“Malvarlığına ilişkin davalarda genelde nisbi karar ilam harcı
alınmaktadır. Bu harç, kabul edilen dava değerinin %6,831 (binde 68,31)'dir.
Mahkemelerce verilen kabul kararlarında, dava değeri üzerinden alınan, hazineye
irat kaydedilen harç bu harçtır. Bu harç davanın kabulü durumunda alınan bir
harçtır. Diğer bazı davalarda ise maktu karar ilam harcı alınmaktadır. Davanın
reddolunması halinde, alınan harçlar talep üzerine iade edilmektedir. İtiraz
konusu da bu hususa ilişkindir. Mahkemelerce davanın reddine karar verilmesi
halinde bu harçların re'sen iade edilmesi gerekmektedir. Harcın tahsilinde
nasıl ki hazine lehine katı kurallar var ise iadesinde de yine benzer mahiyette
bir düzenleme olmadır. Davacının talebini beklemeden mahkemelerce iadeye
yönelik müzekkere re'sen yazılmalıdır. Uygulamada bazen harçların iadesi
unutulmakta bazen de talep şartına bağlandığından ve geç talep edildiğinden geç
iade edilmektedir. Bu hali ile hazine, vatandaşın mülkiyetini kendi uhdesinde
tutmaktadır.
İşlerin yoğuluğu veya başka sebeplerle geçmişten bu yana re'sen
yapılması gereken usul işlemleri taraflarca veya vekillerince talep dilekçeleri
gönderilmek suretiyle sürekli hatırlatılmış ve bu durum süreklilik kazanınca bu
defa yapılacak usul işlemleri için "talep gerekli" söylemi yerleşmiş
ve usul işlemleri talep üzerine ilerlemeye başlamıştır. Yargısal makamlar usul
kurallarını re'sen uygular. Bunun taraflarca getirilme ilkesi ile yakından uzaktan
alakası yoktur. Taraflarca getirilme ilkesi tarafların talebi ve delilleriyle
bağlılıktır. Özel hukukun en temel ilkesi olan bu ilke yargı makamlarına
tarafların getirdiği delillere göre karar vermeyi, taraflarca sunulmayan veya
talep edilmeyen bir delili o tarafın lehine veya aleyhine değerlendirmemek
anlamına gelmektedir. Usul kurallarını uygulamak yargısal makamların re'sen
yapması gerekendir ve kamu düzenindendir. Bir usul işlemini yerine getirmek
için tarafların veya vekillerin ayrıca yargısal makamları harekete geçirmek
adına talepler göndermeye zorunlu kılmak gereksiz sorumluluk, gereksiz evrak ve
iş gücü kaybına sebebiyet vermektedir.
Kanunlar bir anlamda genel uygulamanın yazıya dökülmüş halidir.
Toplumda yerleşik hale gelen uygulamalar hatalı da olsa genel kabul gördüğünde
bazen kanunlaşabilmektedir. Bunun gibi bazen yasadan olmasa da uygulama haline
geldiği de olmaktadır.
Davada, dava delillerinin kimin tarafından temin edileceği ve
yargılama faaliyetine sunulacağı medeni yargılama hukukunda 18. yüzyıldan itibaren
temel sorun olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışmalar ve yargılamada ulaşılan
durumlar sebebiyle ortaya çıkan en önemli ilkelerden birisi taraflarca
getirilme ilkesi, diğeri ise tasarruf ilkesidir. Bu kapsamda vakıa ve dayanağı
delillerin taraflarca getirilmesi gerekmektedir.
Tasarruf ilkesi ve taraflarca getirilme ilkesi birbirinden
bağımsız birer ilke olsa da aynı zamanda aralarında sıkı bir bağlantı vardır.
Tasarruf ilkesi davanın konusu, başlaması ve sona ermesi ile ilgili iken,
taraflarca getirilme ilkesi dava malzemesinin getirilmesi ile ilgilidir.
Tasarruf ilkesi gereğince taraflar dava açıp açmamakta, dava
konusunu belirlemekte, uyuşmazlığı sürdürüp sürdürmemekte serbesttir.
HMK.m.24’e göre "Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden
bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. Ayrıca kanunda açıkça
belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep
etmeye zorlanamaz." Bu maddeye göre dava açmak, vakıa ve dayanağı
delilleri getirmek yargılamanın taraflarına aittir. Ancak yargılamanın sevk ve
idaresini sağlamak hakimin görevidir. Ancak burada üzerinde durulması gereken
husus taraflarca getirilme ilkesinin kapsamının neler olduğudur. Uygulamada
taraflarca getirilme ilkesi her ne kadar usul kuralları açısından da uygulansa
da usulün uygulanmasında bu kural geçerli değildir. Usul kuralları kamu
düzenindendir ve mahkemece re'sen uygulanır. Bu anlamda hakim, yargılamanın
sevk ve idaresi re'sen yerine getirilmelidir. Mahkemeler usul kurallarını
uygularken talep bekleyen pasif obje konumunda olmamalı, yön belirleyen, sevk
ve idare eden aktif subjeler olmalıdır.
