“1-Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; çarşı ve mahalle bekçisi ……. sicil numaralı … …'ın 19/07/2020 tarihinde aat 01.30 sıralarında, devriye görevi esnasında çevreye rahatsızlık verdikleri görülen şüpheli şahıslara müdahale esnasında şahıslar tarafından gösterilen mukavemet neticesinde yaralandığını, davalı hakkında Kütahya 6. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan dava sonucunda (2020/414E -2022/258K) davalının kasten taralama ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılmasına karar verildiğini, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ve bu kanuna dayalı olarak çıkartılan yönetmelik gereğince karar tarihindeki en yüksek devlet memuru brüt aylığının (ek gösterge dahil) yüz katı tutarı üzerinden sağlık raporunda belirtilen yaralanma derecesine göre hesaplanan 41.199,98 TL çarşı ve mahalle bekçisi … …'a ödendiğini, fazlaya ilişkin dava ve talep hakkı saklı tutmak kaydıyla davalıdan 41.199,98 TL'lik zararın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte rücuen tazminine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
2-Mahkememizce Kütahya Defterdarlığına en yüksek devlet memuru gösterge, katsayı ve aylığı sorulmuş olup defterdarlığın 23/02/2024 tarihli cevabına göre 2020 yılı Temmuz ayı en yüksek devlet memuru aylığı 9500x0,154461=1.467,38 olduğu bilgisi verilmiştir.
Davalı … … hakkında Kütahya 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 2020/414E. 2022/258K. Sayılı ilamıyla dava dışı bekçi … …'a karşı görevi yaptırmamak için direnme, kamu görevlisine görevi nedeniyle hakaret ve kasten yaralama suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmiştir. Dava dışı bekçi … … Emniyet Genel Müdürlüğü maddi tazminat komisyonuna başvuruda bulunarak tazminat ödenmesini talep etmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü maddi tazminat komisyonu 04/05/2023 tarihinde; karar tarihindeki en yüksek devlet memuru brüt aylığının yüz katı tutarı üzerinden yaralama derecesine göre tazminat ödenmesine karar vermiştir. İlgili bedel 30/05/2023 tarihinde dava dışı bekçi memuru … …'a ödenmiştir.
Mahkememizce atanan bilirkişi raporunda; "Hesaplamaya geçilmeden önce yargı kararları ve mevzuat uyarınca dava dışı … …’ın sağlık durumunun Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelik 7. maddesinin hangi fıkrasına uygun olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Yine Yargıtay kararları gereği davalının sorumlu tutulacağı tazminat miktarı da olay günündeki verilere göre belirlenmelidir. 2330 sayılı Kanun’un 3. maddesinde yaralanan görevliye ödenecek tazminatın karar günündeki en yüksek Devlet memuru aylığı esas alınarak hesaplanacağı belirtilmekte ise de, olay tarihinden çok sonraki tarihlerde buna göre hesaplanıp ödenen nakdi tazminatın tamamı davalılara rücu edilemez. " diyerek dava dışı bekçinin sağlık raporu aldığı tarihe göre bir hesaplamada bulunmuştur.
İtiraz Konusu Yasa Kuralları;
2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un 3. maddesi şöyledir;
Bu kanun kapsamına girenlerden;
a) (Değişik: 1/4/1998 - 4356/1 Md.) Ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek Devlet Memuru brüt aylığının (Ek gösterge dahil) 100 katı tutarında,
b) (Değişik: 1/4/1998 - 4356/1 md.) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre, Nakdi tazminat ödenir.
Bu nakdi tazminatın tespitine esas tutulacak aylık; tazminat verilmesine dair karar tarihindeki en yüksek Devlet memuru aylığının (Ek gösterge dahil) brüt tutarıdır.
c) (a) bendi esaslarına göre tespit edilen nakdi tazminatın kanuni mirasçılara intikalinde;ölenin eş ve füruu veya yalnızca füruu ile içtima eden ve ölüm tarihinde sağ olan ana ve babasının her birine ayrı ayrı olmak üzere % 15 tutarındaki kısmı verildikten sonra kalanı içtima eden diğer mirasçılara ödenir. Diğer hallerde miras hükümleri uygulanır. Ancak ana veya babaya verilen tazminat çocukların her birine ödenen tazminattan fazla olamaz.
