ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/78
Karar Sayısı : 2024/164
Karar Tarihi : 24/9/2024
R.G.Tarih-Sayı : 21/11/2024-32729
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 12/1/2011
tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkralarının Anayasa’nın 36. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine
karar verilmesi talebidir.
OLAY: Özel hukuk
tüzel kişisi tarafından açılan tam yargı davasında itiraz konusu kuralların
Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı 334.
maddesi şöyledir:
“Adli yardımdan yararlanacak kişiler
MADDE 334- (1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli
ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini
kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve
savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde,
taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan
yararlanabilirler.
(2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve
savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli
giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli
yardımdan yararlanabilirler.
(3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca
karşılıklılık şartına bağlıdır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri
uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan
YAŞAR, Muhterem İNCE ve Yılmaz AKÇİL’in katılımlarıyla 4/4/2024 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın
152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta
olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması
durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine
başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir
davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması
gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde
ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da
olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 6100
sayılı Kanun’un 334. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptallerini
talep etmiştir. Anılan Kanun’un 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında gerçek
kişilerin adli yardımdan yararlanmasına ilişkin şartlar düzenlenmiş, (2)
numaralı fıkrasında ise adli yardımdan yararlanacak tüzel kişilerin kapsamı
belirlenmiştir. Bakılmakta olan davanın özel hukuk tüzel kişisi olan ticaret
şirketi tarafından açılması nedeniyle 6100
sayılı Kanun’un 334. maddesinin gerçek kişilerin adli yardımdan yararlanmasını
düzenleyen itiraz konusu (1) numaralı fıkrasının bakılmakta olan davada
uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
4. Açıklanan nedenlerle 12/1/2011
tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 334. maddesinin;
A. (1) numaralı
fıkrasının itiraz başvurusunda bulunan
Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu fıkraya
ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine,
B. (2) numaralı
fıkrasının esasının incelenmesine,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
5. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Sümeyye KOCAMAN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri
ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
6. Adli yardım, Anayasa’da düzenlenen
hak arama özgürlüğünün kullanılabilmesi ve adil yargılama hakkının
unsurlarından olan, taraflar arasında silahların eşitliği ilkesinin hayata
geçirilebilmesi için gerekli yargılama giderlerini hiç veya sıkıntıya
düşmeksizin ödeyemeyecek durumda bulunan kişilere yapılacak tüm yargılama ve
takip giderlerinden geçici olarak muafiyet sağlayan hukuki bir kurumdur. Adli
yardım, hak arama özgürlüğünün bir gereği olarak ekonomik gücü yetersiz olan
kişilerin iddia ve savunmada bulunma imkânından mahrum kalmamaları için
getirilmiştir. Buna göre hak arama özgürlüğünün kullanılmasındaki ekonomik ve
sosyal engellerin ortadan kaldırılması adına kişilerin yargılama giderinden
belli koşullarda istisna tutulmaları sağlanmıştır.
7. İtiraz konusu kural, kamuya yararlı dernek ve
vakıfların iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma
düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları
takdirde adli yardımdan yararlanabileceklerini düzenlemektedir.
8. Bu itibarla 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinde düzenlenen
adli yardım kurumundan ilke olarak gerçek kişiler yararlanabilecek, tüzel
kişilerden ise yalnızca kamuya yararlı dernek ve vakıflar adli yardım talebinde
bulunabilecektir. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde bu hususa açıkça vurgu
yapılmıştır. Dolayısıyla kanun koyucunun kamuya yararlı dernek ve vakıflar
dışındaki özel hukuk tüzel kişilerini adli yardımın kapsamı dışında bırakmak
suretiyle bu konuda kategorik bir yasak getirdiği anlaşılmaktadır.
B. İtirazın Gerekçesi
9. Başvuru kararında özetle; itiraz
konusu kural kapsamında özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardımdan yararlanamamalarının
meşru bir amacının bulunmadığı, kuraldan kaynaklanan bu sınırlamanın kişilerin mahkemeye
erişimini aşırı derecede zorlaştırdığı hatta imkânsız hâle getirdiği, dolayısıyla
kuralla adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir
sınırlama getirildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 36. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
C.
