“1) 22.11.2023 tarihli ve 7474 sayılı Aile ve Gençlik Fonu
Kurulması Hakkında Kanun’un 2. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin
Anayasa’ya aykırılığı
7474 sayılı Kanun ile aile müessesesinin desteklenmesi,
güçlendirilmesi, gençlerin sosyal risklere karşı korunması ve gelişimleri ile
girişimlerine destek sağlanmasına yönelik kaynağın oluşturulması, yönetilmesi
ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılması için Hazine ve Maliye
Bakanlığı’na bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz Aile ve Gençlik Fonu (Fon)
kurulmuştur. O halde kamu tüzel kişiliğini haiz Fon, idari teşkilat içinde yer
almaktadır.
7474 sayılı Kanun’un 2. maddesinde, Fonun Hazine ve Maliye Bakan
yardımcısı başkanlığında, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan yardımcısı, Gençlik ve
Spor Bakan yardımcısı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan yardımcısı ile Sanayi ve
Teknoloji Bakan yardımcısı olmak üzere beş kişiden teşekkül eden Yönetim Kurulu
tarafından yönetileceği kurala bağlanmıştır.
Anılan 2. maddenin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesiyle Yönetim
Kurulu, Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak
tutarını, harcama programlarını belirlemeye yetkisiyle donatılmıştır. Ancak
Yönetim Kuruluna Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak
tutarını, harcama programlarını sınırsız biçimde belirlemeye yetkisi veren ve
iptali talep edilen cümle, Anayasa’ya aykırıdır.
i)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön
koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını; hukuki belirlilik ilkesi de, kanun hükümlerinin şüpheye yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlemler içermesini ifade
etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG.
12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.;
2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince,
idareye işlem yaparken ve eylem tesisi ederken veya görevlerini yerine
getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir. Öte yandan; Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri,
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
İptali talep edilen cümleyle kamu tüzel kişiliğini haiz Fonun
Yönetim Kurulu, Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak
tutarını, harcama programlarını belirlemeye yetkili kılınmıştır. Ancak bu
yetki; somut, nesnel, net, açık, anlaşılabilir ve keyfi uygulamalara neden
olmayacak bir ölçüt ile sınırlanmadığından; Yönetim Kurulu, söz konusu sınırsız
takdir yetkisine istinaden dilediği projeye, dilediği tutarda kaynak aktaracak
ve harcama programlarını her bir somut olay bakımından farklı biçimlerde tespit
edecektir. Bahsi geçen öngörülemez yetki, kamu kaynaklarının etkin ve verimli
kullanılması gerekliliğinin aksine; israfa yol açacaktır. Bu durum, nihayetinde
7474 sayılı Kanun’un ratio legis’ini (ailenin ve gençliğin korunması) aşacak;
Fonun amacı dışında (söz gelimi siyasi partilerin 2024 yerel seçimlerine
yönelik vaatlerinde) kullanılmasına neden olabilecek niteliktedir.
Halbuki Fondan kaynak aktarımı yapılacak projelerin, aktarılacak
kaynak tutarının, harcama programlarının; hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun
koyucu, -anayasal ilkelerin aksine- Yönetim Kurulunu nesnel, açık, net,
anlaşılabilir ve somut ölçütle kayıtlanmaksızın bu konunun düzenlenmesini
büsbütün idarenin uhdesine bırakmıştır. O kadar ki; ihtilaflı cümlenin içerdiği
belirsizlik ve öngörülemezlik nedeniyle; uygulamada aynı nitelikteki projeler
farklı uygulamalara tabi tutulacaktır.
Başka bir anlatımla evlenmek suretiyle aile kuracak kimselere
Fondan yapılacak yardım tespit edilirken esas alınacak yaş aralığı ölçütü ne’ye
göre saptanacaktır. Söz gelimi alt sınır bakımından Türk hukukunda olağan
evlenme yaşı, 18, esas alınacak idiyse; bu opsiyonda, ekonomik kriz içinde olan
ülkemizde bilhassa lise eğitimini tamamlayıp lisans eğitimi almak isteyen
gençlerimizin, aileleri tarafından salt nakdi yardım alabilmek adına, cebri
biçimde evlendirilmeyeceklerine yönelik, sosyal ve mali etki analizi yapılıp,
endişeleri bertaraf edici tedbirlerin alındığına dair temellendirme yapılmamıştır.
Benzer biçimde üst sınır tespit işleminin isnad edileceği nesnel ölçüt de
bulunmamaktadır. Buna ilave olarak bu yardımın; sadece eşler bakımından
yapılacak ilk evlilikte verilip verilmeyeceği; yardımın tutarı, kamuoyunda
bilinen ismiyle ‘‘düğün masrafları’’nın piyasa fiyatı üzerinden hesaplanıp
hesaplanmayacağı belirsizdir. Öte yandan Fonunun evlenmek suretiyle ilk
kurulacak ailelerin yanı sıra halihazırda kurulu bulunan ailelerin kaliteli
yaşam standardına erişebilmesi için kullanılıp kullanılmayacağını da öngörmek
mümkün değildir.
Diğer taraftan anılan Kanun’da gençlerin yaş aralığının
saptanmaması da Fondan kaynak aktarımı yapılacak projelerin, aktarılacak kaynak
tutarının, harcama programlarının tespit edilmesi bakımından belirsizlik
yaratmaktadır. Söz gelimi Hacettepe Üniversitesi Gençlik Araştırmaları Uygulama
ve Araştırma Merkezi, gençlik dönemi bakımından şu veriyi sunmaktadır:
‘‘Gençlik dönemi UNESCO tarafından 15-25 yaş aralığında
belirlenirken, Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) 12-24 yaş aralığını öngörmüştür.
Türkiye ise BM'in belirlediği 12-24 yaş arasını gençlik dönemi olarak
benimsemiştir. Gençlik dönemi böylece ergenlik yaşına girmeyle başlamakta ve 18
yaşından sonra da göreli olarak yetişkinlik dönemine adım atmış olmakla
sonlanmaktadır.’’
Yine Türkiye İstatistik Kurumu, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2022 yılı sonu itibarıyla Türkiye'nin toplam
nüfusunda gençlerin payını hesaplarken 15-24 yaş aralığını esas almıştır:
‘‘İstatistiklerle Gençlik, 2022
Türkiye nüfusunun %15,2'sini genç nüfus oluşturdu
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2022
yılı sonu itibarıyla Türkiye'nin toplam nüfusu 85 milyon 279 bin 553 kişi iken
15-24 yaş grubundaki genç nüfus 12 milyon 949 bin 817 kişi oldu. Genç nüfus,
toplam nüfusun %15,2'sini oluşturdu. Genç nüfusun %51,2'sini erkek nüfus,
%48,8'ini ise kadın nüfus oluşturdu. …’’
Benzer biçimde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun
Gençlik Hakları başlıklı neşriyatına göre;
‘‘Çocukluk sonrası ve yetişkinlik öncesi dönem olarak tanımlanan
gençlik sürecinde, gençlerin temel hak ve hürriyetlere erişiminin sağlanması
gerekmektedir. Gençlik dönemi, uluslararası bir örgüt olan Birleşmiş Milletler
tarafından 15-24 yaş aralığındaki bireyler olarak belirlenmiştir. Ülkemizde ise
27/01/2013 tarihli ve 28541 sayılı Ulusal Gençlik ve Spor Politikası
Belgesi’nde “ülkemizin şartları göz önüne alındığında gençlik politikalarının
hedef grubunun 14-29 yaş aralığında bulunan bireyler” olduğu kabul edilmiştir.
İhtiyaç halinde gerekli veri ve bilgileri bir araya getirerek istatistik
oluşturmakla görevli Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), bazı istatistiklerde
15-29 yaş aralığını, bazılarında ise 15-24 yaş aralığını “genç” olarak
değerlendirmeye almıştır.’’
O halde Yönetim Kurulunun keyfi biçimde tespit edeceği yaş
aralığı; Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak
tutarını, harcama programlarının farklı biçimlerde uygulanmasına neden
olabilecektir.
Yine Yönetim Kurulunun Fon kapsamına dahil edeceği projelerin
konusunu ne’ye göre seçeceği belirsizdir. Söz gelimi TİHEK, 2021 yılı İnsan
Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Raporu’nda gençlik haklarının temin
edilmesi bakımından nelerin yapılmasını gerektiğini kalem kalem saymıştır:
‘‘• Gençlerin temel hak ve özgürlüklere etkin erişimini
sağlayacak ve gençlere yönelik ayrımcılıkla mücadele edebilecek özel bir koruma
mekanizmasının ve gençlik haklarına yönelik kapsamlı düzenlemelerin hayata
geçirilmesi,
• Genç işsizliğinin azaltılması ve eğitim ve istihdam dışı
gençlere yönelik çalışmaların arttırılması,
• Üniversite öğrencilerinin barınma ihtiyacının giderilmesine
yönelik çalışmaların arttırılması,
• Eğitimine devam etmek isteyen gençlerin eğitimden kopuşlarının
önlenebilmesi için ek önlemler alınması,
• Gençlerin iyilik halinin arttırılması ve ruh sağlığının
korunması için aile, okul, akran grubu, toplum ve işyeri düzeyinde bir dizi
risk faktörünü ele almak ve damgalamayla mücadele etmek dahil kapsamlı
politikaların geliştirilmesi,
• Gençlerin toplumsal hayata katılımının arttırılması ve
gönüllülük çalışmalarının teşvik edilmesi yönündeki politikaların ve
uygulamaların çeşitlendirilmesi, ’’
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2009 yılının Aralık ayında
64/134 sayılı kararıyla 12 Ağustos 2010 - 11 Ağustos 2011 tarihleri arasında
Uluslararası Gençlik Yılı ilan edilerek; Dünya Gençlik Eylem Programının
öncelikli on beş konusu: ‘‘eğitim, istihdam, açlık ve yoksulluk, sağlık, çevre,
uyuşturucu bağımlılığı, suça itilen çocuklar, boş zaman aktiviteleri, kızlar ve
genç kadınlar, katılım, küreselleşme, bilgi ve iletişim teknolojileri,
hıv/aıds, gençlik ve iç çatışma, kuşaklar arası ilişkiler’’ şeklinde
sıralanmıştır.
Gençlerin söz konusu sorunları nazara alındığında; ‘‘projelerin
nasıl tespit edileceği’’ hukuki meselesi husule gelmektedir. Zira Yönetim
Kurulunun uhdesindeki sınırsız takdir yetkisi nedeniyle; söz konusu tüm
sorunların göz ardı edilerek, Fonun salt ‘‘gençleri aile kurmaya teşvik etmek
için’’ kullanılması (Fonun işlevlerinin yalnız bu konuya indirgenmesi)
olasılığı doğmaktadır. Yine Fon kapsamında verilecek yardımların miktarında
proje yahut bölgesel bazlı farklılaştırma olup olmayacağı, geri ödemesi olup
olmayacağı, faiz alınıp alınmayacağı, geri ödemenin süresi, nikah akdinden önce
ya da nikah akdinden sonra evliliğin formalite olarak yapılmadığını kanıtlamaya
yeterli ölçüde süre zarfı geçtikten sonra verileceği, proje hazırlık
aşamasından önce yahut sonra verilip verilmeyeceği belirsizdir.
Buna ilave olarak 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’nun 20. maddesi, kamu kurum ve kuruluşlarının ayrıntılı harcama
programları ile ayrıntılı finansman programlarını hazırlama yöntemine dair
detaylı düzenlemeler içermektedir:
‘‘Ödeneklerin kullanılması
Madde 20- Bütçe ödeneklerinin kullanılmasında aşağıda belirtilen
esaslara uyulur:
(a) (Değişik: 22/12/2005-5436/10 md.) Genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri, ayrıntılı harcama programlarını hazırlar ve vize edilmek üzere
Cumhurbaşkanlığına gönderir. Bütçe ödenekleri, Cumhurbaşkanlığı tarafından
belirlenecek esaslar çerçevesinde, nakit planlaması da dikkate alınarak vi-ze
edilen ayrıntılı harcama programları ve serbest bırakma oranlarına göre
kullanılır.(33)
(b) (Değişik: 22/12/2005-5436/10 md.) Özel bütçeli idareler ve
sosyal güvenlik kurumları ayrıntılı finansman programlarını hazırlar ve
harcamalarını bu programa uygun olarak yaparlar.
(c) (Değişik: 22/12/2005-5436/10 md.) Ayrıntılı harcama ve
finansman programlarının hazırlanmasına, vize edilmesine, uygulanmasına ve
uygulamanın izlenmesine dair usûl ve esaslar Cumhurbaşkanlığı tarafından
belirlenir.
d) Kamu idareleri, bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde
harcama yapamaz. Bütçeyle verilen ödenekler, tahsis edildikleri amaçlar
doğrultusunda yılı içinde yaptırılan iş, satın alınan mal ve hizmetler ile
diğer giderlerin karşılanmasında kullanılır. Ancak, ait olduğu malî yılda
ödenemeyen ve emanet hesabına alınamayan zamanaşımına uğramamış geçen yıllar
borçları ile ilama bağlı borçlar, ilgili kamu idaresinin cari yıl bütçesinden
ödenir.
e) (Ek: 29/6/2012-6338/11 md.) İlgili mevzuatına göre, yılı
içinde hizmetin gerektirdiği hâller-de Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenen
usûl ve esaslar çerçevesinde merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin
bütçelerinde yeni tertipler, gelir kodları ve finansman kodları açılabilir.
f) (Değişik: 22/12/2005-5436/10 md.) Cari yılda kullanılmayan
ödenekler yıl sonunda iptal edi-lir.
g) Genel veya kısmi seferberlik, savaş ilanı veya (…) zorunlu
askeri hazırlıkların yapıldığı olağanüstü hallerde Millî Savunma Bakanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerindeki mevcut
ödenekler, bu idarelerin ödenek toplamları aşılmamak şartıyla, birleştirilerek
kullanılabilir. Bu durumda da mevcut ödeneklerin yeterli olmaması halinde
toplam ödenek tutarının yüzde on beşine kadar ek harcama yapılabilir. Yukarıda
sayılan hallerde sevk ve intikalle ilgili giderler için, har-cama
yetkililerinin onayıyla görevlendirilecek mutemetlere gereken miktarda avans
verilebilir ve gönderilecek ödeneğe istinaden bir ay içinde mahsup edilir.’’