(...)
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
Aşağıda izah edilecek nedenlerle iptali istenen yasa hükmünün iş bu davamızda uygulama yeri olduğu, kararın neticesini doğrudan etkileyeceği Mahkememizce değerlendirilmiştir.
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152. ve 6216 Sayılı Kanunun 40. maddesi Uyarınca Mahkememizce İptali İstenen Kuralın Anayasanın Hangi maddelerine Aykırı Olduklarını Açıklayan Gerekçe;
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
5. maddesi; Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
17. maddesi; Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir
35. maddesi; Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
36. maddesi; Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
40. maddesi; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Şeklinde düzenlenmiştir.
2330 sayılı Kanunun 3. maddesinin iptali istenen b bendi kanun kapsamına girenlerin tazminat komisyonuna başvurma tarihine ilişkin kısıtlayacı bir süre öngörülmemiştir. Madde de "karar tarihindeki en yüksek Devlet memuru aylığının (Ek gösterge dahil) brüt tutarıdır" diyerek sadece tazminatın hesaplanma tarihine ilişkin bir tarih belirtilmiştir. Ancak nakdi tazminat miktarını belirleyecek komisyona başvuruyu ne kadar sürede karara bağlayacağı belirtilmemiştir.
Anayasanın 152. maddesi uyarınca bir davaya bakan mahkemenin uygulayacağı bir kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasını ciddi bulması durumunda itiraz yoluyla iptal isteminde bulunması mümkündür. Anayasa Mahkemesi bu nedenle “uygulanacak kural”ın tespitinde, iptali istenen kuralın “bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallar” olup olmadığının incelenmesi kriterini uygulamıştır. Bu kriter açısından kural olarak iptali istenen kanun hükmü veya ibaresinin uyuşmazlığın çözümünde veya davanın evrelerinde doğrudan bir etkisinin bulunması aranmalıdır. Bununla birlikte yargılamaya ilişkin usul hukuku kurallarında bu kriter her zaman yeterli değildir. Usul kuralları bakımından uyuşmazlığın görülmesine ilişkin dava sürecine veya sonucuna ilişkin dolaylı etkisi olan kuralların da “uygulanacak kural” niteliğinde değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme Anayasa’nın üstünlüğü ilkesini koruma işlevini gören anayasal denetimin mantığı yönünden de gereklidir. Tersine bir yaklaşım AYM’nin kendini sınırlaması anlamına gelebilir.
Belirlilik ilkesi, kanunların hukuk güvenliğini sağlamaya yetecek bir açıklıkta olması ve muhtemel keyfi yorumlara imkân vermemesi demektir. Öngörülebilirlik ilkesi ise kanunlardan doğacak sonuçların önceden kestirilebilir olması demektir.
Anayasal haklara yönelik müdahalenin bir kanuna dayanması yeterli olmayıp, bu kanunun belirlilik ve öngörülebilirlik gibi belli niteliklere sahip olması gerekir. Başka bir ifadeyle kanun, ilgili kişinin davranışlarını belirlemesi amacıyla, kolayca ulaşabileceği, gerektiğinde profesyonel yardım almak suretiyle de olsa anlayabileceği, açık, net ve yeterince belirgin nitelikte olmalıdır.’ Erişimin engellemenin hangi sınırlama araçları kullanılarak yapılacağının yeterince açık ortaya konmadığı; bu nedenle de verilmiş olan yetkinin kapsam ve sınırlarının öngörülemez olduğu; Anayasa Mahkemesi, temel hak ve hürriyetlere müdahalelerin yasama organı tarafından kanun adı altında çıkarılmasının yeterli olmadığını, bu kanunların aynı zamanda “kanun kalitesi”ni haiz olması, yani kanunun hem metninin hem de uygulamasının öngörülebilirliği ve belirliliği sağlaması gerektiğini belirtmiştir. Kanun kalitesinin değerlendirilmesinde belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri ön plana çıkmaktadır.