Bu maddenin ilgili kısımlarının iptalindeki amaç harcın iadesi
için bir talebe gerek duyulmamasıdır. Muhtemeldir ki geçmişten bu yana
mahkemeler, taraf veya vekillerce sürekli hatırlatma ve taleplerle
ilerletilmeye çalışılmıştır ki artık bu durum usul kurallarının uygulanması
açısından genel uygulama haline gelmiştir. O denli bir hal almıştır ki basit
yargılamada gerekçeli kararın tebliğe çıkarılması veya kesinleştirme işlemleri
yapılması için dahi talep üzerine ilerleme sağlanmaktadır. Kanun koyucu bu
maddeyi ihdas ederken muhtemeldir ki bunu uygulamadaki şekli ile
kanunlaştırmıştır.
Taraflarca getirilme ilkesi usul kurallarının işletilmesini
tarafların talebine bağlı kılmak değildir. Uygulamada bu ilke bu denli geniş
kapsamlı yorumlanarak hata edilmektedir. Taraflarca getirilme ilkesi, dava ve
dayanaklarının taraflarca ortaya konulması demektir. Usul kurallarının
uygulanmasını talep etmek ve yargılamayı tetikleyip harekete geçirmek
taraflarca getirilme ilkesi kapsamında değerlendirilemez.
Taraflarca getirilme ilkesinin tam aksi ise re'sen araştırma ve
re'sen harekete geçme ilkesidir. Bu ilke genel olarak basit yargılamada
uygulama alanı bulmaktadır. Kendiliğinden harekete geçme ilkesi esasen ceza
yargılamasında ve medeni yargıda da çekişmesiz yargı alanında geçerlidir. Bu
ilkenin uygulandığı davalarda hakim, tarafların talepleriyle kural olarak bağlı
değildir. Delilleri re'sen toplar. Ancak usul kurallarının uygulanması
açısından taraflarca getirilme ilkesi ile re'sen araştırma ilkesi açısından bir
fark bulunmamaktadır, hakim usul kurallarını her daim re'sen uygulamaktadır.
Kanunlar bir anlamda genel uygulamanın yazıya dökülmüş halidir.
Toplumda yerleşik hale gelen uygulamalar hatalı da olsa genel kabul gördüğünde
bazen kanunlaşabilmektedir. Bunun gibi bazen yasadan olmasa da uygulama haline
geldiği de olmaktadır.
Netice itibariyle harcın iadesini gerektiren hallerde
mahkemelerce tarafların talebine bağlı kalınmaksızın mahkemelerce re'sen harcın
iadesi gerekmektedir. Usul kuralları kamu düzenindendir. Mahkemelerce re'sen
uygulanır. Buna rağmen tüm işlemleri tarafların talebine bağlayan günümüz
hantal yargı uygulamalarında bu pasif durum terk edilerek aktif şekilde hareket
etmek gerekmektedir. Zira bu madde kapsamında talep olmadığı için harcın talep
üzerine iade edilmesi hem zaman kaybına, hem de devletin geri ödemesi gereken
harçtan vatandaşın mahrum kalmasına sebebiyet vermesi vatandaşın mağduriyetine
sebebiyet vermektedir. Usul işlemlerini ilerletmek devletin pozitif
yükümlülüğüdür. Bunu tarafların veya vekillerin omuzlarına yüklemek hukuki
değildir.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye
AYKIRILIĞI VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir.
Kanunun amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için
çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir.
Kanunun kamu yararı dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca
belirli kişilerin yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161,
K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
Karlis A.Ş., § 34). Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir
(Karlis A.Ş., § 34).
Kural uyarınca harcın iadesinin talep şartına bağlı kılınması
devletin, vatandaşın alacağının kendi uhdesinde tutamayacağından, unutulan
harçların ise zamanaşımı ile iktisabının hukuki güvenlik ilkesine aykırılık
teşkil ettiği ve devlete olan güveni zedelediği açıktır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Harcın iade şartlarının oluşmasına rağmen iade edilmeyerek
devletin uhdesinde tutulması vatandaşın mülkiyet hakkına adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak şekilde ekonomik sınırlama getirdiğinden Devletin temel amaç ve
görevlerine aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Diğer yandan Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca sınırlamanın
ölçülü olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Anayasa’nın anılan
maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi ise elverişlilik, gereklilik
ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer
bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen
amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
Davanın kısmen veya tamamen reddine karar verilmesi durumunda
davacı ödediği nispi karar ve ilam harcının tamamını geri alabilmektedir.
Bununla birlikte dava sonuçlanana kadar geçecek süre içinde davacının nispi
karar ve ilam harcı olarak ödediği tutarın değer kaybına uğrayabileceği açıktır.
Bu durum mülkiyet hakkına ve adil yargılanma hakkına getirilen ölçüsüz bir
sınırlamadır.
Anayasa'nın 35. maddesi (Mülkiyet Hakkı) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir./Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır (AYM, E.2018/106, K.2019/80, 16/10/2019, § 14). Bu bağlamda, mülk
olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul
mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların
yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
Bu bağlamda mülkiyet hakkı, maddi varlığı bulunan taşınır ve
taşınmaz mal varlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve
alacakları da içermektedir. Davacının mal varlığına dâhil olan veya
zilyetliğinde bulunan harcın maddi varlığa ilişkin olduğu ve mülk teşkil ettiği
aldığı açıktır.
İtiraz konusu kurallarla nispi karar ve ilam harcının dörtte
birinin peşin, geri kalanının kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde
ödeneceği ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip
işlemlerin yapılamayacağı öngörülmüştür.
Nispi karar ve ilam harcının yalnızca dörtte birinin peşin, geri
kalanının ise kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceğini, ayrıca
yargılama giderleri bağlamında karar ve ilam harcının aleyhine hüküm verilen
taraftan alınmasına karar verileceğini öngören kanun koyucunun, harcın iadesini
talebe bağlı kılması mülkiyet hakkına yönelik bir sınırlama teşkil etmektedir.
Davanın reddine karar verilmesi durumunda davacı ödediği nispi karar ve ilam
harcının tamamını geri alabilmekte ise de talepte bulunacağı zamana kadar
geçecek süre içinde nispi karar ve ilam harcı olarak ödenen tutarda meydana
gelebilecek değer kaybının davacının mülkiyet hakkını ihlal edeceği aşikardır.
Söz konusu değer kaybının gerçek karşılığın ödenmesine yönelik anayasal
güvenceyi işlevsiz hâle getirmesini engelleyebilecek bir telafi mekanizması da
öngörülmemiştir.
Devletin pozitif yükümlülüğü, mülkiyet hakkına yapılan
müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceler sunan yargısal yolların da yer
aldığı etkili bir hukuksal çerçeve oluşturma ve bu kapsamda yargısal ve idari
makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir
karar vermesini temin etme sorumluluklarını içermektedir (Selahattin Turan, B.
No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).
Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin pozitif
yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun
ya da olmasın- alacakların tahsilinin düzenlenmesi ve kişilerin alacaklarına
kavuşması bakımından etkili bir sistem kurma sorumluluğu bulunmaktadır.
Devlet alacakların tahsiline ilişkin sistemi kurarken gerek alacaklıların
gerekse de borçlu ve üçüncü kişilerin hak ve menfaatlerini gözetmek, kişilerin
mülkiyet haklarının korunması için gerekli tedbirleri almak durumundadır (AYM,
E.2021/82, K.2022/167, § 21).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede devletin harçların re'sen
iadesini sağlayacak bir düzenleme yapması gerekmekte olup, ilgili düzenlemenin
devletin pozitif yükümlülüğüne aykırı olduğu açıktır.
Anayasa'nın 36. Maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM,
E.2017/178, K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
Davanın veya dava sürecindeki bir yargısal işlemin başında veya
sonunda tarafların harç veya diğer yargılama giderlerini ödemekle yükümlü
kılınmasının mahkemeye erişim hakkının kullanımı yönünden belirli ölçüde
caydırıcı bir etkiye sahip olacağı bu itibarla kural mahkemeye erişim hakkını
sınırladığı açıktır.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan
sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer
Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye,
B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B.
No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
İtiraz konusuna yönelik yapılan değerlendirmede; hazine
uhdesindeki harcın iade edilmemesi kuralının anayasal meşru bir amacı
bulunmamaktadır.
AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için
öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını
önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda
mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21)
Devletin uhdesinde bulunan harcı iade etmesinin talep şartına
bağlanması meşru bir amaca yönelik değildir. Devletin bu hususta düzenleme
yapma yükümlülüğü kapsamında yeni bir düzenleme yaparak harcın re'sen iade
etmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
İtiraz konusu kural mahkemelerce alınan harcın iadesinde talep
şartının gerekliliğine ilişkin bir düzenlemedir. Adil yargılanma ilkesinin bir
görünümü olan devletin yargı sisteminde düzenleme yapma yükümlülüğü kapsamında
vatandaşın haklarını yargı mercileri önünde ileri sürebilmesi için uygun
şartların sağlanması ve talep şartına bağlı bu sınırlamanın kaldırılması etkili
başvuru hakkının bir gereğidir.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması - Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin
ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol
açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik
bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul
sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Netice itibariyle fazlaca alınan harcın iadesinin tarafların
talebine bağlı kılınması, bunun unutulması halinde de zamanışımı ile devletçe
iktisabı Anayasa'nın Hukuk devleti, Devletin, kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma
yükümlülüğüne, Kanun Önünde Eşitlik, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması,
Mülkiyet Hakkı, Hak Arama Hürriyeti, Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması ve
Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine
aykırılık teşkil ettiğinden iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun;
madde başlığıyla düzenlenen 31. maddesinde 1. fıkrasında yer
alan;
"...istek üzerine..."
ibaresinin,
Anayasanın 2., 5., 10., 13., 35., 36., 40. ve 141. maddelerine
aykırı olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına
ve hükmün bu ibaresinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”