“...
1. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 4. Maddesi ile 6136 sayılı AteÅŸli Silahlar ve Bıçaklar ile DiÄŸer Aletler Hakkında Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (7) numaralı bentte yer alan “mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
6136 sayılı Kanun’un 7. maddesi ateÅŸli silah taşıyabilecekleri ve bulundurabilecekleri düzenlemektedir. (7) numaralı bentte ise en az bir dönem köy veya mahalle muhtarlığı ya da belediye baÅŸkanlığı yapmış olanların da silah taşıyabileceÄŸi ve bulundurabileceÄŸi öngörülmüÅŸ ve bunun istisnalarına yer verilmiÅŸtir. Buna göre kesinleÅŸmiÅŸ yargı kararına göre görevine son verilenler ile terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliÄŸine karşı faaliyette bulunduÄŸuna karar verilen yapı, oluÅŸum veya gruplara üyeliÄŸi, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanlar bu haktan yararlanamayacaklardır.
Ä°ptali istenen kuralda yer alan “mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” ibaresinde yer alan mensubiyet, iltisak ve irtibat kavramlarının içeriÄŸi belirsiz ve öngörülemezdir. Bir haktan yararlanma engeli veya disiplin suçu olarak öngörülen bu fiiller oldukça muÄŸlâk olup bunların içeriÄŸini öngörmek tamamen imkânsızdır. Hangi somut eylemlerin bu suçları oluÅŸturduÄŸu ve bu suçlar arasındaki farkın ne olduÄŸunu ortaya koyan hiçbir düzenleme ya da açıklık bulunmamaktadır. Oysa bir hukuk devletinde hukuk kurallarının belli ve öngörülebilir olması asgari koÅŸuldur. Hangi fiilleri dolayısıyla bireylerin yaptırıma tabi tutulabileceklerini önceden öngörebilmeleri gerekir. Adı geçen kavramların içeriÄŸi ve ağırlığı belirli olmadığı gibi uygulanacak yaptırımın ağırlığı bakımından da bir belirleme bulunmayıp tamamı aynı yaptırıma tabi tutulmuÅŸtur. Bu derece muÄŸlâk ve belirsiz bir düzenlemenin öngörülebilir olduÄŸunu söylemeye olanak bulunmamaktadır.
Yasaların içeriÄŸinin belirliliÄŸi ve öngörülebilirliÄŸi hukuka baÄŸlı yönetimin en temel gereklerinden biridir. Bireyler en azından bir uzmanın yardımıyla hukuk kuralının kendisinden hangi davranışı beklediÄŸini, davranışlarının sonuçlarının ne olacağını öngörebilmelidir. Bu birey özgürlüÄŸünün de asgari koÅŸuludur. Yasaların hangi davranışı yasakladığını ve hangi davranışı serbest bıraktığını öngöremeyen bir bireyin davranışlarını özgürce belirlemesi mümkün olmadığı gibi, bir davranışın sonuçlarının ne olacağını öngöremeyen bireyin davranışlarından sorumlu tutulması da birey özgürlüÄŸü ile baÄŸdaÅŸmaz. Hukuk devletinin yasaların öngörülebilirliÄŸine atfettiÄŸi önem, özgürlük ile öngörülebilirlik arasındaki bu iliÅŸkiden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle iptali istenen içeriÄŸi belirsiz kavramlar öncelikle Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesine açıkça aykırıdır.
DiÄŸer taraftan hukuk devleti ilkesinin bir uzantısı olarak Anayasa’nın 13. maddesinde temel hakların kanunla sınırlandırılması ilkesine yer verilmiÅŸtir. Kanunla sınırlama ilkesinin nedeni birey haklarına keyfi müdahaleyi engellemek olup, yasama organının açık tartışma ile kabul ettiÄŸi bir yasa çerçevesinde temel haklara müdahaleye izin verilmesi bireylerin temel haklarını korumayı amaçlamaktadır. Birey haklarına müdahaleye izin veren yasalar ancak içeriÄŸi belirli, anlamı öngörülebilir ise kendisinden beklenen faydayı saÄŸlayacaktır. Temel haklara müdahaleye izin veren bir yasanın içeriÄŸi muÄŸlâk ve tanınan yetkinin kapsamı konusunda belirlilik içermiyorsa yasayla sınırlama ölçütü ihlal edilmiÅŸ demektir. Bu nedenle içeriÄŸi belirsiz olan iptali istenen kurallar Anayasa’nın 13. maddesine de aykırıdır.
Ayrıca Anayasa’nın 38. maddesinde suç ve cezaların kanuniliÄŸi ilkesi düzenlenmiÅŸtir. Buna göre bireyler ancak iÅŸlendiÄŸi zaman yürürlükteki kanunların suç saydığı fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilirler ve ancak fiil iÅŸlendiÄŸi zaman kanunda öngörülen ceza ile cezalandırılabilirler. Bu kuralın gereÄŸi olarak ceza ve ceza yerine geçen tedbirler ancak kanun yoluyla konulabilir. Kanun altı düzenlemeler, hatta KHK’lar ile ceza normu konamaz. Suç ve cezaların kanuniliÄŸinden söz edilebilmesi için bunu düzenleyen yasa hükmünün bireyler açısından en azından bir hukukçunun yardımıyla anlaşılabilir olması, yani bireylerin hangi fiillerin yasaklandığını ve yaptırıma tabi tutulduÄŸunu öngörebilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleÅŸik içtihadına göre disiplin suç ve cezaları da 38. maddede öngörülen kanunilik ilkesine tabidir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında Anayasa’nın 38. maddesindeki ilkelerin disiplin suç ve cezaları için de geçerli olduÄŸuna karar vermiÅŸtir (bkz. E.2014/100, K.2015/6, K.T. 14.1.2015; E. 2010/28, K. 2011/139, K.T. 20.10.2011). Ä°ptali istenen kural muhtar ve belediye baÅŸkanlarına iliÅŸkin bir disiplin kuralı olup bu kiÅŸilerin silah taşımasına ve bulundurmasına izin verilmemesini düzenlemektedir. Ruhsat alamama sonucunu doÄŸuracak fiilleri düzenleyen kuralın hangi eylemin bu sonucu doÄŸuracağını açık bir ÅŸekilde ortaya koyması gerekir. Oysa yukarıda belirtildiÄŸi gibi bu kavramların içeriÄŸi ve kapsamı belli olmadığı gibi, bu açıklığı saÄŸlayacak ne bir alt düzenleme ne de yargısal içtihat ortaya çıkmış deÄŸildir. Nitekim Venedik Komisyonu da OHAL KHK’larına iliÅŸkin olarak yayınladığı 9-10 Aralık 2016 tarihli görüÅŸünün (Turkey - Opinion on Emergency Decree Laws Nos 667-676 adopted following the failed coup of 15 July 2016, 9-10 December 2016, [CDL-AD(2016)037-e]) 128-131. paragraflarında bu duruma açıkça dikkat çekmiÅŸ ve kavramların içeriÄŸinin açıklığa kavuÅŸturulmasını tavsiye etmiÅŸtir. Venedik Komisyonunun görüÅŸünün yayınlandığı günden bu zamana kadar da bu açıklığı saÄŸlayacak herhangi bir geliÅŸme yaÅŸanmamıştır.
Açıklanan nedenlerle iptali istenen kural Anayasa’nın 2., 13. ve 38. maddelerine açıkça aykırıdır ve iptali gerekir.
2. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 6. Maddesi ile 6219 sayılı Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununun 6. maddesine eklenen birinci fıkranın ilk cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
1/2/2018 tarihli ve 7079 sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 6. maddesiyle 11/1/1954 tarihli ve 6219 sayılı Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununun 6. maddesine eklenen ikinci fıkra ile Vakıflar Bankasının, yönetimi ve temsili Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü’ne ait olan A ve B Grubu hisselerinden, mülhak vakıflara ait olanlar dışındakilerin Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek hisse deÄŸeri üzerinden Hazine’ye devredilmesine ve bu hisselerin devir bedelinin Hazine tarafından, Vakıflar Genel MüdürlüÄŸüne verilecek vadeleri 4 yılı aÅŸan bir süreye yayılmış kira sertifikaları ile ödenebilmesine imkan saÄŸlanmıştır.
Ülkemizde yüzyıllar boyunca bir sosyal yardım kurumu olarak hizmet sunmuÅŸ bulunan vakıflar, bir mülkün menfaatlerinin sosyal ve kültürel hizmetlere tahsis edilmek üzere özel mülkiyetten çıkarılarak temlik ve temellükten yasaklanmak suretiyle kamu yararına özgülenmesini ifade etmektedir.
Faaliyetleri ile sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda önemli hizmetleri yerine getirmiÅŸ olan vakıfların ve dolayısıyla da Vakıflar Genel MüdürlüÄŸünün topluma yararlı hizmetlerini yerine getirmesi, mevcut malvarlığının ve gelir kaynaklarının etkin ÅŸekilde kullanılmasına ve deÄŸerlendirilmesine baÄŸlıdır.
Türk Medenî Kanununun 101. maddesinde “vakıflar”, gerçek veya tüzel kiÅŸilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluÅŸan tüzel kiÅŸiliÄŸe sahip mal toplulukları olarak tanımlanmış ve bir malvarlığının bütünü veya gerçekleÅŸmiÅŸ ya da gerçekleÅŸeceÄŸi anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik deÄŸeri olan hakların vakfedilebileceÄŸi belirtilmiÅŸtir.
Vakıf kurulabilmesi, Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre mümkün olmakla birlikte, Türk Medenî Kanununun yürürlük tarihinden önce kurulmuÅŸ olan vakıflara da, tarihten gelen özellikleri, kuruluÅŸ irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki koÅŸullar gereÄŸi korunmaları ve sürekliliklerinin saÄŸlanması hususları gözetilerek, Vakıflar Kanunu kapsamında yer verilmiÅŸ ve mazbut vakıflar, mülhak vakıflar, cemaat vakıfları, esnaf vakıfları ve yeni vakıfların yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaÅŸatılması, vakıf varlıklarının ekonomik ÅŸekilde iÅŸletilmesi ve deÄŸerlendirilmesinin saÄŸlanmasına iliÅŸkin usul ve esaslar 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanununda düzenlenmiÅŸtir.
5737 sayılı Vakıflar Kanununun 3. maddesinde ise,
“Akar: Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir getirici ÅŸekilde deÄŸerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazları” hükmüne,
“Vakıfların mal edinmesi, akar cinsinden olan malların deÄŸiÅŸtirilmesi” baÅŸlıklı 12’nci maddesinde ise,
“Vakıflar; mal edinebilirler, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler.
Genel MüdürlüÄŸe ve mazbut vakıflara ait akar mallar ile hakların daha yararlı olanları ile deÄŸiÅŸtirilmesine, paraya çevrilmesine veya deÄŸerlendirilmesine Meclis yetkilidir.
Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflara, baÅŸlangıçta özgülenen mal ve haklar, vakıf yönetiminin baÅŸvurusu üzerine, haklı kılan sebepler varsa, Denetim Makamının görüÅŸü alınarak mahkeme kararı ile sonradan iktisap ettikleri mal ve hakları ise bağımsız ekspertiz kuruluÅŸlarınca düzenlenecek rapora dayalı olarak vakıf yetkili organının kararı ile daha yararlı olanları ile deÄŸiÅŸtirilebilir veya paraya çevrilebilir.”
Hükümlerine yer verilmiÅŸtir.
Anayasanın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduÄŸu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceÄŸi, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme baÄŸlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kiÅŸiye baÅŸkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduÄŸu sınırlamalara uymak koÅŸuluyla, sahibi olduÄŸu ÅŸeyi dilediÄŸi gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır.
Anayasanın 13. maddesinde, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilmiÅŸtir.
Anayasanın 13 ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanması mümkün olup itiraz konusu hükmün yasalaÅŸması sürecinde tüzel kiÅŸiliÄŸi haiz bulunan vakıfların kamuya yararlı hayır kuruluÅŸları oldukları hususu gözetilmemiÅŸ, bu durum karşısında mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına yönelik düzenlemeye iliÅŸkin üstün kamu yararının ne olduÄŸu ve gerekçesi açık ve net bir ÅŸekilde ortaya konulmamış böylece vakıfların anayasal mülkiyet hakkı ihlal edilmiÅŸtir. Oysa mülkiyet hakkı, ancak açık ve tartışmasız bir kamu yararı beklentisinin varlığı ve beklenen bu kamu yararı ile kiÅŸilerin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin de saÄŸlanmış olması halinde sınırlandırılabilir. Aksi halde sınırlamanın haklı, ölçülü ve orantılı olduÄŸundan söz edilmesi mümkün deÄŸildir.
Ayrıca, itiraz konusu hükümle mülkiyeti vakıflara ait bulunan hisseler karşılığındaki devir bedelinin vakıf tüzel kiÅŸilikleri yerine Vakıflar Genel MüdürlüÄŸüne verilecek kira sertifikaları ile ödenmesi öngörülmüÅŸ olup bu durum hisse sahibi bulunan vakıfların mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelmektedir.
Bu nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerine aykırıdır.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Ä°tiraz konusu hükümle mülkiyeti vakıflara ait bulunan ve bunlar bakımından düzenli gelir kaynağı niteliÄŸindeki Vakıflar Bankası hisselerine Bakanlar Kurulunca tek taraflı olarak belirlenecek bedel üzerinden el konulmasına imkân saÄŸlanmıştır. Bu süreçte hisse sahibi vakıfları yönetme ve temsiline yetkili bulunan Vakıflar Genel MüdürlüÄŸü ile Vakıflar Meclisine herhangi söz, pazarlık ve deÄŸerlendirme hakkı verilmemiÅŸtir.
Vakıflar Bankası hisselerinin maliki olan vakıflar, itiraz konusu kural ile kamuya yararlı hizmetlerinin yürütülmesi bakımından kritik öneme sahip düzenli gelir kaynaklarından yoksun bırakılmıştır. Ödenecek hisse alım bedelinin dört yılı aÅŸan bir süreye yayılarak ve kira sertifikaları ile ödenmesi öngörülmüÅŸ böylece vakıfların mali yapılarının zayıflamasına yol açılmıştır. Oysa Vakıflar Kanunu’nun 12. maddesinde akar niteliÄŸindeki malların elden çıkarılması daha yararlı olanları ile deÄŸiÅŸtirilmesi, paraya çevrilmesi veya deÄŸerlendirilmesi koÅŸuluna baÄŸlanarak vakıf malvarlığının ve gelirlerinin korunması, mali yapısını zayıflatacak tasarrufların engellenmesi amaçlanmıştır. Belirtilen nedenlerle, hukuk devletinin adalet ve hakkaniyet ilkeleri ihlal edilmiÅŸ olup itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
3. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 13. Maddesi 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanuna eklenen Geçici madde 25’in birinci fıkrasının ilk cümlesinde yer alan Orman ve Su Ä°ÅŸleri Bakanlığının teklifi üzerine sınırları Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlar” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 13. maddesiyle 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanuna geçici maddeler eklenmiÅŸtir.
Geçici madde 25 ile Bursa Ä°li Gemlik Ä°lçesinin deprem tehlikesi altında bulunması ve Ä°lçe sakinlerinin hâlihazırdaki yerleÅŸim yerlerinden nakledilmesinin zorunlu bulunması sebebiyle, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına da dönüÅŸtürülmesi mümkün olmayan yerlerden, Orman ve Su Ä°ÅŸleri Bakanlığının teklifi üzerine sınırları Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlar, Orman Genel MüdürlüÄŸünce orman sınırları dışına çıkarılarak tapuda Hazine adına resen tescil edilecektir.
Ormanlar anayasa tarafından koruma altındadır. Anayasanın 169. maddesi uyarınca Devlet, ormanların korunması ve sahalarının geniÅŸletilmesi için gerekli kanunları koymakla ve tedbirleri almakla yükümlüdür. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiÅŸtirilir, bu yerlerde baÅŸka çeÅŸit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir. Yine ormanların mülkiyeti, tahrip edilmesi, yok edilmesi ve daraltılmasına iliÅŸkin hususlar da anayasada düzenlenmiÅŸtir. 169. maddenin son fıkrası ise ÅŸu ÅŸekildedir: “Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüÅŸtürülmesinde kesin yarar olduÄŸu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliÄŸini tam olarak kaybetmiÅŸ olan tarla, baÄŸ, meyvelik, zeytinlik gibi çeÅŸitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduÄŸu tespit edilen araziler, ÅŸehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduÄŸu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” Ä°ptali talep edilen düzenleme ile Orman ve Su Ä°ÅŸleri Bakanlığının teklifi üzerine sınırları Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlar anayasada açıkça düzenlenmiÅŸ olan daraltma yasağına raÄŸmen orman vasfının kaybedilmesi sonucunu doÄŸuracaktır. Anayasanın esas aldığı kritik tarih 31.12.1981 tarihidir. Bir yerin orman vasfını kaybetmesi dolayısıyla orman alanından çıkarılabilmesi için kritik tarihten önce vasıf kaybının gerçekleÅŸmiÅŸ olması gerekir. Öngörülen düzenlemede bu kritik tarih ortadan kaldırılmıştır. Böylece ormanların yakılarak veya kesilerek orman alanından çıkarılmasının yolu açılmıştır.
Anayasanın böyle bir tarih belirlemesinin temel nedeni ormanların yakılarak veya kesilerek orman alanının dışına çıkarılmasını önlemektir. Ä°ptali istenen kural bu anayasal sınırı göz ardı ederek ormanların tahribine ve daraltılmasına olanak tanımaktadır. Bu sebeple düzenleme Anayasa’nın 169. Maddesine aykırılık teÅŸkil etmektedir, iptali gerekir.
4. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 17. Maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına eklenen ikinci paragrafta yer alan “yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresinin ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına eklenen ikinci paragrafın son cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
A. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına eklenen ikinci paragrafta yer alan “yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 12. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin, kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduÄŸu; 13. Maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceÄŸi, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı; 49. maddesinde ise, çalışmanın, herkesin hakkı ve ödevi olduÄŸu, devletin, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliÅŸtirmek için çalışanları ve iÅŸsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, iÅŸsizliÄŸi önlemeye elveriÅŸli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını saÄŸlamak için gerekli tedbirleri alacağı hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümler birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, kamu kesiminde çalışanlar da dahil olmak üzere tüm çalışanların yaÅŸam seviyesini yükseltmek, çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemekle yükümlü olan devletin öncelikle, gereken yeterlilik ve özellikleri taşımaları nedeniyle fiilen çalışan kiÅŸilerin mevcut iÅŸlerini kaybetmemeleri için gerekli olan önlemleri almakla yükümlüdür.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 49 uncu ve 60 ıncı maddelerine aykırıdır.
a. Anayasanın 2 inci Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir.
Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise, memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸlerinin kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin 3.4.2007 gün ve E:2005/52, K:2007/35 sayılı kararında da belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine göre bu düzenlemelerin açık, öngörülebilir ve sınırlarının belirli olması zorunludur. Temel kuralları koymadan, ölçüsünü belirlemeden ve sınırı çizmeden idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı, Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırılık oluÅŸturacaktır.
Demokratik hukuk devletinde yapılan düzenlemelerin öngörülebilir olması, sınırlarının belirli olması gerekir. Kamuda çalışmakta olan kamu görevlileri için yasa ile belirlenmiÅŸ olan çalışma yaşı sınırı 65’dir. Ä°ÅŸçi personel için ise bu yaÅŸ haddi 5510 Sayılı Yasa ile saptanmış ve bu yaÅŸ haddi de 65 olarak tanımlanmıştır.
Kamuda çalışmakta olan kamu görevlileri ve diÄŸer görevliler hakkında sınırı belirlenmiÅŸ önceden öngörülmüÅŸ böyle bir düzenleme bulunmakta iken; 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi ile özelleÅŸtirme maÄŸduru olan ve 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair ibare koyulması hukuk devletinin objektiflik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Kamuda çalışan personel açısından herkes için aynı hükümler uygulanması gerekirken bu kiÅŸilerin statü deÄŸiÅŸiklikleri ve daha önce çalıştıkları kurumların özelleÅŸtirilmiÅŸ olması nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaları ve bunlar için ayrı yaÅŸ hadleri tespit edilmesi öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu bildirilmiÅŸtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaÅŸamında adalete ve eÅŸitliÄŸe dayalı bîr hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni ise, her alanda olduÄŸu gibi, sosyal güvenliÄŸe iliÅŸkin düzenlemelerde de, eÅŸitlik, hukuk istikrarı, hukuk güvenliÄŸi ve kazanılmış hakların korunması ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.
Hukukun üstünlüÄŸünün egemen olduÄŸu bir devlette, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koÅŸuludur.
YaÅŸlılık, gerçekleÅŸmesi yönünden diÄŸer sosyal risklerden ayrı bir özelliÄŸe sahiptir. Yasalarda emeklilik yaşının kesin olması nedeniyle, sigortalı, yarınını bu güvenlik içinde planlamaktadır. Sosyal devlet, sosyal adaletin, refahın ve güvenliÄŸin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan devlettir. Sosyal güvenlik kuruluÅŸları, çalışanların geleceÄŸine iliÅŸkin güvenini saÄŸlamak durumundadır. Bu saÄŸlanamadığı takdirde sosyal güvenlik kavramından da bahsedilemez. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminde yapılan deÄŸiÅŸikliklerin hukuk devletinde olması gereken hukuk güvenliÄŸini zedelemeyecek biçimde adil, makul ve ölçülü olması zorunludur.
KiÅŸilerin; koÅŸulları kanunla belirlenmiÅŸ bir statüye devlete ve hukukî istikrara güvenerek girmelerinden ve kamu görevlisi olmalarından sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ve ölçüsüz biçimde hakları kısıtlayıcı deÄŸiÅŸiklikler yapılması, hukuk güvenliÄŸine, kazanılmış haklara ve dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı düÅŸmektedir. Bu tür düzenlemeleri yapan kanunların, ancak yayınlandıkları tarihten itibaren iÅŸe girecekler için uygulanması veya getirdikleri yeni statüye, kazanılmış hakları koruyacak makul, adil ve ölçülü bir geçiÅŸ saÄŸlanması halinde, deÄŸinilen aykırılıklar giderilebilir. Hâlihazırda kamuda çalışmakta olan kiÅŸiler açısından bu kuralların özellikle çalışma yaÅŸamından kendi rızası dışında çıkarılmalarını, kendileriyle aynı statüde olan diÄŸer görevlilerden farklı muameleye tabi tutulmalarını öngören bir düzenlemenin sosyal hukuk devleti ile baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Bu nedenle söz konusu ibarenin Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir.
b. Anayasanın 10 uncu Maddesine Aykırılık
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi Anayasanın eÅŸitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesini de ihlal etmektedir. Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eÅŸit olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa önünde eÅŸitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. EÅŸitlik ilkesi ile eylemli deÄŸil, hukuksal eÅŸitlik öngörülmektedir.
EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalarca aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak ve kiÅŸilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin zedelenmesi önlenmiÅŸtir. Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi gereÄŸince, nitelikleri ve durumları özdeÅŸ olanlar için deÄŸiÅŸik kurallar konulamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 06.01.2005 günlü, E.2001/479, K.2005/1 sayılı kararında belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca, Devlet’çe, sosyal güvenliÄŸin ve sosyal adaletin saÄŸlanmasına elveriÅŸli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm sigortalıların “dengeli ve makûl” ölçüler içinde yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleÅŸtirilmesi gerekmektedir.
Yine bu kararda, aynı sosyal güvenlik sistemi içinde bulunan, aynı sosyal risklere karşı asgari ölçüde güvence altına alınan ve aynı kurallara baÄŸlanan sigortalıların aynı hukuksal statü içinde özdeÅŸ durumda bulunan kiÅŸiler olduÄŸu; aynı durumdaki kiÅŸilerin, yasanın öngördüÄŸü haklardan aynı esaslara göre yararlandırılmalarının ise eÅŸitlik ilkesinin gereÄŸi bulunduÄŸu açıklanmıştır.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinde yapılan düzenleme ise bu ilkeyle baÄŸdaÅŸmayacak hüküm koÅŸullar içermektedir.
Öncelikle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi ile özelleÅŸtirme maÄŸduru olan ve 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair eklenen ibare, kamu personeli olarak herhangi bir talep veya irade beyanları olmamasına raÄŸmen mevcut çalıştıkları 4 (C) statüsünden 4 (B) Statüsüne geçirilmelerini öngördüÄŸü gibi ilgili Kanun deÄŸiÅŸikliÄŸinde 4(C) statüsü de kaldırılmıştır.