Anayasa Mahkemesi belirlilik ilkesinin kaynağını Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinde bulmaktadır. Belirlilik ilkesinin varlığı, kanunların anlamlandırılmasına objektiflik kazandıracak ve bireyleri kanunların keyfi değerlendirilmesinden koruyacaktır. Örneğin, Metin Bayyar ve Halkın Kurtuluşu Partisi kararında, kuruluş tarihinden itibaren üç yıl içinde il kongresini yapmayan başvurucuya, vali tarafından idari para cezası verilmesi bireysel başvuru konusu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi bu kararda belirlilikle ilgili şu değerlendirmeleri yapmıştır: dayanılması yeterli değildir. İlgili kanun maddesinin belirli olması ve bireyler tarafından öngörülebilir olması da gerekir … Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti”nin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir.” Sonrasında ise müdahaleye dayanak teşkil eden kanunun mülki amirlere siyasi parti sorumlularına yaptırım uygulama yetkisi vermediğini ifade ederek ihlal kararı vermiştir. Bu kararın ışığında bir kanunun belirlilik ilkesine uygun olması için sahip olması gereken nitelikler şu şekilde sayılabilir: Hem birey tarafından hem de idare tarafından bakıldığında kanun, içeriği hakkında şüpheye yol açmayacak kadar açık, net, anlaşılabilir ve uygulanabilir olmalı; kişi bu kanun maddesine bakarak, belli bir kesinlik içinde hangi eylem ve olguya nasıl bir yaptırım ya da sonucun bağlandığını; gerçekleştireceği bir eylemin hangi sonuçları doğuracağını kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır.
Anayasa Mahkemesi Bayram Yusuf Arslan kararında belirlilik ilkesi ile ilgili şunları ifade etmiştir: "Belirlilik” ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır. Kararda, kanunilik denetiminde kullanılan belirlilik ilkesi ile kastedilen şeyin salt yasaların belirlilik ilkesine uygunluğu değil, bütüncül bir hukuki belirlilik olduğu ifade edilmiştir. (Haşim ÖZPOLAT, Anayasa Mahkemesi'nin Bireysel Başvuru Kararlarında Maddi Anlamda Kanun Kriteri, TAAD, Ocak 2018 )..
Öngörülebilirlik hukuki güvenlik ilkesidir. "Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” Anayasa Mahkemesi, "hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir’’ diyerek, hukuki güvenlik ilkesinin belirlilik ilkesi ile birlikte yargıya duyulan itimadın temini için olmazsa olmaz ilkelerden biri olduğunu belirtmiştir. Somut olay özelinde ise durumu açıklamak gerekirse dava dışı bekçi … … 19/07/2020 tarihinde yaralanmış, 08/01/2021 tarihinde 2330 sayılı kanunun 3. maddesinden yaralanmak amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunmuş ve Emniyet Genel Müdürlüğü nakdi tazminat komisyonu 04/05/2023 tarihinde talebi karara bağlamıştır.
