ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1968/34
Karar Sayısı:1969/55
Karar Günü:14/10/1969
Resmi Gazete tarih/sayı:22.7.1970/13556
İtirazda
bulunan: Afyon İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi).
İtirazın
konusu: Çeşitli Teadül ve Teşkilât Kanunları ile Diğer Kanunlarda Mevcut Aylık
ve Ücret Tutarlarının Değiştirilmesi hakkındaki 29/2/1959 günlü 7244 sayılı
kanunun 5. maddesinin Anayasa'nın 12., 45. ve 47. maddelerine aykırı bulunduğu
yolunda davacı tarafından ileri sürülen iddianın mahkemece ciddî olduğu
kanısına varılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 151. maddesi uyarınca Anayasa
Mahkemesine başvurulmuştur.
l- O
L A Y :
Davacı
Türkiye Genel Hizmetler işçileri Sendikası (genel iş) nın Afyon Belediyesi
Başkanlığına karşı açtığı, davacının görev bakımından işçi niteliğinde
olduğunun ve adı geçen sendika ile Afyon Belediyesi arasında yapılmış olan
29/11/1966 günlü toplu iş sözleşmesinden yararlanma hakkı bulunduğunun
saptanmasına ilişkin, Afyon ikinci Asliye Hukuk Mahkemesinin 1966/658 esas
sayısını almış bulunan, dâvanın yapılan yargılaması sonunda davacının işçi
sayılmasına ve Genel İş Sendikası ile belediye arasında yapılan toplu iş
sözleşmesinden yararlanmaya hakkı bulunduğuna. 13/3/1967 gününde karar
verilmiştir. Bu hüküm Yargıtay 9. Hukuk Dairesince, "Sendikaya kayıtlı
bazı üyelerin işçi niteliğinde olduklarının tesbitine ilişkin hüküm fıkrası
doğru isede, davalı taraf toplu iş sözleşmesinden faydalandırılmaları istenen
hizmetlilerin 7244 sayılı Kanuna tabî olduklarım savunmuştur. Toplu iş
sözleşmesi, bir özel hukuk ilişkisi olmak bakımından taraflarca kapsamı
serbestçe tayin edilebilir. Ancak kararlaştırılan hükümler kanunların emredici
kurallarına aykırı olmamak gerekir. 7244 sayılı Kanunun 5. maddesinin dördüncü
fıkrası hükmü ile, memurlara tanınmayan hak ve menfaatlerin hizmetliler için de
kabul edilmiyeceği esası konulmuştur. Bununla beraber aynı maddenin beşinci
fıkrası uyarınca bunlardan işçi niteliğinde bulunanlar için hizmetin
gerektirdiği giyecek ve yiyecek sağlanabilir. Görüldüğü gibi bu madde ile işçi
niteliğinde olanlara sağlanabilecek hak ve menfaatlerin en yüksek sınırı belli
edilmiştir. O halde, 7244 sayılı statüye bağlı olup işçi niteliğinde
bulunanlara tanınacak haklar anılan kanunun sınırlandırıcı hükümleri içinde
düşünülmek gerekir. Mahkemece bu yönün gözönünde tutulmamış olması yasaya
aykırıdır." denilerek bozulmuştur. (29/6/ 1967 günlü karar.)
Davacı,
bozmadan sonra yapılan duruşma sırasında (29/4/1968 günlü oturum) Anayasa'ya
aykırılık iddiasında bulunmuş, mahkeme de ayrı oturumda bozmaya uyduktan sonra,
iddianın ciddî olduğu kanısına vararak, Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve
dâvanın geri bırakılmasına karar verilmiştir.
III-
KANUN METİNLERİ :
l-
İptali istenen kanun hükmü :
İtiraz
konusu 7244 sayılı. Çeşitli Teadül ve Teşkilât Kanunları ile Diğer Kanunlarda
Mevcut Aylık, Ücret Tutarlarının Değiştirilmesi Hakkında Kanunun 7/12/ 1967
günlü ve 934 sayılı kanunla değişik 5. maddesi şöyledir:
(Madde
: 5- 30/6/1939 tarihli ve 3656 sayılı kanunun 19., 3/7/1939 tarihli ve 3659
sayılı kanunun 10. ve 17/7/1944 tarihli ve 4620 sayılı kanunun 7. maddeleri
şümulüne giren hizmetlilerin derece ve ücretleri aşağıda gösterilmiştir.
............................................
...........................................
Hizmetli
kadrolarında istihdam edilenlere verilecek ücret, emekliliğe esas ücret
derecelerinin üç yukarı derece ücretini geçemez.
Memurlar
için kanunen tanınmamış olan hak ve menfaatler hizmetliler için de kabul
edilemez .
Ancak
bunlardan İş Kanununa göre işçi vasfında bulunanlar için hizmetin gerektirdiği
nisbette giyecek ve yiyecek temin olunabilir.)
2-
Dayanılan Anayasa hükümleri:
(Madde
12- Herkes, dil, ırk cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.)
(Madde
45- Devlet, çalışanların, yaptıkları işe uygun ve insanlık haysiyetine yaraşır
bir yaşayış seviyesi sağlamalarına elverişli adaletli bir ücret elde etmeleri
için gerekli tedbirleri alır.)
(Madde
47- İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını
korumak veya düzeltmek amacı ile toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.
Grev
hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla
düzenlenir.)
IV-
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi içtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 6/6/1963 gününde Başkan İbrahim
Senil, Başkan Vekili Lûtfi Ömerbaş, Üye İhsan Keçecioğlu, Salim Başol,
Feyzullah Uslu, Şeref Hocaoğlu, Fazlı Öztan, Celâlettin Kuralmen, Hakkı
Ketenoğlu, Sait Koçak, Avni Gİvda, Recai Seçkin, Halit Zarbun, Ziya Önel ve
Muhittin Gürün'ün katılmalariyle yapılan toplantıda, Afyon 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi Yargıtay'ın bozma kararından sonraki tutanak örneklerini göndermediği
gibi, kendisi davacının ileri sürdüğü Anayasa'ya aykırılık iddiasının ciddî
olduğu kanasına götüren görüşünü açıklayan karar örneğini de göndermediğinden
ve 7244 sayılı Yasanın hangi nedenlerle Anayasa'nın 47. maddesine aykırı olduğu
konusunda Mahkemenin görüşü başlıklı tarihsiz yazı ise karar niteliği
taşımadığından mahkemenin 44 sayılı Kanunun 27. maddesi hükümlerini gözönünde
tutarak yukarıda belirtilen eksiklikleri tamamlaması için dosyanın geri
çevrilmesine tutanaklar konusunda oybirliğiyle öteki konuda üyelerden İhsan
Keçecioğlu'nun karşı oyu ile ve oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Afyon
2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/6/1969 günlü ve 1967/432 sayılı yazısı ile
birlikte gelen kâğıtlara göre eksikliklerin tamamlandığı anlaşıldığından işin
esasının incelenmesi, 9/7/1968 gününde oybirliğiyle kararlaştırılmıştır.
V-
ESASIN İNCELENMESİ :
İtirazın
esasına ilişkin rapor, Mahkemenin gerekçeli karan ve dosyada bulunan kâğıtlar,
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun hükümleri, iptal istemine dayanak
gösterilen Anayasa maddeleri ve konu ile ilgili öteki metinler ve bunlara
ilişkin gerekçeler ve Meclis görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği
görüşülüp düşünüldü :
1-
Mahkemenin, itiraz konusu hüküm için kullandığı "7244 sayılı Kanunun 5.
maddesi" deyimi ile hangi maddeyi kastetdiği sorunu :
Bu
sorunun ilk önce tartışma konusu yapılarak bir karara bağlanması gerekli
görülmüştür. Afyon 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin dâvanın açıldığı gün ile
mahkemece verilen hükmün Yargıtay'ca bozulduğu 29/6/1967 gününde, 7244 sayılı
ve 29/2/1959 günlü (Çeşitli Teadül ve Teşkilât Kanunları ile Diğer Kanunlarda Mevcut
Aylık, Ücret Tutarlarının Değiştirilmesi hakkında Kanun) nün 5. maddesinin
yürürlükte olduğu, mahkeme hükmünün Yargıtay'ca bozulmasından sonra yapılan
duruşma sırasında davacı tarafın Anayasa'ya aykırılığı ileri sürdüğü ve
mahkemenin de iddianın ciddî olduğu kanısına vararak Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına karar verdiği 29/4/1968 gününde ise maddenin 7/12/1967 günlü ve
934 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunduğu, ancak bu değiştirmede itiraza konu
olan ilkelere dokunulmadığı anlaşılmaktadır.
Davacı
taraf, Anayasa'ya aykırılık iddiasında 7244 sayılı Kanunun 5. maddesini ileri
sürdüğü gibi, mahkeme de Anayasa Mahkemesine başvurma kararında itiraz konusu
kanun metni için kesin olarak "7244 sayılı Kanunun 5. maddesi"
deyimini kullanmış ve böylece mahkemenin, bu deyimle Anayasa'ya aykırılık
iddiasının ciddî olduğu kanısına vardığı günde yürürlükte bulunan 7244 sayılı
Kanunun 7/12/1967 günlü ve 934 sayılı Kanunla değişik 5. maddesini kastetmiş
olduğunun kabulü ile itirazın incelenmesi gerektiğine, üyelerden Celâlettin
Kuralmen, Halit Zarbun ve Ziya Önel'in, karşı oylarıyle ve oyçokluğu ile karar
verilmiştir.
2-
7244 sayılı Kanunun 7/12/1967 günlü ve 934 sayılı Kanunla değişik 5. maddesinin
şekil yönünden iptali gerekip gerekmediği sorunu :
İtiraz
konusu 5. maddenin Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edildiği tarihlerde
Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle kanun şekil
yönünden iptali gerektiği hususu davacı ve mahkeme tarafından Anayasa'ya
aykırılığa ilişkin gerekçelerde ileri sürülmemiş ise de, 44 sayılı Kanunun 28.
maddesinin birinci fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi, kanunların ve yasama
meclisleri içtüzüklerinin Anayasa'ya aykırılığı hususunda ilgililer tarafından
ileri sürülen gerekçelere dayanmağa mecbur değildir. Mahkeme, istekle bağlı
olmak kaydıyle başka gerekçe ile de Anayasa'ya aykırılık kararı verebilir. Bu
nedenle şekil yönü kurulca kendiliğinden incelenmiştir.
İptal
dâvasına esas olan 934 sayılı Kanunun Millet Meclisinde görüşülüp kabul
edildiği sırada görevli Başkanlık Divanına Türkiye İşçi Partisi Grubundan üye
alınmamış olduğu görülmektedir. Bu divan, Anayasa Mahkemesince 21/2/1963 günlü,
esas 1967/6, karar 1968/9 sayılı kararla iptal edilen 1/11/1966 ve 2/11/1966
günlü Meclis kararları uyarınca kurulmuştur.
Anayasa
Mahkemesinin az önce anılan 27/2/1968 günlü kararında belirtildiği üzere,
Başkanlık Divanının kuruluşuna ilişkin Millet Meclisi kararı, içtüzük kuralı
koyma niteliğinde bir karardır. Ve bundan dolayı Anayasa'nın 84. vs 85.
maddeleri kapsamına girmektedir.
Dâva
konusu 7/12/1967 günlü ve 934 sayılı Kanun 28/5/1967 den 18/7/1967 ye değin
geçen dönem içinde Millet Meclisinde görüşülmüş bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin iptal karan ise, 28/2/1968 de verilmiş olup Anayasa'nın 152.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasına göre iptal karan, geriye yürümiyeceği
gibi mahkemece iptal edilen kanun veya içtüzük, karar verildiği gün yürürlükten
kalkar. Bu Anayasa kuralları uyarınca 27/2/1968 de iptal edilmiş bulunan Millet
Meclisi kararının geçersiz duruma girmesi, o günden başlamıştır. Bu iptalin
daha önceki bir dönemde Millet Meclisince kurulmuş bulunan Millet Meclisi
Başkanlık Divanıma hukukî durumu üzerinde herhangi bir etkisi olacağını kabul
etmek, iptal kararını geriye yürütmek anlamına gelir ki böyle bir anlayış az
önce belirtilen Anayasa ilkeleriyle bağdaştırılamaz. Bu nedenlerle Başkanlık
Divanının Türkiye İşçi Partisi Grubundan üye alınmaksızın kurulmuş olmasının,
inceleme konusu Kanunun iptalini gerektirmediğine karar verilmelidir.
Şeref
Hocaoğlu, Fazlı Öztan, Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet Akar
bu görüşe katılmamışlardır.
3-
7244 sayılı Kanunun, 934 sayılı Kanunla değişik 5. maddesinin esas yönünden
Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
İptali
istenen 5. maddenin Anayasa'ya aykırı olup olmadığının belli edimesi, bu
maddedeki "hizmetliler" deyimine verilecek anlama ve bu maddenin İş
Kanununa göre işçi niteliğinde olanları kapsayıp kapsamadığının açıklığa
kavuşturulmasına bağlı bulunmaktadır.
Sözü
geçen 5. maddede anılan hizmetliler, birinci fıkrada yazılı olduğu üzere, 3656
sayılı Kanunun 19., 3659 sayılı Kanunun 10. ve 4620 sayılı Kanunun 7.
maddelerinde belirtilen ve hizmetli kadrolarında çalışan kimselerdir.
Anayasa'ya
aykırılık ileri sürülmüş bulunmasına göre, ilk önce 5. maddedeki hizmetliler
deyiminin. Anayasa açısından anlamının araştırılması gerekmektedir. Anayasa'nın
46. maddesi sendika kurma hakkı yönünden bir tanımlama yaparak sendika kurma
hakkına sahip olanları çalışanlar ve işverenler adı altında ve birbirinin
karşıtı olmak üzere iki grupta toplamış ve genel nitelikte
"çalışanlar" deyimi içine giren kamu hizmeti görevlilerini de işçi
niteliği taşıyan ve işçi niteliği taşımayan olmak üzere ikiye ayırarak sendika
kurma hakkına bu iki guruba göre farklı biçimde düzenlemiştir.
Anayasa'nın
117. maddesi de, maddede yazılı nitelikte görevlerin memurlar eliyle
görüleceğini bildirmiştir. 46. ve 117. maddelerden çıkan anlama göre memurlar,
işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinden bir bölümünü
oluşturmaktadır.
Anayasa'nın
46. maddesi, memurdan söz etmediği gibi, 117. maddeye bir göndermede
bulunmamış, aynı suretle 117. madde de 46. maddeye herhangi bir gönderme
yapmadan, memuru tanımlamamakla birlikte, onun gördüğü hizmetin niteliğini
belirtmiştir.
Şu
halde 117. maddedeki memur sözü ile 46. maddedeki işçi niteliğini taşımayan
kamu hizmeti görevlisi deyimi, .aynı zümreyi anlatan eşdeyimler değildirler.
işçi niteliğini taşımayan bütün kamu hizmeti görevlilerin memur
sayılamayacakları gibi, memur niteliğinde olmayan bütün kamu hizmeti
görevlileri de işçi sayılamazlar. Anayasa'da işçi, memur ve işçi niteliği
taşımayan kamu hizmeti görevlileri kavramlarının, ayrı ayrı söz konusu edilmiş
olması, bunların birbirinden ayrı nitelikte olduklarının kabul edildiğini
gösterir.
Memur
deyimi içine giren kamu hizmeti görevlilerinin, işçi niteliğini taşımadıkları
açıktır. Ancak, memur deyimi içine girmeyen ve işçi niteliği de bulunmayan kamu
hizmeti görevlileri kimlerdir. Diğer bir deyimle, memurlar dışındaki kamu
hizmeti görevlilerinden işçi niteliğinde olanlarla olmayanlar nasıl belli
olacaktır. Bunun anlaşılabilmesi için önce kimin kamu hizmeti görevlisi
sayılması gerektiği araştırılmalıdır.
Kanunla
düzenlenen bir kamu hizmetini yürüten bir kuruluşta, cinsi ne olursa olsun,
sürekli bir görev yerine getiren herkes, sonuç bakımından o kamu hizmetinin tam
olarak yürütülmesine katılmış bulunduğundan kamu hizmeti görevlisi
sayılmalıdır.
Anayasa,
ne gibi hizmetleri görenlere memur denileceğini belirtmiş fakat kamu
hizmetlerinden hangi nitelikte olanları görenlerin işçi niteliğinde olacağı
hakkında bir işaret vermemiştir. Bu duruma göre kamu hizmeti görevlilerinden
kimlerin işçi sayılacağı sorununun çözümlenmesi için şu görüşler öne
sürülebilir:
l-
Yasalara göre işçi tanımlanması; kamu hizmeti görevlilerinden durumlar
yürürlükteki yasaların işçi tanımlamasına uyanlar, işçi sayılmalıdır. Ancak bu,
nesnel bir esas değildir. Yasa koyucundan yasa koyucuya ve dolayısıyla bu
yasaları meydana getiren iktidar partilerinin veya onlarla aynı düşüncede olan
diğer partilerin anlayışına göre işçi tanımlaması değişmektedir. Nitekim bizde
eski İş Kanunu ile yeni İş Kanununun işçi tanımlaması arasında büyük ayrılık
vardır. Böyle her zaman değişebilecek esasa dayanılınca Anayasa'nın 46.
maddesinde yer alan temel hak, bu niteliğini yitirir ve bugün bu haklardan
yararlanan bir zümre, ertesi gün tanımlama değişmekle bu haklardan yoksun kalır
ve bu durumda Anayasal denetimde yapılamaz hale gelir. Zira kanun ne derse onun
kabulü gerekir. Bu nedenle de nesnel ve değişmez bir esasa yönelmek zorunlu
olur.
II-
Sosyal değerlemeye göre işçi tanımlaması :
Bunun
için toplumun, kimi işçi sayıp kimi saymadığının araştırılması ve özel sektör
hizmetleri ile kamu hizmetlerinde görev alanlar arasında bir ayırım yapmakta
bulunup bulunmadığının üzerinde durulması gerekmektedir.
Bu
gün sosyal değerlemeye göre, özel sektörde çalışanlar, genel olarak işçi diye
tanımlanmaktadır. Kamu sektöründe çalışanlar ise,
a-
Aslî ve sürekli görevlerde çalışanlar (memurlar),
b-
Yardımcı fakat sürekli görevde çalışanlar (hizmetliler) olmak üzere iki bölüme
ayrılmışlardır. İşte (a) bölümündekiler Anayasa'nın 117. maddesinde sözü edilen
memurlardır. Bunlar aynı zamanda Anayasa'nın 46. maddesinde bildirilen, işçi
niteliğini taşımayan, kamu hizmeti görevlilerinin bir kısmıdır.
(b)
bendindeki yardımcı fıkra sürekli görevlerde çalışanlar ise 46. maddede anılan,
işçi niteliği taşımayan, kamu hizmeti görevlileridir. Bunlar nitelikleri
bakımından iki guruba ayrılabilirler.
1)
Bir kısım memurlar tarafından görülen hizmetlere çok yakından yardım ederler.
Bunların çalışması olmaksızın memurların hizmeti yürütmesi mümkün değildir .
2)
Diğer bir kısmı ise hizmetle uzaktan ve dolaylı olarak ilgilidirler. Bunlar,
çalışma koşullan ve biçimleri bakımından özel sektörde çalışan işçilere
benzerlerde de, hizmet sözleşmesiyle işe alınmadıkları ve iş koşullariyle ücret
durumları kanunla belirtildiği için, İş Kanununa göre bile işçi niteliğinde
değildirler.
Yukarıdan
beri açıklanan nedenlerle iptali istenen 5. maddenin birinci fıkrasında
belirtilen kanunların maddelerinde gösterilen kimselerin, kamu hizmeti
görevlisi ve kamu hukuku statüsü personeli olduklarının kabul edilmesi
suretiyle, bunları, Anayasanın 46. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan işçi
niteliğini taşımayan kamu hizmeti görevlisi saymak gerekmektedir. Bu
hizmetlilerin, 3656, 3659 ve 4620 sayılı Kanunlara bağlı olmadıkları bu
kanunlarda açıklanmış ise de bunlar, kamu hizmeti gördüklerinden bir kamu
kanunu niteliğinde olan 7244 sayılı Kanunun 934 sayılı Kanunla değişik 5,
maddesinde gösterilen bir kamu hukuku statüsüne bağlı tutulmuşlardır. Böylece
bu kadrolardaki çalışma koşullan ve ücret durumları gibi en esaslı unsurlar,
bir kamu kanunu ile düzenlenmiş bulunduğundan bu kadrolarda çalışanların, özel
hukuk kesimindeki hizmet akti ile ilişkisi olmadığı, ancak kamu hukuku statüsü
ile ilişkisi olduğu anlaşılır.
İptali
istenen 5. maddedeki (bunlardan İş Kanununa göre işçi vasfında bulunanlar ...)
ibaresine gelince : Madde konusuna giren hizmetlileri, işçi saymanın mümkün
bulunmadığı yukarıdaki açıklamada belirtilmiştir. Şu duruma göre burada geçen
"İş Kanununa göre işçi vasfında olmak" ibaresi ile, yaptıkları işin
konusu bakımından işçilere benzeyen hizmetliler kastedilmektedir. Yani söz konusu
ibare, 7244 sayılı Kanunun kabul edildiği günde yürürlükte bulunan İş
Kanunundaki işçi tanımlamasında olduğu gibi, bunlardan sadece bedenî veya fikrî
ve bedenî çalışma yapanlara, hizmetin gerektirdiği giyecek ve yiyecek
verilebileceğini anlatmaktadır.
Bu
bakımdan iptali istenen 5. maddedeki ibareden, "kanunun kendisi bile
bunlardan bazılarının işçi olabileceklerini kabul etmiştir." sonucunun
çıkarılması yanlış olur. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere İş Kanununa göre
işçi niteliğinde olanlar, söz konusu 7244 sayılı Kanunun, 934 sayılı Kanunla
değişik 5. maddesinin kapsamı dışında kaldıklarından itiraz konusu 5. madde,
Anayasa'ya aykırı değildir ve itirazın reddi gerekir .
Üyelerden
Feyzullah Uslu, Muhittin Taylan, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ziya Önel bu
görüşe katılmamışlardır.
SONUÇ
:
1-
934 sayılı Kanunun kabulü sırasındaki Millet Meclisi Başkanlık Divanının
kuruluş biçiminin hükmün şekil yönünden iptalini gerektirmediğine üyelerden
Şeref Hocaoğlu, Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin, Ahmet Akar ve Ziya
Önel' in karşı oylariyle ve oyçokluğu ile,
2-
İtiraz konusu 5. maddenin, işçileri kapsamadığına ve bu nedenle Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve itirazın reddine üyelerden Feyzullah Uslu, Muhittin
Taylan, Şahap Arıç, Recai Seçkin ve Ziya Önel'in karşı oylariyle ve oyçokluğu
ile 14/10/1969 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
Üye
A.
Şeref Hocaoğlu
|
Üye
Celalettin
Kuralmen
|
|
|
|
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazıl
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
Üye
Avni
Givda
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Şahap
Arıç
|
Üye
Recai
Seçkin
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞI
OY YAZISI
Çoğunluk
kararı, iptal konusu madde kuralının işçileri kapsamadığı bu maddenin son
fıkrasındaki "İş Kanununa göre işçi vasfında bulunanlar" deyiminin
kapsamına işçilerin girdiği anlamına gelmediği temeline dayanmaktadır.
1-
Maddenin son fıkrasının yazılışına göre kendisinde işçi niteliği olanlar dahî
bu madde kapsamına girmektedir. Gerçekten, gerek genel dil bakımından, gerekse
hukuk deyimleri bakımından İş Kanununa göre işçi vasfında bulunanlar"
sözleri, gördükleri işin niteliği ve kendi hukukî durumları açısından işçi olan
kimseler demektir. Nitekim İş Kanununun ereklerinden birisi işçilerin
korunmasına, haklarına ve ödevlerine ilişkin kurallar koymak ve öbürü ise işçi
olan ve olmayan kişileri ayırdetmeye yarıyan ölçüler koymaktır ve yine bir
kimsenin işçi vasfında bugünkü öztürkçe deyime göre işçi niteliğinde olması
demek, o kimsenin hukuk açısından işçi olması demektir,.
2-
İptal istemine konu olan değişik 5. madde anılan yasa maddeleri incelendiği
zaman dahi bu 5. maddedeki kuralların kapsamına yine işçilerin girdiği
görülmektedir.
a)
3656 sayılı Yasa'nın 19. madesinde anılan kimseler : Odacı, kolcu, bekçi evrak
müvezziî, gemi mürettebatı, ücretli ve aidatlı tahsildar, daktilo ve steno ve
benzerleridir.
b)
3656 sayılı Yasa'nın 10. maddesinde anılan kimseler : Doktorlar, avukatlar,
aidatlı ve ücretli tahsildarlar, satış memurları, ambar memurları, daktilolar,
stenolar, mekanograflar, kâğıt dağıtıcılar, bekçi kolcu, kaloriferci, şoför,
odacı ve bade melerde gibi hizmetlilerle, her kurulusun özel yapısına göre
çalıştırılmasına gerekli göreceği geçici veya türlü hizmetliler veya genellikle
işçi, usta ve ustabaşılardır.
c)
4620 sayılı Yasa'nın 7. madesinde de, kolcu, kâğıt dağıtıcısı, daktilo, steno,
mekanograf, makastar terzi, uzman bahçıvan gibi kimseler yer almıştır.
Bu
maddelerde de yer alan ve anılan görevlilerden bir çoğunun yalnızca beden
işleri gören, ya da beden çalışması beyin çalışmasına üstün bulunan kimseler
olduğu ve böylelikle 7244 sayılı Yasa'nın kabul edildiği tarihte yürürlükte
bulunan 300' sayılı İş Kanununun 1. maddesi hükümlerince işçi sayıldıkları
anlaşılmaktadır.
3-
T.C. Emekli Sandığı Yasasına 63İ1 sayıl] Yasa ile eklenen geçici 90. maddenin
yazılışı dahi, Türk yasalarında işçi niteliğinde bulunan hizmetlilere yer
verildiğini ve böylelikle hizmetlilerin işçi niteliğinde olan ve olmıyan
hizmetliler türlerine ayrıldığını açıkça göstermektedir.
Sözü
edilen madde şöyle yazılmıştır :
"Muvakkat
Madde 90.- İş Kanununun tatbik olunduğu iş yerlerindeki İşci vasfını haiz her
çeşit hizmetlilerden 1/1/1950 tarihinden önce mülga emekli sandıklarıyla
ilgilendirilmiş bulunanların T.C. Emekli Sandığı ile olan ilgileri devam eder.
Bunlardan 1/1/1950 tarihinden sonra işe girerek T.C. Emekli Sandığı İle ilgilendirilmiş
bulunanların Emekli Sandığı ile alâkaları kesilir ve istihkaklarından sandık
geliri olarak kesilmiş bulunan emekli keseneği ve karşılığı yüzde onların
sekizi T.C. Emekli Sandığınca yüzde üçbucuk faiziyle birlikte İşçi Sigortaları
Kurumuna devir edilir. Emekli keseneğinden bakiye kalan bir ile giriş keseneği
ve artış farkları ilgiliye ve emekli keseneği karşılığından bakiye kalan diğer
birlerle giriş keseneği ve artış farkları karşılıkları kurumuna iade
olunur."
Yine
624 sayılı "Devlet Personeli Sendikaları Kanunu" adlı Yasanın birinci
maddesindeki kural dahi kamu hizmeti görevlilerinin işçi niteliğinde olanları
ve olmayanları bulunduğunu ve "İşçi niteliğinde olanlar" deyimi ile
kısaca işçi dediğimiz kimselerin anlatılmak istendiğini göstermektedir. Sözü
edilen madde şöyledir :
"Madde
: l- İşçi niteliğinde olanlar dışında kamu hizmeti personeli, ortak meslekî,
kültürel, sosyal ve iktisadî hak ve menfaatlerini korumak, özellikle meslekî
gelişmeyi ve aralarındaki yardımlaşmayı sağlamak amacı ile kuracakları
sendikalar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır."
4-
Anayasa'mızdaki işçilerle memurlara ve genellikle çalışanlara ilişkin,
hükümleri gözden geçirdiğimizde 46. maddede "çalışanlar" ın
sendikalar ve sendika birlikleri kurma yetkisine sahip olduklarının, ancak
(işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlileri) nin bu alandaki haklarının
kanunla düzenleneceğinin 47. maddesinde işçilerin toplu sözleşme ve grev
haklarına sahip olduklarının, 117. maddesinde ise Devletin öbür kamu tüzel
kişilerinin genel idare kurallarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerin memurlar eliyle
görülmesinin kurala bağlandığı saptanmaktadır.
Bütün
bu hükümleri gözönünde tutan Anayasa Mahkemesi esas : 1963/336 karar : 1967/29
sayılı ve 26-27/9/1967 günlü kararında {19/10/1968 günlü, 13031 sayılı Resmî
Gazete - S. 3, Sütun 2 ve S. 4, Sütun : l -Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi
Sayı : 6 Sayfa : 14) konumuzu aydınlatan şu açıklamalar yer almıştır.
Görülüyor
ki (çalışanlar) deyimi soyut bir deyim olarak değil, sendika özgürlüğü ile
ilgili olarak kullanılmıştır. Bundan ötürü (çalışanlar) deyimini Anayasa'daki
yerini gözönünde tutarak sendika özgürlüğünden batı demokrasilerinde ne
anlaşılıyorsa öyle anlayarak yorumlamak gerekir. Bu nedenlerle 46. maddedeki
(çalışanlar) deyiminden ereğin geçimini emeği ile sağlayan kişiler,
çalıştırılanlar geniş anlamı ile işçiler olduğu kolaylıkla anlaşılır. Bu
deyimin, sosyolojik bakımdan işçi sınıfını teşkil eden varlıkla, özel kesimde
ve kamu kesiminde çalıştırılanları kapsadığını kabul etmek her iki kitleyi
çalıştırılanlar kavramı içinde düşünmek yukarıda açıklanan Anayasa yapısına
uygun düşer. ... Çalıştırılanlar da biri işçi niteliğini taşımayan kamu hizmeti
görevlileri yani memurlar, diğeri de geniş anlamı ile işçiler olmak üzere iki
türlüdür. Anayasa'nın 46. madesinin birinci fıkrası, her iki tür çalışanların,
sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten
ayrılma haklarını belirterek bir kural koymakta, ikinci fıkrası da, gördükleri
hizmetin niteliği yönünden bir ayırım yaparak işçi niteliğini taşımayan kamu
hizmeti görevlilerinin bu alandaki haklarının kanunla düzenleneceğini
belirtmektedir ......... Sosyal ekonomi açısından insan gücü; çalışanlar
çalıştırılanlar ve kendi hesabına çalışanlar olmak üzere üçe ve çalışanlar da
işçiler ve memurlar diye ikiye ayrılmaktadır. Anayasa'nın bu alanda yaptığı
bölüm, sosyal açıdan yapılan bölüştürmeye de uygundur ve yukarıda belirtilen
görüşü doğrulayıcıdır.
Bu
açıklamalardan anlaşılıyor ki Anayasa Mahkemesi sosyal anlamda, daha başka
deyimle sosyolojik anlamda işçi sayılan kimseleri Anayasa açısından işçi
saymıştır. Bu günkü iş uygulamalarında egemen olan görüşe göre yaptığı iş
beyninden çok işçinin bedenine dayanan konularda o kimse işçi sayılır. Bu
ölçüye göre yukarıki ikinci bentte a, b ,c harfleri altında anılan yasa
kurallarında sayılan kimselerin büyük bir çoğunluğu sosyal açıdan işçidirler.
İmdi bu gerçek karşısında tartışma konusu 5. maddenin işçileri değil, ancak hizmetlileri
kapsadığı görüşü Anayasa'nın koyduğu ilkelerle bağdaştırılamaz.
Bundan
başka Anayasa'mız bütün ilkeleri ve özel hükümleri ile özgürlüğe ve
olabildiğince daha az sınırlandırmaya yönelmiş olması bakımından duraksama
halinde, herhangi bir yasada durumu düzenlenen kimsenin hukukî durumca, bir çok
sınırlandırmaları gerekli kılan memur değil, bir çok özgürlüklerden yararlanan
bir işçi sayılması gerekmektedir. Çoğunluğun görüşü bu bakımdan da Anayasa'nın
ilkeleri ile çatışmaktadır. Gerçekten herhangi bir kuralın yorumunda o kuralın
Anayasa'nın gösterdiği doğrultulara ve Anayasa'nın temeli olan ilkelere uygun
biçimde yorumlanması Anayasa'nın 8. maddesinde açıklanan Anayasa üstünlüğü
ilkesinin ve Anayasa'nın Devlet organlarını ve kamu kişileri ve özel kişileri
bile bağlayıcı bulunmasının zorunlu sonucudur. Görülüyor ki çoğunluğun
benimsediği yorum biçimi, bu ilkelerle bağdaşmakta değildir.
5-
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ve Hukuk Genel Kurulunun içtihatlarını
incelediğimizde tartışma konusu yasa hükmünün Devlet örgütlerinde kamu tüzel
kişileri ile iktisadî devlet kuruluşlarında çalışan işçileri de kapsadığı
yolunda yorumlandığı görülür. (Örneğin : 9. Hukuk Dairesi, Esas 6952, Karar
7213 sayılı, 11/7/1966 günlü ve Esas 10697 Karar 10004 sayılı ve 23/10/1967 günlü
ve Esas 2454. Karar 2364 sayılı ve 17/4/1964 günlü kararları - Türk İş Hukuku
Yargıtay Emsal Kararları - A. Baki Orhaner ve Süleyman Orhaner - Sevinç
Matbaası, Ankara 1969, S, 506 - 508).
Anayasa
Mahkemesi Anayasa'ya aykırı olan yasaların hukuk düzeninden ayıklanması ve
böylece Anayasa'ya uygun kuralların ve Anayasa'nın Türk Hukuk düzeninde egemen
kılınması ereği ile kurulmuştur, ve bu bakımdan mahkemenin verdiği kararlar
bütün mahkemeleri bağlar (T.C. Anayasa'sı Madde : 152, Fıkra : 4). Ancak bu bağlayıcılık
kararların hüküm fıkraları, başka deyimle sonuçları bakımdandır, yoksa Anayasa
Mahkemesinin herhangi bir sonuca varmak için kararının temeli olarak
benimsediği gerekçeler, mahkemeleri bağlayamaz. Bu bakımdan Anayasa
Mahkemesinin kararında herhangi bir yasanın Yargıtay veya Danıştay ya da Askerî
Yargıtay'ca yanlış yorumlandığını anlatır bir gerekçe benimsemiş bulunması
durumunda o gerekçe, sözü edilen mahkemeleri ve onlara bağlı alt yargı
yerlerini bağlayıcı nitelikte değildir. Bunun sonucu olarak tartışma konusu
madde ile işçi haklarının Anayasa'ya aykırı biçimde sınırlandırılması kuralının
uygulanması sürüp gidecektir. Bu ise Anayasa Mahkemesinin az yukarıda anılan
Anayasa'ya aykırı hükümlerin ayıklanması ve Anayasa'ya uygun düzenin
gerçekleşmesi yolundaki kuruluş ereğine aykırı düşecektir. Bir iki olayda
benimsenen bir uygulamanın Anayasa Mahkemesini bağlayıcı mahkemeler arasındaki
bağımsızlık açısından düşünülemezse de, kökleşmiş nitelikteki bir içtihat
sonunda herhangi bir yasa hükmünün Anayasa'ya aykırı bîr düzenin
gerçekleşmesine yol açtığı durumlarda Anayasa Mahkemesinin kendi kuruluş
amacını ve görevini gözönünde tutarak başka yüksek mahkemelerce benimsenmiş
olan yoruma göre yasa hükmünün Anayasa'ya uygun veya aykırı olduğunu
belirlemesi, anayasal bir zorunluk olarak ortaya çıkmaktadır. Çoğunluk
kararında bütün bu yönler gözönünde tutulmayarak tartışma konusu maddenin
işçileri kapsamına almadığı görüşünü benimseyip itirazın reddolunması Anayasa
Mahkemesinin kendi kuruluş amacına ve Anayasa'nın kendisine yüklediği göreve
açıkça aykırıdır,
6-
Bir an için çoğunluğun görüşü doğru sayılsa bile, bu olayın özelliği gözönünde
tutularak başka bir sonuca varılmak gereklidir; itiraz konusu işte mahkeme,
davacının işçi olduğunun saptanmasına ve kendisinin işverenle yapılmış olan
toplu sözleşmeden yararlanmaya hakkı bulunduğuna karar vermiştir. Bu karan
inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 29/6/1967 gün, Esas : 4160 ve Karar: 5434
sayılı ilâmı ile (l - Yapılan soruşturmaya toplanan delillere ve kararın dayandığı
gerekçeye göre' sendikaya kayıtlı bâzı üyelerin işçi niteliğinde olduklarının
tesbitine ilişkin hüküm fıkrası doğrudur. 2 - Gerçekten dâvâlı taraf, toplu iş
sözleşmesinden faydalandırılmak istenen hizmetlilerin 7244 sayılı Kanuna tâbi
olduklarını savunmuştur. Toplu iş sözleşmesi, bir özel hukuk ilişkisi olması
bakımından taraflarca kapsamı serbestçe tâyin edebilir. Ancak kararlaştırılan
hükümlerin kanunların emredici kurallarına aykırı olması gerekir. 7244 sayılı
Kanunun 5. maddesinin dördüncü fıkrası hükmü ile memurlara tanınmayan hak ve
menfaatlerin en yüksek sınırı belli edilmiştir, o halde 7244 sayılı Yasa'ya
bağlı olup işçi niteliğinde bulunanlara tanınacak haklar anılan kanunun
sınırlandırıcı hükümleri içinde düşünmek gerekir. Mahkemece bu yönün gözönünde
tutulmuş olmaması yasaya aykırı ve dâvâlı tarafın temyiz itirazı yalnız bu
bakımdan yerindedir. Sonuç : Temyiz olunan kararın yalnız ikinci bendinde
açıklanan sebepten bozulmasına ve diğer
İtirazların
reddine) denilerek mahkemece kararın işçiliğinin saptanmasına ilişkin bölümü
onanmış, toplu sözleşmeden yararlanmaya ilişkin bölümü ise yalnız bir yönden
bozulmuştur ve mahkeme bu bozma kararına uymuştur.
Mahkemenin
bozma kararına uymuş olması sonunda hiç değilse bu dâvada itiraz konusu madde
hüküm işçi niteliği kesinlikle belirmiş bulunan kimselere uygulanacaktır ve hiç
değilse bu dâvada Anayasa'ya aykırı bir kural bir veya bir kaç yurttaşa
uygulanacaktır. Anayasa Mahkemesinin bu durumu gözönünde tutarak Anayasa'nın
152. maddesinin dördüncü fıkrasındaki (Anayasa Mahkemesi diğer mahkemelerden
gelen Anayasa'ya aykırılık iddiaları üzerinde verdiği hükümlerin olayla sınırlı
ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına da karar verebilir.) kuralım uygulayıp
yalnızca işi bize getiren mahkeme görülmekte bulunan dâva bakımından ve bu
dâvanın yanlarını bağlayıcı olmak üzere iptal kararı vermesi gerekli iken
çoğunlukça bu yönün dahi düşünülmemiş olması Anayasa'ya aykırıdır.
7-
Çoğunluğun görüşü kabul edilecek olursa Devletin işçi çalıştırması gereken bir
takım işlerinde hizmetli ya da memur durumunda olan kimseleri
çalıştırabileceği, başka deyimle sosyal açıdan işçi sayılması gereken kişilerin
görecekleri işlerde o kişilerle hizmet veya iş akdi yapacak yerde onları kamu
hukukuna ilişkin bir duruma memur ya da hizmetli durumuna sokan bir yasa kabul
ederek işçi durumundan çıkarmaya ve böylece Anayasa'nın işçilere tanıdığı
haklardan onları yoksun bırakmağa yetkili olduğu ilkesi benimsenecek demektir;
oysa Anayasa hükümlerinin bu yolla uygulama dışı bırakılarak işçi haklarının
daraltılması, Anayasa'nın özellikle 46. ve 47. maddelerinde hem söz, hem de öz
bakımdan aykırı düşecektir. Gerçekten tartışma konusu maddenin kapsamına giren
çalışanlardan büyük bir bölümü sosyal açıdan işçi sayılması gereken ve emeği
beden emeği niteliğinde bulunan kişilerdir. Bunların kamu hukuku düzenine başka
deyimle memur ya da hizmetli durumuna sokulması (iş akdi yerine atama işlemi
ile çalıştırılması) kendilerine Anayasa'nın hükümlerine aykırı bir hukukî
durumun tanınması dernek olacaktır.
SONUÇ
: Çoğunluğun kararı yukarıda açıklandığı üzere Anayasa hükümlerine ve bu arada
Anayasa Mahkemesinin kuruluş ereğine ve görevlerine ilişkin Anayasa ilkelerine
açıkça aykırı bulunduğu için o karara katılmıyoruz.
|
|
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Recai
Seçkin
|
KARŞI
OY YAZISI
Kararda
açıklandığı üzere itiraz konusu 7244 sayılı Yasanın, 5. maddesini değiştiren
7/12/1967 günlü, 934 sayılı Yasaya ilişkin tasarı Millet Meclisi Genci
Kurulunda görüşülüp kabul edildiği sırada İçtüzük düzenlemesi niteliğindeki
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi Kararları uyarınca ve Türkiye İşçi
Partisi Grubundan üye alınmamak suretiyle kurulan Başkanlık Divanı görevli
bulunmakta idi. Bu Başkanlık Divanının kuruluşuna dayanak olan iki karar daha
sonra Anayasa Mahkemesinin 27/2/1968 günlü, E. 1967/6 - K. 1968/9 sayılı kararı
ile ve Anayasa'ya aykırı görülerek iptal edilmiştir. (18/9/1968 günlü, 13004
sayılı Resmî Gazete.)
Çoğunluk
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi Kararlarının, Anayasa'nın 152. maddesi
uyarınca, ancak 27/2/1968 gününde yürürlükten kalktığı; 933 sayılı Kanuna
ilişkin tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülüp kabul edilmesi
sırasında 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü Millet Meclisi kararları yürürlükte
bulunduğu için bunlara dayanılarak kurulmuş Başkanlık Divanının hukukça geçerli
olduğu; aksini düşünmenin Anayasa Mahkemesinin iptal kararını geriye yürür
saymak olacağı ve bunun da Anayasa'nın 152. maddesine aykırı düşeceği
görüşündedir.
Şurada,
önemi ve etkisi olmamakla birlikte, bir noktaya değinmek yerinde olacaktır.
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararlar aslında 27/2/1968 gününde değil, çok daha
önce 1966 - 1967 yasama yılının bitmesi ve Millet Meclisi Başkanlık Divanı için
10/11/1967 günlü Millet Meclisi karariyle düzenleme yapılması üzerine
yürürlükten kalkmıştır. Anayasa Mahkemesinin 27/2/1968 günlü kararı, artık
yürürlükte bulunmayan bir içtüzük hükmünün iptali niteliğini taşımaktadır.
1/11/1966
ve 2/11/1966 günlü kararlar aleyhine Anayasa Mahkemesinde iptal dâvası
açılmamış olması ile açılıp da bunlar hakkında, yürürlükten kalkmalarından
sonra iptal kararı verilmesi arasında, İçtüzük düzenlemesi niteliğindeki o
hükümlerin yürürlük dönemindeki hukukî değer ve etkileri bakımından, bir fark
yoktur. Bütün sorun Anayasa Mahkemesine hiç gelmemiş veya gelip de çok sonra
iptal edilmiş bu çeşit hükümleri, Anayasa Mahkemesinin Anayasa'ya
aykırılıklarını gördüğü halde hukukça geçerli ve uyulması gerekli kurallardan
sayıp sayamayacağıdır.
Olayla
ilgili çoğunluk görüşünden şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Ortada bir Millet
Meclisi İçtüzüğü - Anayasa çatışması vardır. Ancak îçtüzük hükümleri, ilişkin
oldukları dönemde, yürürlükte bulunduğu için. Anayasa kurallarına }'eğ tutulmak
ve bunlara uyulmak gerekir. Aşağıda ayrıntılariyle ve Anayasa Mahkemesinin
geçmişteki kararlarına da dayanılarak belirtileceği üzere böyle bir görüşe ve
sonuca katılmanın olanağı yoktur.
Anayasa'nın
84. maddesinin birinci fıkrasına göre Meclislerin Başkanlık Divanları, o meclisteki
siyasî parti gruplarının güçleri ölçüsünde Divana katılmaları ile kurulur. Bu
Anayasa hükmü Anayasa'nın 8. maddesinde de belirtildiği üzere yasama,
yürütme ve yargı organlarım, idare makamlarını ve kişileri bağlayan bir temel
hukuk kuralıdır.
Bu kurala
aykırı bir içtüzük hükmü tedvin edilmiş ve şimdi olduğu gibi, bir dâvanın veya
itirazın incelenmesinde hukukî dayanak olarak karşıya çıkmışsa Anayasa
Mahkemesi hükmü bir yana iterek, sorunu Anayasa kuralı uyarınca çözecektir.
Anayasa Mahkemesi bu yolda davranmak zorundadır. Tersini düşünmek Anayasa
Mahkemesini Anayasa kuralları ile değil, bir kanun veya içtüzük hükmü ile
bağlamak olur. Böyle bir tutumun ise Anayasa'nın 8. maddesine aykırılığı;
Anayasa'nın üstünlüğü ilkesinin korunmasını nedenli güçsüzleştireceği bütün
siyasî parti gruplarının uyuşmaları halinde de Anayasa'ya aykırı davranışların
hoşgörü ile karşılanmasını gerektireceği ortadadır.
Nitekim
bu çeşit durumlarda Anayasa Mahkemesi Anayasa'ya aykırı bir hükmü ihmal etmek;
o hükme değil Anayasa kuralına uymak yoluna gitmiştir. Söz gelimi: Anayasa'nın
iptal dâvasına hakkı olanları açıklayan 149. maddesinde (...... Türkiye Büyük
Millet Meclisinde temsilcisi bulunan siyasî partiler veya bunların meclis
grupları) ndan söz edilmekte; böylece bir siyasî partinin iki meclisten
herhangi birindeki grubunun tek başına iptal dâvası açmağa hakkı bulunduğu
hükme bağlanmış olmaktadır. Buna karşılık 44 sayılı, 22/4/1962 günlü Kanunun
iptal dâvası açmağa yetkili olanlara ilişkin 21. maddesinin 4 sayılı bendinde
(siyasî partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisi grupları) denilerek Anayasa
hükmü bir değişikliğe uğratılmıştır. 1964/26 esas sayılı dâvada, dâvayı açanın
sadece bir siyasî partinin Cumhuriyet Senatosu grubu olması dolayısiyle dâva
hakkı sorununun çözülmesi gerekmiş ve çözümde, Anayasa'nın 149. maddesinin açık
ve kesin hükmü karşısında 44 sayılı Kanunun 21. maddesinin 4 sayılı bendine
uyulamıyacağı belirtilerek Anayasa hükmü uyarınca bir sonuca varılmıştır.
(1964/26 - 1966/1 sayılı, 13/1/1966 günlü karar 31/5/1966 günlü, 12310 sayılı
Resmî Gazete - Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi: Sayı 4; Sayfa 16, 17.)
1967/22
esas sayılı işte de aynı tutum görülmektedir. Bu işin incelenmesinde iptal
istemine konu olan işlemle ilgili Millet Meclisi karma Komisyonunu oluşturan
Anayasa ve Adalet Komisyonlarının ikinci toplantı yılı başında usulünce
kurulduğu, daha sonra Güven Partisi Millet Meclisi grubu teşekkül ettiğinde
siyasî parti gruplarının güçleri oranında kendini gösteren değişikliğin meclis
faaliyetlerine ve bu arada komisyonların bünyelerine yansıtılmasının sağlanması
gerekirken bütün siyasî parti grupları temsilcilerinin Millet Meclisi
Başkanının başkanlığında yaptıkları bir toplantıda toplantı yılının başlamasına
dek komisyon üyeliklerinin olduğu gibi bırakılması üzerine anlaşarak güçleri
oranındaki temsil hakkından vazgeçtikleri; durumun 14/6/1967 gününde 118. Genel
Kurul birleşimine sunulduğu ve itirazla karşılanmadığı için kesinleştiği
saptanmıştır. Anayasa Mahkemesi, kararında, Anayasa'nın 85. maddesinin ikinci
fıkrasında İçtüzük hükümlerinin, siyasî parti gruplarının, meclislerin tüm
faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını sağlıyacak yolda düzenleneceğinin
yazılı bulunduğunu; bunun, aslında siyasî parti gruplarının meclislerin bütün
faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını buyuran her temel hukuk kuralı
olduğunu ve yine Anayasa'nın 8. maddesi gereğince yasama, yürütme ve yargı
organlarım, idare makamlarını ve kişileri bağladığını; bu kuralın siyasî parti
gruplarının uyuşmaları veya Millet Meclisi Genel Kurulunun kabulü ile bir yana
bırakılamıyacağını belirterek ve komisyonların bünyelerini donduran içtüzük
düzenlemesinin üçüncü toplantı yılının başlamasına dek sürdürülmesini kabul
etmeyerek bu düzenlemeye değil Anayasa kuralına uymuş ve başvurma konusu
işlemin iptaline gitmiştir. (1967/22 - 22 sayılı, 2/8/1967 günlü karar
-25/10/1967 günlü, 12734 sayılı Resmî Gazete).
Burada
Anayasa Mahkemesinin Anayasa'nın geçici 3. maddesi ve bu madde aracılığı ile
Millet Meclisinde uygulanmakta olan İçtüzük üzerindeki, yukarıda değinilen
kararda yer alan görüşünü bir kez açıklamak yerinde olacaktır:
"Anayasa'nın
geçici 3. maddesinde yeni Anayasa'ya göre kurulan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, Millet Meclisinin ve Cumhuriyet Senatosunun toplantı ve çalışmaları
için, kendi içtüzükleri yapılıncaya kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
27/Ekim/l957 gününden önce yürürlükte olan İçtüzüğün hükümlerinin uygulanacağı
yazılıdır. Yeni içtüzükler yapılıncaya kadar meclislerin çalışmalarından
kalmamaları için verilen bu imkânın İçtüzüğün Anayasa ile bağdaşmayan
hükümleriyle birlikte harfi harfine uygulanacağı anlamında değerlendirilip
genişletilmesi düşünülemez. İçtüzük hükümleri ancak Anayasa kuralları ile
sınırlı olarak ve o kurallara uyarlıkları oranında bir uygulama yeri bulabilir.
İçtüzükte öngörülmemiş - Anayasa'nın getirdiği yeniliklere ilişkin - konularda
veya İçtüzüğün Anayasa ile çelişen hükümlerinde Anayasa'ya uyar bir uygulama
yolunun tutulması gereklidir. Aksine bir görüş İçtüzüğü Anayasa'ya eşit, hattâ
Anayasa'dan üstün tutmak olur. Böyle bir görüşün sakatlığı ise tartışılmayacak
kadar ortadadır.
Esasen
İçtüzük konusunda uygulamalar hep İçtüzüğün öngörmediği veya Anayasa ile
çelişmeye düştüğü hususlarda Anayasa'ya uygun bir yön izlemiştir. Birkaç örnek
vermek gerekirse şunlar ileri sürülebilir : Anayasa'ya göre (madde 85/2) siyasî
parti grupları en az on üyeden meydana gelir. İçtüzükte ise sayı ile sınırlama
yoktur. (Madde 22/2 - 12/2/1954 günlü İçtüzükle değişik) Bu konuda tabiatiyle
Anayasa'ya uyulmaktadır. Bütçeyi inceleyecek Komisyonun Anayasa'da öngörülen
bünyesi (madde 94/2) îçtüzüktekinden (yukarıda değinilen madde) farklıdır.
Komisyon Anayasa'ya göre kurulmaktadır. İçtüzüğün Cumhurbaşkanının nutkuna,
kanunların yorumlanmasına ilişkin hükümlerinin (10., 11., 124. ve 125.
maddeler) uygulama yeri kalmamıştır; uygulanmamaktadır. İçtüzükteki siyasî
parti gruplarının Meclisin bütün faaliyetlerine kuvvetleri oranında
katılmalarını sağlayacak hükümler öngörülmemiştir. Oysa komisyonlara üye
seçilmesi bir kurala göre yapılmaktadır. Hatta Güven Partisinin kurulmasiyle
kuvvetler oranında değişmesi üzerine komisyonların bünyelerinde değişiklik
yapılmak konusu ele alınmış; ancak bu iş parti gruplarının anlaşmaları ve
Meclis Genel Kurulunun tasvibi ile üçüncü toplantı yılının başına
bırakılmıştır. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür."
Burada
Anayasa Mahkemesinin henüz yayınlanmayan 1969/24-50 sayılı, 30/9/1969 günlü
kararına da kısaca değinerek konuya ilişkin kararlardan örnekler verme işinin
bitirilmesi yerinde olacaktır. Mahkeme; 6831 sayılı Orman Kanununa bir madde
eklenmesine dair 1056 sayılı, 4/7/1968 günlü kanuna ilişkin tasarının Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülüp kabul edilmesi sırasında İçtüzük düzenlenmesi
niteliğindeki 10/11/1967 günlü Millet Meclisi kararı uyarınca ve Türkiye İşçi
Partisi grubundan üye alınmamak suretiyle kurulan Başkanlık Divanının görevli
bulunduğunu; yürürlüğünü sürdürmüş olan düzenlemenin Anayasa'nın 84. maddesine
aykırı düştüğünü; Başkanlık Divanının hukukça geçerli bir kuruluş olup olmadığını
ortaya koymada Millet Meclisinin içtüzük hükmü niteliğindeki 10/11/1967 günlü
kararında değil Anayasa'nın 84. maddesinin birinci fıkrası hükmünün ölçülük
edebileceğini saptamış ve 1056 sayılı kanunun. Millet Meclisi Başkanlık
Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle, şekil yönünden iptaline gitmiştir.
Bütün
bu açıklananlarla varılmak îstenen sonuç şudur: 934 sayılı kanuna ilişkin
tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesini ve karara bağlanmasını
yöneten Başkanlık Divanının hukukça geçerli bir kuruluş olup olmadığını
araştırmak ve doğru bir sonuca varabilmek için ele alınacak ölçü Millet
Meclisinin içtüzük düzenlemesi niteliğindeki 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü
kararlan değil Anayasa'nın 84. maddesinin birinci fıkrası hükmüdür. Millet
Meclisinin iki kararı, 27/2/1968 gününde Anayasa Mahkemesince iptal
edildiğinden dolayı değil, aslında 84. madde ile çeliştiği için Anayasa'ya
aykırıdır ve böylece hukukî bir ölçü yerine geçme niteliğinden yoksundur.
Dayanak olarak ele alınması düşünülemiyeceği gibi, şu duruma göre de, bir
Anayasa Mahkemesi kararının geriye yürütülmek istenmesinden söz edilemez.
Yukarıda
değinilen ölçüye vuruldukta söz konusu Başkanlık Divanının Anayasa'ya aykırı ve
bu nedenle de hukukça geçerli sayılmıyacak bir kuruluş olduğu ortaya çıkar. 934
sayılı Kanuna ilişkin tasarının görüşülmesi sırasında Millet Meclisi Genel
Kurulunu böyle bir divanın yönetmesi ile, Genel Kurulun divansız çalışması
arasında fark yoktur. Başkanlık Divanı olmayınca da bir Millet Meclisi Genel
Kurulundan söz edilemez; bu sadece gelişigüzel bir toplanma hali olur. Böyle
bir toplanmada görüşülen ve kabul edilen kanun tasarısı ise iptal nedeni olacak
bir biçim eksikliği ile malûl sayılmak gerekir. Onun içindir ki 934 sayılı
yasanın Millet Meclisi Başkanlık Divanının Kuruluş biçimi dolayısiyle şekil
yönünden iptali zorunludur. Aksine karar verilerek işin esas yönünden
incelenmesine geçilişine yukarıdan beri açıklanan nedenlerle karşıyız.
|
|
|
Üye
Şeref
Hocaoğlu
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Ahmet
Akar
|
KARŞIOY
YAZISI
İtirazın
konusu, 7244 sayılı Kanunun 5. maddesinin Anayasa'nın 12., 45., ve 47.
maddelerine aykırı olduğundan iptali isteğidir. Bu isteğin gerekçesi ise itiraz
konusu 5. maddenin 4. ve 5. fıkralarında yer alan (memurlar için yasanın
tanımadığı hak ve faydalar hizmetliler için de kabul edilemez.
Ancak
bunlardan iş yasasına göre işçi vasfında bulunanlar için hizmetin gerektirdiği
nisbette giyecek ve yiyecek verilebilir." hükümleri Anayasa ile işçilere
tanınmış olan haklan ortadan kaldırmakta ve kısıtlamakta olduğudur.
Anayasa
Mahkemesi kararında çoğunluğun görüşü özet olarak: îtiraz konusu 5. maddenin
konusuna giren hizmetlileri, Anayasa'nın 46, maddesinin 2. fıkrasında yer alan
işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlisi saymak gerektiğinden bunları
işçi kabul etmek mümkün değildir. Şu duruma göre burada geçen "İş Kanuna
göre işçi vasfında olmak" ibaresi ile işçiler değil, yaptıkları işin
konusu bakımından işçilere benzeyen hizmetliler kasdedilmiştir. Bu nedenlerle
iş Kanununa göre işçi olanlar İtiraz konusu 5. maddenin kapsamı dışında
kaldıklarından bu madde Anayasa'ya aykırı değildir; itirazın reddi gerekir,
şeklindedir.
İtiraz
konusu 5. madde şöyledir:
3656
sayılı Kanunun 19. 3659 sayılı Kanunun 10. ve 4620 sayılı Kanunun 7. maddeleri
şümulüne giren hizmetlilerin dereceleri aşağıda gösterilmiştir.
.........................................
.........................................
Hizmetli
kadrolarında istihdam edilenlere verilecek ücret, emekliye esas ücret
derecelerinin üç yukarı derece ücretini geçemez.
Memurlar
için kanunen tanınmış olan hak ve menfaatler hizmetliler için de kabul edilemez
.
Ancak
bunlardan îş Kanununa göre işçi vasfında bulunanlar için hizmetin gerektirdiği
nisbette giyecek ve yiyecek temin edilebilir .
Anlaşmazlığın
çözülebilmesi için itiraz konusu 5. maddede yer alan (hizmetliler) teriminin
anlamının ne olduğunun tesbiti gerekir.
Filhakika
kararda çoğunluğun görüşünde belirtildiği üzere, Anayasa'nın 46. maddesinin 2.
fıkrasındaki "işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlisi" deyimi
ile memur vasfında olmayan diğer kamu hizmeti görevlileri kasdedilmiştir. Ve
itiraz konusu 5. maddedeki "İş Kanunu hükümlerine göre işçi vasfında
olmayan" hizmetliler Anayasa'nın 46b maddesinin 2. fıkrasındaki işçi
niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinden bir kasım teşkil
etmekttedirler.
