anayasa mahkemesi kararı
Esas Sayısı : 2024/13
Karar Sayısı : 2025/37
Karar Tarihi : 11/2/2025
R.G.Tarih-Sayı : 27/5/2025-32912
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 52. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası...”
ibaresinin Anayasa’nın 2., 5., 13., 17. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanık
hakkında cinsel taciz suçundan açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya
aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 52. maddesi şöyledir:
“Adlî para cezası
Madde 52- (1) Adlî para cezası, beş günden az ve kanunda
aksine hüküm bulunmayan hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere
belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile
çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından Devlet Hazinesine
ödenmesinden ibarettir.
(2) En az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası
olan bir gün karşılığı adlî para cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer
şahsi halleri göz önünde bulundurularak takdir edilir.
(3) Kararda, adlî para cezasının belirlenmesinde esas
alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı
ayrı gösterilir.
(4) Hakim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önünde
bulundurarak, kişiye adlî para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme
tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu
cezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi
iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden
birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil
edileceği ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceği belirtilir.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükmü
Kanun’un 61. maddesi şöyledir:
“Cezanın belirlenmesi
MADDE 61- (1) Hakim, somut olayda;
a) Suçun
işleniş biçimini,
b) Suçun
işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun
işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun
konusunun önem ve değerini,
e) Meydana
gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast
veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin
güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında
öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.
(2) Suçun olası kastla ya da bilinçli taksirle işlenmesi
nedeniyle indirim veya artırım, birinci fıkra hükmüne göre belirlenen ceza
üzerinden yapılır.
(3) Birinci fıkrada belirtilen hususların suçun unsurunu
oluşturduğu hallerde, bunlar temel cezanın belirlenmesinde ayrıca göz önünde
bulundurulmaz.
(4) Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha
az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hallerin gerçekleşmesi durumunda;
temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır.
(5) Yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden
sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl
hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin
hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.
(6) Hapis cezasının süresi gün, ay ve yıl hesabıyla
belirlenir. Bir gün, yirmidört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmi takvime
göre hesap edilir. Hapis cezası için bir günün, adlî para cezası için bir Türk
Lirasının artakalanı hesaba katılmaz ve bu cezalar infaz edilmez.
(7) (Ek: 29/6/2005 – 5377/7 md.) Süreli hapis cezasını
gerektiren bir suçtan dolayı bu madde hükümlerine göre belirlenen sonuç ceza,
otuz yıldan fazla olamaz.
(8) (Ek: 29/6/2005 – 5377/7 md.) Adlî para cezası
hesaplanırken, bu madde hükmüne göre cezanın belirlenmesi ve
bireyselleştirilmesine yönelik artırma ve indirimler, gün üzerinden yapılır.
Adlî para cezası, belirlenen sonuç gün ile kişinin bir gün karşılığı
ödeyebileceği miktarın çarpılması suretiyle bulunur.
(9) (Ek: 6/12/2006 – 5560/1 md.) Adlî para cezasının
seçimlik ceza olarak öngörüldüğü suçlarda bu cezaya ilişkin gün biriminin alt
sınırı, o suç tanımındaki hapis cezasının alt sınırından az; üst sınırı da,
hapis cezasının üst sınırından fazla olamaz.
(10) Kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne
artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri
uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Muammer
TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU,
Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Kenan YAŞAR’ın katılımlarıyla 18/1/2024
tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından
işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör
Ömer MENCİK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve
ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları
ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Genel Açıklama
3. Hukuk sistemimizde özgürlüğü bağlayıcı nitelikte hapis ve
mal varlığına yönelik adli para cezası olmak üzere iki farklı türde adli ceza
öngörülmüştür. Bir suç karşılığında yalnızca hapis ya da adli para cezasının
öngörüldüğü suçlar olduğu gibi anılan yaptırımların seçimlik olarak veya
birlikte düzenlendiği suçlar da vardır. Cezaların yanı sıra failin
tehlikeliliği esasına dayanan ve failin ıslahının sağlanarak topluma
kazandırılmasını ve bu suretle toplumun korunmasını amaçlayan güvenlik
tedbirleri de bulunmaktadır (AYM, E.2023/106, K.2023/205, 30/11/2023, § 3).