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1. Fıkrada Yer
Alan “Kamuya yararlı dernek ve vakıflar…”
İbaresinin İncelenmesi
10. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
11. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2021/9, K.2022/4, 26/1/2022, §
28).
12. Adil yargılanma hakkının temel
unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir
uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne
götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara
karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya
işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını
giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava
hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20, K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
13. İtiraz konusu kural, gerçek kişiler
için öngörülen adli yardım kurumundan tüzel kişilerden yalnızca kamuya yararlı
dernek ve vakıfların yararlanmalarına imkân
tanımak suretiyle bunlar dışında kalan özel hukuk tüzel kişilerini kapsam
dışında bırakmaktadır. Dolayısıyla kural kapsamında kamuya yararlı vakıf ve
dernek dışındaki tüzel kişilerden mali imkânları yetersiz olanların iddia ve
savunmada ya da icra takibinde bulunmalarını veya geçici hukuki korunma talep
etmelerini kolaylaştıran adli yardım imkânından mahrum edilmeleri suretiyle bu
tüzel kişiler yönünden mahkemeye erişim hakkına
sınırlama getirilmektedir.
14. Anayasa’nın
13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamanın kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama
sebebine ve ölçülülük ilkesine uygun olması
gerekir.
15. Buna göre mahkemeye erişim hakkına yönelik
sınırlamalarda dikkate alınacak öncelikli ölçüt, sınırlamanın kanunla
yapılmasıdır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında sıkça vurgulandığı gibi
temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal
kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
16. Esasen
temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir
ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki
güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, kişilerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§
153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak
belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti
ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
17. Kuralda adli yardımdan yaralanacak
özel hukuk tüzel kişilerinin kapsamının açık ve net olarak belirlendiği gözetildiğinde
kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamada kanunilik şartının
sağlandığı anlaşılmaktadır.
18. Anayasa’nın 36. maddesinde adil
yargılanma hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla
birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da o hakkın doğasından
kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca Anayasa’nın
başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler,
özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir
(AYM, E.2023/79, K.2024/80, 14/3/2024, § 16). Ayrıca adil yargılanma hakkı,
niteliği gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu
hakkın Anayasa’da zikredilmiş olması kendi başına bir anlam ifade etmemekte,
bireylerin bu haktan yararlanabilmesi için devletin en azından yargı
teşkilatını kurması ve yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin
düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda belli ölçüde takdir yetkisine sahip
olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik
sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar listesi
bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa
Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No:
2016/14586, 10/11/2022, § 74).
19. Yargı ve icra takip harçları, yargı
ve icra faaliyetinden yararlanılması karşılığında ödenen katkı payını ifade
etmektedir. Söz konusu harçları ödeme yükümlülüğünün getirilmesiyle bölünebilen
bir kamu hizmeti olan yargı ve icra hizmetlerinden yararlananların bunların maliyetinin
bir kısmına katlanması hedeflenmektedir. Öte
yandan tarafların harç dışındaki diğer yargılama ve takip giderlerini avans ya
da peşin olarak ödemekle yükümlü kılınmalarının amacı ise yargılama ve icra
faaliyetleri sırasında yapılması zorunlu giderlerin karşılanmasıdır. Bu
giderlerin söz konusu hizmetleri talep eden kişi tarafından karşılanması işin
doğası gereğidir.
20. Yargılama ve takip masraflarının abartılı, zorlama veya
ciddiyetten yoksun taleplerin disipline edilmesi ve gereksiz başvuruların önüne
geçilerek mahkemeler ve icra dairelerinin meşgul edilmesinin önlenmesi amacına
hizmet ettiği açıktır. Bu itibarla yargı ve icra hizmetlerinden yararlanan
kişilere harç ve diğer yargılama giderlerini ödeme yükümlülüğü getirilmesinin meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.