Ancak kanun koyucu, iptali talep edilen cümleyle Yönetim
Kurulunu harcama programlarını belirlemekle yetkili kılarken; Yönetim Kurulunun
bu belirleme işlemini dayandıracağı nesnel ölçüt öngörmemiştir. Söz gelimi
‘‘personel giderleri, mal ve hizmet alım giderleri, projeler kapsamındaki
hizmet bedelleri için yapılacak harcamaların üçer aylık dönemlerdeki tutarı
gibi harcama programının nasıl hazırlanacağı’’ kanun düzeyinde açıklamaya
muhtaçtır. Halbuki iptali talep edilen cümlenin, harcama programının
hazırlandıktan sonra uygulamaya konulabilmesine ilişkin ayrıntılı prosedürü
içeren anılan 20. madde gibi detaylı biçimde kanunlaştırılması gerekirdi.
Kanun koyucu, anılan cümleyle-kanunilik ilkesinin aksine- somut
ve nesnel ölçü öngörmemek ve idareyi net biçimde sınırlandırmamak suretiyle;
‘‘Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak tutarını,
harcama programlarını belirleme işlemini’’, idarenin (Yönetim Kurulunun)
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının konusu yapmış;
-maddi anlamda- kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. İhtilaflı cümle, maddi
anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine getirmemektedir.
Bu nedenle idarenin (Yönetim Kurulunun) yapacağı düzenlemeleri,
tek başına ve çok kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı da; Fondan yararlanmak
isteyen bireyler (aile kuracak veya aile kurmuş bireyler ile gençler)
bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir. İdarenin uhdesine
sınırları belirsiz, aşırı ölçüde geniş bir düzenleme alanının bırakılması,
anılan 2. maddenin uygulanmasını sağlamaya ilişkin anayasal işlevinin ötesine
geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla, idarenin (düzenleyici ve dahi birel)
işlemlerine, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına
gelecektir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2 ve 123.
maddelerine aykırıdır.
ii)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından; Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre,
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz
bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi; sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı).
İptali talep edilen cümle hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri belirlenmeksizin
ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Yönetim Kuruluna); Fondan kaynak aktarımı
yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak tutarını, harcama programlarını
belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık
oluşturur.
iii)Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen cümleyle
Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak tutarını,
harcama programlarını tespit etme yetkisinin sınırsız biçimde idarenin (Yönetim
Kurulunun) uhdesine bırakılması, aynı konumda bulunan aile kurmak isteyen
bireyler veya kurulu ailesi olan bireyler, aynı nitelikte bulunan projeler,
aynı konumda bulunan gençler arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden, anılan cümle, Anayasa’nın 10. maddesinde yer
alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip
edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi kategorileri arasında
gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre
yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre;
“Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında
aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11
E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği
hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı
noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak
anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli
ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen cümlenin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından söz
gelimi aynı konumda bulunan ve aile kurmak isteyen bireyler bakımından 2023
yılı için 18-27 ve 2024 yılı için 25-30 yaş aralığının esas alınmasına; aynı
konumda bulunan ve kurulu ailesi olan bireylere yardım dağıtılırken coğrafi
(seçim çevresi) bakımdan ayrım yapılmasına; bilim ve teknoloji konulu projelere
daha az tutarda yardım verilmesine; yardım yapılacak gençlere farklı
nitelikleri (siyasi parti mensubiyeti) göz önünde bulundurularak kredi
verilmesine; bazı gençlerden geri ödeme alınmamasına ilişkin haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, iptali talep edilen
cümleyle Fondan kaynak aktarımı yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak
tutarını, harcama programlarını tespit etme yetkisinin idareye bırakılması,
uygulamada aynı konumda bulunan aile kurmak isteyen bireyler veya kurulu ailesi
olan bireyler, aynı nitelikte bulunan projeler, aynı konumda bulunan gençler
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. İptali istenen cümlenin söz konusu kategoriler (proje, aile,
gençlik) arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde
eşitlik ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı cümlenin haklı
gerekçeye dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti
yeterli addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan cümle, Anayasa’nın 10. maddesine
aykırıdır.
iv)Anayasa’nın Başlangıç bölümü, sosyal devlet ilkesi, Devletin
temel amaç ve görevleri, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı, ailenin ve gençliğin korunması bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde ‘‘… Her Türk vatandaşının bu
Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahip olduğu …’’ vurgulanmış; 2. maddesinde Devletin ‘‘sosyal’’ bir
niteliğe sahip olduğu belirtilmiş; 5. maddesinde Devletin temel amaç ve
görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak’’ sayılmış; 17. maddesinde ise herkesin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın
Başlangıç bölümü ve 2, 5, 17. maddeleriyle Devlete yüklenen yükümlülüğün somut
görünümlerinden birini, aile bakımından 41. maddesi ve gençler bakımından 58.
maddesi oluşturmaktadır. O halde Devlet tarafından aile ve gençler hakkında
yapılan düzenlemeler, esasen Anayasa’nın Başlangıç bölümü ile 2, 5, 17, 41 ve
58. bağlamında değerlendirilmelidir.
Başka bir anlatımla ailenin Türk hukuku bakımından önemi,
doktrinde şu biçimde dile getirilmiştir:
‘‘… Günümüzün modern toplumsal hayatında ailenin önemi ve işlevi
herkes tarafından bilinmekte ve itirazsız kabul edilmektedir. Nitekim sık sık
duyduğumuz, hatta bizzat kullanmakta olduğumuz aile terbiyesi, aile şerefi,
aile görgüsü, aile geleneği gibi deyimler, ailenin toplum içerisindeki işlevini
ve önemini pek güzel belirtmiyor mu ? Görkemli bir mimari yapının
yaratılmasında kullanılacak malzeme ne derece gerekli ve görkemli ise, bir
milletin doğuşu ve varoluşunda da aile o derece gerekli ve önemli bir unsurdur.
Toplumun sağlıklı biçimde gelişebilmesi, ilişkilerin huzur, barış ve güvenlik
içinde yürütülebilmesi, ancak aile kurumunun sağlam temellere oturtulması ve
özlenen ideal bir hukuki düzenlemeye kavuşturulmasıyla mümkün olabilir.
Bu sebepledir ki, kanun koyucular aile kurumunun önemini gözden
uzakta tutmamışlar, ona layık olduğu yeri vermişler ve onu koruyucu ve
kollayıcı pek çok kural koymuşlardır. Nitekim, Türk kanun koyucusu da aile
kurumuna verdiği önemi, Anayasamıza aile ile ilgili bir kural koymak suretiyle
en açık şekilde göstermiştir. …’’
‘‘Anayasa’da Aile Hukukuna İlişkin Esaslar
1. Anayasa’nın 41. maddesi
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve
çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak
için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına
açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve
sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.
Böylece Türk toplumunda ailenin önemi belirlenmekte, ailenin,
ananın ve çocukların korunması için gerekli önlemleri almak devlete bir görev
olarak yükletilmektedir.
2.Anayasa’nın 10. maddesi, ‘‘Herkes, … cinsiyet ayırımı
gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir’’ ilkesini koymuştur. Bu hüküm, hukukta
ve kanun önünde kadın ve erkek eşitliği ilkesini, başka bir deyişle ayırım
gözetme yasağını (Diskriminierungsverbot) koymaktadır.
…
3. Anayasa’nın 20. maddesine göre, ‘‘Herkes, … aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.’’ Böylece aile hayatının gizliliğinin korunması
Anayasa ile teminat altına alınmıştır.’’
Bununla birlikte ailenin korunması hususu, uluslararası
belgelere de konu olmuştur. Söz gelimi BM İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin 16. maddesinin üçüncü fıkrası ile BM Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 23. maddesinde belirtildiği üzere; ‘‘Aile, toplumun doğal ve
temel birimidir. Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.’’ Yine
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, tarafı olduğumuz, aileyle ilgili
iki ya da çok taraflı uluslararası antlaşma ve sözleşmelerin bir kısmını
sıralamıştır: ‘‘Evlenme Ehliyet Belgesi Verilmesine Dair Sözleşmesi, Evlilik
Bağına ilişkin Kararların Tanınması Hakkında Sözleşme, Evlenme ile Nesep
Düzeltilmesi Hakkında Sözleşme…’’.
Öte yandan Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün ‘‘ümidinin kaynağı’’ olan gençliğin, insan hayatının belirli bir yaş
aralığının, anayasal korumaya mazhar olduğu; Anayasa’nın (program hüküm vasfını
haiz) 58. maddesi ile hüküm altına alınmıştır:
‘‘A. Gençliğin korunması
Madde 58 – Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği
gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç
edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden,
suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için
gerekli tedbirleri alır.’’
Bununla birlikte spesifik olarak gençlik haklarına özgülenmiş
bir uluslararası norm bulunmasa da; insan yaşamının belirli bir dönemini
kapsaması itibarıyla; gençlik de uluslararası insan hakları belgelerinin konusu
kapsamında kalmaktadır. Nitekim TİHEK bu hususu şu biçimde raporlamıştır:
‘‘Gençlik hakları konusunda küresel olarak kabul edilmiş bir
norm bulunmamakla beraber gençliğin yaş tanımına bağlı olarak 18 yaş altında
kalanların uluslararası alanda kabul edilmiş çocuk hakları belgeleriyle
korunacağı ve mevcut insan hakları belgelerinin koruma çerçevesinin her insan
için geçerli olduğu gibi gençler için de geçerli olacağı açıktır. Dolayısıyla
ülkemizin onayladığı:
• İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,
• Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi,
• Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi,
• Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi,
• İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi,
• Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi,
• Çocuk Hakları Sözleşmesi,
• Engelli Hakları Sözleşmesi,
• Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması
Sözleşmesi,
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
• Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı
gibi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde tanınan temel
hak ve özgürlüklerin tamamına gençler, hiçbir ayrım gözetmeksizin sahiptir.’’
Kanun koyucu da Anayasa’nın Başlangıç bölümü ile 2, 5, 17, 41 ve
58. maddeleriyle kendine yüklenen yükümlülüğün ifası amacıyla 7474 sayılı
Kanun’u ihdas etmiştir. Zira bu husus, 7474 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde
‘‘… Fon vasıtasıyla, hali hazırda yürütülen destek programlarının etkililiğinin
artırılması, hizmetlerin çeşitlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ile aile
kurumunun güçlendirilmesine katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda
dinamik ve genç nüfus yapısının korunması ve evlenecek gençlerin desteklenerek
aile kurumunun temellerinin sağlamlaştırılması hedeflenmektedir. Bu kapsamda
Teklif ile gelecek nesillerin sağlıklı aile ortamında hayata hazırlanması ve
toplum refahının devamının sağlanması amaçlanmaktadır. …’’ şeklindeki ifade ile
dile getirilmiştir. (Bu noktada belirtmek gerekir ki pekâlâ mevcut düzenlemeler
vasıtasıyla söz konusu Fonun faaliyetleri yürütülebilirdi.)
Başka bir anlatımla kül halinde ele alınması gereken Anayasa’nın
Başlangıç bölümü ve 17. maddesiyle Türk vatandaşının kendisine tanınan hak ve
yetkileri kullanmaya elverişli ortamında hazırlanması için; 2. maddesiyle
kendisine atfedilen sosyal niteliği gereği; Anayasa’nın 5. maddesinde yer alan
amaca ulaşılmak için; Anayasa’nın 41 ve 58. maddeleri kapsamındaki tedbir alma
yükümlülüğü bağlamında ailenin ve gençliğin korunmasını teminen Fon kurmuştur.
Ancak iptali talep edilen cümleyle Fondan kaynak aktarımı
yapılacak projeleri, aktarılacak kaynak tutarını, harcama programlarını
belirleme yetkisinin; keyfi uygulamalara neden olabilecek biçimde ve nesnel,
net, somut ölçütlerle sınırlandırmadan Yönetim Kuruluna tanınması, söz konusu
amacı gerçekleştirmeye elverişli değildir. Diğer bir söyleyişle iptali talep
edilen cümlenin yukarıda açıklandığı üzere Anayasa’nın belirtilen hükümlerine
aykırı olması; ailenin ve gençlerin korunması bakımından gerekli ortamın
hazırlanamamasına; çocukların esenlikli bir aile yapısı içinde yetişememesine;
sağlıklı toplumun sosyal bir çöküşe doğru sürüklenmesine; kuşaklar arasında
bağların kopmasına; gençlerin maddi ve manevi gelişimlerini tamamlayamamasına;
gençlerin geleceğe dair umutlarının tükenmesine ve dolayısıyla (bilhassa
dijital çağda) ulusal kalkınmaya dengeli ve hızlı katkı sağlayamamasına; kamu
kaynaklarının etkin, verimli, şeffaf ve hesap verilebilir biçimde
harcanamamasına; sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleşememesine; en
nihayetinde kamu maliyesi bakımından yük doğması sebebiyle milli ekonominin
zarara uğramasına ve dolayısıyla kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunun temin edilememesine neden olacaktır. Bu nedenle iptali talep
edilen cümle, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 17, 41 ve 58. maddelerine
de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7474 sayılı Kanun’un 2. maddesinin üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 7, 10, 17, 41,
58 ve 123. maddelerine aykırıdır; anılan cümlenin iptali gerekir.
