ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1968/39, 1968/42, 45, 54, 68 ve 1969/6 ile birleşik.
Karar Sayısı:1969/15
Karar günü:3/4/1969
Resmi Gazete tarih/sayı:17.6.1970/13521
İtiraz
yoluna başvuran Mahkemeler: l- Tavşanlı Sulh Ceza Mahkemesi 1968/39 esas sayılı
iş).
2-
Mersin Sulh Ceza Mahkemesi (1968/42 esas sayılı iş).
3-
Artvin Sulh Ceza Mahkemesi (1968/45 esas sayılı iş)
4-
Ulus Sulh Ceza Mahkemesi (1968/54 esas sayılı iş)
5-
Sakarya Birinci Sulh Ceza Mahkemesi (1968/68 esas sayılı iş).
6-
Akçaabat Sulh Ceza Mahkemesi (1969/6 esas sayılı iş)
İtirazın
konusu: 6831 sayılı orman Kanununa bir madde eklenmesine dair 1056 sayılı ve
4/7/1968 günlü kanunun (yayımı; 17/7/1968 günlü ve 12952 sayılı Resmî Gazete)
Anayasa'nın 8., 11., 12., 42., 45. ve 131. maddelerine aykırı bulunduğu
yolundaki müdahil Orman İdaresi vekillerinin iddialarının yukarıda adlan yazılı
mahkemelerce Anayasanın ayrıca 40. maddesi de gözönünde bulundurularak ciddi
olduğu kanısına varılmış ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 151. maddesi
uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
I-
OLAY :
6831
sayılı Orman Kanununa aykırı eylemlerden dolayı sanıklar hakkında açılmış olan
Tavşanlı Sulh Ceza Mahkemesinin 1968/457. Mersin Sulh. Ceza Mahkemesinin
1966/2049, Artvin Sulh Ceza Mahkemesinin 1968/43, Ulus Sulh Ceza Mahkemesinin
1965/325, Sakarya Birinci Sulh Ceza Mahkemesinin 1967/592 ve Akçaabat Sulh Ceza
Mahkemesinin 1968/191 esas sayılarında kayıtlı dâvaların duruşmaları sırasında
müdahil orman idaresi vekilleri 6831 sayılı Orman Kanununa bir madde
eklenmesine dair 1056 sayılı ve 4/7/1968 günlü kanunun Anayasa'nın çeşitli
maddelerine (8., 11., 12., 42., 45., 131. maddeleri) aykırı olduğunu ileri
sürmüşler ve mahkemeler iddiaların ciddi olduğu kanısına vararak Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına ve duruşmaların geri bırakılmasına karar
vermişlerdir.
III-
YASA METİNLERİ :
1-
İtiraz konusu kanun :
İtiraz
konusu olan 1056 sayılı ve 4/7/1968 günlü kanun şöyledir : (Madde l - 6831
sayılı Orman Kanununa aşağıdaki madde eklenmiştir :
Ek
madde l- Bu kanunun kapsamına giren suçlardan dolayı açılmış olup orman idaresince
müdahil sıfatı ile ve avukat marifetiyle takip edilen ceza dâvalarında idare
lehine takdir edilecek maktu vekâlet ücreti, dâvanın mahiyeti ve avukatın
sebkeden mesaisi nazara alınmak suretiyle avukatlık asgarî ücret tarifesinde
yazılı asgarî miktarının yarısını geçmemek illere takdiren hükmolunur.
Madde
2- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde
3- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
2-
Dayanak olarak ileri sürülen Anayasa hükümleri ;
1056
sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki iddia ve itirazları
desteklemek üzere ileri sürülen Anayasa maddeleri şunlardır :
(Madde
8- Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz.
Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır.)
(Madde
10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vezgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir.
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk
devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak surette sınırlayan siyasî, iktisadî ve
sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi
için gerekli şartlan hazırlar.)
(Madde
11- Temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak
kanunla sınırlanabilir.
Kanun,
kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi
sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz.)
(Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.)
Madde
40- Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel
teşebbüsler kurmak serbesttir.
Kanun
bu hürriyetleri, ancak kamu yararı amacıyla sınırlayabilir.
Devlet,
özel teşebbüslerin millî iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri
alır.)
Madde
42- Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet,
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi
için, sosyal, iktisadî ve malî tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı
destekler; işsizliği önleyici tedbirleri alır.
Angarya
yasaktır.
Memleket
ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda vatandaşlık ödevi niteliği alan beden
veya fikir çalışmalarının şekil ve şartları, demokratik esaslara uygun olarak
kanunla düzenlenir.
(Madde
43- Kimse, yaşına, gücüne ve cinsiyetine uygun olmayan bir işte çalıştırılamaz.
Çocuklar,
gençler ve kadınlar, çalışma şartlan bakımından özel olarak korunur.
(Madde
44- Her çalışan dinlenme hakkına sahiptir.
Ücretli
hafta ve bayram tatili vs ücretli yıllık izin hakkı kanunla düzenlenir.)
Madde
45- Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun ve insanlık haysiyetine yaraşır
bir yaşayış seviyesi sağlamalarına elverişli adaletli bir ücret elde etmeleri
için gerekli tedbirleri alır.)
(Madde
131- Devlet, ormanların korunması ve ormanlık sahaların genişletilmesi için
gerekli kanunlar koyar ve tedbirleri alır. Bütün ormanların gözetimi Devlete
aittir.
Devlet
ormanları, kanuna göre Devletçe yönetilir ve işletilir. Devlet ormanlarının
mülkiyeti, yönetimi ve işletilmesi özel kişilere devrolunamaz. Bu ormanlar
zaman aşımiyle mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu
olamaz.
Ormanlara
zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.
Ormanlar
içinde veya hemen yakınında oturan halkın kalkındırılması ve ormanı koruma
bakımından gerekirse başka yere yerleştirilmesi kanunla düzenlenir.
Yanan
ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir ve bu yerlerde başka çeşit tarım ve
hayvancılık yapılamaz.
Orman
suçları için genel af çıkarılamaz; ormanların tahribine yol açacak hiçbir
sayası prapoganda yapılamaz.)
IV-
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca yapılan ilk inceleme toplantılarında
dosyalarda eksiklik olmadığı görüldüğünden esasın incelenmesine 1968/39 ve
1968/42 esas sayılı işler için 12/9/1968 gününde; 1968/45 esas sayılı iş için
10/10/1968 gününde; 1968/54 esas sayılı iş için 5/11/1968 gününde; 1968/68 esas
sayılı iş için 7/1/1969 gününde ve 1969/6 esas sayılı iş için 11/2/1969 gününde
oybirliği ile karar verilmiştir.
V-
Esasın incelenmesi :
1-
Dosyaların birleştirilmesi :
1968/39
esas sayılı iş üzerinde esasın incelenmesine geçilirken 1968/42, 45, 54, 68 ve
1969/6 esas sayılı işlerinde aynı nitelikte olduğu, yani altı dosyanın 6S31
sayıl; Orman Kanununa bir madde eklenmesine dair 1056 sayılı ve 4/7/1968 günlü
kanunun Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki müdahil Orman idaresi vekillerinin
iddialarının ciddî olduğu kanısına varan çeşitli Sulh Ceza Mahkemelerince ve
Ânayasa'nın 151. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesine gönderilmiş işleri
kapsadığı görüldüğünden 1958/42, 45, 54, 68 ye 1969/6 esas sayılı işlerin
1968/39 esas sayılı işle birleştirilmesine üyelerden Avni Givda'nın karşı oyu
ile ve oyçokluğu ile karar verilerek itirazların esasına ilişkin raporlar,
mahkemelerin gerekçeli karartan ve ekleri, Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen
kanun, mahkemelerin dayandığı Anayasa maddeleri ve bunlarla ilgili gerekçeler
ve Meclis görüşme tutanakları ve konu ile ilişkisi bulunan öteki metinler
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
2-
1056 sayılı kanunun şekil yönünden Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu :
1056
sayılı kanunun Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edildiği sıralardaki Meclis
Başkanlık Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle kanunun şekil yönünden
Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu ortaya çıkmakta olduğundan önce bu
sorunun çözümlenmesi gerekecektir.
İtiraz
konusu kanun Millet Meclisince 8/4/1968 gününde kabul edilmiştir. Bu tarihlerde
görevli olan Millet Meclisi Başkanlık Divanının bünyesi içine Türkiye İşçi
Partisi grubundan üye alınmamış bulunmakta idi.
a)
Başkanlık Divanının söz konusu durumu incelerken Anayasa'nın 64. ve 85.
maddelerine bir göz atılması yerinde olacaktır.
84.
maddenin bininci fıkrasında "Meclislerin Başkanlık Divanları, o meclisteki
siyasî parti gruplarının, kuvvetleri ölçüsünde Divana katılmalarını sağlayacak
şekilde kurulur." denilmektedir.
85.
maddenin birinci ve ikinci fıkraları ise şöyledir :
"Türkiye
Büyük Millet Meclisi ve meclisler çalışmalarını, kendi yaptıkları
içtüzüklerinin hükümlerine göre yürütürler.
İçtüzük
hükümleri, siyasî parti gruplarının, meclislerin bütün faaliyetlerine
kuvvetleri oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir. Siyasî parti
grupları, en az on üyeden meydana gelir."
84.
maddenin birinci fıkrası, yalnız başkanlık divanlarının kuruluşuna ilişkin özel
bir hükümdür. 85. madenin yukarıda açıklanan hükümleri ise, gerek meclislerin
başkanlık divanlarının kuruluşu, görev ve yetkileri gerekse meclislerin öteki
faaliyetleri konusunda yasama meclislerinin içtüzüklerinde öngörülecek ilkeyi
belirtmekte ve genel bir nitelik taşımaktadır.
84.
maddenin açık ve kesin olan birinci fıkrası meclislerde gurubu bulunan siyasî
partilerin, güçleri ne olursa olsun, meclislerin başkanlık divanlarında yer
alabilmelerini ve katılmanın grupların güçleri oranında olmasını zorunlu kılar.
Anayasa koyucusunun bu hükümle güttüğü başlıca erek, divanların görevlerinde
yansız davranmalarının sağlanmasıdır. Böyle olduğuna göre başkanlık
divanlarının kuruluş biçimi tesbit edilirken bütün siyasî parti gruplarına, güçleri
oranında üyelikler ayrılmalıdır. Bu ilkeye uyulmadan kurulan divanlar
Anayasa'ya aykırı düşer. Divanların Anayasa'ya aykırı kurulmasına yol açan
içtüzük hükümlerinin veya o nitelikteki meclis kararlarının, bunlara karşı
Anayasa Mahkemesine başvurulduğunda iptal edilmeleri gerekir. Nitekim bunun bir
örneği de vardır.
Millet
Meclisinde 1966 yılına kadar olan uygulamalarda Başkanlık Divanına bütün siyasî
parti gruplarından güçleri oranında üye alınmakta idi. 1966/1967 yasama yılının
başında Anayas'nın 84. maddesine, siyasî parti gruplarından, ancak güçleri
elverdiği hallerde Başkanlık Divanına üye alınabileceği yolunda anlam verilerek
1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararlarla Türkiye İşçi Partisi Grubu Başkanlık
Divanı dışında bırakıldı.
İlgili
partinin dâva açması üzerine, Millet Meclisi Başkanlık Divanının Türkiye İşçi
Partisi Grubundan üye alınmaksızın kurulmasına ilişkin bulunan ve İçtüzük hükmü
niteliğini taşıyan bu iki Millet Meclisi kararı, Anayasa Mahkemesinin 27/2/1968
günlü ve E. 1967/6-K. 1968/9 sayılı kararı ile aptal edilmiştir. (18/9/1968
günlü ve 13004 sayılı Resmî Gazete.)
b)
1056 sayılı kanunun Millet Meclisinde görüşülüp kabul edildiği sıralarda
görevli Başkanlık Divanının bünyesi içine yukarıda da değinildiği üzere Türkiye
îşçi Partisi Grubundan yine üye alınmamış olduğu görülmektedir. Bu divan,
Anayasa Mahkemesince iptal edilen 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararların
benzeri bir kararla, Millet Meclisinin 10/11/1967 günlü kararı ile,
kurulmuştur. Bu itibarla 10/11/1967 günlü Millet Meclisi kararının hukukî değer
ve etkisi üzerinde durulması yerinde olacaktır.
c)
Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü geçen 27/2/1968 günlü ve 1967/6-1968/9
sayılı kararında gerekçesiyle açıklandığı ve kabul edildiği üzere, Başkanlık
Divanının kuruluşuna ilişkin Millet Meclisi kararları, bir içtüzük hükmü
niteliğindedir ve bu nitelikleri dolayısiyle de Anayasa'nın 85. maddesinin
kapsamına girmektedir. Millet Meclisinin 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü
toplantılarında Başkanlık Divanının kuruluşuna dair verilen kararlar, Anayasa
Mahkemesince iptal edildiğinden artık ortada Başkanlık Divanının kuruluşu ile
ilgili ve içtüzük hükmü niteliğinde olarak sadece Millet Meclisinin 10/11/1967
gününde verdiği karar vardır. Bu karar, süresi içinde ve usulünce açılmış bir
dâva üzerine iptal edilmemiş olduğumdan 1056 sayılı kanunun Millet Meclisinde
görüşülmesi ve kabul edilmesi sırasında yürürlükte bulunmuştur,
1/11/1966
ve 2/11/1966 günlü kararların iptal edilmesiyle ortaya çıkan durumun 10/11/1967
günlü son kararın yürürlüğü ve geçerliği üzerinde etkisi olabileceği
düşünülemez. Gerçi 10/11/1967 günlü karar, ötekilerle aynı esasa dayanmakta ve
aynı niteliği taşımaktadır; ancak onlardan ayrı, müstakil bir karardır. Millet
Meclisinin hangi kararlarının iptal edildiği ise, Anayasa Mahkemesi kararında
açıkça gösterilmiştir. İptal kararının etkisinin kendi kapsamı ile sınırlı
kalacağından şüphe yoktur. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin daha önceki Millet
Meclisi kararlarının iptaline ilişkin kararı, elbetteki son Millet Meclisi
kararının geçerli sayılmaması sonucunu doğuramaz.
Öte
yandan Anayasa Mahkemesinin, bütün parti gruplarına bünyesinde yer verilmeyen
bir başkanlık divanının kuruluşuna ilişkin kararırı, Anayasa'ya aykırı lığı
yüzünden iptal edilmesi gerektiği yolundaki görüşü karşısında uyarınca bir
tutuma geçilmesi ve 10/11/1967 günlü Millet Meclisi kararının Anayasa'ya uygun
duruma getirilmesi icap eylediği ileri sürülebilir. Ancak olayda, bu yön
üzerinde durmağa yer yoktur. Zira Anayasa Mahkemesinin görüşüne uyulması, o
görüşün bilinmesine bağlıdır. Oysa Anayasa Mahkemesinin görüşünü belirten karar
Millet Meclisinin, Başkanlık Divanının kuruluşuna ilişkin karan verdiği gün
üzerinden üç dört ay geçtikten sonra çıkmıştır. 27/2/1968 gününde belirecek bir
görüşün 10/11/1967 gününde bilinmesi elbetteki mümkün değildir.
1056
sayılı kanuna ilişkin tasarının görüşülmesi sırasında Millet Meclisi Başkanlığı
hiç kuşkusuz, Anayasa Mahkemesinin görüşünü bilmekte idi. Ancak Başkanlığın bu
görücü öğrenir öğrenmez Divan kuruluşunun Anayasa'nın 84. maddesine uygun
biçime konulmasını sağlaması gerektiği savunulamaz. Zira Millet Meclisi
İçtüzüğünün 4. maddesine göre Başkanlık Divanının görev süresi (Başkan hariç)
bir yıldır. Olayda bu süre 1968 yılı Kasım ayında sona erecektir. Süre
bitmeden. Başkanlık Divanının kuruluşunda, Divana katılmamış partiden üye
alınmak suretiyle değişiklik yapılması içtüzük hükmüne aykırı düşerdi.
İçtüzükte öngörülen bir yıllık süre Başkanlık Divanında kararlılığı koruma
ereğine dayanmaktadır. Başkanlık Divanında kararsızlık Mîllet Meclisinin
çalışmalarını da aksatabilir. Bu nedenlerle Millet Meclisi Başkanlık Divanının
Anayasa Mahkemesinin görüşünü öğrendikten sonra da, evvelice kurulduğu şekilde
görevini sürdürmüş olması içtüzüğün ereğine uygun bir tutumdur. Anayasa
Mahkemesinin görüşüne uyulması ancak Başkanlık Divanının yeniden seçilmesi
sırasında söz konusu olabilir.
ç)
Millet Meclisinin 10/11/1967 günlü kararı, başka deyimle bir içtüzük hükmü, bir
yana bırakılarak Anayasa Mahkemesince olayda Anayasa'nın 84. maddesinin
doğrudan doğruya uygulanması ileri sürülebilirse de böyle bir görüş kolayca
karşılanabilir. Gerçi Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını,
idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. (Anayasa :
Madde - 8). Ancak bir kanunun veya içtüzüğün. Anayasa'ya uygun olmaması halinde
izlenecek yolu yine Anayasa göstermiş ve bunların iptali için dâva veya itiraz
yoluyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasını öngörmüştür. (Madde 149 ve 151).
10/11/1967 günlü kararın, bu yolların dışında ve doğrudan doğruya Anayasa'ya
uygunluk bakımından denetlenmesi ve hükümsüz sayılması mümkün değildir.
d)
Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle Millet Meclisinin içtüzük niteliğindeki
10/11/1967 günlü kararına dayanılarak kurulan Başkanlık Divanının, İçtüzük
gereğince yenileneceği tarihe kadar geçerli bir kuruluş gibi kabulü gerekir. Şu
duruma göre de bu Başkanlık Divanının 1056 sayılı kanuna ilişkin tasarının
görüşüldüğü birleşimi yönetmiş olması kanunun şekil yönünden iptalini haklı
göstermez.
Öte
yandan 1056 sayılı kanuna ilişkin tasarının Millet Meclisinde görüşülmesi
sırasında Başkanlık Divanına, Millet Meclisince kabul edilen itiraz konusu
kanun üzerinde etkili olacak nitelikte Anayasa'ya ve içtüzüğe aykırı bir
tutumunun geçtiği saptanmış değildir. Bu itibarla o yönden de kanunun iptalini
gerektiren bir neden yoktur.
Üyelerden
Salim Başol, Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin, Ahmet Akar ve Muhittin
Gürün Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluş biçiminin 1056 sayılı Kanunun
iptalini gerektirdiği düşüncesiyle yukarıdaki görüşe katılmamışlardır.
3-
Esas Yönünden Aykırılık Durumunun İncelenmesi:
Anayasa'ya
aykırılık iddialarının gerekçelerinde avukatlık ve avukatlar bakımından, orman
suçları ve suçluları bakımından olmak üzere sorun iki yönde işlenmiştir. Şu duruma
göre 1056 sayılı Kanunun esas yönünden Anayasa'ya aykırı olup olmadığı
araştırılırken aykırılık iddialarının önce avukatlar sonra da suçlular
bakımından ele alınması incelemeyi kolaylaştıracaktır.
A)
Aykırılık iddialarının avukatlar yönünden incelenmesi:
Konu
önce avukatlık ve avukatlar yönünden ele alındığına göre mahkemelerce
hükmedilen ve bir bölümü bu kanunun kapsamı içine giren vekâlet ücretlerinin
niteliği üzerinde kısaca durulması yerinde olacaktır.
Bir
dâvada haksız çıkan tarafın, haklı olan tarafın açmak zorunda kaldığı dâva
yüzünden uğradığı zararları da karşılaması gerekir. Yargılama giderlerinin ve
bu arada, dâva avukat eliyle takip edilmişse, avukatlık ücretinin mahkemece
haksız tarafa yükletilmesi bu ereği güder. Ücretin avukatla müvekkil arasında
serbestçe saptanması kural olmakla birlikte gerek ücret sözleşmesi yapılmamış
hallerde uygulanabilmek, gerekse mahkemelerce hükmedilecek vekâlet ücretleri
için belirli bir ölçü olmak üzere yargı yerlerindeki işlemlerle öteki (işlerden
alınacak ücretlerin en düşük hadlerinin önceden belli edilmesi zorunlu
görülmüştür.
27/6/1938
günlü ve 3499 sayılı Avukatlık Kanununun 130. maddesine göre avukatlık
ücretlerinin en düşük hadlerini gösteren tarifeler, dörder yıllık süreler için,
baro yönetim kurullarınca düzenlenir ve Adalet Bakanlığınca onandıktan sonra
uygulanır. Aynı kanunun 131. maddesi ise hükümlüye yüklenecek avukatlık
ücretinin tarifede yazılı hadden aşağı olamıyacağı kuralını koymaktadır.
Kanun
koyucu, sorunun niteliği dolayısiyle daha uygun ve elverişli bulduğu için ücret
tarifelerinin düzenlenmesini yasama alanının dışına çıkarmış ve işi barolarla
Adalet Bakanlığına bırakmıştır. Kanun koyucunun bu tutumu, kamu yararı
dolayısıyle gerekli görüldüğü zamanlarda ve hallerde avukatlık ücret
tarifelerine müdahalede bulunmasına ve tarifelerin tümünü veya bir bölümünü kanun
yoliyle düzenlemesine engellik edemez. Öte yandan Avukatlık Kanununun 131.
maddesindeki hükümlüye yüklenecek ücretin tarifede yazılı hadden aşağı
olamıyacağı hükmü bir Anayasa kuralı değildir ve yeni durum ve zorunluluklara
göre bu konuda bir takım istisnalara yer verilmesi ve değişikliğe gidilmesi
daima öngörülebilir. 1056 sayılı kanun niteliği böyle olan bir yasana
belgesidir.
Kural,
mahkemelerce hükmedilen vekâlet ücretinin, avukata değil, onun temsil ettiği
tarafa ait olmasıdır. Orman Kanununun kapsamına giren suçlardan dolayı açılıp
Orman idaresince müdahil sıfatı ile ve avukat eliyle takip edilen ceza
dâvalarında da durum böyledir. Bu dâvalarda, sanık hüküm giyerse, vekâlet
ücreti Orman İdaresi lehine takdir olunur; İdarece tahsil edilir ve idare bütçesine
girer. İdare lehine hükmedilen ve tahsil olunan vekâlet ücretinden avukata pay
verilip verilmemesi, pay verilecekse oranı, idare ile avukat arasındaki
ilişkileri düzenleyen koşullara bağlı kalır.
Bilindiği
üzere 2/2/1925 gününde kabul edilen 1389 sayılı Kanun, Devlet lehine
sonuçlanmış dâvalardan dolayı hükme bağlanıp tahsil edilen vekâlet ücretlerinin
hizmeti geçenlere dağıtılmasını ve bu paraların bütçelerdeki "Muhakeme
Harçları" tertibinden ödenmesini öngörmektedir. Kanunda pay oranlarının
belirtilmesiyle yetinilmiş; dağıtımın koşulları ve miktarı Bakanlar Kurulunca
düzenlenecek yönetmeliğe bırakılmıştır.
Katma
bütçeli bir idare olan Orman Genel Müdürlüğüne ilişkin dâvalar, Devlet dâvaları
kapsamı dışında kalır. Bir başka deyimle Orman idaresi avukatları, 1389 sayılı
Kanunda yazılı haklardan doğrudan doğruya yararlanamazlar. Onun içindir ki
Orman Umum Müdürlüğü Teşkilât Kanununa ek 3904 sayılı ve 14/7/1940 günlü
kanunun 7. maddesi olmasaydı Orman avukatları ile Orman dâvalarında idare
lehine hükmedilmiş vekâlet ücretleri arasında bir ilişkinin sözü bile
edilemezdi. Orman hukuk müşavirinin, Orman avukat ve dâva vekillerinin 1389
"ayılı kanunda yazılı haklardan yararlanmalarını ve Orman İdaresi lehine
hükme bağlanıp tahsil edilen vekâlet ücretlerinden belirli koşullar altında pay
almalarını sağlayan bu maddedir. 3904 sayılı Kanunun 7. maddesinin kaldırılması
veya değiştirilmesi gibi bir durum, Orman avukatlarının vekâlet ücretleriyle
ilişkilerini tüm keser veya değiştirir. Kanun yapıcının doğrudan doğruya veya
dolaylı olarak bu maddeyi etkileyecek bir yasama tasarrufunda bulunması her
zaman için olanak ve olasılık içindedir.
Orman
avukatlarının, 3904 sayılı Kanunun 7. maddesi aracılığiyle 1389 sayılı Kanundan
yararlanarak aldıkları vekâlet ücreti paylarını, hizmetlerinin karşılığı saymak
yerinde olmaz. Çünkü bunlar, görevlendirildikleri koşullar altında aylık veya
ücretlerini idareden almaktadırlar. Ancak tahsil edildikten sonra
elkonulabilen, dâvaların sayılarına ve sonuçlarına, hükümlülerin ödeme yeteneklerine
göre tutan daima değişebilen ve elde edilmesi gecikebilen vekâlet ücreti
paylarını, avukatların idareden aldıkları aylık veya ücretin tamamlayıcı bir
bölümü saymak da mümkün değildir. Vekâlet ücreti paylan, olsa olsa sadece dâva
işlerinin daha hızlı sonuçlandırılmasını sağlamak üzere ücret ve aylığın
dışında fazladan öngörülmüş bir özendirme ve ödülleme yoludur. Bu payların
azaltılması, hattâ kaldırılması hiç bir zaman ücret vs aylık değişikliği
anlamını taşımaz. Orman avukatları, ileri sürüldüğü gibi, geçim darlığı içinde
iseler, bu sorunun çözümlenme yolunun, niteliği yukarıda açıklanan vekâlet
ücreti payları üzerine oturtulamıyacağı ortadadır.
Orman
Kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı açılmış olur. Orman İdaresince müdahil
sıfatı ile ve avukat eliyle takip edilen ceza dâvalarında hükmedilen vekâlet
ücreti ve vekâlet ücreti ile Orman İdaresi avukatları arasındaki ilişki
üzerinde yukarıdanberi açıklananlardan çıkacak sonuçlar şunlardır :
Sorun,
bir avukatlık ve avukatlar sorunu değildir; ortada Orman Genel Müdürlüğüne ve
Genel Müdürlükçe müdahale voliyle takip edilen Orman ceza dâvalarına ilişkin
bir durum vardır. Onun için Orman avukatlarıyla öteki avukatlar arasında
kıyaslamaya gidilmesi ve bundan bir takını sonuçlar çıkarılması isabetsizdir. Bununla
birlikte avukatlar için Anayasa'da bütün yurttaşlar yönünden öngörülen temel
haklar dışında özel bir temel hak düşünülemiyeceğine burada işaret edilmesi
yerinde olur.
Sorunun
Anayasa'nın 40., 42 - 45. maddelerindeki çalışma hakkı, sözleşme hürriyeti çalışma
şartları, adaletli ücret gibi konuların kapsamına girecek bir yanı yoktur.
Öle
yandan Orman İdaresince müdahil sıfatiyle ve avukat eliyle takip edilen Orman
ceza dâvaları, 1056 sayılı Kanunda bir bütün olarak ele alındığına ve vekâlet
ücreti bakımından aynı koşullara bağlandığına göre kanun önünde eşitsizlikten
söz edilemez. 1056 sayılı Kanuna göre hükmedilecek vekâlet ücretinin belli bir
tabanı olmadığı ve bu durumun çok düşük bir takdire ve keyfiliğe yol
açabileceği iddiasının ortaya attığı ise bir Anayasa sorunu değildir.
Hâkimlerin takdir hakkının sınırsız olması düşünülemiyeceği için kanunda
tavanın "asgarî ücret tarifesinde fazılı asgarî miktarın yarısı"
biçiminde saptanmasının takdir hakkına müdahale olduğu yolundaki iddia üzerinde
durulması gereksizdir.
Şimdi
de sıra Anayasa'ya aykırılık iddialarının Orman suçları ve suçluları yönünden
incelenmesine gelmiştir.
B)
Aykırılık iddialarının suçlular yönünden incelenmesi:
Şurasını
önceden belirtmede yarar vardır: Orman suçlarından ceza giyenlere yükletilen
vekâlet ücretini ceza veya cezanın bir bölümü saymak yersiz ve imkânsızdır.
Vekâlet ücreti, miktarına ve ilgilinin varlık derecesine göre, hükümlü üzerinde
ceza kadar, belki de ondan çok etki gösterebilir; ancak bu nedenle vekâlet
ücretinin ceza niteliğinde olduğu savunulamaz. 6831 sayılı Orman Kanununda
yazılı cezaların hafifliğini; ormanların korunmasına ve geliştirilmesine bu
cezaların yetmediğini ileri sürmek mümkündür. Böyle bir iddia belki haklı da
görülebilir ve cezaların ağırlaştırılmasına gidilir. Ancak hafif olduğu kabul
edilen cezaları kanunda olduğu gibi bırakmak ve bunların etkilerini başka
yollardan desteklemeğe ve ağırlaştırmağa gitmek ceza hukuku ve ceza siyaseti
yönünden uygun bir yol sayılamaz.
Öte
yandan tarifelerle genel olarak saptanmış maktu vekâlet ücretlerinin. Orman
ceza dâvalarının özellikleri gözönünde tutulmadığı için, uygulamalarda dâva
sonuçlarıyle uyuşamadığı bir gerçektir. Söz gelimi Orman Kanununun 96. maddesi
uyarınca on lira hafif para cezasiyle cezalandırılmış bir kimseye, o bölge
barosunun tarifesine göre, 250 veya 225 lira vekâlet ücreti yüklenmesi hukuk
mantığının ve adalet duygusunun kolay kabul edebileceği bir durum değildir.
Orman
ceza dâvalarının tek nitelikte olmadığı ve hepsinin avukatların aynı seviyede
çalışmalarını gerektirmediği bilinmektedir. Söz gelimi yasak olduğu halde
ormana girme eyleminin yargılanmasında Orman avukatına düşen iş ile konusu
orman sınır işaretlerinin yerlerini değiştirmek suçu olan bir dâvada avukatın
yapacağı çalışma birbirinin tıpkısı olamaz. Bu nedenlerle Orman ceza
dâvalarında maktu vekâlet ücretinden vazgeçilmesinde ve ücretin dâvanın
niteliğine ve avukatın geçen hizmetine göre mahkemece takdiri yolunun yeğ
tutulmasında zorunluluk vardır.
1056
sayılı Kanunun kapsamı ve ereği, Orman suçlarının takibi, ve bu suçların
cezalan ile idare lehine hükme bağlanacak vekâlet ücretleri arasında daha akla
uygun ve adaletli bir denge sağlamaktan ibarettir. İtiraz konusu kanunu
ormanlara zarar verebilecek faaliyet ve eylemlere müsaade edilmesi veya Orman
suçu işleyenlerin imtiyazlı bir zümre durumuna getirilmeleri biçiminde
mânalandırmak kanunun apaçık olan kapsamı ve ereğini aşacak, yanıltıcı ve
zorlama bir yorum olur. Orman ceza dâvalarında idare lehine hükme bağlanacak
vekâlet ücreti düzeninin 1056 sayılı Kanunla değiştirilmesinin. Orman
suçlarının artmasına ve ormanların tahribine yol açacağı gibi bir iddia, kanun
uzunca bir uygulama süresi geçirip bundan önceki ve sonraki dönemlerin suç
durumu birbiriyle titizce kıyaslanarak iddiayı destekliyecek veriler elde
edilmedikçe bir varsayımdan, hattâ bir önyargıdan ileriye geçemez.
Bir
süre sonra değişikliğin ormanlara olumsuz etkileri bulunduğu ortaya çıkarsa,
yasa koyucusunun gerekli tedbirleri alacağında kuşku yoktur. Kaldı ki Orman
Kanununa aykırı eylemlerin ağır müeyyidelerle kolayca önlenebileceğini düşünmek
bu suçların altında yatan gerçek nedenleri ve etkenleri görmemek veya
görmezlikten gelmek olur. Anayasa (Madde 131) ormanların korunmasını ve
genişletilmesini ödev olarak Devlete verirken ormanlar içinde veya hemen
yakınında oturan halkın kalkındırılmasının kanunla düzenleneceğini de
belirtmiştir. Anayasa'nın ormana ilişkin hükümleri, bir bütün olarak gözönünde
bulundurulmazsa Anayasa koyucusunun ereğini eksik anlama tehlikesi daima
kendini gösterir.
Eşitlik
ilkesine gelince : Anayasa'nın 12. maddesi, kanun önünde dil, ırk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmesini
yasaklamıştır. Bunların dışında kanun önünde eşitlik ancak kanunî şart ve
niteliklere uyarlık halinde ve o oranda söz konusu olabilir. 1056 sayılı kanun
orman kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı açılmış olup Orman İdaresince
müdahil sıfatı ile ve avukat eliyle takip edilen ceza dâvalarının bütün
hükümlerini vekâlet ücreti bakımından aynî esaslara bağlı tutmaktadır.
Bunların, 1056 sayılı kanunun kapsamı dışında kalanlarla eşitlik bakımından
kıyaslanması düşünülemez.
Anayasa'ya
aykırılık iddialarının gerekçelerinde ileri sürülüp de yukarıdan beri
karşılananlar dışında kalanlar ayrıntı niteliğinde olduğundan ve bunların
Anayasa ilkeleriyle gerçek ilişkisi bulunmadığından üzerlerinde ayrıca
durulmayacaktır.
Yukarıda
A ve B bölümlerinde açıklananların vardıracağı sonuç şudur : 1056 sayılı kanun
esas yönünden, aykırılık iddialarına ve bu iddiaların ciddiliği kanısına
desteklik eden gerekçelerde yazılı Anayasa maddelerinin hiçbirine aykırı
değildir. Kanunun, Anayasa'nın başka hükümlerine aykırı bir yönü de yoktur.
İtirazların reddi gerekir.
Üyelerden
Salim Başol, Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet Akar bu görüşe
katılmamışlardır.
VI-
SONUÇ :
l-
6831 sayılı Orman Kanununa bir madde eklenmesine dair 1056 sayılı ve 4/7/1968
günlü kanunun Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluş biçimi dolayısiyle
şekil yününden iptali gerekmediğine üyelerden Salim Başol, Avni Givda, Muhittin
Taylan, Recai Seçkin, Ahmet Akar ve Muhittin Gürün'ün karşı oylan ile ve
oyçokluğu ile,
2-
Aynı kanunun esas yönünden Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazların reddine
üyelerden Salim Başol, Avni Givda, Muhittin Taylan, Recai Seçkin ve Ahmet
Akar'ın karşı oylariyle ve oyçokluğu ile. 3/4/1969 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkanvekili
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
İhsan
Keçecioğlu
|
Üye
Salim
Başol
|
Üye
Feyzullah
Uslu
|
|
|
|
|
Üye
Celalettin
Kuralmen
|
Üye
Hakkı
Ketenoğlu
|
Üye
Fazlı
Uluocak
|
Üye
Sait
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Avni
Givda
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Recai
Seçkin
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
KARŞI
OY YAZISI
1.
Altı dosyanın birleştirilmesi:
Anayasa
Mahkemesinde birbirleriyle yalan ilişkisi olan işlerin birleştirilmeme-si ve
her birinin ayrıca karara bağlanması bir usul geleneği olarak
yerleştirilmiştir. Bu tutumun bir çok örnekleri vardır. Usul ilk kez Cumhuriyet
Senatosunun beş tabii üyesinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin on bir
dosyanın 2/1/1969 gününde birleştirilmesiyle bozulmuş ve bu kez birleştirme
işlemi 1056 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırılığı iddiasiyle çeşitli
mahkemelerden gelen attı itiraz dosyası üzerinde de uygulanmıştır.
Eldeki
işte bu yerleşmiş usulün değiştirilmesini gerekli kılan hiçbir haklı neden
bulunmadığı gibi çeşitli gerekçelere dayanan itirazların bir arada ele
alınmasının incelemede güçlükler çıkaracağında da kuşku yoktur. Öte yandan altı
işin birleştirilmesi özellikle gerekçeli kararı uzatacak ve yazılmasını
güçleştirecektir. Altı işin tek karar sayısı alması da mahkemenin çalışmalarını
eksik yansıtacağı için ayrıca bir sakınca sayılmalıdır.
Birleştirme
kararına bu nedenlerle karşıyım.
II.A)
1056 sayılı Kanunun şekil yönünden Anayasa karşısındaki durumu :
l-
Çoğunluğun görüşü:
6831
sayılı Orman Kanununa bir madde eklenmesine dair 1056 sayılı ve 4/7/1968 günlü
kanuna ilişkin tasarının Millet Meclisinde görüşülmesini ve karara bağlanmasını
Anayasa'nın 84. maddesine aykırı olarak kurulmuş bir Başkanlık Divanının
yönetmesinden çıkacak sonuçlar üzerindeki çoğunluk görüşü şöyle özetlenebilir :
Başkanlık
Divanının kuruluşu Millet Meclisinin içtüzük hükmü niteliğindeki 10/11/1967
günlü kararına dayanmaktadır. Bu karar, Anayasa Mahkemesine başvurularak iptal
ettirilmediği için yürürlükte kalmıştır. Anayasa Mahkemesinin yine aynı
niteliği taşıyan daha önceki Başkanlık Divanının Anayasa'ya aykırı bulunduğu
yolundaki görüşü (1967/6 - 1968/9 sayılı ve 27/2/1968 günlü karar) Millet
Meclisince bilindikten sonra da Başkanlık Divanı Anayasa'ya uygun duruma
getirilemez. Çünkü Millet Meclisinde uygulanan içtüzüğün 4. maddesine göre
Divanın görev süresi bir yıldır ve bu süre 1968 yılı Kasım ayında sona erecektir.
Divanda vakitsiz değişiklik yapılması İçtüzük hükmüne aykırı düşer, Anayasa
Mahkemesi, Millet Meclisinin 10/11/1967 günlü kararım kendiliğinden bir yana
bırakıp Anayasa'nın 84. maddesini doğrudan doğruya uygulayamaz.
Böyle
olunca da Millet Meclisinin 10/11/1967 günlü kararına dayanılarak kurulan
Başkanlık Divanının, İçtüzük gereğince yenileneceği tarihe kadar geçerli bir
kuruluş gibi kabulü gerekir ve bu Divanın 1056 sayılı Kanuna ilişkin tasarının
görüşüldüğü birleşimi yönetmiş olması kanunun şekil yönünden iptalini haklı
göstermez.
2-
Karşı görüş :
l
sayılı bentte özetlenen görüşten çıkarılacak sonuç şudur : Ortada bir Millet
Meclisi İçtüzüğü - Anayasa çatışması vardır ve kararda içtüzük hükümleri
Anayasa kurallarına yeğ tutulmuştur. Aşağıda ayrıntılariyle ve Anayasa
Mahkemesinin geçmişteki kararlarına da dayanılarak belirtileceği üzere böyle
bir görüşe ve sonuca katılmak mümkün değildir.
Anayasa'nın
84. maddesinin 1. fıkrasına göre Meclislerin Başkanlık Divanları, o Meclisteki
siyasî parti gruplarının kuvvetleri ölçüsünde Divana katılmaları ile kurulur.
Bu Anayasa hükmü - Anayasa'nın 8. maddesinde de belirtildiği üzere yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare mahkemelerini ve kişileri bağlayan bir
temel hukuk kuralıdır.
Bu
kurala aykırı bir İçtüzük hükmü tedvin edilmiş ve hüküm doğrudan doğruya veya
dolayısiyle Anayasa Mahkemesinin eli altına gelmişse ne olacaktır' Hüküm
doğrudan doğruya gelmişse, başka deyimle bir dâva konusu ise tabla tiyle iptal
edilecektir. Böyle değil de bir dâvanın incelenmesinde hukukî dayanak olarak
karşıya çıkıyorsa Mahkeme, kendiliğinden iptale gidemiyeceğine göre, hükmü bir
yana iterek, sorunu Anayasa kuralı uyarınca çözümliyecektir. Anayasa Mahkemesi
bu yolda davranmak zorundadır. Tersini düşünmek Anayasa Mahkemesinin Anayasa
kuralları ile değil, bir kanun veya içtüzük hükmü ile bağlamak olur. Böyle bir
tutumun ise Anayasa'nın 8. maddesine aykırılığı; Anayasa'nın üstünlüğü
ilkesinin korunmasını nasıl güçsüzleştireceği, bütün siyasî parti gruplarının
uyuşmaları halinde de Anayasa'ya aykırı davranışların nasıl hoşgörü ile
karşılanmasını gerektireceği ortadadır.
Nitekim
iptal yetkisini kullanamadığı bu çeşit durumlarda Anayasa Mahkemesi Anayasa'ya
aykırı bir hükmü iptal etmek; o hükme değil Anayasa kuralına uymak yoluna
gitmiştir. Söz gelimi : Anayasa'nın iptal dâvasına haklı olanları açıklayan
149. maddesinde (...... Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsilcisi bulunan
siyasî partiler veya bunların meclis grupları) ndan söz edilmekte; böylece bir
siyasî partinin iki meclisten her hangi birindeki grubunun tek başına iptal
dâvası açmağa hakkı bulunduğu hükme bağlanmış olmaktadır. Buna karşılık 44
sayılı ve 22/4/1962 günlü kanunun iptal dâvası açmağa yetkili olanlara ilişkin
21. maddesinin 4 sayılı bendinde (siyasî partilerin Türkiye Büyük Millet
Meclisi grupları) denilerek Anayasa hükmü bir değişikliğe uğratılmıştır.
1964/26 esas sayılı dâvada, dâvayı açanın sadece bir siyasî partinin Cumhuriyet
Senatosu grubu olması dolayısiyle dâva hakkı sorununun çözümlenmesi gerekmiş ve
çözümlemede, Anayasa'nın 149. maddesinin açık ve kesin hükmü karşısında 44
sayılı kanunun 21. maddesinin 4 sayılı bendine uyulamıyacağı belirtilerek
Anayasa hükmü uyarınca bir sonuca varılmıştır. (1964/26 - 1966/1 sayılı ve
13/1/1966 günlü karar - 31/5/1966 günlü ve 12310 sayılı Resmî Gazete . Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı ", Sayfa 16, 17.)
1967/22
esas sayılı işte de aynı tutum görülmektedir. Bu işin incelenmesinde iptal
istemine konu olan işlemle ilgili Millet Meclisi karma komisyonunu meydana
getiren Anayasa ve Adalet Komisyonlarının ikinci toplantı yılı başında usulünce
kurulduğu; daha sonra Güven Partisi Millet Meclisi grubu teşekkül ettiğinde
siyasî parti gruplarının güçleri oranında kendisini gösteren değişikliğin
meclis faaliyetlerine ve bu arada komisyonların bünyelerine yansıtılmasının
sağlanması gerekirken bütün siyasî parti grupları temsilcilerinin Millet
Meclisi Başkanının başkanlığında yaptıkları bir toplantıda üçüncü toplantı
yılının başlamasına kadar komisyon üyeliklerinin aynen muhafazası hususunda
anlaşarak güçleri oranındaki temsil hakkından vazgeçtikleri; durumun 14/6/1967
gününde 118. genel kurul birleşimine sunulduğu ve itirazla karşılanmadığı için
kesinleştiği tesbit olunmuştur. Anayasa Mahkemesi, kararında Anayasa'nın 85.
maddesinin 2. fıkrasında içtüzük hükümlerinin, siyasî parti gruplarının,
meclislerin tüm faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını sağlıyacak yolda
düzenleneceğinin yazılı bulunduğunu; bunun, aslında siyasî parti gruplarının
meclislerin bütün faaliyetlerine güçleri oranında katılmalarını buyuran bir
temel hukuk kuralı olduğunu ve yine Anayasa'nın 8. maddesi gereğince yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağladığını; bu
kuralın siyasî parti gruplarının uyuşmaları veya Millet Meclisi Genel Kurulunun
kabulü ile bir yana bırakılamayacağını belirterek ve komisyonların bünyelerini
donduran İçtüzük düzenlemesinin üçüncü toplantı yılının, başlamasına kadar
devamım kabul etmeyerek bu düzenlemeye değil Anayasa kuralına uymuş ve başvurma
konusu işlemin iptaline gitmiştir. (1967/22-22 sayılı ve 2/8/1967 günlü karar -
25/10/1967 günlü ve 12734 sayılı Resmî Gazete.)
Anayasa
Mahkemesinin, Millet Meclisinde uygulana gelmekte olan İçtüzük üzerindeki
görüşünün de, yukarıda değinilen kararda yer alan metin aynen aktarılmak
suretiyle, aşağıda belirtilmesi yerinde olacaktır :
"Burada
Anayasa'nın geçici 3 üncü maddesi üzerinde de durmak gerekir. Söz konusu
maddede yeni Anayasa'ya göre kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Millet
Meclisinin ve Cumhuriyet Senatosunun toplantı ve çalışmaları için, kendi
içtüzükleri yapılıncaya kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27 Ekim 1957
tarihinden önce yürürlükte olan İçtüzüğü hükümlerinin uygulanacağı yazılıdır.
Yeni İçtüzükler yapılıncaya kadar meclislerin çalışmalarından kalmamaları için
verilen bu imkânın İçtüzüğün Anayasa ile bağdaşmıyan hükümleriyle birlikte
harfi harfine uygulanacağı anlamında değerlendirilip genişletilmesi
düşünülemez. İçtüzük hükümleri ancak Anayasa kuralları ile sınırlı olarak ve o
kurallara uyarlıkları oranında bir uygulama yeri bulabilir. İçtüzükte
öngörülmemiş Anayasa'nın getirdiği yeniliklere ilişkin konularda veya İçtüzüğün
Anayasa ile çelişen hükümlerinde Anayasa'ya uyar bir uygulama yolunun tutulması
gereklidir. Aksine bir görüş İçtüzük Anayasa'ya eşit, hatta Anayasa'dan üstün
tutmak olur. Böyle bir görüşün sakatlığı ise tartışılmayacak kadar ortadadır
.........."
"Esasen
İçtüzük konusunda şimdiye kadarki uygulamalar hep İçtüzüğün öngörmediği veya
Anayasa ile çelişmeye düştüğü hususlarda Anayasa'ya uygun bir yön izlemiştir.
Birkaç örnek vermek gerekirse şunlar ileri sürülebilir: Anayasa'ya göre (madde
85/2) siyasî parti grupları en az on üyeden meydana gelir. İçtüzükte ise sayı
ile sınırlama yoktur, (madde 22/2 -12/2/1954 günlü İçtüzükle değişik) Bu kanuda
tabiatiyle Anayasa'ya uyulmaktadır. Bütçeyi inceleyecek Komisyon Anayasa'da
öngörülen bünyesi (madde 94/2) îçtüzüktekinden (yukarıda değinilen madde)
farklıdır. Komisyon Anayasa'ya göre kurulmaktadır. İçtüzüğün Cumhurbaşkanı'nın
nutkuna, kanunların yorumlanmasına ilişkin hükümlerinin (10, 11, 124 ve 125
inci maddeler) uygulama yeri kalmamıştır; uygulanmamaktadır. İçtüzükte siyasî
parti gruplarının Meclisin bütün faaliyetlerine kuvvetleri oranında
katılmalarını sağlıyacak hükümler öngörülmemiştir. Oysa komisyonlara üye
seçilmesi bu kurala göre yapılmaktadır. Hatta Güven partisinin kurulmasiyle
kuvvetler oranının değişmesi üzerine komisyonların bünyelerinde değişiklik
yapılmak konusu ele alınmış; ancak bu iş parti gruplarının anlaşmaları ve Meclis
Genel Kurulunun tasvibi ile üçüncü toplantı yılının başına bırakılmıştır. Bu
örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür ............................"
Bu
görüş 1967/6-1968/9 sayılı ve 27/2/1968 günlü kararda da tekrarlanmıştır.
1056
sayılı kanuna ilişkin tasarının görüşülmesi sırasında Millet Meclisi
Başkanlığı, hiç kuşkusuz, Anayasa Mahkemesinin görüşünü bilmekte idi. Böylece
Anayasa'ya aykırılığı kesin ve apaçık olarak ortaya çıkan bir başkanlık
divanını, İçtüzüğün 4. maddesinde başkanlık divanlarına bir yıllık görev süresi
tanıdığı için, 1968 yılı Kasım ayma kadar geçerli saymak, Anayasa'ya aykırı bir
durumu hiçbir kanun veya içtüzük hükmü koruyamayacağı için, hukukça
savunulabilir bir tutum olamaz.
Yukarıdan
beri açıklananlarla varılmak istenen sonuç şudur: 1056 sayılı kanuna ilişkin
tasarının Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesini ve karara bağlanmasını
yöneten Başkanlık Divanının hukukça geçerli bir kuruluş olup olmadığını
araştırmak ve doğru bir sonuca varabilmek için ele alınacak ölçü Millet Meclisinin
içtüzük hükmü niteliğindeki 10/11/1967 günlü kararı değil Anayasa'nın 84.
maddesinin birinci fıkrası hükmüdür. Bu ölçüye vuruldukta söz konusu Başkanlık
Divanının Anayasa'ya aykırı ve bu nedenle de hukukça geçerli sayılamayacak bir
kuruluş olduğu ortaya çıkar. 1056 sayılı kanuna ilişkin tasarının görüşülmesi
sırasında Millet Meclisi Genel Kurulunu böyle bir divanın yönetmesi ile. Genel
Kurulun divansız çalışması arasında fark yoktur. Başkanlık Divanı olmayınca da
bir Millet Meclisi Genel Kurulundan söz edilemez; bu, sadece gelişi güzel bir
toplanma hali olur. Böyle toplanmada görüşülen ve kabul edilen kanun tasarısı
ise iptal nedeni olacak bir şekil noksanı ile malûl sayılmak gerekir.
Şu
duruma göre 1056 sayılı kanunun, Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluş
biçimi yüzünden, iptal edilmesi tabiî ve zorunlu idi. Aksi yönde verilen
kararda isabet yoktur.
II-
B) 1056 sayılı kanunun esas yönünden Anayasa karşısındaki durumu :
l-
Çoğunluğun görüşü :
1056
sayılı kanunun Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna varan çoğunluğun görüşü
şöyle özetlenebilir :
a)
Orman Ceza dâvalarında hükmedilen vekâlet ücreti avukatlara değil, Orman
idaresine aittir. 3904 sayılı Kanunun 7. maddesi olmasa Orman avukatlarının
1389 sayılı Kanundaki haklardan yararlanmaları, yani idare lehine hükme
bağlanıp tahsil edilen vekâlet ücretlerinden pay almaları mümkün olmaz. Bu
hükmün kaldırılması veya değiştirilmesi gibi bir durum orman avukatlarının
vekâlet ücretleriyle ilişkilerini tüm keser veya değiştirir. Kanun yapıcının,
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu maddeyi etkileyecek bir yasama
tasarrufunda bulunması her zaman için olanak ve olasılık İçindedir.
Vekâlet
ücreti paylan avukatların idareden aldıkları aylık veya ücretin tamamlayıcı bir
bölümü sayılamaz. 3904 sayılı Kanunun 7. maddesiyle öngörülen yararlandırma,
bir özendirme ve ödülleme yoludur. Bu payların azaltılması, hatta kaldırılması
ücret ve aylık değişikliği anlamını taşımaz. Sorun bir avukatlık ve avukatlar
sorunu değildir. Ortada Orman Genel Müdürlüğüne ve Genel Müdürlükçe müdahale
yoliyle takip edilen Orman ceza dâvalarına ilişkin bir durum vardır.
Sorunun
Anayasa'nın 40, 42 ve 45. maddeleri kapsamına girecek bir yanı yoktur. Orman
idaresince müdahil sıfatiyle ve avukat eliyle takip edilen Orman ceza dâvaları
1056 sayılı kanunda bir bütün olarak ele alındığına ve vekâlet ücreti
bakımından aynı koşullara bağlandığına göre kanun önünde eşitsizlikten söz
edilemez.
b)
Orman suçlarından ceza görenlere yükletilen vekâlet ücreti bir ceza değildir.
6831 sayılı Kanunda yazılı cezaların hafifliği ileri sürülebilir. Ancak bu
cezalan aynen kanunda bırakmak ve bunların etkilerini başka yollardan
desteklemeğe ve ağırlaştırmağa gitmek ceza hukuku ve ceza siyaseti yönünden
uygun bir yol sayılamaz.
Tarifelerdeki
avukatlık ücretleri Orman ceza dâvalarının sonuçlariyle uyuşamamaktadır. On
lira hafif para cezasiyle cezalandırılmış bir kimseye 250 lira vekâlet ücreti
yüklenmesi hukuk mantığının ve adalet duygusunun kolay kabul edebileceği bir
durum değildir. 1056 sayılı Kanunun kapsamı ve ereği Orman suçlarının takibi ve
bu suçların cezaları ile idare lehine hükme bağlanacak vekâlet ücretleri
arasında daha makûl ve adaletli bir denge sağlamaktan ibarettir. Orman suçu
işleyenlerin imtiyazlı bir zümre durumuna getirildiği düşünülemiyeceği gibi 1056
sayılı Kanunun orman tahribine yol açacağı iddiası da bir varsayımdan ve
önyargıdan ileriye geçemez.
Orman
Kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı açılmış olup Orman idaresince müdahil
sıfatı ile ve avukat eliyle takip edilen ceza dâvalarının bütün hükümlüleri
vekâlet ücreti bakımından aynı esaslara bağlı tutulduğu için kanun önünde
eşitsizlik de söz konusu değildir.
2-
Karşı görüş :
a)
Çok önceleri Orman dâvaları Hazine avukatlarınca takip edilmekte ve bunlar
mahkemelerce hükme bağlanan vekâlet ücretlerinden 2/2/1925 günlü ve 1389 sayılı
Kanun ve yönetmeliği uyarınca pay almakta idiler.
Yürürlüğü
30/5/1937 gününden sayılan 4/6/1937 günlü ve 3204 sayılı Orman Umum Müdürlüğü
Teşkilât Kanunu çıktıktan sonra da aynı kanunun geçici 7. maddesiyle özel
teşkilât yapılıncaya kadar her çeşit orman dâvalarının Hazine vekilleri
tarafından yürütülmesi öngörüldüğünden bu durum sürdürülmüştür.
31/7/1940
da yürürlüğe giren 3904 sayılı ve 24/7/1940 günlü kanun, Orman Genel
Müdürlüğünde Hukuk Müşavirliği örgütünü kurmuş ve bu yasanın geçici birinci
maddesi uyarınca orman dâvalarının takibi işi, üç ay daha Hazinece sağlandıktan
sonra Genel Müdürlüğe geçmiştir. Aynı kanunun 7. maddesi Orman Hukuk Müşaviri
ile Orman Avukatlarının ve dâvavekillerinin 3389 sayılı Kanunda yazılı
haklardan yararlanacaklarını hükme bağlamaktadır.
Demek
ki eski dönem bir yana bırakılırsa bile Orman Genel Müdürlüğü katına bütçeli bir
idare olarak dâvalarının takibini kendi eline aldığı tarihten beri kazanılan
vekâlet ücretinin Hukuk Müşavirliği ve avukatlar arasında paylaştırılması ve
idarenin bu paraların tek kuruşundan bile yararlanmaması yolu, bir yasa kuralı
ve buyruğu olarak uygulana gelmiştir. Orman dâvalarında vekâlet ücretleri Orman
İdaresi lehine hükme bağlanmakta ve İdare adına tahsil edilmekte olmasına
rağmen aslında bu paralar idarenin avukatlarına ve Hukuk Müşavirliği kuruluşuna
aittir. Onun içindir ki kararda "sorunun bir avukatlık ve avukatlar sorunu
olmadığı, ortada Orman Genel Müdürlüğüne ve Genel Müdürlükçe müdahil yoliyle
takip edilen Orman Ceza dâvalarına ilişkin bir durum bulunduğu" nu savunan
çoğunluk görüşüne katılmak mümkün değildir.
27/6/1938
günlü ve 3499 sayılı Avukatlık Kanununun 130. maddesine göre baro yönetim
kurulları dört yıl için yargı yerlerindeki işlemlerle öteki işlerden alınacak
ücretin en aşağı haddini gösteren tarifeleri düzenlerler. Bunlar Adalet
Bakanlığının onamasından sonra yürürlüğe girer. Aynı kanunun 131. maddesine
göre ise ücret sözleşmesi yapılmamış hallerde asgarî tarife uygulanır ve
hükümlü aleyhine yüklenecek ücret tarifede yazılı hadden aşağı ve üç katından
da yukarı olamaz. 1056 sayılı kanun bu hükmü Orman Kanunu kapsamına giren suçlardan
dolayı açılmış olup Orman İdaresince müdahil sıfatiyle ve avukat eliyle takip
edilen ceza dâvalarında İdare lehine takdir edilecek maktu vekâlet ücreti
yönünden değişikliğe uğramıştır. Yeni hükme göre mahkeme, dâvanın niteliğine ve
avukatın o işte geçen hizmetini gözönünde tutarak avukatlık asgarî ücret
tarifesinde yazılı asgari miktarın yarısını geçmemek üzere vekâlet ücretini
takdir yoliyle hükme bağlayacaktır. İtiraz konusu kanunun, yukarıdanberi
açıklanan durum karşısında, ön alanda Orman idaresinin değil avukatlarının
haklarım ilgilendirip etkilediği ortadadır.
Orman
idaresinde hizmete giren avukatların kendilerine ödenecek kadro ücretlerinin
yanı sıra vekâlet ücretlerinden pay alacaklarını ve pay almak hakkının kanunca
korunduğunu da hesaba katarak görev kabul ettiklerinde ve vekâlet ücreti
paylarının, adı ne olursa olsun ücret eksikliğini dengeleyen bir ek gelir
olduğunda kuşku yoktur. İtiraz konusu 1056 sayılı kanun bu ek geliri, ceza
dâvaları yönünden, yandan da aşağıya düşürmektedir.
Günün
yaşama koşulları, ücretlerde yükselmeyi gerektirirken Orman avukatlarının bir
bölümü gelirlerinin kanunla kesilmesi Anayasa'nın çalışanların "insanca
yaşamaları" ve bunlara "adaletli ücret" sağlanması için tedbir
almayı Devlete ödev olarak yükleyen hükümleriyle (madde 42,, 45) bağdaşamaz.
Yine Anayasa'nın 2. maddesiyle "hukuk devleti" olarak tanımlanan bir
düzende kazanılmış hakların bir kanunla elden alınması söz konusu olmamak
gerekir.
Öte
yandan 2/2/1925 günlü ve 1389 sayılı Kanun hükümlerinden yararlana; ve bu
bakımdan aynı kanunî durumda olan avukatlar arasından yalnız Orman idaresi
avukatlarını 1056 sayılı Kanun ayrı hükme bağlamış ve bunların durumunda
ötekilerine göre, açık bir eşitsizlik ve adaletsizlik meydana getirmiştir.
Sorunun avukatlar bakımından, değilde orman ceza dâvaları yönünden ele alınarak
kanun önünde eşitsizlik bulunmadığının savunulması da yersiz olur. Çünkü kamu
tüzel kişilerine ait ormanlarda işlenen suçlardan dolayı açılmış ceza
dâvalarının bu idarelerce müdahil sıfatiyle ve avukat eliyle takibi hali 1056
sayılı Kanunun kapsamı dışında kalmaktadır. Durumu açıklamak için kamu tüzel
kişilerine ilişkin orman ceza dâvalarından örnek getirmek de gereksizdir. Orman
idaresince müdahil sıfatiyle ve avukat eliyle takip edilen bir Orman ceza dâvasında
sanığın avukatı varsa ve Sanıkla Avukat arasında ücret sözleşmesi yapılmamış
ise bu avukat baronun tarifesindeki asgari had üzerinden ücretini alır; Orman
İdaresi lehine ise işin avukatla takibi dolayısiyle, asgarî haddin yansını
geçmemek üzere vekâlet ücreti takdir ve hükmolunur.
Şu
duruma göre 1056 sayılı Kanun, Orman avukatları ile ilişkisi yönünden,
Anayasa'nın "hukuk devleti" ilkesine, 12., 42. ve 45. maddelerine
aykırıdır.
b)
Orman ceza dâvalarında Orman idaresi lehine hükümlüye yüklenen vekâlet
ücretinin ceza olmadığında kuşku yoktur. Ancak hükmedilen cezanın yanında
hükümlülüğün tazminat, yargılama giderleri ve bu arada vekâlet ücreti ödenmesi
gibi malî sonuçlarının da suçlu üzerinde ceza kadar, belki cezadan da çok
etkili olduğu ortadadır. Avukatlık asgarî ücret tarifeleri uyarınca hükmedilen
vekâlet ücretinin Orman suçlarının aslında çok hafif olan cezalarının
etkisizliğini bir dereceye kadar giderebilecek bir unsur olduğu inkâr edilemez.
Orman suçlularının ötedenberi cezalardan değil vekâlet ücretinden sızlana
gelmeleri bu yüzdendir. 1056 sayılı kanun tarifede yazılı vekâlet ücretini önce
yan yarıya azaltarak ve kanunda aşağı had gösterilemediğine ve iş mahkemenin
takdirine kaldığına göre bunu sıfıra kadar indirme yolunu da açmakla orman suçlarından
hüküm giymenin getirdiği külfetleri o oranda hafifletmiş bulunmaktadır. Sonuç
ve etki bakımından bunun orman cezalarının hafifletilmesinden değişik bir yönü
yoktur.
1056
sayılı kanun, ne gibi bir erek ve gerekçe ile çıkarılmış bulunursa bulunsun aslında
bir müeyyide ve tedbir zaafı getirmekte ve orman suçlularına karşı yumuşayan
bir tutumun ifadesini taşımaktadır. Bu zaaf ve yumuşamanın ormanlara zarar
verebilecek faaliyet ve eylemleri, bunlara müsaade edilmesi Anayasa'nın 131.
maddesiyle yasaklanmış olmasına rağmen, teşvik edip arttıracağından ve Devlete
yine aynı madde ile verilmiş ormanları koruma ve genişletme ödevinin yerine
getirilmesini daha da aksatacağından şüphe edilmemelidir. Böyle bir sonucun
ortaya konulabilmesi için birkaç yıllık bir uygulamayı beklemek de gereksizdir.
Özellikle orman bölgeleri halkının ormanlara karşı yıllardan beri sürüp gelen
tutumu, genel olarak da bütün ülkede ağaca karşı takınılan ve kayıtsızlıktan
derece derece insafsızlık ve düşmanlık niteliğine kadar varan davranışlar
gözönünde bulundurulursa bu konudaki bir yumuşama ve gevşemenin getireceği ağır
ve acı sonuçları şimdiden isabetle kestirmek haç de güç olmaz.
Öte
yandan 1056 sayılı kanun orman idaresinin müdahil sıfatiyle girdiği orman ceza
dâvalarının suçlularını vekâlet ücreti bakımından, Öteki suçlulara, hattâ kamu
tüzel kişilerinin müdahil sıfatiyle girdiği orman ceza dâvaları suçlularına
göre imtiyazlı bir zümre durumuna getirmekte ve kanun önünde eşitlik ilkesini
özünden zedelemektedir. Bu tutumu hiç bir neden haklı kılmaz ve mazur
gösteremez. Orman suçlarının altında bir takım nedenler ve etkenler yattığı;
onun için Orman Kanununa aykırı eylemlerin ağır müeyyidelerle de önlenemiyeceği
yolundaki görüşün bu günkü yetersiz müeyyidelerin büsbütün hafifletilmesine
gerekçelik etmesi düşünülemez. Kaldı ki aynı görüşün bütün öteki suçlar ve
suçlular yönünden de savunulması mümkündür ve benimsenmesi halinde cezalandırma
siyasetinin ve toplum düzeninin göreceği olumsuz etkilerden ve ortaya
çıkabilecek dengesizliklerden ve aksaklıklardan kaygı duymamak kabil olmaz.
Özetlemek
gerekirse : 1056 sayılı kanım, orman suçlan ve suçluları ile ilişkisi yönünden,
Anayasa'nın 12. ve 131. maddelerine aykırıdır.
II-
C) SONUÇ:
6831
Sayılı Orman Kanununa Bir Madde Eklenmesine Dair 1056 sayılı ve 4/7/1968 günlü
Kanunun, yukarıdan beri açıklanan nedenler sonucu iptali gerekli iken
Anayasa'ya aykırı bulunmadığına ve itirazların reddine karar verilmiş olması
dolayısiyle 1968/39, 42, 45, 54, 68, 1969/6-1969/15 sayılı ve 3/4/1969 günlü
karara karşıyım.
Yukarıdaki
karşı oy yazısının II/A, B ve C Bölümlerine katılıyorum.
KARŞI
OY YAZISI
l-
Millet Meclisi Başkanlık Divanının kuruluşundaki Anayasa'ya aykırılık.
Mahkememizin Esas 1968/15 Karar 1968/13 sayılı ve 3, 4 Mayıs 1968 günlü karan
için yazmış olduğum karşı oy yazısının 2 .bendinde bütün ayrıntılariyle
açıklanan nedenlerden ötürü iptali gerektirecek niteliktedir (24/10/1968 günlü
ve 13035 sayılı Resmî Gazete - Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 6,
Sayfa : 207-209).
2-
Anayasa'nın 131. maddesinde Devlete iki türlü ödev yükletilmiştir. Bunlardan
ilki ormanları koruma ödevi, ikincisi ise orman köylülerini koruma ödevidir.
Devlet orman köylülerini koruma ödevini iktisadî tedbirler alarak yerine
getiremeyince, bunun yerine ormanların korunmasına ilişkin ödevlerinde gevşeme
ve göz yumma yoluna gidemez, burada olduğu gibi yaptırımlarda hafifletme yolunu
seçemez. Gerçekten iptal konusu Yasanın Meclislerce benimsenmesi için ileri
sürülen gerekçeler, sonuçta ormanın korunmasına yarayan yaptırımlar; hafifletip
yoksul ve zavallı durumda bulunan köylünün korunması düşüncesine dayanmaktadır.
Eğer, bu gerekçe doğru ise orman suçlularından yalnızca avukatlık parasının bir
bölümünün değil, tazminatların, para cezalarının ve nisbî avukatlık paralarının
dahî alınmaması gerekecektir ki böyle bir görüş hiç kimsece ileri sürülmüş
değildir ve Anayasa'nın 131. maddesi hükümleri karşısında benimsenemez.
Çoğunluk
gerekçesinde dâva giderlerinden bulunan avukatlık parasının bir yaptırım
olmadığı, yaptırımın ancak ceza ve tazminat olarak öngörülmüş bulunduğu ileri
sürülmektedir ki bu görüş dahi doğru değildir. Çünkü yargılama usul a
hükümlerine göre dâva giderlerinin haksız çıkacak yana yükletilmesi, haksızlığı
önleme yolunda kabul edilmiş bir ek yaptırım niteliğini de taşımaktadır.
Anayasa'nın
sözü edilen 131. maddesindeki ormanlara zarar verebilecek hiç bir faaliyet ve
eyleme müsaade edilemiyeceği kuralı ile ormanların yok olmasına yol açacak hiç
bir siyasî propaganda yapılamıyacağı kuralının dayandığı erek gözönünde
tutulunca, ek yaptırım niteliğinde bulunan ceza dâvalarına ilişkin avukatlık
parasının yalnız orman suçluları bakımından hafif biçimde öngörülmesi,
Anayasa'nın sözü ile ve özü ile bağdaştırılamaz.
Bu
hafifletmenin ek yaptırımı eskisine göre daha az etkili kıldığı, açık bir
gerçektir. Burada cezaların indirilmesi ya da tazmin borçlarının hafifletilmesi
gibi Anayasa'nın 131. maddesine aykırılığı hemen göze çarpabilecek kural
bulunmadığı varsayılsa bile, dolambaçlı yoldan, başka deyimle dolaylı olarak
Anayasa'nın 131. maddesine aykırı davranıldığı açıktır. Zira bu suçluların
hukukî durumunda öbür suçlulara göre bir düzelme ve bir hafifleme benimsenmiş
olmaktadır.
SONUÇ:
Yukarıda
yazılı nedenlerden ötürü çoğunluk kararına karşıyım.
Sayın
üye Recai Seçkin'in karşı oy Yukarıda yazılı karşı oy düşüncesine yazısına
katılıyorum. katılıyorum.
|
|
Üye
Muhittin
Taylan
|
Üye
Salim
Başol
|
KARŞI
OV YAZISI
Mahkememizin
yukarıki karariyle, 6831 sayılı Orman Kanununa ek olan 4/7/1968 günlü ve 1056
sayılı Kanunun, Anayasa hükümlerine şekil yönünden de aykırı bulunmadığı
sonucuna varılmıştır.
Halbuki,
Meclislerin toplantılarının kanuna uygun sayılabilmesi ve görüşmeler sonunda
kabul edilmiş olan metinlerin hukuken değerli ve geçerli olabilmeleri içki bu
toplantıların kanunlara uygun biçimde yapılmış olmaları şarttır. Bu şartın
başında da toplantıya Başkanlık eden Divanın kanuna uygun olarak kurulmuş
bulunması gelir. Aksi takdirde bu toplantılar hukuken geçerli bir (Meclis
Birleşimi) sayılamaz ve alınan kararlar da hukukî değerden mahrum ve binnetice
yokluk ile malûl olur .
Konunun
bu esasın ışığı altında incelenmesi aşağıdaki sonuçlan ortaya koyar :
Sözü
geçen 1056 sayılı Kanunun kabul olunduğu 8/4/1968 günündeki Millet Meclisi
görüşmelerini idare etmiş bulunan Başkanlık Divanı, Anayasa'nın 84. maddesi
hükümlerine uygun biçimde kurulmamıştır. Bu durumda Anayasa'ya uygun biçimde
kurulmamış olan Başkanlık Divanının yönettiği bir Millet Meclisi toplantısında
görüşülerek kabul edilmiş olan 1056 sayılı Kanunu, hukuken değerli ve geçerli
bir metin olarak, kısaca, "kanun" olarak kabul etmek mümkün değildir.
Buna rağmen Cumhurbaşkanınca resmî Gazete ile yayınlatmak suretiyle yürürlüğe
konulmuş, yani kanun biçiminde işleme tabi tutulmuş olduğuna göre iptali
zorunludur.
Buna
karşılık, "söz konusu Başkanlık Divanının Millet Meclisinin İçtüzük
niteliğindeki 10/11/1967 günlü kararma dayanılarak kurulmuş bulunduğu, bu karar
hakkında Anayasa Mahkemesince verilmiş bu iptal kararı olmadığı, içtüzük
hükümlerine göre Başkanlık Divanlarının bir sene için seçilmiş
bulundukları" öne sürülerek ortada Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmadığı
görüşünün savunulduğu görülmektedir.
Millet
Meclisinin, Başkanlık Divanı kuruluşunu Anayasa'nın 84. madesine aykırı biçimde
düzenliyen 1/11/1966 ve 2/11/1966 günlü kararları, Anayasa Mahkemesince
27/2/1968 gününde iptal edilmiştir. Sözü geçen 1056 sayılı Kanunun görüşüldüğü
Millet Meclisi birleşimini yöneten Başkanlık Divanı ise, iptal edilen
kararlardaki esası, 1967 yılında da aynen sürdürmek için alınan 10/11/1967
günlü karara dayanılarak kurulmuştur. Gerek 1/11/1966 ve 2/11/1966, gerekse
10/11/1967 günlü söz konusu kararlar, Başkanlık Divanının kuruluşunu düzenliyen
içtüzük hükmü niteliğinde sayılmaları ve aynı kuralı koyarak devam ettirmeleri
bakımından, tek bir içtüzük hükmü niteliğinde olduklarından bunları birbirinden
ayrı iki içtüzük saymak mümkün değildir. Bu sebeple bunlardan birisi hakkında
verilen iptal kararının Ötekilerine de etki yapması tabiîdir. Aksi
düşünce, her sene alınacak, aynı nitelikte fakat başka tarihli kararlarla.
Meclislerin içtüzük konusu olan düzenlemelerinin Anayasa Mahkemesi denetiminin
dışına çıkarılması yolunu açarki bunun da Anayasa'nın ne 147. maddesindeki sözü
ile ne de özü ile bağdaştırılması mümkündür.
Bu
konudaki Anayasa Mahkemesi iptal kararı 1/3/1968 gününde Millet Meclisi
Başkanlığına bildirildiğine göre o tarihten itibaren Millet Meclisi Başkanlık
Divanının, Anayasa'nın 84. maddesindeki esaslara aykırı biçimdeki kuruluşlumu
devam ettirilmesine ve görev yapmasına imkân kalmamış olacağından Başkanlık
Divanının 84. madde esaslarına uygun biçimde yeniden ve derhal seçilmesi
gerekirdi.
Halbuki
inceleme konusu 1056 sayılı Kanun, kuruluşunun Anayasa'ya aykırı bulunduğu, bir
aydan fazla bir zamandan beri Mahkeme hükmü ile belli olan bir Başkanlık
Divanının yönettiği Millet Meclisi birleşiminde, 8/4/1968 gününde görüşülerek
kabul edilmiş bulunmaktadır.
Bu
durumda söz konusu metnin Anayasa hükümleri karşısında hukukan geçerli bir
"kanun" sayılması mümkün değildir.
Bu
sebeplerle Anayasa'ya şekil yönünden aykırılığı meydanda olan 1056 sayılı
Kanunun iptali gerektiğinden karara muhalifim.