21. Genel olarak yargılama ve takip masraflarına ilişkin
düzenlemelerde anılan meşru amacın yanında kuralla özel hukuk tüzel kişileri açısından
getirilen kategorik yasağın meşru amacının bulunup bulunmadığının ayrıca
değerlendirilmesi gerekir. Çünkü yargılama ve takip masraflarını karşılama
gücüne sahip kişiler yönünden söz konusu meşru amacın geçerli olduğu
söylenebilirse de adli yardıma ihtiyacı olduğunu iddia eden kişiler yönünden
farklı bir değerlendirme yapılması söz konusu olabilir. Bununla birlikte
kuralda öngörülen kategorik yasağın aynı zamanda kuralın ölçülülüğü bağlamında
ele alınması gereken yönleri de bulunmaktadır. Zira belirtilen istisnalar
dışında özel hukuk tüzel kişilerine adli yardım konusunda getirilen kategorik
yasağın gerekçesinin aynı zamanda kuralın ölçülü olup olmadığının
değerlendirilmesinde de dikkate alınması gereken bir olgu olduğu açıktır.
Dolayısıyla kuralda öngörülen kategorik yaklaşımın meşru amacının bulunup
bulunmadığının ölçülülük incelemesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir.
22. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi ise
elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın meşru amacı gerçekleştirmeye
elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir sınırlama aracı ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen
amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
23. Genel olarak gereksiz başvuruların önlenmesi
suretiyle dava sayısının azaltılması ve mahkemelerin ve icra dairelerinin
gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede bitirilebilmesi
amacıyla belirli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler
dava açmayı ya da mahkeme hükmünün icrasını imkânsız kılmadıkça ya da aşırı
derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan
Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).
24. Kuşkusuz kanun
koyucunun adli yardım talebinden kimin yararlanacağını ve buna ilişkin şartları
belirlemede belirli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak kanun koyucunun
bu takdir yetkisini anayasal ilkelere bağlı kalarak kullanması gerekir. Harç,
yargılama ve takip gideri olarak öngörülen mali yükümlülüklerle mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın ölçülü olabilmesi, ekonomik durumu bu
yükümlülüğü karşılamaya elverişli olmayan kişilere belirli şartlar altında
muafiyet tanınmasıyla mümkün olabilir. Nitekim kanun koyucu adli yardım
kurumuyla ödeme gücü olmayan gerçek kişiler için söz konusu mali yükümlülüğe
istisna getirmiştir. Ancak kuralla kamuya yararlı dernek ve vakıflar dışındaki
özel hukuk tüzel kişileri açısından ekonomik durumuna bakılmaksızın öngörülen
kategorik yasağın objektif ve makul gerekçelerle ortaya konulması gerekir. Söz
konusu gereklilik bu kişiler açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesinde ve
sınırlamanın ölçülülüğünün belirlenmesinde zorunlu bir unsurdur (Kemtaş
Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2020/22192, 17/5/2023, §
70).
25. Anayasa Mahkemesi özel hukuk tüzel kişisi
olan bir sermaye şirketinin idareye karşı açtığı tazminat davasında adli yardım
talebinin reddedilmesi üzerine yaptığı bireysel başvuruyu mahkemeye erişim
hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi anılan kararda öncelikle adli yardım talebinin kabul edilmesi için
gerekli olan yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme
gücünden yoksun olma ölçütünün sadece gerçek kişiler için geçerli bir kavram
olmadığını, borca batık durumda olan yani aktifleri borçlarını karşılayamayan
özel hukuk tüzel kişilerinin de bu kapsamda değerlendirilebileceğini, ödeme
gücünden yoksunluğun ise finansal tablolardan, denetime tabi tüzel kişiler için
denetim raporlarından, erken teşhis komitesinin raporlarından, yönetim
organının tespitlerinden objektif olarak belirlenebileceğini ifade etmiştir (Kemtaş
Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., § 71).
26. Anılan kararda, hak ve fiil ehliyetine sahip olan
tüzel kişilere hukuk düzeni tarafından borç ve yükümlülük öngörüldüğü, bunlara
aktif ve pasif dava ehliyetine sahip olarak iddialarını yargısal merciler
önünde dile getirme imkânının tanındığı, dolayısıyla yüksek miktardaki
yargılama giderlerini ödemekten aciz olan özel hukuk tüzel kişileri açısından
bu durumun dava açmayı zorlaştırabileceği hatta imkânsız hâle getirebileceği, ödeme
gücünden yoksun bu kişiler açısından mevzuatta adli yardım kurumu dışında dava
açmalarını kolaylaştırabilecek herhangi bir düzenlemenin ya da yargısal
uygulamanın bulunmadığı belirtilmiştir (Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve
Ticaret A.Ş., § 72).