2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un 3. maddesi tazminata hak kazanan kişi için bir başvuru süresi öngörmemiştir. Yine aynı madde de başvuru üzerine tazminat komisyonunun karar alma süresini kısıtlamamış olup bunu komisyon takdirine bırakmıştır. Hem başvuru süresinin belirli bir süre ile kısıtlanmaması hem de tazminat komisyonu yönünden karar alınması için herhangi bir süre öngörmemesi davalı yönüyle belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Şöyle ki haksız bir eylem neticesinde memurun zarar görmesine sebebiyet veren kişi ne kadar tazminatın kendisine rücu edileceğini öngörememektedir. Tazminata hak kazanacak memur yıllar sonra başvurabilecek, komisyonda başvuru üzerine yıllar sonra karar verebilecektir. Bu durumda da haksız fiili gerçekleştiren kişi de yıllar boyu mal varlığının üzerinde ödeme baskısı altında kalacaktır. Yukarıda da belirtildiği üzere kanunlar belirli ve öngörülebilir olmalıdır ki başvuruya konu kanun maddesi hem başvuru süresini kısıtlamadığından hemde tazminat komisyonu karar verme süresi yönüyle kısıtlanmadığından bu ilkelere aykırılık teşkil etmekte olup Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 5., 17., 35., 36., 40. maddelerine aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği kanaatiyle 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddesi uyarınca Yüksek Mahkemenize başvurmak gerekmiştir.
KARAR: Yukarıda açıklanan gerekçelerle,
2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlaması Hakkındaki Kanunun 3. maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olduğu görüldüğünden Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 5., 17., 35., 36., 40. maddelerine aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği kanaatiyle 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddesi uyarınca ANAYASA MAHKEMESİ'NE BAŞVURULMASINA,
Gerekçeli başvuru kararının aslının, dava dilekçesinin ve dosyanın ilgili bölümlerinin dizi listesine bağlayarak ANAYASA MAHKEMESİ'NE GÖNDERİLMESİNE,
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 152/3 hükmü ve 6216 sayılı Kanunun 40/5 hükmü uyarınca başvurunun Anayasa Mahkemesi'ne gidişinden başlamak üzere beş ay süreyle Yüksek Mahkemenin vereceği KARARIN BEKLENİLMESİNE, belirtilen sürede kararın verilmemesi halinde yürürlükteki hükümlere göre davanın SONUÇLANDIRILMASINA,
Dair karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2025/4
Karar Sayısı : 2025/101
Karar Tarihi : 22/4/2025
R.G.Tarih-Sayı : 23/6/2025-32935
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un 3. maddesinin Anayasa’nın 5., 17., 35., 36. ve 40. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: 2330 sayılı Kanun hükümlerince ödenen nakdî tazminatın sorumlularından rücuen tahsili için açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu 3. maddesi şöyledir:
“Nakdi tazminat
Madde 3 – Bu kanun kapsamına girenlerden;
b) (Değişik: 1/4/1998 - 4356/1 md.) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre,
Nakdi tazminat ödenir.
c) (a) bendi esaslarına göre tespit edilen nakdi tazminatın kanuni mirasçılara intikalinde; ölenin eş ve füruu veya yalnızca füruu ile içtima eden ve ölüm tarihinde sağ olan ana ve babasının her birine ayrı ayrı olmak üzere % 15 tutarındaki kısmı verildikten sonra kalanı içtima eden diğer mirasçılara ödenir. Diğer hallerde miras hükümleri uygulanır. Ancak ana veya babaya verilen tazminat çocukların her birine ödenen tazminattan fazla olamaz.
d) (Ek: 7/6/1990 - 3658/2 md.) Kesin raporun alınmasının uzayacağının anlaşılması halinde tazminatın ödenme usüllerine göre, olay tarihi itibariyle, (b) bendine göre hesaplanacak miktarın asgari oranı üzerinden avans ödenir.
Olağanüstü halin devam ettiği süre içinde, bu maddede yer alan nakdi tazminat miktarlarının yarıya kadar indirilmesine veya nakdi tazminata ilişkin hükümlerin uygulanmamasına Cumhurbaşkanı yetkilidir.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükümleri
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun;
1. 73. maddesi şöyledir:
“II. Rücu isteminde
MADDE 73- Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar.”