Ancak,
itiraz konusu 5. maddede yer alan hizmetliler, yalnız İş Kanununa göre işçi
vasfında olmayan hizmetlilerden ibaret değildir. Maddenin diğer fıkralarında
hizmetlilerden bahsedildikten sonra son fıkrasında, ancak bunlardan İş Kanununa
göre işçi vasfında bulunanlar, deyimi ile hizmetlilerin bir kısmanın İş
Kanununa göre işçi niteliğinde oldukları kabul edilmiş ve bunlar açıkça
maddenin kapsamına alınmış bulunmaktadır. Kanunun sözlerindeki bu açıklık
karşısında, çoğunluk görüşünde belirtildiği gibi, son fıkradaki "ancak
bunlardan İş Kanuna göre işçi niteliğinde bulunanlar" deyimi ile işçi
kasdedilmiş bulunduğu yolundaki bir yorum kanun koyucunun maksadına uygun
düşmemektedir.
Öte
yandan İş Kanununa göre eşçe niteliğinde bulunanların itiraz konusu 5. madde
kapsamına alınmalarına Anayasa hükümleri açısından da bir engel bulunmaktadır.
Zira Anayaksa'nın 46. maddesinin 2. fıkrasında kamu hizmeti görevlileri, işçi
niteliğini taşıyan ve işçi niteliğini taşımayan olmak üzere iki gruba ayrılmış
bulunmaktadır. Sözü geçen fıkrada işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti
görevlisi" deyiminin yer alması, işçi niteliği taşıyan kamu hizmeti
görevlilerinin dahi mevcut olduğunu ifade eder. Eğer Anayasa koyucusu işçi
niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlisi deyim ile yalnız memuru kasdetmiş
olsa idi bu deyimi kullanmaya lüzum göremez sadece, işçi vasfında olmadığında
şüphe bulunmayan memur terimini kullanması kafi gelirdi. Esasen Anayasa'nın
46., 47. ve 117. maddelerinde memur işçi niteliği taşımayan hizmeti kamu
görevlisi ve işçi terimlerini ayrı ayrı kullanılmış olması da, Anayasa'ca
bunların birbirlerinden ayrı niteliklerde olduklarının kabul edildiğini
gösterir, bu dahi, yukarda açıklanan Anayasa koyucunun kasdını kuvvetlendirir
durumdadır.
Bu
nedenlerle Anayasa'nın 46. maddesinin 2. fıkrasında "işçi niteliğini
taşıyan kamu hizmeti görevlilerinin de mevcudiyenitinin kabul edilmiş olması
karşısında, itiraz konusu 5. maddede İş Kanununa göre Anayasa hükümleri
yönünden bir engel düşünülemez.
Kanun
koyucunun İş Kanununa göre işçi niteliğinde olan hizmetlileri itiraz konusu 5.
madde kapsamına almakla, 5. maddenin 1. fıkrasında anılan 3659 sayılı Kanunun
10. maddesinde beldirildiği üzere her müessesenin hususi bünyesine göre işçi
istihdamına lüzum görüldüğünden bu işçilerin iş kanuna göre iş şartları ve
ücretleri gibi akdin esaslı unsurları aralarında karalaştırılmak suretiyle bir
hizmet akdi ile ise alınmalarına imkân verdiği anlaşılır.
Yukarıdan
beri açıklanan nedenlerle, İş Kanununa göre işçi vasfında bulunan hizmetliler
itiraz konusu 5. maddenin kapsamına alınmış bulunmaları itibariyle 5. maddede
bu işçilere tanınan haklar, Anayasa ile işçilere tanınmış olan haklan ortadan
kaldırmakta veya kısıtlamakta ise 5. maddenin bu yönden Anayasa'ya aykırılığı
sebebiyle iptali gerekeceğinden. İş Kanununa göre işçi vasfında bulunan
hizmetlilerin itiraz konusu 5. maddenin kapsamına dahil bulundukları gözönünde
tutularak bu yönden sözü geçen 5. maddenin Anayasa'ya aykırı olup olmadığı
hususunun tetkik edilmesi ve bir karara bağlanması icabedeceğinden Anayasa
Mahkemesinin 1968/34, 1969/55 sayılı ve 14/10/1969 günlü kararının 2 numaralı
bendindeki çoğunluğun görüşüne dayanan, itiraz konusu 5. maddenin son fıkrada
yer alan iş Kanununa göre işçi vasfında bulunan hizmetlileri kapsamadığına ve
bu nedenle itirazın reddine dair olan karar kısmına muhalifim.
KARŞIOY
YAZISI
1-
Yürürlükte bulunan kanunlar uyarınca hukuki ilişkiler kurmak zorunluğunda
bulunan kişilerin, sonradan çıkacak bir kanunla kazanılmış haklarının
zedelenebileceği kuşkusuna düşmeleri, kanunlara karşı beklenmesi gereken güven
duygularını sarsar ve bu da, sosyal dirlik ve düzeni bozar ve ekonomik
gelişmeyi geniş ölçüde etkiler. Bu nedenlerle, kanunların geçmişe şâmil
olmayacağı ilkesi ile, bütün hukukî muamelelerin doğdukları veya kuruldukları
zaman yürürlükte bulunan kanun hükmüne tabi olup, sonradan çıkan kanunların
kural olarak bunlara uygulanamayacağı özellikle tatbikat kanunlarında
belirtilmiş ve uygulamalarda bu yolda süre gelmiştir.
Bu
kısa açıklamanın ışığı altında itiraz konusu dâvaya bakılırsa 29/2/1959 gün ve
7244 sayılı Kanunun 5 inci maddesine dayanılarak açıldığı ve hükme bağlanıp
yargıtay incelemesi yapıldıktan sonraki bir evrede maddenin 7/11/1967 gün ve
934 sayılı Kanunla değiştirildiği görülmektedir.
Bu
durumda 7244 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin Anayasa'ya aykırılığım ileri
süren mahkemenin tadilden önceki 959 gün ve 7244 sayılı Kanunun 5 inci
maddesini kasdettiği kuşkusuzca kabul edilmek gerekmektedir Çünkü, ilga ve
tâdile rağmen bu dâva konusu bakımından 959 günlü Kanunun 5 inci maddesi
yürürlüktedir ve bu dâvaya uygulanacak maddedir. Mahkemeler ancak dâvada
uygulayacakları kanun maddesinin Anayasa'ya aykırılığını ileri
sürebileceklerine göre, 934 sayılı Kanunla tâdil edilen 5 inci maddenin
iptalini istediğini düşünmeye bile yer olmamak icap eder.
2-
Kanunların yorumu, o kanunu uygulayan mahkemelerle, kararlarını denetleyen üst
yargı mercilerinin görev ve yetkilerinden olup, Anayasa Mahkemesi bu yorumla
beliren anlama göre Anayasa'ya uygunluğunu denetlemek durumundadır. Anayasa
denetimi vesilesi ile mahkemelerin yorumunu bir tarafa iterek kendi görüş ve
anlayışı şeklinde yorum yapması dayanaksız olduktan başka Anayasa'ya aykırı
sonuçlar verecek bir davranış olur. Gerçekten Kanunlar, ilişkin oldukları yargı
alanına göre adlî idarî ve askeri mahkemelerce uygulanır, kural olarak dâvaları
hükme bağlamak suretiyle sonuçlandırmak da ilk mertebe mahkemelerin görev ve
yetkilerindendir. Yorumlama ise kanunu söz ve özünün yorumu ile anlamını hudut
ve şümulünün tâyin ve tesbitini gerektirir. O kadar ki, bir çok ahvalde
yorumsuz uygulama yapılması ve hükme varılması düşünülemez. Şu açıklamalarda
gösteriyorki mahkemelerin yoruma yetkili olduğunda şüphe yoktur. Aynı konuda
iki yargı merciinin de yetkili kılınmasının doğuracağı sair sakıncalar bir
tarafa Anayasa Mahkemesinin, denetim yolu ile, yetkili mahkemelerin yorumunu
göz-önünde tutmayarak, kendi görüşüne göre maddenin anlamını tâyin ve tesbit
etmesi, kararlarının bağlayıcılığı bakımından, mahkemeler üzerinde kendi
iradesini hâkim kılan sonucunu doğurur. Bir ayrıcalık gözetilerek Anayasa
Mahkemesi kararlarının sonuç kısımlarının bağlayıcı olduğu düşünülse bile, bir
ölçüde de olsa mahkeme kararlarını etkileyeceği inkâr edilemezki, Anayasa'nın
7. ve 132 nci maddelerinde ifadesini bulan mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi ile
bağdaşmayacağı apaçıktır. Onun içindir ki, mahkememizin görev ve yetkisini
gösteren Anayasa'nın 147 nci maddesinde yazılı kanunların Anayasa'ya
uygunluğunu denetler hükmünü, söz ve özün yorumu ile beliren ve o anlamı ile
Anayasa Mahkemesine getirilen kanun şeklinde anlamak icabeder.
Bu
bakımdan çoğunluk kararına karşıyım.