4. Ceza hukukunda suç
olan eylemleri önlemenin önde gelen araçlarından biri ceza yaptırımıdır (AYM,
E.1990/17, K.1990/23, 20/9/1990). Bu bağlamda ceza sistemi incelenirken cezaların
belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi konularının da ele alınması gerekir. Cezanın
belirlenmesi iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama kanun koyucu tarafından
suç karşılığı öngörülen cezanın belirlendiği soyut belirleme aşaması, ikincisi
ise suçun işlenmesinden sonra yargılama makamı tarafından suçlu hakkında hükmedilecek
olan cezanın somut olarak tespit edildiği aşamadır (AYM, E.2023/106, K.2023/205, 30/11/2023, § 4).
5. Cezanın soyut belirlenme aşaması da ikiye
ayrılmaktadır: Soyut genel belirleme olarak isimlendirilen birinci aşamada
kanun koyucu, cezaların türleri ve ağırlıklarına dair genel bir sistem
belirlemekte ve ilkeler ortaya koymaktadır. İkinci aşama olan soyut özel
belirlemede ise tespit edilen genel ilkeler ışığında her bir suç için hangi tür
ve ağırlıkta ceza verileceği tespit edilmektedir. Cezanın soyut özel
belirlenmesi aşamasında kanun koyucu tarafından sabit cezalar, alternatifli
veya birlikte cezalar, alt ve/veya üst sınırlı (basamaklı) cezalar düzenlenmektedir
(AYM, E.2023/106, K.2023/205, 30/11/2023, § 5).
6. Suçun işlenmesinden sonra ortaya çıkan somut belirleme
aşamasında hâkim öncelikle suçluluğunu tespit ettiği failin eyleminin hukuki
nitelendirmesini yapmaktadır. Hukuki nitelendirmenin ardından hâkim, suç türü
için kanunda birden fazla ceza türünün öngörüldüğü durumlarda uygun cezayı
seçer ve 5237 sayılı Kanun’un 61. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen
hususları gözeterek suç için öngörülen cezanın alt ve üst sınırları arasında
temel cezayı belirler. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca belirlenen
temel ceza üzerinden suçun olası kasıtla ya da bilinçli taksirle işlendiği
durumlarda indirim veya artırım yapılmaktadır. Maddenin (4) numaralı fıkrasına
göre bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren
birden fazla nitelikli hâllerin gerçekleşmesi durumunda temel cezada önce
artırma, sonra indirme yapılacaktır. (5) numaralı fıkra uyarınca söz konusu
fıkralara göre tespit edilecek ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak,
zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim
yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim
nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenecektir.
7. (1) numaralı fıkrada
temel cezanın belirlenmesinde gözönünde tutulacak ölçütler suçun işleniş
biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer,
suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı,
failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı ile failin güttüğü amaç ve
saik olarak düzenlenmiştir. (3) numaralı fıkraya göre (1) numaralı fıkrada
belirtilen hususların suçun unsurunu oluşturduğu hâllerde bunlar, temel cezanın
belirlenmesinde ayrıca gözönünde bulundurulmayacaktır.
8. Temel cezanın
belirlenmesinden farklı olarak tespit edilen cezanın -cezanın amaçları da
gözetilerek- failin kişiliğine uydurulması cezanın bireyselleştirilmesidir.
Cezanın bireyselleştirilmesi; yasama, yargılama ve idari (infaz aşamasında)
olmak üzere üç farklı aşamada gerçekleşmektedir. Anılan Kanun’un 62. maddesi
uyarınca hâkim tarafından uygulanan takdiri indirim, 50. maddeye göre cezanın
seçenek yaptırımlara çevrilmesi, 51. madde uyarınca cezanın ertelenmesi cezanın
yargılama aşamasında bireyselleştirilmesine örnek olarak gösterilebilir (AYM, E.2023/106, K.2023/205, 30/11/2023, § 9).
B. Anlam ve Kapsam
9. 5237 sayılı Kanun’un 52. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında adli para cezası, kanunda
yazılı usule göre belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir
edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanan meblağın hükümlü tarafından devlet
hazinesine ödenmesi şeklinde tanımlanmıştır. Bu yönüyle adli para cezasının belirlenmesinde
gün para cezası sistemi kabul edilmiştir.
10. Gün
para ceza sisteminde önce suçun niteliği, failin kusuru ve meydana gelen zarar
veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak gün sayısı belirlenir. Daha sonra failin
ekonomik durumu ve diğer şahsi halleri gözönünde bulundurularak belirlenen
günlük miktar tespit edilen gün sayısıyla çarpılmak suretiyle ödenmesi gereken para
cezası miktarına ulaşılır.