2. 146. maddesi şöyledir:
“I. On yıllık zamanaşımı
MADDE 146- Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI’nın katılımlarıyla 16/1/2025 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Muhammed Nuri ÖZGÜR tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Uygulanacak Kural Sorunu
3. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
4. İtiraz yoluna başvuran Mahkemece 2330 sayılı Kanun’un nakdî tazminatı düzenleyen 3. maddesinin iptali talep edilmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde söz konusu Kanun kapsamına girenlerden ölenlerin kanuni mirasçılarına, yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteğiyle sürdürebilecek şekilde malul olanlara, engelli hâle gelenlere ve yaralananlara hangi oranda nakdî tazminat ödeneceği, (c) bendinde nakdî tazminatın kanuni mirasçılara intikali hâlinde ödeme usulü, (d) bendinde kesin raporun alınmasının uzayacağının anlaşılması hâlinde avans ödenmesine ilişkin hususlar düzenlenmiş, ikinci fıkrasında ise olağanüstü hâl durumunda nakdî tazminat miktarının indirilmesi ve nakdî tazminata ilişkin hükümlerin uygulanmaması konusunda Cumhurbaşkanının yetkili olduğu belirtilmiştir.
5. Bakılmakta olan davanın konusu kamu görevlisine 2330 sayılı Kanun uyarınca ödenen tazminatın idare tarafından ilgililerden rücuen tahsiline ilişkindir. Bu itibarla maddenin birinci fıkrasının (c) ve (d) bentleri ile ikinci fıkrasının bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu fıkra ve bentlere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
B. Genel Açıklama
6. Haksız fiillerden doğan zararların tazminine ilişkin usul ve esaslar 6098 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 49. maddesinde kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu hüküm altına alınmış, 51. ve devamı maddelerinde tazminatın belirlenmesine ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Buna göre haksız fiilden kaynaklanan ölüm veya bedensel zarar durumunda ölenin yakınları ve bedensel zarara uğrayan kişi, zararın tazmin edilmesini bu Kanun’un anılan hükümlerine göre haksız fiilde bulunan kişiden talep edebilecektir.
7. Rücu davası başkasına ait bir borcu yüklenerek yerine getiren kişinin malvarlığında oluşan kaybı zarara neden olan kişiden talep ettiği bir dava türüdür. Haksız fiil nedeniyle uğranılan zararı ödeyen kişi de ödediği bedelin haksız fiilde bulunan kişiden tahsil edilmesi için rücu davası açabilir. Bu bağlamda haksız fiil nedeniyle meydana gelen zararı karşılayan idarenin haksız fiilde bulunan kişiye karşı rücu davası açması mümkündür.
8. Zamanaşımı, kanunlarda belirtilen süre içinde hakkını talep etmeyen alacaklının dava açmak suretiyle alacağını elde etme imkânını kaybetmesidir. Zamanaşımı süresi geçtikten sonra borçlu, borcu ifa ederse bu geçerli bir ifa olmakla birlikte borçlunun bu borcu ifa etmeme imkânı da bulunmaktadır. Bir başka deyişle zamanaşımına uğramış bir borcun ifası alacaklı için sebepsiz zenginleşme teşkil etmeyeceği gibi bir bağışlama olarak da kabul edilmez ve zamanaşımına uğramış bir borcu ifa eden borçlu alacaklıya istirdat davası açamaz (AYM, E.2020/90, K.2023/88, 4/5/2023, §§ 11, 12).
9. Kanun’un 73. maddesinde rücu isteminin tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca 146. maddede kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacağın on yıllık zamanaşımına tabi olduğu belirtilmiş olup bu süre genel zamanaşımı süresi olarak kabul edilmektedir.
C. Anlam ve Kapsam
10. 2330 sayılı Kanun’da; bu Kanun kapsamında belli faaliyetlerde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhâl veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ya da hastalık sonucu ölmeleri veya engelli duruma gelmeleri hâlinde ödenecek nakdî tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve sayılan nedenlerle yaralanmaları durumunda ödenecek nakdî tazminatın esas ve yöntemleri düzenlenmiştir.