Bir diÄŸer deyiÅŸle bu çalışanlar isteseler dahi mevcut statülerini koruyamayacaklardır. Geçirildikleri statüde çalışan diÄŸer personelin haklarından da yararlandırılmamaktadırlar ve farklı hükümlere tabi kılınmaktadırlar. Hukuk devletinde idare aynı statüde olan çalışanlarına farklı haklar uygulamaz. Ancak bu kanun deÄŸiÅŸikliÄŸiyle iki farklı 4 (B) statüsü ortaya çıkmaktadır. Birinci statüde çalışanlar, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel SaÄŸlık Sigortası Kanununda belirtilen yaÅŸ haddi olan 65 yaşında emekli olurken bu kanun deÄŸiÅŸikliÄŸiyle 4 (B) statüsüne geçirilenler ise bu yaÅŸtan farklı olarak 4447 Sayılı Yasa ile belirlenmiÅŸ olan kademeli yaÅŸlara göre emekli edileceklerdir. EmekliliÄŸe hak kazanma ile kamuda belirli bir yaÅŸtan sonra çalışmama birbirinden faklı durumlardır. Yine geçiÅŸi yapılan bu personele ücret ve özlük hakları açısından da farklı uygulama yapılmaktadır. Yaratılan bu durum nedeniyle kamuda çalışmaya yeni baÅŸlayan bir sözleÅŸmeli personel ile hâlihazırda uzun yıllardır çalışan ancak bu madde hükmü nedeniyle kendi isteÄŸi dışında baÅŸka bir statüye geçirilen personel açısından ücret ve özlük hakları açısından olduÄŸu gibi emeklilik ve çalışma süresi açısından da farklılık ortaya çıkmıştır. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi çerçevesinde aynı hukuki statüde olan kiÅŸilere yönelik farklı bir düzenleme yapılamayacağı aÅŸikardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi çeÅŸitli kararlarında Kanun önünde eÅŸitlik ilkesinden anlaşılması gerekeni ifade etmiÅŸtir.
“EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalar karşısında aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (AMK (2006), 15.12.2006 T., 2006/ 111 E., 2006/ 112 K., ( RG, 30.12.2006, 26392)).
“Yasa önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur... Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasada öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez (AMK, 28.4. 2011 T., 2009/93 E., 2011 / 73 K. (RG, 15.10.2011, 28085)).
Bu durum kanun önünde eÅŸitlik ilkesinin ihlal edildiÄŸini göstermektedir. Bu nedenle iptali gerekir.
c. Anayasanın 60. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu bildirilmiÅŸtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaÅŸamında adalete ve eÅŸitliÄŸe dayalı bîr hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni ise, her alanda olduÄŸu gibi, sosyal güvenliÄŸe iliÅŸkin düzenlemelerde de, eÅŸitlik, hukuk istikrarı, hukuk güvenliÄŸi ve kazanılmış hakların korunması ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.
Hukukun üstünlüÄŸünün egemen olduÄŸu bir devlette, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koÅŸuludur.
YaÅŸlılık, gerçekleÅŸmesi yönünden diÄŸer sosyal risklerden ayrı bir özelliÄŸe sahiptir. Yasalarda emeklilik yaşının kesin olması nedeniyle; sigortalı, yarınını bu güvenlik içinde planlamaktadır. Sosyal devletin, sosyal adaletin, refahın ve güvenliÄŸin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan devlettir. Sosyal güvenlik kuruluÅŸları, çalışanların geleceÄŸine iliÅŸkin güvenini saÄŸlamak durumundadır. Bu saÄŸlanamadığı takdirde sosyal güvenlik kavramından da bahsedilemez. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminde yapılan deÄŸiÅŸikliklerin hukuk devletinde olması gereken hukuk güvenliÄŸini zedelemeyecek biçimde adil, makul ve ölçülü olması zorunludur.
KiÅŸilerin koÅŸulları kanunla belirlenmiÅŸ bir statüye, devlete ve hukukî istikrara güvenerek girmelerinden ve kamu görevlisi olmalarından sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ve ölçüsüz biçimde hakları kısıtlayıcı deÄŸiÅŸiklikler yapılması, hukuk güvenliÄŸine, kazanılmış haklara ve dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı düÅŸmektedir. Bu tür düzenlemeleri yapan kanunların, ancak yayınlandıkları tarihten itibaren iÅŸe girecekler için uygulanması veya getirdikleri yeni statüye, kazanılmış hakları koruyacak makul, adil ve ölçülü bir geçiÅŸ saÄŸlanması halinde, deÄŸinilen aykırılıklar giderilebilir.
Söz konusu 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi ile özelleÅŸtirme maÄŸduru olan ve 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair eklenen ibare ile yapılan düzenlemenin makul, adil ve ölçülü olmaktan uzak bulunması; hukuk güvenliÄŸi, sosyal adalet, sosyal güvenlik hakkı ile baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde ise kiÅŸilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluÄŸunu saÄŸlamak, kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak ÅŸekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
Herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduÄŸunu öngören Anayasa’nın 60 ıncı maddesinin gerekçesinde, sosyal güvenlik hakkının, çalışanların yarını ve güvencesi olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Devlet, sosyal güvenlik iÅŸlevini Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve BaÄŸ - Kur gibi sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile yerine getirmektedir. KuÅŸkusuz, sosyal güvenliÄŸi saÄŸlamak için kurumsal yapılaÅŸtırmayı gerçekleÅŸtiren devlet; onu korumakla da yükümlüdür. Devlet’in sosyal güvenlik sistemini ve kurumlarını koruma görevi, yasama organının kanunları kabul ederken, sosyal güvenlik kurumlarını güçlü bir malî yapıda tutmasını ve aktüeryal denge hesabını gözetmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin E.1999/42, K.2001/41 sayılı kararında; “Türkiye’nin demografik yapısı konusunda veri olarak kabul edilen resmi belgelerde ortalama yaÅŸam süresinin yükseldiÄŸi, buna karşın, sosyal güvenlik kurumlarına baÄŸlı olarak çalışanların emeklilikleri için öngörülen yaÅŸ haddi ve prim ödeme gün sayısının düÅŸürülmesinin kurumların finansman sorununun daha da büyümesine yol açtığı, sosyal güvenlik kuruluÅŸlarının iÅŸlevlerini yerine getirebilmeleri için belirtilen olumsuzlukların ortadan kaldırılması amacı ile çalışanların emekli yaÅŸ haddi ve prim ödeme gün sayılarının belirli bir ölçü ve denge gözetilerek yükseltilmesinin sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran veya onu kullanılamayacak ölçüde sınırlayan bir düzenleme olarak nitelendirilemeyeceÄŸi” hususlarına dikkat çekilerek; emeklilik yaÅŸ sınırının yükseltilmesinin Anayasaya uygun olduÄŸuna karar verilmiÅŸtir.
7079 sayılı Kanun ise, Anayasa Mahkemesi kararında ifade edilen görüÅŸlere ters bir yaklaşımla, kamuda halen çalışmakta olan personelden sadece bir kısmı için 65 olan zorunlu emeklilik yaÅŸ haddinin dışında farklı yaÅŸ hadleri tanımlayarak kiÅŸileri zorla emekliliÄŸe sevk etmektedir. Bu düzenlemenin, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı’nın finansman sorununun daha da büyümesine yol açacağı, bu durumun ise, Anayasa’nın 65 inci maddesindeki Devlet’in sosyal güvenlik sistemini ve kurumlarını koruma görevi ile baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Çünkü resmî istatistikler Türkiye’de nüfusun giderek yaÅŸlanmakta olduÄŸunu ve önümüzdeki yıllarda 60 yaÅŸ üstü nüfusun toplam nüfustaki payının yakın geçmiÅŸle karşılaÅŸtırılamayacak kadar yükseleceÄŸini ortaya koymaktadır. Bunun sonucunda da, yaÅŸlanan nüfusun sosyal güvenlik harcamalarına getireceÄŸi yük, zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının düÅŸürülmesi ile daha da artacaktır. Böyle bir durumun, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı’nın aktüeryal dengelerini hızla bozacağı ortadadır.
Zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının makul, adil ve ölçülü bir kademeli geçiÅŸ saÄŸlanmadan statüsü deÄŸiÅŸtirilen kiÅŸiler için deÄŸiÅŸtirilmesi, kamu yönetimindeki insan kaynağının yetiÅŸtirilmesi, hizmette aksama ve yönetim boÅŸluÄŸu olmaması amacıyla yürütülen plan ve programların kesintiye uÄŸramasına neden olacağı da yadsınamaz.
Ülke yönetiminde görev ve sorumluluk üstlenmiÅŸ her meslek kesiminden deneyimli kamu görevlilerini söz konusu kanunla, daha erken emekli olmaya zorlamanın; ülkenin içinde bulunduÄŸu iç ve dış koÅŸullar, ülke çıkarları ve kamu hizmetlerinin gerekleri, dolayısı ile kamu yararı ile baÄŸdaÅŸtırılması da olanaksızdır.
DiÄŸer yandan iÅŸtirakçilerin görevleri ile iliÅŸkilerinin kesilmesini gerektiren yaÅŸ sınırının 65’ten farklı bir yaÅŸ olarak tanımlanması nedeniyle, Anayasamızın 48 ve 49 uncu maddesindeki çalışma hak ve özgürlüklerinin, Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı bir biçimde sınırlandırıldığının da söylenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıdır. ÇaÄŸdaÅŸ demokrasilerde görülen zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının altında bir yaÅŸ sınırı belirlenerek, kiÅŸilerin çalışma hak ve özgürlüÄŸü ölçüsüzce sınırlandırılmaktadır. Bu sınırlandırma, aynı zamanda, Anayasada söz konusu hak ve özgürlüklerle ilgili maddelerde gösterilen sınırlandırma nedenlerine de uygun deÄŸildir.
Avrupa BirliÄŸi’nin 2000/78/EC sayı ve 27 Kasım 2000 tarihli Konsey direktifinin 25 sayılı paragrafında, iÅŸ yaÅŸamındaki yaÅŸa dayalı ayrımcılığın kaldırılmasının gerekliliÄŸi ifade edilirken; söz konusu direktifin 18 inci maddesinde de üye devletlere bu konuda 2003 yılı sonuna kadar önlem almak görevi verilmiÅŸtir.
Avrupa BirliÄŸi üyeleri bu direktifler doÄŸrultusunda gerekli önlemleri almaya ve düzenlemeleri yapmaya baÅŸlamışlardır. Bu baÄŸlamda zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırı düÅŸük olan kimi ülkelerde, örneÄŸin Ä°ngiltere’de, bu sınırın yükseltilmesi yoluna gidilmektedir.
Bu geliÅŸmeler, zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının indirilmesinin, çaÄŸdaÅŸ demokrasiler bakımından gerekli ve olumlu bir davranış olarak algılanmadığını da göstermektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi 60 ıncı maddesindeki sosyal güvenlik hakkına aykırı olduÄŸundan iptali gerekmektedir.
B. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına eklenen ikinci paragrafın son cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
Anayasa’nın 7. maddesine göre, yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir, bu yetki devredilemez. BilindiÄŸi gibi, kamu hukukunda hiçbir devlet organı, Anayasadan veya kanunlardan aldığı yetkiyi, bu metinlerde açık bir izin olmadıkça, baÅŸka bir devlet organına devredemez. Yasama yetkisinin devredilmezliÄŸi, kanun niteliÄŸinde veya kanun gücünde iÅŸlemler yapma yetkisinin devredilmezliÄŸi anlamına gelmektedir. EÄŸer bir düzenleyici iÅŸlem, mevcut kanun hükümlerini deÄŸiÅŸtirebiliyor veya yürürlükten kaldırabiliyorsa, bu iÅŸlem kanun niteliÄŸinde veya gücündedir. Çünkü bir hukuki iÅŸlem, ancak kendisine eÅŸdeÄŸer olan bir iÅŸlemle deÄŸiÅŸtirilebilir, kaldırılabilir. Bu nedenle yasama organı, baÅŸka bir devlet organına mevcut kanun hükümlerini deÄŸiÅŸtirme ve kaldırma yetkisi veremez.
Anayasa Mahkemesi çeÅŸitli kararlarında “yasama yetkisinin devredilmezliÄŸi” ilkesini yorumlamış ve bu ilkenin ölçütlerini ortaya koymuÅŸtur. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Yasayla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram ad ve kurum olarak söz edilmesi deÄŸil, bunların yasa metninde kurallaÅŸtırılmasıdır. KurallaÅŸtırma ise, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiÅŸ olmasını ifade eder. Ancak bu koÅŸulla uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir.
Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı deÄŸildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi; sınırsız, belirsiz, geniÅŸ bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (AYMK, E:2002/32, K:2003/100, kt, 20.11.2003).
GörüldüÄŸü gibi, yürütme organının yasayla yetkili kılınmış olması da, yasayla düzenleme anlamına gelmemekte ve Anayasa’nın 8. maddesindeki, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ÅŸeklinde ifade edilen “idarenin kanuniliÄŸi” ilkesi de bu anlamı taşımaktadır.
Bu baÄŸlamda, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrası ile 657 Sayılı Yasanın 4 üncü Maddesine eklenen fıkranın son cümlesi çerçevesinde Bakanlar Kurulu’na 4 (B) statüsüne geçirilen personelin ücret ve sair sosyal haklarını, hatta daha da ileri giderek çalışma ÅŸartlarını, çalışma sürelerini belirleme yetkisi vermiÅŸtir. Söz konusu düzenleme ile ücret, çalışma ÅŸartları ve özlük haklarını belirleme yetkisini yürütmeye devreden düzenleme ile yetki devrinin çerçevesi ve sınırları çizilmemiÅŸ ve Bakanlar Kurulu’na kural koyucu, geniÅŸ bir takdir alanı tanınmıştır.
Öte yandan Anayasa’nın 128. maddesinde ise “Devletin, kamu iktisadî teÅŸebbüsleri ve diÄŸer kamu tüzel kiÅŸilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiÄŸi aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir…” denilmektedir. Bu madde uyarınca 4(B) statüsüne geçirilen personelin özlük hakları, ücret ve çalışma koÅŸulları yine kanunla belirlenmesi gerekmektedir.
Bu değerlendirmeler sonucunda anılan kuralın Anayasanın 7. maddesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekmektedir.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen son fıkrada yer alan “Bu kapsamda istihdam edileceklerin sayısı, öÄŸrenim durumlarına göre çalışma ÅŸartları ve bunlara ödenecek ücretler ile diÄŸer hususlar Devlet Personel BaÅŸkanlığı ve Maliye Bakanlığının görüÅŸleri üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.” cümlesi Anayasanın “eÅŸitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesi”ni de ihlal etmektedir. Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eÅŸit olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa önünde eÅŸitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. EÅŸitlik ilkesi ile eylemli deÄŸil, hukuksal eÅŸitlik öngörülmektedir.
EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalarca aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak ve kiÅŸilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin zedelenmesi önlenmiÅŸtir. Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi gereÄŸince, nitelikleri ve durumları özdeÅŸ olanlar için deÄŸiÅŸik kurallar konulamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 06.01.2005 günlü, E.2001/479, K.2005/1 sayılı kararında belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca, Devlet’çe, sosyal güvenliÄŸin ve sosyal adaletin saÄŸlanmasına elveriÅŸli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm sigortalıların “dengeli ve makûl” ölçüler içinde yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleÅŸtirilmesi gerekmektedir.
Yine bu kararda, aynı sosyal güvenlik sistemi içinde bulunan, aynı sosyal risklere karşı asgari ölçüde güvence altına alınan ve aynı kurallara baÄŸlanan sigortalıların aynı hukuksal statü içinde özdeÅŸ durumda bulunan kiÅŸiler olduÄŸu; aynı durumdaki kiÅŸilerin yasanın öngördüÄŸü haklardan aynı esaslara göre yararlandırılmalarının ise eÅŸitlik ilkesinin gereÄŸi bulunduÄŸu açıklanmıştır.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinde yapılan düzenleme ise bu ilkeyle baÄŸdaÅŸmayacak hüküm koÅŸullar içermektedir.
Öncelikle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesine eklenen ikinci fıkrada yer alan “yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi ile özelleÅŸtirme maÄŸduru olan ve 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair eklenen ibare, kamu personeli olarak herhangi bir talep veya irade beyanları olmamasına raÄŸmen mevcut çalıştıkları 4 (C) statüsünden 4 (B) Statüsüne geçirilmelerini öngördüÄŸü gibi ilgili Kanun deÄŸiÅŸikliÄŸinde 4(C) statüsü de kaldırılmıştır.
Bir diÄŸer deyiÅŸle bu çalışanlar isteseler dahi mevcut statülerini koruyamayacaklardır. Geçirildikleri statüde çalışan diÄŸer personelin haklarından da yararlandırılmamaktalar ve farklı hükümlere tabi kılınmaktadırlar. Hukuk devletinde idare aynı statüde olan çalışanlarına farklı haklar uygulamaz. Ancak bu kanun deÄŸiÅŸikliÄŸiyle iki farklı 4 (B) statüsü ortaya çıkmaktadır. Birinci statüde çalışanlar 657 Sayılı Yasa ile belirlenen özlük hakları, ücret ve çalışma ÅŸartlarına tabi olurken geçiÅŸi yapılan bu personele ücret ve özlük hakları açısından da farklı uygulama yapılmaktadır. GeçiÅŸi yapılan personelin ücret, çalışma ÅŸartları, özlük haklarını belirleme yetki Bakanlar Kurulu kararına bırakılarak farklı uygulamaya olanak saÄŸlanmaktadır. Yaratılan bu durum nedeniyle kamuda çalışmaya yeni baÅŸlayan bir sözleÅŸmeli personel ile hâlihazırda uzun yıllardır çalışan ancak bu madde hükmü nedeniyle kendi isteÄŸi dışında baÅŸka bir statüye geçirilen personel açısından ücret ve özlük hakları açısından olduÄŸu gibi emeklilik ve çalışma süresi açısından da farklılık ortaya çıkmıştır. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi çerçevesinde aynı hukuki statüde olan kiÅŸilere yönelik olarak farklı bir düzenleme yapılamayacağı aÅŸikardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi çeÅŸitli kararlarında Kanun önünde eÅŸitlik ilkesinden anlaşılması gerekeni ifade etmiÅŸtir.
“EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalar karşısında aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (AMK (2006), 15.12.2006 T., 2006/ 111 E., 2006/ 112 K., ( RG, 30.12.2006, 26392)).
“Yasa önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur... Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasada öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez (AMK, 28.4. 2011 T., 2009/93 E., 2011 / 73 K. (RG, 15.10.2011, 28085)).
Bu durum “kanun önünde eÅŸitlik ilkesi”nin ihlal edildiÄŸini göstermektedir. Bu nedenle iptali gerekir.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanıncaya kadar” ibaresi ile 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına eklenen ikinci paragrafın son cümlesi Anayasa’nın 2., 10., 49. ve 60. maddelerine aykırıdır. Ä°ptali gerekir.
5. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 18. maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43 ün altıncı fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 12. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin, kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduÄŸu; 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceÄŸi, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı; 49. maddesinde ise, çalışmanın, herkesin hakkı ve ödevi olduÄŸu, devletin, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliÅŸtirmek için çalışanları ve iÅŸsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, iÅŸsizliÄŸi önlemeye elveriÅŸli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını saÄŸlamak için gerekli tedbirleri alacağı hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümler birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, kamu kesiminde çalışanlar da dahil olmak üzere tüm çalışanların yaÅŸam seviyesini yükseltmek, çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemekle yükümlü olan devletin öncelikle, gereken yeterlilik ve özellikleri taşımaları nedeniyle fiilen çalışan kiÅŸilerin mevcut iÅŸlerini kaybetmemeleri için gerekli olan önlemleri almakla yükümlüdür.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’ün altıncı fıkrasındaki 4 üncü Maddesine eklenen altıncı fıkrasında yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi Anayasanın 2., 10. ve 60. maddelerine aykırıdır.
a. Anayasanın 2. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir.
Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise, memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸlerinin kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin 3.4.2007 gün ve E:2005/52, K:2007/35 sayılı kararında da belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine göre bu düzenlemelerin açık, öngörülebilir ve sınırlarının belirli olması zorunludur. Temel kuralları koymadan, ölçüsünü belirlemeden ve sınırı çizmeden idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı, Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırılık oluÅŸturacaktır.
Demokratik hukuk devletinde yapılan düzenlemelerin öngörülebilir olması, sınırlarının belirli olması gerekir. Kamuda çalışmakta olan kamu görevlileri için yasa ile belirlenmiÅŸ olan çalışma yaşı sınırı 65’dir. Ä°ÅŸçi personel için ise bu yaÅŸ haddi 5510 Sayılı Yasa ile saptanmış ve bu yaÅŸ haddi de 65 olarak tanımlanmıştır.
Kamuda çalışmakta olan kamu görevlileri ve diÄŸer görevliler hakkında sınırı belirlenmiÅŸ, önceden öngörülmüÅŸ böyle bir düzenleme bulunmakta iken; 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’ün altıncı fıkrasındaki 4 üncü Maddesine eklenen altıncı fıkrasında yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi ile 4 (C) kapsamında istihdam edilen 4 (c) statüsündeki personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair ibare koyulması hukuk devletinin objektiflik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Kamuda çalışan personel açısından herkes için aynı hükümler uygulanması gerekirken bu kiÅŸilerin statü deÄŸiÅŸiklikleri ve daha önce çalıştıkları kurumların özelleÅŸtirilmiÅŸ olması nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaları ve bunlar için ayrı yaÅŸ hadleri tespit edilmesi “öngörülebilirlik ilkesi”ne aykırıdır.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu bildirilmiÅŸtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaÅŸamında adalete ve eÅŸitliÄŸe dayalı bîr hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni ise, her alanda olduÄŸu gibi, sosyal güvenliÄŸe iliÅŸkin düzenlemelerde de, eÅŸitlik, hukuk istikrarı, hukuk güvenliÄŸi ve kazanılmış hakların korunması ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.
Hukukun üstünlüÄŸünün egemen olduÄŸu bir devlette, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koÅŸuludur.
YaÅŸlılık, gerçekleÅŸmesi yönünden diÄŸer sosyal risklerden ayrı bir özelliÄŸe sahiptir. Yasalarda emeklilik yaşının kesin olması nedeniyle, sigortalı, yarınını bu güvenlik içinde planlamaktadır. Sosyal devlet; sosyal adaletin, refahın ve güvenliÄŸin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan devlettir. Sosyal güvenlik kuruluÅŸları, çalışanların geleceÄŸine iliÅŸkin güvenini saÄŸlamak durumundadır. Bu saÄŸlanamadığı takdirde sosyal güvenlik kavramından da bahsedilemez. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminde yapılan deÄŸiÅŸikliklerin hukuk devletinde olması gereken hukuk güvenliÄŸini zedelemeyecek biçimde adil, makul ve ölçülü olması zorunludur.
KiÅŸilerin koÅŸulları kanunla belirlenmiÅŸ bir statüye, devlete ve hukukî istikrara güvenerek girmelerinden ve kamu görevlisi olmalarından sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ve ölçüsüz biçimde hakları kısıtlayıcı deÄŸiÅŸiklikler yapılması hukuk güvenliÄŸine, kazanılmış haklara ve dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı düÅŸmektedir. Bu tür düzenlemeleri yapan kanunların, ancak yayınlandıkları tarihten itibaren iÅŸe girecekler için uygulanması veya getirdikleri yeni statüye, kazanılmış hakları koruyacak makul, adil ve ölçülü bir geçiÅŸ saÄŸlanması halinde, deÄŸinilen aykırılıklar giderilebilir. Hâlihazırda kamuda çalışmakta olan kiÅŸiler açısından bu kuralların özellikle çalışma yaÅŸamından kendi rızası dışında çıkarılmalarını, kendileriyle aynı statüde olan diÄŸer görevlilerden farklı muameleye tabi tutulmalarını öngören bir düzenlemenin sosyal hukuk devleti ile baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Bu nedenle söz konusu ibarenin Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir.
b. Anayasanın 10 uncu Maddesine Aykırılık
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’ün altıncı fıkrasındaki 4 üncü Maddesine eklenen altıncı fıkrasında yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi Anayasanın eÅŸitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesini de ihlal etmektedir. Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eÅŸit olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa önünde eÅŸitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. EÅŸitlik ilkesi ile eylemli deÄŸil, hukuksal eÅŸitlik öngörülmektedir.
EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalarca aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak ve kiÅŸilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin zedelenmesi önlenmiÅŸtir. Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi gereÄŸince, nitelikleri ve durumları özdeÅŸ olanlar için deÄŸiÅŸik kurallar konulamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 06.01.2005 günlü, E.2001/479, K.2005/1 sayılı kararında belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca, Devlet’çe, sosyal güvenliÄŸin ve sosyal adaletin saÄŸlanmasına elveriÅŸli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm sigortalıların “dengeli ve makûl” ölçüler içinde yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleÅŸtirilmesi gerekmektedir.
Yine bu kararda, aynı sosyal güvenlik sistemi içinde bulunan, aynı sosyal risklere karşı asgari ölçüde güvence altına alınan ve aynı kurallara baÄŸlanan sigortalıların aynı hukuksal statü içinde özdeÅŸ durumda bulunan kiÅŸiler olduÄŸu; aynı durumdaki kiÅŸilerin, yasanın öngördüÄŸü haklardan aynı esaslara göre yararlandırılmalarının ise eÅŸitlik ilkesinin gereÄŸi bulunduÄŸu açıklanmıştır.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’de yapılan düzenleme ise bu ilkeyle baÄŸdaÅŸmayacak hüküm koÅŸullar içermektedir.
Öncelikle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’de yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi ile 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair eklenen ibare, kamu personeli olarak herhangi bir talep veya irade beyanları olmamasına raÄŸmen mevcut çalıştıkları 4 (C) statüsünden 4 (B) Statüsüne geçirilmelerini öngördüÄŸü gibi ilgili Kanun deÄŸiÅŸikliÄŸinde 4(C) statüsü de kaldırılmıştır.
Bir diÄŸer deyiÅŸle bu çalışanlar isteseler dahi mevcut statülerini koruyamayacaklardır. Geçirildikleri statüde çalışan diÄŸer personelin haklarından da yararlandırılmamaktadırlar ve farklı hükümlere tabi kılınmaktadırlar. Mevcut sistemimizde 657 Sayılı Yasanın SözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin 4 üncü Maddenin (B) fıkrasında bu kiÅŸilerin istihdamına iliÅŸkin herhangi bir çalışma yaşı sınırı bulunmadığı gibi aynı kanunun bütün kamu görevlilerine iliÅŸkin memuriyetin Sona Ermesi baÅŸlıklı 98 inci Maddesinde de memuriyetten veya sözleÅŸmeli olarak çalıştığı görevin sona ermesine iliÅŸkin düzenlemede “ yaÅŸlılık, malullük aylığına hak kazanma” gibi bir koÅŸul yer almamaktadır. Söz konusu 98 inci Maddenin (ç) fıkrasında “Ä°stek, yaÅŸ haddi, malûllük sebeplerinden biri ile emekliye ayrılması” hükmü bulunmaktadır. Ä°stek ve malullük doÄŸrudan 5510 Sayılı Yasanın ilgili maddeleri çerçevesinde sigortalıya tanınan veya çalıştığı görevi fiziken veya mental olarak yerine getiremeyeceÄŸi bir saÄŸlık kurulu raporu ile belirlenmiÅŸ olan bir haktır. Ancak, yaÅŸ haddi ise bunların dışında sigortalının ve kamu idaresinin iradesi dışında tanımlanmış genel ve objektif bir düzenlemedir. Kamuda sözleÅŸmeli personel için tanımlanan yaÅŸ haddi ise 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 40 ncı maddesinin birinci fıkrasında 65 olarak tanımlanmıştır. Yine SözleÅŸmeli Personel Çalıştırılmasına Ä°liÅŸkin Esaslar BaÅŸlıklı 6.6.1978 tarih ve 7/15754 Nolu Bakanlar Kurulu Kararı’nın 12 nci Maddesinin üçüncü fıkrasında da “(DeÄŸiÅŸik: 6/12/1993-93/5097) Özel kanunlarında yaÅŸ haddine iliÅŸkin özel hüküm bulunan haller dışında, 65 yaşını bitirmiÅŸ olanlar sözleÅŸmeli olarak çalıştırılamazlar. SözleÅŸmeli çalıştırılmakta iken 65 yaşını dolduranların sözleÅŸmeleri, 65 yaşını doldurdukları tarihte hiçbir iÅŸleme gerek kalmaksızın sona erer.” Söz konusu yaÅŸ haddinden ne anlaşılması gerektiÄŸi açıkça ifade edilmiÅŸtir. Dolayısıyla 7079 Sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile iki farklı sözleÅŸmeli personel statüsü ortaya çıkarılmaktadır. Bu aynı iÅŸi yapan, aynı sorumluluklara sahip, aynı statüde olan insanların farklı hükümlere tabi olmasını yaratacağı gibi aynı zamanda özlük ve diÄŸer sosyal ve ekonomik hakları açısından da idare açısından ayrımcı bir uygulamaya maruz kalacaklarını göstermektedir.
Hukuk devletinde idare aynı statüde olan çalışanlarına farklı haklar uygulamaz. Ancak bu kanun deÄŸiÅŸikliÄŸiyle iki farklı 4 (B) statüsünde çalışanların emeklilik hakları veya çalışma yaÅŸ hadleri de farklılaÅŸacaktır. Birinci statüde çalışanlar, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel SaÄŸlık Sigortası Kanununda belirtilen yaÅŸ haddi olan 65 yaşında emekli olurken bu kanun deÄŸiÅŸikliÄŸiyle 4 (B) statüsüne geçirilenler ise bu yaÅŸtan farklı olarak 4447 Sayılı Yasa ile belirlenmiÅŸ olan kademeli yaÅŸlara göre emekli edileceklerdir. EmekliliÄŸe hak kazanma ile kamuda belirli bir yaÅŸtan sonra çalışmama birbirinden faklı durumlardır.
Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi çerçevesinde aynı hukuki statüde olan kiÅŸilere yönelik olarak farklı bir düzenleme yapılamayacağı aÅŸikardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi çeÅŸitli kararlarında Kanun önünde eÅŸitlik ilkesinden anlaşılması gerekeni ifade etmiÅŸtir.
“EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalar karşısında aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (AMK (2006), 15.12.2006 T., 2006/ 111 E., 2006/ 112 K., ( RG, 30.12.2006, 26392)).
“Yasa önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur... Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasada öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez (AMK, 28.4. 2011 T., 2009/93 E., 2011 / 73 K. (RG, 15.10.2011, 28085)).
Bu durum kanun önünde eÅŸitlik ilkesinin ihlal edildiÄŸini göstermektedir. Bu nedenle iptali gerekir.
c. Anayasanın 60. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu bildirilmiÅŸtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaÅŸamında adalete ve eÅŸitliÄŸe dayalı bîr hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni ise, her alanda olduÄŸu gibi, sosyal güvenliÄŸe iliÅŸkin düzenlemelerde de, eÅŸitlik, hukuk istikrarı, hukuk güvenliÄŸi ve kazanılmış hakların korunması ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.
Hukukun üstünlüÄŸünün egemen olduÄŸu bir devlette, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koÅŸuludur.
YaÅŸlılık, gerçekleÅŸmesi yönünden diÄŸer sosyal risklerden ayrı bir özelliÄŸe sahiptir. Yasalarda emeklilik yaşının kesin olması nedeniyle, sigortalı, yarınını bu güvenlik içinde planlamaktadır. Sosyal devlet, sosyal adaletin, refahın ve güvenliÄŸin gerçekleÅŸmesini saÄŸlayan devlettir. Sosyal güvenlik kuruluÅŸları, çalışanların geleceÄŸine iliÅŸkin güvenini saÄŸlamak durumundadır. Bu saÄŸlanamadığı takdirde sosyal güvenlik kavramından da bahsedilemez. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminde yapılan deÄŸiÅŸikliklerin hukuk devletinde olması gereken hukuk güvenliÄŸini zedelemeyecek biçimde adil, makul ve ölçülü olması zorunludur.
KiÅŸilerin koÅŸulları kanunla belirlenmiÅŸ bir statüye, devlete ve hukukî istikrara güvenerek girmelerinden ve kamu görevlisi olmalarından sonra bu statüde kanunla makul nedeni olmayan ve ölçüsüz biçimde hakları kısıtlayıcı deÄŸiÅŸiklikler yapılması; hukuk güvenliÄŸine, kazanılmış haklara ve dolayısı ile hukuk devleti ilkesine aykırı düÅŸmektedir. Bu tür düzenlemeleri yapan kanunların, ancak yayınlandıkları tarihten itibaren iÅŸe girecekler için uygulanması veya getirdikleri yeni statüye, kazanılmış hakları koruyacak makul, adil ve ölçülü bir geçiÅŸ saÄŸlanması halinde, deÄŸinilen aykırılıklar giderilebilir.
Söz konusu 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’de yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi ile 4 (C) kapsamında istihdam edilen personelin 7079 Sayılı Kanun ile 4 (B) kadrolarına atanmalarını düzenleyen hükme;bu kiÅŸilerin çalışma hakkını sınırlandıran ve bunların yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarih itibariyle iÅŸ iliÅŸkilerinin sonlandırılacağına dair ;eklenen ibare ile yapılan düzenlemenin makul, adil ve ölçülü olmaktan uzak bulunması, hukuk güvenliÄŸi, sosyal adalet, sosyal güvenlik hakkı ile baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Anayasa’nın 5 inci maddesinde ise kiÅŸilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluÄŸunu saÄŸlamak, kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak ÅŸekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
Herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduÄŸunu öngören Anayasa’nın 60 ıncı maddesinin gerekçesinde, sosyal güvenlik hakkının, çalışanların yarını ve güvencesi olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Devlet, sosyal güvenlik iÅŸlevini Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve BaÄŸ - Kur gibi sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile yerine getirmektedir. KuÅŸkusuz, sosyal güvenliÄŸi saÄŸlamak için kurumsal yapılaÅŸtırmayı gerçekleÅŸtiren devlet; onu korumakla da yükümlüdür.
Devlet’in sosyal güvenlik sistemini ve kurumlarını koruma görevi, yasama organının kanunları kabul ederken; sosyal güvenlik kurumlarını güçlü bir malî yapıda tutmasını ve aktüeryal denge hesabını gözetmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin E.1999/42, K.2001/41 sayılı kararında; “Türkiye’nin demografik yapısı konusunda veri olarak kabul edilen resmi belgelerde ortalama yaÅŸam süresinin yükseldiÄŸi, buna karşın, sosyal güvenlik kurumlarına baÄŸlı olarak çalışanların emeklilikleri için öngörülen yaÅŸ haddi ve prim ödeme gün sayısının düÅŸürülmesinin kurumların finansman sorununun daha da büyümesine yol açtığı, sosyal güvenlik kuruluÅŸlarının iÅŸlevlerini yerine getirebilmeleri için belirtilen olumsuzlukların ortadan kaldırılması amacı ile çalışanların emekli yaÅŸ haddi ve prim ödeme gün sayılarının belirli bir ölçü ve denge gözetilerek yükseltilmesinin sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldıran veya onu kullanılamayacak ölçüde sınırlayan bir düzenleme olarak nitelendirilemeyeceÄŸi” hususlarına dikkat çekilerek; emeklilik yaÅŸ sınırının yükseltilmesinin Anayasaya uygun olduÄŸuna karar verilmiÅŸtir.
7079 sayılı Kanun ise, Anayasa Mahkemesi kararında ifade edilen görüÅŸlere ters bir yaklaşımla, kamuda halen çalışmakta olan personelden sadece bir kısmı için 65 olan zorunlu emeklilik yaÅŸ haddinin dışında farklı yaÅŸ hadleri tanımlayarak kiÅŸileri zorla emekliliÄŸe sevk etmektedir. Mevcut sistemimizde 657 Sayılı Yasanın SözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin 4 üncü Maddenin (B) fıkrasında bu kiÅŸilerin istihdamına iliÅŸkin herhangi bir çalışma yaşı sınırı bulunmadığı gibi aynı kanunun bütün kamu görevlilerine iliÅŸkin memuriyetin Sona Ermesi baÅŸlıklı 98 inci Maddesinde de memuriyetten veya sözleÅŸmeli olarak çalıştığı görevin sona ermesine iliÅŸkin düzenlemede “ yaÅŸlılık, malullük aylığına hak kazanma” gibi bir koÅŸul yer almamaktadır. Söz konusu 98 inci Maddenin (ç) fıkrasında “Ä°stek, yaÅŸ haddi, malûllük sebeplerinden biri ile emekliye ayrılması” hükmü bulunmaktadır. Ä°stek ve malullük doÄŸrudan 5510 Sayılı Yasanın ilgili maddeleri çerçevesinde sigortalıya tanınan veya çalıştığı görevi fiziken veya mental olarak yerine getiremeyeceÄŸi bir saÄŸlık kurulu raporu ile belirlenmiÅŸ olan bir haktır. Ancak, yaÅŸ haddi ise bunların dışında sigortalının ve kamu idaresinin iradesi dışında tanımlanmış genel ve objektif bir düzenlemedir. Kamuda sözleÅŸmeli personel için tanımlanan yaÅŸ haddi ise 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 40 ncı maddesinin birinci fıkrasında 65 olarak tanımlanmıştır. Yine SözleÅŸmeli Personel Çalıştırılmasına Ä°liÅŸkin Esaslar BaÅŸlıklı 6.6.1978 tarih ve 7/15754 Nolu Bakanlar Kurulu Kararı’nın 12 nci Maddesinin üçüncü fıkrasında da “(DeÄŸiÅŸik: 6/12/1993-93/5097) Özel kanunlarında yaÅŸ haddine iliÅŸkin özel hüküm bulunan haller dışında, 65 yaşını bitirmiÅŸ olanlar sözleÅŸmeli olarak çalıştırılamazlar. SözleÅŸmeli çalıştırılmakta iken 65 yaşını dolduranların sözleÅŸmeleri, 65 yaşını doldurdukları tarihte hiçbir iÅŸleme gerek kalmaksızın sona erer.” Söz konusu yaÅŸ haddinden ne anlaşılması gerektiÄŸi açıkça ifade edilmiÅŸtir. Dolayısıyla 7079 Sayılı Kanun ile yapılan düzenleme ile iki farklı sözleÅŸmeli personel statüsü ortaya çıkarıldığı gibi aynı statüde olmasına raÄŸmen iki farklı emekli olma biçimine tabi sözleÅŸmeli personel de yaratılmış olmaktadır. Sosyal hukuk devletinde aynı durumda olan, aynı primi ödeyen kiÅŸilere yönelik farklı uygulama yapılması “sosyal güvenlik hakkının özüne” aykırıdır.
Aynı zamanda bu düzenlemenin, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı’nın finansman sorununun daha da büyümesine yol açacağı, bu durumun ise, Anayasa’nın 65 inci maddesindeki Devlet’in sosyal güvenlik sistemini ve kurumlarını koruma görevi ile baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Çünkü resmî istatistikler Türkiye’de nüfusun giderek yaÅŸlanmakta olduÄŸunu ve önümüzdeki yıllarda 60 yaÅŸ üstü nüfusun toplam nüfustaki payının yakın geçmiÅŸle karşılaÅŸtırılamayacak kadar yükseleceÄŸini ortaya koymaktadır. Bunun sonucunda da, yaÅŸlanan nüfusun sosyal güvenlik harcamalarına getireceÄŸi yük, zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının düÅŸürülmesi ile daha da artacaktır. Böyle bir durumun, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı’nın aktüeryal dengelerini hızla bozacağı ortadadır.
Zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının makul, adil ve ölçülü bir kademeli geçiÅŸ saÄŸlanmadan statüsü deÄŸiÅŸtirilen kiÅŸiler için deÄŸiÅŸtirilmesi, kamu yönetimindeki insan kaynağının yetiÅŸtirilmesi, hizmette aksama ve yönetim boÅŸluÄŸu olmaması amacıyla yürütülen plan ve programların kesintiye uÄŸramasına neden olacağı da yadsınamaz.
Ülke yönetiminde görev ve sorumluluk üstlenmiÅŸ her meslek kesiminden deneyimli kamu görevlilerini söz konusu kanunla, daha erken emekli olmaya zorlamanın; ülkenin içinde bulunduÄŸu iç ve dış koÅŸullar, ülke çıkarları ve kamu hizmetlerinin gerekleri, dolayısı ile kamu yararı ile baÄŸdaÅŸtırılması da olanaksızdır.
DiÄŸer yandan iÅŸtirakçilerin görevleri ile iliÅŸkilerinin kesilmesini gerektiren yaÅŸ sınırının 65’ten farklı bir yaÅŸ olarak tanımlanması nedeniyle, Anayasamızın 48 ve 49 uncu maddesindeki çalışma hak ve özgürlüklerinin, Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı bir biçimde sınırlandırıldığının da söylenmesi gerekmektedir. Bu düzenleme, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıdır. ÇaÄŸdaÅŸ demokrasilerde görülen zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının altında bir yaÅŸ sınırı belirlenerek, kiÅŸilerin çalışma hak ve özgürlüÄŸü ölçüsüzce sınırlandırılmaktadır. Bu sınırlandırma, aynı zamanda, Anayasada söz konusu hak ve özgürlüklerle ilgili maddelerde gösterilen sınırlandırma nedenlerine de uygun deÄŸildir.
Avrupa BirliÄŸi’nin 2000/78/EC sayı ve 27 Kasım 2000 tarihli Konsey direktifinin 25 sayılı paragrafında, iÅŸ yaÅŸamındaki yaÅŸa dayalı ayrımcılığın kaldırılmasının gerekliliÄŸi ifade edilirken; söz konusu direktifin 18 inci maddesinde de üye devletlere bu konuda 2003 yılı sonuna kadar önlem almak görevi verilmiÅŸtir.
Avrupa BirliÄŸi üyeleri bu direktifler doÄŸrultusunda gerekli önlemleri almaya ve düzenlemeleri yapmaya baÅŸlamışlardır. Bu baÄŸlamda zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırı düÅŸük olan kimi ülkelerde, örneÄŸin Ä°ngiltere’de, bu sınırın yükseltilmesi yoluna gidilmektedir.
Bu geliÅŸmeler, zorunlu emeklilik yaÅŸ sınırının indirilmesinin, çaÄŸdaÅŸ demokrasiler bakımından gerekli ve olumlu bir davranış olarak algılanmadığını da göstermektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’ün altıncı fıkrasındaki 4 üncü Maddesine eklenen altıncı fıkrasında yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi 60 ıncı maddesindeki sosyal güvenlik hakkına aykırı olduÄŸundan, iptali gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 18 nci maddesi ile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Geçici Madde 43’ün altıncı fıkrasındaki 4 üncü Maddesine eklenen altıncı fıkrasında yer alan “ 4 üncü maddenin mülga (C) fıkrasının ikinci paragrafı kapsamında yer alanlardan sözleÅŸmeli personel pozisyonlarına atananların istihdam süreleri hiçbir ÅŸekilde sosyal güvenlik kurumlarından yaÅŸlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemez.” cümlesi Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 60 ıncı Maddelerine aykırıdır, iptali talep edilmektedir.
6. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 32. Maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 Sayılı Kanun’un 32 maddesi ile 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun 8 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
2575 sayılı Danıştay Kanununun 8 inci maddesinin (2) numaralı mülga fıkrası ÅŸu ÅŸekildedir:
“Ä°dari yargı hakim ve savcılarının Danıştay üyeliÄŸine seçilebilmeleri için birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl bu görevlerde baÅŸarı ile çalışmış olmaları ve birinci sınıfa ayrılma niteliÄŸini kaybetmemeleri gereklidir. Danıştay üyesi seçilebilmek için hâkimlik ve savcılık mesleÄŸinde yirmi yıl çalışmış olmak ÅŸarttır.”
Hakimlerin, Danıştay üyeliÄŸine seçilebilmeleri için gerekli olan ÅŸartlardan olan meslekte geçirilen süre ÅŸartı kaldırılmaktadır. 6494 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 8. maddesi 2. fıkrasına eklenen son cümle ile 2013 yılından bugüne hakimlerin Danıştay üyesi seçilebilmesi için 20 yıl olarak çalışmış olmaları ÅŸartı aranmakta idi. 7 Temmuz 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüÄŸe giren 6494 sayılı Kanun’un 4. maddesi her ne hikmetse üzerinden henüz 4,5 yıl geçtikten sonra yine düzenlemeyi yapan aynı hükümet tarafından yürürlükten kaldırılmaktadır.
Yapılan düzenleme olaÄŸan kanunlarda olaÄŸanüstü hal sona erdikten sonra da yürürlükte kalacak genel ve kalıcı deÄŸiÅŸiklikler yapmaktadır. OlaÄŸan döneme iliÅŸkin yapılacak düzenlemelerin usülü Anayasa’da açıkça belirtilmiÅŸtir. ÇaÄŸdaÅŸ anayasacılık anlayışının vazgeçilmez araçlarından biri güçler ayrılığı ilkesidir. 1982 Anayasası da güçler ayrılığı ilkesini, bir baÅŸka ifadeyle devlet iktidarının yasama-yürütme- yargı organları arasında bölüÅŸtürülmesi ilkesini benimsemiÅŸtir. Anayasanın BaÅŸlangıç Kısmının 4. paragrafında “kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir iÅŸbölümü ve iÅŸbirliÄŸi olduÄŸu”na iliÅŸkin ifade de güçler ayrılığı ilkesinin 1982 Anayasasının temel niteliklerinden biri olduÄŸunu göstermektedir. Anayasa, güçler ayrılığı ilkesini yasama, yürütme ve yargı erklerini ayrı organlara vermek yoluyla somutlaÅŸtırmaktadır. Anayasa, hangi devlet organlarının hangi yetkileri kullanabileceÄŸini açıkça belirtmektedir. Buna göre, Anayasa’nın “yasama yetkisi” baÅŸlıklı 7. maddesi, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduÄŸunu ve bu yetkinin devredilemeyeceÄŸini öngörmektedir. Anayasa’nın 8. maddesi, yürütme yetkisi ve görevinin, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılabileceÄŸini belirtmektedir. Anayasa’nın 9. maddesi ise yargı yetkisini Türk Milleti adına bağımsız mahkemelere vermektedir. Anayasa, devletin yetkilerini üç devlet organı arasında paylaÅŸtırırken, bunların Anayasa ile kendilerine tanınmamış bir yetkiyi kullanmalarını ya da Anayasada kendilerine tanınan yetkileri aÅŸarak yetkilerinin alanını ve kapsamını Anayasanın öngörmediÄŸi biçimde geniÅŸletmelerini de yasaklamaktadır.
Ancak yapılan bu düzenleme ile kanun koyucu yargının alanına mahkemelerin bağımsızlığını etkiler nitelikte müdahale etmiÅŸtir. Her ne kadar 15 Temmuz darbe giriÅŸimi sonrasında yapılan ihraçlar sonucu kadro açığından dolayı ihtiyaç olduÄŸu söylense de yalnızca 3 yıl hakimlik yapmış kiÅŸilerin Danıştay gibi Yüksek Mahkemede görev alabilecek olmaları yargıyı orta vadede can çekiÅŸir konuma sokacaktır. Yıllardır yargının en büyük problemi olan yargılamanın uzun sürmesi problemi çözülememiÅŸ bunun üzerine mahkemeye yeni atanmış hakim ve savcılara kısa sürede baÅŸka mahkemelere atanma hakkı tanınmıştır. ‘Geç gelen adalet’ sorunu çözülemediÄŸinden yeni atanan hakim-savcılar ‘adalet’i yerine getiremeden tekrar atanmaktadırlar. Bu durum ‘mahkemelerin bağımsızlığı’ ve ‘hakimlik teminatı’ ilkelerini hiçe saymaktadır.
Mahkemelerin Bağımsızlığı baÅŸlıklı Anayasa’nın 138. Maddesi:
Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kiÅŸi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüÅŸme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle deÄŸiÅŸtiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Ayrıca Hakimlik ve Savcılık Mesleği başlıklı Anayasanın 140 maddesinin 3. fıkrası:
“Hakim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak deÄŸiÅŸtirilmesi, haklarında disiplin kovuÅŸturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında iÅŸledikleri suçlarından dolayı soruÅŸturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eÄŸitimleri ile diÄŸer özlük iÅŸleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
ÅŸeklinde olup mahkemelerin bağımsızlığını ve hakimlik teminatı hususlarını düzenlemektedir. Bu maddeler dikkate alındığında Hakimlerin görevlerinde bağımsız olacakları ve hiçbir organ, makam, merci veya kiÅŸinin kendilerine emir, talimat veremeyeceÄŸini düzenlemiÅŸtir. Ancak 7079 sayılı kanunda yapılan deÄŸiÅŸiklik açıkça Anayasa 140/3’e aykırıdır. Anayasa 140/3 açık olup baÅŸka bir ÅŸekilde yorumlanamamaktadır. Åžöyle ki; madde metninde ‘Hakim ve savcıların nitelikleri, atanmaları... ..kanunla düzenlenir” ÅŸeklinde bir düzenleme getirilmiÅŸ olup yargının alanına müdahale edecek her düzenlemenin kanunla yapılması öngörülmüÅŸtür. Ancak 24 Aralık 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüÄŸe giren 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu düzenlemenin yapılmış olması madde metnine açıkça aykırıdır. Bu nitelikte bir düzenlemenin CumhurbaÅŸkanı baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından yapılabilir olması yargının net bir ÅŸekilde yürütmeye müdahalesidir. Her ne kadar 7079 sayılı kanunla, yasa koyucunun iradesinin geçerli olduÄŸu düÅŸünülse de yasalaÅŸma sürecinde herhangi bir deÄŸiÅŸiklik önergesinin kabul edilmemesi, komisyonda görüÅŸülmemesi, sayısal çoÄŸunlukla ivedilikle yasalaÅŸması dikkate alındığında iradenin CumhurbaÅŸkanı baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunda olduÄŸu açıktır.
Kuvvetler ayrılığının geçerli olduÄŸu bir ülkede, yargının, yürütme ve yasama erkinden bağımsız olması gerekir. Yargının siyasi otoriteden bağımsız bir yapısının ve iÅŸleyiÅŸinin olması, hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biridir. Yargı bağımsızlığının saÄŸlanabilmesi için baÅŸlıca iki koÅŸulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilki mahkemelerin bağımsızlığı, ikincisi ise hâkimlik teminatıdır.
Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını ifade etmektedir. Hâkimlerin görevlerinde bağımsızlıkları ise onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, adaletin dolaylı dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuÅŸkudan uzak dağıtılması amacını gütmektedir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden ve endiÅŸe duymadan, Anayasa’nın öngördüÄŸü gereklerden baÅŸka herhangi bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir. Hâkimlik teminatı da aynı amaca yönelik olup, hâkim ve savcıların azledilmelerine, kendileri istemedikçe Anayasa’da öngörülen yaÅŸtan önce emekliye ayrılmalarına, herhangi bir sebeple aylık, ödenek ve diÄŸer özlük haklarından yoksun bırakılmalarına engel oluÅŸturmaktadır. Gerek mahkemelerin bağımsızlığı, gerekse hâkimlik teminatı ilkeleri, yargılama faaliyetine iliÅŸkin ilkeler olup, esas olarak adil bir yargılama sistemini saÄŸlama amacını gütmektedirler.
Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’ne göre, bağımsızlık kavramıyla; “yürütmeden ve taraflardan bağımsız olmak” anlaşılmalıdır (Ringeisen/Avusturya, 1971). Bağımsızlık, yargılama makamının yürütme baÅŸta olmak üzere diÄŸer güçlerden ayrık, bağımsız olmasını, hiçbir erke, kurum ve kuruluÅŸa, kiÅŸiye tabi olmamasını güvence altına alan bir kriterdir. Bu bakımdan bağımsızlık, yargılama makamının yasayla kurulmuÅŸ olmasının da doÄŸal bir sonucudur (Clarke/BirleÅŸik Krallık, 2005). AÄ°HM, hâkimlerin görev süresinin, bağımsızlığın saÄŸlanabilmesi bakımından belirleyici olan hususlardan biri olduÄŸuna iÅŸaret etmektedir. Zira AÄ°HM, bir organın, özellikle yürütmeden ve davanın taraflarından “bağımsız” olup olmadığını belirlerken (23.06.1981 tarihli Le Compte, Van Leuven ve De Meyere/Belçika kararı, par. 55), üyelerinin atanma tarzına ve görev sürelerine (aynı karar, parag. 57), dışarıdan gelebilecek baskılara karşı güvencelerinin varlığına (bk. 01.10.1982 tarihli Piersack/Belçika kararı, par. 27) ve bu organın bağımsız olduÄŸu görüntüsü verip vermediÄŸine (17.01.1970 tarihli Delcourt/Belçika kararı, par. 31) bakmak zorundadır (Campbell ve Fell/BirleÅŸik Krallık). Ä°ptali talep edilen düzenleme atanma ÅŸartına iliÅŸkin olup AÄ°HM içtihadı ile de çeliÅŸmektedir.
Açıklanan bu sebeplerle 7079 sayılı Kanun’un 32. Maddesi, Anayasa’nın 138 ve 140. maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
7. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 41. Maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 41. Maddesi ile 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinin (a) alt bendi ve 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 29. maddesinin mülga birinci fıkrası
“Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile baÅŸarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiÅŸ adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından seçilir. Yargıtay üyesi seçilebilmek için hâkimlik ve savcılık mesleÄŸinde yirmi yıl çalışmış olmak ÅŸarttır.”
ÅŸeklinde olup hakim olarak çalışmakta olanların Yargıtay üyeliÄŸine seçilebilmeleri için gerekli olan ÅŸartları belirleyen ifadelerden birisidir. 6494 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 29. maddesi 1. Fıkrasında yapılan bu deÄŸiÅŸiklik ile 2013 yılından bugüne hakimlerin Yargıtay üyesi seçilebilmesi için 20 yıl olarak çalışmış olmaları ÅŸartı aranmakta idi. 7 Temmuz 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüÄŸe giren 6494 sayılı Kanun’un 19. maddesi üzerinden henüz 4,5 yıl geçtikten sonra yine düzenlemeyi yapan aynı hükümet tarafından yürürlükten kaldırılmaktadır. 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kanunlaÅŸması ile Yargıtay Kanunun 29. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
Yapılan düzenleme olaÄŸan kanunlarda olaÄŸanüstü hal sona erdikten sonra da yürürlükte kalacak genel ve kalıcı deÄŸiÅŸiklikler yapmaktadır. OlaÄŸan döneme iliÅŸkin yapılacak düzenlemelerin usülü Anayasa’da açıkça belirtilmiÅŸtir. ÇaÄŸdaÅŸ anayasacılık anlayışının vazgeçilmez araçlarından biri güçler ayrılığı ilkesidir. 1982 Anayasası da güçler ayrılığı ilkesini, bir baÅŸka ifadeyle devlet iktidarının yasama-yürütme- yargı organları arasında bölüÅŸtürülmesi ilkesini benimsemiÅŸtir. Anayasanın BaÅŸlangıç Kısmının 4. paragrafında “kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir iÅŸbölümü ve iÅŸbirliÄŸi olduÄŸu”na iliÅŸkin ifade de güçler ayrılığı ilkesinin 1982 Anayasasının temel niteliklerinden biri olduÄŸunu göstermektedir. Anayasa, güçler ayrılığı ilkesini yasama, yürütme ve yargı erklerini ayrı organlara vermek yoluyla somutlaÅŸtırmaktadır. Anayasa, hangi devlet organlarının hangi yetkileri kullanabileceÄŸini açıkça belirtmektedir. Buna göre, Anayasa’nın “yasama yetkisi” baÅŸlıklı 7. maddesi, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduÄŸunu ve bu yetkinin devredilemeyeceÄŸini öngörmektedir. Anayasa’nın 8. maddesi, yürütme yetkisi ve görevinin, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılabileceÄŸini belirtmektedir. Anayasa’nın 9. maddesi ise yargı yetkisini Türk Milleti adına bağımsız mahkemelere vermektedir. Anayasa, devletin yetkilerini üç devlet organı arasında paylaÅŸtırırken, bunların Anayasa ile kendilerine tanınmamış bir yetkiyi kullanmalarını ya da Anayasada kendilerine tanınan yetkileri aÅŸarak yetkilerinin alanını ve kapsamını Anayasanın öngörmediÄŸi biçimde geniÅŸletmelerini de yasaklamaktadır.
Ancak yapılan bu düzenleme ile kanun koyucu yargının alanına mahkemelerin bağımsızlığını etkiler nitelikte müdahale etmiÅŸtir. Her ne kadar 15 Temmuz darbe giriÅŸimi sonrasında yapılan ihraçlar sonucu kadro açığından dolayı ihtiyaç olduÄŸu söylense de yalnızca 3 yıl hakimlik yapmış kiÅŸilerin Yargıtay gibi Yüksek Mahkemede görev alabilecek olmaları yargıyı orta vadede can çekiÅŸir konuma sokacaktır. Yıllardır yargının en büyük problemi olan yargılamanın uzun sürmesi problemi çözülememiÅŸ bunun üzerine mahkemeye yeni atanmış hakim ve savcılara kısa sürede baÅŸka mahkemelere atanma hakkı tanınmıştır. ‘Geç gelen adalet’ sorunu çözülemediÄŸinden yeni atanan hakim-savcılar ‘adalet’i yerine getiremeden tekrar atanmaktadırlar. Bu durum ‘mahkemelerin bağımsızlığı’ ve ‘hakimlik teminatı’ ilkelerini hiçe saymaktadır.
Mahkemelerin Bağımsızlığı baÅŸlıklı Anayasa’nın 138. Maddesi:
“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kiÅŸi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüÅŸme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle deÄŸiÅŸtiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Ayrıca Hakimlik ve Savcılık Mesleği başlıklı Anayasanın 140 maddesinin 3. fıkrası:
“Hakim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak deÄŸiÅŸtirilmesi, haklarında disiplin kovuÅŸturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında iÅŸledikleri suçlarından dolayı soruÅŸturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eÄŸitimleri ile diÄŸer özlük iÅŸleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
ÅŸeklinde olup mahkemelerin bağımsızlığını ve hakimlik teminatı hususlarını düzenlemektedir. Bu maddeler dikkate alındığında Hakimlerin görevlerinde bağımsız olacakları ve hiçbir organ, makam, merci veya kiÅŸinin kendilerine emir, talimat veremeyeceÄŸini düzenlemiÅŸtir. Ancak 7079 sayılı kanunda yapılan deÄŸiÅŸiklik açıkça Anayasa 140/3’e aykırıdır. Anayasa 140/3 açık olup baÅŸka bir ÅŸekilde yorumlanamamaktadır. Åžöyle ki; madde metninde ‘Hakim ve savcıların nitelikleri, atanmaları... ...kanunla düzenlenir” ÅŸeklinde bir düzenleme getirilmiÅŸ olup yargının alanına müdahale edecek her düzenlemenin kanunla yapılması öngörülmüÅŸtür. Ancak 24 Aralık 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüÄŸe giren 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu düzenlemenin yapılmış olması madde metnine açıkça aykırıdır. Bu nitelikte bir düzenlemenin CumhurbaÅŸkanı baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından yapılabilir olması yargının net bir ÅŸekilde yürütmeye müdahalesidir. Her ne kadar 7079 sayılı kanunla, yasa koyucunun iradesinin geçerli olduÄŸu düÅŸünülse de yasalaÅŸma sürecinde herhangi bir deÄŸiÅŸiklik önergesinin kabul edilmemesi, komisyonda görüÅŸülmemesi, sayısal çoÄŸunlukla ivedilikle yasalaÅŸması dikkate alındığında iradenin CumhurbaÅŸkanı baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunda olduÄŸu açıktır.
Kuvvetler ayrılığının geçerli olduÄŸu bir ülkede, yargının, yürütme ve yasama erkinden bağımsız olması gerekir. Yargının siyasi otoriteden bağımsız bir yapısının ve iÅŸleyiÅŸinin olması, hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biridir. Yargı bağımsızlığının saÄŸlanabilmesi için baÅŸlıca iki koÅŸulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilki mahkemelerin bağımsızlığı, ikincisi ise hâkimlik teminatıdır.
Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını ifade etmektedir. Hâkimlerin görevlerinde bağımsızlıkları ise onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, adaletin dolaylı dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuÅŸkudan uzak dağıtılması amacını gütmektedir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden ve endiÅŸe duymadan, Anayasa’nın öngördüÄŸü gereklerden baÅŸka herhangi bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir. Hâkimlik teminatı da aynı amaca yönelik olup, hâkim ve savcıların azledilmelerine, kendileri istemedikçe Anayasa’da öngörülen yaÅŸtan önce emekliye ayrılmalarına, herhangi bir sebeple aylık, ödenek ve diÄŸer özlük haklarından yoksun bırakılmalarına engel oluÅŸturmaktadır. Gerek mahkemelerin bağımsızlığı, gerekse hâkimlik teminatı ilkeleri, yargılama faaliyetine iliÅŸkin ilkeler olup, esas olarak adil bir yargılama sistemini saÄŸlama amacını gütmektedirler.
Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’ne göre, bağımsızlık kavramıyla; “yürütmeden ve taraflardan bağımsız olmak” anlaşılmalıdır (Ringeisen/Avusturya, 1971). Bağımsızlık, yargılama makamının yürütme baÅŸta olmak üzere diÄŸer güçlerden ayrık, bağımsız olmasını, hiçbir erke, kurum ve kuruluÅŸa, kiÅŸiye tabi olmamasını güvence altına alan bir kriterdir. Bu bakımdan bağımsızlık, yargılama makamının yasayla kurulmuÅŸ olmasının da doÄŸal bir sonucudur (Clarke/BirleÅŸik Krallık, 2005). AÄ°HM, hâkimlerin görev süresinin, bağımsızlığın saÄŸlanabilmesi bakımından belirleyici olan hususlardan biri olduÄŸuna iÅŸaret etmektedir. Zira AÄ°HM, bir organın, özellikle yürütmeden ve davanın taraflarından “bağımsız” olup olmadığını belirlerken (23.06.1981 tarihli Le Compte, Van Leuven ve De Meyere/Belçika kararı, par. 55), üyelerinin atanma tarzına ve görev sürelerine (aynı karar, parag. 57), dışarıdan gelebilecek baskılara karşı güvencelerinin varlığına (bk. 01.10.1982 tarihli Piersack/Belçika kararı, par. 27) ve bu organın bağımsız olduÄŸu görüntüsü verip vermediÄŸine (17.01.1970 tarihli Delcourt/Belçika kararı, par. 31) bakmak zorundadır (Campbell ve Fell/BirleÅŸik Krallık). Ä°ptali talep edilen düzenleme atanma ÅŸartına iliÅŸkin olup AÄ°HM içtihadı ile de çeliÅŸmektedir.
Açıklanan bu sebeplerle 7079 sayılı Kanun’un 41. maddesi, Anayasa’nın 138. ve 140. maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
8. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 50. Maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
Savunma Sanayi Ä°cra Komitesi adından da anlaşılacağı üzere icrai yetkilere haiz bir yapıdır. Ä°ptali talep edilen düzenleme ile CumhurbaÅŸkanı baÅŸkanlığında, CumhurbaÅŸkanının katılmadığı toplantılarda BaÅŸbakanın Komiteye vekaleten baÅŸkanlık edecektir. Yine Komite’nin toplanması CumhurbaÅŸkanının daveti üzerine olacak ve toplantının gündemi de CumhurbaÅŸkanı tarafından belirlenecektir. CumhurbaÅŸkanına tanınan bu yetkiler ve verilen görevler hali hazırda Anayasa’da CumhurbaÅŸkanına tanınan görev ve yetkiler ile örtüÅŸmemektedir.
1982 Anayasası, 104. maddesi ile Cumhurbaşkanına çok önemli yetki ve görevler vermiştir. Anılan maddede Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, yasama ile ilgili olanlar, yürütme alanına ilişkin olanlar ve yargı ile ilgili olanlar şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmanın yanı sıra 104. Maddenin son fıkrası ile de Cumhurbaşkanının Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri de yerine getirip yetkileri kullanacağı belirtilmiştir. Özellikle cumhurbaşkanının sahip olduğu kapsamlı atama yetkileri onu yürütmenin sembolik kanadı olmaktan çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı bu görev ve yetkilerini yapacağı işlemler ile yerine getirmektedir. Parlamenter hükümet sisteminde yürütme organı, iki kanatlı, yani devlet başkanı (cumhurbaşkanı) ve hükümet (bakanlar kurulu) şeklinde bir yapıdan oluÅŸmaktadır. Yürütme organının diğer kanadını oluşturan cumhurbaşkanının bir özelliği de devletin başkanı olmasıdır. Devlet başkanı, Anayasamızın 105. maddesinde de belirtildiği gibi siyasi açıdan sorumsuzdur.
Parlamenter hükümet sistemlerinde devlet başkanlarının yetkisizliğini sağlamak için, devlet başkanları tarafından yapılan tüm işlemlerde, ilgili bakan ve başbakanın imzalarının bulunması gerekliliği ilkesi getirilmiştir. Bu ilkeye karşı imza kuralı denmektedir. Karşı imza kuralına göre, aksine düzenleme bulunmadığı sürece devlet başkanı, ilgili bakan ve başbakanın imzası olmadan yetki kullanamaz ve sorumluluk doğurucu bir işlemde bulunamaz. Devlet başkanının ilgili bakan ve başbakanın imzasını alarak yaptığı işlemlerden doğacak olan sorumluluk da, işlemde karşı imzası bulunan bakan ve başbakana ait olacaktır.(ARMAĞAN, Servet, 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 189) Aslında karşı imza ilkesi, parlamenter sistemlerde devlet başkanlarının törensel ve sembolik yetkilere sahip olmasından kaynaklanan, devlet başkanlarının yetkisiz olmalarını hedefleyen bir ilkedir. Tarihsel olarak yetkilerin ilk sahipleri devlet başkanları, hükümdarlar ve cumhurbaşkanları iken, demokratik gelişim ile birlikte karar alma yetkisi başbakan ve hükümetlere geçmiştir.(LOUGHLIN, Martin – WALKER, Neil, The Paradox Of Constitutionalism (Constituent Power and Constitutional Form), Oxford University Press, 2007, s. 27-33.) Karşı imza ilkesinin kökeni parlamenter rejimin oluşmaya başladığı meşruti monarşi çağıdır. Bu dönemde sorumsuz olan hükümdarın işlemlerine, parlamentoya karşı sorumlu olan başbakan ve bakan da katılmaya başlamıştır. Zaman içerisinde yürütme yetkisi, hükümdarın yetki alanından çıkarak halk temsilcileri ile paylaşılır olmuştur.( ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2010, s. 329.) Bu gelişim ile parlamenter sisteme sahip olan ülkelerde, hükümet ve başbakan tarafından yapılan işlemlerin devlet başkanları tarafından imzalanması geleneğine devam edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bakımından da karşı imza kuralı geçerlidir.
Ä°ptali talep edilen düzenleme ile CumhurbaÅŸkanı fiilen Savunma Sanayii Ä°cra Komitesi’nin icrai nitelikteki tüm yetkilerine haiz olmaktadır. Ancak bu yetkiler Anayasa’nın 104. Maddesinde belirlenen görev ve yetkilerden olmadığı gibi, karşı imza kuralının istisnasını oluÅŸturur nitelikte de taşımamaktadır. Karşı imza kuralına tabi olmadan, CumhurbaÅŸkanının tek başına bu icrai yetkiyi kullanması hukuk devletinde kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanması anlamına gelmektedir. CumhurbaÅŸkanının doÄŸrudan kullanacağı bu yetki, mevcut 105. Maddedeki sorumsuzluÄŸu ile birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, herhangi bir ÅŸekilde sorumlusunun olmadığı iÅŸlemler neticesi ile karşılaşılmaktadır. Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen düzenleme Anayasa’nın 104. Maddesine aykırılık teÅŸkil etmektedir, iptali gerekir.
9. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 52. Maddesi ile 3238 sayılı Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “CumhurbaÅŸkanına” ibaresi ile ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı kanunun 52. maddesi ile 3238 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Milli Savunma Bakanlığına” ibaresi “CumhurbaÅŸkanına” ÅŸeklinde ve ikinci fıkrası aÅŸağıdaki ÅŸekilde deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir.
“MüsteÅŸarlık personeli CumhurbaÅŸkanı onayı ile atanır. CumhurbaÅŸkanı bu yetkisini MüsteÅŸara devredebilir.”
Yapılan deÄŸiÅŸiklik ile Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığı CumhurbaÅŸkanına baÄŸlanmış ve müsteÅŸarlık personeli de yine CumhurbaÅŸkanı tarafından atanacaktır. 6771 sayılı Kanun’un 16 Nisan 2017 günü yapılan halkoylamasında kabul edilmesi ile birlikte, Anayasa’da yapılan deÄŸiÅŸiklikler doÄŸrudan yürürlüÄŸe girmemiÅŸtir. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’da yapılan deÄŸiÅŸiklikler, söz konusu Kanun’un 18’inci maddesine göre üç ayrı tarihte yürürlüÄŸe girecektir:
1) Birlikte yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve CumhurbaÅŸkanlığı seçimleri sonucunda CumhurbaÅŸkanının göreve baÅŸladığı tarih,
2) Birlikte yapılacak ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi ve CumhurbaÅŸkanlığı seçimlerine iliÅŸkin takvimin baÅŸladığı tarih,
3) 6771 sayılı Kanun’un halkoylamasında kabul edildiÄŸi 16 Nisan 2017 tarihi.
Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığı icrai nitelikte bir yapıdır. Yapılan anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi ile CumhurbaÅŸkanı güçlendirilmiÅŸ olsa da hali hazırda bu deÄŸiÅŸikliklerin yürürlükte olmadığı dikkate alındığında, icrai iÅŸleve haiz olan yapının CumhurbaÅŸkanına baÄŸlanması hukuk devletinde kabul edilemez. Yine yapılan deÄŸiÅŸiklikle müsteÅŸarlık personeli CumhurbaÅŸkanı tarafından atanacaktır.
1982 Anayasası, 104. maddesi ile Cumhurbaşkanına çok önemli yetki ve görevler vermiştir. Anılan maddede Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, yasama ile ilgili olanlar, yürütme alanına ilişkin olanlar ve yargı ile ilgili olanlar şeklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmanın yanı sıra 104. Maddenin son fıkrası ile de Cumhurbaşkanının Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri de yerine getirip yetkileri kullanacağı belirtilmiştir. Özellikle cumhurbaşkanının sahip olduğu kapsamlı atama yetkileri onu yürütmenin sembolik kanadı olmaktan çıkarmıştır. Cumhurbaşkanı bu görev ve yetkilerini yapacağı işlemler ile yerine getirmektedir. Parlamenter hükümet sisteminde yürütme organı, iki kanatlı, yani devlet başkanı (cumhurbaşkanı) ve hükümet (bakanlar kurulu) şeklinde bir yapıdan oluÅŸmaktadır. Yürütme organının diğer kanadını oluşturan cumhurbaşkanının bir özelliği de devletin başkanı olmasıdır. Devlet başkanı, Anayasamızın 105. maddesinde de belirtildiği gibi siyasi açıdan sorumsuzdur.
Parlamenter hükümet sistemlerinde devlet başkanlarının yetkisizliğini sağlamak için, devlet başkanları tarafından yapılan tüm işlemlerde, ilgili bakan ve başbakanın imzalarının bulunması gerekliliği ilkesi getirilmiştir. Bu ilkeye karşı imza kuralı denmektedir. Karşı imza kuralına göre, aksine düzenleme bulunmadığı sürece devlet başkanı, ilgili bakan ve başbakanın imzası olmadan yetki kullanamaz ve sorumluluk doğurucu bir işlemde bulunamaz. Devlet başkanının ilgili bakan ve başbakanın imzasını alarak yaptığı işlemlerden doğacak olan sorumluluk da, işlemde karşı imzası bulunan bakan ve başbakana ait olacaktır.(ARMAĞAN, Servet, 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 189) Aslında karşı imza ilkesi, parlamenter sistemlerde devlet başkanlarının törensel ve sembolik yetkilere sahip olmasından kaynaklanan, devlet başkanlarının yetkisiz olmalarını hedefleyen bir ilkedir. Tarihsel olarak yetkilerin ilk sahipleri devlet başkanları, hükümdarlar ve cumhurbaşkanları iken, demokratik gelişim ile birlikte karar alma yetkisi başbakan ve hükümetlere geçmiştir.(LOUGHLIN, Martin – WALKER, Neil, The Paradox Of Constitutionalism (Constituent Power and Constitutional Form), Oxford University Press, 2007, s. 27-33.) Karşı imza ilkesinin kökeni parlamenter rejimin oluşmaya başladığı meşruti monarşi çağıdır. Bu dönemde sorumsuz olan hükümdarın işlemlerine, parlamentoya karşı sorumlu olan başbakan ve bakan da katılmaya başlamıştır. Zaman içerisinde yürütme yetkisi, hükümdarın yetki alanından çıkarak halk temsilcileri ile paylaşılır olmuştur.( ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2010, s. 329.) Bu gelişim ile parlamenter sisteme sahip olan ülkelerde, hükümet ve başbakan tarafından yapılan işlemlerin devlet başkanları tarafından imzalanması geleneğine devam edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bakımından da karşı imza kuralı geçerlidir.
Ä°ptali talep edilen düzenleme ile CumhurbaÅŸkanı fiilen Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığı’nın icrai nitelikteki tüm yetkilerine haiz olmaktadır. Ancak bu yetkiler Anayasa’nın 104. Maddesinde belirlenen görev ve yetkilerden olmadığı gibi, karşı imza kuralının istisnasını oluÅŸturur nitelikte de taşımamaktadır. Karşı imza kuralına tabi olmadan, CumhurbaÅŸkanının tek başına bu icrai yetkiyi kullanması hukuk devletinde kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanması anlamına gelmektedir. CumhurbaÅŸkanının doÄŸrudan kullanacağı bu yetki, mevcut 105. Maddedeki sorumsuzluÄŸu ile birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, herhangi bir ÅŸekilde sorumlusunun olmadığı iÅŸlemler neticesi ile karşılaşılmaktadır. Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen düzenleme Anayasa’nın 104. Maddesine aykırılık teÅŸkil etmektedir, iptali gerekir.
10. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 53. Maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması Ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması Ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın ikinci Cümlesi Anayasa’nın 2 nci Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine, 7 nci Maddesindeki Yasama yetkisinin devredilemeyeceÄŸi ilkesine, 10 uncu maddesindeki Kanun Önünde EÅŸitlik Ä°lkesine ve 128 inci Maddesinde belirtilen kanunilik ilkesine aykırılık taşımaktadır. AÅŸağıda bu aykırılık iddiaları ayrı ayrı ele alınmıştır.
a) Anayasanın 2. Maddesinde belirtilen Hukuk Devleti İlkesine Aykırılığı
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”[1] [2]. Mahkemenin bir kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın açık hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduÄŸu ilkelere uygun olması gerekir”, ÅŸeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti ilkesinin Anayasayı da aÅŸan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi hukuk devletinin belirtilen genel ilkelerini, incelenen konunun özelliÄŸine göre somutlaÅŸtırmakta ve bu baÄŸlamda çoÄŸu zaman birbirleriyle iç içe geçmiÅŸ çeÅŸitli alt ilkeler ortaya koyarak sonuca ulaÅŸmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki Güvenlik Ä°lkesi”dir.
Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmiÅŸe yürümesini engellemesinin yanında genel olarak yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına da dayanak teÅŸkil eden önemli bir ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kiÅŸilerin gelecekle ilgili plan, düÅŸünce ve kararlarında mevcut hukuk kurallarına güvenerek hareket etmelerinin hukuken korunması gereÄŸini ifade eder. Devletin, vatandaÅŸların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boÅŸa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereÄŸi olduÄŸu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaÅŸların refah, huzur ve mutluluk içinde yaÅŸamalarını saÄŸlama, maddi ve manevi varlıklarını geliÅŸtirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin de bir sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında bu ilke devlete güvenle özdeÅŸleÅŸtirilerek ÅŸöyle ifade edilmiÅŸtir; “Devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel öÄŸelerdendir. Devlete güven hukuk devletinin saÄŸlamak istediÄŸi huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya uygunluÄŸu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluÅŸumların sonuçlarını korumak gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir kararında, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanabilmesi için kuralların belirli ve öngörülebilir düzenlemeler içermesi gerektiÄŸini belirterek, hukuk güvenliÄŸi ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir düzenleme için de gerekli görmüÅŸtür.
Hukuk devletinin bir ilkesi de “yasama genelliÄŸi ilkesi”dir. Hukuk devleti ilkesinin uygulamaya geçirilmesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesi; “adalet ve hakkaniyet ölçülerinin göz önünde tutulması”[3] [4] [5] [6] [7] [8]; “hukuki durumlarda kararlılığın saÄŸlanması; “kamu yararı düÅŸüncesi olmaksızın...özel çıkarlar veya yalnızca belli kiÅŸilerin yararına olarak her hangi bir yasa kuralının konulamayacağı’, gibi kıstaslara da baÅŸvurmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi, yasama organının istediÄŸi her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediÄŸi ÅŸekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya her hangi bir iÅŸlem girmeden bir konuda doÄŸrudan doÄŸruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliÄŸi ilkesiyle bütünleÅŸen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluÅŸturmaktadır.
“Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[9].
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koÅŸuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık baÄŸlanması gibi öznel iÅŸlemleyürütülecek türden iÅŸler için bile yasa çıkarabilmektedir’.
“Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi”yle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir”, ÅŸeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eÅŸitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eÅŸitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
Nitekim emniyet personelinin rütbe terfilerini düzenleyen 3201 sayılı Kanunun 55. maddesinin deÄŸiÅŸtirilmesine iliÅŸkin 4638 sayılı Kanunla ilgili kararında Anayasa Mahkemesi; “askerlik hizmetinin rütbe kıdeminde sayılması ya da sayılmamasına iliÅŸkin düzenleme anayasal ilkelere uygun olması koÅŸuluyla yasama organının takdirinde olan bir husustur”, saptamasına yer verdikten sonra, kiÅŸilerin yürüttükleri kamu görevinin askerlik hizmetinin yerine getirilmesi bakımından farklı bir durum yaratmayacağı gerekçesiyle sadece polis amiri olduktan sonra yapılan askerlik hizmetinin rütbe terfiinde sayılmasını öngören kuralı eÅŸitliÄŸe aykırı bularak iptal etmiÅŸtir.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca varmak mümkün deÄŸildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuÅŸturulmuÅŸtur. Sözü edilen maddeye iliÅŸkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eÅŸitlik ve denklik içinde iÅŸbirliÄŸi yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulanmaya konmuÅŸtur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendine verdiÄŸi görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiÅŸtir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır. [10] [11] [12]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın muhtelif maddelerine serpiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak yeni Anayasanın getirdikleri, olaÄŸanüstü haller ve sıkıyönetim süresince CumhurbaÅŸkanı’nın baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, sözü edilen hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma; Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliÅŸkin hükümlerde, kanunun belirttiÄŸi yukarı ve aÅŸağı sınırlar içerisinde deÄŸiÅŸiklik yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret iÅŸlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mali yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliÄŸi ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili deÄŸildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin genelliÄŸinin aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur.
Yüce Mahkemenizin önüne gelen 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın birinci cümlesi ile Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığına özel bazı projeler çerçevesinde sözleÅŸmeli personel alımı ve ikinci cümlesiyle de bu personelin ücretlerinin belirlenmesine iliÅŸkin sınır getirilmiÅŸtir. Ancak, belirlenen bu sınır, bir sınır olmadığı gibi idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman deÄŸiÅŸtirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aÅŸan bir nitelik taşıdığı gibi; öznel olarak da yürütme erkinin bir parçası sayılamayacak bir Komiteye devretmiÅŸtir. Savunma Sanayii Ä°cra Komitesi, idari bir organ olmadığı gibi yürütme erkinin de bir parçası deÄŸildir. Hukuk devleti ilkesi çerçevesinde, hukuki belirlilik ilkesi çerçevesinde kanuni olarak düzenlenmesi gereken bir hususun kanuna aykırı bir biçimde belirlenmesi kanuni belirlilik ilkesiyle baÄŸdaÅŸmaz. Olayda Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığınca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin ücretini belirleme yetkisi Komiteye bırakıldığı gibi bunun üst sınırının saptanmasında da Komite yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde Komite, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret baremleri ve üst sınırlarına tabi olmaksızın ücret belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından bir ücret belirsizliÄŸi yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Yine söz konusu ücretin üst sınırının Komite tarafından belirlenmesi “yasamanın genelliÄŸi ilkesine” de aykırıdır. Yukarıda da belirtildiÄŸi üzere “Yasamanın genelliÄŸi ilkesi “idareye istediÄŸi ÅŸekilde düzenleme yapabilmesi anlamına gelmemektedir. Yürütme organı ve bu organdaki Bakanlıklar veya Kamu Tüzel KiÅŸilikleri, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisine sahiptir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüÅŸ alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduÄŸu anlamına gelmez. Anayasanın 128 inci Maddesinde Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceÄŸi açık bir biçimde belirtildiÄŸi için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Komite tarafından sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân saÄŸlayan bu deÄŸiÅŸikliÄŸin Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti ilkes”iyle baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Bu nedenle iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 7 nci Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin DevredilemezliÄŸi Ä°lkesine Aykırılık
Anayasanın 7 nci maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8 inci maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer verilmiÅŸtir.
Yasama yetkisi, yasama organının istediÄŸi her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediÄŸi ÅŸekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya herhangi bir iÅŸlem girmeden bir konuda doÄŸrudan doÄŸruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliÄŸi ilkesiyle bütünleÅŸen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluÅŸturmaktadır.
“Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi” Anayasa Mahkemesi kararlarında ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[13].
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koÅŸuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık baÄŸlanması gibi öznel
iÅŸlemle yürütülecek türden iÅŸler için bile yasa çıkarabilmektedir’.
“Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi”yle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir”, ÅŸeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eÅŸitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eÅŸitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca varmak mümkün deÄŸildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuÅŸturulmuÅŸtur. Sözü edilen maddeye iliÅŸkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eÅŸitlik ve denklik içinde iÅŸbirliÄŸi yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulanmaya konmuÅŸtur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendine verdiÄŸi görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiÅŸtir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır. [14] [15] [16]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın muhtelif maddelerine serpiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak yeni Anayasanın getirdikleri, olaÄŸanüstü haller ve sıkıyönetim süresince CumhurbaÅŸkanı’nın baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun, sözü edilen hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma; Bakanlar Kurulu’nun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliÅŸkin hükümlerde, kanunun belirttiÄŸi yukarı ve aÅŸağı sınırlar içerisinde deÄŸiÅŸiklik yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret iÅŸlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mali yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliÄŸi ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili deÄŸildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin yürütmeye devrinde yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur.
Yüce Mahkemenizin önüne gelen 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması Ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın birinci cümlesi ile Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığı’na özel bazı projeler çerçevesinde sözleÅŸmeli personel alımı ve ikinci cümlesiyle de bu personelin ücretlerinin belirlenmesine iliÅŸkin sınır getirilmiÅŸtir. Ancak, belirlenen bu sınır, bir sınır olmadığı gibi idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman deÄŸiÅŸtirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aÅŸan bir nitelik taşımaktadır. Olayda Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığınca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin ücretini belirleme yetkisi Komiteye bırakıldığı gibi bunun üst sınırının saptanmasında da Komite yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde Komite, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret baremleri ve üst sınırlarına tabi olmaksızın ücret belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından bir ücret belirsizliÄŸi yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Yine söz konusu ücretin üst sınırının Komite tarafından belirlenmesi yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiÄŸini de göstermektedir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüÅŸ alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduÄŸu anlamına gelmez. Anayasa’nın 128 inci maddesinde Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceÄŸi açık bir biçimde belirtildiÄŸi için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Komite tarafından sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân saÄŸlayan bu deÄŸiÅŸikliÄŸin Anayasa’nın 7 nci maddesinde belirtilen yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırı aÅŸtığı için Anayasanın 7 nci maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
c) Anayasanın 10 uncu Maddesinde belirtilen Kanun Önünde EÅŸitlik Ä°lkesine Aykırılık
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1)Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir. (2)Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür. (3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.(4)Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [17] [18] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir; bu durum amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, burada eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın birinci cümlesi ile Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığına özel bazı projeler çerçevesinde sözleÅŸmeli personel alımı ve ikinci cümlesiyle de bu personelin Savunma Sanayii Ä°cra Komitesince ücretlerinin belirlenmesine ve bu ücretlere üst sınır getirilmesine iliÅŸkin düzenleme yapılmıştır.
Olayda Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığınca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin ücretini belirleme yetkisi Komiteye bırakıldığı gibi bunun üst sınırının saptanmasında da Komite yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde Komite, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret baremleri ve üst sınırlarına tabi olmaksızın ücret belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından bir ücret belirsizliÄŸi yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Öncelikle Kanun önünde eÅŸitlik ilkesinin zedelenip zedelenmediÄŸine iliÅŸkin 7079 Sayılı Kanunun 53 üncü Maddesi ile istihdam edilecek sözleÅŸmeli personel ile diÄŸer personel arasında bir statü farklılığı olup olmadığının tespiti ile böyle bir durum yoksa özel bir amaç için farklı bir uygulama için haklı bir neden olup olmadığının tespiti “Kanun önünde eÅŸitlik Ä°lkesinin zedelenip zedelenmediÄŸini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Ä°lk olarak her iki tip sözleÅŸmeli personel istihdamı da kaynağını Anayasanın 128 inci Maddesinden almaktadır. Bunların statüleri de iÅŸçi olmayan diÄŸer personel olarak tanımlanmıştır. Söz konusu sözleÅŸmeli personellerin emeklilik hakları açısından 5510 Sayılı Yasanın 4 (a) veya 4(c) ye tabi olmaları bunların kanuni olarak statülerinin farklı olduÄŸu anlamına gelmemektedir. Genel anlamda Anayasa’nın 128 inci maddesinde belirtilen “diÄŸer kamu görevlileri” kavramının karşıladığı “SözleÅŸmeli personel statüsüne sahiptirler. Dolayısıyla özlük hakları ve statüleri bakımından aynı hükümlere tabi olmaları gereken personeldir.
Ä°kinci olarak “Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığı tarafından özel olarak istihdam edilecek personelin haklı bir istihdam gerekçesi bulunmakta mıdır?” sorusunun cevabı için istihdam gerekçelerine bakmak gerekir. 7079 Sayılı Kanunun 53. maddesinde bu tür personelin istihdam gerekçesi olarak “Özel bilgi ve ihtisas gerektiren iÅŸler” tanımlaması yapılmıştır. DiÄŸer sözleÅŸmeli personele bakıldığında ise 657 Sayılı Kanunun 4 (B) fıkrasında birinci bendinde SözleÅŸmeli personel istihdamının gerekleri belirtilmiÅŸtir:
“Kalkınma planı, yıllık program ve iÅŸ programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleÅŸtirilmesi, iÅŸletilmesi ve iÅŸlerliÄŸi için ÅŸart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici iÅŸlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel BaÅŸkanlığının görüÅŸü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleÅŸme ile çalıştırılmasına karar verilen ve iÅŸçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir.”
GörüldüÄŸü gibi hizmet gereklilikleri açısından her iki sözleÅŸmeli personel açısından herhangi bir fark bulunmamaktadır. Savunma Sanayii gibi ülke savunması ile ilgili bir durum haklı bir gerekçe oluÅŸturabildiÄŸini de söylemek mümkün deÄŸildir. Çünkü hâlihazırda gerek Ä°çiÅŸleri Bakanlığı, gerek Milli Savunma Bakanlığı 4 (B) statüsünde personel istihdam etmektedir ve bu personel de devlet açısından oldukça önemli ve stratejik iÅŸler yapmaktadır. Dolayısıyla Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığı bünyesinde çalıştırılacak olan sözleÅŸmeli personele ayrı bir ücret sistemi, ayrı bir ücret üst sınırı uygulanması Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Bu nedenle iptali gerekir.
d) Anayasa’nın 128 inci Maddesine Aykırılık
1982 T.C. Anayasasının 128. maddesinin 2. fıkrası; “Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, haklan ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.” kuralını içermektedir.
Anayasanın söz konusu kuralında öngörülen kanunla düzenlenme ilkesinin kapsamı ve sınırı ne olacaktır? Düzenleme mutlak bir ÅŸekilde yorumlanıp kamu personeline iliÅŸkin her türlü konunun detaylı bir ÅŸekilde kanunla düzenlenmesi mi gerekecektir? Yoksa bu konudaki temel ve belirleyici noktaların kanunla düzenlemesi yeterli görülüp ayrıntıya iliÅŸkin hususların düzenlenmesi konusunda yürütme organına yetki ve inisiyatif bırakılabilecek midir?
Anayasa Mahkemesinin AnMK, 6.7.1993, E.93/5, K.93/25, RG: 25.2.1995-22213; Aynı yönde, AnMK, 11.6.2003, E.2001/346, K,2003/63, RG: 8.11.2003-25283; AnMK, 27.11.1997, E. 97/37, K.97/69, RG: 15.1.1999-23584 AnMK, 7.5.2002, E.2000/17, K.2002/46, RG: 26.3.2003-25060. kararlarına bakıldığında kanunla düzenlenme ilkesinin düzenlenen konunun tüm ayrıntı ve detaylarının kanunda belirtilmesi ÅŸeklinde katı bir anlayışla deÄŸil; temel ilkelerin, ölçü ve sınırların kanunla belirlenip uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesinin yürütme organına bırakılması ÅŸeklinde yumuÅŸak bir anlayışla uygulandığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi kanunilik ilkesine iliÅŸkin kararlarında Anayasanın sadece kanunla düzenlenme esasını öngören hükümlerini (personel statüsü yönünden 128/2. maddeyi) deÄŸil, aynı zamanda yasama yetkisinin TBMM’ne ait olduÄŸunu ve bu yetkinin devredilemeyeceÄŸini öngören 7. maddesini, zaman zaman da hukuk devletine iliÅŸkin 2. maddesini esas alarak deÄŸerlendirme yapmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, 3359 sayılı Temel SaÄŸlık Hizmetleri Kanununun, personele yapılacak prim dağıtım esaslarının çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi konusunda idareye yetki veren 9/b. maddesiyle ilgili olarak verdiÄŸi kararında idarenin düzenleme yetkisinin sınırlarını da belirleyerek dava konusu kuralı ÅŸu gerekçeyle iptal etmiÅŸtir: “Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında birçok kez açıklandığı üzere, yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. ÖÄŸretideki görüÅŸler de bu doÄŸrultudadır. Hakkında yasa bulunmayan konularda tüzük ve yönetmelik çıkarılamayacağına göre doÄŸrudan Anayasa’ya dayanan böyle bir düzenlemenin de yapılamaması gerekir. Yetkili organ ve makamlar, düzenleyici iÅŸlemler için Anayasa’da dayanak aramak zorundadırlar. Serbestçe ve diledikleri gibi, özerk düzenleme yetkisi deÄŸil ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’nın yürütmeye/yönetime tanıdığı düzenleme yetkisinin yinelenen niteliÄŸi karşısında, bu sınır aşılarak yapılacak düzenlemeler Anayasa’ya aykırılık oluÅŸturur. Ä°ncelenen maddenin (b) bendindeki ‘...prim dağıtımının esas ve usulleri ile personelin devrine ait usul ve esaslar’ ibaresindeki ‘prim dağıtımının, Anayasa’nın 128. maddesine göre yasayla düzenlenmesi gereken hususlardan olmasına karşın, yönetimin saptamasına bırakılması Anayasa’nın 7 maddesine aykırı düÅŸer”[19].
Anayasanın 128/2. maddesinde ifade edilen kanunla düzenlenme ilkesine iliÅŸkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirtilen kararlarında ortaya konulan yorum ve deÄŸerlendirmelerden ÅŸu sonuçlara ulaÅŸmaktayız. Kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaÅŸtırılması gerekir. KurallaÅŸtırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiÅŸ olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların belirlenmiÅŸ olması ÅŸartıyla uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliÄŸindedir. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 2. 7. ve 128/2. maddelerine aykırılık oluÅŸturur.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması Ve 11 Temmuz 1939 Tarih Ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın birinci cümlesi ile Savunma Sanayi MüsteÅŸarlığına özel bazı projeler çerçevesinde sözleÅŸmeli personel alımı ve ikinci cümlesiyle de bu personelin Savunma Sanayii Ä°cra Komitesince ücretlerinin belirlenmesine ve bu ücretlere üst sınır getirilmesine iliÅŸkin düzenleme yapılmıştır.
Olayda Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığınca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin ücretini belirleme yetkisi Komiteye bırakıldığı gibi bunun üst sınırının saptanmasında da Komite yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde Komite, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret baremleri ve üst sınırlarına tabi olmaksızın ücret belirleme hakkı kazanmıştır. Bu yetkinin kapsamı ve sınırları belli deÄŸildir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128 inci Maddesinde belirtilen kanunilik ilkesine açık bir aykırılık söz konusudur. Bu nedenle iptali gerekir.
Sonuç olarak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 3238 Sayılı Savunma Sanayi GeliÅŸtirme Ve Destekleme Ä°daresi BaÅŸkanlığının Kurulması ve 11 Temmuz 1939 Tarih ve 3670 Sayılı Millî Piyango TeÅŸkiline Dair Kanunun Ä°ki Maddesi Ä°le 25 Ekim 1984 Tarih Ve 3065 Sayılı Katma DeÄŸer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanunun 8 inci Maddesinin Dördüncü Fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın ikinci cümlesi, Anayasa’nın 2 nci, 7 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırıdır. Bu nedenle söz konusu cümlenin iptali talep edilmektedir.
11. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 68. Maddesi ile 4634 Sayılı Åžeker Kanununa eklenen Geçici Madde 10’un BeÅŸinci Fıkrasının Son Cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”[20] [21].
Hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisi de Kazanılmış Hakların Korunması Ä°lkesidir. Kazanılmış hak kavramı, kesin olarak tanımlanabilmiÅŸ sınırları belirlenmiÅŸ bir kavram deÄŸildir. Anayasa Mahkemesinin; “Kazanılmış hak sözcüÄŸü, hukukun en belirsiz, uygulama sahası çok dar, genel hukuksal durumlarda konu edilemeyen bir kavramdır”[22] [23], saptaması da bu gerçeÄŸi vurgulamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kazanılmış haklara saygı ilkesinin kaynağını belirleyen ve bu ilkenin anlam ve kapsamını ortaya koyan kararlarından bazıları şu şekildedir.
“Kazanılmış haklara saygı ilkesi hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde yer alır. Bu ilkenin temel amacı ise bireylerin hukuk güvenliÄŸini saÄŸlamaktır’31.
“Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması, kazanılmış haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bir hakkın ya da borcun yeni yasadan önce yürürlükte olan kuralara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiÅŸ olması gerekir’[24].
“Kazanılmış hak, kiÅŸinin bulunduÄŸu statüden doÄŸan, tahakkuk etmiÅŸ ve kendisi yönünden kesinleÅŸmiÅŸ ve kiÅŸisel alacak niteliÄŸine dönüÅŸmüÅŸ haktır. Bir statüye baÄŸlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte deÄŸildir”36
Yukarıda belirtilen kararlar ışığında Anayasamıza göre eÄŸer bir konu daha önce yasalarla düzenlenmemiÅŸse, yani önceki yasanın kiÅŸilere saÄŸladığı bir hak yoksa uygulamada gerçekleÅŸen kimi durumlar Anayasal boyutta kazanılmış hak olarak kabul edilmemektedir.
Ä°kinci olarak hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisi de “Kanunların Geriye YürümezliÄŸi Ä°lkesi”dir. Kanunların yürürlüÄŸe gireceÄŸi tarih genellikle son maddelerinde belirtilir ve bu durum çoÄŸunlukla, kanunun yayımı tarihinde yürürlüÄŸe gireceÄŸi veya kanunun -saptanmış olan- belli bir tarihte yürürlüÄŸe gireceÄŸi ÅŸeklinde ifade edilir. Åžayet Kanun metninde yürürlük tarihine iliÅŸkin bir hüküm yoksa 23.5.1928 günlü, 1322 sayılı Kanunların ve Nizamnamelerin Sureti NeÅŸir ve Ä°lanı ve Mer’iyet Tarihi Hakkında Kanunun 3. maddesine göre Kanun Resmi Gazetede yayımını takip eden 45. günden itibaren yürürlüÄŸe girer.
Kanunlar ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, iÅŸlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar ve geleceÄŸe dönük olarak uygulanırlar. Aynı ÅŸekilde yürürlükten kaldırılan bir hukuk kuralı da yeni kuralın yürürlüÄŸe girmesinden sonraki olaylara uygulanmaz. Bu ilkenin uygulanmasında iki ayrıksı (istisnai) durumun olduÄŸu görülmektedir.
Birinci ayrıksı durum eski kanunun yeni kanun zamanında da etkisini sürdürmesidir. Bu durum az yukarıda incelenen kazanılmış haklarda söz konusu olmaktadır. Eski kanun zamanında kazanılmış olan haklar yeni kanun zamanında da geçerliliklerini korurlar. ÖrneÄŸin, Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Åžekli Tatbiki Hakkındaki 29.5.1926 günlü, 864 sayılı Kanunun 5. maddesinde, eski kanuna göre medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olanların yeni kanuna göre bu ehliyete sahip olmasalar dahi bu yetkilerinin devam edeceÄŸi hükme baÄŸlanmıştır.
Ä°kinci ayrıksı durumu ise yeni kanunun geriye yürümesi oluÅŸturmaktadır. Eski kanunun yürürlüÄŸü sırasındaki olay, iÅŸlem ve eylemlere yeni kanunun uygulanması kamu yararı ve düzeninin gerekli kıldığı kimi zorunlu durumlarda söz konusu olmaktadır. Bu ÅŸekildeki uygulama çoÄŸunlukla kanunlarda yer alan geçici hükümlerle saÄŸlanmaktadır. Geçici hükümlere özellikle statü hukukuna iliÅŸkin kanun deÄŸiÅŸikliklerinde sıkça baÅŸvurulmakta ve bu yolla önceki hukuksal konumda olanların yeni hukuksal duruma intibak ve adaptasyonları saÄŸlanmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kanunların zaman içinde uygulanması (yürürlüÄŸü) konusuna deÄŸinen bazı kararları ÅŸu ÅŸekildedir:
“Sonradan yürürlüÄŸe giren yasaların geçmiÅŸ ve kesin bir nitelik kazanmış hukuki iÅŸlemlere etkili olmaması hukuken temel kurallarından biridir”[25].
“Yasa kuralları genelde, konuldukları gün ve gelecek içindir. Böylece yeni çıkarılan bir yasada açıklık yoksa önceden yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre gerçekleÅŸmiÅŸ durumlarla elde edilmiÅŸ haklara dokunulamaz. GeçmiÅŸ, yeni bir yasanın etki olanı dışında kalır”[26].
“Geçici maddeler, genellikle geçiÅŸ dönemlerine iliÅŸkin iÅŸlemlerin uygulama yöntemini ve kapsamını gösteren ayrık hükümleri içerirler. Hukukta genel kural olarak, yasalar, yayımlanmalarından sonraki olaylara ve durumlara uygulanırlar. Bu ilkenin en çarpıcı ayrıklığı, yasalardaki geçici kurallardır”[27].
Anayasa Mahkemesi kanunların ilke olarak geriye yürümemesini hukuk güvenliÄŸi ilkesinin bir gereÄŸi saymakta olup, bu husus kararlarda ÅŸöyle ifade edilmiÅŸtir;
“Hukuk devletinin saÄŸlamakla yükümlü olduÄŸu hukuk güvenirliÄŸi, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Bu nedenle “kanunların geriye yürümezliÄŸi ilkesi” uyarınca yasalar yürürlüÄŸe girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir yasa, yürürlüÄŸe girdiÄŸi tarihten önceki olaylara uygulanmaz”[28].
“Hukuk güvenliÄŸinin gereÄŸi, yasalar genellikle yayımlanmalarından sonraki olay ve durumlara uygulanmakta olup, istisnaen kamu yararı ve düzeninin gerektirdiÄŸi durumlarda geriye doÄŸru yürütülebilmektedir”[29].
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun 14/a. maddesinde 3.4.2003 günlü, 4839 sayılı kanunla yapılan deÄŸiÅŸiklikle emekli kesenek oranı % 15’ten %16’ya çıkarılmış, aynı kanunun Geçici 139. maddesine eklenen fıkra ile de, emekli, malullük, dul ve yetim aylığı alanlardan saÄŸlık katkı payı kesilmesi öngörülmüÅŸtür.
17/4/2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 4839 sayılı Kanunun yürürlüÄŸe iliÅŸkin 9. maddesinde 14/a. maddedeki deÄŸiÅŸikliÄŸin 15.4.2003, Geçici 139. maddeye eklenen fıkranın da 1.4.2003 tarihinde yürürlüÄŸe gireceÄŸi hükme baÄŸlanmıştır. Söz konusu kuralla kanunun kimi hükümlerinin geçmiÅŸe etkili olarak yürürlüÄŸe konulmasının Anayasaya aykırı olduÄŸu iddiasıyla açılan iptal davasında Mahkeme; “ Yasalar kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiÄŸi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, iÅŸlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. GeçmiÅŸ, yeni çıkarılan bir yasanın etki alanı dışında kalır. Sonradan yürürlüÄŸe giren yasaların geçmiÅŸ ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.... Ä°lgililer bakımından mali külfet öngören söz konusu kuralların geçmiÅŸe etkili olacak ÅŸekilde yürürlüÄŸe konulması hukuk güvenliÄŸini zedelediÄŸinden, Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırıdır”49, gerekçesiyle geçmiÅŸe yürüyen kuralı hukuk güvenliÄŸi ilkesine aykırı görerek iptal etmiÅŸtir.
GörüldüÄŸü gibi Anayasa Mahkemesi, kanunların kural olarak yayım tarihinden sonraki olay ve iÅŸlemlere etkili olabileceÄŸini; geçmiÅŸin yeni kanunun etki ve geçerlik alanı dışında bulunduÄŸunu, ancak kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiÄŸi kimi durumlarda buna istisna getirilebileceÄŸini, kiÅŸiler lehine hükümler [30] [31] içeren kanun hükümlerinin geriye yürütülmesine ise hukuki bir engel bulunmadığını kabul etmektedir. Mahkeme kanunların geçmiÅŸe etkili olmasının Anayasaya aykırılığını hukuk devletinden çıkarılan hukukun genel ilkelerine ve hukuki güvenlik ilkesine dayandırmaktadır.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 53 ncü maddesi ile 4634 Sayılı Åžeker Kanununa eklenen Geçici Madde 9 ile Türkiye Åžeker Kurumu kapatılmış ve Türkiye Åžeker Kurumunda çalışan personel de Geçici Madde 10 ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na devredilmiÅŸtir. Söz konusu madde çerçevesinde özlük hakları ile ilgili düzenleme de yapılmıştır. Ancak, söz konusu geçiÅŸ sürecinde Türkiye Åžeker Kurumunda 4857 sayılı Yasaya tabi olarak iÅŸçi statüsünde çalışanlar da Bakanlık memur kadrolarına atanarak statü deÄŸiÅŸikliÄŸine uÄŸramışlardır. Yasa koyucu açısından bu tür iÅŸlemin yapılabileceÄŸi hukuken mümkündür. Ancak, geçiÅŸ süreci ile ilgili Geçici Madde 10’un beÅŸinci fıkrasının son cümlesi ile iÅŸçi statüsünde çalışmakta iken söz konusu personele geçiÅŸten önce ödenmiÅŸ olan ilave tediye ve ikramiyelerin çalışılmayan günler esas alınarak geri alınması düzenlenmiÅŸtir.
Söz konusu düzenleme, öncelikle yukarıda belirtilen ve Anayasamızın 2 nci Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırılık taşımaktadır. Özellikle kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı bir düzenleme olan ödenmiÅŸ olan ilave tediye ve ikramiyelerin statü deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrası dönem için kıstelyevm usulü ile geri alınması, önceki statüsünün gerekleri doÄŸrultusunda hak kazandığı ve tahakkuku yapılmış olan ödemelerin hukuksuz olarak geri alınmış olması anlamına gelir. Yukarıda da belirtildiÄŸi üzere kazanılmış hakların korunması ilkesi, bir yasanın yürürlüÄŸe girmeden önceki yasaya tabi bir hakkın kullanımını, sonradan çıkan bir yasayla deÄŸiÅŸtiremez. Nitekim söz konusu personel açısından 4857 Sayılı Yasaya tabi personel olarak çalıştığı dönemde 6772 Sayılı Ä°lave Tediye Kanunu gereÄŸince ilave tediye ödenmektedir. Yine Aynı Yasanın 4 üncü maddesi ile Türkiye Ä°ÅŸ Kurumu bünyesinde çalışan iÅŸçi personele ödenen ikramiyeler de kanuni dayanağı olan düzenlemelerdir. Söz konusu 6772 Sayılı Kanununda da açıkça belirtildiÄŸi ve Sayıştay Genel Kurulu’nun 1985/2 Karar No 4492/1 Kararında da konu hakkında açıkça ifade edildiÄŸi üzere ödenmiÅŸ olan ilave tediye veya ikramiyenin geri alınması söz konusu deÄŸildir.
“EÄŸer, bu iÅŸçi yılın bitiminden önce iÅŸten ayrılacak olursa, Ä°ÅŸe giriÅŸ tarihi ile ayrılış tarihi arasındaki hizmet süresine göre yeniden bir deÄŸerlendirme yapılması ve yukarıda açıklanan yönteme göre yapılacak hesaplama sonunda ileride ödenecek ilâve tediye taksitlerinden bir alacağı ortaya çıkarsa bu alacağının verilmesi, iÅŸten ayrıldığı tarihe nazaran fazla ödeme yapıldıysa, bu miktarın geri alınmaması gerekmektedir.”
Bu nedenle devri yapılan, Türkiye Åžeker Kurumunda çalışan, personele geçiÅŸ dönemi öncesinde ödemesi yapılmış olan ilave tediye ve ikramiyelerin; geçiÅŸ sonrası çalışılmayan döneme iliÅŸkin alınması hükmü geçiÅŸ sonrası dönemde farklı bir statüye geçilmesi ve geçiÅŸ öncesi dönemde de yapılan ödemenin geri alınamayacağına iliÅŸkin 6772 Sayılı Yasa ile düzenlenmiÅŸ ve Sayıştay Genel Kurulu hükmü gereÄŸince de açıklığa kavuÅŸturulmuÅŸ ve yasa ile kazanılmış bir hak olduÄŸundan Anayasanın 2 nci Maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Ayrıca, söz konusu düzenleme yine Anayasa’nın 2 inci Maddesinde belirtilen hukuk devletinin bir özelliÄŸi olan “yasaların geriye yürümezliÄŸi ilkesine” de açık aykırılık taşımaktadır. Yukarıda söz konusu ilke ile ilgili yapılan açıklamalarda da görüldüÄŸü üzere Hukuk devletinin saÄŸlamakla yükümlü olduÄŸu hukuk güvenirliÄŸi, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Bu nedenle “kanunların geriye yürümezliÄŸi ilkesi” uyarınca yasalar yürürlüÄŸe girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir yasa, yürürlüÄŸe girdiÄŸi tarihten önceki olaylara uygulanmaz. 4634 Sayılı Türkiye Åžeker Kurumu Kanununda deÄŸiÅŸiklik yapan kanun, kendisinden önce yürürlükte olan bir kanun olan 6772 Sayılı Yasa gereÄŸince ödenmiÅŸ olan ilave tediye ve ikramiye ödemelerinin geri alınmasını düzenlemektedir. Yasanın yürürlük tarihi itibariyle tahakkuku yapılmış ve ödemesi yapılmış, herhangi bir maddi hata ya da yasaya aykırı olmayan ödemelerin, 7079 Sayılı Kanun gerekçe gösterilerek geri istenmesi yasaların geriye yürütülmesi ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Bu nedenle Anayasanın 2 nci Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır ve iptali gerekir.
12. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 78. Maddesi ile 4734 Sayılı Kamu Ä°hale Kanununun 62. Maddesinin birinci Fıkrasının (e) bendinin (2) no’lu alt bendinin birinci cümlesindeki “hastane bilgi yönetim sistemi hizmetleri ve çaÄŸrı merkezi hizmetlerine iliÅŸkin alımlar” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”.
Hukuk devletinde devletin eylem ve iÅŸlemlerinde ayrımcılık yapılmaması esastır. Bu ÅŸekilde yurttaÅŸların devlete karşı güven duymaları saÄŸlanır. Bu durum aynı zamanda devletin yurttaÅŸları arasında ayrımcılık yapamayacağı ve eÅŸitlik ilkesine uyma zorunluluÄŸu anlamına gelir.
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1)Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir.(2)Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür.(3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.(4)Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [32] [33] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir, amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
Ayrımcılık yasağı ve eÅŸitlik ilkesi genel olarak aynı ilkenin pozitif ve negatif görünümleri olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “eÅŸitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, bazen yan yana ve bazen de aynı ÅŸeyi ifade etmek üzere kullanılabilen kavramlardır. Günümüzde eÅŸitlik ilkesi insan haklarına iliÅŸkin uluslararası sözleÅŸmelerin ayrılmaz parçasıdır. BaÅŸka bir deyiÅŸle eÅŸitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, uluslararası hukukun en üstünde yer alan temel hukuk normu olarak kabul edilmektedir. Bu itibarla eÅŸitlik ilkesi, hem baÅŸlı başına bir hak hem de diÄŸer insan hak ve özgürlüklerinden yararlanılmasına hâkim, temel bir ilke olarak kabul edilmelidir. “5
Ayrımcılık, isteyerek veya istemeyerek, icrai ya da ihmali biçimde, bir hukuk sisteminde eÅŸit durumda olduÄŸu kabul edilen kiÅŸilere, bir hak veya yükümlülükle ilgili olarak, aralarında geçerli bir neden olmaksızın eÅŸit davranılmaması olarak tanımlanabilir. Ancak bugün bir hukuk sisteminde eÅŸit durumda olmadığı düÅŸünülen kiÅŸiler arasında bir hak ve yükümlülükle ilgili olarak geçerli bir neden olmaksızın eÅŸit davranılması halinin de dolaylı olarak ayrımcılık oluÅŸturabileceÄŸi de kabul edilmektedir.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 78 inci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 4734 Sayılı Kamu Ä°hale Kanununun 62 nci Maddesinin birinci Fıkrasının (e) bendi deÄŸiÅŸtirilerek genel anlamda kamu kurum ve kuruluÅŸları ile mahalli idarelerin yürütmekte olan hizmetler açısından hizmet alımı yöntemiyle alt-iÅŸverenlik iliÅŸkisi kuramayacaklarını belirtmiÅŸ, ardından iki numaralı alt bendinde de hangi iÅŸlerin hizmet alımı ihalesi olarak tanımlanacağının, hangi iÅŸlerin hizmet alımı olarak tanımlanamayacağını belirtmiÅŸtir. Yasa koyucu, hizmet alım yönteminin sonlandırılmasını, ancak istisnai durumlarda kamu kurumlarının kendi görev ve yetkileri dahilinde yapmak zorunda oldukları hizmetlerde makine, araç vesair ihtiyaçların kiralanması gibi hallerde alt- iÅŸverenlik iliÅŸkisi kurmasını öngörmüÅŸtür. Ancak, söz konusu (2) no’lu alt bendinin birinci cümlesindeki “hastane bilgi yönetim sistemi hizmetleri ve çaÄŸrı merkezi hizmetlerine iliÅŸkin alımlar” ibaresini metine ekleyerek yukarıda belirtilen mantığın dışına çıkmış, adeta istisnai bir durum yaratmıştır. Özellikle SaÄŸlık Bakanlığı’na baÄŸlı hastanelerde yurttaÅŸların saÄŸlık hizmetine eriÅŸimleri için gerekli olan kayıt, hasta verilerinin giriÅŸleri gibi saÄŸlık hizmetinin asli bir parçası olan hastane bilgi yönetimi sistemi hizmetleri ile yine bütün Bakanlıklarda kurulmuÅŸ olan ve devlet ile yurttaÅŸ arasında bilgi paylaşımı yapılan vatandaÅŸların ÅŸikâyet ve taleplerini doÄŸrudan sözlü olarak aktararak kamu hizmeti görevi yerine getiren çaÄŸrı merkezi hizmetleri, hiçbir haklı gerekçesi olmadan kapsam dışında bırakılarak bu tür hizmetlerin dışarıdan hizmet alım yöntemiyle yerine getirebilmeleri saÄŸlanmıştır. Yapılan kanun deÄŸiÅŸikliÄŸinde esas olan kamu hizmetinin asli ve sürekli bir hizmet olarak kamu personeli tarafından yerine getirilmesi hedeflenmiÅŸ ve bu çerçevede kamu hizmetlerinin kamu personelinin dışında kiÅŸilerce alt-iÅŸverenlik iliÅŸkisi kurularak yerine getirilmesinin önü bu tür ihalelerin yapılması engellenerek kesilmiÅŸtir. Söz konusu düzenlemede hizmet alımı olarak tanımlanan idari sözleÅŸmenin niteliÄŸinin asgari % 70’den daha fazla iÅŸçilik gideri olması öngörülmüÅŸtür. Bu durumda olan idari sözleÅŸmeleri hizmet alım ihalesi olacağı öngörülerek kamu kurumlarının bu ÅŸekilde ihale açamayacağı belirtilmiÅŸtir. Hal böyle iken niteliÄŸi itibariyle açık bir biçimde kamu hizmeti olduÄŸu açık olan ve iÅŸçilik maliyetinin yüzde 70’in üzerinde olduÄŸu açık olan hastane bilgi yönetimi sistemi hizmetleri ile çaÄŸrı merkezi hizmetlerinin bu kapsam dışında bırakıldığı da objektif veya haklı bir biçimde detaylandırılmamıştır. Bu nedenle her iki iÅŸte alt-iÅŸverenlik iliÅŸkisinin devam ettirilmesi kanun önünde eÅŸitlik ve ayrımcılık yapılmaması ilkelerine aykırıdır.
Sonuç olarak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 78 inci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 4734 Sayılı Kamu Ä°hale Kanununun 62 nci Maddesinin birinci Fıkrasının (e) bendinin (2) no’lu alt bendinin birinci cümlesindeki “hastane bilgi yönetim sistemi hizmetleri ve çaÄŸrı merkezi hizmetlerine iliÅŸkin alımlar” ibaresi Anayasa’nın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırıdır. Bu nedenle söz konusu ibarenin iptali talep edilmektedir.
13. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 83. Maddesi ile 4769 sayılı Ceza Ä°nfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli EÄŸitim Merkezleri Kanununun 15 inci maddesine eklenen fıkradaki “ve iki katı” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 83 üncü maddesi ile 29/7/2002 tarihli ve 4769 sayılı Ceza Ä°nfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli EÄŸitim Merkezleri Kanununun 15 inci maddesine eklenen son fıkranın ardından söz konusu madde ÅŸu hale gelmiÅŸtir.
“Mecburi hizmet
Madde 15 – EÄŸitim merkezlerinde hizmet öncesi eÄŸitim görerek ataması yapılanlar her öÄŸretim yılı karşılığında iki yıl süre ile mecburi hizmetle yükümlüdürler.
Hizmet öncesi eÄŸitimi tamamlamadan eÄŸitimden çekilenler veya iliÅŸiÄŸinin kesilmesini gerektiren bir suç iÅŸleyenler kendileri için yapılmış bulunan bütün giderleri iki katı fazlasıyla ödemek zorundadırlar.
Ataması yapıldıktan sonra saÄŸlık nedeniyle görevini yapmaya devam edemeyecekler hariç olmak üzere herhangi bir sebeple mecburi hizmet yükümlülüÄŸü dolmadan görevinden çekilenler ile göreviyle iliÅŸiÄŸi kesilenler, kendileri için yapılmış bütün giderleri görev yapmadıkları süre ile orantılı ve iki katı olarak ödemek zorundadırlar.”
4769 sayılı Ceza Ä°nfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli EÄŸitim Merkezleri Kanunu, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde görev yapacak personelden idare memurluÄŸu öÄŸrencileri ile infaz ve koruma memurluÄŸu öÄŸrencilerinin hizmet öncesi eÄŸitimi ile bu kurumlarda görev yapan personelin aday memurluk, hizmet içi ve görevde yükselme eÄŸitimlerini kapsamaktadır.
Söz konusu 15 inci madde ile de eÄŸitim merkezlerinde hizmet öncesi eÄŸitim görerek ataması yapılanların mecburi hizmet yükümlülükleri ile hizmet öncesi eÄŸitimi tamamlamadan ayrılanların ödemeleri gereken tutarlara iliÅŸkin düzenlemeler yer almaktadır.
Maddeye 7079 sayılı Kanun ile eklenen son fıkra ile de maddede açıkça yer almayan bir hususta belirleme yapılmakta ve bu kez atamaları yapıldıktan sonra (saÄŸlık sebepleri hariç) herhangi bir sebeple mecburi hizmet yükümlülüÄŸü dolmadan ayrılanların ödemeleri gereken tutarlara iliÅŸkin düzenleme yapılmaktadır.
Buna göre bu kiÅŸiler kendileri için yapılmış bütün giderleri görev yapmadıkları süre ile orantılı ve iki katı olarak ödemek zorundadırlar.
Madde bir bütün olarak incelendiÄŸinde mecburi hizmet yükümlülüÄŸünün verilen eÄŸitimin iki katı olduÄŸu açıkça görülmektedir. Yani kiÅŸi verilen eÄŸitimin iki katı süre kadar çalışması durumunda yükümlülüÄŸünden kurtulabilecektir. Benzer ÅŸekilde ataması yapılmadan henüz eÄŸitim devam ederken ayrılan bir kiÅŸi de o zamana kadar kendisine yapılan masrafların iki katı tutarı ödemekle yükümlü olacaktır.
Ancak ataması yapıldıktan sonra saÄŸlık nedeniyle görevini yapmaya devam edemeyecekler hariç olmak üzere herhangi bir sebeple mecburi hizmet yükümlülüÄŸü dolmadan görevinden çekilenler ile göreviyle iliÅŸiÄŸi kesilenler ise kendileri için yapılmış bütün giderleri görev yapmadıkları süre ile orantılı ve iki katı olarak ödemek zorundadırlar.
Ataması yapılmış ve çalışmaya baÅŸlamış olan kiÅŸilerin “görev yapmaları gereken süre” eÄŸitimlerinin iki katı kadardır. Bu ÅŸekilde zaten eÄŸitim nedeniyle Devletin yüklenmiÅŸ olduÄŸu masrafların karşılığı olarak eÄŸitimlerinin iki katı kadar olan süre çalışma yükümlülüÄŸü belirlenmiÅŸ durumdadır. Buna göre örneÄŸin bir yıllık bir eÄŸitimi tamamlayarak çalışmaya baÅŸlayan bir kiÅŸinin mecburi hizmet yükümlülüÄŸü iki yıl olacak ve kiÅŸinin bu süreyi tamamlamadan ayrılması durumunda ödenmesi gereken tutar da iki yıla oranla eksik kalan süreye göre hesaplanacaktır. Durum böyleyken söz konusu madde ile ödenmesi gereken tutarın ayrıca bir de iki kat olarak ödenmesi gerektiÄŸi düzenlenmektedir.
Bu madde ile düzenlenen hususa benzer ÅŸekilde diÄŸer mevzuatta da benzer hükümler bulunmaktadır.
ÖrneÄŸin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Yurtdışı EÄŸitim Masraflarının Tahsili baÅŸlıklı Ek 34. maddesine göre yurtdışına gönderilen kamu personeli yurtdışında bulundukları sürenin iki katı kadar mecburi hizmetle yükümlüdür. Bu personelin mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü hiç yerine getirmeden veya tamamlamadan görevinden ayrılması halinde, kendileri için kurumlarınca fiilen döviz olarak yapılmış olan her türlü masraflar aynı döviz cins ve miktarı üzerinden borçlandırılır. Döviz borcu toplamından mecburi hizmetin tamamlanan kısmı için hesaplanan miktar indirilir.
Yine örneÄŸin 4652 sayılı Polis Yüksek ÖÄŸretim Kanununun 15. maddesine göre; mezun olup olmadığına bakılmaksızın mecburi hizmetle yükümlü olduÄŸu süre içinde herhangi bir sebeple ayrılanlar, yükümlülük sürelerinin eksik kısmı ile orantılı olarak kendilerine yapılmış olan öÄŸretim masraflarını yasal faiziyle birlikte tazminat olarak ödemek zorundadırlar.
Benzer ÅŸekilde, 3201 sayılı Emniyet TeÅŸkilatı Kanununun Ek 24. maddesine göre Polis Meslek EÄŸitim Merkezlerinde eÄŸitimlerini baÅŸarı ile tamamlayanlardan atanma tarihinden itibaren altı yıl zarfında memuriyetten çekilen, çekilmiÅŸ sayılan, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alan ve aslî memurluÄŸa atanamayarak iliÅŸiÄŸi kesilenler, kendilerine yapılmış olan öÄŸretim masraflarını bu sürenin eksik kalan kısmı ile orantılı olarak ve kanuni faizi ile birlikte ödemek zorundadırlar.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, hukuk güvenliÄŸini saÄŸlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, iÅŸlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine baÄŸlı olan devlettir. Kanunların kamu yararının saÄŸlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereÄŸidir. Bu nedenle, kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Kanun koyucu, dava konusu kural ile ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde görev yapacak personelden idare memurluÄŸu öÄŸrencileri ile infaz ve koruma memurluÄŸu öÄŸrencilerinden hizmet içi eÄŸitimi tamamlayanların atamaları yapıldıktan sonra (saÄŸlık sebepleri hariç) herhangi bir sebeple mecburi hizmet yükümlülüÄŸü dolmadan ayrılanların ödemeleri gereken tutarlara iliÅŸkin belirleme yapmaktadır.
Kanun koyucunun takdir hakkı kapsamında mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü yerine getirmeyenler için öngördüÄŸü yaptırımın kamu yararını saÄŸlamaya yönelik olduÄŸu anlaşılmakla birlikte, bu yaptırımın amacına uygun olarak adil ve hakkaniyete uygun olması da gerekmektedir. Dava konusu kuralda, mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü yerine getirmeyenler için öngörülen yaptırım bakımından benzer durumda uygulanan kurallar ile bir karşılaÅŸtırma yapılmadığı görülmektedir. Bu itibarla, mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü yerine getirmeyenler, adil bir denge gözetilmeden ve ölçülü ve makul olmayan bir yaptırım ile karşılaÅŸmakta olup bu husus hukuk devletinin gereÄŸi olan “adalet” ve “hakkaniyet” ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Dava konusu kural ile maddede açıkça yer almayan bir hususta düzenleme yapılmakta ve atamaları yapıldıktan sonra (saÄŸlık sebepleri hariç) herhangi bir sebeple mecburi hizmet yükümlülüÄŸü dolmadan ayrılanların ödemeleri gereken tutarlara iliÅŸkin ilk kez bir belirleme yapılmaktadır. Söz konusu hükmün yürürlük tarihine iliÅŸkin olarak da herhangi bir belirleme yapılmamış olup halen eÄŸitimine devam etmekte olanlar veya mecburi hizmet yükümlülüÄŸü kapsamında bulunanlar bakımından bir geçiÅŸ hükmü de bulunmamaktadır. Dolayısıyla madde yürürlüÄŸe girdiÄŸi günden itibaren herkes bakımından hüküm ifade etmeye baÅŸlamış olup hizmet içi eÄŸitimine devam etmekte olanlar ile bu eÄŸitimi bitirmiÅŸ olup henüz mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü tamamlamamış herkes için kanun koyucu kuralı deÄŸiÅŸtirmiÅŸ bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiÄŸi gibi hukuk devletinin unsurlarından olan “hukuki güvenlik” ilkesi gereÄŸi devlet faaliyetlerinin önceden tahmin edilebilir, öngörülebilir olması gerekmekte olup takdir yetkisini zorlayan ve keyfiliÄŸe yol açacak kurallara yer verilmemelidir. “Belirlilik” ilkesinin gereÄŸi ise maddi hukuk ve usul kurallarının önceden öngörülebilir bir açıklıkta ve kiÅŸilerin haklı beklentilerini bariz ÅŸekilde bertaraf etmeyecek düzenlemeler yapılmasını gerektirir.
Bu itibarla hizmet içi eÄŸitimine devam etmekte olanlar ile bu eÄŸitimi bitirmiÅŸ olup henüz mecburi hizmet yükümlülüÄŸünü tamamlamamış herkes bakımından “hukuki güvenlik” ilkesi ihlal edilmiÅŸ olmaktadır.
Dava konusu kural yukarıda açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır.
14. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 84. Maddesi ile 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeÅŸkilât ve Görevleri Hakkında Kanuna eklenen geçici madde 9’un Anayasa’ya aykırılığı
7079 Sayılı Kanunun 84. maddesi ile 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeÅŸkilât ve Görevleri Hakkında Kanuna eklenen geçici madde:
“GEÇÄ°CÄ° MADDE 9- Bakanlık, bu Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (s) bendi kapsamında yapılacak yapım iÅŸlerine yönelik ihaleleri, bu maddenin yürürlüÄŸe girdiÄŸi tarihten itibaren iki yıl içinde, yılı yatırım programında yer alma ve ödeneÄŸi bulunma ÅŸartı aranmaksızın 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu Ä°hale Kanununun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin tabi olduÄŸu usule göre Yüksek Planlama Kurulunca alınan karar uyarınca yapmaya veya yaptırmaya yetkilidir.”
Åžeklindedir. Yapılan düzenleme ile 4848 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (s) bendi kapsamında sayılan;
“Ä°l ve ilçelerdeki kültür merkezlerinin inÅŸa, onarım, yönetim, iÅŸletme ve diÄŸer mali iÅŸlerini yürütmek”
iÅŸleri 2 yıl süreyle 4734 sayılı Kamu Ä°hale Kanunun bütün isteklilerin teklif verebildiÄŸi Açık Ä°hale Usulü yerine aynı Kanunun 21/b maddesine göre idarenin ihale konusu iÅŸin teknik detayları ile gerçekleÅŸtirme yöntemlerini ve belli hallerde fiyatı isteklilerle görüÅŸtüÄŸü Pazarlık usulü ile yaptırılabilecektir. 4734 sayılı Kanunun 21/b maddesindeki hüküm;
“b) DoÄŸal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması”
Åžeklindedir. Ä°fadeden de kolayca anlaşılabileceÄŸi üzere Kanunun 21/b maddesi doÄŸal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması durumunda baÅŸvurulabilecek bir ihale usulüdür. Oysa il ve ilçelerdeki kültür merkezlerinin inÅŸa, onarım, yönetim, iÅŸletme ve diÄŸer mali iÅŸlerinin yürütülmesi bu sayılan hallerden hiçbirine girmemektedir. Dolayısıyla yapılan düzenleme 4734 sayılı Kanunun temel ilkelerini ortadan kaldırmaya ve açık ihale usulü ile bütün isteklilerin teklif verebilmesini engelleyen hükümler içermektedir. Bu ÅŸekilde 2 yıl süreyle Ä°dare, sayı ve tutar sınırı getirilmediÄŸinden, istediÄŸi kadar iÅŸ yaratıp bunlar için ihale dosyası hazırlayıp istediÄŸi yüklenicilere keyfi olarak verebilecektir.
BilindiÄŸi üzere ihale mevzuatı bütün ülkelerde kamu harcama hukukunun en önemli ve dikkatli düzenlenmesi gereken alanıdır. Sadece ulusal mevzuatı deÄŸil uluslararası düzenlemeleri de içermektedir. O nedenle kamu harcama hukukuna iliÅŸkin düzenlemelerin yasal bir dayanağının olması ve herkese eÅŸit uygulanması önem taşımaktadır. Yukarıda da belirtildiÄŸi üzere 4734 sayılı Kanunun referans verilen 21/b maddesindeki doÄŸal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması ÅŸartlarının hiçbirine girmemektedir. Bu durum düzenlemenin amacının Ä°hale Kanunun hüküm altına aldığı kuralın uygulanmamasını saÄŸlayarak ihalelerin belirli isteklilere kolayca verilmesi amacıyla yapıldığını göstermektedir.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, hukuk güvenliÄŸini saÄŸlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, iÅŸlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine baÄŸlı olan devlettir.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, kanun düzenlemelerinin hem kiÅŸiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve ÅŸüpheye yer vermeyecek ÅŸekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuki güvenlikle baÄŸlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuki müeyyidenin veya neticenin baÄŸlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doÄŸurduÄŸunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düÅŸen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliÄŸi, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iÅŸlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (Anayasa Mahkemesi 26.12.2013 gün ve E.2013/67, K2013/164)
4848 sayılı Kanuna eklenen geçici madde ile TBMM’ce çıkarılan kanunda belirlenen açık ihale usulü ile yapılması gereken ihaleler pazarlık usulü ile yapılması hüküm altına alınarak Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olarak yasal düzenlemenin sürekliliÄŸi kaldırılarak hukuki belirsizlik yaratılmıştır. Bütün istekliler devlette hangi iÅŸlerin hangi ihale usulü ile yapılacağını önceden bilmekte ve ona göre hazırlık yapmaktadır. Açık ihale usulü ile yapılması beklenen iÅŸlerin belirli bir süre makul bir nedeni olmaksızın keyfi olarak bütün isteklilerin teklif vermesini önleyen pazarlık usulü ile yapılmasına karar verilmesi hukuki belirsizlik oluÅŸturmaktadır.
Açık ihale usulü ile yapılması beklenen iÅŸlerin belirli bir süre makul bir nedeni olmaksızın keyfi olarak bütün isteklilerin teklif vermesini önleyen pazarlık usulü ile yapılmasına karar verilmesi ihaleye teklif vermek isteyen istekliler arasında eÅŸitsizlikte yaratmaktadır. Anayasanın 10 ncu maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Anayasa Mahkemesi, 11 Mayıs 1999 tarih ve K.1999/15 sayılı Kararında eÅŸitlik anlayışını ÅŸu ÅŸekilde dile getirmiÅŸtir:
“Yasa önünde eÅŸitlik ilkesi’ hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile hukuksal eÅŸitlik öngörülmektedir. EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalarca aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak ve kiÅŸilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları gerekli kılabilir. Özelliklere, ayrılıklara dayandığı için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi eÅŸitlik ilkesine aykırı deÄŸil, geçerli kılar. Anayasa’nın amaçladığı eylemli deÄŸil, hukuksal eÅŸitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’nın öngördüÄŸü eÅŸitlik ilkesi çiÄŸnenmiÅŸ olmaz. KiÅŸisel nitelikleri ve durumları özdeÅŸ olanlar için yasalarla deÄŸiÅŸik kurallar konulamaz”
Anayasa Mahkemesi Kararından da anlaşılabileceÄŸi üzere bir yasal kuralın aynı durumdaki kiÅŸilere ayrım yapılmaksızın eÅŸit uygulanması gerekmektedir. Örnek olayda ise açık ihale usulüne tabi ve aynı durumdaki bütün isteklilerin teklif vermesine açık olması gereken ihaleleri idareye pazarlık usulü ile yapma yetkisi verilerek aynı durumdaki isteklilerden önemli bir kısmının, ihalede açıklık ve rekabetin saÄŸlanmasını da engelleyecek ÅŸekilde, ihale dışı bırakılmasına neden olmaktadır.
Yukarıda anlatılan nedenlerle yapılan düzenleme Anayasanın 2 ve 10 ncu maddelerine aykırı olduÄŸundan iptali gerekir.
15. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 91. Maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 209 uncu maddesinin baÅŸlığında yer alan “anlatılması”, birinci fıkrasında yer alan “anlatılır” ve ikinci fıkrasında yer alan “anlatılmasına” ibarelerinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı Kanun’un 91 inci maddesi, 5271 sayılı Kanun’un 209 uncu maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılmasını öngörmektedir.
5271 sayılı Kanun’un 209 uncu maddesi, duruÅŸmada okunması zorunlu belge ve tutanaklara iliÅŸkin düzenlemeleri ihtiva etmektedir. Buna göre, naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keÅŸif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diÄŸer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kiÅŸisel ve ekonomik durumuna iliÅŸkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruÅŸmada okunur (f.1). Sanığa veya maÄŸdura ait kiÅŸisel verilerin yer aldığı belgelerin, açıkça istemeleri halinde, kapalı oturumda okunmasına mahkemece karar verilebilir (f.2).
Hukuk devletinde, bireyin en önemli güvencelerinden birini de “hak arama hürriyeti” oluÅŸturmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi, yargı mercilerine davacı ve davalı olarak baÅŸvurabilme ve kiÅŸinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma hakkına sahip olduÄŸu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri öngörmemiÅŸtir.
Muhakeme hukuku üçayaklı bir sistem üzerine kurulu olup, iddia, müdafaa ve yargıdan oluÅŸan bu sistem kolektif ÅŸekilde görev icra etmekte ve nihayetinde hukuk kurallarını, bireyin hak ve hürriyetlerini gözeterek maddi gerçeÄŸi ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Bu sistemin parçalarından birinin bulunmadığı ya da yeterince görevini ifa edemediÄŸi, birinin diÄŸeri üzerinde üstünlük kurduÄŸu, hak ve imkân kısıtlamaları ile karşılaÅŸtığı durumlarda, saÄŸlıklı bir ceza muhakemesi iÅŸleyiÅŸinden de söz etmek mümkün deÄŸildir.
Müdafaa, kamusal bir savunma faaliyeti olarak, muhakeme faaliyetinin en önemli ayaklarından birini oluÅŸturmaktadır. Savunma olmadan, sırf iddia ve yargı ile ÅŸüpheli ya da sanık hakkında bir iÅŸlem tesis edilmesi, hüküm kurulması, demokratik bir hukuk sisteminde tahayyül edilemez. Savunmanın olmadığı yahut savunmanın hak ve imkânlarının kısıtlandığı bir muhakeme sisteminin, hukuk devleti içinde yeri bulunmamaktadır. Bu sebeple, ceza muhakemesi sisteminin bir bütün olarak deÄŸerlendirilmesi ve sistemin amacına uygun ÅŸekilde, özellikle silahların eÅŸitliÄŸini bozacak, iddia ve savunma arasında hak ve imkân dengesizliÄŸine yol açacak düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir.
Ceza muhakemesi hukuku, tarihsel süreçte, suçlunun cezalandırılması, sanığın korunması ve sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaşılması aÅŸamalarından geçmiÅŸtir. Günümüz ceza muhakemesinde ideal olan, sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaÅŸmaktır. Bu yapılırken, silahların eÅŸitliÄŸi ilkesinin benimsendiÄŸi, iddia ile savunma arasında hak ve imkân dengesinin gözetildiÄŸi ve uygulandığı bir süreç yürütülmelidir.
Silahların eÅŸitliÄŸi, çaÄŸdaÅŸ ceza muhakemesinin vazgeçilmez bir parçası olup, bu ilke, müdafaanın iddia makamı karşısında eÅŸit imkânlara sahip olmasını ve bunları etkin bir ÅŸekilde kullanabilmesini ifade etmektedir. Silahların eÅŸitliÄŸinin öngörüldüÄŸü bu döneme bir anda eriÅŸilmediÄŸini, savunmanın iddia karşısında yerinin olmadığı, savunmanın etkisiz kılındığı dönemlerden, savunma ile iddianın eÅŸit ÅŸartlara sahip olduÄŸu günümüz muhakeme hukuku anlayışına, sayısız hak ihlalinden, haksız ve adaletsiz yargılamalardan sonra gelinebildiÄŸini de unutmamak gerekir.
Hak arama özgürlüÄŸü ve adil yargılanma hakkı bir temel haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını saÄŸlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı, Anayasada tanımlanmadığından bu hakkın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesinde AÄ°HS ve AÄ°HM içtihatlarının gözönünde bulundurması gerekir.
Suç isnadı altında bulunan kiÅŸilerin, savunma hakkını tam anlamıyla kullanılabilmesi, bu kiÅŸilere savunma hakkını kullanabilecekleri imkân ve ÅŸartların yasal düzenlemelerle öngörülmüÅŸ olmasına baÄŸlıdır.
SoruÅŸturma evresinde suç isnadı altında bulunan ÅŸüphelinini isnadı öÄŸrenme, savunma yapma hakkı bulunduÄŸu gibi, açık yargılamada sanığa da bu imkan tanınmış ve böylelikle kovuÅŸturma evresinde savunma ve meramını anlatma hakkını etkin bir biçimde kullanılması hedeflenmiÅŸtir.
Ancak kovuÅŸturmada hakim olan prensipler, soruÅŸturmadan farklı olduÄŸundan, kovuÅŸturmada çeliÅŸmeli yargı prensibi, sözlülük prensibi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı prensibinin hayata geçirilmesi bakımından, Kanun’da kovuÅŸturma evresine özgü düzenlemelere de yer verilmiÅŸtir. Bu düzenelemelerden en önemlisi de duruÅŸmada okunması zorunlu olan belge ve tutanaklara iliÅŸkin Kanun’un 209 uncu maddesidir.
KovuÅŸturma safhasında, uyuÅŸmazlığı çözen nihai kararı verme yetkisi yargılama makamına aittir. Bununla birlikte, muhakeme faaliyetinin iddia ve savunma ayağında yer alan süjelerin, ceza muhakemesi faaliyetinin kollektifliÄŸine katkı saÄŸlamasına imkan veren birçok hak ve yetkisi bulunmaktadır.
Ä°ddia makamı olarak savcının, katılanın, vekilinin, sanık ve müdafinin, bu evrede talep ve beyanda bulunma, delil toplanmasını isteme, delil gösterme yetkisinin bulunması, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına, bu suretle yargılamanın yönlendirilmesi ve çeliÅŸmeliliÄŸine imkan vermekte, sonuç olarak yargılama makamı tarafından verilen hüküm, kollektif bir ÅŸekilde ortaya çıkmış olmaktadır.
KovuÅŸturma evresinde, soruÅŸturma evresinin aksine sözlülük ilkesi geçerlidir. Sözlülük, duruÅŸmadaki iÅŸlemlerin söz ve konuÅŸma yoluyla yapılmasını ve yargılama süjelerinin delilleri tartışmasını, sözlü yapılan yargılamada yargılama konusu olay üzerinde kanaat edinilmesini saÄŸlayan bir ilkedir. Bu yönüyle sözlülük ilkesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı ilkesine hizmet etmektedir.
Deliller duruÅŸmada ortaya konularak, süjelerin tartışmasına açılır. Hâkim, kararını ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir (m.217/1).
GörüldüÄŸü gibi, ceza muhakemesi sistemimiz, duruÅŸmanın sözlülüÄŸü prensibi ile, delillerin açık yargılamada tüm tarafların huzurunda tartışılmasını, deÄŸerlendirilmesini öngörmüÅŸ ve mahkemenin de ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayalı olarak hüküm kurabileceÄŸini kabul etmiÅŸtir.
ÇeliÅŸmeli yargı ve silahların eÅŸitliÄŸi prensibi, adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, bu prensibin doÄŸal bir sonucu olarak, duruÅŸmada ortaya konulması gereken belge ve tutanakların çeliÅŸmeliliÄŸe imkan verecek tarzda açık ve bütün bir ÅŸekilde okunması gerekmektedir. Ortaya konulan bu belgelerin özetlenmesi, bazı bölümlerinin göz ardı edilmesi, çeliÅŸmelilik ilkesine aykırı olduÄŸu gibi, sanığın savunma ve adil yargılanma hakkının da zedelenmesi anlamına gelmektedir.
7079 sayılı Kanun’un 91 inci maddesiyle, 5271 sayılı Kanun’un 209 uncu maddesinde yer alan duruÅŸmada ortaya konulması zorunlu belge ve tutanakların okunmasını öngören düzenlemede deÄŸiÅŸiklik yapılması ve deÄŸiÅŸiklik uyarınca belge ve tutanakların okunması yerine anlatılmasının kabul edilmesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı, çeliÅŸmelilik prensibi ve silahların eÅŸitliÄŸi ilkesi ile baÄŸdaÅŸmamakta ve adil yargılama ilkesine ihlali niteliÄŸini taşımaktadır.
DuruÅŸmada ortaya konulması zorunlu olan belge ve tutanakların okunması yerine, anlatılmasını öngören düzenleme, çeliÅŸmelilik prensibi ile baÄŸdaÅŸmadığından ve sanığın savunma hakkı ile adil yargılanma hakkını sınırlandırıcı bir mahiyet arz ettiÄŸinden, söz konusu düzenleme Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık oluÅŸturmaktadır.
DuruÅŸmada ortaya konulması zorunlu olan belgelerin anlatılmasına iliÅŸkin düzenleme, sanığın hak arama hürriyetine, savunma hakkının özüne müdahale oluÅŸturduÄŸundan Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmüne aykırılık oluÅŸturmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (E.2014/189, K.2015/32,RG. 21.5.2015-29362). Söz konusu madde adil olması gereken hukuk düzenini zedelemesi, hukukun üstün kurallarını gözeterek hak ve özgürlükleri koruyucu deÄŸil, ortadan kaldırıcı bir nitelik taşıması ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olması bakımından Anayasanın insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen iÅŸ bu düzenleme Anayasa’nın BaÅŸlangıç Kısmına, 2., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
16. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 93. Maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 282 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan “anlatılır” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı Kanun’un 93 üncü maddesi ile 5271 Kanunun 282 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde deÄŸiÅŸiklik yapılması öngörülmektedir.
Kanunun 282 nci maddesi, Bölge Adliye Mahkemelerindeki istinaf yargılamalarında yapılacak iÅŸlemlere iliÅŸkindir. Ä°stinaf yargılamasında, 5271 sayılı Kanun’un duruÅŸmaya iliÅŸkin genel hükümleri uygulanır. Bunun yanında, istinaf kanun yolunun duruÅŸma aÅŸamasına özgü istisnai iÅŸlemlere Kanun’un 282 nci maddesinde yer verilmiÅŸtir. Maddenin (d) bendinde, Bölge adliye mahkemesi duruÅŸma hazırlığı aÅŸamasında toplanan delil ve belgelerin, yapılmışsa keÅŸif ve bilirkiÅŸi açıklamalarına iliÅŸkin tutanak ve raporların okunmasına iliÅŸkin düzenlemeye yer verilmiÅŸken, 7079 sayılı Kanun ile getirilen düzenleme uyarınca bu belgelerin okunması yerine, anlatılması kabul edilmektedir.
Ceza muhakemesine iliÅŸkin genel ilke ve amaçlar, Ä°stinaf denetim muhakemesi yolu bakımından da geçerlidir. Ä°stinaf yolunda duruÅŸma evresinde, birkaç istisnai düzenleme dışında genel hükümlerin uygulanması öngörülmüÅŸtür. Bu çerçevede, kovuÅŸturmaya özgü tüm özellik ve prensiplerin, Bölge Adliye Mahkemesi’ndeki duruÅŸmalarda da geçerli olduÄŸu ÅŸüphesizdir.
Hukuk devletinde, bireyin en önemli güvencelerinden birini de “hak arama hürriyeti” oluÅŸturmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi, yargı mercilerine davacı ve davalı olarak baÅŸvurabilme ve kiÅŸinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma hakkına sahip olduÄŸu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri öngörmemiÅŸtir.
Muhakeme hukuku üçayaklı bir sistem üzerine kurulu olup, iddia, müdafaa ve yargıdan oluÅŸan bu sistem kolektif ÅŸekilde görev icra etmekte ve nihayetinde hukuk kurallarını, bireyin hak ve hürriyetlerini gözeterek maddi gerçeÄŸi ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Bu sistemin parçalarından birinin bulunmadığı ya da yeterince görevini ifa edemediÄŸi, birinin diÄŸeri üzerinde üstünlük kurduÄŸu, hak ve imkân kısıtlamaları ile karşılaÅŸtığı durumlarda, saÄŸlıklı bir ceza muhakemesi iÅŸleyiÅŸinden de söz etmek mümkün deÄŸildir.
Müdafaa, kamusal bir savunma faaliyeti olarak, muhakeme faaliyetinin en önemli ayaklarından birini oluÅŸturmaktadır. Savunma olmadan, sırf iddia ve yargı ile ÅŸüpheli ya da sanık hakkında bir iÅŸlem tesis edilmesi, hüküm kurulması, demokratik bir hukuk sisteminde tahayyül edilemez. Savunmanın olmadığı yahut savunmanın hak ve imkânlarının kısıtlandığı bir muhakeme sisteminin, hukuk devleti içinde yeri bulunmamaktadır. Bu sebeple, ceza muhakemesi sisteminin bir bütün olarak deÄŸerlendirilmesi ve sistemin amacına uygun ÅŸekilde, özellikle silahların eÅŸitliÄŸini bozacak, iddia ve savunma arasında hak ve imkân dengesizliÄŸine yol açacak düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir.
Ceza muhakemesi hukuku, tarihsel süreçte, suçlunun cezalandırılması, sanığın korunması ve sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaşılması aÅŸamalarından geçmiÅŸtir. Günümüz ceza muhakemesinde ideal olan, sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaÅŸmaktır. Bu yapılırken, silahların eÅŸitliÄŸi ilkesinin benimsendiÄŸi, iddia ile savunma arasında hak ve imkân dengesinin gözetildiÄŸi ve uygulandığı bir süreç yürütülmelidir.
Silahların eÅŸitliÄŸi, çaÄŸdaÅŸ ceza muhakemesinin vazgeçilmez bir parçası olup, bu ilke, müdafaanın iddia makamı karşısında eÅŸit imkânlara sahip olmasını ve bunları etkin bir ÅŸekilde kullanabilmesini ifade etmektedir. Silahların eÅŸitliÄŸinin öngörüldüÄŸü bu döneme bir anda eriÅŸilmediÄŸini, savunmanın iddia karşısında yerinin olmadığı, savunmanın etkisiz kılındığı dönemlerden, savunma ile iddianın eÅŸit ÅŸartlara sahip olduÄŸu günümüz muhakeme hukuku anlayışına, sayısız hak ihlalinden, haksız ve adaletsiz yargılamalardan sonra gelinebildiÄŸini de unutmamak gerekir.
Hak arama özgürlüÄŸü ve adil yargılanma hakkı bir temel haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını saÄŸlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı, Anayasada tanımlanmadığından bu hakkın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesinde AÄ°HS ve AÄ°HM içtihatlarının gözönünde bulundurması gerekir.
Suç isnadı altında bulunan kiÅŸilerin, savunma hakkını tam anlamıyla kullanılabilmesi, bu kiÅŸilere savunma hakkını kullanabilecekleri imkân ve ÅŸartların yasal düzenlemelerle öngörülmüÅŸ olmasına baÄŸlıdır.
SoruÅŸturma evresinde suç isnadı altında bulunan ÅŸüphelinini isnadı öÄŸrenme, savunma yapma hakkı bulunduÄŸu gibi, açık yargılamada sanığa da bu imkan tanınmış ve böylelikle kovuÅŸturma evresinde savunma ve meramını anlatma hakkını etkin bir biçimde kullanılması hedeflenmiÅŸtir.
Ancak kovuÅŸturmada hakim olan prensipler, soruÅŸturmadan farklı olduÄŸundan, kovuÅŸturmada çeliÅŸmeli yargı prensibi, sözlülük prensibi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı prensibinin hayata geçirilmesi bakımından, Kanun’da kovuÅŸturma evresine özgü düzenlemelere de yer verilmiÅŸtir. Bu düzenelemelerden en önemlisi de duruÅŸmada okunması zorunlu olan belge ve tutanaklara iliÅŸkin Kanun’un 209 uncu maddesidir.
KovuÅŸturma safhasında, uyuÅŸmazlığı çözen nihai kararı verme yetkisi yargılama makamına aittir. Bununla birlikte, muhakeme faaliyetinin iddia ve savunma ayağında yer alan süjelerin, ceza muhakemesi faaliyetinin kollektifliÄŸine katkı saÄŸlamasına imkan veren birçok hak ve yetkisi bulunmaktadır.
Ä°ddia makamı olarak savcının, katılanın, vekilinin, sanık ve müdafinin, bu evrede talep ve beyanda bulunma, delil toplanmasını isteme, delil gösterme yetkisinin bulunması, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına, bu suretle yargılamanın yönlendirilmesi ve çeliÅŸmeliliÄŸine imkan vermekte, sonuç olarak yargılama makamı tarafından verilen hüküm, kollektif bir ÅŸekilde ortaya çıkmış olmaktadır.
KovuÅŸturma evresinde, soruÅŸturma evresinin aksine sözlülük ilkesi geçerlidir. Sözlülük, duruÅŸmadaki iÅŸlemlerin söz ve konuÅŸma yoluyla yapılmasını ve yargılama süjelerinin delilleri tartışmasını, sözlü yapılan yargılamada yargılama konusu olay üzerinde kanaat edinilmesini saÄŸlayan bir ilkedir. Bu yönüyle sözlülük ilkesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı ilkesine hizmet etmektedir.
Deliller duruÅŸmada ortaya konularak, süjelerin tartışmasına açılır. Hâkim, kararını ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir (m.217/1).
GörüldüÄŸü gibi, ceza muhakemesi sistemimiz, duruÅŸmanın sözlülüÄŸü prensibi ile, delillerin açık yargılamada tüm tarafların huzurunda tartışılmasını, deÄŸerlendirilmesini öngörmüÅŸ ve mahkemenin de ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayalı olarak hüküm kurabileceÄŸini kabul etmiÅŸtir.
ÇeliÅŸmeli yargı ve silahların eÅŸitliÄŸi prensibi, adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, bu prensibin doÄŸal bir sonucu olarak, duruÅŸmada ortaya konulması gereken belge ve tutanakların çeliÅŸmeliliÄŸe imkan verecek tarzda açık ve bütün bir ÅŸekilde okunması gerekmektedir. Ortaya konulan bu belgelerin özetlenmesi, bazı bölümlerinin göz ardı edilmesi, çeliÅŸmelilik ilkesine aykırı olduÄŸu gibi, sanığın savunma ve adil yargılanma hakkının da zedelenmesi anlamına gelmektedir.
7079 sayılı Kanun’un 91 inci maddesiyle, 5271 sayılı Kanun’un 209 uncu maddesinde yer alan duruÅŸmada ortaya konulması zorunlu belge ve tutanakların okunmasını öngören düzenlemede deÄŸiÅŸiklik yapılması ve deÄŸiÅŸiklik uyarınca belge ve tutanakların okunması yerine anlatılmasının kabul edilmesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı, çeliÅŸmelilik prensibi ve silahların eÅŸitliÄŸi ilkesi ile baÄŸdaÅŸmamakta ve adil yargılama ilkesine ihlali niteliÄŸini taşımaktadır.