2) 22.11.2023 tarihli ve 7474 sayılı Aile ve Gençlik Fonu
Kurulması Hakkında Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ‘‘veri ve
bilgi talep edilmesi hâlinde’’ ibaresi ile ‘‘talep edilen her türlü veri ve
bilgiyi Fonun belirleyeceği şekil ve süreler içinde’’ ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
7474 sayılı Kanun’un ‘‘Bilgi verme ve raporlama’’ kenar başlıklı
5. maddesinin birinci fıkrasına göre Bu Kanun’un uygulanması kapsamında Fon
tarafından veri ve bilgi talep edilmesi halinde, ilgili kurum ve kuruluşlar ve
4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlar, Yönetim
Kuruluna sunulan projelere ilişkin talep edilen her türlü veri ve bilgiyi Fonun
belirleyeceği şekil ve süreler içinde vermekle yükümlüdür. Ancak Bu Kanun’un
uygulanması kapsamında Fon tarafından veri ve bilgi talep edilmesi halinde;
ilgili kurum ve kuruluşları ve 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol
imzalanan kuruluşları; Yönetim Kuruluna sunulan projelere ilişkin talep edilen
her türlü veri ve bilgiyi Fonun belirleyeceği şekil ve süreler içinde vermekle
yükümlü kılan ve iptali talep edilen ibareler, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki 7474 sayılı Kanun’un 4. maddenin
beşinci fıkrası:
‘‘Birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve kuruluşlara aktarılan
kaynakların yararlanıcılara aktarılabilmesi ve doğabilecek geri ödemelerin
alınabilmesi için bahse konu kurum ve kuruluşlar 20/6/2013 tarihli ve 6493
sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve
Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun kapsamında faaliyet gösteren ödeme
hizmeti sağlayıcılar, 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama,
Faktoring, Finansman ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu kapsamında
faaliyet gösteren finansman şirketleri ile kredi garanti kurumlarıyla protokol
yapabilir.’’
şeklindedir. Fıkranın lafzından anlaşılacağı üzere; protokol
imzalanan kuruluşlar, özel teşebbüs, özel hukuk tüzel kişisi, niteliğindedir.
i)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence
ölçütleri ile kişisel verilen korunması bakımından: İlgili kurum ve kuruluşlar
ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlar
tarafından Fonun talebi halinde (Yönetim Kuruluna sunulan projelerle ilgili)
her türlü veri ve bilginin bir kısmı, kişisel veri niteliğindedir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi’ne göre ‘‘... Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri
gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası,
motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş,
resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi,
hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile
bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak
belirlenebilir kılan tüm veriler” kişisel veri olarak kabul edilmektedir (E.
2013/122, K. 2014/74, 9.4.2014; E. 2014/149, K. 2014/151, 2.10.2014; E.
2013/84, K. 2014/183, 4.12.2014; E. 2014/74, K. 2014/201, 25.12.2014; E.
2014/180, K. 2015/30, 19.3.2015; E. 2015/32, K. 2015/102, 12.11.2015).
O halde ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin
beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlar tarafından Fonun
talebi halinde (Yönetim Kuruluna sunulan projelerle ilgili) her türlü veri ve
bilginin içeriğinde yer alan; ticari iş ve işlemler, ticari defterler, kıymetli
evrak havuzu, banka kayıtları, aracı kurum dokümanları, sermaye piyasası
araçları, kredibilite dereceleri, yatırımcıların (yerli ve yabancı gerçek ve
tüzel kişilerin) özlük bilgileri, ortaklıkları, rekabet kabiliyetleri, finansal
tabloları, istihdam kapasiteleri, Fondan yardım almak isteyen kimselerin kimlik
bilgileri gibi veriler; kişiyi belirli, belirlenebilir kıldığından; kişisel
veri niteliğindedir. Ancak bu veri ve bilgilerin kişisel veri arz ettiği
durumlarda anılan 5. maddenin birinci fıkrasında, kişisel verilerin korunmasına
yönelik hüküm de bulunmamaktadır.
Halbuki kişisel verilerin korunması; anayasal düzeyde (20.
madde) özel hayatın gizliliği hakkına ilişkindir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne
göre;
‘‘özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması hakkı,
temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yer tutar. Özel hayatın
gizliliğinin korunması, bu hayatın başkalarının gözleri önüne serilmemesi
demektir. Kişinin özel hayatının, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini
istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel
haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname
ve sözleşmelerde de yer almış; demokratik ülkelerin mevzuatında açıkça
belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı
korunmuştur. Kişisel verilerin korunması hakkı ise özel hayatın gizliliği
hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin
işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Öte yandan kişisel verilerin
korunması hakkı sınırsız olmayıp bu hakkın Anayasa’da güvence altına alınan
diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın devlete bir görev
olarak yüklediği millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin
korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür. Ancak bu sınırlama
yapılırken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini belirleyen
Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması gerekmektedir. … ’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2017/16 E.; 2019/64
K. No’lu Kararı, § 48, 49, 50). Başka bir anlatımla temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi gereğince
kişisel verilen korunması hakkı kısıtlanırken; söz konusu kayıtlamalar; kanun
düzeyinde açık, net, anlaşılabilir şekilde belirlenmelidir, Anayasa’nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine,
ölçülülük ilkesine ve sınırlama sebebine aykırı olmamalıdır.
Ancak kanun koyucu, ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin
beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşların Yönetim Kuruluna
sunulan projelerle ilgili her türlü veri ve bilgiyi Fona vermesinin usul ve
esaslarını; objektif kıstaslarla kanun düzeyinde belirlememiştir. Başka bir
anlatımla Fonun ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci
fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlardan veri ve bilgileri, (bilhassa
iptali talep edilen ibarede yer aldığı üzere; süre ve şekil yönünden) talep
etme usulüne, sadece Aile ve Gençlik Fonunun mali bakımdan şeffaflığını
sağlayacak ve ayrımcı uygulamalarda bulunulmadığını temin edecek veri ve
bilgilerin istenilmesine, bunlara erişimde kullanılacak teknolojik olanaklara,
bunların ne kadar süre ile ve nasıl muhafaza edileceğine, depolama usulüne, düzeltilmesi
için yapılacak başvuru prosedürüne, bunların Fon tarafından hangi kurum ve
kuruluşlarla (nasıl) paylaşılmasına, bunların amacı dışında kullanılmamasına,
Fonun bunlar hakkında sözlü ve yazılı açıklama istemesine, bunların siber
güvenliğinin sağlanmasına; bunlara resmi makamların keyfi müdahalesinin
önlenmesine; bunlardan suret alınmasına; bunların analiz ve imha edilme usulüne
(vb.) ilişkin kanuni bir güvence öngörülmemiştir. Bu noktada belirtmek gerekir
ki iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkrada bulunan ‘‘Bu Kanun’un
uygulanması kapsamında’’ ve ‘‘Yönetim Kuruluna sunulan projeler’’ ibareleri,
Fonu konu bakımından kayıtlayan ölçüt niteliğini haiz değildir. Zira Fon, zaten
Bu Kanun’un uygulanması kapsamındaki ve Yönetim Kuruluna sunulan projeler
hakkındaki veri ve bilgileri talep edebilmelidir ancak burada hukuki mesele,
söz konusu veri ve bilgileri (hem içerik hem de şekil ve süre yönünden) talep
etme usulü bakımından kanun düzeyinde Fonu kurala bağlamaktır.
Ezcümle Fon, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
yönelik müdahalenin kapsam ve usulünü hiçbir nesnel ölçütle
sınırlandırılmamıştır. Her ne kadar 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu’nun bir güvence teşkil ettiği ileri sürülebilirse de; Aile ve Gençlik
Fonu’nun aile ve gençleri korumaya yönelik maksadı nazara alındığında; sui
generis hukuki rejime sahip söz konusu kamu tüzel kişisinin sınırlandırılması
için; özel koruma hükümlerinin öngörülmesi gerekirdi. Zira genel hükümler, aile
ve gençliğin korunmasına yönelik Devlete yüklenen özel tedbir alma yükümlülüğü
karşısında; kişisel veriler bakımından tam korumayı, yeterli biçimde
sağlayamayabilir. Hiçbir sınırlandırmaya tabi olmayan söz konusu müdahale,
kişisel verilerin korunması hakkını tamamen savunmasız bırakmakta, keyfiliğe
açık hale getirmekte ve demokratik toplumda gerekli olmayan şekilde
sınırlandırarak onun özüne dokunmaktadır.
Buna ilave olarak ölçülülük ilkesi gereğince kişisel verilerin
korunması hakkına yapılan söz konusu müdahalede; amaç ve araç ilişkisi bakımından,
aracın (ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası
kapsamında protokol imzalanan kuruluşlardan kişisel veri teşkil eden veri ve
bilgi talep etme), amacı (Fon marifetiyle ailenin ve gençliğin korunmasına
katkı sağlaması) gerçekleştirmeye elverişli, gerekli olması ve amaç ile araç
arasında orantı bulunması gerekmektedir. Ancak ilgili kurum ve kuruluşlar ile
anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlar
tarafından Fona veri ve bilgi sunulmasına yönelik usul ve esasların
(sınırlamaya tabi tutulmadan) kanun düzeyinde belirlenmemesi, amacı
gerçekleştirmek bakımından orantılı değildir. Zira, Fona tanınan geniş yetki
nedeniyle kişisel verilerin korunması ile ailenin ve gençliğin korunması
arasındaki hassas denge gözetilmemiştir.
Son olarak belirtmek gerekir ki Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne (AİHM) göre, kişinin özel hayatına ilişkin verilerin yalnızca
kaydedilmesi, işlenmeseler dahi, özel hayat hakkına müdahale oluşturur (S. ve
Marper/Birleşik Krallık, 4 Aralık 2008, başvuru no : 30562/04 ve 30566/04 ,
p.67). İptali talep edilen ibarelerin öngörülemez şekilde uygulanacağı kişisel
verilere ilişkin olarak, Sözleşme’nin 8. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
hak sınırlama ölçütleriyle uyumlu bir düzenleme yapılmamıştır. Söz konusu
düzenlemenin özel hayat hakkına getirdiği sınırlama, kanunilik ilkesinin
gerektirdiği şekilde yeterli hukuki belirlilik ve güvence içermediği gibi;
demokratik toplumda orantılı bir tedbir de değildir. Kanunilik ve orantılılık ölçütleriyle
uyumlu olmayan düzenleme, AİHS’nin 8. maddesinin uygulanmasında özel hayat
hakkıyla toplumun bütününün çıkarları arasında adil bir denge kurulması
gerekliliğine işaret eden AİHM perspektifine de aykırıdır (Birçok karar
arasında bkz. mesela : AİHM, X, Y ve Z/Birleşik Krallık, 22 Nisan 1997, başvuru
no: 21830/93, p.41). Bu nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 13 ve 20.
maddelerine aykırıdır.
ii) Erkler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin veya organın
Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa Mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa'nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz
edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve
kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi de (eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm
ihtiva eden) İletişim Başkanlığı’nı, görevleri ile ilgili olarak gerekli
gördüğü bilgileri bütün kamu kurum ve kuruluşlarından ve diğer gerçek ve tüzel
kişilerden doğrudan isteme yetkisiyle donatan 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 17. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan
‘‘gerekli gördüğü bilgileri’’ ibaresinin iptali istemi hakkında verdiği (red)
kararında; ‘‘…Nitekim istenebilecek bilgiler Başkanlığın görevleriyle ilgili
olanlar ile sınırlı tutulmuştur…’’ şeklindeki gerekçeyle talep edilecek
verilerin talep eden kurumun görev alanıyla sınırlandırılması gerekliliğine
vurgu yapmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 03.03.2021 tarihli ve 2018/134 E.; 2021/13
sayılı Kararı, § 23).
Anılan karara rağmen kanun koyucu, ilgili kurum ve kuruluşlar
ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan
kuruluşların Fonun talebi üzerine Yönetim Kuruluna sunulan projelerle ilgili
her türlü veri ve bilgiyi Fona sunmakla yükümlü olduğunu hüküm altına almıştır.
Başka bir deyişle Fon tarafından talep edilebilecek her türlü veri ve bilginin
konu bakımından sınırını ‘‘Fonun görev alanıyla’’ çizmemiştir. Bu noktada
belirtmek gerekir ki iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkrada bulunan
‘‘Bu Kanun’un uygulanması kapsamında’’ ibaresi, ‘‘Fonun görev alanıyla’’
ibaresini tam manasıyla karşılamamaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar karşısında; kanun koyucunun
iptali talep edilen ibareleri kanunlaştırması; Anayasa’nın 153. maddesini ihlal
ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağını öngören 6. maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer
alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de halel getirmektedir.
iii)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile mülkiyet hakkı bakımından: Söz konusu veri ve bilgilerde
kişilerin malvarlığı değerleri kapsamında kalan ticari sırları, meslek sırları,
müşteri çevrelerinin yer alması kuvvetle muhtemeldir. Her halükârda; sınırsız
kapsamlı ihtilaflı ibarelerin anılan türde kişisel verilerin söz konusu olmasına
mani olacak herhangi bir güvence içermemesi, iptali istenen kuralın Anayasa’ya
uygunluk incelemesinde söz konusu türden verilerin dikkate alınmasını haklı
kılmaktadır. O halde; bu her türlü veri ve bilgiler, aynı zamanda Anayasa’nın
35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının konusudur.