11. Anılan Kanun’un 2. maddesinde Kanun kapsamına giren kamu görevlileri ve diğer kişiler belirlenmiş, 3. maddesinde ise bu kapsama girenlere ödenecek nakdî tazminata ilişkin usul ve esaslar belirtilmiştir.
12. Kanun’un 3. maddesinde nakdî tazminatın hesaplanma usulü düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının itiraz konusu (a) bendinde Kanun kapsamına girenlerden; ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek devlet memuru brüt aylığının (ek gösterge dahil) 100 katı tutarında, (b) bendinde ise yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malul olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre nakdî tazminat ödeneceği belirtilmiş, söz konusu bentleri bağlayan hükümde ise bu nakdî tazminatın tespitine esas tutulacak aylığın tazminat verilmesine dair karar tarihindeki en yüksek devlet memuru aylığının (ek gösterge dâhil) brüt tutarı olduğu belirtilmiştir.
13. Bu kapsamda Kanun’la, başvuruları aranmaksızın, idare tarafından resen harekete geçilerek Kanun kapsamındaki kişilere itiraz konusu kural uyarınca belirtilen tutarda nakdî tazminat ödenmesinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Ç. İtirazın Gerekçesi
14. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralda nakdî tazminatın hesaplanmasında esas alınacak tarihin belirlenmesine rağmen tazminata karar verecek olan komisyona başvuru ve komisyonun karar verme süresine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, tazminat miktarı karar tarihine göre değişkenlik göstereceğinden başvuru ve karar süresine ilişkin belirsizliğin nakdî tazminatın rücu edileceği üçüncü kişilerin sorumlu olacağı miktarı öngörememelerine neden olduğu, kuralın bu yönüyle belirli ve öngörülebilir olmadığı belirtilerek Anayasa’nın 5., 17., 35., 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
D. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. Anayasa’nın 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır.
16. Anayasa’nın 5. maddesi insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Anayasa’nın 17. maddesinde temel haklar olarak güvence altına alınmış olan yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa’nın 5. ve 17. maddeleri uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler bazı durumlarda söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (benzer yönde bkz. AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13).
17. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü, kişinin yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığına yönelen müdahaleleri önlemek, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da bu müdahalelerden doğan zararı tespit ve tazmin edecek etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların kişilerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (AYM, E.2021/82, K.2022/167, 29/12/2022, § 49).
18. Ölüm veya cismani zarara uğrayan kişi bu ve benzeri zararlarının giderilmesini zarara neden olan gerçek veya tüzel kişiden talep edebilir. Ancak kanun koyucu kamusal nitelikteki bazı hizmetlerin ifasındaki tehlike nedeniyle bu hizmetlerde ölenlerin yakınlarının veya yaralananların zararının devlet tarafından karşılanmasına ilişkin düzenlemeler yapabilir. Nitekim bazı görevlerin yerine getirilmesindeki tehlike gözetilerek 2330 sayılı Kanun kabul edilmiş ve itiraz konusu kural kapsamında tazminatın hesaplanmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
19. Haksız fiilden kaynaklanan bedensel zararın tazminine ilişkin sistemin belirlenmesi kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olup bu konuda anayasal sınırlar içinde tazmin mekanizmasının düzenlenmesi mümkündür. Kuralın da yer aldığı söz konusu Kanun, belli kamusal nitelikteki görevleri üstlenen kişilerin görevleri nedeniyle uğradıkları bedensel zararın hızlı ve etkin biçimde tazmin edilmesini amaçlamaktadır.
20. Zarara uğrayan kişilere başvuru şartı aranmaksızın Kanun kapsamında nakdî tazminatın ödenmesi öngörülmüştür. Ancak idarenin resen harekete geçmemesi durumunda nakdî tazminat talep eden kişinin tazminatın ödenmesi için idareye başvurması, idarenin bu talebi reddetmesi veya talebe cevap vermemesi hâlinde de 2577 sayılı Kanun hükümlerine göre süresi içinde dava açması mümkündür.
