmesi zorunluluğu doğmuş ve bunun baş koşulu ise dış piyasalarda
yeni pazarlar kazanmak ve bunları süresiz olarak elde tutmaktır. Kalkınma
planlarının uygulandığı dönemlerde bu ihtiyaç bütün ağırlığı ile duyulmuştur.
Bu amaçla 27/6/1963 tarih ve 261 sayılı Kanun çıkarılmış ve ihraç olunan
mallardan bir kısmının dış fiyatını etkileyen vergi, resim harç ve benzeri
mükellefiyetlerin kaldırılması demek olan vergi iadesi yetkisi hükümete
verilmiştir. Bu kanun gereğince 1964 de 12, 1965 de 29, 1966 da 27, 1967 de 24
milyon liralık vergi iadesi yapılmış ve ondan sonra da iptal edilen benzeri 933
sayılı Kanunun 3. maddesi kabul olunmuştur. İhracatı teşvik için vergi iadesi,
kanunlara dayandığı, uygulamasının Kalkınma Planındaki hedeflerle sınırlandığı
için bu bendde de Anayasa'ya aykırılık görülmemiştir.
k)
933 sayılı Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası, Başbakanlık emrinde kurulması
Öngörülen "yatırımları ve ihracaatı geliştirme ve teşvik bürosuna, ilgili
bakanlıklardan kendi kadroları ile memur alınarak çalıştırılmasının, bu
kadroların Başbakanlık emrine intikal etmesi sonucunu sağlayacağı ve halbuki
Bakanlık kadroları yasalarla düzenlenmiş olduğu için bu kadroların Başbakanlık
emrine intikalinin bakanlıklar kadrosunu tayin eden kanunların hükümetçe
değiştirilmesi demek olacağı ve yasa değiştirmesi niteliğindeki böyle bir
eyleme yetki veren fıkranın Anayasa'ya aykırı bulunduğu nedeniyle iptal edilmiştir.
4.
maddenin birinci fıkrasında, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda, 474 sayılı
Kanunda, 261 sayılı Kanunda öngörülen teşvik tedbirlerini uygulamakla görevli
olmak üzere Başbakanlığa bağlı yatırımları ve ihracatı geliştirme ve teşvik
bürosu kurulmuştur, deniyor. Fıkranın sarhatından anlaşıldığına göre bu
kanunları uygulayacak Maliye ve Gümrük Bakanlığı gibi bakanlıklara bu işlerde
çalıştırılmak üzere memur kadroları verilmiştir. 933 sayılı Kanunun 4.
maddesinin birinci fıkrası ile de bu hizmetlerin yapılması ile Başbakanlıkta
kurulacak büro görevlendirmiştir. Belirli kamu hizmetini görecek bakanlık
değiştiğine göre o hizmetleri yapan memurların da yeni bakanlığa yani
Başbakanlık emrine alınmaları doğal bir sonuçtur. İptal olunan 2. fıkra,
hizmeti görecek Başbakanlığa kadronun verilmesinden ibaret bir hüküm taşır.
Eski bakanlıklardan alınan hizmetin 933 sayılı Yasanın 4. maddesiyle
Başbakanlığa verilmesi yüzünden kadrolarının da Başbakanlığa intikali, işbu
kanunla düzenlenmiş ve böylece Anayasa'nın 117. maddesinin ikinci fıkrası
hükmüne de uyulmuş bulunmaktadır.
Yine
Anayasa'nın 105. maddesi Başbakana bakanlıklar arasında işbirliğini sağlamak
görevini de vermektedir. Bu nedenle iptal edilen ikinci fıkrada Anayasa'ya
aykırılık bulunmadığı kanısındayız.
İ)
Mahkememiz çoğunluğu, bütçeden ve dış yardım kaynaklarından mahalli idarelere
aktarma işleminin koşulları ve yardım yapılacak idarenin nitelikleri yasa ile
belli edilmediğinden ve mahallî idare ile merkezi idare arasındaki karşılıklı
bağ ve ilişkilerin Anayasa'nın 116/4. maddesi gereğince düzenlenmemiş
olduğundan ve denetleme işi yapılırken mahallî idarelere Anayasa'nın sağladığı
hukukî duruma aykırı hareket edilebilmesi de mümkün bulunduğundan 933 sayılı
Kanunun 5. maddesinin birinci ve 3. fıkraları Anayasa'nın 5, 64 ve 116.
maddelerine aykırı görülerek iptal edilmiştir.
Anayasa'nın
116/4. maddesi gereğince mahallî idarelerin kuruluşları, görevleri, yetkileri,
maliye ve kolluk işleri, merkezi idare ile karşılıklı bağ ve ilişkileri
kanunlarla düzenlenecektir. Mahalli idareler devlettin temel düzenleri
içerisinde ve 933 sayılı Kanundan çok önce mevcut ve bu nedenle 116. maddenin
4. fıkrası gereğince düzenlemeler de yapılmış bulunmaktadır. Yoksa bu
düzenlemenin tümünü 933 sayılı Kanunda ve onun 5. maddesiyle yapmak mümkün
değildir. Devletin kuruluş ve çalışmasını sağlayan bir çok kanunlarla 116.
maddede yazılı düzenleme yapılmıştır. Merkezle mahalli idareler bu
düzenlemelere .uygun olarak görevlerini yapmaktadırlar. 933 sayılı Kanunun 5.
maddesiyle Anayasa'nın 116. maddenin son cümlesinde belirlenen (bu idarelere
görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanır) hükmü gereğince plânın mahalli
idarelere yükleyeceği hizmetin gerektirdiği gelirlerin sağlanması
düzenlenmiştir.
Yardım
koşullarının mahalli idareye aktarılması ise genel bütçeden yapılmakta olan
diğer yardımlar gibi olacaktır.
Mahalli
İdarelerin plân uygulaması yönünden yapılacak yardım nedeniyle denetimi ise çok
önceden saptanmıştır ve bu denetimin sının mahalli idareler için kanunlarla
düzenlenmiştir. Plân uygulamasını düzenleyen 933 sayılı Kanun hiç şüphe yok ki
devletin bütün kanunları ile beraber uygulanacaktır. Diğer kanunlarda hüküm
bulunduğu için 933 sayılı Kanunla tekrar düzenlenmeye mahal yoktur.
Taşınmaz
mallar verilmesi halinde o malların, plân amacına uygun biçimde kullanılıp
kullanılmadığı hususunun denetlenmesi için mahalli idarelere bir takım ödevler
yükletilmesi mümkün olmakla beraber bunun merkez idare ve mahalli idarelerin
karşılıklı bağ ve ilgilerini saptayan kanunlar dışında olacağını düşünmemek
yerinde olacaktır. Kötü uygulamaların karşısında yargı denetimi yerini
alacaktır. Bu nedenlerle belirtilen gerçeklere dayanılarak 5. maddenin ikinci
fıkrası hükmü de Anayasa'ya aykırı görülmemiştir.
m)
Mahkememiz çoğunluğu 933 sayılı Kanun 7. maddesinin ikinci fıkrasını da iptal
etmiştir.
7.
maddenin biranca fıkrası Kalkınma Planının uygulanmasında özel ihtisas ve
kabiliyet isteyen belirli görevlere, meslek kıdemi ve müktesep maaş derecesi
hakkında aranılan şartlar dikkate alınmadan atama yapılabilmesi olanağını
sağlamaktadır. Bu hüküm, hizmetin özelliği ve istisnai durumu dolayısiyle
Anayasa'ya uygun görülmüştür. Bundan sonraki ikinci fıkra hükmü (bu atamalarla
ilgili esaslar, Bakanlar Kurulu kararnamesiyle tespit edilir.) iptal
edilmiştir. Gerekçesi ise Anayasa'nın 117. maddesinin ikinci fıkrası kanunla
tespit edilmesi gereken memura ilişkin hükümlerin kararname ile tespitine yetki
vermesi ve böylece Anayasa'nın 5 ve 6. maddelerine aykırı hareket edilmiş olmasıdır.
Halbuki
maddenin birinci fıkrası, plânlama görevinin önemi dolayısiyle belirli
hizmetlerde meslek kıdemi ve müktesep maaş derecesi koşulları aranmaksızın
atanma yapılabileceği prensibini kabul etmiştir. Bu fıkrada atanmanın sadece
kadro ile maaşının müktesep hak teşkil etmeyeceği yazılıdır. O halde bu
memurların kıdem derecelerine göre kadro maaşları ve terfilerine ilişkin diğer
hükümler yürürlüktedir ve işleyecektir. Özel görevleri ortadan kalkınca bu
görevin kadrosu ile maaşından alınacak ve memurin kanunu ile Personel Kanunu
hükümlerine göre kazanması gereken maaş durumu tespit edilerek bir göreve
atanacaktır. Genel kanunlarda bu yönler düzenlenmiştir. 7. maddenin birinci
fıkrasında (... görevlerine, meslek kıdemi ve müktesep maaş derecesi hakkında
aranılan şartlar dikkate alınmaksızın atamalar yapılabilir) dendiğine göre bu
atamalar devlet kadrosuna ve genel memurlar kanunu ile olacaktır. Kararname ile
düzenlenecek kısım, genel statüye tabi memurun, plânda öngörülen kısa süreli
göreve alınması işinin nasıl yapılacağı ve nasıl son bulacağı düzenlemesidir.
Esasen memurların atanması işi, kanunlara göre yürütme tarafından
yapılmaktadır.
7.
maddenin ikinci fıkrasının Bakanlar Kurulu kararnamesine bıraktığı esaslar,
madde de sayılı bakanlıklar müsteşarlarının, müsteşar muavinliklerinin, daire
başkan ve muavinlerinin, genel müdür ve muavinlerinin hangi ihtisas grubunun
olmalarının, hangi iş alanında çalışmış bulunmalarının gerektiği gibi
esaslardır. Yani Personel Kanunu ile diğer memurlara ilişkin kanunların aradığı
vasıf ve koşulların dışındaki Kalkınma Plânının uygulanması için aranan özel
ihtisas koşulları saptanacaktır. Bunda 117. maddenin ikinci fıkrasındaki hükme
aykırılık değil, uygunluk ve madde de öngörülen hizmetler gereklerinin
belirtilmesi amacı vardır.
Kanunlar
ve bu arada Personel Kanunu, devlet çalışmalarının her eylem ve işlemini ve
alanının gerektirdiği her hizmetin koşullarını bütünü ile kapsayan hükümler
koyamaz. Bu esasları, hiç şüphe yoktur ki atanmayı yapacak yürütme erki
saptayacak ve her ihtisas grubunun ne gibi vasıfları haiz olduğunu yürütme
gösterecektir. Bu nedenlerle 7. maddenin ikinci fıkrasını da Anayasa'ya aykırı
bulmamaktayız.
n)
Mahkememiz çoğunluğu, Anayasa'nın 38. maddesinin uygulanması koşulunun, kamu
yararı olduğunu ve kamu yararı kalmayınca 38. maddenin uygulama yeri de
kalmayacağını, belli sürenin geçmesine rağmen istimlâk amacına uygun biçimde
kullanılmamış olan taşınmaz malın eski malike iadesi gereğinin Anayasa'nın 36.
maddesi hükmünden bulunduğunu ve bu nedenle 933 sayılı Kanunun aykırı hüküm
taşıyan 9. maddesinin de iptali gerektiğini tespit etmiştir.
9.
madde hükmü, ikinci maddenin C bendindeki sanayi bölgeleri ve turistik bölgeler
tanzimi için arazi istimlâki ve 5. maddenin 2. fıkrasında yer alan;
gerektiğinde köy, kasaba ve şehirlerin müstakbel gelişme sahaları için arsa
istimlâk amacı ile uygulanacaktı. 9. madde 6830 sayılı Kanunun 23. maddesinin
ancak bu nedenlerle istimlâk yapılması halinde uygulanabileceğini öngörmekte
idi, Plânlama dairesinin de diğer daireler gibi yukarıdaki nedenler dışında
istimlâk yapabilmesi mümkündür. Kuracağı iktisadi yapıtlar için, kendi
bürolarının yerleşeceği binaları kurmak amacı ile istimlâkte bulunması mümkün
ise de bunlarda iptal olunan 9. madde uygulanamayacaktı. Çünkü 9. madde ancak
sınai ve turistik sahalar tanzimine ve mahalli idarelerin gelişme sahalarına
yarar arsa tedariki amaçları için yapılan istimlâklerde 6830 sayılı Kanunun 23.
maddesinin uygulanmasını öngörmüştür.
Bu
yönü ile 9. maddenin plânlama bakımından uygulama alanı belirli işlere münhasır
bulunmakta idi. Bu işler yani 9. maddenin öngördüğü istimlâkler çok sermayeye
ihtiyaç gösterdiği gibi sınai ve turistik bölge haline getirmek de büyük
sermaye ve geniş zamana ihtiyaç gösterir. Kilometrekarelerce alanlar, sınai ve
turistik tesis için veyahut şehirlerin inkişaf bölgesi olarak ayrılabilir.
Kuşku yoktur ki bu istimlâk olunan yerler yalnız bu günün ihtiyacı için
istimlâk edilmemiştir. 50, hatta 100 yılların ötesindeki ihtiyaçları öngörerek
yapılan istimlâklerdir bunlar. Sınai bölge alanında fabrikalar kurulacak,
atelyeler inşa edilecek ve onlardan önce alt yapısı inşa olunacaktır. Alt yapı
tesislerinin kurulması dahi 5 seneye sığmaz. Alanların fabrika ve atelyelerle
dolmasına, otel ve moteller gibi turistik yapıtlarla bezenmesine 5-10 senede
imkân bulunamaz. Alt yapı kuruluşları bitirilmiş olsa dahi sınai ve turistik
bölgelerin dolması yurdun iktisadî gelişmesine, sermaye birikimine, teknik
ilerlemeye bağlıdır. Bu kapsamdaki istimlâkler 6830 sayılı Kanunun 23. maddesinde
olduğu gibi şu veya bu yapıt için, birkaç bina veya işe ait istimlâkler
değildir. Bu istimlâkler Anayasa'nın 41. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen
(... yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek) amacı ile
yapılan istimlâklerdir. Uzak gelecekleri kapsayan, bir değil, birçok
kuruluşları öngören, bugünün değil yarının ihtiyaçlarını gözde tutan bir
istimlâk türünü düzenleyen 933 sayılı Kanunun 9. maddesindeki istisna hükmünü
6830 sayılı Kanunun 23. maddesindeki eylem ve işlemlerle bir görmekte isabet
olması gerek.
Devlet,
iktisadi kalkınma plânını ereğine ulaştırmak maksadiyle sınai ve turistik
bölgeler, şehir ve kasaba gelişim sahaları için arazi ve arsa istimlâk edecek,
yolunu, suyunu, elektriğini, kanalizasyonunu yapacak ve parselleyip sınai ve
turistik tesisler kuracak olanların talebine arzedecektir. Bu alanlar üzerinde
parsel parsel fabrika, atelye, otel pansiyon, motel ve gazino gibi binaların
yapılması, seneler isteyecektir. 6 ncı senede istimlâk edilen arsa ve arazisi
üzerinde istimlâk kastine uygun bir yapı kurulmadığını gören eski mal sahibi,
alt yapı tesislerinin inşaası nedeniyle değeri çok artmış olan arsasını 6830
sayılı Kanunun 23. raddesine dayanarak hemen geri almak isteyecektir. Bunu
sınai ve turistik tesisler dışında bir maksatla kullanabileceği gibi mezkur
şehir ve kasabaların gelecekteki inkişaflarına ayrılan sahanın, tekrar kâr
amacını güden kimselerin ellerine geçmesine meydan verecektir. Böyle bir sonuç
hiç şüphesiz istimlâkin amacına aykırıdır. Gelişme bölgelerine 23. maddeye
dayanarak vaki olacak böyle bir girişin, kalkınma planını alt üst edecektir. 9.
maddenin amacı, millet ve devlet ölçüsünde, bunların bugünü, yarını ve daha
uzak gelecekleri ölçüsünde sonuçlara ulaşmaktır. Anayasa'nın 41. maddesiyle
devlete verilmiş bulunan iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı
gerçekleştirmek ve yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere
yöneltmek görevinin yerine getirilmesi için böyle bir istimlâk yapmaya ihtiyaç
görülmüştür. Kamu yararı nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinin kişiye tanıdığı
mülkiyet hakkının sınırlanması bu maddenin öngördüğü bir sınırlamadır.
Anayasa'nın 36. maddesi mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz, hükmünü taşıdığı için ve kamu yararı da 9. maddenin öngördüğü istimlâklerde
geri almaya müsait bulunmadığı için bu maddeye 933 sayılı Kanunda yer
verilmiştir.
Bütün
bu gerçekler ortasında basit kamulaştırmalar için uygulanan bir kanun hükmü
esas tutularak ve 36. maddenin kişiye tanıdığı hakkın kamu yararı ile sınırlı
olduğu gözetilmeksizin 9. maddenin iptaline de isabet görülememiştir.
38.
maddenin 2. fıkrasında çiftçinin topraklandırılması, orman yetiştirilmesi,
iskân projelerinin gerçekleştirilmesi için yapılacak kamulaştırma hükümlerinden
de bahsedilmektedir. Bu hizmetlerin hepsi zaman isteyen ve 9. maddenin
öngördüğü gibi 5 senede ikmali mümkün olmayan işlerdir. Hele iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi 40-50 sene ister. Demokratik rejim içersinde hiçbir kimse
hazırlanan sahaya fabrika kurmaya, otel, motel inşa etmeye icbar edilemeyeceği
gibi yurdun şu köşesinden kaldırıp belirli bir iskân bölgesine nakletmeye de
imkân yoktur. Zor kullanamayacağına nazaran bu alanların amacına ulaşması
zamanla mümkün olacaktır. Bu nedenlerle 9. maddenin yürürlükte kalması zorunlu
idi, iptali boşluk yaratmıştır.
Karşı
oyumuzun temeli;
Milletimizin
iktisadî ve sosyal kalkınması, geri kalmışlıktan kurtulması işi, devletimizin
birinci sırada gelen işidir. Bu amaçla Anayasa hükümlerinin yukarıda
belirtilmiş olan ilke ve maddeleri tespit olunmuş ve amacın gerçekleştirilmesi
ile yatırımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltilmesi işleri,
devlete ödev olarak verilmiştir. 42. maddesiyle de çalışanların insanca
yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için iktisadî, sosyal
ve malî tedbirlerle çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemekle beraber
işsizliği önlemek tedbirlerini almak da devletin görevleri arasına konmuştur.
Bu ödev, yurt çapında olacak, toprağın verimlisi ile kıracında, iklimin sıcağı
ile soğuğunda, bilginin orta derecelisi ile çok geri olan köşelerinde, şehir
soğuğunda, bilginin orta derecelisi ile çok geri olan köşelerinde, şehir
ihtiyaçlarının karşılanabileceği yerlerle halâ elektriksiz kalmış bulunan
bucaklarında gerçekleştirilecektir. Bunun için bilgiyi, teknik adamını, ustayı,
sermaye sahibini, yurdun uçurum derecesinde birbirinden farklı olan her
köşesinde çalıştırmak ve görevlendirmek gerekmektedir. Bütün bu görevleri,
zorlayarak değil çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi ve çalışanların
insanca yaşaması koşullan içinde kalarak, sosyal, iktisadî, malî tedbirlere baş
vurarak, her işte çalışanı, iş gören ve işveren bütün kişileri kalkınma tenposu
içine alarak yürütmek tamamen hürriyet içinde olacaktır.
Plan
uygulanırken Devlet Anayasa'mn başlangıç ilkelerinden oları millî birliği
gerçekleştirme amacını da yerine getirmeyi gözden uzak tutmayacaktır. Arazi ve
iklim farkları da çok belirgindir. Böyle olunca tedbirler değişik olacak, ayrı
yerlerde ayrı uygulama yapılacaktır. Bu ortam içinde kalkında planı
uygulamasını, Anayasa bilginlerinin öne sürdükleri görüşlerin, Anayasa'mızm
hazırlanış çalışmaları sırasında belirmiş olan prensiplerin ve bunlara dayanan
Anayasa hükümlerinin birleştikleri (güçlü hükümet) den başka bir organın yerine
getiremeyeceği kuşkusuzca ortaya çıkmaktadır. Bu nedenledir ki 129. maddenin
ikinci fıkrasına (... Planın uygulanmasında .. gözetilecek esaslar... özel
kanunla düzenlenir) hükmü konmuş ve bu hükümle esaslar dışındaki uygulama ve
düzenleme, yasamanın tavsibine uğramış olan kalkınma planı ile bütün hukuk
ortamı içinde yürütmeye bırakılmıştır. Bu imkân ortadan kaldırdığı, çok çabuk
karar isteyen devletin baş işinde yürütmeyi hareketsiz hale getirdiği için 933
sayılı Kanunun bazı hükümlerinin iptaline katılamamış bulunmaktayız.
|
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
|
|
|
|
KARŞI
OY
I.
Sözlü açıklama sorunu :
1-
Dâva dilekçesi dâva konusunu yeterince ortaya koymuş ve yasanın uygulanmasına
ilişkin bir takım bilgilerin alınması da gereksiz bulunmuş olduğundan Devlet
Planlama Teşkilâtının, işin ilgisi sayılarak, sözlü açıklamaları dinlenmek
üzere çağrılmasının yeri yoktur. Böyle bir dinlemenin yararı ve işin
incelenmesini ve karara bağlanmasını geciktirmekten başka sonucu olamaz,
2-
Devlet Plânlama Teşkilâtının dinlenmesine karar verildiğine göre işin baş
ilgilisi olan davacının da sözlü açıklama için çağırılması dengeli bir
incelemenin gereği idi. Oysa böyle bir zorunluk gözönünde bulundurulmayarak
dinlenmenin gerekli olmadığına karar verilmiştir.
Sözlü
açıklamalara ilişkin olarak verilen 19/9/1968 günlü karara bu nedenlerle
karşıyım.
II.
28/7/1967 günlü, 933 sayılı Kanunun biçim yönünden Anayasa'ya aykırılığı sorunu
:
l-
Yasama meclisleri komisyonlarının kuruluşları dolayısıyle aykırılık :
933
sayılı Kanuna ilişkin tasarının, yasama meclislerinin, Güven Partisi
kurulduktan sonra siyasi parti gruplarının güçleri oranında oluşan değişikliğin
bünyelerine yansıtılmaması dolayısıyla Anayasa'nın 85. maddesine aykırı duruma
düsen komisyonlarında incelenip görüşüldüğü işbu dâva sonunda verilen E.
1967/41-K. 1969/57 sayılı ve 23. 24, 25/10/1969 günlü kararda da kabul edilmiştir.
Onun için bu konuda başkaca açıklama gereksizdir. Ancak çoğunluk komisyonların
bir içtüzük düzenlemesi olduğu, meclislerce kabul edilen kanunların sıhhati
bakımından şart bulunmadığı ve bunların kuruluşlarına ilişkin hataların ve
usulsüzlüklerin kanunların Anayasa'ya aykırı sayılmalarını gerektirmediği
görüşünü ileri sürdüğünden yasama meclisleri komisyonlarının yasama
işlemlerindeki yerleri ve etkileri üzerinde durulmasında zorunluk vardır.
Anayasa'nın
her kanun tasarı veya teklifinin mutlaka bir komisyon incelemesinden geçmesi
gerektiği yolunda bir kuralı doğrudan doğruya koyan hükmü yoktur. Ancak iki
durumda : Millet Meclisinin Cumhuriyet Senatosundan gelen metni benimsememesi
halinde; bir de bütçe tasarılarının incelenmesinde karma komisyon kurulacağı
açıkça belirtilmektedir. (Anayasa : Madde 92 ve 94) Bununla birlikte yasama
meclislerinde komisyonlar bulunacağına ve kanun tasarı ve tekliflerinin bu
komisyonlarda görüşüleceğine işaret eden dolaylı hükümler Anayasa'da yer
almıştır. Söz gelimi, 91. maddenin ikinci ve 92. maddenin beşinci fıkralarında
"her iki meclisin ilgili Komisyonlarından ve yine 92. maddenin onuncu
fıkrasında Cumhuriyet Senatosunun kendisine gönderilen bir metni millet meclisi
komisyonlarında ve genel kurulundaki görüşme süresini aşmayan bir süre
içinde" karara bağlayacağından söz edilmektedir.
Dikkat
edilirse görülür ki Anayasa, ancak kanun tasan ve tekliflerinin her iki
meclisin bir karma komisyonunda incelenmesini gerekli kıldığı hallerde bunların
kurulması biçimini içtüzüklere bırakamayarak kendisi düzenlemiş; bir de kanun
teklifi getiren Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin mensubu olmadıkları
meclisin komisyonları karşısındaki durumlarının düzenlenmesini yine içtüzüklere
bırakmayarak kendisi hükme bağlamıştır. Her iki meclisin ayrı ayrı kuracakları
komisyonlar Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi arasında anlaşmazlık konusu
olamayacağından Anayasa'nın bunlar üzerinde durmamasını tabiî görmek gerekir.
Öteden beri komisyonların yasama meclislerinin bölünmez parçaları oluşu ve
bunların çalışmalarının yasama işlerinin tabiî ve zorunlu bir evresini1
teşkil edegelmesi karşısında Anayasa koyucudan bu konuda açık ve kesin bir
buyruğun beklenmesi yerinde olmaz. Yakarıda da değinildiği üzere konuya dolaylı
olarak dokunulmuştur ve bu dolaylı hükümler yasama meclisleri komisyonlarına ve
kanun tasarı ve tekliflerinin bu komisyonlarda görüşülmesi usulüne bir Anayasa
müessesesi niteliği vermeğe yetmektedir.
Öte
yandan Anayasa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve meclislerin çalışmalarını
kendi yaptıkları içtüzüklerin hükümlerine göre yürütmeleri kuralını da
koymuştur. (Madde 85/1) Yasama meclislerinin içtüzüklerinde komisyonlara,
komisyon çalışmalarına, kanun tasarı ve tekliflerinin komisyonlara havalesine
ve buralarda görüşülmelerine ilişkin düzenlemelere önemle yer verilmektedir.
Yukarıdan
beri kısaca değinilen hususlar gözönünde tutulursa yetkili komisyonlardan
geçmeksizin veya usulünce kurulmamış yahut bünyesi Anayasa'ya aykırı bir
komisyondan geçerek kabul edilmiş kanun tasarının, iptal nedeni olacak bir
biçim eksikliği ile malul sayılması gerekliği sonucuna varılır.
Şu
duruma göre 933 sayılı Kanun, tasarı halinde iken yasama meclislerinin
bünyeleri Anayasa'nın 85. maddesine uymayan komisyonlarında incelenmiş ve
görüşülmüş olması dolayısiyle, Anayasa'ya aykırıdır ve bu nedenle iptali
gerekir.
2-
Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluşu dolayısiyle aykırılık :
Kararda
açıklandığı üzere 933 sayılı Kanuna ilişkin tasarı Millet Meclisi Genel
Kurulunda görüşülüp kabul edildiği sırada İçtüzük düzenlemesi niteliğindeki
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi kararlan uyarınca ve Türkiye İşçi
Partisi grubundan üye alınmamak suretiyle kurulan Başkanlık Divanı görevli
bulunmakta idi. Bu Başkanlık Divanının kuruluşuna dayanak olan iki karar daha
sonra Anayasa Mahkemesinin 27/2/1968 günlü, E. 1967/6 - K. 1968/9 sayılı kararı
ile ve Anayasa'ya aykırı görülerek iptal edilmiştir. (18/9/1968 günlü, 13004
sayılı Resmî Gazete.)
Çoğunluk
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi kararlarının, Anayasa'nın 152.
maddesi uyarınca ancak 27/2/1968 gününde yürürlükten kalktığı; 933 sayılı
Kanuna ilişkin tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülüp, kabul
edilmesi sırasında 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi kararları
yürürlükte bulunduğu için bunlara dayanılarak kurulmuş Başkanlık Divanının
hukukça geçerli olduğu; aksini düşünmenin Anayasa Mahkemesinin iptal kararını
geriye yürür saymak olacağı ve bunun da Anayasa'nın 152. maddesine aykırı
düşeceği görüşündedir.
Şurada,
önemi ve etkisi olmamakla birlikte, bir noktaya değinmek yerinde olacaktır.
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararlar aslında 27/2/1968 gününde değil, çok daha
önce 1966 1967 yasama yılının bitmesi ve Millet Meclisi Başkanlık Divanı için
10/11/1967 günlü Millet Meclisi karariyle düzenleme yapılması üzerine
yürürlükten kalkmıştır. Anayasa Mahkemesinin 27/2/1968 günlü kararı, artık
yürürlükte bulunmayan bir içtüzük hükmünün iptali niteliğini taşımaktadır.
1/11/1966
ve 2/11/1966 günlü kararlar aleyhine Anayasa Mahkemesinde iptal dâvası
açılmamış olması ile açılıp da bunlar hakkında, yürürlükten kalkmalarından
sonra iptal kararı verilmesi arasında, içtüzük düzenlemesi niteliğindeki o
hükümlerin yürürlük dönemindeki hukuki değer ve etkileri bakımından, bir fark
yoktur. Bütün sorun Anayasa Mahkemesine hiç gelmemiş veya gelip de çok sonra
iptal edilmiş bu çeşit hükümleri, Anayasa Mahkemesinin Anayasa'ya
aykırılıklarını gördüğü halde hukukça geçerli ve uyulması gerekli kurallardan
sayıp sayamayacağıdır .
Olayla
ilgili çoğunluk görüşünden şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Ortada bir Millet
Meclisi İçtüzüğü - Anayasa çatışması vardır. Ancak İçtüzük hükümleri, ilişkin
oldukları dönemde, yürürlükte bulunduğu için, Anayasa kurallarına yeğ tutulmak
ve bunlara uyulmak gerekir. Aşağıda ayrıntılariyle ve Anayasa Mahkemesinin
geçmişteki kararlarına da dayanılarak belirtileceği üzere böyle bir görüşe ve
sonuca katılmanın olanağı yoktur.
Anayasa'nın.84.
üncü maddesinin birinci fıkrasına göre Meclislerin Başkanlık Divanları, o
meclisteki siyasi parti gruplarının güçleri ölçüsünde Divana katılmaları ile
kurulur. Bu Anayasa hükmü Anayasa'nın 8. maddesinde de belirtildiği üzere
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan
bir temel hukuk kuralıdır.