11. Kanun koyucu genel itibarıyla adli
para cezası öngörülen her suç tipinde tıpkı hapis cezalarında olduğu gibi gün
olarak belli ceza aralıkları belirlemiştir. Adli para cezasının öngörüldüğü
ancak herhangi bir alt ve üst sınırın belirlenmediği suç tipleri de bulunmaktadır.
Bu durumda anılan fıkra uyarınca altı sınırı
beş gün, üst sınırı ise yedi yüz otuz gün olmak üzere bu aralıkta adli para cezası belirlenmektedir.
12. Bunun yanı sıra adli para cezasının seçimlik olarak
öngörüldüğü suçlarda kanun koyucunun adli para cezasına ilişkin alt ve üst veya
her ikisi için bir belirlemede bulunmaması durumunda söz konusu Kanun’un 61.
maddesinin (9) numaralı fıkrası uyarınca suçta öngörülen adli para cezasının gün
biriminin alt sınırı, o suç tanımındaki hapis cezasının alt sınırından az, üst
sınırı da hapis cezasının üst sınırından fazla olamamaktadır.
13. Hâkim tarafından gün olarak takdir
edilen adli para cezasının bir gün karşılığının parasal olarak belirlenmesi ise
52. maddenin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre en az yirmi ve en fazla yüz Türk lirası olan bir gün
karşılığı adli para cezasının miktarı kişinin ekonomik ve diğer şahsi halleri
gözönünde bulundurularak takdir edilir. Anılan fıkrada yer alan “En az yirmi
ve en fazla yüz Türk Lirası...” ibaresi itiraz konusu kuralı
oluşturmaktadır.
14. Kural, başvuru tarihinden
sonra yürürlüğe giren 2/3/2024 tarihli ve 7499 sayılı Kanun’un 9.
maddesiyle “En az yüz ve en fazla beşyüz Türk
Lirası…” şeklinde değiştirilmiştir.
C. İtirazın Gerekçesi
15. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralda adli
para cezasının bir gün karşılığı olarak belirlenebilecek miktar aralığının
öngörüldüğü, söz konusu miktarların düzenlendiği tarih ile günümüz koşulları
arasında büyük değer kaybına uğradığı, bu nedenle adli para cezalarının günümüzde
toplumun refah ve huzurunu sağlayamadığı gibi caydırıcılıktan da uzak olduğu,
bu durumun suç mağdurlarının adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı
giderme uğraşını sonuçsuz bıraktığı, kişilerin maddi ve manevi varlıklarını
koruma ve geliştirme hakkına yönelik eylemlere karşı caydırıcı nitelik
taşımadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 5., 13., 17. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Ç. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
16. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesi yönünden de incelenmiştir.
17. İtiraz konusu kural, başvuru tarihinden sonra
yürürlüğe giren 7499 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle değiştirilmiş ise de kuralın
ceza miktarı itibarıyla lehe olması nedeniyle bakılmakta olan davada uygulanacak
kural niteliğini devam ettirdiği gözetildiğinde anayasal denetime konu
edilmesine engel bir durumun bulunmadığı anlaşılmıştır.
18. Anayasa’nın 38.
maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu
işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez.” denilerek suçun kanuniliği; üçüncü fıkrasında da “Ceza
ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” denilmek
suretiyle cezanın kanuniliği ilkesi güvence altına alınmıştır.
19. Suçta
ve cezada kanunilik ilkesi Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen temel hak ve
özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin kuralın suç ve cezalar
yönünden özel düzenlemesi olarak değerlendirilebilir. Suçta ve cezada kanunilik
ilkesi, cezalandırmanın temel haklara etkisinden kaynaklanan özel önemi
nedeniyle zaman içinde bir ceza hukuku kavramı olarak alt ilkeler de içerecek
şekilde gelişmiştir (AYM, E.2019/9, K.2019/27, 11/4/2019, § 15).
20. Anayasa’nın
anılan maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca
hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere verilecek cezaların hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta, anlaşılır ve sınırları belirli olacak
biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Kişilerin yasak fiilleri önceden
bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence
altına alınması amaçlanmıştır.
21. Adli
para cezası belirlenirken bir gün karşılığı olarak uygulanabilecek para
miktarlarının alt ve üst sınırlarını belirleyen kuralın şeklî anlamda bir kanun
hükmü olduğu ve erişilebilir nitelikte olduğu hususunda bir tereddüt
bulunmamaktadır. Ayrıca adli para cezası belirlenirken bir gün karşılığı olarak
uygulanabilecek parasal karşılığın alt ve üst sınırlarının açık ve net olarak
belirlendiği gözetildiğinde kuralın öngörülebilir olduğu ve kanunilik şartını
taşıdığı anlaşılmaktadır.
22. Öte yandan Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği
sağlayan, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan devlettir.
23. Hukuk
devletinde suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza yerine geçen
güvenlik tedbirlerine ilişkin düzenlemeler, devletin ceza siyasetinin de bir
gereği olarak Anayasa'nın konuya ilişkin hükümleri başta olmak üzere suçların
niteliği, işlenme biçimi, içerik ve yoğunluğu, kamu düzenini ihlal derecesi,
cezaların caydırıcılığı, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, etik değerleri ve
ekonomik hayatın ihtiyaçları gözönüne alınarak belirlenir. Kanun koyucu;
cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin
ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edileceği ve ceza sistemini
tamamlayan müesseselerin nelerden ibaret olacağı hususlarında takdir yetkisine sahiptir (AYM, E.2023/106, K.2023/205, 30/11/2023, § 25).
Kanun koyucunun bu konudaki tercih ve takdirinin
yerindeliğinin incelenmesi, anayasal denetimin kapsamı dışında kalmaktadır
(AYM, E.2019/74, K.2020/29, 12/6/2020, § 14).
24. Bununla birlikte kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki düzenlemeleri
yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır.
Bu ilke elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç için
elverişli olmasını, gereklilik getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç
bakımından gerekli olmasını, orantılılık ise getirilen kural ile
ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir
kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında ölçülülük
ilkesi gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur.
25. Kural, işlediği bir
suç karşılığında adli para cezasıyla cezalandırılacak failin ekonomik ve diğer şahsi hallerinin gözönünde
bulundurularak bir gün karşılığı yirmi ile yüz TL arasında belirlenecek bir miktar
para cezasıyla cezalandırılacağını düzenlemektedir. Kuralın öngördüğü bu sistemde adli
para cezasının bir gün karşılığı olan parasal değerin üst sınırdan belirlenmesi
mümkündür. Böylece ceza miktarının caydırıcı bir etkiye sahip olması
sağlanabilmektedir.
26. Bunun
yanı sıra söz konusu sistemde ekonomik gücü yüksek olan fail aleyhine daha yüksek miktarda, ekonomik
gücü düşük olan fail hakkında da daha az miktarda adli para cezası hükmedilerek
bu kişiler arasında ceza adaleti açısından adil bir fark oluşturulabilecektir. Bu şekilde her iki
fail aynı müeyyidelere
maruz kalmayacak, toplumda adalete olan güvenin
ve ceza adaletinin sağlanması temin edilmiş olacaktır.
27. Bu itibarla kuralın toplumda
adalete olan güvenin ve ceza adaletinin sağlanmasına katkı sunmak amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kural
kapsamında adli para cezası için belirlenen alt ve üst sınırın anılan meşru amaca
ulaşmak bakımından elverişli olduğu açıktır.
28. Bunun yanında toplumda adalete olan güvenin ve ceza
adaletinin sağlanması için suça
uygulanacak yaptırımın niteliği ve miktarını belirlemede kanun koyucunun takdir
yetkisinin bulunduğu gözetildiğinde kuralda öngörülen
miktarların söz konusu amaca ulaşma bakımından gerekli olmadığı da söylenmez.
29.
Ölçülülük incelemesinde son olarak kuralda öngörülen miktarlar ile ulaşılmak
istenen meşru amaç arasındaki makul dengeyi ifade eden orantılılık ilkesi
değerlendirilmelidir. Orantılılık incelemesinde devletin suç işleyen kişilerin
kendi aralarında ve suç nedeniyle zarar gören kişiler arasında ceza adaleti
yönünden adil bir dengenin sağlanması hususundaki pozitif yükümlülüğünün de
dikkate alınması gerekir.
30. Kişinin
maddi ve manevi varlığının korunmasını bir hak olarak öngören ve güvence altına
alan Anayasa’nın 17. maddesi, devlete pozitif ve negatif yükümlülükler yüklemektedir
(AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2.B.],
B. No. 2012/752, 17/9/2013, § 50). Bu yükümlülükler kapsamında devlet, bireyin
maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve ruhsal bütünlüğe keyfî
olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür
(Yusuf Burak Çelik [2.B.], B. No: 2013/2538, 20/11/2014, § 31).
31. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin yönü
bulunmaktadır. Söz konusu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü
fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Bu bir sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu
kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza
kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri
[1.B.], B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 110, 113).
32. Ceza soruşturması yürütülmesinin anayasal olarak
zorunlu olduğu ya da kanun koyucunun bir fiili suç olarak öngördüğü hâllerde
usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak sorumlulara fiilleriyle orantılı
cezaların verilmesi ve mağdur açısından da uygun giderimin sağlanması gerekir
(bazı farklarla birlikte bkz. Şenol Gürkan [1.B.], B. No:
2013/2438, 9/9/2015, § 105). İşlenen suç ile verilen cezalar arasında
orantısızlık olması ya da suç konusu fiile hiç ceza verilmemesi durumunda bu
tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı etkinin ortaya konulmaması,
böylelikle kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari olarak ve yasal
mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine
getirilememesi sonucu ortaya çıkabilir (S.D. [1.B.], B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 102).
33. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut
olarak cezasız kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; fiziksel ve ruhsal saldırı fiillerine
yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla
orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın
infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. İşlenen suç ile verilen
cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu
tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya
koymaktan oldukça uzak kalınmaktadır (AYM, E.2022/120, K.2023/107, 1/6/2023, § 52).
34. Bu bağlamda ceza miktarının orantılılığı,
öngörülen miktarlar bağlamında kişilere yüklenen külfetin ağırlığına göre
belirlenecektir. Kuralda öngörülen alt ve üst sınırın hâkimin ekonomik durumları
farklı olan kişiler arasında farklı miktarlarda adli para cezası uygulayarak
cezadaki caydırıcılığın sağlanması açısından aynı suçu işleyen kişiler arasında
aşırı külfet oluşturmayacak şekilde adil bir denge kurulmasına imkân tanıdığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca kuralda öngörülen sınırların mağdur açısından uygun giderim sağlamaya elverişli olduğu,
işlenen bir suçun cezasız
kalması sonucunu doğurmayacağı belirtilmelidir.
Dolayısıyla kuralda adli
para cezasının bir gün karşılığı olarak belirlenen parasal değerlerin ceza
adaletinin sağlanması amacına ulaşmak bakımından orantılı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
35. Bu
itibarla kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında öngörülen ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmayan kuralın hukuk devleti ile suçta ve cezada kanunilik ilkeleriyle
çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
36. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İtirazın
reddi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN ve Engin
YILDIRIM bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın
Anayasa’nın 5. ve 17. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu
bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 2. ve 38. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 5. ve 17.
maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 52.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “En az yirmi ve en fazla yüz
Türk Lirası...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Hasan Tahsin GÖKCAN ile Engin YILDIRIM’ın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA 11/2/2025 tarihinde karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Bu dosyada incelenen kuralın 7499 sayılı Kanunla
değiştirilmeden (parasal değerler artırılmadan) önceki şekliyle anayasal
denetimi yapılmıştır. Kuralda Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen adli para
cezalarının belirlenmesinde temel alınan gün para cezası sistemine uygun olarak
bir gün karşılığı cezanın en az yirmi ve en fazla yüz Türk Lirası olacağı
öngörülmektedir. Mahkememiz çoğunluğu tarafından kuralda hakime cezanın
bireyselleştirilmesi kapsamında en az miktar ile en üst miktar arasında bir
uygulama yapma konusunda takdir yetkisinin verildiği, kuralda öngörülen
miktarlar itibarıyla orantılı olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.
Gerekçede buna ek olarak anayasal olarak devletin koruma yükümlülüğü gereği
yaşam ve vücut bütünlüğü hakkının ya da diğer önemli hakların korunmasıyla
ilgili suçlara ilişkin düzenlemelerde etkili ve caydırıcı cezaların
öngörüldüğü, ceza yaptırımı ile korunmasının anayasal açıdan zorunlu olmayan
konularda ise daha hafif cezaların ve bu arada adli para cezasının
öngörülmesinin yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğu, ayrıca Kanunda
hapis cezasıyla birlikte adli para cezasının öngörüldüğü hallerde hakimin adli
para cezasının caydırıcılığı sağlayamayacağını öngördüğü hallerde hapis
cezasını tercih edebileceği şeklindeki gerekçelerle iptal isteminin reddi
gerektiği kararı verilmiştir.
2. Düşüncemize göre iptal isteminin temel gerekçesi,
yasal değişiklikten önceki şekliyle kuraldaki para cezalarının, ilgili suç
tiplerindeki temel hakları koruyuculuğu yönüyle etkili ve caydırıcı olmadığı
iddiasına dayanmaktadır. Şüphesiz anayasal açıdan devletin anayasadaki her
türlü temel insan hakkının ceza hukuku yaptırımı ile korunmasının zorunlu
olduğu söylenemez. Bir kısım hakların diğer bazı idari veya hukuki tedbir ve
yaptırımlar çerçevesinde de korunması söz konusu olabilir. Bu konuda kanun
koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Kanun koyucu güncel toplumsal
ihtiyaçları değerlendirerek bazı temel haklara ilişkin olarak daha yüksek
düzeyde ve ceza hukuku yaptırımıyla koruma sağlamayı tercih edebilir. Bu
tercih, söz konusu konuda üst derecede bir korumaya ilişkin olarak zorunlu bir
toplumsal ihtiyacın doğduğunu göstermektedir. Örneğin yaşam ve vücut
bütünlüğünün, cinsel dokunulmazlık hakkının, işkence, eziyet veya insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye ya da yaptırıma maruz kalmama hakkının
etkili ve caydırıcı ceza hukuku yaptırımlarıyla korunması Anayasa’mız uyarınca
devletin zorunlu pozitif yükümlülükleri içerisindedir. Buna karşın bir kısım
temel hakların korunmasının ceza hukuku alanında korumayı gerektirip
gerektirmemesi ise yasa koyucunun takdir yetkisine girmektedir. Bununla
birlikte yasa koyucunun bu konudaki takdir yetkisini tesadüflere veya anlık
ihtiyaçlara göre değil, o konudaki zorunlu toplumsal ihtiyaca göre belirlemesi
gerektiği ifade edilmelidir. Diğer taraftan yasa koyucunun bir konuyu ceza
hukuku alanına çektiği durumda ise anayasal bağlamda korunan hukuki
değerin/hakkın gerektirdiği düzeyde bir koruma sağlamasının da zorunlu olacağı
belirtilmelidir.
3. Anayasa’nın 5. maddesinde devletin temel amaç ve
görevleri; “…kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak …
kişilerin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri kaldırma, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak” ifadeleriyle oldukça geniş kapsamlı biçimde gösterilmiştir.
Anayasa’nın 12/1. maddesi uyarınca herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Anayasa’nın
devamında yer alan maddelerde de kişilerin sahip oldukları temel hakları sırasıyla
açıklanmış ve kapsamları gösterilmiştir. Yine Anayasa’nın 12/2. maddesi
uyarınca temel hak ve hürriyetler kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere
karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. Başka deyişle anılan
kural temel hakların sınırlandırılması bakımından anayasal meşru sınırlama
nedenleriyle bağlantı kurulmasına imkan vermektedir. Temel haklara ilişkin
anayasal güvenceler karşısında devletin negatif yükümlülüğü müdahale etmeme
şeklinde iken, pozitif yükümlülükleri ise bu hakların güncel hayatta
gerçekleştirilmesi ve korunması için gereken sosyal, idari, hukuki ve adli
düzeni kurmak ve düzenli şekilde işlemesini sağlamaktır. Öte yandan belirtilen
temel haklara karşın devletin toplumun korunması için de bazı pozitif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Örneğin çevrenin, ormanın, meraların, çocukların,
gençliğin korunması, toplumun ve bireylerin güvenliklerinin, sağlıklarının
korunması, eğitim ihtiyacının karşılanması, vb. yükümlülükleri bu kapsamda
sayılabilir. Belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi için kurulacak idari
düzenlemeler ve kolluk faaliyetleri dolayısıyla ise bazı temel hakların
sınırlandırılması gerekecektir. Örneğin milli güvenliğin veya çevrenin
korunması amacıyla düzenleyici kurallar oluşturulması ve yaptırım öngörülmesi
halinde bireylerin mülkiyet veya özgürlük ve güvenlik haklarına müdahale
edilmesi gerekecektir. Dolayısıyla devletin bu tür pozitif yükümlülükleriyle,
temel hakların korunması yönündeki pozitif yükümlülükleri arasında çatışma
ortaya çıkmaktadır. Hatta bu çatışma iki temel hakkın korunmasına yönelik
olarak devletin pozitif yükümlülükleri kapsamındaki faaliyetleri dolayısıyla da
ortaya çıkabilir. Örneğin A kişisinin ifade açıklaması nedeniyle B kişisinin
şeref ve haysiyetinin korunması için yapılacak yargılama faaliyetinde
mahkemenin haklar arasında bir dengeleme/tartım yapması ve bu çatışmayı çözmesi
de anayasanın yatay etkisi boyutuyla devlete düşen pozitif yükümlülüğün
kapsamına girmektedir.
4. Türk Ceza Kanunu ve diğer özel kanunlarda yaptırım
olarak doğrudan veya seçimlik adli para cezası ön görülen çok sayıda suç türü
bulunmaktadır. Yine kimi suçlara ilişkin hapis cezalarının adli para cezalarına
dönüştürülmesi mümkün bulunmaktadır. Söz gelimi kasten basit yaralama suçunda
(dört aydan bir yıla kadar hapse seçenek olarak) adli para cezasının alt sınırı
2.400TL, üst sınırı ise 7.300TL; taksirle yaralama suçunun üç aydan bir yıla
kadar hapis cezasına seçenek adli para cezasının alt sınırı 1.800 TL ila 7.300
TL arasında; cinsel taciz suçunda üç aydan 24 aya kadar hapis cezasının seçenek
adli para cezası 1.800TL’den 14.400TL’ye kadar; çevreye zararlı atık bırakma
suçunun hapis cezası 5 gün, seçenek adli para cezası ise 100 TL ila 500TL’ye
kadardır.
5. Öte yandan kuraldaki 20TL ve 100 TL şeklindeki günlük
para cezası miktarları 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Ölçülülüğün somutlaştırılması için objektif bir kriter olarak, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihteki asgari ücret miktarı ile bir gün için öngörülen
yirmi Türk Lirasını kıyaslayabiliriz. Kuralın yürürlüğe girdiği tarihte asgari
ücret aylık miktarı 490 TL’dir. Yine yürürlükten 5 yıl sonra 2010 yılında
asgari ücret 760 TL, 2013 yılında 1.025 TL, 2016 yılında 1.647 TL, 2020 yılında
2.943 TL, 2023 yılında ise 11.402, TL olmuştur. Başka deyişle; 2005 yılında bir
gün karşılığı 20TL, asgari ücretin yirmidörtte birine karşılık gelmektedir.
Yirmi Türk Lirasının asgari ücrete oranı 2013 yılında ellibirde biri, 2016
yılında seksen iki de biri, 2020 yılında yüz kırk yedide biri, 2023 yılında
beşyüz yetmişte biri derecesine düşmüştür. Belirtilen para cezası miktarlarının
Mart 2024 tarihli ve 7499 sayılı Kanun değişikliğine kadar yürürlükte olduğunu
hatırladığımızda söz konusu cezaların devletin bu suç tipleriyle korumayı
amaçladığı bireysel ve toplumsal yararların korunması bakımından ne kadar
etkili ve caydırıcı olduğu, daha doğrusu açık ve bariz bir şekilde hiçbir
caydırıcılığının olmadığı görülebilmektedir. Söz konusu suçlar uygulamada da
önemli sayıdadır. Örneğin 104 suç tipinde 2024 yılı için incelenen kuralın uygulanması
gereken suç sayısının (seçenek veya hapisle birlikte adli para cezası öngörülen
veya hapis cezasının para cezasına çevrilmesi gerektiği için uygulanan örnekler
bağlamında) 319.579 olduğu görülmektedir. Bu rakam 2023 yılı için 291.614; 2022
yılı için 297.315; 2021 yılı için 307.318 ve 2020 yılı için 207.054’tür. Sözü
edilen rakamlara uzlaştırma kapsamındaki uygulamalar girmemektedir.
6. Ölçülülük denetimi de Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca
anayasal denetim alanlarından biridir. Bununla birlikte yerindeliğe ve takdir
alanına girme riski nedeniyle anayasal denetimde ölçülülük denetimi yapılması
oldukça zordur ve bu nedenle denetim sonucunda iptal kararı verilmesi de
istisnaen tercih edilmesi gereken bir alandır. Buna karşın incelediğimiz
kuralın uygulandığı suç tipleriyle ilgili değerlendirmelerden adli para
cezasının kanun koyucunun ön gördüğü işlevi görmekten açıkça uzaklaştığının
görülmesi karşısında kuralın iptalinin zorunlu olduğu değerlendirilmelidir.
7. Adli para cezası ceza hukuku yaptırım türlerinden
biridir. Kanunda kimi durumda doğrudan, kimi durumda hapse seçenek olarak,
kiminde ise kısa süreli (bir yılı aşmayan) hapis cezasının adli para cezasına
çevrilmesi gerektiğinde gün para cezası sistemini düzenleyen bu kuralın
uygulanması gerekmektedir. Adli para cezası seçeneği somut olayın özelliklerine
ve failin durumuna göre cezanın bireyselleştirilmesinde önemli bir fonksiyona
sahiptir. Cezanın bireyselleştirilmesinden maksat, somut olay adaletinde hem
olaya uygun ve ölçülü, hem de etkililiği ve caydırıcılığı sağlayacak bir
cezanın belirlenmesi için hakime tanınan takdir yetkisinin uygulanmasıdır. Bu
açıdan incelenen gün para cezası sistemine ilişkin kuralın önemli bir işlevi
bulunmaktadır. Fakat kuralda bir gün için öngörülen para cezası miktarlarının
Ceza Kanununun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren aradan
geçen yaklaşık 20 yıllık sürede paranın alım gücündeki azalmaya bağlı olarak
açık ve bariz biçimde etkisiz, yetersiz ve bireyleri suç işlemekten alıkoymak
için caydırıcı olmaktan uzak bir hale geldiği görülmektedir. Bu nedenle kuralın
iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 5237 sayılı Kanun’un 105.
maddesinde, cinsel taciz suçuna yer verilmiştir. Anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasında bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında,
mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî
para cezasına hükmolunacağı düzenlenmiştir Kanun koyucu cinsel taciz suçunun
cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarına nazaran daha hafif cinsel
davranışları içermesi nedeniyle temel cezayı hapis ve adli para cezası şeklinde
seçenekli olarak öngörmüştür.
2. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşmiş hukuk devleti tanımına göre;
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir
(AYM, E.2001/406, K.2004/20, 17/02/2004).
3. Anayasa’nın 5. maddesinde devletin temel amaç ve görevleri
arasında kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmak ve, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmak da sayılmıştır.
4. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını bir hak olarak öngören ve
güvence altına alan Anayasa’nın söz konusu maddesi, devlete pozitif ve negatif
yükümlülükler getirmektedir. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığının
korunması hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu
bulunmaktadır.
5. Ceza soruşturması yürütülmesinin anayasal olarak zorunlu olduğu
ya da kanun koyucunun bir fiili suç olarak öngördüğü hâllerde usul
yükümlülüğünün bir unsuru olarak sorumlulara fiilleriyle orantılı cezaların
verilmesi ve mağdur açısından da uygun giderimin sağlanması gerekir. İşlenen
suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da suç konusu fiile hiç
ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek
caydırıcı etkinin ortaya konulmaması, böylelikle kişilerin fiziksel ve ruhsal
bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki
pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu ortaya çıkabilir (S.D., B. No: 2013/3017,
16/12/2015, § 102).
6. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında
orantısızlık olması bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı
bir etkinin ortaya çıkmasına engel olmaktadır (AYM, E.2022/120, K.2023/107,
1/6/2023, § 52). 5237 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten 2/3/2024
tarihine kadar, adlî para cezasının düzenlendiği 52. maddedeki alt ve üst sınır
miktarlarında herhangi bir güncelleme yapılmamıştır. Kuralda belirtilen adli
para cezasının reel değerinin bu süre zarfında reel değerinin azaldığını
dikkate alırsak, söz konusu adlî para cezasının etkinliğini ve caydırıcılığını
yitirmediği söylenemez. Dolayısıyla, anılan suç için öngörülen adli para
cezasının gün ve parasal değer itibarıyla miktarı kanun koyucunun etkili
yargısal sistem kurma yükümlülüğü kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığının
cinsel taciz fiillerine karşı korunması yönünden caydırıcı bir etki yaratmaktan
uzak olduğu anlaşılmaktadır.
7. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 5., ve 17.
maddelerine aykırı olduğundan çoğunluk kararına katılmadım.