21. Kuralda nakdî tazminatın hesaplanmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiş, nakdî tazminatın tespitine esas tutulacak aylığın tazminat verilmesine dair karar tarihindeki ek gösterge dâhil en yüksek devlet memuru aylığının brüt tutarı olduğu belirlenmek suretiyle nakdî tazminat komisyonuna başvurunun gecikmesi veya komisyonun karar alma sürecinin uzaması hâlinde paranın satın alma gücünde değer kaybına uğraması önlenerek kişinin zararının etkin şekilde tazmin edilmesi amaçlanmıştır. Kaldı ki Kanun kapsamında karşılanmadığı düşünülen zararların doğrudan haksız fiilde bulunan kişilerden tazmin edilmesine de herhangi bir engel bulunmamaktadır.
22. Bu itibarla kamusal nitelikte belli hizmetleri yerine getiren kişilerin zararlarının etkin şekilde tazmin edilmesine ilişkin düzenlemeler içeren kuralın Anayasa’nın 5. ve 17. maddelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
23. Öte yandan nakdî tazminatın ödenmesine eylemleriyle neden olan kişilere rücu edilmesine ilişkin bir düzenlemeye 2330 sayılı Kanun’da yer verilmemiştir. Bununla birlikte idarenin ödediği tazminatı, tazminat ödenmesine eylemleriyle neden olan kişilere genel hükümlere göre rücu etmesi mümkündür. Başvuru kararında kuralda tazminatın hangi tarihte ödeneceğine ilişkin olarak bir süre sınırı bulunmaması nedeniyle kuralın rücu davasına muhatap olan üçüncü kişilerin sürekli olarak dava tehdidi altında bırakılmalarına sebebiyet verdiği ileri sürüldüğünden kuralın rücuen tazminat davaları yönüyle de incelenmesi gerekir.
24. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu hakka müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır.
25. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası uyuşmazlıklar ile ilgili olsun ya da olmasın- alacakların tahsilinin düzenlenmesi ve kişilerin alacaklarına kavuşması bakımından etkili bir sistem kurma sorumluluğu bulunmaktadır. Devlet, kişilerin mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanabilmeleri ve etkili bir şekilde mülkiyet hakkının korunması amacıyla yasal, idari, mali, yargısal ve diğer önlemleri almak zorundadır. Buna göre bir yandan alacaklının mülkiyet hakkı kapsamında bulunan alacağına kavuşması için etkin bir dava ve icra yolunun oluşturulması, öte yandan da dava ve icradan etkilenen borçlu ve ilgili diğer kişilere, mülkiyet haklarına yapılan müdahalelerin keyfî veya hukuka aykırı olduğunu ileri sürebilmeleri için etkin biçimde itiraz edebilme imkânının tanınması gerekmektedir (AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 15; Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti., [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 72; Nihal Soydan [2. B.], B. No: 2015/3112, 23/1/2019, § 35).
26. Alacağın süresinde ödenmemesi nedeniyle açılan dava veya başlatılan icra takiplerinde alacaklı ve borçlunun mülkiyet hakları çatışmaktadır. Bu nedenle dava ve icra takip süreçlerinin alacaklı ve borçlu tarafın menfaatlerini dengeleyecek yolları öngörmesi gerekmektedir. Bununla birlikte kanun koyucunun öngördüğü düzenlemelerin menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlüğe neden olması mülkiyet hakkı yönünden pozitif yükümlülüklerle de bağdaşmayabilir. Bu bağlamda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde ise taraflara tanınan tüm imkânların gözönünde bulundurulması zorunludur (AYM, E.2020/90, K.2023/88, 4/5/2023, § 26).