Bu
kurala aykırı bir içtüzük hükmü tedvin edilmiş ve şimdi olduğu gibi, bir
dâvanın incelenmesinde hukuki dayanak olarak karşıya çıkmışsa Anayasa Mahkemesi
hükmü bir yana iterek, sorunu Anayasa kuralı uyarınca çözümleyecektir. Anayasa
Mahkemesi bu yolda davranmak zorundadır. Tersini düşünmek Anayasa Mahkemesini
Anayasa kuralları ile değil, bir kanun veya içtüzük hükmü ile bağlamak olur.
Böyle bir tutumun ise Anayasa'nın 8. maddesine aykırılığı; Anayasa'nın
üstünlüğü ilkesinin korunmasını ne denli güçsüzleştireceği; bütün siyasi parti
gruplarının uyuşmaları halinde de Anayasa'ya aykırı davranışların nasıl hoşgörü
ile karşılanmasını gerektireceği ortadadır.
Nitekim
bu çeşit durumlarda Anayasa Mahkemesi Anayasa'ya aykırı bir hükmü ihmal etmek;
o hükme değil Anayasa kuralına uymak yoluna gitmiştir. Söz gelimi: Anayasa'nın
iptal dâvasına hakkı olanları açıklayan 149. maddesinde (..... Türkiye Büyük
Millet Meclisinde temsilcisi bulunan siyasî partiler veya bunların meclis
grupları) ndan söz edilmekte; böylece bir siyasî partinin iki meclisten
herhangi birindeki grubunun tek başına iptal dâvası açmağa hakkı bulunduğu hükme
bağlanmış olmaktadır. Buna karşılık 44 sayılı, 22/4/1962 günlü Kanunun iptal
dâvası açmağa yetkili olanlara ilişkin 21. maddesinin 4. sayılı bendinde
(Siyasî partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisi grupları) denilerek Anayasa
hükmü bir değişikliğe uğratılmıştır. 1964/26 esas sayılı dâvada, dâvayı açanın
sadece bir siyasî partinin Cumhuriyet Senatosu grubu olması daloyısiyle dâva
hakkı sorununun çözümlenmesi gerekmiş ve çözümlemede, Anayasa'nın 149.
maddesinin açık ve kesin hükmü karşısında 44 sayılı Kanunun 21. maddesinin 4
sayılı bendine uyulamayacağı belirtilerek Anayasa hükmü uyarınca bir sonuca
varılmıştır. (1964/26-1966/1 sayılı, 13/1/1966 günlü karar - 31/5/1966 günlü
12310 sayılı Resmî Gazete - Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi : Sayı 4; Sayfa 16,
17.)
1967/22
esas sayılı işte de aynı tutum görülmektedir. Bu işin incelenmesinde iptal
istemine konu olan işlemle ilgili Millet Meclisi karma komisyonunu oluşturan
Anayasa ve Adalet Komisyonlarının ikinci toplantı yılı başında usulünce
kurulduğu; daha sonra Güven Partisi Millet Meclisi grupu teşekkül ettiğinde
siyasî parti gruplarının güçleri oranında kendini gösteren değişikliğin meclis
faaliyetlerine ve bu arada komisyonların bünyelerine yansıtılmasının sağlanması
gerekirken bütün siyasî parti grupları temsilcilerinin Millet Meclisi
Başkanının başkanlığında yaptıkları bir toplantıda toplantı yılının başlamasına
kadar komisyon üyeliklerinin aynen muhafazası hususunda anlaşarak güçleri
oranındaki temsil hakkından vazgeçtikleri; durumun 14/6/1967 gününde 118. Genel
Kurul birleşimine sunulduğu ve itirazla karşılanmadığı için kesinleştiği tespit
olunmuştur. Anayasa Mahkemesi, kararında, Anayasa'nın 85. maddesinin ikinci
fıkrasında İçtüzük hükümlerinin, siyasî parti gruplarının, meclislerin tüm
faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını sağlıyacak yolda düzenleneceğinin
yazılı bulunduğunu, bunun, aslında siyasî parti gruplarının meclislerin bütün
faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını buyuran bir temel hukuk kuralı
olduğunu ve yine Anayasa'nın 8. maddesi gereğince yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağladığını; bu kuralın siyasî parti
gruplarının uyuşmaları veya Mîllet Meclisi Genel Kurulunun kabulü ile bir yana
bırakılamıyacağını belirterek ve komisyonların bünyelerini donduran İçtüzük
düzenlemesinin üçüncü toplantı yılının başlamasına kadar devamım kabul
etmeyerek bu düzenlemeye değil Anayasa kınalına uymuş ve başvurma konusu
işlemin iptaline gitmiştir. (1967/22-22 sayılı, 2/8/1967 günlü karar 25/10/1967
günlü, 12734 sayılı Resmî Gazete.)
Burada
Anayasa Mahkemesinin, Anayasa'nın geçici 3. maddesi ve bu madde aracılığı ile
Millet Meclisinde uygulanmakta olan içtüzük üzerindeki, yukarıda değinilen
kararda yer alan görüşünü bir kez daha açıklamak yerinde olacaktır.
"Anayasa'nın
geçici 3. maddesinde yeni Anayasa'ya göre kurulan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, Millet Meclisinin ve Cumhuriyet Senatosunun toplantı ve çalışmaları
için, kendi İçtüzükleri yapılıncaya kadar. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27
Ekim 1957 gününden önce yürürlükte olan İçtüzüğü hükümlerinin uygulanacağı
yazılıdır. Yeni İçtüzükler yapılıncaya kadar meclislerin çalışmalardan
kalmamaları için verilen bu imkânın İçtüzüğün Anayasa ile bağdaşmayan
hükümleriyle birlikte harfi harfine uygulanacağı anlamında değerlendirilip
genişletilmesi düşünülemez. İçtüzük hükümleri ancak Anayasa kuralları ile
sınırlı olarak ve o kurallara uyarlıkları oranında bir uygulama yeri bulabilir,
içtüzükte öngörülmemiş Anayasa'nın getirdiği yeniliklere ilişkin konularda veya
İçtüzüğün Anayasa ile çelişen hükümlerinde Anayasa'ya uyar bir uygulama yolunun
tutulması gereklidir. Aksine bir görüş İçtüzüğü Anayasa'ya eşit, hatta
Anayasa'dan üstün tutmak olur. Böyle bir görüşün sakatlığı ise tartışılmayacak
kadar ortadadır.
"Esasen
İçtüzük konusunda uygulamalar hep İçtüzüğün 'öngörmediği veya Anayasa ile
çelişmeye düştüğü hususlarda Aanayasa'ya uygun bir yön izlemiştir. Birkaç örnek
vermek gerekirse şunlar ileri sürülebilir: Anayasa'ya göre (Madde 85/2) siyasî
parti grupları en az on üyeden meydana gelir. İçtüzükte ise sayı ile sınırlama
yoktur. (Madde 22/2-12/2/1954 günlü İçtüzükle değişik) Bu konuda tabiatiyle
Anayasa'ya uyulmaktadır. Bütçeyi inceleyerek Komisyonun Anayasa'da Öngörülen
bünyesi (Madde 94/2) İçtüzüktekinden (Yukarıda değinilen madde) farklıdır.
Komisyon Anayasa'ya göre kurulmaktadır. İçtüzüğün Cumhurbaşkanının nutkuna,
kanunların yorumlanmasına ilişkin hükümlerinin (10., 11., 124. ve 125.
maddeler) uygulama yeri kalmamıştır; uygulanmamaktadır. İçtüzükte siyasî parti
gruplarının Meclisin bütün faaliyetlerine kuvvetleri oranında katılmalarını
sağlıyacak hükümler öngörülmemiştir. Oysa komisyonlara üye seçilmesi bu kurala
göre yapılmaktadır. Hatta Güven Partisinin kurulmasıyla kuvvetler oranının
değişmesi üzerine komisyonların bünyelerinde değişiklik yapılmak konusu ele
alınmış; ancak bu iş parti gruplarının anlaşmaları ve "Meclis Genel
Kurulunun, tasvibi ile üçüncü toplantı yılının başına bırakılmıştır. Bu
örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür."
Burada
Anayasa Mahkemesinin henüz yayımlanmayan 1969/24 - 50 sayılı, 30/9/1969 günlü
kararına da kısaca değinerek konuya ilişkin kararlardan örnekler verme işinin
bitirilmesi yerinde olacaktır. Mahkeme; 6831 sayılı Orman Kanununa bir madde
eklenmesine dair 1056 sayılı, 4/7/1968 günlü kanuna ilişkin tasarının Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülüp kabul edilmesi sırasında İçtüzük düzenlemesi
niteliğindeki 10/11/1967 günlü Millet Meclisi kararı uyarınca ve Türkiye İşçi
Partisi grupundan üye alınmamak suretiyle kurulan Başkanlık Divanının görevli
bulunduğunu; yürürlüğünü sürdürmüş olan düzenlemenin Anayasa'nın 84. maddesine
aykırı düştüğünü; Başkanlık Divanının hukukça geçerli bir kuruluş olup
olmadığını ortaya koymada Millet Meclisinin İçtüzük hükmü niteliğindeki
10/11/1967 günlü kararının değil Anayasa'nın 84. maddesinin birinci fıkrası
hükmünün ölçülük edebileceğini saptamış ve 1056 sayılı Kanunun, Millet Meclisi
Başkanlık Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle, şekil yönünden iptaline
gitmiştir.
Bütün
bu açıklananlarla varılmak istenen sonuç şudur : 933 sayılı Kanuna ilişkin
tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesini ve karara bağlanmasını
yöneten Başkanlık Divanının hukukça geçerli bir kuruluş olup olmadığını
araştırmak ve doğru bir sonuca varabilmek için ele alınacak ölçü Millet Meclisinin
İçtüzük düzenlemesi niteliğindeki 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararları değil
Anayasa'nın 84. maddesinin birinci fıkrası hükmüdür. Millet Meclisinin iki
kararı; 27/2/1968 gününde Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden dolayı değil
aslında 84. madde ile çeliştiği için Anayasa'ya aykırıdır ve böylece hukukî bir
ölçü yerine geçme niteliğinden yoksundur. Dayanak olarak ele alınması
düşünülemiyeceği gibi, şu duruma göre de, bir Anayasa Mahkemesi kararının
geriye yürütülmek istenmesinden söz edilemez.