Nitekim AİHM’in Iatridis/Yunanistan davasında başvurucunun
geçerli bir kira sözleşmesi altında bir sinemayı 11 yıl kesintisiz olarak
işletmesi sonucu bir malvarlığı değeri oluşturacak ölçüde müşteri çevresi
(clientele) edindiğine karar vermiştir. AİHM bu sonuca varırken açık hava
sinemalarının Yunanistan yerel kültürel yaşamında oynadığı rol ile böyle bir
sinemanın sahip olduğu müşteri çevresinin temelde o muhitin sakinlerinden
oluştuğunu dikkate almıştır (AİHM, Iatridis /Yunanistan, [BD] B. No. 31107/96,
25.03.1999, paragraf: 54).
O halde ticari sırların, meslek sırlarının, müşteri çevrelerinin
yer aldığı veri ve bilgilerin ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin
beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlardan hiçbir sınır
olmaksızın Fon tarafından talep edilip alınması; malvarlığı değerini
dolayısıyla mülkiyet hakkını ihlal eder niteliktedir. Zira mülkiyet hakkı da
ancak Anayasa’nın 13. maddesi çerçevesinde ve 35. madde dahilinde sınırlandırılabilir.
Ancak ihtilaflı ibareler, mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin kapsamını
öngörülebilir şekilde ortaya koymadığı ve hak sahibi açısından keyfiliğe karşı
hiçbir güvence öngörmediği için; Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerinde öngörülen
kanunilik ilkesine aykırıdır. Esasen, yukarıda ve aşağıda ihtilaflı ibarelerin
kanunilik ilkesine aykırılığına ilişkin olarak ortaya koyulmuş tespitler,
mutatis mutandis, bu alt başlıkta ortaya koyulan Anayasa’ya aykırılık tespiti
açısından da geçerlidir. Ayrıca ihtilaflı ibareler; mülkiyet hakkına, sınırları
öngörülebilir olmayan şekilde, belirsiz kapsamlı müdahaleleri mümkün kılması
itibarıyla; Anayasa’nın 35. maddesinde yer alan ve mülkiyet hakkının
sınırlanması koşulu olan kamu yararı meşru amacının sınırlarını aşmakta,
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçülülük ilkesini de çiğnemektedir. Ezcümle;
Fonun bu yetkisi; hiçbir kanuni koşulla kayıtlanmamıştır, amacı gerçekleştirmek
için orantılı, daha az sınırlayıcı ve ölçülü bir tedbir değildir.
Son olarak belirtmek gerekir ki mülkiyet hakkı, Anayasa’nın hak
ve özgürlüklere özgülenmiş ikinci kısmın ikinci bölümünde tanınmış ve güvence
altına alınmış bulunmakla; en güvenceli anayasal hak ve özgürlükler arasında
yer almaktadır. Şu halde kanunlar, mülkiyet hakkını konu alan ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Ek 1 No’lu
Protokol’e, aykırı olamazlar. Mülkiyet hakkına, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne, Ek 1 No’lu Protokol’e, aykırı şekilde getirilecek bir sınırlama;
Anayasa’nın 35. maddesinin yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, Ek 1
No’lu Protokol’ün, ihlali sonucunu da doğuracaktır. AİHM’nin ifade ettiği
üzere, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin toplumun genel yararının
gerekleriyle bireyin temel haklarının korunması gerekliliği arasında adil bir
denge kurması (AİHM, Beyeler/İtalya, 5 Ocak 2000, başvuru no: 33202/96, §107)
ve başvurulan araçlarla hedeflenen amaç arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin bulunması gerekmektedir (AİHM, James ve diğerleri/Birleşik Krallık,
21 Şubat 1986, başvuru no: 8793/79, §50). AİHM, bu çerçevede; mülkiyet hakkını
daha az sınırlayıcı diğer elverişli tedbirlerin kamu makamlarınca dikkate
alınması gerekliliğine önem atfedebilmektedir (AİHM, Vaskrsić/Slovenya, 25
Nisan 2017, başvuru no: 31371/12, §83). Müdahale konusu olabilecek kişisel
verilere ilişkin asgari kanuni sınırların yokluğu; ölçülülük ilkesinin ihlal
edildiğinin açık kanıtıdır. Kanunilik ve ölçülülükle ilgili yukarıdaki
analizlerin ışığında, ihtilaflı ibareler, mutatis mutandis Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne, Ek 1 No’lu Protokol’e de aykırıdır.
iv)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin
önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken
ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin kanuniliği
ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum legem
özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Fonun talep etmesi halinde ilgili kurum ve
kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan
kuruluşlar tarafından Fona veri ve bilgi sunulmasına yönelik usul ve esasların
(bilhassa şekil ve sürenin) hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki
kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile aykırı
davranmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta
kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Fona tanınan ve hiçbir
koşulla sınırlandırılmayan geniş takdir yetkisi, Fonun keyfi uygulamalarına
sebep olabilecektir. Yine idarenin uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir
düzenleme alanının bırakılması, 7474 sayılı Kanun’un 5. maddesinin
uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli
anlamda kanun aracılığıyla, idarenin düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine,
maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir. Fonun tesis
edeceği işlemleri çok kısa sürede değiştirme olasılığı da; ilgili kurum ve
kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan
kuruluşların hukuki ve iktisadi öngörülebilirliğine halel getirecektir.
Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesi İletişim
Başkanlığı’nı, görevleri ile ilgili olarak gerekli gördüğü bilgileri bütün kamu
kurum ve kuruluşlarından ve diğer gerçek ve tüzel kişilerden doğrudan isteme
yetkisiyle donatan 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 17. maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ‘‘gerekli gördüğü bilgileri’’ ibaresinin
iptali istemi hakkında verdiği (red) kararında;
‘‘Kuralın Başkanlığın CBK’da açıkça düzenlenmiş olan görevlerini
yerine getirebilmesi amacıyla düzenlendiği ve istenebilecek bilgilerin
Başkanlığın görevleriyle ilgili ve gerekli olanlarla sınırlandırıldığı
anlaşılmaktadır. Gerekli görülen bilgilerin istenmesindeki amaç, kapsam ve
sınır açıkça belirlenmiş olup kuralın hem kişiler hem de idare yönünden belirli
ve öngörülebilir olduğu açık olduğundan kuralda belirsizlik bulunmamaktadır.’’
şeklindeki gerekçeyle talep edilecek verilerin talep
edilmesindeki amaç, kapsam ve sınırın açıkça tespit edilmesinin, belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerinin gerekliliği olduğuna vurgu yapmıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 03.03.2021 tarihli ve 2018/134 E.; 2021/13 sayılı Kararı, § 39).
Anılan karara rağmen kanun koyucu, ihtilaflı ibarelerde, ilgili kurum ve
kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan
kuruluşların Fonun talebi üzerine Yönetim Kuruluna sunulan projelerle ilgili
her türlü veri ve bilgiyi Fona sunmakla yükümlü olduğunu hüküm altına almıştır.
Başka bir anlatımla Fon tarafından talep edilebilecek her türlü veri ve
bilginin konu bakımından sınırını ‘‘Fonun görev alanıyla’’ çizmemiştir. Ezcümle
kanun koyucu, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine istinaden; idareyi konu
(göreviyle ilgili olarak) bakımından sınırlandırmamıştır. Diğer bir söyleyişle
iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkrada bulunan ‘‘Bu Kanun’un
uygulanması kapsamında’’ ibaresi, ‘‘Fonun görev alanıyla’’ ibaresini tam
manasıyla karşılamamaktadır. Zira iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı
fıkrada bulunan ‘‘Bu Kanun’un uygulanması kapsamında’’ ve ‘‘Yönetim Kuruluna
sunulan projeler’’ ibareleri, Fonu konu bakımından kayıtlayan ölçüt niteliğini
haiz değildir. Zira Fon, zaten Bu Kanun’un uygulanması kapsamındaki ve Yönetim
Kuruluna sunulan projeler hakkındaki veri ve bilgileri talep edebilmelidir
ancak burada hukuki mesele, söz konusu veri ve bilgileri (hem içerik hem de
şekil ve süre yönünden) talep etme usulü bakımından kanun düzeyinde Fonu kurala
bağlamaktır.
Bu nedenle iptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın 2 ve 123.
maddelerine aykırıdır.
v)Yasama yetkisinin devredilemezliği bakımından: Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz
bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Fona)
ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında
protokol imzalanan kuruluşlar tarafından veri ve bilgi sunulmasına yönelik
(bilhassa konu, şekil ve süreye ilişkin) usul ve esasları belirleme yetkisi
veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık oluşturur.
vi)Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarelerin idareye (Fona) verdiği sınırsız takdir yetkisi, ilgili kurum ve
kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan
kuruluşlar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden
olabileceğinden; anılan ibareler, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik
ilkesine de aykırıdır. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun
tespiti, münferit olayda benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen
ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre;
“Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında
aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11
E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği
hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp
dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen
eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması
halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin
11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki iptali talep edilen ibarelerin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, Fon tarafından ilgili
kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında protokol
imzalanan kuruluşlardan farklı usullerle (süre ve şekillerle) ve farklı
konularda veri ve bilgi talep edilmesine, temin edilen veri ve bilgilerin bir
kısmının incelemeye tabi tutulduktan sonra imha edilmesine ve fakat bazılarının
muhafaza edilmesine; bazı veri ve belgelerin başka idari birimlerle paylaşılmasına
ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla,
ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin beşinci fıkrası kapsamında
protokol imzalanan kuruluşlar tarafından Fona veri ve bilgi sunulmasına yönelik
(bilhassa konu, şekil ve süreye ilişkin) usul ve esasları belirleme yetkisinin
idareye bırakılması, Aile ve Gençlik Fonunun faaliyetlerini sürdürebilmesi
bakımından aynı durumda olan ilgili kurum ve kuruluşlar ile anılan 4. maddenin
beşinci fıkrası kapsamında protokol imzalanan kuruluşlar arasında; veri ve
bilgi talep etme bakımından haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele
farklılıklarına yol açacaktır. Bu nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 10.
maddesine aykırıdır.
vii)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibareler, Anayasa hükümleriyle benzer
hükümler içeren Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
kişisel verilerin korunması hakkına ilişkin 8. maddesini ve mülkiyet hakkına
ilişkin Ek 1 No’lu Protokolü’nü (kanunilik ve demokratik toplumda orantılılık
ölçütlerini) ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7474 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan ‘‘veri ve bilgi talep edilmesi hâlinde’’ ibaresi ile
‘‘talep edilen her türlü veri ve bilgiyi Fonun belirleyeceği şekil ve süreler
içinde’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6, 7, 10, 13, 20, 35, 90,
123 ve 153. maddelerine aykırıdır; anılan ibarelerin iptali gerekir.
3) 22.11.2023 tarihli ve 7474 sayılı Aile ve Gençlik Fonu
Kurulması Hakkında Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırılığı
7474 sayılı Kanun’un ‘‘Yönetmelik’’ kenar başlıklı 7. maddesinin
birinci fıkrasına göre Aile ve Gençlik Fonunun (Fon) çalışma usul ve esasları
ile ‘‘Fonun kaynakları ve giderleri’’ kenar başlıklı 3. ve ‘‘Fondan yapılacak
kaynak aktarımları’’ kenar başlıklı 4. maddelerin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar, Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılacak yönetmelik ile belirlenecektir.
Ancak bu hususları, Cumhurbaşkanının çıkaracağı yönetmeliğin konusu yapan
fıkra, Anayasa’ya aykırıdır.
i)Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında kanunilik ilkesi
bakımından:
Öncelikle belirtmek gerekir ki 7474 sayılı Kanun’un 1. maddesi
uyarınca aile müessesesinin desteklenmesi, güçlendirilmesi, gençlerin sosyal
risklere karşı korunması ve gelişimleri ile girişimlerine destek sağlanmasına
yönelik kaynağın oluşturulması, yönetilmesi ve ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarına aktarılması amacıyla ve 2. maddesi gereğince kamu tüzel
kişiliğini haiz olarak kurulan Fon, idari teşkilat içinde yer almaktadır. O
halde ailenin ve gençliğin korunması özelinde asli ve sürekli nitelikte kamu
hizmeti yürütecek olan Fon’da istihdam edilecek kimselerin, Anayasa’nın 128.
maddesi bağlamında ‘‘memur ve diğer kamu görevlisi’’ olması gerekmektedir.
Nitekim bu husus, Anayasa Mahkemesi tarafından kaleme alınan:
‘‘Anayasa'nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında,
"Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme
hükümleri saklıdır." denilmek suretiyle memurlar ve diğer kamu
görevlileri, özlük hakları bakımından yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ve bu bağlamda emniyet teşkilatı
mensuplarının statü haklarını doğrudan etkileyen disiplin işlemlerinin "diğer
özlük işleri" kavramı kapsamına girdiğine kuşku bulunmamaktadır.’’
şeklindeki gerekçede de vurgulanmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
13.01.2016 tarihli ve 2015/85 E.; 2016/3 sayılı Kararı, § 3). O halde Fon
bünyesinde istihdam edilecek kimselerin, Anayasa’nın 128. maddesi bağlamında
kamu görevlisi olması lazım gelmektedir. Bu bağlamda kanun koyucu tarafından
söz konusu kimselerin ataması, görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi,
aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve
özellikle de mezkûr 128. madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi
dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak iptali talep edilen fıkra, söz
konusu anayasal gerekliliği karşılamamaktadır. Zira iptali talep edilen fıkra
hükmünde kanun koyucu tarafından ‘‘Fonun çalışma usul ve esasları’’ şeklinde
ibare kullanılmıştır. Anlam bakımından hacmi geniş olan bahsi geçen ibare, bir
idari birimin teşkilatlanmasına dair yapılacak tüm işlemleri kapsamaktadır. Bu
minvalde, söz konusu kapsama Fon’da istihdam edilecek kimselerin özlük hakları
da dahildir. Ancak kanun koyucu tarafından anılan kimselerin özlük hakları,
yönetmeliğin konusu yapılmıştır.
Başka bir anlatımla Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından
söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128. maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Yine Anayasa Mahkemesi, stajyer müfettiş olarak
görevlendirilebilmek için ‘‘yönetmelikte öngörülen şartları taşımak’’
gerekliliğine ilişkin bir kuralın Anayasa’nın 2 ve 128. maddelerine aykırı
olduğuna hükmettiği kararında:
‘‘45. Dava konusu kurallar; müfettişliğe giriş sınavına
başvurabilmek için yönetmelikte öngörülen şartları taşımak gerektiğini, giriş
sınavının yönetmelikte belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde
yapılmasını ve stajyer müfettişlerin staj sürelerinin bitiminde oluşturulacak
yönetmelikle belirlenecek konulardan sınava tabi tutulmalarını öngörmektedir.
46. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer öz-lük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklı-dır.” hükmüne yer verilerek memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri ve atanmalarına ilişkin hususların kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir.
47. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Mec-lisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olması ve bu yetkinin
devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2021/73,
K.2022/51, 21/04/2022, § 15).
48. Stajyer müfettiş ve müfettişler tarafından sunulacak denetim
hizmetleri Bakanlığın genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerdendir. Dolayısıyla
askerî personelin müfettiş olarak atanmasına ilişkin şartlar ile bu atamanın
dayanağı giriş ve yeterlik sınavlarına ilişkin genel esasların kanunla
düzenlenmesi gerekmektedir.
49. Kanun koyucu, Anayasa’ya uygun olması koşuluyla kamu
görevine girişte veya belli bir unvana atamalarda yapılacak sınavların türü,
biçimi ve usullerine dair hususlar ile sınava başvuru koşullarının
belirlenmesine ilişkin konularda düzenleme yapma yetkisine sahip olup
düzenlemenin kamu yararına, başka bir anlatımla ülke koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenerek takdir edilmesi kanun koyucuya aittir. Anayasa’ya
uygunluk denetiminde kanun koyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup
olmadığı değil incelenen kuralın kamu yararı dışında belirli bireylerin ya da
grupların çıkarları gözetilerek kanunlaştırılıp kanunlaştırılmadığı
incelenebilir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, § 194).
50. Kamu görevlilerinin devlet ile olan ilişkileri statü hukuku
içinde yürütülmektedir. Devlet, statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü
kurallarına göre mesleğe alınan kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık,
ödül, nakil ve sınav gibi hak veya yükümlülükler getirebilir (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/07/2019, § 195).
51. Kamu görevlisi statüsünde olan söz konusu personelin yazılı
ve/veya sözlü sınavla mesleğe alınması, sınava başvuru konusunda şartlar öngörülmesi
kanun koyucunun takdir yetkisinde olmakla birlikte bu personelin anılan
sınavlarla mesleğe alınmalarına ilişkin temel ilkelerin Anayasa’nın 128.
maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ve bu bağlamda Anayasa’nın 7. maddesi
uyarınca yasama yetkisinin idareye devredilmemesi gerekir (AYM, E.2018/73,
K.2019/65, 24/7/2019, § 199).
52. Kuralda ise mesleğe giriş sınavına ilişkin başvuru
şartlarının, mesleğe giriş ve ye-terlik sınavlarının konularının yönetmelikle
belirleneceği hüküm altına alınmış ancak buna ilişkin temel ilkeler kanunda
düzenlenmemiştir.
53. Açıklanan nedenlerle 926 sayılı Kanun’un ek 39. maddesinin
ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…ve yönetmelikte öngörülen
şartları taşımak…” ve anılan fıkrasının üçüncü cümlesi ile üçüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan “…yönetmelikle belirlenecek konulardan…” ibareleri
Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…ve
yönetmelikte öngörülen şartları taşımak…” ve üçüncü cümlesi ile üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…yönetmelikle belirlene-cek konulardan…”
ibareleri Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine aykırı görülerek iptal
edildiğinden bu cümle ve ibareler ayrıca Anayasa’nın 2. maddesi yönünden
incelenmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 10., 13., 70., 123., 124. ve 153.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.’’
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin, 13.10.2022
tarihli ve 2021/84 E.; 2022/117 K. sayılı Kararı).
Yukarıda Fon bünyesinde istihdam edilecek kimselerin, genel
idare esaslarına göre (ailenin ve gençliğin korunması özelinde) kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirdiklerinden,
Anayasa’nın 128. maddesi bağlamında kamu görevlisi olduğu açıklanmıştır. Lafzı,
‘‘Fonun çalışma usul ve esasları’’ olan ibare; manasında Fon bünyesinde
istihdam edilecek kimselerin özlük haklarını ihtiva etmektedir. Kanun koyucu
ise onların özlük haklarını; Anayasa’nın 128. maddesinde yer alan kanunilik
ilkesinin hilafına; yönetmeliğin konusu yapmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan
anılan kimselerin istihdamına yönelik usul ve esasların kanun düzeyinde
belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi.
Başka bir anlatımla bu hususun idarenin (Cumhurbaşkanının) düzenleyici işleminin
(yönetmeliğin) konusu yapılması; özlük işleri bakımından Anayasa’nın 128.
maddesi bağlamındaki (belirlilik ve öngörülebilirlik ögelerini içeren) maddi
anlamda kanunilik ilkesini ihlal etmektedir. İptal istenen fıkra, bu nedenle
Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “ii” alt
başlığı).
ii)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin
önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken
ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle (Fonda istihdam edilecek kimselerin özlük haklarını
da kapsayan) Fonun çalışma usul ve esasları ile (Fonun kaynakları ve giderleri
özelinde) 3. ve (Fondan yapılacak kaynak aktarımları özelinde) 4. maddelerin
uygulanmasına ilişkin usul ve esasların; Anayasa’nın 128. maddesinde hüküm
altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik
kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı
olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta
kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir.
Ancak kanun koyucu, 7474 sayılı Kanun’un 2. maddesinde sadece
Fonun Yönetim Kurulunun ve sekretarya hizmetlerinin yapısını kurala bağlamış ve
fakat taşra teşkilatı, görevlendirme, işin devamlılığı ve devri, personelin
uyacağı kurallar, performans ve kalite ölçme, raporlama, hizmet birimleri,
yetki-görev-sorumluluk zinciri, taşınır ve taşınmaz kayıtlarının tutulması gibi
çalışma usul ve esaslarının kanuni genel çerçevesini çizmeyip yönetmeliğin
konusu yapmıştır. Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu
kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne
ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş
ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen fıkra hükmünde; kadro ihdası gibi
özlük işleri kapsamında değerlendirilen çalışma usul ve esaslarının genel
çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Yine kanun koyucu, Fonun kaynaklarını ve giderlerini kalem kalem
düzenleyen 3. maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların Cumhurbaşkanı
tarafından belirleneceğini öngörmüştür. Ancak söz konusu 3. maddede, gelir ve
gider tablosu, net biçimde çizildiğinden; Cumhurbaşkanının yönetmelik üzerinden
takdir yetkisini kullanabileceği bir marj bulunmamaktadır. O halde
Cumhurbaşkanına bu konuda yönetmelik çıkarma yetkisinin niçin tanındığı
anlaşılamamaktadır. Bir an için anılan 3. maddenin birinci fıkrasının birinci
cümlesinin (b) bendi ile ikinci cümlesinin Cumhurbaşkanına tanıdığı yetkilerin
yönetmelik marifetiyle kullanılacağı ileri sürülse de; bahsi geçen (b) bendinde
söz konusu hukuki işlemin karar olacağı açıkça zikredilmiştir; ikinci cümlede
ise bu türden bir sarahat olmasa da; oran artırımı, uygulamada bir karar
konusudur. Yine anılan 3. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin (d)
bendinde yer alan diğer gelirler ile ikinci fıkranın (ç) bendinde yer alan
diğer operasyonel giderlerin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların
Cumhurbaşkanı tarafından nasıl düzenleneceği belirsizidir.
Buna ilaveten Fondan yapılacak kaynak aktarımlarını düzenleyen 4.
maddenin ilk fıkrasında kaynağın nasıl aktarılacağı ve sorumluluğun kime ait
olduğu; ikinci fıkrasında kaynak aktarılan tutarların kamu maliyesinde nasıl
gösterileceği; üçüncü fıkrada geri ödemelerin nasıl yapılacağı; dördüncü
fıkrada harcanmayan tutarların akıbeti; dördüncü fıkrada akçeli işler bakımından
birtakım özel teşebbüslerle protokol yapılabileceği kurala bağlanmıştır.
Kanunilik ilkesinin gereklerini karşılayan söz konusu ilk dört fıkrada
Cumhurbaşkanının yönetmelik üzerinden takdir yetkisini kullanabileceği bir marj
bulunmamaktadır. O halde Cumhurbaşkanına bu konuda yönetmelik çıkarma
yetkisinin niçin tanındığı anlaşılamamaktadır. Bir an için Cumhurbaşkanın
takdir yetkisini, beşinci fıkra üzerinden kullanacağı hüküm altına alınsa da; aşağıdaki
başlıkta bunun yönetmelik konusu yapılamayacağı ortaya konulmuştur.
Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki iptali talep edilen
fıkrayla yönetmeliğin konusu yapılan hususların, idare tarafından tecessüm
ettirilmeye elverişli olduğunun kabul edilmesi olasılığında dahi;
Cumhurbaşkanı, nesnel, somut, net, açık ve anlaşılabilir ölçütlerle
sınırlandırılmamıştır.
Kaldı ki yönetmeliği çıkarak hukuki öznenin Cumhurbaşkanı
olmasının nedeni de açıklanmaya muhtaçtır. Zira Fon, Hazine ve Maliye
Bakanlığına bağlı olarak kurulmakta; Fonun sekretarya hizmetleri Hazine ve
Maliye Bakanlığı tarafından yerine getirilmekte; Yönetim Kurulu; Hazine ve
Maliye Bakan yardımcısı başkanlığında, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan
yardımcısı, Gençlik ve Spor Bakan yardımcısı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan
yardımcısı ile Sanayi ve Teknoloji Bakan yardımcısı olmak üzere beş kişiden
teşekkül etmekte ve fakat yönetmeliği, söz konusu idari özneler
çıkarmamaktadır. Halbuki hukuk mantığı gereği bir alt düzenleyici işlemin, o
alt düzenleyici işlemi tatbik edecek ve konuya en vakıf olan idari birim
tarafından tesis edilmesi gerekmektedir.
Öte yandan idarenin (Cumhurbaşkanının) yapacağı düzenlemeyi
(çıkaracağı yönetmeliği), tek başına ve çok kısa vadede değiştirebilmesi
olasılığı da; Fondan yararlanmak isteyen kimseler, Fonda istihdam edilecek kimseler,
Fonun gider ve gelir işlemlerinin muhatapları, Fonla işbirliği yapan ilgili
kamu kurum ve kuruluşları, protokol akdeden özel teşebbüsler bakımından hukuki
öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir. O kadar ki; ihtilaflı fıkranın
içerdiği belirsizlik ve öngörülemezlik; keyfi uygulamalara zemin
hazırlayacaktır. İdarenin uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir düzenleme
alanının bırakılması, iptali talep edilen fıkranın uygulanmasını sağlamaya
ilişkin anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla,
idarenin işlemine (yönetmeliğe), maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması
anlamına gelecektir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 123 ve
128. maddelerine aykırıdır.
iii)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7.
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Cumhurbaşkanına); Fonun çalışma
usul ve esasları ile 3. ve 4. maddelerin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık
oluşturur.
iv)Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelik çıkarabilirler. Cumhurbaşkanının
Fonun çalışma usul ve esasları ile 3 üncü ve 4 üncü maddelerin uygulanmasına
ilişkin usul ve esaslar hakkında çıkaracağı yönetmeliğin 7474 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin uygulanmasını sağlaması ve ona aykırı olmaması için; yönetmelik
çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün, hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve
içinde kalacağına yönelik temel çerçeve, ölçüt ve sınırları belirlemesi
gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını sağlamaya ilişkin anayasal
işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla, yönetmeliklere,
maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması ve aşırı geniş bir düzenleme
alanının idarenin uhdesine bırakılması anlamına gelecektir. İhtilaflı kurala
bakıldığında, ortada, idare tarafından tecessüm ettirilmeye elverişli genel
mahiyette bir kanuni düzenleme yoktur. İdare tarafından takdir yetkisinin keyfi
biçimde kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 124.
maddesine de aykırıdır.
v)Kamu hizmetinde görevin gerekli kıldığı nitelikler bakımından:
Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan ve her Türk vatandaşına eşit şekilde
tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra edecek personellerin
istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlar.
Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu, bunun dışında
hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini, daha açık bir anlatımla
ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden yapılması gerektiğini
buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği birbirinden ayrı
düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde bulunmadıkça o
ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri doğrultusunda yerine
getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu
hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı bulunduğu bilinen
bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler ve onlar hakkında
yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli bir
biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli
ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128. maddesinde temelini bulan ve hukuk devletinin
ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında, Anayasa’nın 70. maddesi ele
alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme hakkının temel bir hak
olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci fıkrasında yer
alan ‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa edilecek görevin (ve
ücret gibi diğer özlük haklarının), (bir kimsenin bu kadroya, unvana, pozisyona
uygun olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla)
kanun düzeyinde liyakat esasının icaplarını karşılayacak ve keyfîliğe yol
açmayacak (vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin
keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
sağlayacak) biçimde açıklanmasını gerektirir. Zira, kamu hizmeti icra edecek
kimselerin istihdamının (ve ücret gibi diğer özlük işlemlerinin) görevin
gerektirdiği nitelikler dışındaki sebeplere dayandırılması, Anayasa’nın 70.
maddesindeki hakkı etkisiz ve göstermelik hale getirecektir. Aksi bir tutum,
bir başka deyişle Fonda istihdam edilecek personelin özlük haklarını da
kapsayan Fonun çalışma usul ve esaslarını belirleme yetkisini idarenin keyfi
uygulamalarına, objektif şekilde çerçevelenmemiş ve kayırmacılığa neden
olabilecek takdir yetkisine bırakmak; anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek
kimselerin istihdamının liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini
sağlamak) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan hakkın aynı nitelikte
bulunan (koşullara sahip olan) Fonda istihdam edilecek kimseler bakımından eşit
düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacak ve kişilerin kamu görevine
kabul edilmelerinin (Fonda istihdam edilme işleminin) ve görevde kalmalarının,
görevi icra derken alacakları ücret, maaş, ödeneklerin vb. önüne keyfî ve
siyasi mülahazalarla alınmış idari kararların çıkarılmasını mümkün kılacaktır.
Bunun sonucu olarak; hizmete alımda (Fonda istihdam edilmede, ücretlendirmede,
ilişiğin kesilmesinde gibi tüm özlük haklarında) görevin gerektirdiği
niteliklerden başka ayrımların gözetilmesini mümkün kılan belirsiz ve
öngörülemez kapsamlı ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 70. maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 70. maddesi ile
ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik bölümü:
‘‘1- KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan mad-denin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) nu-maralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
karar-namelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her
Türk'ün, kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra
ikinci fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka
hiçbir ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın
“Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70.
maddesinde korunan kamu hizmetlerine girme hak-kına ilişkin olarak kanun
hükmünde kararname ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına giriş
koşullarının belirlenmesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine girme
hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin (2),
(3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasına
aykırıdır. İptalleri gerekir.’’
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
vi)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin veya organın
Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa Mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa'nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz
edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve
kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle kuralın
iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 128. maddesine -benzer sakatlıktan muzdarip olması
hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen fıkrayı kanunlaştırması, Anayasa’nın
153. maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6. maddesine ve
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de halel
getirmektedir.
vii)Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen fıkra
uyarınca Fonun çalışma usul ve esasları ile 3. ve 4. maddelerin uygulanmasına
ilişkin usul ve esasları tespit etme yetkisinin sınırsız biçimde idarenin
(Cumhurbaşkanının) uhdesine bırakılması, aynı nitelikte bulunan (koşullara
sahip olan) Fondan yararlanmak isteyen kimseler, Fonda istihdam edilecek
kimseler, Fonun gider ve gelir işlemlerinin muhatapları, Fonla işbirliği yapan
ilgili kamu kurum ve kuruluşları, protokol akdeden özel teşebbüsler arasında
idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan
fıkra, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre;
“Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında
aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11
E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği
hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp
dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen
eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması
halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin
11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen fıkranın Cumhurbaşkanına verdiği
keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından
söz gelimi, aynı nitelikte bulunan (koşullara sahip olan) bazı kimselerin Fonda
istihdam edilmesine, gelir ve giderlerin farklı biçimde belirlenmesine, ilgili
kamu kurum ve kuruluşları bakımından farklı şartların öngörülmesine, protokol
akdetmeye talip özel teşebbüslerin bazılarının hukuki işlemin karşı tarafı
kılınmasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, Fonun çalışma usul ve esasları ile 3. ve 4. maddelerin uygulanmasına
ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisinin idareye bırakılması, uygulamada
aynı durumda bulunan kişi, kamu kurum ve kuruluşu, özel teşebbüs kategorileri
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. İptali istenen fıkranın aynı durumda bulunan ilgililer arasında
muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik ilkesine
aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı fıkranın haklı gerekçeye dayanmayan
muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli addedilmek
gerekir. Bu nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır.
viii)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile çalışma hakkı bakımından: Anayasa’nın 2 ve 5.
maddelerinde yer alan sosyal devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49.
maddesinde güvencelenen çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev
olarak tanınan çalışma hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet,
herkes için uygun bir çalışma ortamı hazırlamalıdır. Çalışma hakkının eşit
biçimde tanınması ve uygun bir çalışma ortamının sağlanması, Fonda istihdam
edilecek kimselerin istihdam edilme usulü başta olmak üzere özlük haklarına
ilişkin usul ve esasların hakkaniyetin ve hukukun gereklerini karşılayan
biçimde belirlenmesiyle mümkündür. Ancak iptali talep edilen fıkranın Fonda
istihdam edilecek kimselerin özlük haklarını da kapsayan Fonun çalışma usul ve
esaslarını, temel çerçeve çizmeksizin tamamıyla idari işlemlerin (yönetmeliğin)
konusu yapması; Fonda istihdam edilecek kimseler bakımından belirsiz
uygulamalara; çalışma hakkı bakımından Devletin pozitif yükümlülüğünü ifa
edememesine neden olacaktır. Zira idare, keyfi biçimde, demokratik toplum
düzeniyle ve ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayan birtakım usul ve esaslar
belirleyerek, bazılarının Fonda istihdam edilmesinin önüne geçebilecektir.
Başka bir anlatımla Devlet tarafından Fonda istihdam edilecek (edilen) kimseler
bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam ve fırsat eşitliği
hazırlanamayacaktır. Kanun koyucu, bu hususu kanun düzeyinde tespit etmemek
suretiyle; maddi anlamda kanunilik, demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük
ilkelerine aykırı olacak şekilde, anılan hakka keyfi idari işlemlerle müdahale
edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın 2, 5, 13 ve 49.
maddelerine aykırıdır.
ix)Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve 5. maddeleriyle
Devlet için öngörülen ‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir görünümü, Anayasa’nın
49. maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın 49. maddesine
göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek bu
hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları
ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için
gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme, herkesi işe
yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı
çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu
nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak suretiyle;
Anayasa’nın 49. maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu
sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin
19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde Devlet, hem
özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır. Ancak maddi
anlamda kanuna tekabül etmeyen iptali talep edilen fıkra; Fonda istihdam edilen
kimseler arasında çalışma barışının bozulmasına neden olacaktır. Zira Fonda
istihdam edilen kimseler; aralarındaki bazılarının, liyakat ilkesinin
gereklerini karşılamadığının (söz gelimi liyakat ilkesinin gereklerinin aksine
ücretlendirmenin) bilincinde olacaktır. Çalışma barışının bozulması; Fonda
istihdam edilen kimselerin çalışma motivasyonlarının bozulmasına; ilgilerini
başka alanlara yöneltmelerine; sorumluluklarını yeteri kadar yerine
getirememelerine ve aile ile gençliğin korunması bakımından zafiyetlerine sebep
olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 5 ve 49.
maddelerine de aykırıdır.
x)Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 6 ve 104. maddelerine
aykırılık: Anayasa’nın 104. maddesinde, Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri
sayılmıştır. Bu görev ve yetkiler arasında ‘‘Fonun çalışma usul ve esasları ile
3. ve 4. maddelerin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelik
çıkarma’’ görev ve yetkisi sayılma-dığı gibi; iptali talep edilen fıkrada
bulunan düzenlemeyi yapmayı dayandırabileceği (Anayasa’nın 104. maddesinde)
genel ve kapsayıcı mahiyette bir hüküm de bulunmamaktadır. Yasama organı,
görevi ve yetkisi dahilinde olmayan bir konuda Cumhurbaşkanını yetkilendirmek
suretiyle; Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesini
ve 6. maddesinde yer alan hiçbir organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir
devlet yetkisi kullanamamasına yönelik hükmü ve 104. madde-sini ihlal etmiştir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın Başlangıç bölümü-ne, 6 ve
104. maddelerine aykırıdır.
xi)Anayasa’nın Başlangıç bölümü, sosyal devlet ilkesi, Devletin
temel amaç ve görevleri, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkı, ailenin ve gençliğin korunması bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde ‘‘… Her Türk vatandaşının bu
Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahip olduğu …’’ vurgulanmış; 2. maddesinde Devletin ‘‘sosyal’’ bir
niteliğe sahip olduğu belirtilmiş; 5. maddesinde Devletin temel amaç ve
görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak’’ sayılmış; 17. maddesinde ise herkesin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın
Başlangıç bölümü ve 2, 5, 17. maddeleriyle Devlete yüklenen yükümlülüğün somut
görünümlerinden birini, aile bakımından 41. maddesi ve gençler bakımından 58.
maddesi oluşturmaktadır. O halde Devlet tarafından aile ve gençler hakkında
yapılan düzenlemeler, esasen Anayasa’nın Başlangıç bölümü ile 2, 5, 17, 41 ve
58. bağlamında değerlendirilmelidir.
Başka bir anlatımla ailenin Türk hukuku bakımından önemi,
doktrinde şu biçimde dile getirilmiştir:
‘‘… Günümüzün modern toplumsal hayatında ailenin önemi ve işlevi
herkes tarafından bilinmekte ve itirazsız kabul edilmektedir. Nitekim sık sık
duyduğumuz, hatta bizzat kullanmakta olduğumuz aile terbiyesi, aile şerefi,
aile görgüsü, aile geleneği gibi deyimler, ailenin toplum içerisindeki işlevini
ve önemini pek güzel belirtmiyor mu ? Görkemli bir mimari yapının
yaratılmasında kullanılacak malzeme ne derece gerekli ve görkemli ise, bir
milletin doğuşu ve varoluşunda da aile o derece gerekli ve önemli bir unsurdur.
Toplumun sağlıklı biçimde gelişebilmesi, ilişkilerin huzur, barış ve güvenlik içinde
yürütülebilmesi, ancak aile kurumunun sağlam temellere oturtulması ve özlenen
ideal bir hukuki düzenlemeye kavuşturulmasıyla mümkün olabilir.
Bu sebepledir ki, kanun koyucular aile kurumunun önemini gözden
uzakta tutmamışlar, ona layık olduğu yeri vermişler ve onu koruyucu ve
kollayıcı pek çok kural koymuşlardır. Nitekim, Türk kanun koyucusu da aile
kurumuna verdiği önemi, Anayasamıza aile ile ilgili bir kural koymak suretiyle
en açık şekilde göstermiştir. …’’
‘‘Anayasa’da Aile Hukukuna İlişkin Esaslar
1. Anayasa’nın 41. maddesi
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve
çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak
için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına
açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve
sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.
Böylece Türk toplumunda ailenin önemi belirlenmekte, ailenin,
ananın ve çocukların korunması için gerekli önlemleri almak devlete bir görev
olarak yükletilmektedir.
2.Anayasa’nın 10. maddesi, ‘‘Herkes, … cinsiyet ayırımı
gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir’’ ilkesini koymuştur. Bu hüküm, hukukta
ve kanun önünde kadın ve erkek eşitliği ilkesini, başka bir deyişle ayırım
gözetme yasağını (Diskriminierungsverbot) koymaktadır.
…
3. Anayasa’nın 20. maddesine göre, ‘‘Herkes, … aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.’’ Böylece aile hayatının gizliliğinin korunması
Anayasa ile teminat altına alınmıştır.’’
Bununla birlikte ailenin korunması hususu, uluslararası
belgelere de konu olmuştur. Söz gelimi BM İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin 16. maddesinin üçüncü fıkrası ile BM Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 23. maddesinde belirtildiği üzere; ‘‘Aile, toplumun doğal ve
temel birimidir. Toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir.’’ Yine
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, tarafı olduğumuz, aileyle ilgili
iki ya da çok taraflı uluslararası antlaşma ve sözleşmelerin bir kısmını
sıralamıştır: ‘‘Evlenme Ehliyet Belgesi Verilmesine Dair Sözleşmesi, Evlilik
Bağına ilişkin Kararların Tanınması Hakkında Sözleşme, Evlenme ile Nesep
Düzeltilmesi Hakkında Sözleşme…’’.
Öte yandan Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün ‘‘ümidinin kaynağı’’ olan gençliğin, insan hayatının belirli bir yaş
aralığının, anayasal korumaya mazhar olduğu; Anayasa’nın (program hüküm vasfını
haiz) 58. maddesi ile hüküm altına alınmıştır:
‘‘A. Gençliğin korunması
Madde 58 – Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği
gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç
edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden,
suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için
gerekli tedbirleri alır.’’