27. Uzun yıllar öncesine dayanan bir borcun ödendiğinin ya da sona erdiğinin ispat edilmesi, ödeme ya da borcun sona ermesine ilişkin hukuki işlemlere ait belgelerin saklanması ve eski olguların mahkemelerce değerlendirilmesindeki güçlükler gözetilerek alacak hakkının talep edilmesi belirli sürelerle sınırlanabilir. Mevzuatta öngörülen benzer itiraz ve dava açma süreleri aynı zamanda hukuk devletinin gereklerinden olan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleriyle doğrudan ilgili olup düzenlemelerle anılan ilkelerin gerçekleşmesi sağlanmaktadır. Zamanaşımı, alacaklıyı hakkını aramak konusunda hareketsiz kalması nedeniyle alacağının tahsili için gerekli hukuki himayeden mahrum bırakmaktadır. Bu şekilde borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek uyuşmazlıklara karşı korunması ve sürekli dava ve icra tehdidi altında kalmasının önlenmesi amaçlanmaktadır (AYM, E.2020/90, K.2023/88, 4/5/2023, §§ 27, 28).
28. 6098 sayılı Kanun’un 146. maddesine göre kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. 2330 sayılı Kanun’da nakdî tazminata hak kazanan kişinin ne kadar sürede idareye başvurabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmamakla birlikte genel zamanaşımı süresinin bu alacak bakımından da geçerli olduğu açıktır. Nitekim Danıştay içtihadında da nakdî tazminat talebiyle yapılacak başvurunun 6098 sayılı Kanun’da yer alan on yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde yapılması gerektiği kabul edilmektedir (diğerleri arasından bkz. Danıştay 12. Dairesi, E.2019/7790, K.2021/4075, 17/6/2021; E.2019/7714, K.2020/944, 5/2/2020; Danıştay 11. Dairesi, E.2016/435, K.2018/971, 20/2/2018; Danıştay 15. Dairesi, E.2013/2340, K.2015/1242, 3/3/2015).
29. Anılan Kanun’un 73. maddesine göre rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Kişinin yerine getirdiği görev nedeniyle ölüm veya bedensel zararın idarece doğrudan giderilmesini amaçlayan 2330 sayılı Kanun gereğince ödemeyi yapan idarenin bu tazminatın ödenmesine neden olan kişiye karşı açacağı rücu davasında da anılan zamanaşımı süresinin uygulanacağı açıktır. Bu itibarla kuralın zarara neden olan kişilere karşı rücu talebinin ileri sürülebileceği süre yönünden hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
30. Diğer yandan haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında zarar her bir olayın somut özelliklerine göre tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde belirlenmekte olup haksız fiili nedeniyle tazminat ödenmesine neden olan kişinin sorumluluğu ve bu kişiye rücu edilecek bedel kişinin neden olduğu zararla sınırlıdır. Dolayısıyla rücu edilecek kişinin haksız eylemi nedeniyle sorumlu olduğu miktarı öngöremeyeceği de söylenemez.
31. Bu itibarla haksız fiiliyle tazminat ödenmesine neden olan kişiye yöneltilebilecek rücu davası bakımından, zarara uğrayan kişinin on yıllık genel zamanaşımı süresi içinde idareye başvurması gerektiği, idarenin tazminatın ödenmesine neden olan kişiye sorumlu olduğu miktarda rücu edebileceği ve bu alacak bakımından da 6098 sayılı Kanun’un 73. maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin geçerli olduğu gözetildiğinde kuralın rücu davasına muhatap olan kişileri belirsiz bir süre ödeme baskısı altında bıraktığı söylenemeyeceği, bu yönüyle kişilere ölçüsüz bir külfet yüklemediği sonucuna varılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 5., 17. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 5., 17. ve 35. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 36. ve 40. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un 3. maddesinin;
A. Birinci fıkrasının;
1. (c) bendi ile anılan fıkraya 7/6/1990 tarihli ve 3658 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle eklenen (d) bendinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu bentlere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
2. Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
B. İkinci fıkrasının itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu fıkraya ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
22/4/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI