ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2020/42
Karar Sayısı : 2023/99
Karar Tarihi : 18/5/2023
R.G.Tarih-Sayı :
4/10/2023-32329
İPTAL DAVASINI AÇAN:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 136
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU:
14/2/2020 tarihli ve 7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
A. 1. maddesinin;
1. (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinin “…veri madenciliği ve yeni veri üretimi
konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum,
kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak yapılabilir.”
bölümünün,
2. (2) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesinin,
B. 2. maddesiyle
20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen ek 6. maddenin
birinci fıkrasının,
C. 12. maddesiyle
3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 8. maddenin;
1. Dördüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…artan değerinin tamamı…”
ibaresinin,
2. Yedinci
fıkrasının;
a. (a) bendinde
yer alan “…%25’i…” ibarelerinin,
b. (b) bendinde
yer alan “…%40’ı…” ve “…%30’u…” ibarelerinin,
c. (c) bendinde
yer alan “…%75’i…”, “…%15’i…” ve “…%10’u…” ibarelerinin,
Ç. 18. maddesiyle
29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun değiştirilen 44.
maddesinin üçüncü fıkrasının,
D. 20. maddesiyle
2/3/1988 tarihli ve 3414 sayılı 775 Sayılı Gecekondu Kanununun Bazı
Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 3/5/1985 Tarih ve 247 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin İki Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair 16/8/1985 Tarih ve 250 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 1. maddesinin yürürlükten
kaldırılmasının,
E. 21. maddesiyle
4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6. maddesinin beşinci fıkrasına
eklenen (g) bendinin,
F. 22. maddesiyle;
1. 3621 sayılı
Kanun’un yeniden düzenlenen ek 2. maddesinin,
2. 3621 sayılı
Kanun’a eklenen (5) numaralı kroki ile listenin,
Anayasa’nın
2., 7., 10., 11., 13., 20., 35., 43., 56., 73., 90., 127., 138. ve 153. maddelerine aykırılığını ileri sürerek iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 1. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Coğrafi verilerin toplanması, üretimi, paylaşımı ile
mali ve cezai hükümler
MADDE 1- (1) Ulusal Coğrafi Veri Sorumluluk Matrisinde
yer alan coğrafi verilerin;
a) Ulusal Coğrafi Veri Paylaşım Matrisine göre kamu kurum
ve kuruluşları arasında paylaşımı, erişimi ve kullanımı bedelsizdir.
b) Ulusal güvenliğe ilişkin hükümler ile fikrî, sınai ve
ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamındaki hükümler saklı kalmak ve veri
üretmekle sorumlu kurumun uygun görüşü alınmak kaydıyla, veri madenciliği ve
yeni veri üretimi konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri
kapsamında, kurum, kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak
yapılabilir.
(2) Gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin
Türkiye’ye ait Ulusal Coğrafi Veri Sorumluluk Matrisi kapsamındaki coğrafi
verileri toplaması, üretmesi, paylaşması veya satması; fikrî, sınai ve ticari
haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve
özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla ve ticari faaliyetleri
gerçekleştirmek için gerekli belgelere sahip olması şartı ile Çevre, Şehircilik
ve İklim Değişikliği Bakanlığının iznine tabidir. İzne tabi olacaklar ile
izin süresi ve verilere ilişkin usul, esas ve içerikler Çevre, Şehircilik ve
İklim Değişikliği Bakanlığınca belirlenir. İzin bedeli 1/1000’lik pafta
başına, yabancı gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri için 50 TL, yerli
gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri için 25 TL’dir. Bu tutarlar takvim
yılı başından geçerli olmak üzere her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak
4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi
hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak
uygulanır. (Ek cümle:10/6/2022-7410/29 md.) İzin bedelinin üst sınırı; her
halükarda yerli gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri ile yabancı gerçek
kişiler ve tüzel kişiler için belirlenen pafta başına izin bedelinin 100.000
katı Türk lirasını geçemez. Alınan izin bedeli Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemleri
hizmetlerinde kullanılmak üzere Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği
Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün ilgili hesabına yatırılır.
(Mülga cümleler:10/6/2022-7410/29 md.)
(…)”
2. 2. maddesiyle
775 sayılı Kanun’a eklenen ek 6. madde şöyledir:
“Ek Madde 6-
(Ek:14/2/2020-7221/2 md.)
Bu Kanun uyarınca; 22/3/2007 tarihli ve 5609 sayılı
Gecekondu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce mülga Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca oluşturulan alanlar ile
5609 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediye sınırları
içerisinde veya dışarısında 775 sayılı Gecekondu Kanununa göre Toplu Konut
İdaresi Başkanlığınca oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı yetkilidir.
2/3/1988 tarihli ve 3414 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten sonra belediyelerce 775 sayılı Gecekondu Kanununa göre oluşturulan
veya oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda ise ilgili belediyesi yetkilidir.
Belediyeler bu hak, yetki ve görevleri yetkili organları eliyle kullanırlar.
Büyükşehirlerde bu Kanunun tatbikatı büyükşehir belediyelerinin
koordinatörlüğünde ilçe belediyelerince yapılır.”
3. 12. maddesiyle
3194 sayılı Kanun’a eklenen ek 8. madde şöyledir:
“Ek Madde 8- (Ek:14/2/2020-7221/12 md.)
Plan değişiklikleri, plan ana kararlarını, sürekliliğini,
bütünlüğünü sosyal ve teknik altyapı dengesini bozmayacak şekilde ve teknik
gerekçeleri sağlamak şartıyla yerleşmenin özelliğine uygun olarak yapılır. Plan
değişikliği tekliflerinde ihtiyaç analizini içeren sosyal ve teknik altyapı
etki değerlendirme raporu hazırlanarak planı onaylayacak idareye sunulur.
Parsel bazında; nüfusu, yapı yoğunluğunu, kat adedini,
bina yüksekliğini arttıran imar planı değişiklikleri yapılamaz.
Bin metrekareden az olmamak kaydıyla oluşmuş adalarda;
ada bazında nüfusu, yapı yoğunluğunu, kat adedini, bina yüksekliğini arttıran
veya fonksiyon değişikliği getiren plan değişikliklerinde ihtiyaç duyulan
kültürel tesis, sosyal ve teknik altyapı kullanımları; adanın merkezine en
fazla 500 metre yarı çaplı alanda karşılanmak zorundadır.
Taşınmaz maliklerinin tamamının talebi üzerine ada
bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda değerinde artış olan arsanın
artan değerinin tamamı değer artış payı olarak alınır. Değer artış payı
bedelinin tespitinde 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen bedel
tespit esasları gözetilir.
İmar planı değişikliği ile taşınmazda meydana gelecek
değer artışının tespiti 6362 sayılı Kanuna göre yetkilendirilmiş lisanslı en az
iki gayrimenkul değerleme kuruluşu tarafından plan değişikliği açıklama
raporunda belirtilen mer’i plan koşullarındaki değer tespiti ile birlikte
değişiklik sonrası değer tespiti yapılmak suretiyle belirlenen ortalama yeni
değerden az olmamak üzere, idarece oluşturulan kıymet takdir komisyonu
tarafından belirlenir. Değer artış payı, en geç taşınmazın ilk satışında veya
ruhsat aşamasında taşınmaz maliklerince ödenir. Kıymet takdir komisyonunca
belirlenen değer artış payı, ödeme tarihinde her takvim yılı için, bir önceki
yıla ilişkin olarak 213 sayılı Kanunun mükerrer 298 inci maddesi uyarınca
tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında takvim yılı başından geçerli
olmak üzere arttırılarak uygulanır.
Taşınmazın değer artışına tabi olduğu tapu kütüğüne şerh
edilir. Emsal, inşaat alanı, yapı yüksekliği ve kullanım amacı değiştirilmemek
kaydıyla yapılacak ruhsat tadilatları hariç, değer artış payı ödenmeden yapı
ruhsatı düzenlenemez.
Değer artış payı tutarları taşınmaz maliklerince;
Bakanlık muhasebe birimi hesabına yatırılır. Yatırılan tutarların;
a) Büyükşehir belediyesinin olduğu illerde; %25’i
büyükşehir belediyesinin ilgili hesabına, %25’i ilgili ilçe
belediyesinin ilgili hesabına, %25’i Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel
Hesabına,
b) Büyükşehir belediyesi olmayan illerde ise; %40’ı
imar planı değişikliğini onaylayan idarede açılacak ilgili hesaba, %30’u
Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel Hesabına,
c) Bakanlıkça onaylanan imar planı değişikliğinden kaynaklanan
değer artışının %75’i Bakanlığın Dönüşüm Projeleri Özel Hesabına, kalan
değer artış payının; büyükşehir belediyesinin olduğu illerde %15’i
büyükşehir belediyesinin ilgili hesabına, %10’u ilgili ilçe
belediyesinin ilgili hesabına; büyükşehir belediyesi olmayan yerlerde ise
Bakanlık payının dışındaki kalan değer artış payının tamamı plan değişikliğinin
yapıldığı yerdeki ilgili idarenin açılacak ilgili hesabına,
beş iş günü içerisinde aktarılır ve (a) bendine göre
kalan değer artış payının %25’i, (b) bendine göre kalan değer artış payının
%30’u ile imar planı değişikliğinin diğer genel bütçeli idareler tarafından
onaylanması durumunda değer artış payının tamamı genel bütçeye gelir
kaydedilir.
16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamındaki alanlarda, kamu
yatırımları ile kamu mülkiyetindeki alanlarda, mazbut ve mülhak vakıflara ait
alanlarda yapılacak plan veya plan değişiklikleri ile imar planlarında yençok:
serbest olarak belirlenmiş yüksekliklerin 8 inci maddenin birinci fıkrasının
(b) bendinde belirtilen usullere göre yapılacak plan değişikliklerinde bu madde
hükümleri uygulanmaz.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar
Bakanlıkça belirlenir.”
4. 18. maddesiyle
1319 sayılı Kanun’un değiştirilen 44. maddesi şöyledir:
“Matrah ve
nispet:
Madde 44- (Ek:5/12/2019-7194/32 md.)
(Değişik:14/2/2020-7221/18 md.)
Verginin matrahı, bina vergi değerinin 42 nci maddede yer
alan tutarı aşan kısmıdır.
Değerli konut vergisine tabi mesken nitelikli taşınmazlardan
değeri;
5.000.000 (9.967.000) TL ile 7.500.000 (14.951.000)
TL arasında olanlar (bu tutar dahil)
5.000.000 (9.967.000) TL’yi aşan kısmı için (Binde
3)
10. 000.000 (19.936.000) TL’ye kadar olanlar (bu tutar
dahil) 7.500.000 (14.951.000) TL’si için 7.500 (14.952) TL, fazlası için (Binde
6)
10. 000.000 (19.936.000) TL’den fazla olanlar 10.000.000
(19.936.000) TL’si için 22.500 (44.862) TL, fazlası için (Binde 10)
oranında vergilendirilir.
Paylı mülkiyette ve elbirliği mülkiyette, matrahın hesabında
mesken nitelikli taşınmazın toplam değeri esas alınır.
42 nci maddede yer alan tutar ile ikinci fıkrada yer alan
vergi oranlarına esas mesken nitelikli taşınmaz değerlerinin alt ve üst
sınırları her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu
hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde
artırılır. Bu şekilde hesaplanan tutarların 1.000 Türk lirasına kadar olan
kesirleri dikkate alınmaz.
Cumhurbaşkanı, dördüncü fıkrada belirtilen yeniden
değerleme oranının yarısı nispetindeki artış oranını yeniden değerleme oranına
kadar artırmaya yetkilidir”
5. 20. maddesiyle
3414 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılan 1. maddesi şöyledir:
“MADDE 1.- 775 sayılı Gecekondu Kanununun belediye
sınırları ile mücavir alanlardaki tatbikatı için Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına verilen hak, yetki ve görevler ilgili belediyelere devredilmiştir.
Belediyeler bu hak, yetki ve görevleri yetkili organları eliyle kullanırlar.
Büyük şehirlerde bu Kanunun tatbikatı büyük şehir
belediyelerinin koordinatörlüğünde ilçe belediyelerince yapılır.”
6. 21. maddesiyle
3621 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (g) bendinin eklendiği beşinci fıkrası
şöyledir:
“Kıyıda imar planı kararı ile;
a) İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım,
dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla,
dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları gibi, kıyının kamu yararına kullanımı ve
kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler, Sahil Güvenlik
Komutanlığının faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılması
mümkün olmayan Sahil Güvenlik Komutanlığı bağlısı gemi/bot karakolları ve
destek birimi binaları,
b) Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerde
yapılmaları mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri ve su ürünlerini üretim ve
yetiştirme tesisleri gibi, özelliği olan yapı ve tesisler,
c) (Ek: 3/7/2005-5398/13 md.) Organize turlar ile seyahat
eden kişilerin taşındığı yolcu gemilerinin (kruvaziyer gemilerin) bağlandığı,
günün teknolojisine uygun yolcu gemisine hizmet vermek amacıyla liman
hizmetlerinin (elektrik, jeneratör, su, telefon, internet ve benzeri teknik
bağlantı noktaları ve hatlarının) sağlandığı, yolcularla ilgili gümrüklü alan
hizmetlerinin görüldüğü, ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkaracak turizm
amaçlı (yeme-içme tesisleri, alışveriş merkezleri, haberleşme ve ulaştırmaya
yönelik üniteler, danışma, enformasyon ve banka hizmetleri, konaklama
üniteleri, ofis binalar) fonksiyonlara sahip olup, kruvaziyer gemilerin
yanaşmasına ve yolcuları indirmeye müsait deniz yapıları ve yan tesislerinin
yer aldığı kruvaziyer ve yat limanları,
d) (Ek: 31/7/2008-5801/3 md.) Uluslararası spor
otoritelerinin, Türkiye’de spor faaliyetlerinin düzenleneceğine dair kararı
gereğince Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu spordan sorumlu
Bakanlığın izni doğrultusunda, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununun (I) sayılı Cetvelinde düzenlenen genel bütçe
kapsamındaki kamu idareleri, aynı Kanunun (II) sayılı Cetvelinde düzenlenen
özel bütçeli idareler, belediyeler ile il özel idareleri tarafından her türlü
spor aktiviteleri ve organizasyonların yapılmasına/yaptırılmasına yönelik spor
tesisleri ve zorunluluk arz eden durumlarda bunların tamamlayıcı konaklama
tesisleri,
e) (Ek: 18/6/2017-7033/33 md.) Trabzon, Rize ve Zonguldak
illerinde 24/5/1933 tarihli ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanunu kapsamında
kalan sağlık tesisleri hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanınca alınacak kamu yararı
kararı doğrultusunda kurulacak sağlık tesisleri ve alternatif alan bulunmaması
durumunda 9/1/2002 tarihli ve 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanununa göre
kurulan, işletilen ve mevcut en iyi teknikleri kullanan endüstri bölgeleri,
f) (Ek: 29/11/2018-7153/18 md.) Enerji iletim hatları,
g) (Ek:14/2/2020-7221/21
md.) Millet bahçeleri,
Yapılabilir.”
7. 22. maddesiyle 3621
sayılı Kanun’un yeniden düzenlenen ek 2. maddesi şöyledir:
“Ek Madde 2- (Ek:18/1/2019-7162/7 md.) (İptal:
Anayasa Mahkemesinin 26/6/2019 tarihli ve E.:2019/35; K.:2019/53 sayılı kararı
ile) (Yeniden Düzenleme:14/2/2020-7221/22 md.)
Ekli (5) numaralı kroki ile listede sınır ve
koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna tabi kısımlarında imar planı
kararıyla resmi kurum alanı yapılabilir. Bu alan, imar planında belirlenen amaç
dışında kullanılamaz.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Serdar ÖZGÜLDÜR, Engin YILDIRIM,
Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ,
Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ’in
katılımlarıyla 6/5/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Fatih TORUN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 1. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b)
Bendinin “…veri madenciliği ve yeni veri üretimi konularındaki hasılat
paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum, kuruluşlar ve
üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak yapılabilir.” Bölümü ile (2)
Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
1. Genel Açıklama
3. Bilgi sistemi türü olan Coğrafi Bilgi Sistemleri
(CBS), mekâna/konuma dayalı
karar verme süreçlerinde kullanıcılara yardımcı olmak üzere büyük hacimli
coğrafi verilerin toplanması, depolanması, işlenmesi, yönetimi, mekânsal
analizi, sorgulanması ve sunulması fonksiyonlarını yerine getiren donanım,
yazılım, personel, coğrafi veri ve yöntem bütünüdür.
4. CBS, bilgi
sistemlerinin grafik bilgiye, çoğunlukla da coğrafi bilgiye dayalı türüdür. CBS’de veriler, bir bilgi sistemi ortamında coğrafi
koordinatlarıyla birlikte tutulmaktadır. CBS’yi diğer veri tabanı
sistemlerinden ayıran en önemli özelliği tüm verilerin yeryüzünde ait olduğu
mekânlara bağlı olarak depolanmasına ve bunlar arasında çok çeşitli mekânsal
ilişkilendirmelerin ve çeşitli analizlerin yapılabilmesine imkân tanımasıdır.
5. CBS’lerin iş dünyasından kamu güvenliğine, savunmadan
kamu sağlığına, toplu ulaşımdan şehir planlamasına kadar çok farklı ve önemli
alanlarda artan kullanımı; bu alanın ulusal, bölgesel ve uluslararası alanlarda
belirli standartlara ve kurallara bağlanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Nitekim Avrupa
Birliği (AB) ülkeleri ile AB’ye aday ülkelerin bu konuda uyacakları
standartlar, 2001 yılında Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğünün kontrolünde
kurulan Avrupa Birliği Coğrafi Bilgi Altyapısı Projesi (INSPIRE) ve bu proje
kapsamında çıkarılan 15/5/2007 tarihli Direktif’te (INSPIRE Direktifi)
düzenlenmiştir. Anılan Direktif’in Giriş Bölümünde “Ağ hizmetleri ile ilgili hükümler, kişisel verinin
işlenmesi ve serbest dolaşımı ile ilgili bireylerin korunmasına ilişkin
95/46/EC sayılı Avrupa Parlamentosu ve 24 Ekim 1995 tarihli Konsey Direktifi
gereğince, kişisel verinin korunması ile ilgili ilkelerle tam bir uyum içinde
yerine getirilmelidir.” hükmüne yer
verilmiştir. Direktif’in 3. maddesi uyarınca “‘mekânsal veri’ belirli bir yer veya coğrafi bir alanla
doğrudan veya dolaylı olarak ilgili herhangi bir veri anlamındadır.”.
6. Ülkemizde coğrafi
bilgi sistemleri ile Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi ve altyapısına ilişkin kamu
kurum ve kuruluşları arasında koordinasyonun sağlanması, hedef ve stratejilerin
oluşturulması, coğrafi veri temaları içinde yer alan coğrafi veri ve bilginin
üretilmesi ve güncelliğinin sağlanması, yönetilmesi, kullanılması, erişimi,
güvenliğinin sağlanması, paylaşılması ve dağıtımına yönelik usul, esas ve
standartlar ile bu kapsamda oluşturulan kurulların, kamu kurum ve kuruluşlarının,
gerçek ve tüzel kişilerin görev, yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi
amacıyla 6/11/2019 tarihli ve (49) numaralı Coğrafi Bilgi Sistemleri Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlanmıştır.
7. (49) numaralı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin (CBK) 3. maddesinde CBS ile
ilgili temel kavramlar tanımlanmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının
(ç) bendinde coğrafi bilginin, öz nitelik bilgisi ve topolojik bilgiyi içeren
nitelik kazandırılmış coğrafi veri olduğu belirtilmiş, (d) bendinde coğrafi
bilgi sistemi, her türlü coğrafi
verinin; üretilmesi, temini, depolanması, işlenmesi, yönetilmesi, analiz
edilmesi, paylaşılması, sunulması ve güncel tutulması için gerekli olan
donanım, yazılım, insan kaynağı, standartlar ve yöntemler bütünü olarak tanımlanmıştır. Aynı fıkranın (e) bendinde coğrafi veri, konum bilgisi içeren
her türlü veri olarak ifade edilmiştir. Fıkranın (f) bendinde coğrafi veri hizmeti,
coğrafi veri ve veri bilgisinin standartlara uygun olarak paylaşımına yönelik
iş ve işlemler; (g) bendinde de coğrafi veri teması, belirli bir konuya
ilişkin olarak ulusal veya uluslararası standartlara uygun hazırlanan coğrafi
veri topluluğu olarak tanımlanmıştır.
8. CBK’nın 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde CBS hizmet ve uygulamalarına ilişkin tüm faaliyetlerde kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması için
coğrafi verinin toplanmasında, üretilmesinde, depolanmasında ve paylaşımında
mükerrerliğin önlenmesi ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir. Aynı fıkranın
(ç) bendinde ise ulusal güvenliğe, kişisel verilerin korunmasına, fikri,
sınai ve ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile milletlerarası andlaşma
hükümleri saklı kalmak kaydıyla her türlü coğrafi verinin erişilebilir,
paylaşılabilir ve kullanılabilir olması ilkesine
yer verilmiştir. Buna göre CBS hizmet ve uygulamalarına ilişkin tüm
faaliyetlerde her türlü coğrafi verinin erişilebilir, paylaşılabilir ve
kullanılabilir olması ilkesi benimsenmekle birlikte kişisel verilerin
korunmasına ilişkin mevzuat hükümleri saklı tutulmuştur.
2. Anlam ve Kapsam
9. (49) numaralı CBK’nın yayımlanmasının ardından 7221
sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un 1. maddesinde coğrafi
verilerin toplanması, üretimi ve paylaşımına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca anılan maddede söz konusu CBK’da düzenlenmeyen
mali ve cezai konulara ilişkin hükümler de yer almaktadır.
10. Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde Ulusal Coğrafi Veri Sorumluluk
Matrisinde (UCVSM) yer alan coğrafi verilerin Ulusal Coğrafi Veri Paylaşım
Matrisine göre kamu kurum ve kuruluşları arasında paylaşımı, erişimi ve
kullanımının bedelsiz olduğu belirtilmiş, (b) bendinde ise ulusal güvenliğe
ilişkin hükümler ile fikrî, sınai ve ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri
ve 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu
kapsamındaki hükümler saklı kalmak ve veri üretmekle sorumlu kurumun uygun
görüşü alınmak kaydıyla, veri madenciliği ve yeni veri üretimi konularındaki
hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum, kuruluşlar ve
üniversiteler ile paylaşımının bedelsiz olarak yapılabileceği hükme
bağlanmıştır. Anılan bendin “…veri madenciliği ve yeni veri üretimi
konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum,
kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak yapılabilir.” bölümü
dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
11. Maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
ise gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin Türkiye’ye ait UCVSM
kapsamındaki coğrafi verileri toplaması, üretmesi, paylaşması veya satmasının;
fikrî, sınai ve ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile 6698 sayılı Kanun
ve özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla ve ticari faaliyetleri
gerçekleştirmek için gerekli belgelere sahip olması şartı ile Çevre, Şehircilik
ve İklim Değişikliği Bakanlığının (Bakanlık) iznine tabi olduğu belirtilmiştir.
Anılan fıkranın dava konusu ikinci cümlesinde de izne tabi olacaklar ile izin
süresi ve verilere ilişkin usul, esas ve içeriklerin Bakanlıkça belirleneceği hükme
bağlanmıştır. Fıkrada ayrıca izin bedelinin miktarı ve nasıl hesaplanacağı,
önceki yıla göre ne miktarda artırılacağı ve nereye yatırılacağına ilişkin
düzenlemelere yer verilmiştir.
12. Bu itibarla anılan maddeyle coğrafi verilerin tek elde toplanması ile kamu kurum
kuruluşları arasında paylaşımı, erişimi ve kullanımının bedelsiz olması, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri tarafından toplanması
ve üretiminin ise izin dâhilinde gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Nitekim
madde gerekçesinde de; “Madde ile; kamu kurum ve kuruluşlarının birbirleri
arasında coğrafi verilerle ilgili erişim, paylaşım ve kullanımının bedelsiz bir
şekilde coğrafi bilgi platformu üzerinden sağlanması amaçlanmaktadır./ Ayrıca
madde ile; yerli-yabancı gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin söz konusu
coğrafi verileri toplayabilmesine, üretebilmesine, paylaşabilmesine ve
satabilmesine yönelik düzenleme yapılmakta ve bu düzenlemelere uyulmaması
durumunda uygulanacak idari para cezaları belirlenmektedir” denilmektedir.