Yukarıda
değinilen ölçüye vuruldukta söz konusu Başkanlık Divanının Anayasa'ya aykırı ve
bu nedenle de hukukça geçerli sayılamıyacak bir kuruluş olduğu ortaya çıkar.
933 sayılı Kanuna ilişkin tasarının görüşülmesi sırasında Millet Meclisi Genel
Kurulunu böyle bir divanın yönetmesi ile, Genel Kurulun divansız çalışması
arasında fark yoktur. Başkanlık Divanı olmayınca da bir Millet Meclisi Genel
Kurulundan söz edilemez; bu sadece gelişigüzel bir toplanma hali olur. Böyle
bir toplanmada görüşülen ve kabul edilen kanun tasarısı ise iptal nedeni olacak
bir biçim eksikliği ile malûl sayılmak gerekir. Onun içindir ki 933 sayılı
Kanunun Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle de şekil
yönünden iptali gereklidir.
3-
Sonuç :
933
sayılı Kanunun, gerek kuruluşları Anayasa'nın 85. maddesine uymayan
komisyonlarda görüşülmüş olması gerekse Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülüp kabul edilmesi sırasında Başkanlık Divanının Anayasa'nın 84.
maddesine uygun biçimde kurulmamış bulunması dolayısiyle şekil yönünden iptali
gerekirken aksine karar verilecek işin esas yönünden incelenmesine geçilmesine
yukarıdanberi açıklanan nedenlerle karşıyım.
III.
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin D bendindeki çeşitli yasalarda yer alan her
türlü yatırımlara ilişkin ruhsat formalitelerini ahenkleştirmek ve
çabuklaştırmak için gerekli tedbirleri, icabında kararnameler çıkararak almak
yetkisini Bakanlar Kuruluna tanıyan hükmün Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Bu
bent hükmü; Umumî Hıfsısıhha Kanununda, İş Kanunlarında, Mahallî idareler
Kanunlarında ve öteki mevzuatta yer alan her türlü yatırımlara (Ezcümle sanayi
kuruluş ve işletmesine) ilişkin ruhsat formalitelerdi ahenkleştirmek,
çabuklaştırmak ve yetkili mercileri bir arada çalıştırmak için gerekli
tedbirleri, icabında kararnameler çıkararak almak üzere Bakanlar Kurılunu
yetkili kılmaktadır.
Görülüyor
ki yetki, Bakanlar Kurulu kararnameleriyle;
a)
Yasalardaki ruhsat formalitelerini ahenkleştirme
b)
Yasalardaki ruhsat formalitelerini çabuklaştırma
c)
Yetkili mercileri bir arada çalıştırma olmak üzere üç bölümdür.
"Yetkili
mercileri bir arada çalıştırmak" deyimiyle bir çeşit koordinasyonun
öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Böyle bir tedbirin alınabilmesi içinde yasaların
değiştirilmesine gidilmesi söz konusu olamayacağından 933 sayılı Kanunun 2.
maddesinin D bendinde Bakanlar Kuruluna tanınan yetkinin bu bölümü üzerinde
durulmayacaktır.
Çeşitli
yasalarda yer alan her türlü yatırımlara, özellikle sanayi kuruluş ve
işletmelerine ilişkin ruhsat formalitelerini ahenkleştirmek zorunluğu
genellikle yasalardaki ruhsat formaliteleri hükümleri arasında uyumsuzluk
bulunmasından doğar ve ancak birbiriyle uyuşamayan hükümlerin değiştirilmesi ve
tek biçime sokulması yoliyle uyum sağlanabilir, öyle ise hüküm, Bakanlar
Kuruluna kararnamelerle yasa kurallarında değişiklik yapmaya varabilecek
genişlikte bir yetki tanımaktadır.
"Ruhsat
formalitelerini çabuklaştırmak" ya gelince : Gecikme yasa hükümlerinden
değil de uygulamalardaki tutumdan ileri geliyorsa aksaklık olağan idarî
tedbirlerle giderilebilir ve özel bir yasa yetkisini gerektirmez. Gecikmenin
nedeni yasalarda yazılı süreler ve işlemler ise bunlar kısaltılmadıkça ve
sadeleştirilmedikçe çabuklaştırma sağlanamaz.
Yasalarda
yazılı süreleri kısaltma, işlemleri sadeleştirme ve böylece yasa kurallarını
değiştirme yetkisinin Bakanlar Kuruluna tanınamıyacağı da ortadadır. 933 sayılı
Kanunda, on üç hükmünün hemen hemen aynı nedenlerle iptal edilmesinden de
anlaşılacağı üzere, Bakanlar Kuruluna olağan yetkileri sınırını aşan ve
Anayasa'ya aykırı bulunan yetkiler tanınması eğiliminin ağır basmakta oluşu da
"çabuklaştırma" hükmünün konuluş ereğine ayrıca ışık tutacak
niteliktedir.
Özetlenecek
olursa : 933 sayılı Kanunun 2. maddesinin D bendindeki hüküm Anayasa'nın 4., 5.
ve 64. maddelerine aykırıdır; iptali gerekli iken çoğunlukça Anayasa'ya uygun
görülmüştür. E. 1967/41 -K. 1969/57 sayılı, 23, 24 ve 25/10/1969 günlü kararın
bu bölümüne de yukarıda yazılı nedenlerle karşıyım.
Yukarıdaki
karşıoy yazısının 1/2. II. ve III. bölümlerine katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
84. maddesinin birinci fıkrasında "Meclislerin Başkanlık Divanları, o
meclisteki siyasî parti gruplarının kuvvetleri ölçüsünde divana katılmalarım
sağlayacak şekilde kurulur." denilmektedir. Bu hüküm, Anayasa'nın 8.
maddesi uyarınca Yasama Meclislerini de bağlayan temel bir hukuk kuralıdır.
Başkanlık
Divanlarının kuruluşu meclislerin içtüzüklerinde ya da içtüzük niteliğinde
sayılabilecek kararlarında anılan hükme aykırı bir biçimde düzenlenmiş olursa
bir iptal dâvasında Anayasa ve içtüzük hükümlerinden hangisinin geçerli
sayılacağı sorununu çözümlemek zorunluğu meydana çıkacaktır. Bu durumda,
Anayasa Mahkemesi, İçtüzük hükmünü değil Anayasa kuralını üstün tutmak
zorundadır. Aksini düşünmek daha açık bir deyimle içtüzük hükmünü geçerli
savmak Anayasa'nın üstünlüğü ilkesini bir tarafa itmek anlamına gelir ki bunun
Anayasa'nın 8. maddesi ile bağdaşır bir yanı yoktur.
Başkanlık
Divanının kuruluşundaki sakatlığın bir iptal nedeni olacağı Mahkememizin henüz
yayınlanmış olmayan esas 1969/24 karar 1969/50 sayılı ve 30/9/1969 günlü
kararında daha ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
Dâva
konusu 933 sayılı Kanunun Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında. Meclis
Başkanlık Divanı Anayasa'nın 84. maddesine uygun bir biçimde kurulmuş
bulunmadığından söz kokusu Kanunun önce bu yönden iptal edilmesi gerekir.
Çoğunluğun
görüşüne bu nedenlerle karşıyım.
Sayın
Muhittin Taylan'ın karşı oyuna katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
l-
Meclis ve Senato Komisyonlarının, Güven Partisinin kuruluşu üzerine, yeniden
kurulmaksızın inceleme yapılmış olması sorunu: Anayasa'nın 85. maddesinin 1.
fıkrası T. B. M. M. ve meclislerin çalışmalarını, kendi yapacakları İçtüzük
hükümlerine göre yürüteceklerini bildirmektedir. Gerek bu hükme gerekse
Anayasa'nın aşağıda açıklanan diğer hükümlerine göre Meclis çalışmaları
arasında Komisyon faaliyetlerinin de dahil olduğu anlaşılmaktadır.
Filhakika
Anayasa'nın 91. maddesinin 2. fıkrasında üyelerin kendi kanun tekliflerini her
iki meclisin ilgili komisyonlarında savunabileceklerini açıklanması ve 92.
maddesinin 5. fıkrasında her iki meclisin ilgili komisyonlarından seçilecek
üyelerden bir karma komisyonun kurulacağının emredilmesi Anayasa hükümlerince
94. maddede kurulacağı emredilen özel nitelikteki komisyondan başka çeşitli
sahalara ait diğer komisyonların da mevcudiyeti kabul edilmiştir. 92. maddenin
10. fıkrasındaki "Cumhuriyet Senatosu kendisine gönderilen bir metni
Millet Meclisi Komisyonlarında ve Genel Kurullarındaki görüşme süresini aşmayan
bir süre içinde karara bağlar" şeklindeki hüküm ile de kanun tasarılarının
Millet Meclisinden önce ilgili komisyonlarında görüşüleceği esası prensip
olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.
Anayasa'nın
açıklanan bu hükümleri karşısında bu komisyonların vücudundan vazgeçilemez
komisyonlar oldukları da anlaşılmaktadır. Aksi görüşün kabulü halinde 92.
maddenin 5. fıkrasında emredilen karma komisyonun kurulmasına da imkân kalmaz.
Zira bu fıkrada (Her iki meclisin ilgili komisyonlarından seçilecek eşit
sayıdaki üyelerden bir karma komisyon kurulacağı) emredilmektedir. ilgili
komisyonların Anayasa'da isimleri açıkça sayılmayıp da içtüzükle belli edilmiş
olması bu komisyonların Anayasa ile öngörülmüş komisyonlar olmadıklarını ifade
etmez. Esasen bu komisyonlar gerek Anayasa'da gerekse içtüzüklerde gösterilmiş
olsunlar fikirlerinin meclislerce kabulü zarurî olduğu hakkında bir hüküm
mevcut değildir. Bu yönden aralarında bir fark görülemez. Bu itibarla bu
komisyonların bir içtüzük kuruluş veya bir Anayasa kuruluşu şeklinde bir
ayırmaya tabi tutularak bazılarının vücudundan vazgeçilebilir bazılarının ise
vazgeçilemez olduğunun kabulü Anayasa'ya uygun düşmez. İlgili komisyonların
Anayasa'da isim ve miktarlarının açıklanmamış olması da onların durumlarını
değiştirmeğe vesile olamaz. Açıklanan Anayasa hükümleri karşısında Anayasa
koyucunun ilgili komisyonlardan bahsederken en azından Anayasa'nın kabul
edildiği zamanda Parlemento hayatımızın gelenekleri olarak kurulmuş olan
komisyonları kastetmiş olduğunun kabulü gerekir.
Öteden
beri Parlemento faaliyetleri anlayışımızın da bu yolda olduğu görülmektedir.
Meclis İçtüzüğünün 22. maddesinde bu komisyonların isim ve miktarları belli
edildiği görülmektedir ve keza 66. maddesinde de gelen lâyihaların ilgili
komisyonlara havale edileceği yazılı bulunduğu gibi Senato İçtüzüğünün 23.
maddesi hükümlerine göre gelen tasan tekliflerinin ilk önce ilgili komisyonlara
havale edilerek oralarda tetkik edildikten sonra genel kurula gönderilmekte
olduğu anlaşılmaktadır. Esasen ihtisasa taallûk eden bir çok kanun
tasarılarının Meclis müzakereleri sırasında iyice tetkik edilerek olgun bir
hale getirilmesi beklenemez. Kanunların konularına ait hususlarda bütün
ihtiyaçları karşılayabilecek mükemmelliyette yapılabilmesinde komisyon
çalışmalarının büyük faydalar sağladığında tereddüt edilemez. Bu nedenlerle
komisyon faaliyetleri kendilerinden vazgeçilmesi doğru olmayan Meclis
çalışmalarıdır.
Komisyonların
niteliğine gelince: Anayasa'nın 85. maddesi hükmünce komisyonların, Siyasî
Parti Gruplarının meclislerin bütün faaliyetlerine kuvvetleri oranında
katılmalarını sağlıyacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Güven Partisinin
kurulması üzerine Meclis ve Senato Komisyonlarının kuruluş biçimi, Siyasî Parti
Gruplarının meclislerin bütün faaliyetlerine kuvvetleri oranında katılmalarını
sağlıyacak bir düzende olmaktan çıkmıştır. Bu durumda sözü geçen komisyonların
derhal Anayasa'nın 85/2. maddesinde açıklanan şekle uygun bir hale getirilmesi
gerekirken bu yapılmadığından ortada Anayasa'nın istediği şekilde komisyonların
mevcut olduğu kabul edilemez.
Yukardan
beri açıklanan esaslara göre komisyon faaliyetleri Meclis çalışmalarında
vazgeçilemez faaliyetler olup Güven Partisinin kurulması üzerine Meclis ve
Senato Komisyonlarının kuruluş biçimleri Anayasa'ya uygun bir hale getirilmemiş
bu itibarla mevcudiyetleri kalmamıştır. Bu nedenle de Anayasa'ya uygun
komisyonların incelemesine tabi tutulmadan kabul edilmiş olan dâva konusu
kanunun Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptali gerekir. Çoğunluğun bu hususu
iptal sebebi saymayan görüşüne katılmıyorum.
2-
Ruhsata ilişkin işlemlerin ahenkleştirilmesi ve çabuklaştırılması sorunu : Dâva
konusu kanunun 2. maddesinin D bendi şöyledir : (Madde 2 - Kalkınma Planı,
yıllık programlara uygun olarak yatırımların teşvik ve temini maksadıyla :
D)
Umumî Hıfzıssıhha Kanunu, İş kanunları, mahallî idareleri kanunları ile diğer
mevzuatta her türlü yatırımları, (Ezcümle sanayi kuruluş ve işletilmesine) ait
ruhsat formalitelerini ahenkleştirmek, çabuklaştırmak ve yetkili mercileri bir
arada çalıştırmak için Bakanlar Kurulu gerekli tedbirleri, icabında
kararnameler çıkararak alır.)
Bu
bent hükmü İle Kalkınma Planı ve yılık Programlara uygun olarak yatırımların
teşvik ve temini maksadiyle, ruhsat formalitelerini ahenkleştirmek,
çabuklaştırmak için Bakanlar Kuruluna kararnameler çıkararak gerekli tedbirleri
alma yetkisi verilmektedir. Ruhsatların gerek verilme şekilleri ve mercileri,
gerekse müddetleri gibi hususlar ilgili kanunlarda gösterilmiştir. İptal konusu
hüküm ile adı geçen kanunlardaki (Formaliteleri ahenkleştirmek ve
çabuklaştırmak) dan bahsedildiğine göre, bu kanunlarda yer alan ruhsat
formalitelerinin ve müddetlerinin kararname ile değiştirilmesi için Bakanlar
Kuruluna yetki verilmekte olduğu anlaşılmaktadır. Ahenkleştirme tabirinin,
kanunla muayyen mercilere verilmiş olan ruhsat verme yetkisinin birinden alınıp
diğerine verilmesi veya bir elde birleştirilmesi yetkisini, kapsayabileceği
gibi, çabuklaştırılması teriminin kanunlarda gösterilmiş olan müddetlerin,
kısaltılması yetkilerini dahi kapsayabileceği meydandadır. Halbuki bir kanunun
değiştirilmesi Anayasa'nın 64. maddesi hükmünce T. B. M. M. ait yasama
yetkilerinden olup 5. madde hükmünce de yasama yetkisi devredilemez. Bu
nedenlerle dâva konusu bu hükmün Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptali
gerektiğinden bu hususa ilişkin dâvanın reddi kararına muhalifim.
3-
933 sayılı Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
Dâva konusu kanunun bu fıkrasında yer alan, "Başbakanlığa bağlı olarak
kurulan büroda ilgili bakanlıklardan yeteri kadar personel kadrolarıyla
çalıştırılır" hükmü, kendi kanunlarıyla ilgili bakanlıklara verilmiş olan
kadrolarda çalışan yeteri kadar personelin, kadrolarıyla bu büroda
çalıştırılmasını emretmektedir. Binaenaleyh kanunlarla ilgili bakanlıklara
verilmiş olan kadrolarda çalışan personelin bir kısmının kadrolarıyla
Başbakanlığa bağlı olarak kurulan bu büroda çalıştırılması yine bir kanunla
kabul edilmiş durumu mevcuttur. Bu itibarla burada Bakanlar Kurulunun idarî
işlemiyle kadrolara ilişkin yasa hükümlerinin değiştirilmiş olacağı bahis
konusu değildir. Bu nedenlerle kararda yer alan dâva konusu bu hükmün
Anayasa'ya aykırı olduğu yönünden iptali görüşüne katılmıyorum.
4-
933 sayılı Kanunun 9. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı sorunu : Kararda
çoğunluğun görüşü, kamulaştırılan malın kamulaştırmanın amacı bulunan işe uygun
bir süre içinde ayrılmamış olması durumunda malın eski malikine geri verilmesi
bir Anayasa buyruğudur. Dâva konusu madde hükmü böyle bir geri vermeyi
önlediğinden ötürü Anayasa ile çelişmekte olduğundan iptali gerekir, şeklinde
özetlenebilir.
Dâva
konusu 933 sayılı Kanunun 9. maddesi, (Bu kanunun 2/c ve 5. maddesi gereğince
yapılan kamulaştırmalarda 6830 sayılı istimlâk Kanununun 23. maddesi hükmü
uygulanmaz), şeklindedir.
Bu
maddede sözü geçen istimlâk Kanununun 23. maddesinde (istimlâk bedelinin
katileşmesi tarihinden itibaren beş sene içinde istimlâk maksadına uygun
herhangi bir tesisat yapılmayarak gayrimenkul olduğu gibi bırakılırsa mal
sahibi veya mirasçısı istimlâk bedelini ödeyerek gayrimenkulu geri alabilir.
Doğmasından
itibaren bir sene içinde kullanılmayan geri alma hakkı düşer ve idare
gayrimenkule dilediği gibi tasarruf eder) denilmektedir.
Anayasa'nın
36. maddesi ise, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu ve bu
hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceğini ve mülkiyet
hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını bildirmiş ve 38.
maddesiyle de : Devlet veya kamu tüzel kişilerine, kamu yararının gerektirdiği
haller de gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan
taşınmaz malların kanunda gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırma yetkisi
verilmiş bulunmaktadır. Ancak sözü geçen maddede bu kamulaştırmanın hukukî
sonuçlarının ne olduğuna işaret edilmemiştir. Bu nedenle bu yönün hukukun umumî
esaslarına göre tayini gerekmektedir.
Anayasa'nın
38. maddesiyle tanınan kamulaştırma yetkisi, mal sahibinin rızasına
bırakılmaksızın malının elinden alınması yetkisini ifade eder ki, bu yetkinin
kullanılması mülkiyet hakkıma bir sınırlaması değil, ıskatı hukukî sonucunu
doğurur. Bu cihet nazari sahada da bu şekilde ifade olunmaktadır. Zira, Medenî
Kanunun 633. maddesi hükümlerince kamulaştırma, kamulaştıran yararına mülkiyet
hakkı bahşeder. 643. maddesi de kamulaştırma ile mülkiyetin ne şekilde zayi
olacağını göstermiştir. (Bu maddenin son fıkrası yoluyla istimlâk Kanununun 17
ve 19. maddeleri hükümlerince istimlâk bedelinin ödenmesi üzerine kamulaştıran
lehine tescil ile malikin mülkiyet hakkı zayi olur).
Şu
hukukî esaslara göre kamulaştırmanın hukukî sonucu olarak, mal sahibinin
mülkiyet hakkı düşer, aynı zamanda kamulaştıran yararına da yeni bir mülkiyet
hakkı doğar. İlmî içtihadlar da bu merkezdedir.. (C. Wieland, İ. Hakkı
Karafakih tercümesi 1947, sayfa 173). Kamulaştıran lehine doğan bu yeni
mülkiyet hakkı dahi Aanyasa'nın 36. maddesi hükmünce korunması gereken temel
haklardandır. Bu kamulaştırma ile mal sahibinin mülkiyet hakkı devam etmediğine
göre kamulaştırılan malın muayyen müddetde kamulaştırma gayesine tahsis
edilmemiş olması halinde eski malik tarafından geri alınabilmesi, ancak
Anayasa'da eski malik lehine bu yolda bir hak tanınmış olması halinde
mümkündür; Anayasa'nın 38. maddesinde ise eski mal sahibi lehine böyle bir hak
tanınmamış, buradaki kamulaştırma herhangi bir şarta bağlı tutulmamıştır.
Yukarıda
açıklanan hukuki esaslar karşısında çoğunluk görüşünde dayanılan, kamu
yararının korunmasının doğurduğu zorunluk sonucunda kamulaştırma suretiyle
değişikliğe uğratılmış bulunan mülkiyet hakkının, bu zorunluğun
gerçekleşmediğinin anlaşılması durumunda yeniden korunması gerekeceği yollu
düşünce, Anayasa'ya uygun düşmemektedir. Bu durumda Anayasa'nın ne sözünden ne
de ruhundan böyle bir mana çıkarılması mümkün görülmemektedir. Eğer Anayasa
böyle bir geri alma hakkını kastetmiş, kamulaştırmayla doğan hukukî sonucu
değiştirmeyi hedef tutmuş olsaydı Anayasa'da bu yolda açık bir hüküm sevketmesi
gerekirdi. Zira kamulaştırma ile doğan hukukî sonuç yukarda açıklandığı üzere,
iki tarafın hukukî durumunu tayin etmektedir. Bu hukukî durumun değişmesi ise
bir Anayasa hükmü ile mümkündür.
Anayasa
koyucu, böyle bir hüküm sevketmeğe lüzum görmemiştir; Zira, Anayasa'nın 38.
maddesiyle kamulaştırmada malın gerçek karşılığının peşin ödeneceği ilkesi
kabul edilmiş bulunması itibariyle mal sahibinin bir zararı bahse konu
olmıyacağından bunu telâfi maksadıyla böyle bir geri alma hakkının tanınmasını
gerektiren bir sebepde görmemiştir.
Saniyen
bu geri almada ehemmiyet arzeden husus, istimlâk Kanununun 23 maddesinde
açıklandığı üzere, eski mal sahibinin bu geri alma hakkını beş sene evvelki
kamulaştırma değeri ile kullanmakta olmasıdır. Halbuki istimlâk tarihinden
sonra geçen beş sene içinde kamulaştırılan malın, paranın satınalma gücü
azalmış olması yüzünden umumiyetle görüldüğü üzere, kıymeti artmaktadır. Bu
durumda mal sahibine böyle bir geri alma hakkının tanınması ancak Anayasa'da
malın kamulaştırılması için gerçek değerinin peşin ödeneceği hakkında bir hüküm
mevcut olmaması halinde düşünülebilecek bir konu olabilirdi. Kamulaştıran
lehine tahakkuk eden mülkiyet hakkının icabı malın artan değerinin tamamının
kamulaştırana ait olması gerekir.
Yukarıdan
beri açıklanan sebeplerle dâva konusu 933 sayılı Kanunun 9. maddesi Anayasa'ya
aykırı olmadığından bu maddenin iptali kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
AÇIKLAMASI
l-
Dâva konusu 28/7/1967 günlü ve 933 sayılı Kanunun 1. maddesinin A bendi ile,
Kalkınma Plânı hedeflerine uygun olarak geliştirilmesi öngörülen iktisadi
faaliyet sektörlerine genel ve katma bütçelerden ödünç verme şeklinde,
transferler yapmak amacile fonlar tesis edilebileceği kabul edilmiş, bu
fonların kullanılış şartları ve esaslarının tespiti yılık programlara
bırakılmış ve transferlerde aracılık edebilecek kuruluşlar gösterilmiştir.
Madde ile düzenlenmiş olan üç yönden ilki diğer gelirlerinden ödünç verme
şeklinde, transferler yapılmasında, yani fonun tesis edilebilmesi yönü
uygulanabilme bakımından, başlıbaşına geçerlidir. Belli şartlar altında
iktisadi faaliyet sektörlerine kamu gelirlerinde, ödünç verme şeklinde,
transferler yapılmasında Anaya'sa'ya bir aykırılık bulunmadığı ise çoğunluğun
bu hükme ilişkin gerekçesinde uzun uzadıya açıklanmıştır. Bu durum ve gerekçe
karşısında bu yöne ilişkin hükmün iptali cihetine gidilmesi gerekirdi.
A
bendinin iptalinde fonların kullanılış esas ve şartlarının yıllık programlara
bırakılmış olmasında yasama yetkisinin devri niteliği görülmüş ve kanun
yürütmenin yetki alanını yeterince, sınırlamamış olmasının Anayasa'ya aykırı
bulunduğu gerekçesine dayanılmıştır. Bu gerekçenin açıklamasında, iktisadî
faaliyetlerin gerektirdiği tedbirlerin sürat ve kolaylıkla alınabilmesi
Bakanlar Kuruluna yetki verilmekle mümkün olabileceği görüşüne karşılık olmak
üzere, ileri sürülen tavsiyelerin maksadı sağlayacak ölçüde tatbik
kabiliyetinin bulunduğu çok şüphelidir. Plan uygulamasında kanunun iktisadî
hayatın icaplarına uymayan bir sınırlama yapması beklenilen gayeye erişilmesi
imkânını ortadan kaldırabilir, yürütmeye bırakılabilecek düzenleme alan ve
sınırını konuya göre takdir etmek gerekir. Kanunda fonların hangi faaliyetlere
ve hangi hedefler için transfer edilebileceği gösterilmiştir. Bundan sonrası
uygulama alanına girer.
İptal
gerekçesinde aracı kuruluşlara paraların veriliş şekil ve şartlarının kanunda
gösterilmemiş olması da Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu yönler
tamamen uygulama alanına giren yönlerdendir. Kaldı ki, dâva konusu hükümle
devlet parasının alınıp verilmesine ve hükümde sayılı kuruluşların para
işlemlerine ilişkin hükümlerde bir değişiklik yapmak amacı değil yalnız bu
alanda görevlendirilebilecek kuruluşları göstermek amacının güdüldüğü
ortadadır.
İptal
kararında fonların anayasal devlet denetiminin dışında kaldığı gerekçesine de
dayanılmıştır. Halbuki incelenen A bendinde denetimle ilgili özel bir hüküm
yoktur. O halde, genel hükümlere göre denetim işleyecektir. Bir safhaya kadar
Sayıştay'ın ondan sonrada Yüksek Denetleme Kurulu denetiminin işlemesine engel
olacak bir hüküm bu bentte yer almamıştır.
2-
Kanunun 2. maddesinin A bendinde yatının indiriminin azami nispeti gösterilmiş
ve bu had dahilinde olmak şartiyle, bölgelere ve iktisadî faaliyet sektörlerine
göre uygulanacak nispetin yıllık programlarda belirtileceği hükme bağlanmıştır.
Yatırım indirimi de vergi konusunda, mevzu, matrah, oran, istisna ve muafiyet
gibi, verginin konulmasına ilişkin olması bakımından, kanunla ihdas edilmesi ve
düzenlemesi gerekirse de iptali istenilen hükümle dahi yatırım indirimi
konusunda yeterince açıklayıcı ve sınırlayıcı bir düzenleme yapılmış ve ancak
uygulama alanında yürütmeye sınırları belli bir yetki tanınmıştır. Bu düzenleme
yatırım indiriminin kanunla konulmuş sayılmasına yetecek niteliktedir.
3-
933 sayılı Kanunun 2. maddesinin E bendindeki (veya mukaveleli personel)
sözlerinin iptaline karar verilirken bu hükümle Anayasa'nın 117. maddesine
aykırı olarak, genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken, esaslı ve
sürekli bir görevde hukuken memur sayılamayacaklarını kullanılmamasına cevaz
verildiği gerekçesine dayanılmakta isede, bu bend standart ve kalite kontrolü
işlerinde çalıştırılacaklara ilişkin olduğundan ve bu işler arasında geçici
nitelikte bulunanlar da olabileceğinden ve kanunun 8. maddesinin 2. fıkrasının
1. cümlesindeki hükümden de ancak geçici nitelikteki işler için sözleşmeli
personel kullanılabileceği açıkça anlaşılmakta olduğundan, sözü geçen E
bendindeki (veya mukaveleli personel) sözünün bu bentte yer almış olmasında
Anayasa'ya bir aykırılık yoktur.
4-.
Dâva konusu kanun 3. maddenin A bendi, 1. madde hükmünce tesis edilecek
fonların kullanılışı ile ilgili, amacı ve alanı bakımından özel nitelikte bir
hüküm olmakla beraber, hukukî kapsamı bakımından 1. maddenin A bendinin kapsamı
içindedir.
5-
933 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrası ile, bu fıkrada sayılan kanunlarla
diğer kanunlarda öngörülen teşvik tedbirlerini uygulamak ve bu amaçla gerekli
belgeleri vermekle görevli, Başbakanlığa bağlı, "Yatırımları ve İhracatı
Geliştirme ve Teşvik Bürosu" kurulmuş, aynı maddenin ikinci fıkrasında da
bu Büroda ilgili bakanlıklardan yeteri kadar personel, kadroları ile
çalıştırılır hükmü yer almıştır, ikinci fıkradaki hüküm, idarî bir kararla bir
memurun eski görevindeki kadrosu alınarak Başbakanlık kadroları içine katılmaya
cevaz verdiği ve halbuki bakanlıkların kadroları ancak yasalarla belli
edilebileceği, Başbakanın ve Bakanlar Kurulunun idarî bir işlemle yasa
hükümlerini değiştiremeyecekleri, yasaların ancak Büyük Millet Meclisince
değiştirilebileceği ve bu yetkinin devri Anayâsa'ya aykırı olacağı yolundaki
gerekçeye dayanarak iptal edilmiş isede, iptal edilen hükümden bu gerekçede
ileri sürülen hukukî sonuçları çıkarmak mümkün değildir. Çünkü, Başbakanlığa
bağlı olarak kurulan büro, bazı kanunlara göre muhtelif bakanlıkları
ilgilendiren, yatırım ve ihracatı teşvik ve geliştirme konusundaki tedbirlerin
uygulanmasında işbirliğini kolaylık ve sürat sağlamak amacı ile kurulmuştur. Bu
Büroda ilgili bakanlıklar memurlarının kendi kadroları ile çalıştırılmaları,
Bakanlıkların Görev ve Kuruluş Kanunlarında bir değişiklik veya onların
kadrolarındaki memurlardan bir kısmının Başbakanlık kadrosuna aktarılması anlamına
gelmez. Büroda çalıştırılan memurların kendi bakanlıklariyle ve kadroları ile
ilgilerinin kesileceğine ve Başbakanlık kadrosuna girerek Başbakanlık memuru
sayılacaklarına dair bir ifade fıkrada yer almamıştır. Fıkra kanunlarda bir
değişiklik yapma yetkisi tanımak amaciyle değil kanunların bir alanda en
rasyonel bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere konulmuştur, ve bunun dışında
bir yoruma ve uygulamaya elverişli değildir.
6-
Kanunun 9.'maddesinde, 2. maddenin C bendi ile 5. maddesi gereğince yapılacak
kamulaştırmalarda 6830 sayılı İstimlâk Kanununun 23. maddesi hükmünün
uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır. İstimlâk Kanununun 23. maddesindeki
(İstimlâk bedelinin katileşmesi tarihinden itibaren beş sene içinde istimlâk
maksadına uygun herhangi bir tesisat sayılamıyarak gayrimenkul olduğu gibi
bırakılırsa mal sahibi veya mirasçısı istimlâk bedelini ödeyerek gayrimenkulu
geri alabilir. Doğmasından itibaren bir sene içinde kullanılmayan geri alma
hakkı düşer ve idare gayrimenkule dilediği gibi tasarruf eder.) hükmünün 933
sayılı Kanunda öngörülen bir kısım kamulaştırmalarda uygulanmayacağı yolundaki
dâva konusu hüküm, Anayasanın 36. ve 38. maddeleri karşısında, kamulaştırılan
bir malın uygun bir süre içinde kamulaştırma amacına tahsis edilmemesi halinde
eski malikine geri verilmesi gerektiği gerekçesiyle iptal edilmiş
bulunmaktadır. Halbuki Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde kamulaştırmadan
yıllarca sonraki hukukî durum ile ilgili ve bu yönü düzenleyen bir hüküm
yoktur. 36. madde mülkiyet hakkına ve 38. madde ise kamulaştırmanın hukukî
esaslarına ilişkin hükümleri İhtiva etmektedir. Kamulaştırılan malın belli bir
süre içinde amacına tahsis edilmemesi halinde uygulanacak işlemi gösteren 6830
sayılı Kanunun 23. maddesi bir Anayasa hükmü olmadığından bu hükmün, özellik
gösteren bir kısım kamulaştırmalarda uygulanamıyacağına dair olan dâva konusu
hükümde Anayasa'ya aykırılık söz konusu olamaz. Bu hüküm Anayasa'nın 38.
maddesine aykırı bir kamulaştırmaya cevaz veren bir hükümde değildir. Kanun
koyucu tarafından konulmuş bir hüküm olduğuna göre yine kanunla değiştirilmesi
veya kaldırılması da mümkündür. Bir hükmü mahkeme karariyle yürürlükte tutmak
mümkün değildir.
7-
933 sayılı Kanun dâva konusu 13. maddesinde, bir kısım yönetmeliklerin
çıkarılmasından Önce Yüksek Plânlama Kurulunun düşüncesinin alınması
mecburiyeti konulmuştur. Bu hüküm, Anayasa'nın 113. maddesiyle, kanunların
uygulama biçimlerini göstermek üzere yönetmelikler çıkarmak hususunda, Bakanlar
Kuruluna tanınmış olan yetkiyi sınırlandırmaktadır. Kanunun bu şartına
uyulmadan çıkarılan bir yönetmelik, şekil yönünden sakat bir hukukî işlem
sayılacağından, dâva konusu hükmün takyit edici niteliği açıktır. Anayasa'nın
devlet kuruluşlarına tanıdığı yetki ve görevler, kamu yararı düşüncesi ileri
sürülerek, kanunla kaldırılamaz, değiştirilemez ve sınırlanamaz. Anayasa koyucu
bu yetki ve görevleri kamu yararını da göz önünde tutarak ve ona en uygun bir
şekilde tespit etmiştir. Anayasa'da, tüzük çıkarma konusunda, öngörülene benzer
bir sınırlama, yönetmelikler bakımından kabul edilmiş değildir. Öteyandan, malî
tüzüklerin çıkarılmasından önce, Sayıştay'ın düşüncesinin de alınmasını öngören
832 sayılı Sayıştay Kanununa 105. maddesindeki hüküm Anayasa Mahkemesinin E :
1967/19, K: 1969/6 sayılı kararında, Anayasa'nın Bakanlar Kuruluna tanıdığı
yetkiyi sınırladığı gerekçesiyle Anayasa'ya aykırı bulunmuştur. Gerçi Bakanlar
Kurulunun yarar gördüğü hallerde ilgili kuruluşların düşüncesini almasına bir
engel yoksada Anayasa'nın tanıdığı bir yetki alanında, Anayasa'da öngörülmeyen
bu çeşit bir kayıt ve şart kanunla konulamaz.
Yukarıda
açıklanan sebeplerle, kararın bu yönlere ilişkin bölümlerine karşıyım.
Yukarıda
yazılı karşı oy düşüncesinin 7 nci bölümündeki gerekçelerle çoğunluğun reyine
katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
1-
Yasama Komisyonlarının kuruluşu sorunu : Mahkememizin Esas 1968/15, Karar
1968/13 sayılı ve 3, 4 ve 6 Mayıs 1968 günlü kararı için yazmış olduğum karşıoy
yazısının 7. bendinde bütün ayrıntıları ile açıklandığı gibi (24/10/1968 günlü
ve 13035 sayılı Resmî Gazete - Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi sayı 6,
sahife 210-213), Anayasa'nın 85. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, Meclis
çalışmalarının hepsine ve bu arada komisyon çalışmalarına siyasal parti
gruplarının güçleri oranında katılmalarının zorunlu olmasına, komisyon
çalışmalarından ancak Meclisin Genel Kurulunun uygun görme karan üzerine ve
gecikmeleri önlemek için vazgeçilebileceğine, Anayasa'nın da bir takım
komisyonların çalışmalarını öngördükten başka komisyon çalışmalarına Yasama
Meclisi üyelerinin nasıl katılacaklarını düzenleyerek komisyonların yasama
çalışmalarında zorunlu birer varlık oldukları ilkesini benimsemiş bulunmasına
ve çağdaş meclislerde komisyonların uzmanlık çalışmaları yaparak meclislerin
doğru sonuçlara varmalarını sağlayan en önemli birer kuruluş niteliğini
göstermesine ve böylece komisyon çalışmalarının, yasama çalışmalarının
gerçekten sonuca etkili bir bölümünü oluşturmasına göre komiyonların
Anayasa'nın kesin buyruğuna aykırı biçimde kurulmuş olmasının Meclisin
iradesine gölge düşürecek bir eksiklik olduğu anlaşılmaktadır; imdi,
komisyonların kuruluşundaki Anayasa'ya aykırılığın iptal nedeni sayılamıyacağı
yollu görüş Anayasaya aykırıdır.
2-
Yukarı bentte anılan karara ilişkin karşıoy yazısının 2. bendinde ayrıntılı
olarak açıkladığım üzere, Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluşu Meclis
iradesinin belirmesi bakımından temel önemi bulunan olaylardandır. Bu yön,
Mahkememizce verilen ve henüz yayınlanmamış olan Esas 1969/24, Karar 1969/50
sayılı ve 30/9/1969 günlü iptal kararının gerekçelerinin 2. bendinde
ayrıntılariyle tartışılıp belirtilmiş bulunmaktadır. Bir mahkeme olarak,
Anayasa'nın 132. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bütün hukuk kurallarından
önce Anayasa kurallarını uygulaması gereken ve yine Anayasa'nın 147. maddesi
uyarınca Anayasa denetimi konusunda doğrudan doğruya görevli kılman ve 152.
maddesi gereğince yasaların iptaline karar verebilen Anayasa Mahkemesinin
gördüğü belli bir dâva dolayısiyle Anayasa'ya aykırı bulunan içtüzük kuralı
yerine Anayasa kuralını uygulaması anayasal bir ödevdir. Bu nedenlerle
Başkanlık Divanının kuruluşundaki Anayasa'ya aykırılığın yasanın iptaline
yeterli bozukluk sayılmamış olması, Anayasa'ya aykırı bulunduğundan çoğunluk
kararının bu yönüne katılmıyorum.
3-
Ruhsata ilişkin işlemlerin ahenkleştirilmesi ve çabuklaştırılması sorunu :
İnceleme konusu yasanın 2. maddesinin D bendinde ruhsat işlemlerinin
ahenkleştirilmesi ve çabuklaştırılması için Bakanlar Kuruluna kararnameler
çıkarma yetkisi tanınmaktadır. Ruhsat işlemleri genellikle yasalarla
düzenlenmiş bulunduğu için bu işlemlerin çabuklaştırılması ve bunlar arasında
uyum (ahenk) sağlanması zorunlu olarak yasalarda değişiklik anlamına
gelecektir. Çoğunluk kararında yasa koyucunun ereğinin bu türlü değişiklikler
olmadığı, bu yönün kuralın tüm olarak yazılışından ve özelikle ahenkleştirme ve
çabuklaştırma sözlerinin yetkili yerlerin bir arada çalıştırılması sözleri ile
birlikte yazılmış olmasından anlaşıldığı ileri sürülmekte ise de, bu gerekçe
yeterli değildir; çünkü, herhangi bir madde içine konulan bir takım kurallardan
bir bölümünün Anayasa'ya uygun bulunması ya da ancak Anayasa'ya uygun bir
yoruma elverişli olup Anayasa'ya aykırı bir yorum veya uygulamaya elverişli
bulunmaması, öteki kuralların dahi zorunlu olarak Anayasa'ya aykırı
uygulamalara elverişli sayılmaması anlamına gelmez. Tartışma konusu kuralın tüm
olarak yazılışından anlaşılan erek, ruhsat işlemlerinin olabildiğince
çabuklaştırılması için gereken her işlemin kararname ile yapılarak ruhsat
almadaki gecikmelerin önlenmesidir. Yasa kuralı bu açıdan yorumlanınca ve yasa
içinde Anayasa'ya aykırı ve Bakanlar Kuruluna olağan yetkilerini aşan bir hayli
yetki verildiğini gösteren kurallar bulunduğu dahi göz önünde tutulunca,
tartışma konusu kuralın Anayasa'ya uygunluğu artık kabul edilemez. Bu
nedenlerle Bakanlar Kuruluna yasa kurallarım değiştirme yetkisi verdiği için
Anayasa'nın 5. ve 64. maddelerine aykırı bulunan tartışma konusu kuralın iptal
edilmemiş olmasına karşıyım.