ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/195
Karar Sayısı : 2025/85
Karar Tarihi : 27/3/2025
R.G.Tarih-Sayı : 16/7/2025-32957
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Antalya 3. İdare
Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 25.
maddesiyle değiştirilen 28. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…güveni
kötüye kullanma,…” ibaresinin Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 49. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Özel muayenehane açma talebinin reddine yönelik işlemin
iptali talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu
kuralın da yer aldığı 28. maddesi şöyledir:
“Madde 28 – (Değişik:
23/1/2008-5728/25 md.)
Hekimlik mesleğinin icrası için; Türk Ceza Kanununun 53
üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan
dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle ya da devletin güvenliğine karşı suçlar,
Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet,
irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye
kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat
karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık
suçlarından hapis cezasına mahkûm olmamak gerekir.
İcrayı sanat etmesine mani ve gayrıkabili şifa bir marazı
aklı ile malul olduğu bilmuayene tebeyyün eden tabipler, Sağlık Bakanlığının
teklifi ve Sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla icrayı sanattan
menolunur ve diplomaları geri alınır.
(Ek fıkra: 15/8/2017-KHK-694/5 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7078/5 md.) (İptal fıkra: Anayasa Mahkemesinin 27/12/2023 tarihli ve
E: 2018/95, K: 2023/221 sayılı Kararı ile)”
B. İlgili Görülen Kanun Hükmü
25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun
13/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu dışındaki
kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya mahkûmiyete bağladığı
hak yoksunluklarının giderilebilmesi için, yasaklanmış hakların geri verilmesi
yoluna gidilebilir. Bunun için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin beşinci
ve altıncı fıkraları saklı kalmak kaydıyla,
a) Mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten
itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,
b) Kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş olması
ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat
oluşması,
gerekir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI,
Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız
SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz
AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI’nın katılımlarıyla 4/12/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2.
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Muhammed Nuri ÖZGÜR tarafından hazırlanan
işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 1219 sayılı
Kanun’da hekimlik mesleğinin icrası için gerekli şartlar düzenlenmiştir. Bu
kapsamda anılan Kanun’un 28. maddesinin birinci fıkrasında hekimlik mesleğinin
icrası için; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53.
maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan
dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle ya da devletin güvenliğine karşı suçlar,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas,
ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan
mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından hapis cezasına
mahkûm olmamak gerektiği hükme bağlanmıştır. Söz konusu fıkrada yer alan “…güveni
kötüye kullanma, …” ibaresi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır. Dolayısıyla
kural uyarınca güveni kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm olanlar, anılan
Kanun’un 53. maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile hekimlik mesleğini
icra edemeyeceklerdir.
4. Güveni kötüye kullanma suçu Kanun’un “Özel Hükümler”
başlıklı İkinci Kitabı’nın “Kişilere Karşı Suçlar” başlığını taşıyan
İkinci Kısmı’nın Onuncu Bölümü’nde yer alan 155. maddesinde düzenlenmiştir. Söz
konusu maddede suça konu fiil, başkasına ait olup da muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere
zilyetliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde kişinin kendisinin veya
başkasının yararına olarak zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması
veya bu devir olgusunu inkâr etmesi olarak tanımlanmıştır.
5. Anılan maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi suçun
oluşması için öncelikle taraflar arasında geçerli bir sözleşme ilişkisinin
bulunması gerekmektedir. Suçla korunan hukuki değer mülkiyet hakkının yanı sıra
taraflar arasındaki güven ilişkisidir. Söz konusu güven ilişkisinin korunması ile
toplumsal hayatta kişiler arasındaki güven duygusunun da korunması
amaçlanmaktadır. Böylelikle güveni kötüye kullanma suçuyla eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan
kasıtlı tasarruflar cezai yaptırım altına alınmıştır.
6. Kanun’un 53. maddesinde ise kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına
mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak mahkûm olunan hapis cezasının infazının tamamlanmasına
kadar kişinin belli haklardan yoksun bırakılmasına ilişkin düzenlemelere yer
verilmiştir. Anılan madde uyarınca belli bir
suçtan mahkûmiyet halinde kişilerin süresiz olarak hak yoksunluğuna
uğramalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
7. Bu itibarla güveni kötüye kullanma suçundan hapis
cezasına mahkûm olanlar hakkında söz konusu madde uyarınca hapis cezasının
infazı tamamlanıncaya kadar hak yoksunluğu uygulanacaktır. Kuralda ise bu
suçtan mahkûm olanların hekimlik mesleğinin icrasından herhangi bir süre sınırı
olmaksızın yoksun bırakılmaları öngörülmektedir.
B. İtirazın
Gerekçesi
8. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralla güveni kötüye kullanma suçu da
dâhil belli suçlardan ya da beş yıldan fazla hapis cezasına mahkûm olanların
süre sınırı olmaksızın özel ve kamu ayrımı yapılmadan hekimlik mesleğini
süresiz olarak icra edememelerinin öngörülmesinin meşru amaç ile hekimin hak ve
menfaatleri arasında bulunması gereken adil dengeyi ortadan kaldırdığı, bu
suretle çalışma hakkına ve kişilerin özel hayatına yapılan sınırlamanın ölçüsüz
hâle geldiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 49. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
9. 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 48.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
10. Anayasa Mahkemesinin 23/7/2024 tarihli ve E.2023/80,
K.2024/142 sayılı kararında 1219 sayılı Kanun’un 28. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “…Anayasal düzene ve
bu düzenin işleyişine karşı suçlar…”
ibaresi incelenmiş ve söz konusu ibarenin Anayasa’nın
13., 48. ve 49. maddelerine aykırı olmadığına karar verilmiştir.
11. Anılan kararda ilk olarak özel sağlık kuruluşları
veya serbest olarak hekimlik mesleğini icra edecek kişilerde anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan mahkûm
olmamak şartının aranması suretiyle Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence
altına alınan çalışma hakkı ve özgürlüğüne sınırlama getirildiği belirtilmiştir. Bu tespitin ardından temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren söz konusu
ibare; Anayasa’nın 13. maddesi gereğince sınırlamanın kanunla yapılması,
Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması şartlarını
taşıyıp taşımadığı hususları yönünden değerlendirilmiştir (AYM, E.2023/80,
K.2024/142, 23/7/2024, §§ 18-36).
12. Kararda söz konusu ibarenin yer
aldığı fıkrada hangi suçların hekimlik mesleğinin icrasına engel olduğunun açıkça
belirtildiği, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçların ise 5237 sayılı Kanun’da düzenlendiği gözetildiğinde ibarenin belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu yönüyle kanunilik şartını
taşıdığı belirtilmiştir (AYM, E.2023/80,
K.2024/142, 23/7/2024, § 22).
13. Kararda anılan ibare meşru amaç yönünden de
değerlendirilmiş, kamu hizmeti niteliğindeki
hekimlik mesleğinin sağlık hizmeti içindeki rolü ve önemi gözetildiğinde mesleğin
onur ve itibarının korunması için bazı suçlardan mahkûm olanların mesleği icra etmekten men edilmelerinin
kamu yararı amacı taşıdığı ve bu yönüyle ibareyle
getirilen sınırlamanın anayasal anlamda meşru amacının bulunduğu ifade
edilmiştir (AYM, E.2023/80, K.2024/142,
23/7/2024, § 24).
14. Ölçülülük incelemesiyle ilgili olarak kararda
öncelikle hekimlik mesleğinin, yer ve zaman sınırlaması
olmaksızın toplum yararına hizmet etmeyi gerektiren, insan yaşamının
korunmasını amaç edinen bir nitelik taşıması itibarıyla hekimlerin tabi olması
gereken kanuni ve etik sınırların diğer pek çok meslekten daha ayrıntılı ve
katı şekilde düzenlenmesinin olağan olduğu, ibarede hekimlik mesleğinin icrası için sınırlı
sayıda yer verilen bir kısım suçtan mahkûm olmama şartının getirildiği
vurgulanarak ibarenin hekimlik mesleğinin
onur ve itibarının korunması amacına ulaşma bakımından elverişli olduğu
belirtilmiştir (AYM, E.2023/80, K.2024/142,
23/7/2024, § 26).
15. Kararda ayrıca ibarede
hekimlik mesleğinin icrasına engel olduğu belirtilen suçların niteliği
gözetildiğinde, bunları
işleyenlerin hekimlik mesleğinin icrasından yasaklanmasının kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamında öngörebileceği bir tedbir olduğu ifade edilerek ibarenin hekimlik mesleğinin onurunun korunmasına yönelik
amacın gerçekleştirilmesi bakımından gerekli olduğu sonucuna ulaşılmıştır (AYM, E.2023/80, K.2024/142, 23/7/2024, § 27).
16. Kararda son olarak sınırlamanın
orantılı olup olmadığı değerlendirilmiştir. Bu kapsamda 5352 sayılı Kanun’un 13/A maddesinde yasaklanmış hakların
geri verilmesi kurumunun düzenlendiği, anılan madde uyarınca yasaklanmış hakların geri verilebilmesi
için 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları saklı
kalmak kaydıyla, mahkûm olunan cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren
üç yıllık bir sürenin geçmiş olması, kişinin infazın tamamlanmasından itibaren
üç yıllık süre içerisinde yeni bir suç işlememesi ve hayatını iyi hâlli olarak
sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaatin oluşması gerektiğinin belirtildiği,
maddede aranan koşulların gerçekleşmesi
hâlinde verilecek yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı uyarınca anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan mahkûm olanların hekimlik
mesleğini icra etmelerinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı
belirtilmiştir. Nitekim
kararda bu sonuca ulaşılırken 5352 sayılı Kanun’un 13/A maddesinin “5237 sayılı
Kanun dışındaki çeşitli kanunlardaki kasıtlı bir suçtan dolayı
belirli süreyle hapis cezasına veya belli suçlardan dolayı bir cezaya
mahkûm olan kişilerin süresiz olarak kullanmaktan yasaklandıkları
hakları tekrar kullanabilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmasına
ihtiyaç duyulduğu” şeklindeki gerekçesine vurgu yapılmıştır (AYM, E.2023/80, K.2024/142, 23/7/2024, § 29).
17. Kararda ayrıca yasaklanmış hakların geri verilebilmesi için mahkûm olunan
cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş
olması, kişinin infazın tamamlanmasından itibaren üç yıllık süre içerisinde
yeni bir suç işlememesi ve hayatını iyi hâlli olarak sürdürdüğü hususunda
mahkemede bir kanaatin oluşması şartlarının kişiye aşırı külfet yükleyip
yüklemediği değerlendirilmiştir.
18. Bu kapsamda yasaklanmış hakların geri verilebilmesi
için infazın tamamlanmasından itibaren geçmesi gereken üç yıllık süre şartıyla özel sağlık kuruluşları bünyesinde veya
serbest olarak hekimlik mesleğinin icrasının
süresiz olarak sınırlanmadığı, bu üç yıllık sürenin hekimlik mesleğinin
niteliği gözetildiğinde makul ve orantılı olduğu, üç yıllık süre içerisinde
yeni bir suç işlememe ve bu sürenin iyi hâlli olarak sürdürüldüğü hususunda
mahkemede kanaatin oluşmasında bu süreçte yeni bir suçun işlenmemesinin etkili
olduğu, bu yönüyle hâkime bu konuda sınırsız bir takdir yetkisinin verilmediği,
dolayısıyla anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçların niteliği,
toplumda oluşturduğu etki düşünüldüğünde, yasaklanmış hakların geri verilmesi
şartlarının, hekimlik mesleğinin icrası için anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlardan mahkûm olanlara aşırı bir külfet yüklemediği
sonucuna ulaşılmıştır ( AYM, E.2023/80,
K.2024/142, 23/7/2024, §§ 30-35).
19. Söz konusu kararda
Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında kanunilik, meşru amaç ve ölçülülük ilkesinin
alt ilkelerinden elverişlilik ve gereklilik bakımından belirtilen gerekçeler, Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence altına alınan
çalışma hakkı ve özgürlüğüne sınırlama getiren
bu kural yönünden de geçerlidir. Bununla birlikte güveni kötüye kullanma suçundan
hapis cezasına mahkûm olanlar yönünden anılan hakka getirilen sınırlamanın orantılı
olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
20. Güveni kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm
olanlar açısından da yasaklanmış
hakların geri verilmesi kararıyla hekimlik mesleğinin icrasının önünde bir
engel bulunmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 5352 sayılı Kanun’un 13/A maddesi
gereğince yasaklanmış hakların geri verilmesi için mahkûm olunan cezanın
infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç
yıllık sürenin geçmiş olması, kişinin bu süre zarfında yeni bir suç işlememiş
olması ve hayatını iyi hâlli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaatin
oluşması gerekmektedir. Buna göre sayılan koşulların söz konusu suçtan hapis
cezasına mahkûm olan kişiye
aşırı külfet yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.
21. Kanun koyucu kuralla
güveni kötüye kullanma suçunun niteliği, işlenme şekli, toplumda yarattığı etki
ve sonuçları ile suçla korunan hukuki menfaati gözeterek bu suçtan hapis
cezasına mahkûm olmamayı hekimlik mesleğinin icra edilme şartları arasında
öngörmüştür. Söz konusu suçun niteliği ve korunan hukuki menfaat dikkate
alındığında mahkûm olunan cezanın infazının tamamlanmasından itibaren geçmesi
gereken üç yıllık sürenin makul ve orantılı olmadığı söylenemez.
22. Bu itibarla kuralla güveni kötüye kullanma suçundan
hapis cezasına mahkûm olanların özel sağlık kuruluşları bünyesinde veya serbest
olarak hekimlik mesleğini icra etmeleri bakımından bir hak yoksunluğu
getirilmekte ise de yasaklanmış hakların geri verilmesi kurumuyla birlikte bu
hak yoksunluğunun süresiz olmadığı, öngörülen üç yıllık sürenin ise diğer
şartlarla birlikte değerlendirildiğinde hekimlik mesleğinin icrası için güveni
kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm olanlara aşırı bir külfet
yüklemediği anlaşılmaktadır.
23. Dolayısıyla güveni kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm
olanların hekimlik mesleğini icra
edemeyeceklerini öngören kural bakımından anılan karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 48. ve
49. maddelerine aykırı değildir. İtirazın
reddi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki
HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ve Kenan YAŞAR bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. ve 20.
maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13., 48. ve 49. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. ve 20.
maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle değiştirilen 28. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…güveni
kötüye kullanma,…” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Hasan
Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin
MENTEŞ ile Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA 27/3/2025 tarihinde karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 5237 sayılı TCK’nın 53/1.e,2. maddesi gereği kişinin
işlediği suçlardan dolayı hükmedilen hapis cezasına bağlı olarak cezasının
infazı tamamlanıncaya kadar mesleğini yapamama yönünde hak yoksunluğu
uygulanacaktır. Bundan ayrıca İncelemeye konu 1219 sayılı Kanunun 28.
maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar arasında yer alan “…güveni kötüye
kullanma, …” ibaresi uyarınca, anılan suçu işleyen kişi hakkında mahkumiyete
bağlı olarak hekimlik mesleğinin icrasından süre sınırı olmaksızın yoksun
bırakılacağı öngörülmektedir. Başka deyişle bu durumdaki hekimler ömür boyunca
özel muayene açıp çalışamayacakları gibi özel bir sağlık biriminde hekim olarak
çalışamayacaklardır.
2. Çoğunluk gerekçesinde incelenen kurala karşın 5332
sayılı Adli Sicil Kanununun 13/A maddesinde düzenlenen yasaklanmış hakların
geri verilmesi kurumu ile birlikte incelenerek, anılan yasal yol gereği
anayasal düzene karşı suçtan mahkum olanların cezalarının infazından sonra üç
yıllık sürenin geçmesi ve mahkemenin bu sürede hayatını iyi halli olarak
sürdürdüğü konusunda olumlu kanaate varması durumunda hak yoksunluğunun
kalkacağı görüşünden hareket edilmiş ve bu gerekçelerle kuralın Anayasa’ya
aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
3. Bu konunun değerlendirilebilmesi için ilgili
kanunların düzenlenme tarihleriyle birlikte anlam ve kapsamlarına göz
atılmalıdır. 5332 sayılı Adli Sicil Kanununun 13/A maddesi, 6.12.2006 tarihli
ve 5560 sayılı Kanunun 38. maddesiyle Kanuna eklenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu ise 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Öte yandan 11.04.1928
tarihli 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair
Kanunun hekimlik mesleğini yapmaya hak kazananlara hak yoksunluğunu düzenleyen
28. maddesi ise 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanunun 25. maddesiyle yeniden
düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere hekimlere hak yoksunluğunu getiren özel
düzenleme, gerek TCK ve gerekse Adli Sicil Kanununun 13/A maddesinin
yürürlüğünden sonra, başka deyişle ilgili kurallar bilinerek düzenlenmiştir. Bu
nedenle kural hekimlik mesleğine ilişkin özel düzenleme niteliğindedir.
4. İncelenen 28/1. madde ve fıkrasının ilk cümlesi “Hekimlik
mesleğinin icrası için; Türk Ceza Kanununun 53. maddesinde belirtilen süreler
geçmiş olsa bile” ibaresiyle başlamaktadır. Böylece Kanun koyucunun bu özel
düzenleme ile anılan bentte sayılan suçlar ve bu arada güveni kötüye kullanma
suçundan mahkumiyet halinde süresiz bir hak yoksunluğu öngördüğü
sonucunun çıkarılması gerekmektedir.
5. Şüphesiz kamu görevinde istihdam edileceklerle ilgili
sınırlamalar meşru amaçlar çerçevesinde ayrıca değerlendirilebilir. Bununla
birlikte kanunla bir meslek mensubunun özel yaşamında hayatını kazanma
imkanından süresiz olarak yoksun bırakılmasının demokratik toplumda gerekliliği
ve orantılılığı oldukça tartışmalı hale gelecek ve bu durumun Anayasa’nın 13.,
48, 49. maddeleriyle bağdaştırılması güç olabilecektir. Nitekim AYM’nin 2008/17
E., 2010/44 K. sayılı ve 25.2.2010 tarihli kararında benzer değerlendirmelerle
28. maddedeki bir kısım suçlarla bağlantılı olarak iptal kararı verilmiştir. İptal
gerekçesinde, kuraldaki düzenlemelerde meslek veya görevlerin özellikleri,
suçların ve cezaların niteliği, cezalar miktarına bakılmaksızın ve bir
kademelendirme yapılmaksızın eylemle orantısız bir hak yoksunluğu
öngörülmesinin adaletli olmadığı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı
belirtilmiştir. Benzer değerlendirmeler Mahkemenin 2008/80 E., 2011/81 K.,
18.5.2011 ile 2012/61 E., 2012/135 K., 27.9.2012 tarih ve sayılı kararlarında
da yapılmıştır. Öte yandan açıklanan iptal gerekçelerine karşın kamu görevlileri
bakımından Danıştay kararlarında Adli Sicil Kanununun 13/A maddesindeki süreler
geçse ve yasaklanmış hakların iadesine karar verilse dahi 657 sayılı DMK’nun
48. maddesi uyarınca anılan maddede sayılan suçlardan mahkum olanların devlet
memurluğuna girmelerinin mümkün olmadığı belirtilmektedir (bkz. Danıştay İDDK
27.6.2022, E. 2022/1141, K. 2022/2318; 5.10.2023, E. 2023/444, K. 2023/1833).
6. Ayrıca belirtilmelidir ki çoğunluk gerekçesindeki gibi
5332 sayılı Kanunun 13/A maddesindeki düzenlemenin buna istisna oluşturacağı
düşünülmekteyse, incelemeye konu özel düzenlemede bu hususun da açıkça
belirtilmesi gerekirdi. Kuralın bu düzenleniş biçimi karşısında ihtilaflı yorum
veya içtihatlarla bu imkanın tanındığına ilişkin değerlendirmeler, kanundaki
belirsizliği ve kalite sorununu aşmaya yeterli olmayacaktır. Bu tür
değerlendirmeler uygulamanın gelecekte aksi yönde gelişmesini önleme
güvencesini taşımamaktadır. Açıkladığım hukuki gerekçeler karşısında incelenen
kuralın iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1.
Çalışma izni talebinin reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamayı yapan mahkeme 1219
sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 23/1/2008
tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 29. maddesiyle değiştirilen 45. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen
süreler geçmiş olsa bile diş hekimliği mesleğinin icrasına engel teşkil eden kuraldaki
“…güveni kötüye kullanma…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına vararak kuralın iptali için başvurmuştur.
2.
Mahkememiz çoğunluğu, diş hekimliği
mesleği ile ilgili getirilen hak yoksunluğunun süresiz olmadığı, bu yoksunluğun
belirli bir süreyle sınırlı olduğu görüşündedir. Kural, hak yoksunluğunun üç
yıl ile sınırlandırıldığını ve bu sürenin, anayasal düzene ve bu düzene karşı
işlenen suçlardan mahkûm olanlar için aşırı bir külfet oluşturmadığı gerekçesiyle
iptal talebinin reddine karar vermiştir. Aşağıda açıklanacak sebeplerle
çoğunluk kararına iştirak edilmemiştir. Şöyle ki;
3.
5237 sayılı Kanunun 53. maddesinde kişinin
işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı
tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamayacağı belirtilmiştir.
4.
İtiraz konusu kural ile Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan
mahkûmiyet halinde belirli mesleklerin ve görevlerin icra edilemeyeceği belirtilerek
cezanın infazıyla birlikte güvenlik tedbirlerinin de sona ereceğine ilişkin
kuralın aksine belirli meslek ve görevlerin icra edilmesi süresiz olarak
engellenmiştir.
5.
İtiraz konusu kuralla bu tür mahkûmiyet alan hekimlerin çalışma ve
sözleşme özgürlüğü ile çalışma hakkına sınırlama getirilmektedir.
6.
Temel hak ve özgürlüklere getirilecek
sınırlamaların Anayasa’nın 13. Maddesi uyarınca ölçülü olması gerekir.
Ölçülülük ilkesinin amacı temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla
sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca
ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını
gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin
sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden gereklilik ve
araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz
bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir
(Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 106; Tevfik Türkmen [GK],
B. No: 2013/9704, 3/3/2016, § 70; Bülent Kaya [GK], B. No: 2013/2941,
11/5/2016, § 82; Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 45, 48; C.A.
(3), § 115).
7.
Ceza hukukunda, doğrudan doğruya bir
suçun karşılığı olmak üzere öngörülen asli cezanın yanında, bu cezanın etkisini
artırmak, suç işlenmesinde caydırıcılığı sağlamak için, asli cezaya ek olarak
bazı hak yoksunlukları da getirilmiştir. Ancak, ceza hukuku alanında olduğu
gibi hak yoksunluğu getiren iptal davasına konu düzenlemelerde de kuralların,
önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması
gerekir. Yasa koyucunun hak yoksunluklarını belirlerken takdir hakkı
çerçevesindeki tercih serbestisinin de Anayasa'ya uygun olması gerektiği açıktır.
(AYM, E.2008/17, K.2010/44, 25/02/2010,)
8.
Yukarıda ifade ettiğimiz üzere normal
şartlarda cezanın infazının tamamlanması ile diğer hak yoksunlukları da sona
erer. Ceza süresini aşan bir hak yoksunluğu getirmek ceza hukuku alanındaki
önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olmayacaktır. Cezası infaz edilmiş bir
kişinin süresiz olarak veya ilave bir süre daha mesleğini icra edememesi
bireyin toplumsal hayata uyum sağlamasını zorlaştıracak ve belki de bazı yeni
suçların kapısını aralayacaktır. Bu suretle asıl ceza infaz olunduktan sonra meslek ve görevlerin icra edilmesi için ilave bir hak yoksunluğu getirilmesi tedbiri ölçülü
değildir.
9.
Anayasa Mahkemesi norm denetimi
kapsamında, süresiz olarak bir mesleği icra edememe ile ilgili verdiği bir
kararında “23.1.2008 Tarihli ve 5728 Sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun’un 25. maddesi ile değiştirilen 11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet
ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 28. maddesinin birinci
fıkrasının “...milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar
ve casusluk, kamunun sağlığına karşı suçlar,...” ibarelerini incelemiş ve
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı görerek iptal etmiştir.
10.
“Dava konusu düzenlemeler, meslek
veya görevlerin özellikleri, suçların niteliği, bu suçlara verilen cezalar ve
cezaların süresi, kasıtla veya taksirle işlenip işlenmediğine bakılmaması ve
bir kademelendirme de yapılmaması ve bu suçlardan mahkum olanların belirli meslekleri
ve görevleri sürekli olarak icra edememeleri, işledikleri suçlara göre adaletli
ve eylemle orantılı olmayan ölçüsüz bir hak yoksunluğuna yol açması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen ‘Hukuk Devleti’ ilkesine aykırıdır. İptali
gerekir.” (AYM, E.2008/17, K.2010/44, 25.2.2010)
11.
İtiraz konusu kural ile diş hekimliği
mesleğinin icrasının süre sınırı olmaksızın sınırlandırılması Anayasa’nın 48.
ve 49. maddelerinde güvence altına alınan “çalışma ve sözleşme özgürlüğü ile
çalışma hakkına ölçüsüz bir sınırlama” niteliğindedir. Kural kamu ve özel
sektör ayırımı yapmaksızın diş hekimliği mesleğini icra edilebilmesine süresiz
bir sınır getirmektedir.
12.
Anayasa Mahkemesi birçok kararında çalışma
ve sözleşme özgürlüğüne yönelik sınırlamalarda kamu ve özel sektör
ayrımı içerip içermediğine bakmış ve buna göre değerlendirme yapmıştır:
13.
Başvurucunun İdare tarafından özel
sektörde çalışma yasağı içeren bir karar alındığına dair bir iddiasının
bulunmadığı, somut olaya konu idari işlemin özel sektörde çalışmayı engelleyen
bir içeriğinin olduğunu da ortaya koyamadığı vurgulanmalıdır. Bu durumda
yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun sınavı kazanarak harita
mühendisi olarak atanmaya hak kazanmasına rağmen atama tarihi itibarıyla
geçerli olan Kanun'da belirlenen kamu görevlisi olarak atanma şartlarını
taşımadığının tespit edilmesi üzerine atamanın yapılmamasının -başvurucunun
özel sektörde çalışma imkânının olması hususları da gözetildiğinde- demokratik
toplum gereklerine uygun ve ölçülü olmadığı söylenemez (Cem Turğut, B.
No: 2019/16656, 18/10/2023).
14.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi daha
önce Ahmet Gödeoğlu kararında, mahkûmiyet kararının bir sonucu olarak hekimlik
mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının ömür boyu yasaklanması nedeniyle
özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (B. No: 2018/28616,
17.11.2021). Söz konusu kararda Başvurucunun güveni kötüye kullanma suçundan
mahkûm olduğu gerekçesiyle hekimlik mesleğini icra etmesine izin verilmemiştir.
AYM tarafından özel sektörde dahi süresiz bir şekilde mesleğin icrasının
yasaklanmasına sebep olan tedbirin özel hayata saygı hakkına orantısız bir
müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.
15.
Yukarıda açıklandığı üzere; Anayasa
Mahkemesi’nin mahkûmiyete bağlı süresiz hak yoksunluğu öngören kuralları norm
denetiminde iptal ettiği bu kuralların uygulanması üzerine tesis edilen
işlemlerle ilgili yapılan bireysel başvuru incelemesinde de ihlal kararı
verildiği görülmektedir.
16.
Mahkememiz çoğunluğu
ilave hak yoksunluğu getiren kuralın süresiz
olmadığını, bu sürenin yasaklanmış hakların geri verilmesi kurumuyla ilgilinin mesleğini icra edebileceğini kuraldaki suçlardan mahkûm
olanlara aşırı bir külfet yüklemediğini belirtmiş ise de yasaklanmış hakların
geri verilmesi yolu müdahaleyi ölçülü hale getirmemektedir.
17.
5352 sayılı Adli Sicil Kanunun 13/A
maddesi uyarınca yasaklanmış hakların geri verilmesi mahkûm olunan cezanın
infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması,
kişinin infazın tamamlanmasından itibaren üç yıllık süre içerisinde yeni bir
suç işlememesi ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir
kanaatin oluşması durumunda ancak mümkün olmaktadır. Yasaklanmış hakların geri
verilmesi otomatik işleyen bir yol değildir. İlgili kişinin cezası infaz olsa,
üzerinden üç yıl geçse, bu süre içinde ilgili suç işlemese dahi yasaklanmış
hakların geri verilmesi hâkimin takdirine kalmaktadır. Diğer şartlar yerine
geldiğinde ilgili mahkemeden yasaklanmış haklarının geri verilmesini talep
ettiğinde hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir
kanaat oluşmaması durumunda üç yıllık süre daha da uzayacaktır. Aşağıdaki
karar bu yolun ne kadar sorunlu olduğuna iyi bir örnektir. İlgili kişi
yasaklanmış hakların geri verilmesi için talepte bulunmuş, mahkeme talebini
reddetmiş ve ilgili yıllar sonra bireysel başvuru ile hakkına kavuşabilmiştir.
18.
Somut olayda başvurucu, önceden
mahkûm olduğu cezaların infazının tamamlandığı tarihten itibaren 16 yıllık bir
sürenin geçmiş olduğunu gerekçe göstererek memnu hakların iadesini talep
etmiştir. Bulancak Asliye Ceza Mahkemesi; sonraki yıllarda başvurucu hakkında
soruşturma ve kovuşturma yapıldığı, bu kapsamda hayatını iyi hâlli olarak
sürdürdüğü hususunda yeterli kanaat oluşmadığı gerekçeleriyle başvuruyu
reddetmiştir. İtiraz mercii de anılan talebi somut olayla ilgisi olmayan arşiv
kaydının silinmesine ilişkin madde kapsamında değerlendirmiş ve itirazı
reddetmiştir. Diğer bir ifadeyle kanun yolu incelemesi sonucunda verilen
kararda, değerlendirme konusu derece mahkemesinin gerekçesinin yerine başka bir
gerekçe ikame edilmiş ve somut olayla ilgisiz bir kanun hükmüne dayanılmıştır.
Bu durumda başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren ve
talebinin kabul edilebilmesine neden olabilecek nitelikte olan "hakkındaki
cezaların infazının tamamlandığı tarihten itibaren 16 yıllık bir sürenin geçmiş
olduğuna" dair iddiası tartışılmamış ve karşılanmamıştır. Bu nedenle
yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir. (Mümtaz Bekci, B. No: 2014/16269, 8/11/2017, § 29-31)
19.
Bu örnekten anlaşıldığı üzere
çoğunluk kararının ölçülülük konusundaki gerekçesi olan yasaklanmış hakların
(hak yoksunluklarının) geri verilmesi kurumunun varlığı, talebin
reddedilebileceği gözetildiğinde çalışma hakkına getirilen müdahaleyi ölçülü
hale getirmemektedir.
20.
Açıklanan sebeplerle itiraz konusu
kuralın Anayasa’nın 2, 13., 48. ve 49. maddelerine aykırı olduğu kanaati ile
çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 25.
maddesiyle değiştirilen 28. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “güveni
kötüye kullanma” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ilişkin kanaatine katılmamaktayım.
2. Dava konusu ibarenin yer aldığı Kanun’un 28. maddesinde hekimlik mesleğinin icrası için
bazı suçlardan mahkum olmamak sayılmış olup bunlar içerisinde birinci fıkrada
Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile güveni
kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm olmamak da yer almaktadır.
3. Mahkememiz çoğunluğu yaptığı değerlendirmede, kuralla
hekimlik için bir hak yoksunluğu getirilmekte ise de yasaklanmış hakların geri
verilmesi kurumuyla bu hak yoksunluğunun esasında süresiz olmadığı, bu sürenin
yeni kurumla birlikte diğer koşulların yanında üç yılla sınırlandırıldığı, bu
sürenin de hekimlik mesleğinin icrası için güveni kötüye kullanma suçundan
mahkûm olanlara aşırı bir külfet yüklemediği sonucuna ulaşarak kuralın
Anayasa’nın 13., 48. ve 49. maddelerine aykırı olmadığı sonucuna ulaşmıştır (bkz.:
§§ 20-22).
4. Öncelikle ifade etmek gerekir kural kamu veya özel
sektör ayırımı yapmaksızın hekimlik mesleğinin icrasını sınırlandırmaktadır.
Ancak hekimlik mesleğinin icrasının sınırlandırılabilmesi için güveni kötüye kullanma suçundan hapis cezasına mahkûm
edilmiş olmak şartı yer almaktadır. Öte yandan kural gereği bu suçtan
mahkumiyetin bir sonucu olarak kişi hekimlik mesleğinin icrasını herhangi bir
süre sınırı olmaksızın gerçekleştiremeyecektir.
5. Hekimlik mesleğinin icrasının bu şekilde süre sınırı
olmaksızın sınırlandırılması çoğunluk kararında ifade edildiği biçimde meşru
bir amaca dayanıyor olsa bile dava konusu kural bu tür mahkumiyet alan hekimler
açısından Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence altına alınan çalışma ve
sözleşme özgürlüğü ile çalışma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
6. Nitekim bu minvalde yapılan bir bireysel başvuruda
Anayasa Mahkemesi güveni kötüye kullanmak suçundan aldığı mahkûmiyet kararının bir sonucu olarak başvurucunun
hekimlik mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının ömür boyu yasaklanması
nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz.: Ahmet
Gödeoğlu, B. No: 2018/28616, 17/11/2021, §§
45-52).
7. Her ne kadar bireysel başvuru
kararındaki bu gerekçeyi Mahkememiz çoğunluğu bu kararda revize ederek dava
konusu kuralla hekimlik için bir hak
yoksunluğu getirilmekte ise de yasaklanmış hakların geri verilmesi kurumuyla bu
hak yoksunluğunun esasında süresiz olmadığını, bu sürenin yasaklanmış hakların
geri verilmesi kurumuyla birlikte diğer koşulların yanında üç yılla
sınırlandırıldığını ve öngörülen sürenin hekimlik mesleğinin icrası için güveni kötüye kullanma suçundan mahkûm olanlara aşırı bir
külfet yüklemediğini belirtmiştir (bkz.: § 22).
Bununla birlikte kanaatimizce burada hekimlerin anılan haklarına yine de
ölçüsüz bir müdahale söz konusudur.
8. Somut kural bağlamında hekimlerin hak yoksunluğu, asıl
cezanın çektirilmesi sonrasında 25/5/2005 tarih ve 5352 sayılı Adli Sicil
Kanunu’na 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun'un 38. maddesiyle eklenen 13/A maddesinde yeniden
düzenlenen yasaklanmış hakların geri verilmesi yolu işletilerek mahkûm olunan
cezanın infazının tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş
olması, kişinin infazın tamamlanmasından itibaren üç yıllık süre içerisinde
yeni bir suç işlememesi ve hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda
mahkemede bir kanaatin oluşması durumunda kaldırılabilmektedir.
9. Bununla birlikte ifade etmek gerekir ki yasaklanmış
hakların geri verilmesi otomatik biçimde işleyen ve öngörülen bu üç şartın
birlikte gerçekleşmesi durumunda her halde olumlu sonuç alınabilen etkili bir
yol şeklinde sonuç vermeye müsait olmaktan uzaktır. Zira Kanun’daki düzenleniş
biçiminde de “kanunların belli bir suçtan dolayı veya belli bir cezaya
mahkûmiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesi için” yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna gidilebileceği
ifade edilmektedir. Ek olarak, buradaki “gidilebileceği” şeklindeki
ifade mahkum olan kişiye yönelik olarak kullanılmış olsa dahi bu konuda
verilecek kararda bu üç şartın içerisinde yer alan “hayatını iyi halli
olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede bir kanaat oluşması” şeklinde hakime
takdir yetkisi tanıyan bir ibare bulunduğu dikkate alınmalıdır.
10. Elbette hakimlerin takdirlerini Anayasa’nın 138.
maddesinin birinci fıkrasında da vurgulandığı üzere “Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre” kullanması gerekmektedir.
Ancak diğer iki şart olan cezanın infazının
tamamlandığı tarihten itibaren üç yıllık bir sürenin geçmiş olması ve kişinin
infazın tamamlanmasından itibaren üç yıllık süre içerisinde yeni bir suç
işlememesi gibi net şartların varlığına rağmen yine de “hayatını iyi halli olarak sürdürdüğü hususunda mahkemede
bir kanaat oluşması” şartına yer
verilmesi uygulamada takdire bağlı olarak olumsuz sonuçlar ortaya çıkmasının
ihtimal dahilinde olduğunu akla getirmektedir.
11. Uygulamada yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna
başvurulduğunda karşılaşılan kimi olumsuz örnekler de bu endişeyi haklı
çıkarmakta olup bu durum dava konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk denetiminde bu
hususun da dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Zira burada takdire
bağlı kullanımın, uygulamada karşılaşılan kimi örneklerde de görülebileceği
üzere bu hakkın kullanımını etkisizleştirebileceğinden kuralın Anayasa’ya
uygunluk denetiminde bu hususun da gözden uzak tutulmaması gerekmektedir.
12. Nitekim Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel
başvuruda verilen ihlal kararı bu konudaki uygulamanın nasıl amacına uygun
sonuç vermediğini göstermektedir. Almış olduğu cezalara ilişkin kararların
kesinleşip yerine getirildiği, infaz tarihlerinin üzerinden 16 yıla yakın bir
sürenin geçtiği ileri sürülerek kanunda belirtilen şartların gerçekleştiğini
iddia eden başvurucu asliye ceza mahkemesinden memnu hakların iadesi talebinde
bulunmuştur. Bunun üzerine derece mahkemelerince hayatını iyi halli olarak
sürdürdüğü hususunda yeterli kanaat oluşmadığından talebi yerinde
görülmemiştir. Yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi, başvurucunun
ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren ve talebinin kabul edilebilmesine
neden olabilecek nitelikte olan "hakkındaki cezaların infazının
tamamlandığı tarihten itibaren 16 yıllık bir sürenin geçmiş olduğuna" dair
iddiasının tartışılmamış ve karşılanmamış olmasını başvurucunun Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli
karar hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir (Bkz.: Mümtaz Bekci, B.
No: 2014/16269, 8/11/2017, §§ 29-31).
13. Ek olarak bahse konu mesleğin hekimlik mesleği olduğu
göz önünde tutulduğunda yasaklanmış hakların geri verilmesi yoluna ancak asıl
cezanın infazının tamamlanmasından itibaren üç yıl geçtikten sonra
başvurulabilmesi de ölçüsüzlüğü daha net biçimde göstermektedir. Zira kişi
zaten asıl cezayı çekmiştir. Buna rağmen hekimlik mesleğinin icrası için üç
yıllık bir sürenin geçmesini beklemek hekimlerin Anayasa’nın 48. ve 49.
maddelerinde güvence altına alınan çalışma
ve sözleşme özgürlüğü ile çalışma hakkına yapılan müdahaleyi daha da ölçüsüz
hale sokacaktır. Dolayısıyla asıl cezanın infazıyla birlikte hekimlik
mesleğinin icrasını engelleyen güvenlik tedbirinin sona ermemesi somut kural
bağlamında ölçüsüzlüğü daha da belirginleştirmektedir.
14. Sonuç olarak
yukarıda sıralanan gerekçeyle 11/4/1928
tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair
Kanun’un 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle değiştirilen
28. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “güveni kötüye kullanma”
ibaresinin kişilerin Anayasa’nın 48. ve 49.
maddelerinde güvence altına alınan çalışma
ve sözleşme özgürlüğü ile çalışma hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz hale
getirdiği için Anayasa’nın 13., 48. ve 49. maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerektiği kanaatiyle Mahkememiz çoğunluğunun aksi yöndeki kararına
katılmamaktayım.