13. Maddede yer alan UCVSM,
(49) numaralı CBK’nın 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (o) bendinde coğrafi
veri temaları ile bu temalardan sorumlu olan kamu kurum ve kuruluşlarını
gösteren matris olarak tanımlanmıştır. Anılan CBK’nın 5. maddesine göre
UCVSM’nin yayımlanmasını sağlamak Bakanlığın görevleri arasında sayılmıştır.
14. CBK’nın 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
UCVSM’de yer almayan coğrafi verilerin bu CBK’nın kapsamı dışında olduğu
belirtilmiştir. Başka bir deyişle CBS kapsamında yer alan coğrafi verilerin
UCVSM’de yer alması gerekmektedir. CBK’nın 12. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre coğrafi veri temaları, bu CBK kapsamındaki kamu kurum ve
kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin ihtiyaçları doğrultusunda, ulusal ve
uluslararası standartlara uygun olarak belirlenir ve güncellenir.
15. Coğrafi veri temaları CBK’ya ekli (1) Sayılı Liste’de
gösterilmiş olup bunlar Koordinat Referans Sistemleri ve Coğrafi Grid
Sistemleri, İdari Birimler, Coğrafi Yer Adları, Kadastro, Bina, Adres,
Yükseklik, Ortogörüntü, Ulaşım Ağları, Hidrografya, Jeoloji, Arazi Örtüsü,
Arazi Kullanımı, Toprak, Koruma Bölgeleri, Doğal Risk Bölgeleri, Altyapı,
Enerji Kaynakları, Madenler, İnsan Sağlığı ve Güvenliği, Nüfus Dağılımı –
Demografi, Çevre İzleme Tesisleri, Sanayi Tesisleri, Tarım Tesisleri, Kamu
Yönetim Bölgeleri, Tür Dağılımı, Habitat Bölgeleri, Biyocoğrafya Bölgeleri,
Deniz ve Tuzlu Su Alanları, Atmosfer Verileri, Meteoroloji Verileri ve İstatiksel
Raporlama Bölgeleridir.
16. CBK’nın 14. maddesinde coğrafi verilerin erişimi,
paylaşımı ve kullanımına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir. Anılan maddeye
göre Ulusal Coğrafi Veri Sorumluluk Matrisinde yer alan kamu kurum ve
kuruluşlarının bu matristeki coğrafi veri ve veri bilgileri, Ulusal Coğrafi
Veri Paylaşım Matrisinde yapılan yetkilendirme çerçevesinde, Ulusal Coğrafi
Bilgi Platformu üzerinden paylaşılır. Kamu kurum ve kuruluşları coğrafi veri ve
veri bilgilerini kendi kurumsal veri paylaşım platformlarından da paylaşabilir.
Kamu kurum ve kuruluşları, uluslararası üyelikleri ve işbirlikleri kapsamında
uluslararası ağ sistemleri üzerinden temin ettikleri ya da paylaştıkları
coğrafi verileri, milletlerarası anlaşma hükümleri saklı kalmak kaydıyla, veri
tanımlama dokümanlarında belirlenecek şartlarda Ulusal Coğrafi Bilgi Platformu
üzerinden de paylaşmakla yükümlüdür. Ayrıca gerçek ve tüzel kişilerin kamu
kurum ve kuruluşlarına ait coğrafi veri ve veri bilgisi taleplerinin Ulusal
Coğrafi Bilgi Platformu üzerinden karşılanması esastır. Kurumlara yapılan
talepler ise kurumsal platformlardan da karşılanabilir.
17. CBK’nın 17. maddesinde ise coğrafi verilerin
güvenliği ve gizliliğine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Buna göre UCVSM
ve Ulusal Coğrafi Veri Paylaşım Matrisinde yer alan kamu kurum ve
kuruluşlarının sorumlulukları altındaki coğrafi verilerin bilgi güvenliği
önlemlerini alması, doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlaması
gerekmektedir. Anılan maddede Ulusal Coğrafi Bilgi Platformundaki veri bilgisi
ve coğrafi veri hizmetlerinin güvenliğini ve gizliliğini ise Bakanlığın
sağlayacağı hükme bağlanmıştır.
3. İptal Talebinin Gerekçesi
18. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kurallara konu
coğrafi verilerden kişilerle ilişkilendirilebilir olanlarının kişisel veri
niteliğinde olduğu, nitekim kişisel veri kavramının kimliği belirli veya
belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade ettiği, buna göre
konum bilgilerinin belirli kişilerle ilişkilendirilmesinin ya da bir kişinin
konumunun tespitinin kişisel veri niteliğinde olduğu, kişisel verilerin korunmasının
özel hayatın gizliliği kapsamında bulunduğu, bu itibarla herhangi bir kişisel
verinin bireylerin rızası olmaksızın paylaşıma açılmasının özel hayatın
gizliliğini ihlal ettiği, kuralın usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalara da aykırı olduğu, ayrıca söz konusu verilerin bedelsiz olarak paylaşımının
yapılabileceği kurum ve kuruluşlar ile toplanma, üretme, paylaşma, satma
eylemlerine konu olabilecek coğrafi verilerin
neler olduğu hususunda herhangi bir açıklığın bulunmadığı, bu paylaşımın
ve izin usulünün kapsamının ayrıntılarıyla düzenlenmediği, paylaşımın hangi
hâllerde bedelsiz olacağına ve Bakanlıkça izin verilecek gerçek ve özel hukuk
tüzel kişilerin belirlemesine ilişkin objektif bir ölçüte yer verilmediği belirtilerek kuralların
Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
4. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. (1) Numaralı Fıkranın (b) Bendinin “…veri
madenciliği ve yeni veri üretimi konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş
birlikleri kapsamında, kurum, kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımı
bedelsiz olarak yapılabilir.” Bölümü
19. Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuki güvenliği sağlayan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve
yargı denetimine açık olan devlettir.
20. Anayasa’nın
anılan maddesinde belirtilen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de belirliliktir. Belirlilik ilkesi
bireylerin hukuk kurallarını önceden bilmeleri, tutum ve davranışlarını bu
kurallara göre güvenle belirleyebilmeleri anlamını taşımaktadır. Belirlilik
ilkesi, yalnızca kanuni belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği
ifade etmektedir. Bir başka deyişle hukuk kurallarının belirliliğinin
sağlanması yalnızca kanunla düzenleme yapılması anlamına gelmemektedir. Kanuni
düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi
niteliksel gereklilikleri karşılaması şartıyla mahkeme içtihatları ve
yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki
belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM,
E.2017/156, K.2019/37, 15/5/2019, § 39).
21. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına
sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmiş; üçüncü fıkrasında da “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle
ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir” denilerek kişisel verilerin
korunması özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye
kavuşturulmuştur.
22. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, kişinin
insan onurunun korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel
bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi
sırasında korumayı amaçlamaktadır.
23. Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği
üzere “...adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece
kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası,
sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses
kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler,
etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık
bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm
veriler…” kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122,
K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201,
25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102,
12/11/2015).
24. Dava konusu kural, Ulusal
Coğrafi Veri Sorumluluk Matrisinde yer
alan coğrafi verilerin veri madenciliği ve yeni veri üretimi konularındaki
hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında kurum, kuruluşlar ve
üniversiteler ile paylaşımının bedelsiz olarak yapılabileceğini öngörmektedir.
25.
CBS’de yer alıp coğrafi koordinatlarıyla tutulan verilere mekânsal veri
adı verilmektedir. CBS ortamında veriyi görüntülemek için çoğunlukla haritalar
kullanılmaktadır. CBS konumsal verilerin görüntülenebildiği, grafik ve
öznitelik bilgilerinin ilişkilendirilerek kullanıldığı, farklı bilgi
kaynaklarından gelen verilerin bütünleştirilerek yönetim, planlama ve analiz
problemlerinin çözümüne katkıda bulunduğu bilgisayar destekli sistemlerdir.
Sonuç olarak CBS’ler; konuma dayalı gözlemlerle elde edilen grafik ve
grafik-olmayan bilgilerin toplanması, saklanması, işlenmesi ve kullanıcıya
sunulması işlevlerini bütünlük içerisinde gerçekleştiren bir bilgi sistemidir.
26. CBS’ler; mekânsal verilerin
bilgisayar ortamına aktarılması ve bu verilerin kullanılan özel programlar
aracılığıyla depolanması, sınıflandırılması, birbiri ile karşılaştırılması,
analiz edilmesi, güncellenmesi ve istenilen şekilde harita, grafik ve tablo
olarak görsel hâle getirilmesi işlemlerini kapsamaktadır. CBS toplama - depolama - sorgulama -
analiz etme - gösterme işlemlerine imkân sağlayan bir bilgi ve karar destek sistemi
olarak işlev görmektedir. Bu itibarla CBS,
karar vericiler için sağlıklı analizler yapma imkânı sunmakta ve bu analiz
sonuçlarına göre doğru kararlar vermeyi kolaylaştırmaktadır.
27. CBS çok geniş
kapsamlı bir bilgi sistemi olup CBS’yi oluşturan bileşenler içerisinde, harita
ve yazılım dışında, faaliyet gösterilen alana göre konuya özel birçok alt
bileşen bulunmaktadır. Buna göre CBS, genel
bir kavram olup CBS’nin çeşitli kullanım alanlarına ve tematik konulara yönelik
olarak geliştirilen Kent Bilgi Sistemi, Orman Bilgi Sistemi, Karayolları
Bilgi Sistemi, Arazi Bilgi Sistemi, Tapu ve Kadastro Bilgi
Sistemi, Trafik Bilgi Sistemi, Deprem Bilgi Sistemi ve Harita
Bilgi Sistemi gibi çeşitli uygulamaları bulunmaktadır.
28. Coğrafi bilgi
sistemlerinin kamu yönetiminde kullanım ve uygulama alanları oldukça geniştir.
Bu alanlar uygun yer seçimi, güzergâh ve koridor belirleme, modellendirme,
simülasyon, kaynak tahmini ve yönetimi ile coğrafi bilgi üretimi olarak tasnif
edilebilir. Bu genel sınıflandırma içinde haberleşme vericileri, baraj
yerlerinin seçimi, askerî alanların belirlenmesi, nüfus gelişimini modelleme ve
şehir planlaması gibi uygulama alanlarını saymak mümkündür.
29. Bu açıklamalar çerçevesinde kişisel veri ile coğrafi verinin teknik ve hukuki
bakımdan farklı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kişisel veri
kavramının odağında kişi, coğrafi veri kavramının merkezinde ise konum/mekân
bulunmaktadır. Hukuken kişisel veri kimliği belirli veya belirlenebilir
gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi, coğrafi veri ise konum bilgisi
içeren her türlü veriyi ifade etmektedir.
30. Bu bağlamda (49) numaralı CBK’ya ekli (1) Sayılı Liste’de gösterilen
coğrafi veri temaların alt temaları UCVSM’de yer almaktadır. Bu coğrafi veri
temalarına ilişkin olarak coğrafi verilerin toplaması ve üretilmesi sırasında kişisel veri niteliğine sahip verilere erişilmesi ve
bu nitelikteki verilerin toplanması söz konusu değildir. Nitekim CBS, coğrafi
verilerin, konumsal olarak ifade edilebilen ögeleriyle
ilişkilendirilebilmelerini ve verimli birer coğrafi bilgiye dönüşebilmelerini
amaçlamaktadır. Bu nedenle UCVSM’de yer
alan coğrafi verilerin kurum, kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımının
bedelsiz olarak yapılabilmesine imkân tanıyan
dava konusu kuralın kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlayan bir
yönü bulunmamaktadır.
31. Öte yandan kuralda UCVSM’de yer alan coğrafi verilerin hangi amaçla
paylaşılabileceği belirlenmiştir. Buna göre kurum ve kuruluşlar ile
üniversiteler arasındaki coğrafi veri paylaşımı, veri madenciliği ve yeni veri
üretimi konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında
yapılabilecektir. Nitekim anılan CBK’nın 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(f) bendinde de özel kurum, kuruluşlar ve üniversiteler ile veri paylaşımı,
veri madenciliği ve yeni veri üretimi konularında, işbirliğine konu veriyi
üreten kurumların da katılımıyla çalışmalar yapmak Bakanlığın görevleri
arasında sayılmıştır.
32. Ayrıca kuralın yer aldığı cümlede coğrafi veri
paylaşımının yapılabilmesi için veri üretmekle sorumlu kurumun uygun görüşünün
alınması gerektiği hükme bağlanmıştır. Sorumlu kurum ise CBK’nın 3. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (j) bendinde coğrafi veri sorumluluk matrisinde yer
alan coğrafi veri temasının üretim, uyumlaştırma, güncelleme, güvenlik ve paylaşımından
sorumlu olan ve ilgili temaya ait veriyi üreten diğer kamu kurum ve
kuruluşlarıyla gerekli koordinasyonu sağlayan kamu kurum ve kuruluşları
şeklinde tanımlanmıştır.
33. Bu bağlamda anılan
Kanun ve CBK hükümleri gözetildiğinde kurala konu paylaşımın kapsam ve sınırlarının açıkça belirlendiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu söylenemez.
34. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 13., 20. ve 90.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
b. (2) Numaralı Fıkranın İkinci Cümlesi
35. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43.
maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 7. ve 48. maddeleri
yönünden de incelenmiştir.
36. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olması ve bu yetkinin
devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme yer veren
Anayasa'nın 7. maddesinin gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya ait
olması "demokrasi rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir
durum" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede "Millet
adına kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki
devredilemez. Ancak, Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri
saklıdır." denilmek suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları
belirtilmiştir. Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere yasama yetkisinin
devredilemezliği, esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca
kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan,
kanun yapma yetkisinin devredilmesidir (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013;
E.2021/73, K.2022/51, 21/4/2022, § 15).
37. Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturabilmektedir. Bu nedenle
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve
benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük hakları gibi
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda kanunun temel esasları, ilkeleri
ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama organının temel kuralları saptadıktan
sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin türevsel
nitelikteki işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz
(AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15, 4/3/2021, § 57).
38. Anayasa'nın
"Çalışma ve sözleşme hürriyeti" başlıklı 48. maddesinin
birinci fıkrasında "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme
hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir." denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğünün bir parçası olan özel teşebbüs özgürlüğü herkes
yönünden güvenceye bağlanmıştır. Özel teşebbüs özgürlüğü, her gerçek veya özel
hukuk tüzel kişisinin tercih ettiği alanda iktisadi-ticari faaliyette bulunmak
üzere teşebbüs kurabilmesini, dilediği mesleki faaliyete girebilmesini ve
faaliyeti ile mesleğini devletin veya üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın
dilediği biçimde yürütebilmesini ifade etmektedir (AYM, E.2015/34, K.2015/48,
13/5/2015).
39. 7221 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin
Türkiye’ye ait UCVSM kapsamındaki coğrafi verileri toplaması, üretmesi,
paylaşması veya satmasının, fikrî, sınai ve ticari haklara ilişkin mevzuat
hükümleri ile 6698 sayılı Kanun ve özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak
kaydıyla ve ticari faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli belgelere sahip
olması şartı ile Bakanlığın iznine tabi olduğu belirtilmiştir.
40. Anılan fıkranın dava konusu ikinci cümlesinde ise
izne tabi olacaklar ile izin süresi ve verilere ilişkin usul, esas ve
içeriklerin Bakanlıkça belirleneceği hükme bağlanmıştır. Coğrafi verilerin
toplanması, üretilmesi, paylaşılması veya satılmasının özel teşebbüs özgürlüğü
kapsamında kaldığı açıktır. Kural, teşebbüslerin bu alanda faaliyette
bulunmasını Bakanlığın iznine bağlamak suretiyle teşebbüs özgürlüğünü
sınırlamaktadır.
41. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
Buna göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla
yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması
gerekir.
42. Anayasa’nın anılan hükümleri
uyarınca teşebbüs özgürlüğüne yapılan sınırlamalarda dikkate alınacak öncelikli
ölçüt, sınırlamanın kanunla yapılmasıdır. Anayasa
Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var
olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
43. Esasen temel hakları sınırlayan
kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan
hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından
olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler
hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen
kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır.
44. Özel teşebbüse açık bir alanda faaliyette bulunmanın
sınırlandığı durumlarda bu sınırlamaların neler olduğunun ve hangi şartları taşıyan
teşebbüslerin bu alanda faaliyette bulunacağının kanunla düzenlenmesi
zorunludur. Kuralda, coğrafi verilerin toplanması, üretilmesi, paylaşılması
veya satılması konusunda izne tabi olacaklar ile izin süresi ve verilere
ilişkin usul, esas ve içeriklerin Bakanlıkça belirleneceği hüküm altına alınmış
ise de Bakanlığın söz konusu alanda faaliyette bulunmak amacıyla izin talep
eden gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerin faaliyette bulunabilmek
amacıyla hangi şartları taşıması gerektiğine ilişkin objektif bir ölçüt belirlenmediği gibi bu izin sürelerinin de
hangi ölçüte göre belirleneceği konusunda kuralda herhangi bir düzenleme
bulunmadığı görülmektedir. Bu itibarla kuralla
Bakanlığa tanınan yetkinin genel çerçevesinin çizilmediği, temel esaslar ve ilkelerin
belirlenmediği, bu konulardaki takdir yetkisinin bütünüyle Bakanlığa
bırakıldığı anlaşılmaktadır.
45. Kuralla coğrafi verilerin toplanması, üretilmesi,
paylaşılması veya satılması konusunda faaliyette bulunulabilecek gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerin seçimi ve izin süreleri konusundaki ölçütlere
ilişkin yasal çerçeve belirlenmeksizin yürütme organına sınırları ve kapsamı
belirli olmayan bir yetki tanınması teşebbüs özgürlüğünün kanunla sınırlanması
ilkesiyle çeliştiği gibi yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
46. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 7., 13. ve
48. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Recai AKYEL ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7., 13. ve 48.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 20. ve 90. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
B. Kanun’un 2. Maddesiyle 775 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek
6. Maddenin Birinci Fıkrasının İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
47. Dava konusu kuralla 775 sayılı Kanun uyarınca; 22/3/2007 tarihli ve 5609 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarihten önce mülga Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca
(Bakanlık) oluşturulan alanlar ile anılan Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten
sonra belediye sınırları içinde veya dışında 775 sayılı Kanun’a göre Toplu
Konut İdaresi Başkanlığınca (TOKİ) oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki
uygulamalarda TOKİ’nin yetkili olduğu öngörülmüştür. Bu itibarla Bakanlıkça
oluşturulan alanların yanı sıra belediye sınırları içinde olup olmadığı önem
taşımaksızın TOKİ tarafından oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki
uygulamalarda TOKİ yetkili kılınmıştır.
48. 775 sayılı Kanun’un 1. maddesinde mevcut
gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu yapımının önlenmesi ve bu
amaçlarla alınması gereken tedbirler hakkında bu Kanun hükümlerinin
uygulanacağı ifade edilmiş; anılan Kanun’un 2. maddesinde ise Kanun’da sözü
geçen gecekondu deyimiyle imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel
hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar
üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapılan izinsiz yapıların kastedildiği
belirtilmiştir.
49. Kanun’un ilk hâlinde imar planlarında bu Kanun’a
istinaden önleme bölgesi, ıslah bölgesi ve tasfiye bölgesi olarak ayrılan
alanlarda gerekli uygulamaları yapmak konusunda Bakanlık yetkili kılınmıştır.
3/5/1985 tarihli ve 247 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) 1. maddesiyle
775 sayılı Kanun’un belediye sınırları ile mücavir alanlardaki uygulanması için
Bakanlığa verilen hak, yetki ve görevler ilgili belediyelere devredilmiştir.
Daha sonra anılan KHK kuralı 3414 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek
kanunlaşmıştır.
50. Bununla birlikte 3414 sayılı Kanun’un geçici 1.
maddesinde 11/6/1985 tarihinden önce 775 sayılı Kanun hükümlerine göre Bakanlık
tarafından başlatılmış işlere Bakanlık tarafından devam edilmesi ve devir
işlemlerinin beş yıl içinde tamamlanması öngörülmüş olup sonraki süreçte
Bakanlık tarafından devam eden uygulamaların sonuçlandırılamaması nedeniyle 775
sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda Bakanlıkça başlatılmış işlerin
tamamlanması için Bakanlığın yetkisi 29/11/2000 tarihli ve 4608 sayılı Kanun’un
1. maddesiyle 9/9/2009 tarihine kadar uzatılmıştır.
51. Buna göre dava konusu kuralda yer alan “…22/3/2007
tarihli ve 5609 sayılı Gecekondu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önce mülga Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca
oluşturulan alanlar…” ibaresiyle anılan hükümler uyarınca oluşturulmuş bu
alanlar kastedilmektedir.
52. Bunun yanı sıra 5609 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle
775 sayılı Kanun’un çeşitli maddelerinde geçen Bakanlık ifadelerinin Toplu
Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) şeklinde değiştirilmesi öngörülmüş
olup bu suretle Bakanlığın 775 sayılı Kanun’dan doğan hak, yetki ve görevleri
TOKİ’ye devredilmiştir.
53. Ayrıca 775 sayılı Kanun’un geçici 9. maddesinin
ikinci fıkrasında bu Kanun hükümleri uyarınca Bakanlıkça başlatılmış veya
planlanmış iş ve işlemlerin; bu işlere ilişkin her türlü hak, yetki ve görevler
ile alacak, borç ve mükellefiyetlerin TOKİ’ye devredildiği, TOKİ’nin Bakanlıkça
başlatılmış veya planlanmış işleri yürütmeye, bu konuda yeni işler yapmaya,
gerekli görülenleri belediyelere devretmeye veya tasfiye etmeye yetkili olduğu
hükme bağlanmıştır.
54. Bu durumda kuralda yer alan “…775 sayılı Gecekondu Kanununa göre Toplu Konut İdaresi
Başkanlığınca oluşturulan veya oluşturulacak alanlar…” ibaresinden anlaşılması gereken 5609 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girdiği 2007 yılından sonra belediye sınırları içinde veya dışında
775 sayılı Kanun’a göre TOKİ tarafından oluşturulan veya oluşturulacak
alanlardır.
55. Anılan hükümler çerçevesinde 775 sayılı Kanun’da
öngörülen gecekondulaşmanın önlenmesine yönelik uygulamalara ilişkin olarak
belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde TOKİ ile ilgili belediyelerin
birlikte yetkilendirildiği anlaşılmaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
56. Dava dilekçesinde özetle; 775 sayılı Kanun’un
uygulanması ile ilgili olarak TOKİ’yi yetkili kılan kuralda kamu yararının
bulunmadığı, kuralın anılan Kanun’un uygulanmasıyla ilgili verilen yargı
kararlarını etkisiz bırakma amacı taşıdığı, daha önceden belediyelere verilen
görev ve yetkilerin kuralla merkezî idareye devredildiği belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 127. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
57. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti
ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa Mahkemesinin
kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel çıkarlardan ayrı
ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Kanunun amaç ögesi
bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için kanunun çıkarılmasında kamu
yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir. Kanunun kamu yararı
dışında bir amaçla çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç unsuru
bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. Kanun koyucunun kamu yararı
amacıyla hareket edip etmediği ancak ilgili yasama belgeleri incelenerek ve
kuralın objektif anlamına bakılarak tespit edilebilir (AYM, E.2017/33,
K.2019/20, 10/4/2019, § 10; E.2015/34, K.2015/48, 13/5/2015).
58. Öte
yandan kanun koyucu, Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla kural koyma yetkisine
sahip olup yapılan bir düzenlemede kamu yararının bulunup bulunmadığını kendisi
takdir eder. Anayasa’ya uygunluk denetiminde kanun koyucunun kamu yararı
anlayışının isabetli olup olmadığı değil incelenen kuralın kamu yararı dışında
belirli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup
olmadığı incelenir.
59. Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrasında
mahallî idarelerin il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu
tüzel kişileri oldukları; ikinci fıkrasında mahallî idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir.
60. Anayasa’da merkezî yönetim yerel yönetim ayrımının
yapılması, yerel yönetimlerin karar organlarının seçimle göreve gelmesinin
öngörülmesi, seçimlerinin süreli olması, kararlarını kendi organları eliyle
alması ve uygulatması, kendilerine özgü bütçelerinin bulunması, görevleri ile
orantılı gelir kaynaklarının sağlanması gibi yetki ve ayrıcalıkların tanınmış
olması mahallî idarelerin özerkliklerinin göstergesidir (AYM, E.2019/112,
K.2020/35, 25/6/2020, § 30).
61. Özerklik, kişi ve kuruluşların kanunla belirlenen
sınırlar içinde kalmak şartıyla kendi faaliyetlerine ilişkin kararları alma ve
uygulama konusunda gerekli yetkiyle donatılmış olması anlamına gelmektedir. Bu
aynı zamanda kurumların dış etkilere karşı korunmasını ifade eder. Kamu
kuruluşlarına özerklik tanınmasının nedeni faaliyetlerini hizmetin gereklerine
ve kamu yararına uygun bir şekilde sürdürmelerini güvence altına almaktır (AYM,
E.2019/112, K.2020/35, 25/6/2020, § 31).
62. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca mahalli
idarelerin kuruluş amacı olarak gösterilen mahallî müşterek ihtiyaç, herhangi
bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaşayanların, aynı yörede birlikte
yaşamaktan doğan somut durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı ve sürekli
güncelleştirdiği, özünde etkinlik, ölçek ve sağladığı yarar bakımından yerel
sınırları aşmayan, bölünebilir ve rekabet konusu olabilen yerel ve kamusal
hizmet karakterinin ağır bastığı ortak beklentilerini ifade etmektedir.
Anayasa’da il, belediye ya da köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının neler
olduğu belirlenmemiş, bunun belirlenmesi kanuna bırakılmıştır. Bu durumda
kanun, kamu yararını gözeterek, anayasal sınırlar içinde merkezî yönetimle yerel
yönetim arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir.
63. Dava konusu kuralla 775 sayılı Kanun uyarınca; 5609
sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce Bakanlıkça oluşturulan alanlar
ile 5609 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediye sınırları
içinde veya dışında 775 sayılı Kanun’a göre TOKİ tarafından oluşturulan veya
oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda TOKİ yetkili kılınmıştır.
64. 775 sayılı Kanun’un temel amacı gecekondulaşmanın
önlenmesidir. Bu çerçevede plansız yapılaşmanın önüne geçilmesi ve ülkemizde
konut üretim sektörünün teşvik edilerek hızla artan konut talebinin planlı bir
şekilde karşılanması suretiyle gecekondulaşmanın önlenmesi hedeflenmektedir.
TOKİ’nin görevleri ve kuruluş amacı da dikkate alındığında planlı arsa ve konut
üretimine yönelik faaliyetler ile gecekondulaşmanın önlenmesine yönelik
faaliyetlerin tek merkezden ve hizmet bütünlüğü sağlayacak şekilde yürütülmesi
suretiyle uygulamaların daha hızlı, etkin ve sağlıklı şekilde yürütülmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla 5609 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarihten önce Bakanlıkça oluşturulan alanlar ile anılan Kanun’un yürürlüğe
girdiği tarihten sonra belediye sınırları içinde veya dışında TOKİ tarafından
oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda TOKİ’nin yetkili
kılınmasını öngören kuralla kamu yararı dışında
bir amacın gözetildiği söylenemez.
65. Diğer yandan kanun koyucunun kamu yararını gözetmek
ve Anayasa’da mahallî idareler için öngörülen ilke ve kurallara uygun olmak
koşuluyla merkezî idare ile mahallî idare arasındaki görev sınırlarını
belirleme ve idarenin bütünlüğü ilkesinden hareketle, mahallî idareleri ortadan
kaldırma ya da etkisiz kılma amacına yönelik olmamak kaydıyla, belirli alanlar
bakımından belirli koşullara bağlı olarak mahallî idarelere ait bazı görev ve
yetkileri merkezî yönetime bırakma ya da mahallî idarenin görev alanına
bırakılan bazı konularda hizmetin niteliğini gözönünde bulundurarak söz konusu
görevlerin yerine getirilmesiyle ilgili özel birtakım usul ve esaslar öngörme
konusunda takdir yetkisi bulunmaktadır.
66. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut
Kanunu’nun 4. maddesinde TOKİ’nin gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı
alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce
toplu konut iskân sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü
bozmayacak şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya,
yaptırmaya ve tadil etmeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. Anılan Kanun’un
ek 7. maddesinde ise TOKİ’nin gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya
iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri
geliştirebileceği, inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabileceği,
bu amaçla gecekondu bölgelerinde, gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel
kişilerinin mülkiyetinde bulunan gayrimenkuller ile 24/2/1984 tarihli ve 2981
sayılı Kanun’a göre hak sahibi olan kişilerin haklarına konu gayrimenkullerin
değerinin TOKİ tarafından tespit edileceği öngörülmüştür.
67. Bunun yanı sıra 775 sayılı Kanun’un 5. maddesinde “Lüzumu halinde, belediyeler gecekondu ıslah ve tasfiye
sahaları içinde bulunan veya bu kanun hükümleri dairesinde yeniden teşkil
edilecek önleme bölgeleri içine raslıyan özel mülkiyetteki arazi ve arsaları ve
bunlar içerisinde yapı veya sair herhangi bir tesis bulunduğu takdirde bu yapı
ve tesisleri, bu kanunda belirtilen amaçlarda kullanmak üzere, Toplu Konut
İdaresi Başkanlığının izni ile, sahipleriyle anlaşarak satınalabilirler veya
kamulaştırabilirler.” hükmü yer almaktadır.
68. Anılan Kanun’un 7.
maddesinde de belediyelerin mülkiyetinde bulunan ve bundan sonra bu Kanun’a
göre mülkiyetine geçecek olan arazi ve arsalardan, belediye meclisi kararı ile
belirlenip TOKİ tarafından uygun görülenlerin, bu Kanun hükümleri kapsamında
konut yapımına ayrılacağı, TOKİ’nin belediye meclislerince belirlenen yerleri
redde, aynen veya değiştirerek onaylamaya veya değiştirilmek üzere geri
göndermeye yetkili olduğu gibi, teklif edilenlerin dışında gerek gördüğü başka
yerlerin de bu amaca tahsisini belediyelerden isteyebileceği hükme
bağlanmıştır.
69. Kanun’un 19. maddesinde ise “Islaha muhtaç veya
tasfiyesi gereken gecekondu bölgeleri ile yeniden halk konutu veya nüve konut
yapımına tahsis edilecek sahaların seçimi, haritalarının hazırlanması, imar ve
ıslah planlarının düzenlenmesi, Toplu Konut İdaresi Başkanlığının denetimi
altında, ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır./ Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı, hazırlanan harita ve planları redde, düzeltilmek üzere geri
göndermeye, olduğu gibi veya değiştirerek onaylamaya ve lüzum gördüğü hallerde
bu hizmetleri kendisi yapmaya veya yaptırmaya yetkilidir./ Onaylanarak
kesinleşen planlar belediye dairesinde herkesin görebileceği bir yerde bir ay
süre ile asılır ve keyfiyet mutat vasıtalarla halka duyurulur.” hükümlerine
yer verilmiştir.
70. Bu itibarla gecekondulaşmanın önlenmesine ilişkin
işlemleri ve faaliyetleri yürütmek konusunda TOKİ ve ilgili belediyeler yetkili
kılınmıştır. Gecekondulaşmanın önlenmesi
amacıyla yapılan hizmetler ve yürütülen faaliyetler toplumun genelini
ilgilendirmektedir. Bu nedenle gecekondulaşmanın önlenmesi amacıyla
gerek merkezî yönetim gerekse yerel yönetimler tarafından yürütülen faaliyetler
mahallî müşterek ihtiyaçların karşılanmasının
ötesinde ulusal düzeydeki ihtiyaçların karşılanmasına ve ulusal çıkarların
korunmasına yönelik faaliyetlerdir.
71. Mahallî idarelerin o
yöre halkının mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kurulmuş kamu tüzel kişileri olması nedeniyle bunlara tanınan özerkliğin
kapsamı da görevleri gereği yerine getirmekle yükümlü oldukları mahallî
hizmetlerle sınırlıdır. Bu çerçevede kuralla görevleri gereği yükümlü oldukları
mahallî hizmetlerin yerine getirilmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmayan
gecekondulaşmanın önlenmesine ilişkin birtakım işlem ve faaliyetlerin belediye
ve mücavir alan sınırları içerisinde yerine getirilmesi hususunda TOKİ’nin
yetkilendirilmesinin mahallî idarelerin özerkliğine bir müdahale teşkil ettiği
söylenemez. Bu nedenle kuralda yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine
aykırı bir yön bulunmamaktadır.
72. Kaldı ki söz konusu işlem ve faaliyetler bakımından
belediyelerin görev ve yetkilerinin tamamen kaldırılması da söz konusu
değildir. Nitekim Kanun’un ek 6. maddesinin ikinci fıkrasında 3414 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediyelerce 775 sayılı Kanun’a göre
oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda ise ilgili belediyenin
yetkili olduğu öngörülmüş olup belediyelerin bu hak, yetki ve görevlerini
yetkili organları eliyle kullanacağı, büyükşehirlerde bu Kanun’un
uygulanmasının büyükşehir belediyelerinin koordinatörlüğünde ilçe
belediyelerince yapılacağı belirtilmiştir.
73. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 127.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 138. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
C. Kanun’un 12. Maddesiyle 3194 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek
8. Maddenin Dördüncü Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…artan
değerinin tamamı…” İbaresi ile Yedinci Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…%25’i…”,
(b) Bendinde Yer Alan “…%40’ı…” ve “…%30’u…” ile (c) Bendinde
Yer Alan “…%75’i…”, “…%15’i…” ve “…%10’u…” İbarelerinin
İncelenmesi
1. Genel Açıklama
74. İmar planı; belde halkının sosyal ve kültürel
ihtiyaçlarını karşılamayı, sağlıklı ve güvenli bir çevre oluşturmayı, yaşam
kalitesini arttırmayı hedefleyen ve bu amaçla beldenin ekonomik, demografik,
sosyal, kültürel, tarihsel, fiziksel özelliklerine ilişkin araştırmalara ve
verilere dayalı olarak hazırlanan, kentsel yerleşme ve gelişme eğilimlerini
alternatif çözümler oluşturmak suretiyle belirleyen, arazi kullanımı, koruma,
kısıtlama kararları, örgütleme ve uygulama ilkelerini içeren pafta, rapor ve
notlardan oluşan belgedir. 3194 sayılı Kanun’un 6. maddesinin birinci
fıkrasında imar planlarının nazım imar planı ve uygulama imar planı olarak
hazırlanacağı ve her planın bir üst kademedeki plana uygun olarak hazırlanması
gerektiği belirtilmiştir.
75. Anılan Kanun’un “Tanımlar:” başlıklı 5.
maddesine göre nazım imar planı, varsa bölge planlarının mekâna ilişkin genel
ilkelerine ve varsa çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar
üzerine, yine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi
parçalarının; genel kullanış biçimlerini, yerleşme alanlarının gelişme yön ve
büyüklüklerini, nüfus yoğunlukları ve eşiklerini, ulaşım sistemlerini göstermek
ve uygulama imar planlarının hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, plan
hükümleri ve raporuyla beraber bütün olan plandır. Uygulama imar planı ise,
tasdikli halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak
nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını,
bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar uygulama
programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri ayrıntıları
ile gösteren plan olarak tanımlanmıştır. Uygulama imar planları, nazım imar
planlarından sonra gelmek üzere planlama kademelenmesinde son aşamayı
oluşturmaktadırlar. Uygulama imar planlarında genel nitelikli hükümlerle
beraber parsel özelinde hükümler de bulunmaktadır.
76. Kanun’un
8. maddesinde planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması sırasında uyulacak
esaslar belirlenmiş olup anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde
onaylanmış planlardaki değişikliklerin de imar planının yapımı ve onaylanması
usulüne tabi olduğu düzenlemesine yer verilmiştir.
2. Anlam ve Kapsam
77. 3194 sayılı Kanun’un ek 8. maddesinin birinci
fıkrasında plan değişikliklerinin, plan ana kararlarını, sürekliliğini,
bütünlüğünü sosyal ve teknik altyapı dengesini bozmayacak şekilde ve teknik
gerekçeleri sağlamak şartıyla yerleşmenin özelliğine uygun olarak yapılması
öngörülmüştür. Anılan maddenin ikinci fıkrasında parsel bazında; nüfusu, yapı
yoğunluğunu, kat adedini, bina yüksekliğini arttıran imar planı değişikliklerinin
yapılamayacağı belirtilmiştir.
78. Maddenin dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde ise
taşınmaz maliklerinin tamamının talebi üzerine ada bazında yapılacak imar planı
değişikliği sonucunda değerinde artış olan arsanın artan değerinin tamamının
değer artış payı olarak alınacağı hükme bağlanmış olup anılan cümlede yer alan “…artan
değerinin tamamı…” ibaresi dava konusu kurallardan birini oluşturmaktadır.
79. Kuralla birlikte uygulamada rant vergisi
olarak da adlandırılan imar planı değişikliklerinde değer artış payı uygulaması
başlamıştır. Taşınmaz rantı kavramı, emek ve sermaye ihtiyacı olmaksızın
taşınmaz sahibinin iradesi dışında zaman içinde meydana gelen değer artışı
olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda değer artışı, bir iktisadi kıymetin
değerinde, zaman içinde, bir gider karşılığı olmadan meydana gelen ve emeğe
dayanmayan, beklenilmezlik ve hak edilmemişlik nitelikleri ağır basan artışlar
olarak tanımlanmaktadır.
80. Kuralın anayasallık denetiminin yapılabilmesi için
öncelikle kurala konu değer artış payının hukuksal niteliğinin saptanması
gerekmektedir.
81. Vergi; kamu giderlerini karşılamak amacıyla
kanunlarla gerçek ve tüzelkişilere mali güçlerine göre getirilen bir
yükümlülüktür. Belirli bir hizmetten doğrudan yararlanma karşılığı olmayan
vergi tüm kamu hizmetleri için yapılan giderlere ortak katılma payıdır.
82. Harç; kimi kamu hizmetlerinden yararlanmanın
karşılığı olarak tahsil edilen kamu gelirleridir. Ödenen vergiler bakımından,
vergi mükelleflerinin bireysel bir hizmet ya da karşılık talep etme haklarının
bulunmamasına karşın, harçlar belirli bir kamu hizmetinden yararlanmanın (tapu,
pasaport gibi) karşılığıdır.
83. Resim; bir iş ya da faaliyetin yapılmasına yetkili
kuruluşlar tarafından izin verilmesi dolayısıyla yapılan bir ödeme şeklinde
tanımlandığı gibi harca benzer biçimde kamu kuruluşlarında görülen hizmetin ve
yapılan giderlerin karşılığı olarak yalnız o işle ilgili gerçek ve
tüzelkişilerden sağlanan gelirler şeklinde de açıklanmaktadır.
84. Vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülük ise
kişilerden, yapılan kamu hizmetleri karşılığında ya da bir hizmet karşılığı
olmaksızın kamu gücüne dayanılarak alınan paralardır. Benzeri mali yükümlülük
kimi zaman vergi, harç ve resmin özelliğini ayrı ayrı yansıtırken kimi zaman da
verginin harç ve resmin ortak ögelerini taşıyabilir.
85. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin
ortak özellikleri, kanunla konulmaları ve kamu gücüne dayanılarak gerektiğinde
zorla alınmalarıdır.
86. Vergiler dışındaki mali yükümlülüklerde kısmen de
olsa karşılık ve yararlanma ilkesi geçerli olur. Çünkü bu yükümlülüklere konu
olan hizmetlerden kişilerin yararlandırılması, bu bağlamda mali bir karşılığa
dayandırılabilmesi imkânı vardır.
87. Kurala konu değer artış payının, taşınmaz
maliklerinin tamamının talebi üzerine ada bazında yapılacak imar planı
değişikliği sonucunda arsanın değerinde artış olması durumunda alındığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kamu gücüne dayalı olarak, tek taraflı bir
iradeyle ve gereğinde zorla alınan söz konusu pay, belirtilen özellikleriyle benzeri
malî yükümlülük kavramı içinde değerlendirilebilecek bir kamu geliri
niteliği taşımaktadır (AYM, E.2013/41,
K.2013/124, 31/10/2013; E.2011/142, K.2013/52, 3/4/2013; E.2003/11, K.2004/49,
7/4/2004; E.2003/9, K.2004/47, 1/4/2004).
88. Kuralda öngörülen değer artış payı da taşınmaz
malikinin emeğine veya sermayesine dayanmaksızın sadece imar planı değişikliği
sonucunda taşınmazın değerinde meydana gelen artıştan kamunun pay alması
amacıyla ihdas edilmiştir. Taşınmaz maliklerinin tamamının talebi üzerine ada
bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda taşınmazda meydana gelecek
değer artışının kamuya kazandırılması amacıyla ihdas edilen değer artış payı,
uygulama imar planı olan yerlerde, taşınmazın meri plan koşullarındaki değer tespiti
ile plan değişikliği sonrası değer tespiti arasındaki fark olarak
tanımlanabilir. Buna göre değer artış payının konusunu, taşınmaz maliklerinin
tamamının talebi üzerine gerçekleştirilecek plan değişiklikleri sonucunda
değerinde artış olan taşınmazın artan değerinin tamamı oluşturmakta olup değer
artış payı taşınmaz maliklerince ödenecektir.
89. 3194 sayılı Kanun’un ek 8. maddesinin dördüncü
fıkrasının birinci cümlesine göre değer artış payı bedelinin tespitinde 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde belirtilen bedel
tespit esasları gözetilecektir.
90. 3194 sayılı Kanun’un ek 8. maddesinin beşinci
fıkrasında imar planı değişikliği ile taşınmazda meydana gelecek değer
artışının tespitinin 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası
Kanunu’na göre yetkilendirilmiş lisanslı en az iki gayrimenkul değerleme
kuruluşu tarafından plan değişikliği açıklama raporunda belirtilen mer’i plan
koşullarındaki değer tespiti ile birlikte değişiklik sonrası değer tespiti
yapılmak suretiyle belirlenen ortalama yeni değerden az olmamak üzere, idarece
oluşturulan kıymet takdir komisyonu tarafından belirleneceği hükme
bağlanmıştır. Anılan fıkra uyarınca değer artış payı, en geç taşınmazın ilk
satışında veya ruhsat aşamasında taşınmaz maliklerince ödenir. Kıymet takdir
komisyonunca belirlenen değer artış payı, ödeme tarihinde her takvim yılı için,
bir önceki yıla ilişkin olarak 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu’nun mükerrer 298. maddesi uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden
değerleme oranında takvim yılı başından geçerli olmak üzere arttırılarak
uygulanır.
91. Maddenin altıncı fıkrasında da taşınmazın değer
artışına tabi olduğunun tapu kütüğüne şerh edileceği ve ilke olarak değer artış
payı ödenmeden yapı ruhsatının düzenlenemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
92. Yedinci fıkrada ise taşınmaz maliklerince Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı
(Bakanlık) muhasebe birimi hesabına yatırılan değer artış payı tutarlarının
ilgili idarelere dağıtılmasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.
93. Anılan fıkranın (a) bendinde büyükşehir belediyesinin
olduğu illerde yatırılan değer artış payının %25’inin büyükşehir belediyesinin
ilgili hesabına, %25’inin ilgili ilçe belediyesinin ilgili hesabına ve %25’inin
Bakanlığın dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılacağı öngörülmüş olup anılan
bentte yer alan “…%25’i…” ibareleri dava konusu kuralların bir kısmını
oluşturmaktadır.
94. Fıkranın (b) bendinde de büyükşehir belediyesi
olmayan illerde yatırılan değer artış payının %40’ının imar planı değişikliğini
onaylayan idarede açılacak ilgili hesaba, %30’unun Bakanlığın dönüşüm projeleri
özel hesabına aktarılacağı hükme bağlanmış olup anılan bentte yer alan “…%40’ı…”
ve “…%30’u…” ibareleri dava konusu kuralların bir kısmını
oluşturmaktadır.
95. (c) bendine göre ise Bakanlıkça onaylanan imar planı
değişikliğinden kaynaklanan değer artışının %75’i Bakanlığın dönüşüm projeleri
özel hesabına, kalan değer artış payının; büyükşehir belediyesinin olduğu
illerde %15’i büyükşehir belediyesinin ilgili hesabına, %10’u ilgili ilçe
belediyesinin ilgili hesabına; büyükşehir belediyesi olmayan yerlerde ise
Bakanlık payının dışındaki kalan değer artış payının tamamı plan değişikliğinin
yapıldığı yerdeki ilgili idarenin açılacak ilgili hesabına aktarılır. Anılan
bentte yer alan “…%75’i…”, “…%15’i…” ve “…%10’u…” ibareleri
dava konusu diğer kuralları oluşturmaktadır.
96. (a) bendine göre kalan değer artış payının %25’i, (b)
bendine göre kalan değer artış payının %30’u ile imar planı değişikliğinin
diğer genel bütçeli idareler tarafından onaylanması durumunda değer artış
payının tamamı genel bütçeye gelir kaydedilecektir.
3. Dördüncü
Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…artan değerinin tamamı…” İbaresi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
97. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralla
taşınmaz maliklerinin tamamının talebi üzerine ada bazında yapılacak imar planı
değişikliği sonucunda değerinde artış olan arsanın artan değerinin tamamının
değer artış payı olarak kamuya ödeneceği düzenlenmesine rağmen belediyeler veya
Bakanlık tarafından resen yapılan imar planı değişikliği sonucunda ortaya çıkan
değer artışı üzerinden değer artış payı alınmasının öngörülmediği, kuralda bu
hâliyle kamu yararının bulunmadığı, ayrıca imar planı değişikliği sonucunda
oluşan değer artış payının tamamının kamuya aktarılmasının mülkiyet hakkını
sınırladığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 35. ve 90. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
98. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır.
99. Mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar
vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi
dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme
imkânı veren bir haktır. Bu bağlamda malikin mülkünü kullanma, semerelerinden
yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin
kısıtlanması veya mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına getirilmiş bir
sınırlama niteliğindedir.
100. Dava konusu kuralda taşınmaz maliklerinin talebi
üzerine ada bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda değerinde artış
olan arsanın artan değerinin tamamının değer artış payı olarak alınacağı
öngörülmektedir. Dolayısıyla ada bazında yapılacak imar planı değişikliği
sonucunda taşınmazın değerinde meydana gelen artışın tamamının değer artış payı
olarak kamuya aktarılması taşınmaz maliklerinin mülkiyet hakkını
sınırlamaktadır.
101. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci
fıkrasında, mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gerektiği
ifade edilmiştir.
102. Öte yandan mülkiyet hakkına sınırlama getirilirken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13.
maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
103. Dava konusu kuralda hangi
durumlarda değerinde artış olan arsanın maliklerinden hangi oranda değer artış
payı alınacağının herhangi bir tereddüte yer bırakmayacak biçimde açık ve net
olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olduğu ve kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmıştır.
104. Öte yandan Anayasa’nın 13. maddesi
uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın Anayasa’da öngörülen
sınırlama sebebine uygun olması gerekir. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet
hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği öngörülmüştür. Bunun yanı sıra vergiler dışındaki mali yükümlülüklerde kısmen de olsa
karşılık ve yararlanma ilkesi geçerlidir. Zira bu yükümlülüklere konu olan
hizmetlerden kişilerin yararlandırılması, bu bağlamda mali bir karşılığa
dayandırılabilmesi imkânı vardır. İmar faaliyetlerinin amacı gözönünde
bulundurulduğunda imar planlarının düzenlenmesinde esas itibariyle bireysel
yarardan ziyade kamusal ve toplumsal yararın ön planda tutulması gerekmektedir.
Bu çerçevede imar faaliyetlerinden dolayı bazı kimselerin mal varlığında
meydana gelen değer artışlarından kamunun pay alması, toplumsal ihtiyaçları gidermeyi esas alan kamu hizmetlerinin aksamadan
yürütülebilmesini sağlamaya yönelik finansmanın oluşturulması amacına
hizmet etmektedir. Bu itibarla taşınmaz
maliklerinin tamamının talebi üzerine ada bazında yapılan imar planı
değişikliği nedeniyle ortaya çıkan değer artışının, değer artış payı olarak
kamuya aktarılmasını öngören kuralda kamu yararına dayalı meşru bir amacın
bulunduğu anlaşılmaktadır.
105. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence
altına alınan ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen
sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik,
ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını; orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir.
106. Düzenli bir kentleşmenin sağlanabilmesi amacıyla
yetkili kamusal makamlarca planlama yapılırken toplum olarak bir arada
yaşamanın doğurduğu tüm sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçların belirlenmesi
ve karşılanması hedeflenmektedir. Aynı yerleşim yerinde ve bir arada yaşayan
bireylerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi için belirli bir kamu finansmanına
ihtiyaç duyulmaktadır. Kamusal makamların kararına bağlı olarak yapılan imar
uygulamaları sonucunda ortaya çıkan değer artışından (taşınmaz rantından) ise
yalnızca mülk sahibi yararlanmaktadır. Bu çerçevede imar faaliyetlerinden
dolayı bazı kimselerin mal varlığında meydana gelen değer artışlarından kamunun
pay almasının öngörülmesi suretiyle kamuya kaynak aktarılmasının kamu
hizmetlerinin sağlıklı ve düzenli şekilde yürütülmesine katkı sağlayacağı gözetildiğinde
kuralın söz konusu amaca ulaşma yönünden elverişli
ve gerekli bir araç olmadığı söylenemez.
107. Diğer yandan imar faaliyeti ve planları hem kamusal
alanda hem de bireysel anlamda büyük önem taşımaktadır. Söz konusu faaliyetler
ve planlar kamusal açıdan kent veya çevresine yapılacak yatırımları etkilemek
veya yönlendirmek suretiyle kentin ekonomisinin ve sağlıklı çevrenin
oluşturulmasına katkı sağlamakta iken bireysel açıdan bireyin mülkiyetinde
bulunan taşınmazının ekonomik değerini etkilemektedir. Bu nedenle imara ilişkin
faaliyetlerde ve planlarda kamusal fayda ile bireysel faydanın olabildiğince
bağdaştırılması gerekmektedir.
108. Yapılan imar uygulaması sonucunda değerinde artış olan arsanın artan değerinin
değer artış payı olarak kamuya aktarılmasında kamusal
yarar bulunmakla birlikte bu yolla maliklere aşırı ve orantısız bir külfet
yüklenmemelidir. Bu bağlamda malikin, imar uygulamasından elde ettiği
yarar ile değerinde artış olan arsanın artan değerinin değer artış payı olarak
kamuya aktarılan kısmı arasında bir kıyaslama yapılmalıdır. Bu çerçevede imar
uygulaması sonucunda taşınmazın değerinde meydana gelen artış ile idareye
devredilen kısmının değeri arasında açık bir dengesizliğin bulunması durumunda
malike yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğundan söz edilebilir.
109. Kural, taşınmaz maliklerinin tamamının talebi
üzerine ada bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda değerinde artış
olan arsanın artan değerinin tamamının değer artış payı olarak kamuya
aktarılmasını öngörmektedir. Kişinin herhangi bir zahmete veya maliyete
katlanmadan kamunun gerçekleştirdiği imar uygulaması nedeniyle taşınmazında
ortaya çıkan değer artışından kamunun yüksek oranlarda pay alması, her zaman
için mülkiyet hakkı yönünden kişiye aşırı bir külfet yüklendiği sonucuna
varılması için yeterli değildir. Bununla birlikte imar faaliyetlerinden dolayı
bazı kimselerin mal varlığında meydana gelen değer artışından pay alınması, toplumsal ihtiyaçları gidermeyi esas alan kamu
hizmetlerinin aksamadan yürütülebilmesini sağlamaya yönelik finansmanın
oluşturulması amacına hizmet etmekte ise de değer
artışının tamamının değer artış payı olarak alınmasının vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülük niteliğindeki değer
artış payının oranının makul ve kabul edilebilir ölçüleri aştığı ve malike
aşırı bir külfet yüklenmesine yol açtığı sonucuna varılmıştır.
110. Kural bu hâliyle maliklerin, imar uygulamasından
elde ettikleri yarar ile yüklendikleri külfet arasında ortaya çıkan açık bir
dengesizliğin önlenmesine imkân tanımamaktadır. Diğer bir ifadeyle imar
uygulaması sonucu taşınmazın değerinde ortaya çıkan değer artışının tamamının
kamuya aktarılması suretiyle topluma bırakılan ekonomik değer ile imar
uygulamasının, taşınmazın geride kalan kısmına sağladığı ekonomik katkı
arasında makul bir orantının sağlanmasına ilişkin güvencelerin kuralda
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda değerinde artış olan arsanın artan
değerinin tamamının değer artış payı olarak alınmasını öngören kuralın makul ve kabul edilebilir ölçülere uygun olmadığı, malike
aşırı bir külfet yüklediği, kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında
gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozduğu ve bu itibarla
orantısız bir sınırlamaya neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
111. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
4. Yedinci
Fıkranın (a) Bendinde Yer Alan “…%25’i…”, (b) Bendinde Yer Alan “…%40’ı…”
ve “…%30’u…” ile (c) Bendinde Yer Alan “…%75’i…”, “…%15’i…”
ve “…%10’u…” İbareleri
a. İptal Talebinin Gerekçesi
112. Dava dilekçesinde özetle; taşınmaz maliklerinin
tamamının talebi üzerine ada bazında yapılacak imar planı değişikliği sonucunda
oluşan değer artış payının Bakanlığa, diğer kamu kurumlarına ve belediyelere
aktarılacak oranların belirlenmesi sırasında kamu yararının gözetilmediği,
hakkaniyete ve adalete uygun bir dağıtımın yapılmadığı, yerel yönetimlere
aktarılan payın yetersiz olduğu, ayrıca büyükşehir belediyeleri ile ilçe
belediyeleri ve büyükşehir olmayan belediyeler arasında ayrım yapılmasının
eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
113. Anayasa’nın 127. maddesinde öngörülen yerel
yönetimlerin özerkliği ilkesi, yerinden yönetimin varlık şartlarından olan
mali özerkliği de kapsamaktadır. Mali özerklik kavramı ise mahalli idarelerin
mali kaynaklarının bir bölümünü yerel vergi ve harçlardan oluşturmalarını,
gelirlerini ve varlıklarını kendi amaçlarına uygun bir biçimde
kullanabilmelerini ve esnek bir bütçe sistemine sahip olmalarını öngörmektedir.
Diğer bir ifade ile mahalli idarelerin mali özerkliği, merkezî yönetimin mal
varlığından ayrı mal varlığı, bağımsız gelir kaynakları ve bütçeleri olması
esasına dayanır. Nitekim Anayasa’nın anılan maddesinin altıncı fıkrasının son
cümlesinde de “Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları
sağlanır” hükmüne yer verilmek suretiyle mahalli idarelerin mali özerkliği
teminat altına alınmıştır (AYM, E.2014/72, K.2014/141, 11/9/2014; E.2019/112,
K.2020/35, 25/6/2020, § 32).
114. Dava konusu kurallar, taşınmaz maliklerince değer
artış payı olarak Bakanlık muhasebe birimi hesabına yatırılan tutarların ilgili
idarelere hangi oranlarda dağıtılacağına ilişkin düzenlemeleri içermektedir.
115. İmar planlamasının amacı, düzenli bir kentleşmenin
sağlanabilmesi amacıyla kimi uygulamaların planlanması, sürdürülebilir
kalkınmanın gerçekleştirilmesi, çevre, doğa, kültür ve doğal miras ile diğer
alanların korunması olup bu yolla kamusal yararın gerçekleştirilmesidir.
Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun oluşumunu sağlamak amacıyla kabul edilen imar planları
estetik, düzenli ve sağlıklı bir şehirleşmede önemli bir rol oynamaktadır.
116. İmar planları, 3194 sayılı Kanun’un 6. maddesinde
mekânsal planların, kapsadıkları alan ve amaçları açısından mekânsal strateji
planlarına uygun olarak Çevre Düzeni Planları ve İmar Planları
kademelerinden oluşacağı, imar planlarının ise nazım imar planı ve uygulama
imar planı olarak hazırlanacağı belirtilmiştir.
117. Anılan Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar
planlarının ilgili belediyelerce yapılacağı veya yaptırılacağı ve belediye
meclisince onaylanarak yürürlüğe gireceği, belediye ve mücavir alan dışında
kalan yerlerde yapılacak planların ise valilik veya ilgilisince yapılacağı veya
yaptırılacağı ve valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe
gireceği hükme bağlanmıştır.
118. Kanun’un “İstisnalar” başlıklı 4. maddesiyle
anılan maddede sayılan kanunlar ile diğer özel kanunlarla belirlenen veya
belirlenecek olan yerlerde, bu Kanun’un özel kanunlara aykırı olmayan hükümlerinin
uygulanacağı öngörülmüştür.
119. Kanun’un 9. maddesinde de Bakanlığın imar planı ve
değişiklikleri yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye ve resen onaylamaya yetkili
kılındığı durumlar belirtilmiştir. Ayrıca 10/7/2018 tarihli ve 30474 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan (1) numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 97. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde yerleşmeye, çevreye ve yapılaşmaya dair imar, çevre, yapı ve yapım
mevzuatını hazırlamak, uygulamaları izlemek ve denetlemek; (ç) bendinde ise her
tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke,
strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak,
Cumhurbaşkanınca yetkilendirilen alanlar ile merkezî idarenin yetkisi içindeki
kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her
türlü yapı, millî güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak
alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesislerine ilişkin
etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak,
onaylamak Bakanlığın görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.
120. Anılan hükümler gözetildiğinde imar planlarına
ilişkin karar alma, onaylama ve uygulama gibi birçok konuda, belediyeler
dışında merkezî idare teşkilatı içinde yer alan çeşitli kamu kurum ve
kuruluşlarının da yetkili kılındığı görülmektedir.
Buna göre imar planlarının hazırlanması amacıyla merkezî yönetimle
birlikte yerel yönetimlerin birtakım kamusal maliyetlere katlandığı açık
olmakla birlikte bu alandaki ihtiyaçların
giderilmesi amacıyla yapılan hizmetler ve yürütülen faaliyetler toplumun
genelini ilgilendirmektedir. Bu nedenle düzenli ve sağlıklı bir
şehirleşmenin gerçekleştirilmesi amacıyla gerek merkezî yönetim, gerekse yerel
yönetimler tarafından yürütülen faaliyetler mahallî
müşterek ihtiyaçların karşılanmasının ötesinde ulusal düzeyde ihtiyaçların
karşılanmasına ve ulusal çıkarların korunmasına yönelik faaliyetlerdir.
121. Bu bağlamda dava konusu kurallarla, imar planı
değişikliğinin yapıldığı alanın büyükşehir belediyesi sınırları içinde olup
olmamasına ve imar planı değişikliğini onaylayan idareye göre değer artış
payının merkezî idare ile belediyelere farklı oranlarda aktarılması yönünde
düzenlemeler yapılmış, buna göre belediyeler tarafından onaylanan imar planı
değişikliklerinin yanı sıra Bakanlık veya diğer ilgili idareler tarafından
onaylanan imar planı değişiklikleri sonucunda ortaya çıkan değer artış payının
da belirli oranlarda belediyelere aktarılması öngörülmüştür.
122. Bu itibarla imar planı değişikliği sonucunda
değerinde artış olan arsanın artan değeri nedeniyle taşınmaz maliklerince
ödenen değer artış payının, imar planlarını onaylamaya yetkili ilgili idareler
arasında dağıtılmasına ilişkin kurallar, anayasal
sınırlar içinde kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olup kurallarda kamu
yararı dışında bir amacın gözetildiği söylenemeyeceği gibi mahallî idarelerin
mali özerkliğine aykırı bir yön de bulunmamaktadır.
123. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2. ve
127. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 10. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
Ç. Kanun’un 18. Maddesiyle 1319 Sayılı Kanun’un
Değiştirilen 44. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
124. Kamu hizmetlerinin finansmanı için gerekli olan
gelirin elde edilmesi, gelir ve servet dağılımındaki dengesizliklerin ortadan
kaldırılması ya da azaltılması suretiyle vergilemede adaletin sağlanması
amacını güden vergi politikalarının gerçekleştirilebilmesini sağlayan
araçlardan birisi de servetin vergilendirilmesidir. Her ülke içinde bulunduğu
şartlara ve servet vergisinin türüne göre servet unsurlarının tamamını veya bir
kısmını vergi konusunun içine almaktadır. Serveti vergilendirme gereği,
servetin vergi ödeme gücünü temsil etmesi ve diğer vergilerin ödeme gücünü
belirlemede yetersiz kalması nedeni ile ortaya çıkmaktadır. Servet unsurlarının
en önemlilerinden birisi olan taşınmazlar da servet vergisinin konusu içinde en
temel yeri teşkil etmektedir.
125. Değerli konut vergisi de servet vergilerinin bir
türüdür. Bu itibarla anılan verginin mali güç ölçütünden hareketle servetin
vergilendirilmesi amacıyla ihdas edilen bir vergi olduğu anlaşılmaktadır.
Değerli konut vergisi, 1319 sayılı Kanun’un Dördüncü Kısmında yer alan 42 ila
49. maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 42. maddesine göre Türkiye
sınırları içinde bulunan mesken nitelikli taşınmazlardan Kanun’un 29. maddesine
göre belirlenen bina vergi değeri 5.000.000 Türk lirasının (TL) üzerinde
olanlar değerli konut vergisine tabidir.
126. Verginin matrahı, üzerinden vergi miktarının
hesaplanacağı ve vergi kanunlarında gösterilen oranların uygulanacağı belirli
değerleri ifade etmektedir. Değerli konut vergisi, servet üzerinden alınan bir
vergi olarak kişilerin vergi ödeme gücünün göstergesi olan bina gibi taşınmaz
servet unsurlarını vergilendiren bir niteliğe sahiptir. Buna göre değerli konut
vergisinde matrah olarak kabul edilecek olan unsur binanın değeridir. Binanın
değeri ise Kanun’un 29. maddesine göre tespit edilen vergi değeridir.
127. Kanun’un 44. maddesinin birinci fıkrasına göre
değerli konut vergisinin matrahı, bina vergi değerinin 42. maddede yer alan
tutarı aşan kısmıdır. Buna göre bir taşınmazın değerli konut vergisine tabi
olması için 29. maddeye göre belirlenen bina vergi değerinin 5.000.000 TL’nin
üzerinde olması gerekir.
128. Kanun’un 44. maddesinin ikinci fıkrasında ise
değerli konut vergisinin oranları düzenlenmiştir. Buna göre değerli konut
vergisi artan oranlı tarifeye sahip bir vergidir ve değerli konut vergisinin
oranlarına ilişkin tarifede; binde 3, binde 6 ve binde 10 olmak üzere üç farklı
vergi dilimi bulunmaktadır.
129. Anılan maddenin dördüncü fıkrasına göre anılan
maddede yer alan tutar ile ikinci fıkrada yer alan vergi oranlarına esas mesken
nitelikli taşınmaz değerlerinin alt ve üst sınırları her yıl bir önceki yıla
ilişkin olarak 213 sayılı Kanun hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme
oranının yarısı nispetinde artırılır. Söz konusu maddenin beşinci fıkrasında da
Cumhurbaşkanının, dördüncü fıkrada belirtilen yeniden değerleme oranının yarısı
nispetindeki artış oranını yeniden değerleme oranına kadar artırmaya yetkili olduğu
hükme bağlanmıştır.
130. Dördüncü fıkraya dayanılarak çıkarılan ve 30/12/2022
tarihli ve 32059 (2. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Emlak Vergisi
Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 82) ile Kanun’un 42. maddesinde yer alan
5.000.000 TL tutarı 2023 yılı için 9.967.000 TL olarak belirlenmiştir. Bu
itibarla bir taşınmazın 2023 yılında değerli konut vergisine tabi olması için
29. maddeye göre belirlenen bina vergi değerinin 9.967.000 TL’nin üzerinde
olması gerekir.
131. Kanun’un 44. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan
dava konusu kuralda ise paylı mülkiyette ve elbirliği mülkiyette, değerli konut
vergisi matrahının hesabında mesken nitelikli taşınmazın toplam değerinin esas
alınacağı hüküm altına alınmıştır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
132. Dava dilekçesinde özetle; değerli konut vergisinin
konusunu oluşturan ve paylı mülkiyet veya elbirliği mülkiyet yoluyla sahip
olunan mesken nitelikli taşınmazın matrahının hesabında hisseye isabet eden
değeri yerine toplam değerinin esas alınmasının maliklerin aleyhine olduğu,
nitekim payın değeri itibarıyla değerli konut vergisinin konusu olmayan
taşınmazın tamamının değerinin esas alınması durumunda anılan vergiye tabi
olabileceği, bu durumun vergi ödeme yükümlülüğünün mali güce göre belirlenmesi
ilkesiyle bağdaşmadığı, ayrıca değerli konut vergisinin mükellefleri arasında
eşitsizlik oluşturduğu belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 10. ve 73. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
133. Anayasa’nın 73. maddesinde herkesin kamu giderlerini
karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi
yükünün adaletli ve dengeli dağılımının maliye politikasının sosyal amacı
olduğu, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı,
değiştirileceği veya kaldırılacağı öngörülmüştür.
134. Vergilendirme yetkisi, devletin,
ülkesi üzerindeki egemenliğine bağlı olarak, vergi alma konusunda sahip olduğu
hukuksal ve fiilî güçten kaynaklanmaktadır. Herkes tarafından yerine
getirilmesi gereken bir yükümlülük olarak kabul edilen ve devletin kamusal
ihtiyaçları karşılaması için egemenlik gücüne dayanarak tek taraflı iradesiyle
kişilere yüklediği bir kamu alacağı şeklinde tanımlanan verginin, anayasal
sınırlar içinde salınıp toplanması zorunludur. Vergi hukukunda, vergi olgusunun
niteliklerini oluşturan yasal düzenlemelerde Anayasa’nın bu konudaki
ilkelerinin gözönünde tutulması gerekir. Bu anlamda, devletin vergilendirme
yetkisi vergide kanunilik, mali güç ve genellik gibi kimi anayasal ilkelerle
sınırlandırılmıştır. Buna göre vergi, Anayasa’nın öngördüğü ilkeleri gözetecek
şekilde kanunla düzenlenmeli ve doğal olarak vergide eşitlik ilkesinin uygulama
aracı olan mali gücü de yansıtmalıdır. Vergi tekniği, vergi adaletini
yansıtmadıkça maliye politikasının sosyal amacını gerçekleştiremez (AYM, E.2008/110, K.2010/55, 1/4/2010).
135. Verginin mali güce göre alınması ve genelliği
ilkeleriyle vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi
amaçlanmıştır. Ekonomi ve vergi hukuku alanında mali güce ilişkin göstergelerin
gelir, servet ve harcamalar olduğu kabul edilmektedir. Mali güç, ödeme gücünün
kaynağı, dayanağı, nedeni ve varlık koşuludur. Kanun koyucunun vergilendirmede,
kişilerin sahip olduğu ekonomik değer ile mali güçlerini gözönünde bulundurması
gerekir. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım yapılmaksızın mali gücü
olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder. Mali güce
göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre
alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide eşitlik ilkesinin uygulama aracı
olup mali gücü fazla olanın mali gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesini
gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise mali gücü aynı olanlardan aynı, farklı
olanlardan ise farklı oranda vergi alınması esasına dayanır (AYM, E.2008/110,
K.2010/55, 1/4/2010; E.2013/72, K.2013/126, 31/10/2013).
136. Dava konusu kuralda paylı mülkiyette ve elbirliği
mülkiyette, matrahın hesabında mesken nitelikli taşınmazın toplam değerinin
esas alınacağı düzenlenmiştir. Bununla birlikte kural verginin matrahının, yani
verginin üzerinden hesaplanacağı parasal değerin belirlenmesine ilişkin bir
düzenleme içermekte olup paylı mülkiyetle veya elbirliği mülkiyeti ile
taşınmaza malik olanları hesaplanan verginin tamamından sorumlu tutmamaktadır.
137. Kanun’un “Mükellefiyet:” başlıklı 45.
maddesinde değerli konut vergisini mesken nitelikli taşınmazların maliki, varsa
intifa hakkı sahibi, her ikisi de yoksa mesken nitelikli taşınmaza malik gibi
tasarruf edenlerin ödeyeceği, bir mesken nitelikli taşınmaza paylı mülkiyet
hâlinde malik olanların, hisseleri oranında mükellef olacakları, elbirliği
mülkiyette ise maliklerin vergiden müteselsilen sorumlu oldukları kurala
bağlanmıştır.
138. Paylı mülkiyet durumunda, aynı gayrimenkul üzerinde
fiilen taksim edilmemiş belirli hisselerde birden çok kişinin malik olması söz
konusudur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 688.
maddesinin birinci fıkrasına göre paylı mülkiyette, birden çok kimse maddi
olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla malik olma durumu söz
konusudur. Paylı mülkiyette, paydaşlardan her biri kendi payı bakımından
mülkiyete ilişkin hak ve yükümlülüklere sahip olmaktadır. Buna göre değerli
konut vergisine konu olan bir taşınmaza, paylı mülkiyet hâlinde malik olanlar,
hisseleri oranında mükelleftirler. Birden çok kişinin bir taşınmaza aynı anda
malik olmaları durumunda, değerli konut vergisinden, taşınmaza paylı mülkiyetle
sahip olan malikler hisseleri oranında ve kendi hissesine düşen miktardan
şahsen sorumludurlar. Paylı mülkiyette müteselsil sorumluluk söz konusu
değildir. Her paydaşın değerli konut vergisi yalnızca kendisinden istenebilir.
Bir paydaşın değerli konut vergisinden dolayı diğer hissedarlar sorumlu
tutulamaz.
139. Elbirliği mülkiyeti, ortak mülkiyetin diğer bir türü
olup 4721 sayılı Kanun’un 701 ila 703. maddelerinde düzenlenmiştir. Elbirliği
mülkiyetinde malikler taşınmazın tamamı üzerinde ve hep birlikte mülkiyet
hakkına sahip olurlar. Ortaklardan hiçbiri kanundan ya da sözleşmeden doğan
topluluk devam ettiği sürece diğerlerinin onayı olmadan mülkiyetin konusu olan
malın tümü veya belirli bir kısmı üzerinde tasarrufta bulunamaz. Değerli konut
vergisi açısından malikler, paylı mülkiyette hisseleri oranında ve kendi
hissesine düşen miktardan şahsen sorumlu olurlarken elbirliği mülkiyetinde ise
tüm hissedarlar, verginin tamamından müteselsilen sorumludurlar. Bununla
birlikte ödemiş oldukları vergi nedeniyle diğer elbirliğiyle ortaklara
hisseleri oranında rücu etme hakkına sahiptirler.
140. Bunun yanı sıra değerli konut vergisine ilişkin
olarak 1319 sayılı Kanun’da öngörülen vergi kolaylıklarından paylı mülkiyetle
veya elbirliği mülkiyeti ile taşınmaza malik olanların da yararlanacağı
açıktır.