27. Anayasa Mahkemesi söz konusu kararda hukuk düzenine
göre gerçek kişiler gibi hak ve borçlara ehil olan özel hukuk tüzel kişilerinin
-yargılama masraflarını ödeme gücü olmayanların- durumlarının dikkate alınarak
söz konusu masraflardan muaf tutulmalarının nimet-külfet dengesinin sağlanması
açısından zorunlu olduğunu, dolayısıyla kanundan kaynaklanan kategorik yasağın meşru
bir amacının bulunmadığı gibi başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna ulaşmıştır (Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi
ve Ticaret A.Ş., §§ 73, 74).
28. Bu itibarla kural kapsamında kamuya yararlı dernek ve
vakıflar dışındaki özel hukuk tüzel kişilerinin Kanun’da öngörülen şartlar
oluştuğu hâlde yalnızca tüzel kişi olmaları nedeniyle adli yardım kurumundan yararlandırılmamalarının
meşru amacı bulunmadığı gibi kuralla mahkemeye erişim hakkına getirilen
sınırlamanın ölçülü olduğu da söylenemez.
29. Açıklanan nedenle
kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Muhterem İNCE, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI bu görüşe
katılmamışlardır.
2. Kuralın
Kalan Kısmının İncelenmesi
30. 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “Kamuya
yararlı dernek ve vakıflar…” ibaresinin iptali nedeniyle anılan fıkranın kalan
kısmının uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu kısım 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu
kısım yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
31. 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya
tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince
iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
32. 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “Kamuya
yararlı dernek ve vakıflar…” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan
anılan fıkranın kalan kısmının 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası gereğince iptali gerekir.
V. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
33. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmak suretiyle Anayasa Mahkemesinin
gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının
yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği
belirtilmektedir.
34. 6100 sayılı Kanun’un 334. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek
nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe
girmesi uygun görülmüştür.
VI. HÜKÜM
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 334. maddesinin;
A. (2) numaralı fıkrasında yer alan “Kamuya yararlı
dernek ve vakıflar,…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Muhterem İNCE, Ömer ÇINAR ile Metin KIRATLI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası
ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince
KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE
GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. (2) numaralı
fıkrasının kalan kısmının 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası gereğince İPTALİNE, iptal hükmünün Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK
DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
24/9/2024 tarihinde
karar verildi.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
|
|
|
|
KARŞI OY
Anayasa Mahkemesi çoğunluğu tarafından HMK’nın 334.
Maddesinin ikinci fıkrasında kamuya yararlı dernek ve vakıflar dışında diğer
özel hukuk tüzel kişilerinin Kanunda öngörülen koşulları sağladığı halde adli
yardımdan yararlanamamasının meşru bir amacı olmadığı ve mahkemeye erişim
hakkına getirilen sınırlamanın ölçülü olmadığı gerekçesi ile söz konusu
fıkranın Anayasanın 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
kabul edilmiştir. Aşağıdaki gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Şöyle
ki;
Adlî yardım, yargılama giderlerini kısmen veya tamamen
ödeyemeyecek durumda olan kişinin, bu giderlerden geçici olarak muaf
tutulmasını sağlayan bir kurumdur. Adli yardım, Hukuk Muhakemeleri Kanunu
(HMK)’nun 334. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin ilk fıkrasında, kendisinin
ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama
veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan
kimselerin, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra
takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli
yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Maddede yer alan
“kendisinin ve ailesinin” ifadelerinden, bu fıkra hükmüne göre adli yardımdan
sadece gerçek kişilerin yararlanabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Söz konusu
maddenin 2. fıkrasında kamuya yararlı dernekler ile vakıfların iddia ve
savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli
giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan
yararlanabilecekleri öngörülmüştür. HMK’nın 334.maddesi bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, söz konusu düzenlemedeki koşulları sağlaması halinde adli
yardımdan yararlanabilecekler, sadece gerçek kişiler, kamuya yararlı dernekler
ve vakıflar olmaktadır. Kamuya yararlı olmayan dernekler veya vakıflar ile
tüzel kişiliği haiz ticari şirketler ve diğer özel hukuk tüzel kişileri adli
yardım talebinde bulunamazlar.
Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 125/1’de ticaret
şirketlerinin tüzel kişiliği haiz olduğu ve kanundaki istisnalar saklı olmak
üzere, TMK’nın 48. maddesi çerçevesinde tüm haklardan yararlanabileceği ve
borçları üstlenebileceği düzenlenmiştir. Ticaret şirketlerinin adli yardım
talebinde bulunup bulunamayacakları belirlenirken HMK’nın 334. maddesi ile
TTK’nın 16. maddelerinin birlikte göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.
TTK m. 16/1’e göre, ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir
işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel
hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet,
il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından
kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılırlar. Aynı maddenin 2. fıkrasında
ise Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri ile
kamu yararına çalışan dernekler ve gelirinin yarısından fazlasını kamu görevi
niteliğindeki işlere harcayan vakıfların, bir ticari işletmeyi, ister doğrudan
doğruya ister kamu hukuku hükümlerine göre yönetilen ve işletilen bir tüzel
kişi eliyle işletsinler, kendilerinin tacir sayılmayacakları ifade edilmiştir.
Bu açıdan bakıldığında ticaret şirketlerinin adli yardım talebinde bulunup
bulunamayacakları belirlenirken, kamu yararına çalışan dernekler ile gelirinin
yarısından fazlasını kamu görevi niteliğindeki işlere harcayan vakıflar ile bu
niteliği haiz olmayan dernekler ve vakıflar arasında bir ayrım yapılması
zorunludur. Öyle ki, kamu yararını haiz dernek ve vakıfların ticari
işletmelerini bir ticaret şirketi (tüzel kişi) eliyle işletmeleri halinde
bunlar tacir sayılamayacağından, kamu yararına çalışan dernekler ve vakıfların
adli yardım talebinde bulunabilmeleri mümkün iken kamu yararı niteliğini haiz
olmayan dernekler ile vakıfların adli yardım talebinde bulunmaları söz konusu
olamayacaktır. Kamu yararını haiz olmayan dernekler veya vakıfların adli yardım
talebinde bulunması mümkün değilken, amacın kamusal menfaatlerin korunması
yerine ekonomik olduğu nazara alındığında ticaret şirketlerinin adli yardım
talebinde bulunmaları da evleviyetle mümkün değildir.
Türk Ticaret Kanunu uyarınca tacirlerin, tacir olmaya
bağlanan haklardan örneğin, kararlaştırılmamış olsa bile ücret ve faiz
isteyebilme, ticari iş karinesinden faydalanma, satış ve mal değişimlerinde
özel hükümlere tabi olma vb. yararlanabildikleri gibi tacir olmaktan
kaynaklanan yükümlülüklere de katlanmaları gerekir. Bu yükümlülüklere örnek
olarak, kural olarak ücret veya sözleşme cezasının indirilmesini talep edememe,
iflasa tabi olma, basiretli bir iş adamı gibi hareket etme, defter tutma vb.
sayılabilir. Görüldüğü üzere tacir olmaya bağlanan hakların yanı sıra salt bu
sıfatı haiz olmaya bağlanan bazı yükümlülükler bulunması işin doğası ve kanun
gereğidir. Bu açıdan bakıldığında tüzel kişi tacir, bu sıfatı haiz olmayanlardan
farklı olarak ücret veya sözleşme cezasının indirilmesini talep edemediği gibi
adli yardım talebinde de bulunamaz. Kaldı ki, tacir olmaya bağlanan hak ve
yükümlülüklerin tamamı TTK’da düzenlenmemiş, diğer bazı kanunlarda da tacir
olmaya bağlı hak ve yükümlülüklere yer verilmiştir. Örneğin, tacirlerin yetki
sözleşmesi yapabilecek olmasına ilişkin HMK’nın 17. maddesi diğer kanunlarda
düzenlenen ve tacir olmaya bağlanan bir haktır. Bu nedenle, tacir sıfatını haiz
ticari şirketler için, HMK’nın 334. maddesinde adli yardım talebinin
düzenlenmemiş olması, Anayasa’ya aykırılık oluşturmamaktadır.
Türk Ticaret Kanunu’na göre, bir ticari işletmeyi kısmen
de olsa kendi adına işleten kişi tacir sayılır. Ticari işletmeden de söz
edilebilmesi için faaliyetlerin bağımsız ve sürekli bir şekilde
gerçekleştirilmesi, esnaf faaliyeti için öngörülen düzeyi aşan miktarda gelir
sağlamayı hedef tutacak nitelikte olması gerekir. Buna göre, kanun koyucunun
bir ticari işletmenin işletilmesiyle tacir sıfatını kazanacak tüzel kişi
tacirin (ticaret şirketlerinin) adli yardım talebinde bulunamayacak olması
varsayımından hareket ettiği kabul edilmelidir. Kanun koyucunun bu varsayımının
temelinde ticaret şirketlerinin kamusal bir amaçtan ziyade ekonomik bir amaçla
hareket etmeleri yatmaktadır. Nitekim kollektif şirketler bakımından, TTK m.
211/1, komandit şirketler için TTK m. 304/1, anonim şirketler için TTK m. 331
ve Limited şirketler için TTK m.573/3’de şirketlerin amaçlarının ekonomik
olduğu açıkça hükme bağlanmıştır. O halde amacın kamusal menfaatlerin korunması
yerine ekonomik olduğu ticaret şirketlerinde ticaret şirketlerinin adli yardım
talebinde bulunmasında ve bunların yargılama giderlerinin kamunun üzerinde
bırakılmasında kamunun menfaatini koruyan meşru bir amaç bulunmamaktadır.
Kamuya yararlı dernek ve vakıfların hem ticari işletmeyi
bir ticaret şirketi eliyle işlettikleri takdirde dahi tacir sıfatını haiz
olmamaları hem de HMK 334/2’de sadece bu türden dernekler ile vakıfların adli
yardım talep edebileceklerinin öngörülmüş olması karşısında kamuya yararlı
dernek veya vakıflar dışındaki diğer özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardım
talep edebilmeleri mümkün değildir. TTK m. 16/2 göz önünde bulundurulduğunda
tacir sıfatı kamuya yararlı dernekler ve vakıflara ait olmayıp, bunların
faaliyetlerini bir ticaret şirketi eliyle gerçekleştirmesi halinde bu ticaret
şirketlerine ait olacaktır. Dolayısıyla böyle bir durumda kamuya yararlı dernek
veya vakıflar adli yardım talep edebilecek iken, işlettikleri ticaret
şirketlerinin adli yardım talebinde bulunabilmeleri mümkün olmayacaktır.
Dernek ve vakıfların kamu yararı niteliğini haiz
olabilmeleri için belirli koşullar bulunmaktadır. Buna göre, mevzuatta aranan
diğer koşullar yanında, derneklerin kamu yararını haiz olmak için, sahip olduğu
mal varlığının ve yıllık gelirinin tüzüğünde belirtilen amacı gerçekleştirecek
düzeyde olması, amacı ve gerçekleştirdiği faaliyetlerin, üyelerinin dışında
yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik
çözümler üretecek ve toplumsal gelişmeye katkı sağlayacak nitelikte olması, yıl
içinde elde ettiği gelirin en az yarısının bu amaçla harcanması zorunludur.
Vakıflarda kamu yararının kazanılması için, diğer koşullar yanında, vakıfların
sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme, kültür ve
çevre koruma ile ağaçlandırma konularında faaliyette bulunmayı amaç edinmesi ve
bu faaliyetlerinin kamuya açık ve Devletin kamu hizmeti yükünü azaltıcı etki
yapacak düzeyde olması, belli bir yöre veya belli bir kitleye hizmeti amaç
edinmemesi gerekmektedir. Buna göre, kanun koyucu, ticari şirketlerden farklı
olarak ekonomik (kâr) amacı gütmeyen kamu yararını haiz dernek ve vakıfların,
gelirlerini toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik harcadığını da göz önünde
tutarak, onlara sağladığı vergisel ve sair avantajların yanında HMK’nın 334.
maddesinde belirli koşullar altında adli yardımdan yararlanma imkânı da
tanımıştır. Kamuya yararlı dernek ve vakıfların amaç ve faaliyetleri nazara
alındığında, hak arama özgürlüklerinin tesis edilebilmesi/korunabilmesi için
kendilerine adli yardım sağlanmasında meşru bir amaç ve kamusal bir menfaat
bulunmaktadır.
Avrupa ülkelerine bakıldığında, tüzel kişilerin adlî
yardımdan yararlanıp yararlanamayacağı hususunda farklı yaklaşımların bulunduğu
görülmektedir. Örneğin;, Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, İngiltere,
Galler, İrlanda, İtalya, Letonya, Lüksemburg, Malta, Moldova, Romanya ve
Sırbistan gibi ülkelerde tüzel kişiler adlî yardımdan yararlanamaz. Fransa,
Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerde ise kâr amacı gütmeyen tüzel
kişilerin adlî yardım hakkından yararlanabileceği düzenlenmiştir. Buna
karşılık, Avusturya, Belçika, Estonya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Polonya,
Rusya, İsviçre ve Ukrayna gibi ülkeler ticari şirketler de dâhil olmak üzere
tüzel kişilerin belirli koşullara sahip olmak kaydıyla adlî yardıma
başvurabileceği kabul edilmektedir. (Bkz. Alper Tunga Küçük/ Fatih
Tahiroğlu, Tüzel Kişilerin Adlî Yardımdan Yararlanıp Yararlanamayacağı Üzerine
Düşünceler, Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12(1) 2024, s.258).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, DEB Deutsche
Energiehandels- und Beratungsgesellschaft mbH v. Germany (bkz. https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/ALL/?uri=CELEX%3A62009CJ0279) kararında,
“…Bu bağlamda, adli yardım sağlanmasına ilişkin koşulların, mahkemelere erişim
hakkına yönelik, bu hakkın esasını zedeleyen bir sınırlama oluşturup
oluşturmadığını tespit etmek ulusal mahkemenin görevidir…. Daha spesifik olarak
ulusal mahkeme tüzel kişilerin durumlarını dikkate alabilir. Mahkeme bu
nedenle, diğerlerinin yanı sıra, söz konusu tüzel kişinin türünü ve kâr amacı
güden veya gütmeyen kişilerden olup olmadığını; ortakların veya hissedarların
mali kapasitesini ve bu ortakların veya hissedarların yasal işlemleri başlatmak
için gerekli meblağları elde etme yeteneğini değerlendirebilir…” şeklinde
içtihatta bulunmuştur. Söz konusu kararda, 2003/8/EC sayılı Konsey Direktif’ine
de yer verilmiştir. Direktif’in 3/1 maddesinde açıkça gerçek kişilerin adli
yardım talep edebilecekleri vurgulanmıştır. (Direktif m.3/1; Bu Direktif
kapsamındaki bir uyuşmazlığa dahil olan gerçek kişiler, söz konusu Direktifte
belirtilen koşullara uygun olarak adalete etkin erişimlerini sağlamak amacıyla
uygun adli yardım alma hakkına sahip olacaklardır). Görüldüğü üzere ticaret
şirketleri gibi tüzel kişiliği haiz teşebbüslerin adli yardım talep edemeyecek
olmaları sadece Türk hukukuna özgü değildir.
Yukarıda ayrıntılı şekilde belirttiğimiz nedenlerle, özel
hukuk tüzel kişilerinden sadece kamuya yararlı derneklerin ve vakıfların adli
yardımdan yararlanmalarında meşru bir amaç söz konusu olup, ticari şirketlere
ve diğer özel hukuk tüzel kişilerine bu hakkın tanınmamasında mahkemeye erişim
hakkına ölçüsüz bir müdahale söz konusu değildir. Bu nedenlerle HMK’nın 334. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasanın 13.
ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|