Bununla birlikte spesifik olarak gençlik haklarına özgülenmiş
bir uluslararası norm bulunmasa da; insan yaşamının belirli bir dönemini
kapsaması itibarıyla; gençlik de uluslararası insan hakları belgelerinin konusu
kapsamında kalmaktadır. Nitekim TİHEK bu hususu şu biçimde raporlamıştır:
‘‘Gençlik hakları konusunda küresel olarak kabul edilmiş bir
norm bulunmamakla beraber gençliğin yaş tanımına bağlı olarak 18 yaş altında
kalanların uluslararası alanda kabul edilmiş çocuk hakları belgeleriyle
korunacağı ve mevcut insan hakları belgelerinin koruma çerçevesinin her insan
için geçerli olduğu gibi gençler için de geçerli olacağı açıktır. Dolayısıyla
ülkemizin onayladığı:
• İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,
• Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi,
• Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi,
• Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi,
• İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı veya Aşağılayıcı
Muamele veya Cezanın Önlenmesi Sözleşmesi,
• Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi,
• Çocuk Hakları Sözleşmesi,
• Engelli Hakları Sözleşmesi,
• Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması
Sözleşmesi,
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
• Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı
gibi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde tanınan temel
hak ve özgürlüklerin tamamına gençler, hiçbir ayrım gözetmeksizin sahiptir.’’
Kanun koyucu da Anayasa’nın Başlangıç bölümü ile 2, 5, 17, 41 ve
58. maddeleriyle kendine yüklenen yükümlülüğün ifası amacıyla 7474 sayılı
Kanun’u ihdas etmiştir. Zira bu husus, 7474 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde
‘‘… Fon vasıtasıyla, hali hazırda yürütülen destek programlarının etkililiğinin
artırılması, hizmetlerin çeşitlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ile aile
kurumunun güçlendirilmesine katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda
dinamik ve genç nüfus yapısının korunması ve evlenecek gençlerin desteklenerek
aile kurumunun temellerinin sağlamlaştırılması hedeflenmektedir. Bu kapsamda
Teklif ile gelecek nesillerin sağlıklı aile ortamında hayata hazırlanması ve
toplum refahının devamının sağlanması amaçlanmaktadır. …’’ şeklindeki ifade ile
dile getirilmiştir. (Bu noktada belirtmek gerekir ki pekâlâ mevcut düzenlemeler
vasıtasıyla söz konusu Fonun faaliyetleri yürütülebilirdi.)
Başka bir anlatımla kül halinde ele alınması gereken Anayasa’nın
Başlangıç bölümü ve 17. maddesiyle Türk vatandaşının kendisine tanınan hak ve
yetkileri kullanmaya elverişli ortamında hazırlanması için; 2. maddesiyle
kendisine atfedilen sosyal niteliği gereği; Anayasa’nın 5. maddesinde yer alan
amaca ulaşılmak için; Anayasa’nın 41 ve 58. maddeleri kapsamındaki tedbir alma
yükümlülüğü bağlamında ailenin ve gençliğin korunmasını teminen Fon kurmuştur.
Ancak iptali talep edilen fıkrayla Fonun çalışma usul ve
esasları ile 3. ve 4. maddelerin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
belirleme yetkisinin; keyfi uygulamalara neden olabilecek biçimde ve nesnel,
net, somut ölçütlerle sınırlandırmadan Cumhurbaşkanına tanınması, söz konusu
amacı gerçekleştirmeye elverişli değildir. Diğer bir söyleyişle iptali talep
edilen fıkranın yukarıda açıklandığı üzere Anayasa’nın belirtilen hükümlerine
aykırı olması; ailenin ve gençlerin korunması bakımından gerekli ortamın
hazırlanamamasına; çocukların esenlikli bir aile yapısı içinde yetişememesine;
sağlıklı toplumun sosyal bir çöküşe doğru sürüklenmesine; kuşaklar arasında
bağların kopmasına; gençlerin maddi ve manevi gelişimlerini tamamlayamamasına;
gençlerin geleceğe dair umutlarının tükenmesine ve dolayısıyla (bilhassa
dijital çağda) ulusal kalkınmaya dengeli ve hızlı katkı sağlayamamasına; kamu
kaynaklarının etkin, verimli, şeffaf ve hesap verilebilir biçimde
harcanamamasına; sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleşememesine; en
nihayetinde kamu maliyesi bakımından yük doğması sebebiyle milli ekonominin
zarara uğramasına ve dolayısıyla kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunun temin edilememesine neden olacaktır. Bu nedenle iptali talep
edilen fıkra, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 17, 41 ve 58. maddelerine
de aykırıdır.
xii) Eşitlik ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma
ilkeleri ve güvence ölçütleri, sözleşme özgürlüğü ile teşebbüs hürriyeti,
rekabetin korunması bakımından:
7474 sayılı Kanun’un 4. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca;
birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve kuruluşlara aktarılan kaynakların
yararlanıcılara aktarılabilmesi ve doğabilecek geri ödemelerin alınabilmesi
için bahse konu kurum ve kuruluşlar; 20.06.2013 tarihli ve 6493 sayılı Ödeme ve
Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para
Kuruluşları Hakkında Kanun kapsamında faaliyet gösteren ödeme hizmeti
sağlayıcılar, 21.11.2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring,
Finansman ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu kapsamında faaliyet gösteren
finansman şirketleri ile kredi garanti kurumlarıyla protokol yapabilecektir.
İptali talep edilen fıkra uyarınca; birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve
kuruluşlar ile özel teşebbüs niteliği olan ödeme hizmeti sağlayıcılar,
finansman şirketleri ile kredi garanti kurumları arasında akdedilecek söz
konusu protokollere ilişkin usul ve esaslar, Cumhurbaşkanı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecektir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki ödeme hizmet sağlayıcısı 6493
sayılı Kanun’un ‘‘Tanımlar’’ kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
(t) bendinden hareketle; 5411 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar, elektronik
para kuruluşları, ödeme kuruluşları, Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim
Şirketi’ni ifade etmektedir. 6361 sayılı Kanun’un ‘‘Kuruluş şartları’’ kenar başlıklı
5. maddesi gereğince finansman şirketleri, anonim şirket şeklinde
kurulmaktadır. Kredi garanti kurumu, kurum olması itibarıyla tüzel kişidir.
Zira Kredi Garanti Kurumlarına Sağlanan Hazine Desteğine İlişkin Kararın
dördüncü bölümünde Hazine destekli kefalet sistemi kapsamında kredi garanti
kurumlarının asgari nitelikleri düzenlenmiş; kurumun anonim şirket olması
şartlar arasında sayılmıştır. O halde ödeme hizmeti sağlayıcılar, finansman
şirketleri ile kredi garanti kurumları özel teşebbüs niteliğindedir.
İdarenin özel teşebbüslerle akdedeceği tarafların hak ve
yükümlülüklerini söze bağlayan bu protokollerin genel çerçevesinin kanunla
çizilmesi, protokol yapmaya istekli ödeme hizmeti sağlayıcılar, finansman
şirketleri ile kredi garanti kurumlar bakımından öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Ancak kanun koyucu, iptali talep edilen fıkrayla anılan 4.
maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların Cumhurbaşkanı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini hüküm altına almakla; asgari usuli
güvencelere sahip belirli bir yasal zeminde, rekabete uygun bir şekilde
protokol yapılmasını imkansız kılmaktadır.
Halbuki protokol yapmaya istekli ödeme hizmeti sağlayıcılar,
finansman şirketleri ile kredi garanti kurumlar, protokollere ilişkin usul ve
esasların genel çerçevesinin kanun düzeyinde çizilmesi sayesinde
yararlanıcılara aktarımının ve doğabilecek geri ödemelerin alınabilmesinin
nasıl olacağını, anılan birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve kuruluşların
kendisinden ne beklediğinin hukuken bilincinde olacak buna göre kendi finansal
tabloları çerçevesinde teklif sunacaktır. Fakat genel çerçevenin kanun
düzeyinde net biçimde belirlenmemesi neticesinde; protokol akdeden istekli,
kamunun beklentisinin aksine yükümlülüklerini yerine getiremeyecek; kaynak dağıtımı
ve geri alınması elverişli biçimde gerçekleşemeyecek ve dolayısıyla Fon, amacı
dışında kullanılabilecek nihayetinde kamu kaynakları israf edilecektir.
Buna ilave olarak protokollere ilişkin usul ve esasların genel
çerçevesinin kanun düzeyinde çizilmesi; istekli ödeme hizmeti sağlayıcılar,
finansman şirketleri ile kredi garanti kurumlar bakımından bir öngörülebilirlik
sağladığından; onların faaliyetlerini rekabet içinde yürütmelerine de hizmet
etmektedir. Rekabetin oluşturulması ise; Anayasa’nın 10. ve 48. maddelerinin
gereklerinin yerine getirilmesiyle mümkündür. Zira iptali talep edilen fıkranın
atıfta bulunduğu 4. maddenin beşinci fıkrasına konu hukuki işlem (protokol,
sözleşme akdetmek suretiyle yapıldığından); Anayasa’nın 48. maddesinde güvencelenen
sözleşme özgürlüğünün kapsamında kalmaktadır. Özel teşebbüs olan istekli ödeme
hizmeti sağlayıcılar, finansman şirketleri ile kredi garanti kurumları;
sözleşme özgürlüğüne, Anayasa’nın 10. maddesi bağlamında eşit biçimde sahiptir.
Bu durum, onlara rekabet edebilme kabiliyeti tanımaktadır.
Yine Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca
Devletin, özel teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasına yönelik
tedbirleri almaya ilişkin pozitif yükümlülüğü vardır ve Anayasa’nın 10. maddesi
uyarınca Devlet, bu pozitif yükümlülüğü her bir özel teşebbüs bakımından
(benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunanlar için) eşit şekilde
yerine getirmekle mükelleftir. Bir özel teşebbüs bakımından eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti de, somut olayda benzer durumda
olanlara ilişkin bir muamele farklılığı yapmayı meşrulaştıracak ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır. Bununla birlikte Anayasa’nın 167.
maddesinde Devlete para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı
ve düzenli
işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alma
yükümlülüğü yüklenmiştir. Birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve kuruluşlara
aktarılan kaynakların yararlanıcılara aktarılabilmesi ve doğabilecek geri
ödemelerin alınabilmesi için bahse konu kurum ve kuruluşlar ile protokol
yapacak ödeme hizmeti sağlayıcılar, finansman şirketleri ile kredi garanti
kurumları bakımından bu yükümlülüğün ifası, Devlet tarafından (protokollerin
genel çerçevesinin kanunla çizilerek) rekabetçi piyasa koşullarının
hazırlanmasıyla mümkündür.
Her ne kadar protokol yapma, özelleştirme süreci ile hukuki
olarak özdeş mahiyete sahip olmasa da; özelleştirme yapılırken aranan rekabet
ilkesinin temini, protokol yapma yönünden de geçerlidir. Zira gerek protokol
yapılması gerek özelleştirme yapılması durumunda kamudan talepte bulunan
kişilerin ‘‘yarışması’’ söz konusudur. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye
Denizcilik İşletmeleri Anonim Şirketi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğüne ait bazı limanların işletme hakkı
verilmesi/devri yöntemiyle özelleştirilmeleri neticesinde imzalanan kırk dokuz
yıldan az süreli sözleşme sürelerinin; birtakım şartlar altında kırk dokuz yıla
kadar uzatılacağını düzenleyen bir hüküm hakkında verdiği (iptal) kararına
değinmekte fayda bulunmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.2022 tarihli ve
2022/22 E.; 2022/92 K. sayılı Kararı):
‘‘15. Anayasa’nın 47. maddesinin üçüncü fıkrasında “Devletin,
kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde
bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller
kanunla gösterilir.” denilmiştir. Anılan maddenin dördüncü fıkrasında da
“Devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından
yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile
gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla
belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükümler uyarınca kanunla
yapılacak düzenlemelerde Anayasa’nın diğer maddeleri de dikkate alınmalıdır.
16. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlıklı 48.
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde “Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir” denilmek suretiyle çalışma ve
sözleşme özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
17. Sözleşme özgürlüğü devletin, kişilerin istedikleri hukuki
sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belirli hukuki
sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin
yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması
anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal
ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbesttir.
Anayasa’nın anılan maddesinde koruma altına alınan sözleşme özgürlüğü, sözleşme
yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını
da içerir (AYM, E.2017/154, K.2019/18, 10/4/2019, § 11).
18. Dava konusu kural 4046 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde
TDİAŞ ve TCDDİGM’ye ait bazı limanların işletme hakkı verilmesi/devri
yöntemiyle özelleştirilmeleri neticesinde imzalanan kırk dokuz yıldan az süreli
özelleştirme sözleşmelerinin taraflarına bu sözleşmelerin sürelerini kırk dokuz
yıla kadar uzatma imkânı tanımakta ve sözleşme süresinin uzatılabilmesi için
gerekli ön şartları düzenlemektedir. Bu yönüyle kural, sözleşme süresinin
sonunda yeniden özelleştirme sürecine konu olabilecek limanların bu sürecin
dışına çıkarılmasına, dolayısıyla katılımcılar arasında rekabeti mümkün kılan
ihale süreci uygulanmaksızın dolaylı olarak özelleştirilmelerine imkân
tanımaktadır. Bu itibarla kural, sadece hâlihazırda özelleştirme
sözleşmelerinin tarafı olan kişilere ek sözleşme yapma imkânı tanımakla
özelleştirme sözleşmelerinin tarafı olmayan kişileri mevcut sözleşme süreleri
sonunda sözleşme yapma imkânından yoksun bırakmak suretiyle sözleşme
özgürlüğünü sınırlamaktadır.
19. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre
temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması,
Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
20. Bu kapsamda sözleşme özgürlüğünü sınırlamaya yönelik bir
kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların
keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
21. Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun bu
niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, kişilerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik,
Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır.
22. Kuralla bazı limanların işletme hakkı verilmesi/devri
yöntemiyle özelleştirilmeleri neticesinde imzalanan kırk dokuz yıldan az süreli
sözleşmelerin taraflarına, bu sözleşmeleri kırk dokuz yıla kadar uzatma imkânı
tanınmış ve bu imkânın kullanılabilmesi için aranan ön şartlar açık ve net
biçimde düzenlenmiştir. Dolayısıyla kuralın belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu yönüyle kanunilik şartını taşıdığı
anlaşılmaktadır.
23. Öte yandan Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve
özgürlüklere getirilen sınırlamanın Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine
uygun olması gerekir. Anayasa’nın 48. maddesinde sözleşme özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş hakların da o hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel
sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir.
24. Bu bağlamda Anayasa’nın 167. maddesinin birinci fıkrasında
“Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli
işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır;…” denilmek suretiyle
devlete, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı
ve geliştirici tedbirler alma yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu kapsamda liman
hizmetlerinin sağlıklı ve düzenli işlemesinin sağlanmasını ve geliştirilmesini
konu alan sözleşmelerde, sözleşme özgürlüğüne yönelik sınırlamaların
öngörülmesi mümkündür.
25. Dava konusu kuralın gerekçesinde, 4046 sayılı Kanun
çerçevesinde özelleştirilen bazı limanların sosyo-ekonomik çerçevede
Türkiye’nin ekonomisine ve dış ticaretine katkısı dikkate alındığında bu
limanların herhangi bir zaman kaybı yaşanmadan küresel rekabet güçlerini
korumaları için bugünden yatırımların yapılarak büyütülmeleri amacı
doğrultusunda özelleştirme sözleşmelerinin sürelerinin kırk dokuz yıla kadar uzatılmasının
hedeflendiği ifade edilmiştir. Bu itibarla kuralın kapsam dâhilindeki
limanların rekabet güçlerinin zaman kaybı yaşanmadan artırılması biçimindeki
meşru amaca yönelik olduğu görülmektedir.
26. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha
hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka
getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin
gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
27. 21. yüzyılda dünya ticaretinin gösterdiği gelişmenin
ulaştırma ve nakliye hizmetlerine talebi çoğaltarak taşınan yük miktarında
artışa yol açması, uluslararası ticaretteki artışın enerji ve hammadde
talebinin karşılanması ve malların farklı pazarlara ulaştırılması ihtiyacını
beraberinde getirmesi, deniz yolu taşımacılığının ucuz ve güvenli bir taşıma
sistemi olması, liman sayısı ve kapasitesinin ülkelerin rekabet gücünü
belirleyen önemli bir ölçüt hâline gelmesi sonucuna yol açmıştır. Liman
işletmeciliğinin gerek bölgesel gerek uluslararası ekonomiye katkısının
limanların geliştirilmesini gerekli kıldığı kuşkusuzdur. Bu nedenle kuralın
özelleştirilen limanların zaman kaybı yaşanmadan kapasitelerinin artırılması ve
geliştirilmesi amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez.
28. Kural özelleştirme sözleşmelerindeki süreler sonunda,
özelleştirme öncesindeki hukuki statülerini tekrar kazanacak olmaları sebebiyle
yeniden özelleştirme uygulamalarının konusu olabilecek limanların, özelleştirme
sözleşmelerinin sürelerinin uzatılmasını öngörmek suretiyle mevcut özelleştirme
süresi sonrasında da işletme hakkının devamının sağlanmasına, başka bir
ifadeyle dolaylı olarak özelleştirilmelerine imkân tanımaktadır. Söz konusu
dolaylı özelleştirmeye taraf olabilecekler ise mevcut özelleştirme
sözleşmelerinin tarafları ile sınırlandırılmaktadır. İstekli olan başkaca
kişilerin bu sürece dâhil olamaması ise özelleştirmede hâkim olması gereken
serbest rekabet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmamakta olup kurala konu
limanların gerçek özelleştirme değerlerine ulaşılmasını engelleyebilecek
niteliktedir. Nitekim özelleştirme sürelerinin sonunda limanların yeniden
özelleştirme uygulamasına konu olması hâlinde 4046 sayılı Kanun’daki şartları
taşıyan herkesin rekabet koşulları çerçevesinde özelleştirme sözleşmesine taraf
olma imkânı olacakken kuralla bu imkân ortadan kaldırılmaktadır.
29. Bu bağlamda kuralla ulaşılmak istenen meşru amaç ile
sözleşme özgürlüğü arasında bulunması gereken makul dengenin gözetilmediği
anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralın orantısız bir sınırlamaya neden olduğu,
dolayısıyla anılan özgürlüğe ölçüsüz bir sınırlama getirdiği sonucuna
ulaşılmıştır.
30. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./Çocuklar,
yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve
gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./Devlet organları ve
idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak
hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine
yer verilmiştir.
31. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle,
aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi
zedelenmez.
32. Sözleşme özgürlüğü bağlamında eşitlik ilkesi yönünden
yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi
çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelenin
mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki
kişiler arasında sözleşme özgürlüğüne müdahale bakımından farklılık gözetilip
gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin ardından ise farklı
muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü olup
olmadığı hususları irdelenmelidir.
33. Kuralla mevcut özelleştirme sözleşmelerinin taraflarına
tanınan ek sözleşme yapma imkânının özelleştirme sonucunu doğurduğu dikkate
alındığında özelleştirme usulünün uygulanması hâlinde sözleşmeye taraf
olabilecek kişiler ile özelleştirme sözleşmesinin tarafı olmaları sebebiyle ek
sözleşme yapma imkânı tanınan kişilerin sözleşme özgürlüğü bağlamında
karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları açıktır.
Bu itibarla kuralın özelleştirme usulünün uygulanması imkânını ortadan
kaldırmak suretiyle benzer durumda olanlar arasında farklı muameleye yol açtığı
anlaşılmaktadır.
34. Öte yandan özelleştirme sözleşmesinin imzalanması öncesinde
sözleşmeye konu ihaleye katılarak teklif verenlerden ihaleyi kaybeden kişiler
ile ihaleyi kazanarak özelleştirme sözleşmesine taraf olan kişilerin de
sözleşme özgürlüğü bağlamında karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde
benzer durumda oldukları görülmektedir. Dolayısıyla kuralın mevcut özelleştirme
sözleşmesinin taraflarına sözleşme süresini uzatma imkânını tanımak suretiyle
ihaleye katılanlar arasında da farklı bir muameleye yol açtığı anlaşılmaktadır.
35. Kuralın zaman kaybı yaşanmadan yapılacak yatırımlar ile
limanların rekabet güçlerinin korunması yönündeki gerekçesi gözetildiğinde
farklı muamelenin objektif ve makul bir temele dayanmadığı söylenemez.
36. Kural, ek sözleşme yapma imkânını sadece mevcut özelleştirme
sözleşmesi taraflarına tanımak suretiyle öncesinde özelleştirme ihalesini
kaybetmiş olanlar ile özelleştirme usulünün uygulanması hâlinde ek sözleşmeye
taraf olabileceklerin bu sözleşmeye taraf olabilmelerini engellemektedir.
Anayasa’nın 167. maddesinin gerekçesinde “Bu madde Devlete üç görev
yüklemektedir./Birincisi, özel teşebbüsün rekabet koşulları içinde yararlı
yönde gelişmesine yardımcı olacaktır. Rekabet koşullarını sağlamanın tabiî
sonucu ise, buna bağlı olan diğer iki görevdir...” denilmek suretiyle özel
teşebbüsler arasında rekabet koşullarının sağlanması gerektiği belirtilmiştir.
37. Bu bağlamda mevcut özelleştirme sözleşmesinin tarafları dışında
istekli olan başkaca kişilerin ek sözleşmeye taraf olabilme imkânın
engellenmesi özelleştirmede hâkim olması gereken serbest rekabet ve eşitlik
ilkeleriyle bağdaşmamakta olup kurala konu limanların gerçek özelleştirme
değerlerine ulaşılmasını da engelleyebilecek niteliktedir. Ayrıca sözleşmeye
konu önceki ihaleyi kaybeden kişilerin sonradan ek sözleşme yapma imkânı
sağlanarak sözleşme süresinin uzatılacağını bilmelerinin söz konusu ihalede
bulundukları teklifi etkilemeyeceği de söylenemez. Bu itibarla farklı
muamelenin ölçüsüz olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 10., 13. ve 48.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.’’
Yukarıda açıklandığı üzere protokole ilişkin usul ve esaslar,
tarafların hak ve yükümlülüklerini içermekte; bu sayede protokol yapmaya
isteklilerin öngörülebilirliğini temin etmektedir. Başka bir anlatımla
protokole ilişkin usul ve esasların genel çerçevesinin kanun yerine
yönetmelikle düzenlenmesi halinde istekler; kamunun taleplerinin bilgisine sahiptir.
Bu verili bilgiye istinaden istekli, protokolü yapmaya yeterlilik kapasitesini
(söz gelimi finansal tablolarını yahut teknolojisini) göz önüne alarak;
protokol yapıp yapmayacağını, yapacak idiyse kamuya sunacağı teklife yönelik
iradesini oluşturur. Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı nazara alındığında da
anlaşılacağı üzere; iptali talep edilen fıkrayla kanunilik ilkesinin aksine
protokole ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenecek olması;
protokolün, Anayasa’nın 10. ve 48. maddelerine istinaden eşitlik ve rekabet
ilkeleri çerçevesinde yapılmasını temin eden kanun düzeyinde mekanizmayı
ortadan kaldırmıştır. Zira istekli, protokole ilişkin usul ve esasların başka
bir deyişle tarafların hak ve yükümlülüklerinin kanun düzeyinde
belirlenmesiyle; o protokoldeki işi yapıp yapamayacağının (hizmeti verip
vermeyeceğinin) idarece değerlendirmesi bakımından somut, nesnel, net, açık
ölçütlere tabi kılınmış; eşit koşullarda rekabet edebilmeleri için münasip
zemin hazırlanmış olacaktır. Aksi takdirde (protokole ilişkin usul ve esasların
başka bir deyişle tarafların hak ve yükümlülüklerinin yönetmelik düzeyinde
belirlenmesiyle) idarenin, protokolü hangi istekliyle yapacağı belirsizdir.
Diğer bir söyleyişle Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan kanunilik kaydının
aksine; protokole ilişkin usul ve esasların yönetmeliğin konusu yapılması
suretiyle; idareye (Cumhurbaşkanına), protokolün muhatabını seçme hususunda
keyfi uygulamalara neden olabilecek takdir yetkisi bırakılmıştır. Bu durum,
Devletin (Anayasa’nın 10 ve 48. maddelerinden doğan) pozitif yükümlülüğüne
halel getirerek; özel teşebbüslerin, sözleşme özgürlüğüne binaen eşit
koşullarda yarışarak söz konusu hukuki ilişkinin karşı tarafı olamamasına
(Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının öngördüğü
bir kanun hükmü olmaksızın sözleşme hürriyetine müdahale edilmesine) ve bazı
özel teşebbüslerin haklı neden olmaksızın karşı taraf kılınmasına –protokol
yapmasına- (idare tarafından himaye edilmesine); aynı şartlara sahip ve eşit
durumda bulunan tüm özel teşebbüsler bakımından teşebbüs hürriyetinin eşit
düzeyde sağlanamamasına (haksız rekabete) neden olacaktır. Aynı zamanda Devlet
tarafından, anılan birinci fıkra kapsamında ilgili kurum ve kuruluşlara
aktarılan kaynakların yararlanıcılara aktarılabilmesine ve doğabilecek geri
ödemelerin alınabilmesine yönelik para piyasaları bakımından; (protokole
ilişkin usul ve esasları yönetmeliğin konusu yapan) kanun hükümleriyle
rekabetçi piyasa oluşturulamadığından; Anayasa’nın 167. maddesinde yer alan
yükümlülük de ifa edilemeyecektir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 10, 13, 48
ve 167. maddelerine aykırıdır.
xiii)Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen fıkra, yukarıdaki başlıklarda aykırı
olduğu gösterilen temel haklara ilişkin anayasal düzenlemelerin muadilleri
olarak, çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23.;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1. maddelerini; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini ; adil çalışma koşullarına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23.; (Gözden Geçirilmiş) Avrupa
Sosyal Şartı’nın 3 ve 22. maddeleri; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu
Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni
ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7474 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci
fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 41, 48, 49,
58, 70, 90, 104, 123, 124, 128, 153 ve 167. maddelerine aykırıdır; anılan
fıkranın iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
22.11.2023 tarihli ve 7474 sayılı Aile ve Gençlik Fonu Kurulması
Hakkında Kanun ile getirilen iptali talep edilen düzenlemeler, hukuka aykırı
biçimde tesis edilmiştir. Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak
sonuçlara yol açacak bu düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar
yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
22.11.2023 tarihli ve 7474 sayılı Aile ve Gençlik Fonu Kurulması
Hakkında Kanun’un
1) 2. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 7, 10, 17, 41, 58 ve 123. maddelerine,
2) 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ‘‘veri ve bilgi
talep edilmesi hâlinde’’ ibaresi ile ‘‘talep edilen her türlü veri ve bilgiyi
Fonun belirleyeceği şekil ve süreler içinde’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 6, 7, 10, 13, 20, 35, 90, 123 ve 153. maddelerine,
3) 7. maddesinin birinci fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 41, 48, 49, 58, 70, 90, 104, 123, 124, 128,
153 ve 167. maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz.”