141. Bu bağlamda değerli konut vergisinde vergi
mükelleflerinin sahip olduğu konutlarının toplam varlık değerine bakılmamakta,
konutlar üzerinden tek tek değerleme yapılmaktadır. Bu açıdan, bir kişinin
değerli konut vergisinin mükellefi olabilmesi için, değeri 9.967.000 TL’yi geçen
birden fazla konuta sahip olması gerekmektedir. Anılan Kanun’un 46. maddesinin
(b) bendinde Türkiye sınırları içinde mesken nitelikli tek taşınmazı olanlar
ile birden fazla mesken nitelikli taşınmazı bulunanların, değerli konut vergisi
konusuna giren en düşük değerli mesken nitelikli tek taşınmazın değerli konut
vergisinden muaf olduğu hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm uyarınca bir kişinin
değerli konut vergisi mükellefi olması için değeri 9.967.000 TL’nin üzerinde
bulunan mesken niteliğinde en az iki taşınmazın maliki olması gerekmektedir. Bu
vergi muafiyeti paylı mülkiyetle veya elbirliği mülkiyeti ile taşınmaza malik
olanlar açısından da geçerlidir.
142. Ayrıca değerli konut vergisinin matrahı Kanun’un 44.
maddesine göre bina vergi değerinin 42. maddede yer alan tutarı (9.967.000
TL’yi) aşan kısmıdır. Bu itibarla bina değerinin 9.967.000 TL’lik kısmı
ise değerli konut vergisinin matrahı olarak dikkate alınmayacak, bu kısım
sadece emlak vergisinin konusunu oluşturacaktır. Bu yolla taşınmazın değerinin
9.967.000 TL’lik kısmı değerli konut vergisinin konusu dışında bırakılmıştır.
Paylı mülkiyetle veya elbirliği mülkiyeti ile taşınmaza malik olanlar da bina
vergi değerinin yalnızca 42. maddede yer alan tutar olan 9.967.000 TL’yi aşan
kısmından sorumlu olacaktır.
143. Öte yandan değerli konut vergisi, vergiye tabi gelir
ya da servetin tutarının artması durumunda farklı dilimler itibarıyla farklı ve
genellikle daha yüksek oranlarda vergi hesaplanması esasına dayanan ve vergi
ödeme gücünün kavranması açısından en uygun tarife tiplerinden birisi olan
artan oranlı tarife üzerinden hesaplanmaktadır. Artan oranlı vergi tarifesi,
değeri belirli bir miktarın üzerine çıkan mesken niteliğindeki taşınmazların
vergilendirmesini sağlama amacına hizmet etmekte olup servet unsurlarının
vergilendirilmesi sırasında bu tarifenin uygulanmasının verginin mali güce göre
alınması ve vergi yükünün adaletli ve dengeli
dağıtılması ilkesini gerçekleştirme amacına hizmet etmediği de
söylenemez.
144. Değerli konut vergisinin konusunun vergi değeri
9.967.000 TL’nin üzerindeki mesken niteliğindeki taşınmazlar ve verginin
matrahının 9.967.000 TL’nin üzerindeki kısmı olduğu, değerli konut vergisi
mükellefi olunabilmesi için mesken niteliğindeki en az iki taşınmaza sahip
olunması gerektiği, bunlardan değeri düşük olanın değerli konut vergisinden
istisna tutulduğu ve artan oranlı vergi tarifesinin uygulandığı gözetildiğinde
değerli konut vergisinin, yüksek değerli birden fazla mesken nitelikli
taşınmaza sahip olunması durumunda mali güç ölçütünden hareketle servetin
vergilendirilmesi amacıyla ihdas edilen bir vergi olduğu anlaşılmaktadır.
145. Bu itibarla paylı mülkiyette ve elbirliği mülkiyette, matrahın
hesabında mesken nitelikli taşınmazın toplam değerinin esas alınmasını öngören
kuralın değerli konut vergisine konu taşınmaza paylı
ve elbirliğiyle ortak olan mükellefler açısından vergi yükünün adaletli ve
dengeli dağıtılması ilkesini bozmadığı ve verginin mali güce göre
alınması ilkesine aykırılık oluşturmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
146. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 73. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN ve Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
D. Kanun’un 20. Maddesiyle 3414 Sayılı Kanun’un 1.
Maddesinin Yürürlükten Kaldırılmasının İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
147. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla 775
sayılı Kanun’un daha önceden belediyelere verdiği hak, görev ve yetkilerin
merkezî idareye devredildiği, bu hâliyle kuralda kamu yararının bulunmadığı,
ayrıca kuralın anılan Kanun’un uygulanmasıyla ilgili verilen yargı kararlarını
etkisiz bırakma amacı taşıdığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
148. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 127. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
149. Dava konusu kuralla 3414 sayılı Kanun’un, “775
sayılı Gecekondu Kanununun belediye sınırları ile mücavir alanlardaki tatbikatı
için Bayındırlık ve İskân Bakanlığına verilen hak, yetki ve görevler ilgili
belediyelere devredilmiştir. Belediyeler bu hak, yetki ve görevleri yetkili
organları eliyle kullanırlar./ Büyük şehirlerde bu Kanunun tatbikatı büyük
şehir belediyelerinin koordinatörlüğünde ilçe belediyelerince yapılır.”
şeklindeki 1. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.
150. Buna karşılık 775 sayılı Kanun’a 7221 sayılı
Kanun’un 2. maddesiyle eklenen ek 6. maddenin ikinci fıkrasında 3414 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra belediyelerce 775 sayılı Kanun’a göre
oluşturulan veya oluşturulacak alanlardaki uygulamalarda ilgili belediyenin
yetkili olduğu; belediyelerin bu hak, yetki ve görevlerini yetkili organları
eliyle kullanacakları; büyükşehirlerde bu Kanun’un uygulanmasının büyükşehir
belediyelerinin koordinatörlüğünde ilçe belediyelerince yapılacağı
belirtilmiştir.
151. Dava konusu kuralın gerekçesinde de “Bu Kanunun 2
nci maddesiyle 775 sayılı Gecekondu Kanununda değişiklik yapılarak gecekondu
alanlarında TOKİ ile belediyeler arasındaki yetki çakışması giderilmektedir. Bu
değişikliğe paralel olarak mevzuatta çakışmaya neden olabilecek diğer
hükümlerin de yürürlükten kaldırılması gerekmektedir./ Ancak 1/2/1989 tarihli
ve 3520 sayılı Bazı Kanunların Madde Numaralarının Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile 3414
sayılı Kanunun 1 inci maddesi 775 sayılı Kanunun ek 2 nci maddesi olarak
numaralandırılmıştır. Buna rağmen mevzuatta 3414 sayılı Kanunun 1 inci maddesi
775 sayılı Kanunun işlenemeyen hükümler bölümünün 1 inci maddesi olarak yer
almaktadır./ Madde ile; 3414 sayılı Kanunun 1 inci maddesi yürürlükten
kaldırılarak, bu Kanunla 775 sayılı Gecekondu Kanununda yapılan düzenlemeye
uyum sağlanması amaçlanmaktadır.” denilmektedir.
152. Bu itibarla kuralla 3414 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin düzenlediği hususlar itibarıyla ilgili olduğu maddeye taşınması
amacıyla yürürlükten kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
153. 775 sayılı Kanun’a 7221 sayılı Kanun’un 2.
maddesiyle eklenen ek 6. maddenin birinci fıkrasının Anayasa’ya uygunluk
denetimi bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
154. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 127.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 138. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
E. Kanun’un 21. Maddesiyle 3621 Sayılı Kanun’un 6.
Maddesinin Beşinci Fıkrasına Eklenen (g) Bendinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
155. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla
kıyılarda imar planı kararı ile millet bahçesi yapılabilmesine imkân tanındığı
ancak tanımı ve kapsamı kanuni düzenlemelerle belirlenmemiş olan millet
bahçelerinin kıyılarda yapılabilmesine imkân sağlayan kuralın belirsiz olduğu,
deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil
şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetilmesi gerektiği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 43. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
156. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 56. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
157. Kuralla kıyılarda imar planı kararı ile millet
bahçesi yapılabileceği hükme bağlanmıştır.
158. Anayasa’nın 43. maddesinde “Kıyılar, Devletin
hüküm ve tasarrufu altındadır./ Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve
göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu
yararı gözetilir./ Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre
derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla
düzenlenir.” denilmektedir.
159. Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında
olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak
genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri çerçevesinde herkesin ortak
kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir.
160. Denizle kıyıların oluşturduğu doğal ve ayrılamaz
ilişki ve bütünlük gözetildiğinde denizden yararlanmak ancak kıyının
kullanımının herkese açık olması ile sağlanabilecektir. Anayasa’nın 168.
maddesinde tabii servetlerin ve kaynakların, devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunduğu hükme bağlanmıştır. Anayasa koyucu kıyının hukuksal konumunu,
genel nitelikte tabii servet ve kaynaklarla ilgili maddeler dışında bağımsız ve
ayrı bir maddede açıklamıştır. Dolayısıyla kıyılar tabii servet ve kaynaklardan
biri olmakla birlikte ülkemiz açısından giderek artan ekonomik ve sosyal
değerleri gözönünde bulundurularak Anayasa’nın 43. maddesinde özel olarak
düzenlenmiştir. Bu düzenleme doğal niteliği itibarıyla herkesin serbestçe
yararlanmasına açık ve bu nedenle bir kamu malı olan kıyıların kendisine tabii
servet ve kaynak niteliği kazandıran özelliklerini yitirmemesi ve bu
özellikleri nedeniyle korunması gereğinin bir sonucudur (AYM, E.2018/70, K.2019/54,
26/6/2019, § 13, E.2019/35, K.2019/53, 26/6/2019, § 18).
161. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir./ Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükümlerine yer verilmiştir.
162. Buna göre çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının
korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik tedbirleri almak devletin
temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak için
etkili bir hukuk düzeni oluşturmakla yükümlüdür.
163. Anayasa’nın 43. maddesi ile 56. maddesi arasında
yakın bir ilişki bulunmaktadır. Nitekim denizlerin devamı olan kıyıların,
kıyıları tamamlayan sahil şeritlerinin, deniz, göl ve akarsularda ekolojik
özellikler dikkate alınarak doldurma ve kurutma yoluyla elde edilen arazilerin
dengeli bir çevre ile yakın ilişkisinin bulunduğu tartışmasızdır. Yine kamuya
açık kıyıların ve denizlerin kirlenmesinde sahil şeridinin kullanılış biçimi en
büyük etkendir. Sahil şeritleri, kıyılar, doldurma ve kurutma yoluyla elde
edilen araziler kişilerin yararlanacağı doğal çevreyi oluşturur. Herkes, bu
çevrede sağlıklı ve dengeli yaşama hakkına sahiptir. Kıyılar, sahil şeritleri
ile doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan araziler üzerindeki yapı ve
yapılaşmalar yönünden herhangi bir kısıtlamanın olmadığı, bu alanlarda çevre
koşullarına ve kamu yararı esasına göre belirlenmemiş uygulamalar kişileri bu
anayasal haktan yoksun bırakacaktır.
164. 3621 sayılı Kanun kapsamında kıyılar, sahil
şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin olarak
getirilen yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümler bu alanların doğal ve
kültürel özellikleri gözetilerek tabii servet ve kaynak olarak değerlerinin
korunması amacına ve bu alanlardan yararlanmada öncelikle kamu yararının
gözetilmesi esasının gerçekleşebilmesine hizmet etmektedir. Anılan hususlarda
ne şekilde düzenleme yapılacağı kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamında bulunmakla birlikte kıyıda imar planı kararı
ile millet bahçeleri yapılmasına imkân tanıyan kuralın Anayasa’nın 43. ve 56.
maddelerinde belirtilen esaslara aykırı olmaması gerekir.
165. Açık alan kavramı, kent dokusunun önemli temel
elemanlarından birisi olup mimari yapı ve ulaşım alanları dışında kalan
açıklıklar veya boş alanlar olarak tanımlanmaktadır. Yeşil alanlar ise kentin
içinde ve çevresinde yer alan, rekreasyon, peyzaj ve hidroloji gibi işlevler
gören ormanlar, korular, çeşitli işlev ve büyüklükteki parklar, mezarlıklar,
refüj alanları ve bina bahçeleri gibi canlı (ağaç, çalı, yer örtücü, çimen
gibi) ve cansız (yollar, su elamanları, kent mobilyaları gibi) elamanlardan
oluşan alanlardır. Yeşil alan, bir kentsel alana bitişik herhangi bir bitki
örtüsüne sahip arazi olarak tanımlanmakta ve çalılık, doğa rezervleri, millî
parklar, açık hava spor alanları, okul oyun alanları ve kentsel alana bitişik
kırsal veya yarı kırsal alanları da içermektedir. Bu tanıma göre her yeşil alan
bir açık alan niteliğindedir.
166. 3194 sayılı Kanun’da yeşil alanlara yönelik bir
tanımlama yapılmamıştır. İmar uygulamaları ile ilgili olarak yeşil alan
tanımına 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nun 5. maddesinde
rastlanmakta olup anılan maddenin birinci fıkrasında “Boğaziçi Alanında
orman sayılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına veya özel mülkiyete ait koru,
koruya katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve benzeri alanlar yeşil alan
sayılır ve bitki varlıkları geliştirilerek muhafaza edilir.” denilmektedir.
Ayrıca söz konusu maddede bu alanlardaki ağaç varlıklarının yok edilmesi veya
tahrip edilmesi yasaklanmış, yeşil alan sayılan bu yerlerde mahalli mahsullerin
yetiştirilmesine devam edileceği hükme bağlanmıştır. Buna göre 2960 sayılı
Kanun hükmü uyarınca koru, koruya katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve
benzeri alanların imar uygulamaları açısından yeşil alan kapsamında kabul
edilmesi mümkündür.
167. Diğer yandan dava konusu kuralda
yer alan “…bahçe…” ibaresi ayrı ayrı ya da karışık olarak sebze,
çiçek, meyve ağacı yetiştirilen, çevresi çit ya da benzeri bir şeyle çevrilmiş
toprak parçası ya da evlerin önünde, içinde çiçek, çim, ağaç bulunan çevrilmiş
yeşil alan için kullanılmaktadır. Nitekim Türk Dil Kurumu Sözlüğü, bahçeyi “sebze,
meyve, çiçek veya ağaç yetiştirilen yer” olarak tanımlamaktadır. Bu
tanımlardan anlaşılacağı üzere, bahçe kavramının açık ve yeşil alanları ifade ettiği görülmektedir. Bu nedenle imar
planlarında millet bahçesi olarak öngörülen bir alanın açık ve yeşil
alan olarak tanzimi zorunlu olup söz konusu alanların başka bir şekilde
değerlendirilmesi veya başka bir amaç için kullanılması mümkün değildir. Buna
göre millet bahçesi ibaresi genel kavram
niteliğinde olmakla birlikte kavramın hukuki niteliği ve objektif anlamı
açısından değerlendirildiğinde belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu
söylenemez. Dolayısıyla kuralın belirlilik ilkesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
168. Öte yandan imar uygulamaları açısından açık ve yeşil
alan kavramı içinde değerlendirilmesi gerektiği açık olan millet bahçelerinin,
kentlere estetik, ekolojik, sürdürülebilir ve rekreaktif değeri yüksek açık ve
yeşil alanların kazandırılması, bu yolla insanların kentleşme sonucu ortaya
çıkan çevre sorunlarına karşı, sağlıklı ve kentsel yaşam kalitesi daha yüksek
kentlerde yaşamasına katkı sağlama amacına hizmet edeceği açıktır. Nitekim
millet bahçeleri, kamusal amaçlı herkesin kullanımına açık olan ve dinlenme,
eğlenme, rekreaktif amaçlı eylemlerin gerçekleştirilebileceği yeşil alanlardır.
Yeşil alanlar, yaşamsal bir gerekliliktir ve bir kente ekolojik, ekonomik,
sosyokültürel, psikolojik ve estetik açısından önemli katkılar sağlayan
fiziksel mekânlardır. Bu çerçevede millet bahçelerinin çevreyi koruma, yeşil
alanları artırma, düzenli kentleşmeyi sağlamak amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu itibarla kuralla kamu yararı dışında bir
amacın gözetildiği söylenemez.
169. Nitekim kuralın gerekçesinde de “…Kıyı Kanununun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrasına
eklenen bent ile tanımı itibariyle bir açık-yeşil alan fonksiyonu olan ve
kamusal kullanıma dönük olması itibariyle de, Kıyı Kanununun temel amacı ile
örtüşen millet bahçelerinin; kıyı mevzuatına tabi alanlarda yer alabilmesini
teminen kıyılarda yer alabilecek açık yeşil alanlar (park, yeşil alan, çocuk
bahçeleri) içerisine eklenmesi öngörülmektedir.” denilmektedir.
170. Ayrıca kıyılarda imar planı kararı ile
yapılabileceği öngörülen millet bahçelerinin yapılacağı kıyılar, sahil
şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve
yapılaşmaya dair 3621 sayılı Kanun’da yer alan sınırlayıcı hükümlerinin uygulanmasına
devam edileceği gözetildiğinde söz konusu alanlarda yapılacak yapı ve
yapılaşmaların hangi ilkelere, kurallara ve sınırlamalara tabi olacağı
konusunda herhangi bir tereddüdün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir
deyişle söz konusu alanlarda yapılacak millet bahçeleri açısından da kıyı
hukuku rejimi yönünden tabi olunacak kurallar mevcuttur. Bu durumda Anayasa’nın
43. ve 56. maddeleri uyarınca devlete verilen çevreyi ve kıyıları koruma
görevinin yerine getirilmesini engelleyen bir durumun bulunmadığı
görülmektedir.
171. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 43. ve
56. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
F. Kanun’un 22. Maddesiyle 3621 Sayılı Kanun’un Yeniden
Düzenlenen Ek 2. Maddesinin ve Anılan Kanun’a Eklenen (5) Numaralı Kroki ile
Listenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
172. Dava dilekçesinde özetle; kıyı ve
sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetilmesi
gerektiği, dava konusu kurallar kapsamındaki kıyı alanının herhangi bir kamu
yararı bulunmaksızın imar planı kararıyla
resmi kurum alanı olarak belirlenebileceği, dava konusu maddede yer alan resmi
kurum alanı kavramının kanuni bir tanımının bulunmadığı, bu itibarla
kuralların kıyılardan yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenlenmesi
gerekliliğini karşılamadığı, hukuki güvenlik
ilkesi gereğince normların belirli ve öngörülebilir olması gerektiği, bu
durumun yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmadığı, 3621 sayılı Kanun kapsamında yapılaşma yasağı
getirilen alanların çevre mevzuatı uyarınca Duyarlı Yöreler kapsamında
kabul edilerek korunmasına rağmen kurallarla söz konusu alanın bu kapsamdan
çıkarıldığı, kurallara konu alanda anılan Kanun’un yapı ve yapılaşmaya
ilişkin kısıtlamalarının fiilen göz ardı edildiği, kuralların Anayasa
Mahkemesinin daha önce verdiği iptal kararı nedeniyle yeniden düzenlendiği,
ancak dava konusu maddenin ekinde yer alan dava konusu kroki ile sınır ve
koordinatları gösteren listeyle daha önce iptal edilen kroki ve listenin özdeş
olduğu, buna göre sadece madde metni değiştirilmek suretiyle daha önce iptal
edilmiş olan maddeyle benzer bir düzenlemenin yapıldığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 7., 11., 43., 56. ve 153.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
173. Dava konusu maddeyle ekli (5) numaralı kroki ile
listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın 3621 sayılı Kanun’a tabi
kısımlarında imar planı kararıyla resmi kurum alanı yapılabileceği, bu alanın,
imar planında belirlenen amaç dışında kullanılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Dava konusu diğer kural olan ekli kroki ve listeyle sınır ve koordinatları
belirlenen alan ise Bitlis Ahlat’ta Van Gölü kıyısına ilişkin bir alandır.
174. 3621 sayılı Kanun’a 7162 sayılı Kanun’un 7.
maddesiyle eklenen ek 2. madde “Ekli (1), (2), (3) ve (4) nolu krokiler ile
listelerde sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda bu Kanunun kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümleri uygulanmaz.” şeklindeydi. Söz
konusu madde ve maddeye ekli krokiler ile listeler Anayasa Mahkemesinin
26/6/2019 tarihli ve E.2019/35, K.2019/53 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Anılan
iptal kararında dava konusu kurallarla Kanun’a ekli kroki ve listelerde sınır
ve koordinatları gösterilen Çandarlı Limanı, Rize İyidere Lojistik Merkez
Limanı, Rize dolgu alanı ve Bitlis Ahlat’taki alanda Kanun’un kıyılar, sahil
şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve
yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerinin bir bütün olarak
uygulanmayacağının belirtildiği, söz konusu alanlarda yapılacak yapılara
ilişkin olarak kıyı hukuku rejimi yönünden denetimsiz bir alan oluşturulduğu,
ayrıca belirli alanlardaki yapılaşmaların 3621 sayılı Kanun’daki
sınırlamalardan istisna tutulmasının, hukuki belirsizliğe yol açtığı
belirtilmiştir.
175. Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararı üzerine anılan
madde 7221 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle “Ekli (5) numaralı kroki ile
listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna tabi kısımlarında
imar planı kararıyla resmi kurum alanı yapılabilir. Bu alan, imar planında
belirlenen amaç dışında kullanılamaz.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
176. Bu itibarla kanun koyucu, bu kez sadece Kanun’a ekli
(5) nolu kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen Bitlis Ahlat’taki
alanla ilgili düzenleme yapmış, bu alanda imar planı kararıyla resmi kurum
alanı yapılabilmesinin mümkün olduğu ve bu alanın imar planında belirlenen amaç
dışında kullanılamayacağı belirtilmiş, bunun yanı sıra kıyılarda yapı ve
yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerin söz konusu alanda uygulanmasını
engelleyen bir düzenleme de öngörmemiştir.
177. Dava konusu maddede yer alan “…resmî kurum
alanı…” ibaresinin tanımı kuralda veya imar uygulamalarına ilişkin temel
kanun niteliğindeki 3194 sayılı Kanun’da yer almamakta olup söz konusu ibareye,
anılan Kanun’un 18. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımı yapılmaksızın yer
verilmiştir. Söz konusu fıkrada resmi kurum alanı, düzenleme ortaklık
paylarının tahsis edilebileceği toplumsal hizmet alanlarından biri olarak
sayılmıştır.
178. Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların;
plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun oluşumunu sağlamak amacıyla
düzenlenmiş olan anılan Kanun’un 2. maddesinde belediye ve mücavir alan
sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek
resmi ve özel bütün yapıların bu Kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiş, 3.
maddesinde ise herhangi bir alanın her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu
bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı amaçlar için
kullanılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 5. maddesinde de Kanun’da
yer alan kavramların bazıları tanımlanmış, diğer kavramların ise Bakanlıkça
hazırlanacak yönetmelikte tanımlanacağı belirtilmiştir.
179. Bu çerçevede 14/6/2014 tarihli ve 29030 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği’nin 5. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (h) bendinde resmi kurum alanı, “Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerle, il
özel idaresi ve belediyeye veya bu kurumlarca sermayesinin yarısından fazlası
karşılanan kuruluşlara, kanunla veya kanunun verdiği yetki ile kurulmuş kamu
tüzel kişilerine ait bina ve tesislerin yapıldığı alanlardır.” şeklinde tanımlanmıştır.
180. Anılan açıklamalar
çerçevesinde dava konusu kurallara konu alanın ekli kroki ve listeyle
belirlendiği, bu alanın 3621 sayılı Kanun’a tabi kısımlarında imar planı
kararıyla resmi kurum alanı yapılabileceğinin belirtildiği ve söz konusu alanın
imar planında belirlenen amaç dışında kullanılamayacağının hükme bağlandığı,
kuralda yer alan “…resmi kurum alanı…” ibaresinin genel kavram niteliğinde olmakla birlikte belirsiz ve
öngörülemez nitelikte olduğunun söylenemeyeceği gözetildiğinde temel ilke ve
esaslar ile çerçevenin kurallarla belirlendiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu itibarla kurallar belirsiz ve
öngörülemez nitelikte olmadığı gibi kuralların yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırı bir
yönü de bulunmamaktadır.
181. Öte yandan Anayasa Mahkemesince kamu yararı
konusunda yapılacak inceleme, kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığının araştırılmasıyla sınırlıdır. Kamu yararı düşüncesi olmaksızın
yalnızca özel çıkarlar için veya belirli kişilerin yararına olarak kanun hükmü
konulamaz. Böyle bir durumun açık bir biçimde ve kesin olarak belirlenmesi
hâlinde söz konusu kanun hükmü Anayasa’nın 2. maddesine aykırı düşer. Açıklanan
ayrık hâl dışında bir kanun hükmünün ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı,
hangi araç ve yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği bir siyasî tercih
sorunu olarak kanun koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı
değerlendirmesi yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz (AYM, E.2016/133,
K.2017/155, 15/11/2017, § 14).
182. Bu bağlamda dava konusu kuralların “Bitlis İli,
Ahlat İlçesinin topografık yapısı ve geri sahasındaki doğal ve yapay
kısıtlayıcı koşullar sebebiyle, Kıyı Kanununa tabi alanlarda bölgenin
gelişmesine katkı sağlayacak kamu yapısının oluşturulmasına ihtiyaç
duyulduğundan, ekli kroki ve listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın
Kıyı Kanununa tabi kısımlarında, kamu kaynaklarının etkin bir şekilde
kullanılabilmesini de teminen imar planı kararıyla resmi kurum alanları
yapılabilmesi amaçlanmaktadır.” şeklindeki gerekçesi gözetildiğinde kamu
kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve bölgenin gelişimine
katkı sağlayacak kamusal yapının oluşturulması amacıyla öngörüldükleri
anlaşılmaktadır.
183. Dolayısıyla sınır ve koordinatları belirli alanın anılan Kanun’a
tabi kısımlarında imar planı kararıyla resmi kurum alanı yapılabilmesine imkân
sağlayan kurallarda kamu yararı dışında bir
amacın gözetildiği söylenemez.
184. Diğer yandan Anayasa’nın 43. ve 56. maddeleri
uyarınca devlete yüklenen ödevlerin nasıl yerine getirileceği hususu kanun
koyucunun takdirinde olmakla birlikte söz konusu ödevlerin yerine getirilme
usul ve esaslarını belirleyen bir kanuni düzenleme yapılmaksızın idarenin,
anayasal güvenceleri yaşama geçirmek amacıyla daha önce kabul edilen
kanunlardaki kısıtlamaların dışında tutulması, Anayasa’nın anılan maddelerinde
öngörülen koruma ödeviyle bağdaşmaz (E.2019/35, K.2019/53, 26/6/2019, § 25).
185. Bu kapsamda faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıda
yapılması zorunlu olan kamuya yararlı yapı ve tesislerin yapılabilmesi mümkün
olmakla birlikte söz konusu yapı ve tesislere ilişkin yasal düzenlemelerde,
Anayasa’nın kıyıların ve çevrenin korunmasına ilişkin hükümlerine uyulması
zorunludur. Anayasa Mahkemesinin 5/1/2006 tarihli ve E.2005/98, K.2006/3 sayılı
kararında da belirtildiği üzere kamu yararı amacıyla faaliyetlerinin gereği
olarak kıyıda yapılması zorunlu olan yapı ve tesislerin kullanımının bu
zorunlulukla sınırlı olduğu, dolayısıyla bu yapı ve tesislerin olağan
ihtiyaçlarıyla ilgisi olmayan yapılaşmalara izin verilemeyeceği açıktır (Benzer
yönde bkz. E.2019/35, K.2019/53, 26/6/2019, §
24).
186. Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu
yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal
ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu
yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla kabul edilen 3621 sayılı
Kanun’da yapı ve yapılaşmaya ilişkin hükümler genel olarak kıyılar yönünden 6.
maddede, sahil şeritleri yönünden 5. ve 8. maddelerde, doldurma ve kurutma
yoluyla kazanılan araziler yönünden ise 7. maddede düzenlenmiştir.
187. Kıyılarla ilgili genel esasları
belirleyen Kanun’un 5. maddesine göre kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve
uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Sahil
şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre
yaklaşabilir. Yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlar
ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak
üzere düzenlenebilir. Taşıt yolları sahil şeridinin kara yönünde, yapı yaklaşma
sınırı gerisinde kalan alanda bulunabilir. Sahil şeridinde yapılacak yapıların
kullanım amacına bağlı olarak yapım koşulları yönetmelikte belirlenir.
188. Kanun’un kıyının korunması, yapı yasağı, kıyı ve
denizde yapılacak yapılara ilişkin hükümleri düzenleyen 6. maddesine göre kural
olarak kıyılarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü,
hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Yine kıyılarda kıyıyı
değiştirecek boyutta kazı yapılamaz. Bu alanlardan kum, çakıl vesaire alınamaz
veya çekilemez. Kıyılara moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici etkisi olan
atık ve artıklar dökülemez. Anılan maddede ayrıca kıyıda onaylı imar planıyla
yapılabilecek yapı ve tesisler ile bunlar yönünden aranacak şartlar belirtilmiş
olup bu yapı ve tesislerin yapım amaçları dışında kullanılamayacağı hükme
bağlanmıştır.
189. Kanun’un 7. maddesinde de doldurma ve kurutma
yoluyla kazanılan araziler üzerinde 6. maddede belirtilen yapılar ile yol, açık
otopark, park, yeşil alan ve çocuk bahçeleri gibi teknik ve sosyal altyapı
alanlarının düzenlenebileceği ifade edilmiştir.
190. Kanun’un “Sahil Şeridinde Yapılabilecek Yapılar”
başlıklı 8. maddesine göre uygulama imar planı bulunmayan sahil şeritlerinde 4.
maddede belirtilen mesafeler içinde hiçbir yapı ve tesis yapılamaz. Uygulama
imar planı bulunan yerlerde ise duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık
ve benzeri engeller oluşturulamaz. Bu alanlara moloz, toprak, curuf, çöp gibi
kirletici ve çevreyi bozucu etkisi olan atık ve artıklar dökülemez. Bu
alanlarda kazı yapılamaz. Ancak bu alanlarda uygulama imar planı kararıyla
Kanun’un 6. ve 7. maddelerinde belirtilen yapı ve tesislerle birlikte toplum
yararına açık olmak şartıyla konaklama hariç günü birlik turizm yapı ve
tesislerinin yapılabilmesi mümkündür.
191. 10., 11. ve 12. maddelerde de kıyıda ve sahil
şeritlerinde yapılacak imar planlarının Kanun’a ve Kanun’a dayanılarak
çıkarılacak yönetmelik hükümlerine aykırı olamayacağı, kıyı ile doldurma ve
kurutma yoluyla kazanılan araziler üzerinde yapılabilecek tesisler için
Bakanlıktan izin alınmasının ve sahil şeritlerinde inşa edilen yapıların
niteliklerinin tapu kütüğünün beyanlar hanesine işlenmesinin zorunlu olduğu
belirtilmiştir. Bu kapsamda çıkarılan Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair
Yönetmelik ise 3/8/1990 tarihli ve 20594 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
192. Kanun’un Üçüncü Bölümünde ise kıyılar, sahil
şeritleri ile doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan araziler üzerindeki
uygulamaların denetlenmesine ve Kanun’a aykırı uygulamaların cezalandırılmasına
ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
193. Kıyılarda, sahil şeritleri ile doldurma ve kurutma
yoluyla kazanılan arazilerde yapılaşmaya ilişkin anılan düzenlemelerin dava
konusu kurallarla öngörülen alanda da uygulanacağı açık olup bu konuda
sınırlayıcı herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu itibarla kurallara konu
alanda, kıyılarda, sahil şeritleri ile doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan
arazilerde yapılaşma yasağına, yapılabilecek yapı ve tesislerle ilgili olarak
getirilen kısıtlamalara, kıyı ve sahil şeritlerinde kazı yapılamamasına, atık
ve artık dökülememesine, kıyı ve sahil şeritlerindeki imar planlarının Kanun ve
Kanun’a dayanılarak çıkarılacak yönetmelik hükümlerine aykırı olamamasına
ilişkin düzenlemelerin uygulanacağı açık olduğu gibi bu tür uygulamaların Kanun
kapsamında kontrolü ile ceza hükümlerinin uygulanması da mümkündür.
194. Öte yandan Kanun’un 1. maddesinde Kanun’un amacı,
yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun oluşumunu sağlamak olarak belirtilmiştir. Bu amacın
gerçekleşebilmesi, imar planlarının düzenlemelerde öngörülen yöntem, esas ve
sınırlamalara uyulmak suretiyle hazırlanması, onaylanması ve değiştirilmesi
hâlinde mümkün olacaktır. Bu çerçevede dava konusu kurallarla öngörülen alanda
imar planı kararıyla resmi kurum alanı yapılabilmesinin mümkün olduğu, bu
alanın, imar planında belirlenen amaç dışında kullanılamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Buna göre bu alana ilişkin imar planı da Kanun’daki imar planlarının
hazırlanması, yapılması, değiştirilmesi ve onaylanması için gerekli usul ve
şekil kuralları ile diğer kısıtlamalara tabidir. Dolayısıyla kurallar, onay
makamının imar planlarının mevzuata, o yerin ihtiyaçlarına, imar planından
beklenen kamusal amaca hizmet edip etmeyeceği gibi hususlarda yapılacak
denetimi ortadan kaldırmamaktadır.
195. Bu durumda, Anayasa Mahkemesince verilen iptal
kararının gereğini yerine getirmek amacıyla yapılan yasal düzenleme sonucunda
Kanun’a ekli (5) nolu kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen
Bitlis Ahlat’taki alanın imar planında belirlenen amaç dışında
kullanılamayacağı ve bu alanda yapı ve yapılaşmanın 3621 sayılı Kanun’da yapı
ve yapılaşmaya dair öngörülen sınırlayıcı hükümlere, bir başka deyişle kıyı
hukuku rejimine tabi olduğu sonucuna varılmıştır.
196. Bu itibarla kurallara konu alanda Kanun’un kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya ilişkin sınırlayıcı hükümlerinin bir bütün olarak
uygulanacağı, söz konusu alanın kıyı hukuku rejimine tabi olacağı ve bu konuda
denetimsiz bir alanın oluşturulmadığı gözetildiğinde kuralların Anayasa’nın 43.
ve 56. maddelerine de aykırı bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
197. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 7.,
43. ve 56. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M.
Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 11. ve 153.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
IV. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
198. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu
kural tekrarlanarak Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî
Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği
tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
199. 7221 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesi ile anılan Kanun’un 12. maddesiyle 3194 sayılı
Kanun’a eklenen ek 8. maddenin dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…artan
değerinin tamamı…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal
boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince bu cümleye ve ibareye ilişkin iptal hükümlerinin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi
uygun görülmüştür.
V. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
200. Dava dilekçesinde
özetle, dava konusu kuralların uygulanmaları hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğabileceği belirtilerek yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesi talep edilmiştir.
14/2/2020 tarihli ve
7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un;
A. 1. 1. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,
2. 12.
maddesiyle 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 8. maddenin
dördüncü fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan “…artan
değerinin tamamı…” ibaresine,
yönelik
iptal hükümlerinin yürürlüğe girmelerinin ertelenmeleri nedeniyle bu cümleye ve
ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
B. 1. 1. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (b) bendinin “…veri madenciliği ve yeni veri üretimi
konularındaki hasılat paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum,
kuruluşlar ve üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak yapılabilir.”
bölümüne,
2. 2. maddesiyle 20/7/1966
tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen ek 6. maddenin birinci
fıkrasına,
3. 12.
maddesiyle 3194 sayılı Kanun’a eklenen ek 8. maddenin yedinci fıkrasının;
a. (a) bendinde yer alan “…%25’i…” ibarelerine,
b. (b) bendinde yer alan “…%40’ı…” ve “…%30’u…”
ibarelerine,
c. (c) bendinde yer alan “…%75’i…”, “…%15’i…” ve “…%10’u…” ibarelerine,
4. 18. maddesiyle 29/7/1970
tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun değiştirilen 44. maddesinin
üçüncü fıkrasına,
5. 20. maddesiyle 2/3/1988 tarihli ve 3414 sayılı 775
Sayılı Gecekondu Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 3.5.1985
Tarih ve 247 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin
İki Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 16.8.1985 Tarih ve 250 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 1. maddesinin yürürlükten kaldırılmasına,
6. 21. maddesiyle 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6.
maddesinin beşinci fıkrasına eklenen (g) bendine,
7. 22. maddesiyle;
a. 3621 sayılı Kanun'un yeniden düzenlenen ek 2. maddesine,
b. 3621 sayılı Kanun'a eklenen (5) numaralı kroki ile
listeye,
yönelik iptal talepleri
18/5/2023 tarihli ve E.2020/42, K.2023/99 sayılı kararla reddedildiğinden bu
maddeye, fıkralara, bende, bölüme, ibarelere, kroki ve liste ile yürürlükten
kaldırmaya ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
18/5/2023 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI. HÜKÜM
14/2/2020 tarihli ve 7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un;
A. 1. maddesinin;
1. (1) numaralı fıkrasının
(b) bendinin “…veri madenciliği ve yeni veri üretimi konularındaki hasılat
paylaşımına yönelik iş birlikleri kapsamında, kurum, kuruluşlar ve
üniversiteler ile paylaşımı bedelsiz olarak yapılabilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. (2) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Recai AKYEL ile Muhterem İNCE’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. 2. maddesiyle 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na
eklenen ek 6. maddenin birinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 12.
maddesiyle 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 8. maddenin;
1. Dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…artan değerinin tamamı…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN
RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Yedinci fıkrasının;
a. (a) bendinde yer alan “…%25’i…” ibarelerinin,
b. (b) bendinde
yer alan “…%40’ı…” ve “…%30’u…” ibarelerinin,
c. (c) bendinde
yer alan “…%75’i…”, “…%15’i…” ve “…%10’u…”
ibarelerinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal
taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ç. 18. maddesiyle 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun
değiştirilen 44. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN ile
Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
D. 20. maddesiyle 2/3/1988 tarihli ve 3414 sayılı 775
Sayılı Gecekondu Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 3.5.1985
Tarih ve 247 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin
İki Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 16.8.1985 Tarih ve 250 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 1. maddesinin yürürlükten kaldırılmasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
E. 21. maddesiyle 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6.
maddesinin beşinci fıkrasına eklenen (g)
bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
F. 22. maddesiyle;
1. 3621 sayılı
Kanun'un yeniden düzenlenen ek 2. maddesinin,
2. 3621 sayılı
Kanun'a eklenen (5) numaralı kroki ile listenin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal
taleplerinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan
Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ ile Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
18/5/2023 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 7221 sayılı Kanun’un
(a) 18. maddesiyle 1319 sayılı Kanun’un değiştirilen 44. maddesinin üçüncü
fıkrasının ve (b) 22. maddesiyle 3621 sayılı Kanun’un yeniden düzenlenen ek 2.
maddesi ve aynı kanuna eklenen (5) numaralı kroki ile listenin Anayasa’ya
aykırı olmadığına karar verilmiştir.
A. 1319 sayılı Kanun’un
44. Maddesinin Üçüncü Fıkrası
2. Dava konusu kural
paylı mülkiyette ve elbirliği mülkiyette, değerli konut vergisi matrahının
hesabında mesken nitelikli taşınmazın toplam değerinin esas alınmasını
öngörmektedir.
3. Kural Anayasa’nın
vergi ödevini düzenleyen 73. maddesiyle bağlantılı olarak 10. maddesinde
güvenceye alınan eşitlik ilkesi temelinde incelenebilir. Anayasa Mahkemesi
kararlarında belirtildiği üzere, karşılaştırılabilir konumda olan kişilere
yönelik herhangi bir farklı muamelenin nesnel ve makul bir nedene dayanmaması
ve ölçülü olmaması durumunda eşitlik ilkesine aykırılık ortaya çıkabilecektir
(bkz. AYM, E.2016/205, K.2019/63, 24/7/2019, § 65; E.2021/1, K.2021/32,
29/4/2021, § 32; E.2021/62, K.2023/89, 04/05/2023, §§ 14, 16).
4. Kural değerli konut
vergisi matrahının hesaplanmasında, dolayısıyla ödenecek vergi miktarı
konusunda taşınmaza tek başına malik olanlarla paylı olarak ve elbirliğiyle
sahip olanlar bakımından farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bu farklılık, değerli
konut vergisine tabi taşınmaza paylı veya elbirliğiyle sahip olanların tek
başına sahip olanlara kıyasla çok daha fazla vergi ödemeleri sonucunu
doğurmaktadır.
5. Gerçekten de kural
nedeniyle değerli konut vergisine tabi taşınmazlardan birine paylı olarak malik
olan bir kişi, aynı değerdeki taşınmaza tek başına malik olan kişinin ödeyeceği
verginin neredeyse iki katını ödemek durumunda kalacaktır. Bu haliyle kural
elbirliği mülkiyette de -ortakların belirlenmiş payları olmadığından ve
ortaklıklar taşınmazın tamamına yaygın olduğundan- orantılı olmayan farklılıkların
ortaya çıkmasına neden olacak mahiyettedir.
6. Hâlbuki Anayasa’nın
73. maddesinde güvenceye alınan “mali güce göre vergilendirme” ilkesi
kişilerin sahip oldukları ekonomik değerlerin ve mali güçlerinin, bu anlamda
ekonomik ve kişisel durumlarının vergilendirmede mutlaka dikkate alınmasını
gerektirmektedir (bkz. AYM, E.2017/117, K. 2018/28, 28/02/2018, §§ 22-24).
7. Dava konusu kuralın
aynı ya da benzer durumda olan kişiler arasında yol açtığı farklı muamelenin
nesnel ve makul bir temeli olmadığı gibi paylı veya elberliğiyle bir taşınmaza
malik olanlara yüklediği yük ölçülü de değildir. Bu nedenle kural Anayasa’nın
73. maddesiyle bağlantılı olarak eşitlik ilkesine aykırıdır.
B. 3621 sayılı Kanun’un
Yeniden Düzenlenen Ek 2. Maddesi ile Ekli Kroki ve Liste
8. Dava konusu kurallar,
3621 sayılı Kanun’a ekli (5) numaralı kroki ile ekli listede sınır ve
koordinatları gösterilen (Bitlis Ahlat’ta Van Gölü kıyısına dair) alanın anılan
kanuna tabi kısımlarında imar planı kararıyla resmî kurum yapılabilmesine izin
vermektedir. Kural bu haliyle belirtilen alanda 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun
kıyılarda yapılaşmaya ilişkin bazı hükümlerinin “resmî kurumlar”
bakımından uygulanmaması sonucunu doğurmaktadır.
9. Anayasa Mahkemesi
2019/35 esas sayılı kararında aynı alanda 3621 sayılı “Kanunun kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümleri”nin uygulanmayacağına dair kanun
hükmünü iptal etmiştir. Mahkeme gerekçesinde söz konusu alanlardaki yapı ve
yapılaşmalar bakımından mevcut kanunlardakinden farklı düzenlemelere yer
verilebileceğini, ancak bunların da Anayasa’nın 43. ve 56. maddesinde yer
verilen kıyıların ve çevrenin korunmasına ilişkin esaslara aykırı olmaması
gerektiğini belirtmiştir (AYM, E.2019/35, K.2019/53, 26/6/2019, §§ 23, 24).
10. Anayasa Mahkemesine
göre “söz konusu alanlarda yapılacak yapılara ilişkin olarak kıyı hukuku
rejimi yönünden tabi olunacak herhangi bir kural bulunmamakta ve bu konuda
denetimsiz bir alan oluşmakta”, kıyıların ve çevrenin korunması konusunda
Anayasa’nın devlete yüklediği gözetim ve denetim görevinin yerine getirilmesini
sağlayacak kurallara yer verilmemesi “aynı zamanda hukuki belirsizliğe de
yol açmaktadır” (AYM, E.2019/35, K.2019/53, 26/6/2019, §§ 25, 26).
11. Bu gerekçeler dava
konusu kurallar bakımından da önemli ölçüde geçerlidir. Zira kurallar sınır ve
koordinatları gösterilen alanda imar planı kararıyla “resmî kurum alanı”
yapılabileceğini belirtmekte, ancak bu yapılaşmanın tabi olacağı düzenlemelerin
neler olduğuna dair herhangi bir hükme yer vermemektedir. Her ne kadar -daha
önce iptal edilen kuraldan farklı olarak- dava konusu kurallar belirtilen
alandaki yapılaşmada 3621 sayılı Kanun’un sınırlayıcı hükümlerinin
uygulanmayacağına dair açık bir düzenleme içermemekteyse de anılan “Kanuna
tabi kısımda” imar planı kararıyla bu sınırlayıcı hükümleri aşacak
mahiyette formüle edilmiştir.
12. Bu bağlamda kurallar
3621 sayılı Kıyı Kanunu’ndaki yapılaşma yasaklarının istisnasını teşkil eden,
bu yönüyle iptal edilen kanun hükmünden çok da farklı olmayan bir düzenleme
niteliğindedir. Esasen düzenlemenin kendisi bile bunu göstermektedir. Sınırları
belirtilen alanda Kıyı Kanunu hükümleri kapsamında yapılaşma yoluna
gidilebilseydi zaten dava konusu kurallara ihtiyaç olmazdı. Kanun koyucu abesle
iştigal etmeyeceğine göre düzenlemenin amacı Kanun’un yasaklayıcı ve
sınırlayıcı hükümlerini aşmak suretiyle “resmî kurumlar alanı” yapılaşmasına
imkân sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.
13. Anayasa Mahkemesinin
iptal kararında da vurgulandığı üzere, hiç kuşkusuz söz konusu alanlardaki yapı
ve yapılaşmalar bakımından mevcut kanunlardakinden farklı düzenlemelere yer
verilebilir, ancak bunların kıyıların ve çevrenin korunması bakımından gerekli
güvenceleri de sağlaması gerekmektedir. Nitekim eldeki dosyada dava konusu
başka bir kuralı denetlerken Mahkememizin belirttiği gibi, 3621 sayılı Kanun
kapsamında kıyılarda “yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümler bu
alanların doğal ve kültürel özellikleri gözetilerek tabii servet ve kaynak
olarak değerlerinin korunması amacına” (§ 164) matuftur.
14. Dava konusu kurallar
bu güvencelere yer vermediği gibi, yapılaşmanın hangi ilke, esas ve şartlar
çerçevesinde yapılacağına dair belirsizlikler de içermektedir. Sözgelimi “resmî
kurum alanı”nın anlam ve kapsamı kanunda belirlenmiş değildir. Bunun
yanında, resmî kurumlara ilişkin yapılaşmada “zorunluluk” kriterinin
uygulanıp uygulanmayacağına, başka bir ifadeyle yapılaşma izninin mutlaka
kıyıda yapılması zorunlu olanlarla sınırlı olup olmadığına dair de kurallarda
herhangi bir açıklık yoktur. Çoğunluğun aksi yöndeki açıklamaları (§ 185) dava
konusu kurallara dayanmaktan ziyade bir temenniyi ifade etmektedir.
15. Diğer yandan, daha
önce iptal edilen kurallar sınırları belirtilen alanda tüm yapılar
bakımından bir istisna öngörmekteyken, dava konusu kurallar sadece resmî
kurumlar yönünden düzenleme yapmıştır. Ancak yapılaşmasına izin verilen
yapıların resmî kurumlarla sınırlanmış olması, kıyıların ve çevrenin korunması
konusunda sınırlayıcı/yasaklayıcı hükümlerin gerekliliğini, denetim zorunluluğunu
ve bu kapsamda belirlilik ihtiyacını ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla dava
konusu kurallardaki bu farklılık anayasallık denetimindeki sonucu değiştirecek
nitelikte değildir. Bu sebeple kurallar Anayasa’nın 2., 43. ve 56. maddelerine
aykırıdır.
16. Yukarıda (A) ve (B)
başlıkları altında açıklanan gerekçelerle dava konusu kuralların Anayasa’ya
aykırı olduğunu düşündüğümden, aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Kanunun 22. maddesiyle 3621 sayılı Kanunun yeniden
düzenlenen Ek 2. maddesinin ve anılan Kanuna eklenen 5 numaralı kroki ve liste
yönünden AYM daha önce 2019/59 sayılı kararıyla aynı kuralın ilk şekline
ilişkin olarak iptal kararı vermiştir. Mahkeme’nin iptal gerekçesinde; ekli kroki
ve listelerde sınır ve koordinatları gösterilen kıyı alanları ve sahil
şeritlerinde doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve
yapılaşmaya ilişkin sınırlayıcı hükümlerin uygulanmayacağının belirtilerek kıyı
hukuku rejimi yönünden denetimsiz bir alanın oluşturulması zikredilmiştir.
Gerekçede ayrıca belirlenen alanlardaki yapılaşmanın 3621 sayılı Kıyı
Kanunundaki sınırlamalardan istisna tutulmasının hukuki belirsizliğe yol açtığı
belirtilmiştir.
2. İptal kararı sonrasında yeniden yapılan düzenlemede “…
sınır ve koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna tabi kısımlarında imar planı
kararıyla resmi kurum alanı yapılabilir. Bu alan, imar planında belirlenen amaç
dışında kullanılamaz.” denilmektedir. Bu düzenlemeye ilişkin iptal istemini
reddeden çoğunluk gerekçesinde ise yeni kuralda meşru amacın “resmi kurum
alanı” şeklinde gösterilerek belirlendiği ve bu konudaki belirsizliğin
giderildiği, kamu yararı amacıyla bu yönde düzenleme yapma konusunda kanun
koyucunun takdirinde olacağı, madde gerekçesinde de meşru amacın bölgenin
gelişmesine katkı sağlayacak kamu yapısının oluşturulması olarak ifade
edildiği, ayrıca yeni düzenlemede Kıyı Kanunundan istisna tutulmaması
karşısında önceki iptal kararında bu yönde yer alan gerekçelerin de karşılandığı
ifade edilmiştir.
3. Anayasa’nın 43. maddesinde “Kıyılar, Devletin hüküm
ve tasarrufu altındadır./ Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin
kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı
gözetilir./ Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir”
denilmektedir. Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel
mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve
serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları
gerektiği anlamına gelmektedir. Nitekim Anayasa’nın bu hükmü doğrultusunda 3621
sayılı Kanunu ile; deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin
etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve
kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu
yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenleme yapılmıştır.
Örneğin Kanunun 5. maddesi uyarınca sahil şeritlerinde yapılacak yapılar kıyı
kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabilir.
4. İptal kararından sonra yapılan yeni düzenlemede sahil
şeritlerine ilişkin yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerden istisna
tutulduğuna dair bir ibare yer almadığı doğru olmakla birlikte bu kez söz
konusu alanların imar planı kararıyla resmi kurum alanı olarak
belirlenebileceği ve bu şekilde yapılaşmanın yapılabileceği anlaşılmaktadır. Bu
düzenlemenin İmar Kanunu ve Kıyı Kanunu karşısında özel nitelikli olduğu için o
bölgeyle ilgili imar planı kararında resmi kurum alanı olarak belirlenmesi
koşuluyla yapılaşmaya izin verilebileceği biçiminde yorumlanmaya ve anlaşılmaya
uygun olduğu söylenmelidir. Nitekim maddeye ilişkin gerekçede (bkz. çoğunluk
gerekçesi par. 196) bu husus “… Kıyı Kanununa tabi alanlarda bölgenin
gelişmesine katkı sağlayacak kamu yapısının oluşturulmasına ihtiyaç
duyulduğundan…” sözleriyle açıklanmıştır. Kuralın bu şekilde anlaşılmaya uygun
olması dahi bu konuda belirsizlik olduğuna işaret edecektir. Bu durumda Kanunda
sahil şeritlerinde belirli bir mesafeye kadar yapılaşma yasağı getiren kuralın
uygulanmayabileceği anlaşılmaktadır. Öte yandan stratejik önem taşıyan istisnai
kamusal ihtiyaçlar bakımından kanun koyucunun yapılaşma yasağına istisna
getirebileceği de söylenebilir. Bununla birlikte incelenen kuralda bu nitelikte
bir istisnadan da söz edilmemektedir. Sonuç olarak ikinci kez düzenlenen kural
ile de Kıyı Kanunundaki kısıtlamalara istisna tutulduğu veya bu yönde
belirsizliğe neden olunduğu gözetilerek iptal kararı verilmesi gerektiği
düşüncesindeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Dava konusu kural,
Bitlis ili Ahlat ilçesinde Van Gölü kıyısında Kanun’a ekli (5) numaralı kroki
ile sınır ve koordinatları belirtilen alanın 3621 sayılı Kanun’a tabi
kısımlarında imar planı kararıyla resmi kurum alanı yapılabileceğini
düzenlemektedir.
2. Anayasa’nın 43.
maddesinde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır./ Deniz, göl ve
akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir./ Kıyılarla sahil şeritlerinin,
kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân
ve şartları kanunla düzenlenir” denilmektedir.
3. Anayasa’nın 56.
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında da “Herkes, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahiptir./ Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükümlerine
yer verilmiştir.
4. Mahkememiz,
önümüzdeki konuyla doğrudan ilgili olan yakın tarihli bir iptal başvurusunda
dava konusu kuralları oyçokluğuyla iptal etmişti. Bu kararda Mahkememizce
yapılan değerlendirmeler mevcut iptal davası için de geçerlidir.
5. Kıyıların devletin hüküm
ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve
doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin
ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir (AYM, E.2019/35, K.2019/53, 26/06/2019, § 17).
6. Anayasamız kıyının
hukuksal konumunu, genel nitelikte tabiî servet ve kaynaklarla ilgili maddeler
dışında bağımsız ve ayrı bir maddede açıklamıştır. Buna göre Anayasa'nın 43.
maddesinde kıyılardan yararlanmaya ilişkin özel bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu
düzenleme doğal niteliği itibarıyla herkesin serbestçe yararlanmasına açık ve
bu nedenle bir kamu malı olan kıyıların kendisine tabiî servet ve kaynak
niteliği kazandıran özelliklerini yitirmemesi ve bu özellikleri nedeniyle
korunması gereğinin bir sonucudur (§ 18).
7. Çevrenin
geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesine
yönelik tedbirleri almak devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet,
çevrenin korunmasını sağlamak için etkili bir hukuk düzeni oluşturmakla
yükümlüdür (§ 20).
8. Anayasa’nın 43.
maddesi ile 56. maddesi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Nitekim
denizlerin devamı olan kıyıların, kıyıları tamamlayan sahil şeritlerinin,
deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler dikkate alınarak doldurma ve
kurutma yoluyla elde edilen arazilerin dengeli bir çevre ile yakın ilişkisinin
bulunduğu tartışmasızdır. Yine kamuya açık kıyıların ve denizlerin
kirlenmesinde sahil şeridinin kullanılış biçimi en büyük etkendir. Sahil
şeritleri, kıyılar, doldurma ve kurutma yoluyla elde edilen araziler kişilerin
yararlanacağı doğal çevreyi oluşturur. Herkes, bu çevrede sağlıklı ve dengeli
yaşama hakkına sahiptir. Kıyılar, sahil şeritleri ile doldurma ve kurutma
yoluyla kazanılan araziler üzerindeki yapı ve yapılaşmalar yönünden herhangi
bir kısıtlamanın olmadığı, bu alanlarda çevre koşullarına ve kamu yararı
esasına göre belirlenmemiş uygulamalar kişileri bu anayasal haktan yoksun
bırakacaktır (§ 21).
9. 3621 sayılı Kanun
kapsamında kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan
arazilere ilişkin olarak getirilen yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı
hükümler bu alanların doğal ve kültürel özellikleri gözetilerek tabiî servet ve
kaynak olarak değerlerinin korunması amacına ve bu alanlardan yararlanmada öncelikle
kamu yararının gözetilmesi esasının gerçekleşebilmesine hizmet etmektedir.
Ancak anılan hususlarda ne şekilde düzenleme yapılacağı kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunduğundan iptali
talep edilen kural kapsamında kalan ve ekli kroki ile listede sınır ve
koordinatları gösterilen alandaki yapı ve yapılaşmalar yönünden mevcut yasal
düzenlemelerden farklı düzenlemeler getirilebilmesi mümkün olmakla birlikte söz
konusu düzenlemelerin de Anayasa’nın 43. ve 56. maddelerinde belirtilen
esaslara aykırı olmaması gerekir (§ 23).
10. Bu kapsamda
faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıda yapılması zorunlu olan kamuya yararlı
yapı ve tesislerin yapılabilmesi mümkün olmakla birlikte söz konusu yapı ve
tesislere ilişkin yasal düzenlemelerde, Anayasa’nın kıyıların ve çevrenin
korunmasına ilişkin hükümlerine uyulması zorunludur. Anayasa Mahkemesinin
5/1/2006 tarihli ve E.2005/98, K.2006/3 sayılı kararında da belirtildiği üzere kamu
yararı amacıyla faaliyetlerinin gereği olarak kıyıda yapılması zorunlu olan
yapı ve tesislerin kullanımının bu zorunlulukla sınırlı olduğu, dolayısıyla bu
yapı ve tesislerin olağan ihtiyaçlarıyla ilgisi olmayan yapılaşmalara izin
verilemeyeceği açıktır (§ 24).
11. Dava konusu kuralla
Kanun’a ekli kroki ve listede sınır ve koordinatları gösterilen Bitlis
Ahlat’taki alanda yapılacak yapı ve yapılaşmaların hangi ilkelere, kurallara ve
sınırlamalara tabi olacağı düzenlenmemiştir. Bu durum ise Anayasa’nın 43. ve
56. maddeleri ile devlete verilen çevreyi ve kıyıları koruma görevinin yerine
getirilmesine engel oluşturmaktadır (§ 25).
12. Devletin gözetim ve
denetim görevini yerine getirmesini sağlayacak kurallara yer verilmeksizin
belirli bir alandaki yapılaşmaların 3621 sayılı Kanun’daki sınırlamalardan
istisna tutulması, aynı zamanda hukuki belirsizliğe de yol açmaktadır. Söz
konusu belirsizliğin ortadan kaldırılması, devletin gözetim ve denetim
yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için ilgili alanda Anayasa’da öngörülen
ilkelere uygun yasal düzenleme yapılması zorunludur. Bu zorunluluğun gereğini yerine
getirmeyen kurallar Anayasa’nın 2. maddesiyle bağdaşmamaktadır (§
26).
13. E.
2019/35, K.2019/53 sayılı ve 26/06/2019 tarihli AYM kararında iptal edilen
kurallarla, önümüzdeki davada iptali istenen kural arasındaki tek bir fark
bulunmaktadır. Buna göre dava konusu kuralla düzenlenen alanda yapılacak tüm
yapılar değil sadece resmi kurum alanları açısından 3621 sayılı kanunun
yapılaşmayla ilgili hükümleri uygulanmayacaktır. Diğer bir ifadeyle kanun
hükümleri resmi kurum alanları dışında sonuç doğurmaya devam edecektir. Burada
anayasal açıdan önemli olan yapılaşmanın resmi kurum ya da özel kişilerce
gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinden daha çok 3621 sayılı kanun
hükümlerinin anayasaya uygun olarak sonuç doğurup doğurmadığıdır.
14. Dava konusu kuralın
daha önce iptal edilen kurallardan tek farkı bahse konu alanda özel kişilerin
kanun kapsamı dışında bırakılmamasıdır. Daha önceki kararda incelenen
kurallarla, ilgili alanlardaki yapılaşmalar resmi veya özel ayırımına
gidilmeden 3621 sayılı kanun hükümlerinden muaf tutulmaktaydı. Önümüzdeki
kuralda ise belirtilen alanlarda resmî kurumlar için bir muafiyet
getirilmektedir. Bu durum da içtihat tutarlılığı ve sürekliliği ölçütleri
dikkate alındığında Mahkememiz yönünden nispeten kısa bir sürede içtihat
değişikliğine gidilmesini zorunlu kılacak bir özellik taşımamaktadır.
15. Kuralın, Anayasa’nın 2.,
43. ve 56. maddelerine aykırılık taşıdığı düşüncesiyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
3621 sayılı Kanunun 7221 sayılı Kanunla yeniden
düzenlenen ek 2. maddesinin ve aynı kanuna eklenen (5) numaralı kroki ile
listenin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar
verilmiştir.
Red kararının gerekçesinde; yapılan düzenlemeyle konuya
ilişkin temel ilke ve esasların belirlenmesi suretiyle kanunî çerçevenin
çizildiği, kuralların belirsiz ve öngörülemez nitelikte olmadığı, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırı bir yönünün de bulunmadığı,
düzenleme gerekçesi dikkate alındığında kamu yararı dışında bir amacın gözetildiğinin
söylenemeyeceği, dolayısıyla kuralların Anayasanın 2., 7., 43. ve 56.
maddelerine aykırı olmadığı belirtilmiştir.
3621 sayılı Kıyı Kanununun ek 2. maddesinde, ekli (5)
numaralı kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna
tâbi kısımlarında imar planı kararıyla resmî kurum alanı yapılabileceği ve bu
alanın imar planında belirlenen amaç dışında kullanılamayacağı hükme
bağlanmıştır.
Çoğunluğun red kararında, anılan hükmün yeniden
düzenlenmesinden önceki hâlinin iptali talebiyle açılan davada verilen
kararımızdaki iptal gerekçelerine de atıf yapılması sebebiyle, öncelikle dava
konusu kuralların önceki hâlinin ve mezkûr kararımızın dikkate alınması
suretiyle anlam ve kapsamlarının belirlenmesi gerekir. Bu tespit, özellikle iptal
kararında vurgulanan ilkelere uygun bir düzenleme yapılıp yapılmadığı, ayrıca
belirlilik ve bu çerçevede kanunîlik ile yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkeleri yönünden yapılacak değerlendirme için önemlidir (geniş açıklama için
bkz. 25/1/2023 tarihli ve E.2020/30, K.2023/12 sayılı karara ilişkin karşıoy
gerekçem).
3621 sayılı Kanuna 7162 sayılı Kanunla ilâve edilen ek 2.
maddede belirtilen krokiler ile listelerde sınır ve koordinatları gösterilen
alanlarda bu Kanunun kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla
kazanılan arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerinin
uygulanmayacağına ilişkin kuralların Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla açılan
iptal davasında, Anayasanın 43. ve 56. maddeleriyle Devlete verilen kıyıları ve
çevreyi koruma görevinin yerine getirilmesine engel oluşturacak şekilde
belirsiz olduğu, aralarında bu Kanunla yeniden düzenlenen alan da dahil olmak
üzere belirtilen yerlerdeki yapıların 3621 sayılı Kanunda öngörülen sınırlayıcı
hükümlere tâbi olmayacağının belirtilmesinden ibaret olan, buna karşılık söz
konusu alanlarda gerçekleştirilecek yapılaşmanın hangi ilkelere ve
sınırlamalara tâbi olacağını kanunla belirlemeyen anılan kuralların Anayasanın
2., 43. ve 56. maddelerine aykırı olduğuna karar verilmiştir (26/6/2019 tarihli
ve E.2019/35, K.2019/83 sayılı karar, §§ 14-27).
3621 sayılı Kanunun, 7221 sayılı Kanunun 22. maddesiyle
yeniden düzenlenen ek 2. maddesinde ise, bu defa ek (5) numaralı kroki ile
listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna tâbi kısımlarında
imar planı kararıyla resmî kurum alanı yapılabileceği belirtilmiş, ancak bu
düzenlemede de söz konusu alanda gerçekleştirilecek yapılaşma konusunda, iptal
kararımızda belirtilen ilkelere uygun bir şekilde esaslar getirilmemiştir.
Çoğunluğun red gerekçesinde, kamu yararı amacıyla kıyıda
yapılması zorunlu olan yapı ve tesislere ilişkin yasal düzenlemelerde
Anayasanın kıyıların ve çevrenin korunmasıyla ilgili hükümlerine uyulması
gerektiği, bundan dolayı mezkûr yapı ve tesislerin kullanımının bu zorunlulukla
sınırlı olduğu, Mahkememizin iptal kararı üzerine yapılan düzenlemeye göre
belirlenecek alandaki yapıların 3621 sayılı Kanundaki sınırlayıcı hükümlere,
yani kıyı hukuku rejimine tâbi olacağı belirtilse de (bkz. §§ 184-185 ve bu
paragraflarda atıf yapılan Anayasa Mahkemesi kararları), dava konusu kuralda
geçen ve anılan kuralda veya imara ilişkin temel kanun niteliğindeki 3194
sayılı Kanunda tanımlanmayan “resmi kurum alanı” ibaresinin anılan Kanunun 18.
maddesinde toplumsal hizmet alanlarından biri olarak sayıldığı, ilgili
yönetmelikte de tanımlandığı, bu nedenle kuralların belirsiz nitelikte olmadığı
belirtilerek Anayasaya aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Mahkememizin daha önceki kararlarında açıklandığı ve
çoğunluğun red gerekçesinde de kabul edildiği üzere, Anayasanın 43. maddesinde
kıyıların; 56. maddesinde de çevrenin korunması için Devlete yüklenen ödevlerin
nasıl yerine getirileceği kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. Ancak, buna
ilişkin usûl ve esaslar kanunla belirlenmeden idarenin kanunlardaki
kısıtlamaların dışında tutulması, Anayasanın söz konusu maddelerinde öngörülen
koruma ödeviyle bağdaşmayacağı gibi “kıyıda yapılması zorunlu olan yapı ve
tesislerin kullanımının” bunlarla ilgili yasal düzenlemelerde “Anayasanın
kıyıların ve çevrenin korunmasına ilişkin hükümlerine uyulması” zorunluluğu ile
sınırlı olduğu, “dolayısıyla bu yapı ve tesislerin olağan ihtiyaçlarıyla ilgisi
olmayan yapılaşmalara izin verilemeyeceği” yönündeki ilkelere de uygun
değildir.
Kararda da ifade edildiği üzere, incelenen kuralda veya
konuya ilişkin kanunların diğer hükümlerinde “resmi kurum alanı” ibaresinin
tanımı yapılmamış ve bu kavram 3194 sayılı Kanuna göre çıkarılan yönetmelikte
tanımlanmıştır.
Söz konusu tanımın aşağıdaki sebeplerle kanunî belirlilik
açısından yeterli olmaması bir yana, yönetmelikte de sadece alan tanımı
yapılması ve kıyıda yapılabilecek yapı ve tesislerle ilgili olarak yukarıda
belirtilen ilkelere uygun unsurları kapsamaması; başka bir ifadeyle, bu alanın
genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler, il özel
idareleri, belediyeler ve kamu tüzelkişilerine ait bina ve tesislerin yapıldığı
alanlar olarak belirlenip buralarda yapılabilecek yapı ve tesislerin kıyıda
yapılması zorunlu olmayanları kapsamadığı konusunda bir açıklık taşımaması
sebebiyle de, söz konusu iptal kararının gereklerine uygun bir düzenleme
getirildiği söylenemez.
Bilindiği gibi, kanunla düzenleme, hukuk devleti ilkesine
ve Anayasada kanunla düzenleneceği belirtilen konularda yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine uyulmasını gerektirir. Kanunların Anayasaya uygunluk
denetiminde de, daha sonra çıkarılan düzenleyici işlemlerin değil incelenen
kanun hükümlerinin Anayasanın 2. ve 7. maddelerinde öngörülen bu ilkelere uygun
olup olmadığı değerlendirilir.
Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devletinin temel
unsurlarından biri olan belirlilik ve bu bağlamda kanunîlik ilkesi, esas olarak
kanunî düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde
ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde açık, net, anlaşılır, nesnel ve
sınırlarının belirli; hukukî güvenlik ilkesiyle bağlantılı olarak da normların
öngörülebilir olmasını ve belirli bir kesinlik içinde hangi somut olgulara
hangi sonuçların bağlandığının kanunda görülebilmesini zorunlu kılar (geniş
açıklama için bkz. 3/6/2021 tarihli ve E.2020/9, K.2021/37 sayılı karara
ilişkin karşıoy gerekçem).
Bu ilke uyarınca kanun hükümleri, ilgililerin bir işlem
veya fiilin belirli şartlarda ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde
öngörmelerini mümkün kılacak ve uygulamada idareye sınırsız ve denetimsiz bir
yetki kullanma imkânı tanımayacak şekilde düzenlenmeli ve idareye verilen
takdir yetkisinin kapsamı ve uygulama usûlü açık olarak belirlenmelidir.
Yukarıda belirtilen karşıoy gerekçemde de ifade edildiği
üzere, Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin gereği olan
bu ilkeler, Anayasaya uygunluk denetiminde, uygulamadan ve kanunun verdiği
yetkiye dayanılarak çıkarılan yönetmelikler de dahil olmak üzere, yapılan
düzenleyici işlemlerden bağımsız olarak, sadece kanun hükmü üzerinden
değerlendirilir. Bu değerlendirmeye göre de yürütmenin düzenleyici işlemlerinin
dayanacağı, muhataplarınca öngörülebilir bir normun bulunup bulunmadığı
belirlenir.
Anayasanın 7. maddesinde ise, yasama yetkisinin Türkiye
Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve devredilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesini engellemeyen bu ilke
kanunla düzenlenmesi gereken konularda genel ifadelerle yetinilmeyip kanunla
temel esasların belirlenmesinden ve konunun çerçevesinin çizilmesinden sonra
ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme organına bırakılmasını gerektirir. Bu
itibarla, düzenleme konusunda bu şartlara uyulmadan çok geniş bir takdir
yetkisi verilmesi yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturur (geniş açıklama için bkz. 3/6/2021 tarihli ve E.2020/9, K.2021/37
sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçem).
Şüphesiz kanunla düzenleme konuya ilişkin bütün
ayrıntılara kanunda yer verilmesini gerektirmez. Kuralların, özellikle de kanun
hükümlerinin belli bir ölçüde soyutluk içermesinin kaçınılmaz olduğu
tartışmasızdır. Bununla birlikte, bu zorunluluk bir konudan kavramsal veya
kurumsal olarak bahsedilmesinin yeterli olduğu anlamına da gelmez. Yukarıdaki
paragrafta belirtilen şekilde yapılan kanunî bir düzenlemeyle ayrıntıların
yürütme organına bırakılması; kanun koyucunun tespit edeceği temel esaslar ile
çizeceği çerçevenin de, yürütme organının düzenleyeceği ayrıntıların
belirlenmesinde ve buna ilişkin yargısal denetimde yol gösterecek nitelikte
olması gerekir.
Yukarıda da açıklandığı üzere, Anayasanın 43. ve 56.
maddelerine göre kıyılarda kamuya yararlı yapı ve tesislerin yapılması mümkün
olmakla birlikte, bunlara ilişkin kanunî düzenlemelerde Anayasanın mezkûr
hükümlerine uyulması ve bunların dışında yapılaşmaya izin verilmemesi
zorunludur.
İdareye yukarıda sözü edilen kısıtlamalara uymadan
yapılaşma imkânı veren kanun hükümleri, kıyıların genellik, eşitlik ve
serbestlik ilkeleri çerçevesinde herkesin kullanımına açık bulunmalarını
gerektiren söz konusu anayasal hükümlerin öngördüğü koruma ödeviyle bağdaşmaz
(bkz. 26/6/2019 tarihli ve E.2019/35, K.2019/53 sayılı; 5/1/2006 tarihli ve
E.2005/98, k.2006/3 sayılı kararlarımız).
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine
yeniden düzenlenen ek 2. maddenin yeni hâli de Devletin gözetim ve denetim
yükümlülüğünün yerine getirilmesini imkânsız kılacak şekilde belirsizdir.
Anılan maddede Van Gölü kıyısındaki yapılaşmanın temel
esasları belirlenerek çerçevesi çizilmemiş ve resmî kurum alanı denilen bir
sahada gerçekleştirilebilecek yapılaşma bakımından idareye çok geniş ve
sınırsız bir takdir alanı bırakılmıştır. Buna karşılık söz konusu alanda
yapılması zorunlu olan yapı ve tesislerin hangi ilkeler ve ölçütler esas
alınarak belirleneceği mezkûr hükümde de Kanunun başka bir maddesinde de açık,
anlaşılır ve nesnel bir şekilde düzenlenmemiştir. Bu nedenle düzenleme,
belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturacak bir nitelikte
olduğu gibi yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine de aykırıdır.
Diğer taraftan, yargısal denetimde gözönünde
bulundurulacak kriterlerin de belirlenmiş olmasını gerektiren belirlilik
ilkesine uygun olmayan kanunî düzenlemeler mezkûr denetimi imkânsız hâle
getirdiğinden, söz konusu belirsizlik, bu düzenlemeye dayanılarak idarece
yapılacak tasarruflarla ilgili olarak yargı mercilerince etkili bir denetim
gerçekleştirilmesini de imkânsız hâle getirmiştir (aynı yönde bkz. 1/6/2022
tarihli ve E.2021/132, K.2022/69 sayılı; 13/12/2022 tarihli ve E.2019/88,
K.2022/159 sayılı kararlara ilişkin karşıoy gerekçelerim). Başka bir deyişle,
incelenen kuralların etkili bir idarî yargı denetimine imkân verecek nitelikte
olmamasından dolayı bu yönden de mezkûr ilkelere uygun olduğu söylenemez.
Bu sebeplerle, mezkûr kuralların Anayasanın 2., 7., 43.
ve 56. maddelerine aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği düşüncesiyle
çoğunluğun aksi yöndeki kararına karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Kanun’un 1. Maddesinin (2) Numaralı Fıkranın İkinci
Cümlesine İlişkin Muhalefet Şerhi
1. Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” denilmektedir. Anayasa’nın açıkça kanunla düzenlenmesini
öngörmediği konularda kanunda genel ifadelerle düzenleme yapılarak ayrıntıların
düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması mümkündür. Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenleme yapılması öngörülmeyen konularda yasamanın asliliği ve
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri haricinde geçerli olan yürütmenin türevselliği
ilkeleri gereği idari işlemlerin kanuna dayanması zorunluluğu vardır. Ancak bu
durumda kanunda belirlenmesi gereken çerçeve, Anayasa’nın kanunla
düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok daha geniş olabilecektir. Başka bir
ifadeyle Anayasa’ya göre kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni
dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılabilir (AYM,
19/2/2020, E.2018/91, K.2020/10, § 110; E.2019/32, K.2021/54, 14/07/2021, §
66).
2. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” denilmektedir. Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olması ve bu yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı
ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin
gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya ait olması “demokrasi rejimini
benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir durum” olarak
nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede “Millet adına kanun koyma yetkisini
yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki devredilemez. Ancak, Anayasanın 99 ve
129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır” denilmek suretiyle bu ilkenin anlamı
ve istisnaları belirtilmiştir. Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere,
yasama yetkisinin devredilemezliği, esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında
başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 7. maddesi
ile yasaklanan, kanun yapma yetkisinin devredilmesidir (AYM, E.2011/42,
K.2013/60, 9/5/2013).
3. Türevsel nitelikteki düzenleyici
işlemler bakımından yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir kanun kuralı ile
sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yürütmenin düzenlemesine bırakılması,
Anayasa'nın belirtilen maddesine aykırılık oluşturur. Bununla birlikte yasama
organının temel ilkeleri ve çerçeveyi kanunla belirlendikten sonra uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15,
4/3/2021, § 57; E.2020/43, K.2022/116, 13/10/2022, § 47).
4. Gelişen koşul ve durumlara göre sık
sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme
zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları
belirledikten sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin
türevsel nitelikteki düzenleyici işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından
çerçevesi çizilmiş alanda ve değişen koşullara uyum sağlayabilecek esnekliğe
sahip ölçütlere uygun olarak genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması,
hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı olarak değerlendirilemez (AYM,
E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015, § 134; E.2019/32, K.2021/54, 14/07/2021, §
86).
5. 7221 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin
Türkiye’ye ait Ulusal Coğrafi Veri Sorumluluk Matrisi (UCVSM) kapsamındaki
coğrafi verileri toplaması, üretmesi, paylaşması veya satmasının, fikrî, sınai
ve ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu ve özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla ve ticari
faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli belgelere sahip olması şartı ile
Bakanlığın iznine tabi olduğu belirtilmiştir. Dava konusu ikinci cümlede ise
izne tabi olacaklar ile izin süresi ve verilere ilişkin usul, esas ve
içeriklerin Bakanlıkça belirleneceği hükme bağlanmıştır.
6. Kuralda yer alan izne tabi olacak gerçek kişiler ile
özel hukuk tüzel kişilerini belirleme yetkisinin Bakanlığa ait olduğu 7221
sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde açıkça
belirtilmiştir. Ayrıca (49) numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin (CBK) 5. maddesinin (e)
bendi ile 14. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca gerçek ve tüzel
kişilerin UCVSM kapsamındaki coğrafi verileri toplaması, üretmesi,
paylaşması veya satması Bakanlık iznine tabidir. Anılan fıkrada söz konusu
iznin verilmesi ticari faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli belgelere
sahip olma şartına bağlanmıştır.
7. Buna göre Türkiye’ye ait UCVSM kapsamındaki coğrafi
verileri toplaması, üretmesi, paylaşması veya satması hususunda gerçek kişiler
ve özel hukuk tüzel kişilerine yetki verilebilmesi için fikrî, sınai ve ticari
haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve
özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla bu kişilerin gerekli belgelere
sahip olması gerekmekte olup bu hususa ilişkin temel ilke ve esasların
belirlendiği görülmektedir.
8. Bunun yanı sıra (49)
numaralı CBK’nın 3. maddesinde CBS ile
ilgili temel kavramlar tanımlanmış olup anılan maddenin (ç) bendinde coğrafi bilginin,
öznitelik bilgisi ve topolojik bilgiyi içeren nitelik kazandırılmış coğrafi
veri olduğu belirtilmiş, (d) bendinde coğrafi bilgi sistemi,
her türlü coğrafi verinin; üretilmesi, temini, depolanması, işlenmesi,
yönetilmesi, analiz edilmesi, paylaşılması, sunulması ve güncel tutulması için
gerekli olan donanım, yazılım, insan kaynağı, standartlar ve yöntemler bütünü olarak tanımlanmıştır. Aynı maddenin (e) bendinde coğrafi veri, konum bilgisi içeren
her türlü veri olarak ifade edilmiştir. CBK’nın 4.
maddenin (a) bendinde CBS hizmet ve uygulamalarına ilişkin tüm faaliyetlerde kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması için
coğrafi verinin toplanmasında, üretilmesinde, depolanmasında ve paylaşımında
mükerrerliğin önlenmesi ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir. Aynı maddenin
(ç) bendinde ise, ulusal güvenliğe, kişisel verilerin korunmasına, fikri,
sınai ve ticari haklara ilişkin mevzuat hükümleri ile milletlerarası andlaşma
hükümleri saklı kalmak kaydıyla her türlü coğrafi verinin erişilebilir,
paylaşılabilir ve kullanılabilir olması ilkesine
yer verilmiştir.
9. Buna göre coğrafi verilerin tanımı ile coğrafi verilerin toplanmasında, üretilmesinde, depolanmasında ve
paylaşımında gözöününde bulundurulması gereken hususların ve temel ilkelerin
düzenlendiği, bu durumda coğrafi verilere ilişkin usul, esas ve içeriklere ilişkin
temel ilke ve esasların da belirlendiği anlaşılmaktadır.
10.
Öte yandan coğrafi bilgi sistemlerinin kullanım ve uygulama alanları oldukça
geniştir. Ayrıca CBS çok geniş kapsamlı bir bilgi sistemi olup CBS’yi oluşturan
bileşenler içerisinde, harita ve yazılım dışında, faaliyet gösterilen alana
göre konuya özel birçok alt bileşen bulunmaktadır. Buna göre CBS, genel bir kavram olup CBS’nin çeşitli kullanım
alanlarına ve tematik konulara yönelik olarak geliştirilen çeşitli uygulamaları
vardır. Bu nedenle Kanun
koyucunun dava konusu kuralda izne tabi
olacaklar ile izin süresi ve verilere
ilişkin usul, esas ve içeriklerin belirlenmesi yetkisini Bakanlığa
bırakması; uygulama alanı oldukça geniş ve çok geniş kapsamlı bir bilgi sistemi
olan CBS’nin söz konusu nitelikleri düşünüldüğünde bu alanda faaliyet göstermek amacıyla izin talebinde bulunulması
durumunda her izin başvurusuna ilişkin şartların değişiklik gösterebileceğinden
dolayı bunların tek tek sayılmasının zorluğundan ve kanun yapma tekniğinin
doğasından kaynaklanmaktadır.
11. Bu bağlamda Kanun ve
CBK hükümleri gözetildiğinde coğrafi verileri toplaması, üretmesi,
paylaşması veya satması konusunda izne tabi olacaklar ile izin süresi
ve verilere ilişkin usul, esas ve içeriklerin genel çerçevenin belirlendiği, kanun koyucu tarafından konuya ilişkin
genel çerçevenin belirlenmesinin ardından bu çerçeve içinde kalan hususlarda,
değişen durum ve şartlara göre karar verme yetkisinin yürütme organına
bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla temel ilkeleri belirlenmiş ve
çerçevesi çizilmiş konuda kuralla izne tabi olacaklar ile izin süresi ve
verilere ilişkin usul, esas ve içerikleri belirleme konusunda yürütme organına
yetki tanınması, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemeyeceği gibi
kuralı belirsiz de kılmamaktadır.
12. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 7.
maddelerine aykırı olmadığından aksi yöndeki
çoğunluk kararına katılmıyorum.
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Muhterem İNCE
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 14/2/2020 tarihli ve 7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 22. maddesiyle 3621 sayılı
Kanun’un yeniden düzenlenen ek 2. maddesinin ve bu Kanun’a eklenen (5) numaralı
kroki ile listenin Anayasa’ya aykırı olmadığı şeklindeki kararına
katılmamaktayım.
2. Anayasa’ya aykırı olduğu için iptali gerektiği
kanaatinde olduğum 3621 sayılı Kanun’un
yeniden düzenlenen dava konusu ek 2. maddesi hükmü şu şekildedir:
“Ekli (5) numaralı kroki ile listede sınır ve
koordinatları gösterilen alanın bu Kanuna tabi kısımlarında imar planı
kararıyla resmi kurum alanı yapılabilir. Bu alan, imar planında belirlenen amaç
dışında kullanılamaz”.
3. Dava konusu kural, Anayasa Mahkemesinin dava konusu
kuralda belirtilen kroki alanını da kapsayan ve sınır ve koordinatları
gösterilen alanlarda Kıyı Kanunu’nun kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve
kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya dair
sınırlayıcı hükümlerinin uygulanmayacağını öngören 4/4/1990 tarihli ve 3621
sayılı Kıyı Kanunu’na 18/1/2019 tarihli ve 7162 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle
eklenen ek 2. madde hükmünün Anayasa’ya aykırı bulunup iptal edilmesi
sonrasında yeniden düzenlenmiş hali olarak yürürlüğe sokulmuştur. (Zikredilen
Anayasa Mahkemesi kararı için bkz.: E.2019/35, K.2019/53, 26/06/2019).
4. Dava konusu kuralın Mahkememizin iptal ettiği önceki
kuraldan en önemli farkı ise Ekli (5)
numaralı kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın Kıyı
Kanunu’na tabi kısımlarında imar planı kararıyla resmi kurum alanı
yapılabilmesine imkan veren bir düzenlemeye yer vermiş olmasıdır. Kuralın
Anayasa Mahkemesince iptal edilen halinde ise, yukarıda da ifade edildiği üzere
kuralda sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda Kıyı Kanunu’nun kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerini uygulanamayacağı öngörülmekteydi.
5. Bahse konu önceki kuralı iptal ederken Anayasa
Mahkemesi 3621 sayılı Kanun kapsamında
kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere
ilişkin olarak getirilen yapı ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerin bu
alanların doğal ve kültürel özellikleri gözetilerek tabiî servet ve kaynak
olarak değerlerinin korunması amacına ve bu alanlardan yararlanmada öncelikle
kamu yararının gözetilmesi esasının gerçekleşebilmesine hizmet etmekte olduğuna
vurgu yaptıktan sonra anılan hususlarda ne şekilde düzenleme yapılacağının kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğuna ve iptali
talep edilen kurallar kapsamında kalan ve ekli kroki ile listelerde sınır ve
koordinatları gösterilen alanlardaki yapı ve yapılaşmalar yönünden mevcut yasal
düzenlemelerden farklı düzenlemeler getirilebilmesi mümkün olmakla birlikte söz
konusu düzenlemelerin de Anayasa’nın 43. ve 56. maddelerinde belirtilen
esaslara aykırı olmaması gerektiğine işaret etmiştir (Bkz.: E.2019/35,
K.2019/53, 26/06/2019, § 23).
6. Yine aynı kararda dava konusu kurallarla Kanun’a ekli
kroki ve listelerde sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda Kanun’un kıyılar,
sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı
ve yapılaşmaya dair sınırlayıcı hükümlerinin bir bütün olarak uygulanmayacağı
belirtilmekle birlikte söz konusu alanlarda yapılacak yapı ve yapılaşmaların
hangi ilkelere, kurallara ve sınırlamalara tabi olacağı düzenlenmemiş olduğuna
ve dolayısıyla söz konusu alanlarda yapılacak yapılara ilişkin olarak kıyı
hukuku rejimi yönünden tabi olunacak herhangi bir kural bulunmadığından bu
konuda denetimsiz bir alan oluşmakta olduğuna işaret edilerek bu durumun
Anayasa’nın 43. ve 56. maddeleri ile devlete verilen çevreyi ve kıyıları koruma
görevinin yerine getirilmesine engel oluşturduğu sonucuna ulaşılmıştır (Bkz.:
E.2019/35, K.2019/53, 26/06/2019, § 25).
7. Mahkememiz aynı kararında Devletin gözetim ve denetim
görevini yerine getirmesini sağlayacak kurallara yer verilmeksizin belirli
alanlardaki yapılaşmaların 3621 sayılı Kanun’daki sınırlamalardan istisna
tutulmasının aynı zamanda hukuki belirsizliğe de yol açmakta olduğuna ve bu
belirsizliğin ortadan kaldırılmasının devletin gözetim ve denetim
yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için Kanun’a ekli kroki ve listelerde
gösterilen alanlarda Anayasa’da öngörülen ilkelere uygun yasal düzenleme
yapılması zorunlu olduğuna işaret etmiş ve bu zorunluluğun gereğini yerine
getirmeyen kuralların Anayasa’nın 2. maddesiyle de bağdaşmadığına işaret
etmiştir (Bkz.: E.2019/35, K.2019/53, 26/06/2019, § 26).
8. Anayasa Mahkemesinin önceki kuralı iptal etmesinden
sonra tesis edilen dava konusu yeni kuralın konumuz bağlamında önceki kuraldan
en önemli farkı yukarıda da ifade edilmeye çalışıldığı üzere belirtilen alanın
3621 sayılı Kanun’a tabi kısımlarında imar planı kararıyla resmi kurum alanı
yapılabilmesine imkan sağlamasıdır. Bununla birlikte dava konusu kuralda
Anayasa Mahkemesinin önceki iptal kararında ifade ettiği hususlarda Anayasa’nın
43. ve 56. maddelerine uygunluğu sağlayacak ve dolayısıyla bu alanlarda yapılacak yapı ve yapılaşmaların hangi ilkelere,
kurallara ve sınırlamalara tabi olacağını öngören hususlara yer verildiğini
söyleyebilmek mümkün değildir.
9. Dolayısıyla dava konusu kuralla
Anayasa Mahkemesinin benzer bir kurala ilişkin daha önce yer verdiği ve
yukarıda zikredilen kararında işaret ettiği Anayasa’ya aykırılık hususlarının
giderildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Zira çoğunluk kararının aksine
(bkz.: §§ 195-196) belirtilen alanlarda inşa edilebilecek olan resmi kurumlarda hangi ilke
ve esaslara uyulacağı ile ilgili kurallara dava konusu kuralda halen yer
verilmediği görülmektedir.
10. Yukarıda sıralanan nedenlerle 14/2/2020 tarihli ve
7221 sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un 22. maddesiyle 3621 sayılı Kanun’un yeniden düzenlenen ek 2.
maddesinin ve bu Kanun’a eklenen (5) numaralı kroki ile listenin Anayasa’nın 2.,
43. ve 56. maddelerine aykırı olduğundan iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım.
KARŞI OY
1. 29/07/1970 tarihli
1319 sayılı Emlak Vergisi Kanun’unda değiştirilen 44. maddesi üçüncü fıkrasının
“paylı mülkiyette ve el birliği mülkiyette, matrahın hesabında mesken nitelikli
taşınmazın toplam değeri esas alınır.” Hükmünün Anayasa’ya aykırı olmadığına
sayın çoğunlukça karar verilmiştir. Aşağıda belirttiğim gerekçelerle sayın
çoğunluğun görüşüne katılmadım.
2. İptal talebi paylı
mülkiyette elbirliği mülkiyette, değerli konut vergisi matrahının
hesaplanmasında mesken nitelikli taşınmazın toplam değerinin esas alınacağına
ilişkin düzenlenen kuralın taşınmazın matrahının hesabında hisseye isabet eden
değeri yerine toplam değerinin esas alınmasının maliklerin aleyhine olduğu
hisseye düşen payın değeri esas alındığında değerli konut vergisinin konusu
olmayan taşınmazın tamamının değerinin esas alınması halinde vergiye tabii hale
geldiği bu durumun vergi ödeme yükümlülüğünün mali güce göre belirlenmesi
ilkesiyle bağdaşmadığı, ayrıca değerli konut vergisi mükellefleri arasında
eşitsizlik oluşturduğu gerekçesiyle Anayasa’nın 10., ve 70. Maddelerine aykırı
olduğu iddia edilmiştir.
3. Anayasa’nın 10.
maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye
veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer
verilmiştir.
4. Anayasa’nın anılan
maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı
olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali
yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez (AYM, E.2020/95, K.2022/3,
26/1/2022, § 25; E.2022/65, K.2022/102, 8/9/2022, § 11).
5. Eşitlik ilkesi yönünden
yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi
çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamele yapılıp
yapılmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler
arasında farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu
belirlemenin ardından ise farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp
dayanmadığı ve ölçülü olup olmadığı hususları irdelenmelidir. Ölçülülük ilkesi,
amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade
eder. Diğer bir ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile
orantılı olmasını gerektirmektedir (AYM, E.2021/1, K.2021/32, 29/4/2021, § 32;
E.2022/65, K.2022/102, 8/9/2022, § 12).
6. Anayasa’nın 73.
maddesinde; kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre herkesin vergi
ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının
maliye politikasının sosyal amacı olduğu, vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı
öngörülmüştür.
7. Verginin mali güce
göre alınması ve genelliği ilkeleriyle vergilendirmede eşitlik ve adaletin
gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Ekonomi ve vergi hukuku alanında mali güce
ilişkin göstergelerin gelir, servet ve harcamalar olduğu kabul edilmektedir.
Mali güç; ödeme gücünün kaynağı, dayanağı, nedeni ve varlık koşuludur. Kanun
koyucunun vergilendirmede, kişilerin sahip olduğu ekonomik değer ile mali
güçlerini göz önünde bulundurması gerekir. Vergide genellik ilkesi, herhangi
bir ayırım yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve
vergi ödemesini ifade eder. Mali güce göre vergilendirme, verginin yükümlülerin
ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır.
8. Anayasa’nın 73.
maddesinin ikinci fıkrasında ise vergi yükünün adaletli ve dengeli bir biçimde
dağılımı öngörülmüştür. Vergilendirilecek alanların seçimi ve vergi yükünün
adaletli ve dengeli dağılımı için yükümlülerin kişisel durumlarının kanunlarda
gözetilmesi gerekir. Sermaye iratlarının ücretlere göre farklı
vergilendirilmesi; en az geçim indirimi, artan oranlı vergilendirme, çeşitli
istisna ve muafiyet uygulamaları, vergi yükünün adalete uygun dağılımı ile mali
güce göre vergilendirmenin araçlarıdır.
9. Bu anlamda, devletin
vergilendirme yetkisi vergide yasallık, mali güç ve genellik gibi kimi anayasal
ilkelerle sınırlandırılmıştır. Buna göre vergi, Anayasa’nın öngördüğü ilkeleri
gözetecek şekilde kanunla düzenlenmeli ve doğal olarak vergide eşitlik
ilkesinin uygulama aracı olan mali gücü de yansıtmalıdır. Vergi tekniği, vergi
adaletini yansıtmadıkça maliye politikasının sosyal amacını gerçekleştiremez.
10. Mahkeme sayın
çoğunluğunca kural sadece 73. Madde bağlamında incelemeye tabii tutulmuş ve
iptal talebi reddedilmiştir. Kural Anayasa’nın 10. Maddesi bağlamında
incelenmelidir. Bu bağlamda yapılan incelemede kuralın benzer durumdaki kişiler
arasındaki vergi yükü bakımından fark oluşturup oluşturmadığı ortaya konulmalı
kuralın kişiler arasında oluşan eşitsizliğin objektif ve makul bir temele
dayanıp dayanmadığı sonuç olarak farklı muamelenin ölçülü olup olmadığı
belirlendikten sonra sonuca ulaşılmalıdır.
11. Dava konusu kural bir
taşınmaza tek başına ya da paylı olarak malik olanların farklı
vergilendirilmesi sonucu doğurmaktadır. Paylı mülkiyet sahipleriyle bir
taşınmaza tek başına malik olanlar vergilendirme bakımından karşılaştırılabilir
bir kategori oluşturmaktadır. Ancak farklı durumlara göre paylı malikler
tek başına maliklere kıyasla daha fazla vergi ödemek durumunda kalabilirler. Bu
durumun da paylı malikler yönünden farklı bir muamele ortaya çıkardığı açıktır.
Mali güce göre vergilendirilme ilkesine aykırı olarak oluşturulan bu
farklılığın objektif ve makul bir nedene dayandığı ve de ölçülü olduğu
söylenemeyeceğinden kuralın Anayasa’nın 73. Maddesiyle bağlantılı eşitlik
ilkesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
12. Kural elbirliği
mülkiyeti yönünden incelendiğinde de benzer yöntemle aynı sonuca çıkacağı
açıktır. Elbirliği mülkiyetinde paylar belli olmadığından ortaklığa giren
mallar üzerinde pay sahiplerinin hakları malların tamamına yaygın haldedir.
Ancak değerli konutta konutun tamamına tek başına sahip değillerdir. Ancak
terekenin taksimine göre değerli konuta sadece %10 oranında paylı malik
olabilecek bir kişinin vergisinin konuta tek başına malikmiş gibi
hesaplanmasının objektif makul bir sebebinin bulunduğundan söz edilemez. Bu
durum ise kuralın ölçülü olmadığı sonucunu çıkarmaktadır. Ülkede mirasla oluşan
elbirliği mülkiyetlerinin paylı mülkiyete hızlıca geçirilmediği bilinmektedir. Elbirliği
mülkiyeti ile değerli konutların çok sayıda elbirliği malikinin olduğu da olası
bir durumdur. Kuralda konutun tamamının değeri esas alınarak vergilendirme
yapıldığı için çok düşük bir pay sahibinin konutun tamamının değeri esas
alınarak vergilendirilmesi halinde tek başına maliklere kıyasla daha ağır bir
vergi yüküne maruz bırakılması sonucunu doğurmaktadır. Bu yönüyle kuralın
benzer durumda olan kişilere farklı muamele yapıldığı sonucunu ortaya
çıkarmaktadır. Mali güce göre vergilendirme ilkesine aykırı olarak oluşturulan
bu farklılığın objektif ve makul bir nedene dayandığı ve de ölçülü olduğu
söylenemeyecektir. Kural bu haliyle 73. Madde ile bağlantılı eşitlik ilkesine
aykırıdır.
13. Dava konusu 1319
sayılı Emlak vergisi Kanun’un değiştirilen 44. Maddesinin üçüncü fıkrası
Anayasa’nın 10. ve 73. Maddeleri uyarınca Anayasa’ya aykırı olduğundan iptali
gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.