DuruÅŸmada ortaya konulması zorunlu olan belge ve tutanakların okunması yerine, anlatılmasını öngören düzenleme, çeliÅŸmelilik prensibi ile baÄŸdaÅŸmadığından ve sanığın savunma hakkı ile adil yargılanma hakkını sınırlandırıcı bir mahiyet arz ettiÄŸinden, söz konusu düzenleme Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık oluÅŸturmaktadır.
DuruÅŸmada ortaya konulması zorunlu olan belgelerin anlatılmasına iliÅŸkin düzenleme, sanığın hak arama hürriyetine, savunma hakkının özüne müdahale oluÅŸturduÄŸundan Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmüne aykırılık oluÅŸturmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (E.2014/189, K.2015/32,RG. 21.5.2015-29362). Söz konusu madde adil olması gereken hukuk düzenini zedelemesi, hukukun üstün kurallarını gözeterek hak ve özgürlükleri koruyucu deÄŸil, ortadan kaldırıcı bir nitelik taşıması ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olması bakımından Anayasanın insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen iÅŸ bu düzenleme Anayasa’nın BaÅŸlangıç Kısmına, 2., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
17. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 94. Maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 299 uncu maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “uygun görmesi halinde duruÅŸma yoluyla yapabilir” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı Kanun’un 94 üncü maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 299 uncu maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılması öngörülmektedir.
299 uncu madde, temyiz kanun yolunda duruÅŸmalı inceleme yapılmasına iliÅŸkindir. DeÄŸiÅŸiklikten önceki düzenlemede, on yıl veya daha fazla hapis cezasına iliÅŸkin hükümlerde, Yargıtay’ın incelemelerini sanığın veya katılanın temyiz baÅŸvurusundaki istemi üzerine veya re’sen duruÅŸma yoluyla yapacağı öngörülmüÅŸtü.
7079 sayılı Kanun ile getirilen düzenleme uyarınca, on yıl veya daha fazla hapis cezasına iliÅŸkin hükümlerde, Yargıtay’ın incelemelerini uygun görmesi halinde duruÅŸma yoluyla yapabileceÄŸi kabul edilmiÅŸtir.
KiÅŸinin duruÅŸmalı yargılamada yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkının bir gereÄŸidir. Gerçekten de, ister ilk derece mahkemesindeki yargılamalarda isterse kanun yolu aÅŸamasındaki yargılamalarda olsun, kiÅŸinin karşılaÅŸtığı bir suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem veya iÅŸleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada kullanılabilecek kanıtları mahkeme önüne getirebilmektir.
Hukuk devletinde, bireyin en önemli güvencelerinden birini de “hak arama hürriyeti” oluÅŸturmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi, yargı mercilerine davacı ve davalı olarak baÅŸvurabilme ve kiÅŸinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma hakkına sahip olduÄŸu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri öngörmemiÅŸtir.
Muhakeme hukuku üçayaklı bir sistem üzerine kurulu olup, iddia, müdafaa ve yargıdan oluÅŸan bu sistem kolektif ÅŸekilde görev icra etmekte ve nihayetinde hukuk kurallarını, bireyin hak ve hürriyetlerini gözeterek maddi gerçeÄŸi ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Bu sistemin parçalarından birinin bulunmadığı ya da yeterince görevini ifa edemediÄŸi, birinin diÄŸeri üzerinde üstünlük kurduÄŸu, hak ve imkân kısıtlamaları ile karşılaÅŸtığı durumlarda, saÄŸlıklı bir ceza muhakemesi iÅŸleyiÅŸinden de söz etmek mümkün deÄŸildir.
Müdafaa, kamusal bir savunma faaliyeti olarak, muhakeme faaliyetinin en önemli ayaklarından birini oluÅŸturmaktadır. Savunma olmadan, sırf iddia ve yargı ile ÅŸüpheli ya da sanık hakkında bir iÅŸlem tesis edilmesi, hüküm kurulması, demokratik bir hukuk sisteminde tahayyül edilemez. Savunmanın olmadığı yahut savunmanın hak ve imkânlarının kısıtlandığı bir muhakeme sisteminin, hukuk devleti içinde yeri bulunmamaktadır. Bu sebeple, ceza muhakemesi sisteminin bir bütün olarak deÄŸerlendirilmesi ve sistemin amacına uygun ÅŸekilde, özellikle silahların eÅŸitliÄŸini bozacak, iddia ve savunma arasında hak ve imkân dengesizliÄŸine yol açacak düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir.
Ceza muhakemesi hukuku, tarihsel süreçte, suçlunun cezalandırılması, sanığın korunması ve sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaşılması aÅŸamalarından geçmiÅŸtir. Günümüz ceza muhakemesinde ideal olan, sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaÅŸmaktır. Bu yapılırken, silahların eÅŸitliÄŸi ilkesinin benimsendiÄŸi, iddia ile savunma arasında hak ve imkân dengesinin gözetildiÄŸi ve uygulandığı bir süreç yürütülmelidir.
Silahların eÅŸitliÄŸi, çaÄŸdaÅŸ ceza muhakemesinin vazgeçilmez bir parçası olup, bu ilke, müdafaanın iddia makamı karşısında eÅŸit imkânlara sahip olmasını ve bunları etkin bir ÅŸekilde kullanabilmesini ifade etmektedir. Silahların eÅŸitliÄŸinin öngörüldüÄŸü bu döneme bir anda eriÅŸilmediÄŸini, savunmanın iddia karşısında yerinin olmadığı, savunmanın etkisiz kılındığı dönemlerden, savunma ile iddianın eÅŸit ÅŸartlara sahip olduÄŸu günümüz muhakeme hukuku anlayışına, sayısız hak ihlalinden, haksız ve adaletsiz yargılamalardan sonra gelinebildiÄŸini de unutmamak gerekir.
Hak arama özgürlüÄŸü ve adil yargılanma hakkı bir temel haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını saÄŸlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı, Anayasada tanımlanmadığından bu hakkın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesinde AÄ°HS ve AÄ°HM içtihatlarının gözönünde bulundurması gerekir.
Sav ve savunma birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız olan niteliÄŸiyle hak arama özgürlüÄŸünün temelini oluÅŸturur. Suç isnadı altında bulunan kiÅŸilerin, savunma hakkını tam anlamıyla kullanılabilmesi, bu kiÅŸilere savunma hakkını kullanabilecekleri imkân ve ÅŸartların yasal düzenlemelerle öngörülmüÅŸ olmasına baÄŸlıdır. Denetim muhakemesi yolunda, duruÅŸmanın yapılmasının, inceleme mercinin oluruna bırakılması, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir, aynı zamanda bu düzenleme çeliÅŸmeli yargı prensibinin kural olmaktan çıkmasına sebebiyet verecektir.
KovuÅŸturma safhasında, uyuÅŸmazlığı çözen nihai kararı verme yetkisi yargılama makamına aittir. Bununla birlikte, muhakeme faaliyetinin iddia ve savunma ayağında yer alan süjelerin, ceza muhakemesi faaliyetinin kollektifliÄŸine katkı saÄŸlamasına imkan veren birçok hak ve yetkisi bulunmaktadır.
Ä°ddia makamı olarak savcının, katılanın, vekilinin, sanık ve müdafinin, bu evrede talep ve beyanda bulunma, delil toplanmasını isteme, delil gösterme yetkisinin bulunması, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına, bu suretle yargılamanın yönlendirilmesi ve çeliÅŸmeliliÄŸine imkan vermekte, sonuç olarak yargılama makamı tarafından verilen hüküm, kollektif bir ÅŸekilde ortaya çıkmış olmaktadır.
KovuÅŸturma evresinde, soruÅŸturma evresinin aksine sözlülük ilkesi geçerlidir. Sözlülük, duruÅŸmadaki iÅŸlemlerin söz ve konuÅŸma yoluyla yapılmasını ve yargılama süjelerinin delilleri tartışmasını, sözlü yapılan yargılamada yargılama konusu olay üzerinde kanaat edinilmesini saÄŸlayan bir ilkedir. Bu yönüyle sözlülük ilkesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı ilkesine hizmet etmektedir.
Deliller duruÅŸmada ortaya konularak, süjelerin tartışmasına açılır. Hâkim, kararını ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir (m.217/1).
GörüldüÄŸü gibi, ceza muhakemesi sistemimiz, duruÅŸmanın sözlülüÄŸü prensibi ile, delillerin açık yargılamada tüm tarafların huzurunda tartışılmasını, deÄŸerlendirilmesini öngörmüÅŸ ve mahkemenin de ancak duruÅŸmaya getirilmiÅŸ ve huzurunda tartışılmış delillere dayalı olarak hüküm kurabileceÄŸini kabul etmiÅŸtir.
ÇeliÅŸmeli yargı ve silahların eÅŸitliÄŸi prensibi, adil yargılanma hakkının bir uzantısı olup, bu prensibin doÄŸal bir sonucu olarak, sanığa duruÅŸmalı yargılamada kendisini ifade edebilme ve delillerini sunabilme imkanının tanınması gerekir. Bu imkanın denetim mercinin oluruna bırakılması, adil yargılanma hakkının da zedelenmesi anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesi, yargı mercilerine davacı ve davalı olarak baÅŸvurabilme ve kiÅŸinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma hakkına sahip olduÄŸu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri öngörmemiÅŸtir. Bu sebeple, bit hukuk devletinde, bireyin en önemli güvencelerinden birini de “hak arama hürriyeti” oluÅŸturmaktadır.
Hak arama özgürlüÄŸü ve adil yargılanma hakkı bir temel haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını saÄŸlayan en etkili güvencelerden biridir. Ceza uyuÅŸmazlığının taraflarının, uyuÅŸmazlığın duruÅŸmalı yargılamada giderilmesini talep etme hakları, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkının bir tamamlayıcısı ve ayrılmaz bir parçasıdır.
Temyiz incelemesinin duruÅŸmalı olarak yapılmasına iliÅŸkin düzenlemenin, denetim mercinin uygun bulmasına baÄŸlı tutulması, sanığın hak arama hürriyetine, savunma hakkının özüne müdahale oluÅŸturduÄŸundan Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmüne aykırılık oluÅŸturmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (E.2014/189, K.2015/32,RG. 21.5.2015-29362). Söz konusu madde adil olması gereken hukuk düzenini zedelemesi, hukukun üstün kurallarını gözeterek hak ve özgürlükleri koruyucu deÄŸil, ortadan kaldırıcı bir nitelik taşıması ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olması bakımından Anayasanın insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen iÅŸ bu düzenleme Anayasa’nın BaÅŸlangıç Kısmına, 2., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
18. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 95. Maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ä°nfazı Hakkında Kanunun 43. maddesinin ikinci fıkrasına eklenen bendin Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı Kanun’un 95. maddesi ile 5275 sayılı Kanun’un 43 üncü maddesinin 2 nci fıkrasına yeni bir bent eklenmesi öngörülmektedir.
5275 sayılı Kanun’un 43 üncü maddesi, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezasına iliÅŸkin hükümler ihtiva etmektedir.
Maddenin 1 inci fırkasına göre, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar ziyaretçi görüÅŸüne çıkarılmamasıdır.
Maddenin 2 nci fıkrasında, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler sayılmıştır. Buna göre, “a) Sayım yapılmasına karşı çıkmak. b) Aramaya karşı çıkmak. c) Sevke, nakle veya bunlarla ilgili olarak alınacak tedbirlere karşı çıkmak. d) Kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak. e) Hükümlülerin haberleÅŸmelerini, ziyaretçileriyle görüÅŸmelerini, iyileÅŸtirme ve eÄŸitim programları çerçevesinde eÄŸitim ve spor, meslek kazandırma ve iÅŸyurdu çalışmaları ile diÄŸer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmalarını, kurum hekimince muayene ve tedavi edilmelerini, avukat tayin etmelerini, mahkemelere veya Cumhuriyet BaÅŸsavcılıklarına gitmelerini, kurum görevlileri ile görüÅŸmelerini, salıverilenlerin kurum dışına çıkmalarını her ne suretle olursa olsun engellemek, hükümlü ve tutukluları bu fiillere teÅŸvik etmek, bu yolda talimat vermek, mevzuatın hükümlü ve tutuklulara tanıdığı sair her türlü görüÅŸme ve temas olanaklarını engellemek. f) Kumar ve benzeri oyunlar oynamak veya oynatmak” ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemlerdir.
7079 sayılı Kanun’un 95 inci maddesi ile, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler arasına, g) bendi olarak “Ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemek veya verilen kıyafetlere kasten zarar vermek” eylemi getirilmiÅŸtir.
Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, bir disiplin cezası olarak 5275 sayılı Kanun’da öngörülmüÅŸtür. Ä°nfazın insancıllığı, infaz hukukuna iliÅŸkin temel prensiplerden biridir. Bu prensip uyarınca, infaz kurallarının, hükümlülülere iliÅŸkin yükümlülüklerin, disiplin kurallarının ve cezalarının insan onuruna aykırı olmaması gerekmektedir. Ä°lgili düzenlemeler niteliÄŸi itibariyle tutuklular hakkında da caridir.
Anayasa’nın 17 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında; “(...) kimse insan haysiyetiyle baÄŸdaÅŸmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” denilmek suretiyle, insancıllık ilkesine vurgu yapılmıştır.
ÇaÄŸdaÅŸ bir hukuk devletinde, infaz hukukuna iliÅŸkin düzenlemelerin insancıl olması, tutuklu ve hükümlülerin insan olduÄŸunun, bu toplumun bir bireyi olduÄŸunun, hak ve hürriyetlere sahip olduÄŸunun ve bu hak ve hürriyetlerin Anayasal güvence altında olduÄŸunun bilincinde olunması, demokratik bir hukuk devletinin olmazsa olmaz gerekliliklerinden biridir.
Anayasası’nın 12/1 inci maddesinde; “Herkes, kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” denilerek, bireylerin vazgeçemeyeceÄŸi ve devredemeyeceÄŸi temel haklarının bulunduÄŸu kabul edilmiÅŸtir.
Anayasa’nın 17/1 maddesinde de; “Herkes, yaÅŸama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliÅŸtirme hakkına sahiptir” denilerek, kiÅŸi dokunulmazlığı ve bireylerin maddi-manevi varlıklarını geliÅŸtirme hakkı güvence altına alınmıştır.
Ä°nsan onuru da, bireyin kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı olan, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklarından biri olup, Anayasa’nın güvencesi altındadır. Ä°nsan onurunun dokunulmazlığının korunması, ceza hukuku ve infaz hukukunun temel prensiplerinden olup, devletin bu dokunulmazlığı koruma ve gözetme yükümlüÄŸü bulunmaktadır.
Nitekim, Anayasa’nın 5 inci maddesi, “Devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüÄŸünü, ülkenin bölünmezliÄŸini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiÅŸilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluÄŸunu saÄŸlamak; kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaya çalışmak” olduÄŸunu düzenlemiÅŸtir.
Getirilen düzenleme, 7079 sayılı Kanun’un 97 nci maddesi ile getirilen hüküm ile birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, belirli suçlardan tutuklu bulunanlar için ayrık bir kural niteliÄŸini taşıdığından ve tutuklulara uygulanacak disiplin cezalarında suç ayrımı yapıldığından, eÅŸitlik ilkesine aykırıdır. Anayasa’nın 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir” denilmekte olup, son fıkrası “Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” ÅŸeklinde düzenlenmiÅŸtir. Düzenleme bu yönüyle Anayasa’nın 10 uncu maddesine aykırıdır.
Ayrıca, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına iliÅŸkin 13 üncü maddede; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilerek, temel hak ve hürriyetlere yönelik sınırlamaların ölçülü olması gerekliliÄŸine vurgu yapılmıştır. Dolayısıyla, kanunlarda, Anayasanın çizdiÄŸi bu çerçeve dışında, insan onuruna aykırı, temel hak ve hürriyetleri daraltıcı ve haklara müdahale alanını geniÅŸletici düzenlemelere yer verilmesi, Anayasa’ya aykırılık oluÅŸturur.
7079 sayılı Kanun’un 95 inci maddesi ile, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını gerektiren eylemler arasına, g) bendi olarak “Ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemek…” eylemi getirilmesi, insan onuru ile baÄŸdaÅŸmayan bir düzenlemedir.
Öncelikle, disiplin kuralları ve cezalarının amacı, ceza infaz kurumundaki düzeni saÄŸlamak olup, ceza infaz kurumunca verilen kıyafetlerin dışarıda giyilmesinin reddedilmesi, infaz kurumu kurallarına aykırı ya da infaz kurumu düzenini ihlal eden bir davranış olmadığından, bu davranışa disiplin cezası öngörülmesi kabul edilebilir deÄŸildir.
Ayrıca ceza hukukunda, fiilin ağırlığı ile orantılı ceza prensibi geçerli olup, disiplin hukukun açısından da bu prensip caridir. Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezasını oluÅŸturan eylemler arasına, hükümlünün ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemesinin de eklenmesi, fiil ile orantılı deÄŸildir. Aynı zamanda, bu davranış, söz konusu yaptırımın uygulanmasını gerektirir bir niteliÄŸe sahip olmayıp, eylem ile yaptırım arasında bir baÄŸlantı da bulunmamaktadır.
Tutukluların ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemesi dolayısıyla, ailesi ve yakınları ile görüÅŸmelerinden mahrum bırakılması sonucunu doÄŸuran bu düzenleme, insan haysiyetiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Getirilen hüküm, insan onurunun, kiÅŸi dokunulmazlığının, maddi ve manevi varlığını geliÅŸtirme hakkının özüne müdahale oluÅŸturduÄŸundan, Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” kuralına aykırılık oluÅŸturmaktadır. Bizatihi tutuklu sanık üzerinde, bu Kanunun yine 97. maddesinde belirtilen, kendisini damgalayıcı, suçsuzluk karinesini ortadan kaldıran, insan onuruna aykırı uygulamayı hayata geçirmek adına, yakınları üzerinden bir baskı kurma mahiyetindeki hüküm, açıkça evrensel hukuk ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmaz niteliktedir. Hukuk devletinin temel özelliklerinden biri de, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerinin bulunduÄŸu bilincinden uzaklaÅŸmayan bir yönetim biçimini salık vermesidir.
Anayasanın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (E.2014/189, K.2015/32,RG. 21.5.2015-29362). Söz konusu madde adil olması gereken hukuk düzenini zedelemesi, hukukun üstün kurallarını gözeterek hak ve özgürlükleri koruyucu deÄŸil, ortadan kaldırıcı bir nitelik taşıması ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olması bakımından Anayasanın insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen iÅŸ bu düzenleme Anayasa’nın BaÅŸlangıç Kısmına, 2., 5., 10., 12., 13. ve 17. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
19. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 97. Maddesi ile 5275 sayılı Kanuna eklenen Ek Madde 1’in Anayasa’ya aykırılığı
7079 sayılı Kanun’un 97 nci maddesiyle 5275 sayılı Kanun’a ek 1 inci madde eklenmesi öngörülmektedir.
Ek 1 inci maddeye göre; “(1) 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlar, duruÅŸmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymek zorundadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309 ila 312 nci maddelerinde düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar badem kurusu; bu maddede belirtilen diÄŸer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ise gri renginde göÄŸüs ve pantolon bölümü bitiÅŸik (tulum) giysiler giyer. Ancak kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri bitiÅŸik ÅŸekilde (tulum) olmayabilir. Bu madde hükümleri çocuklar ile hamile kadınlar hakkında uygulanmaz. Kadın tutuklu ve hükümlülerin giysileri ile bu maddenin uygulanmasına iliÅŸkin diÄŸer hususlar yönetmelikle belirlenir. (2) Bu maddede öngörülen yönetmelik bir ay içinde yürürlüÄŸe konulur. Bu madde hükümleri söz konusu yönetmeliÄŸin yürürlüÄŸe girdiÄŸi tarihten itibaren uygulanır.”
7079 sayılı Kanun’un 103’üncü maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ä°nfazı Hakkında Kanuna ek madde 1 ilave edilmiÅŸtir. Buna göre; 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanların, duruÅŸmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları durumunda, ceza infaz kurumu idaresince verilen giysileri giymenin zorunda olması öngörülmüÅŸtür.
Düzenleme uyarınca, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309 ila 312’nci maddelerinde düzenlenen suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar badem kurusu; bu maddede belirtilen diÄŸer suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ise gri renginde göÄŸüs ve pantolon bölümü bitiÅŸik (tulum) giysiler giyecektir.
Dünya’da ABD dışında tutuklularda tek tip kıyafet uygulaması yaygın deÄŸildir. Hükümlülerde tek tip kıyafet uygulaması cezaevinde disiplin saÄŸlama, ceza infazında etkililiÄŸi artırma, eÅŸitlik gibi düÅŸüncelerle savunulmakta ise de, bu kıyafetlerin, damgalayıcı, aÅŸağılayıcı uygulamalara hizmet etmemesi gerektiÄŸi belirtilmektedir.
Tutuklulara tek tip kıyafet giydirilmesi, damgalama, aÅŸağılama düÅŸüncesine hizmet ettiÄŸinden, henüz mahkûm ve hükümlü statüsünde bulunmayan bir kimsenin hem masumiyet karinesini ihlal etmekte hem de haysiyet kırıcı bir özelliÄŸe bürünmektedir. Hatta klasik çaÄŸdaÅŸ sistemlerde, tutukluların duruÅŸmaya katılımında tek tip kıyafet bir tarafa, düzgün serbest kıyafeti yoksa, kendisine temiz, uygun kıyafet verilmesi esastır.
Terörle Mücadele Kanunu kapsamında tutuklananlara tek tip kıyafet giydirilmesi, aynı davada yargılanan tutuklu ve tutuksuz sanıklar yönünden de ciddi mahzurları beraberinde getirmektedir. En baÅŸta aynı davada yargılanan tutuklu ve tutuksuz sanık arasında eÅŸitlik prensibine aykırı bir uygulamaya gidilmiÅŸ olunmaktadır.
Yine tutuklu sanığın adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi etkilenerek damgalamaya hizmet edilmektedir. KiÅŸinin kendisini peÅŸinen suçlu gösterecek böyle bir uygulamaya maruz kalması, Anayasa’nın 38 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında yer alan “SuçluluÄŸu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” prensibine (masumiyet karinesi) ve aynı maddenin 5 inci fıkrasında ifadesini bulan “hiç kimse kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya zorlanamaz” nemo tenetür ilkesine de aykırıdır.
Tek tip kıyafet uygulaması, sadece belirli suçlar yönünden öngörüldüÄŸünden, tutuklamaya dahil, genel bir tedbir niteliÄŸi de arz etmemektedir. Zira tutuklama, ÅŸüpheli ya da sanık hakkında kiÅŸi hürriyetini kısıtlayıcı bir tedbir olarak oldukça ağırdır, böyle bir tedbire ilaveten, ceza yargılamasının amaçları ile baÄŸdaÅŸmayan ek mükellefiyetler getirilmesi ölçülü de deÄŸildir.
Anayasa’nın 13 üncü maddesi uyarınca “temel hak ve hürriyetler özüne dokunulmaksızın… kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.
“Tek tip kıyafet” ceza yargılamasında ÅŸüpheli yahut sanığın, ceza yargılamasının maddi gerçeÄŸe ulaÅŸması adına katlanılması gereken uygulamalarından biri deÄŸildir. Tutuklamanın amaçları yönünden, fayda saÄŸlayıcı, gerektirici bir yönü de bulunmamaktadır. Bu uygulama sadece yargılanan tutuklu sanığı duruÅŸma salonunda ve kamuoyu önünde henüz mahkumiyeti kesinleÅŸmeden, yargılama devam ederken, suçlu olarak damgalamaya hizmet etmektedir.
Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’nin Jiga v. Romanya (16.03.2010, no:14352/04), kararı bu hususta yol göstericidir. Ä°lgili kararda, yapılan uygulamanın duruÅŸma salonunda tutuklu sanığın, diÄŸer sanıklar karşısındaki konumu ile kıyafetin kamuoyu önünde ortaya çıkardığı suçsuzluk karinesini ihlal eden görüntü üzerinde durulmuÅŸtur.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin üye devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında (2006) 2 nolu Tavsiye Kararının 20. maddesinde de “kendine ait uygun giysisi olmayan mahpuslara iklime uygun giysiler verilmelidir” denilmekle birlikte, “bu giysilerin aÅŸağılayıcı veya küçük düÅŸürücü olmaması gerektiÄŸi” belirtilmiÅŸtir.
Keza Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Üye Devletlere Tutuklu Yargılamanın Kullanımı, Ä°çinde Vuku BulduÄŸu KoÅŸullar ve Ä°stismarına Karşı Koruyucu Düzenlemeler Hakkında Rec (2006) 13 Sayılı Ek Tavsiye Kararında tutuklu sanıklar yönünden dikkat edilmesi gereken kurallara iÅŸaret edilmiÅŸtir. Buna göre üye devletler “…Tutuklu kiÅŸilerin, masumiyet karinesine dayalı olarak, yasal durumlarına uygun koÅŸullarda tutulmalarını ve uygun bir rejime tabi tutulmalarını saÄŸlamayı...” hedeflemelidir.
Cezaevinde bulunan kiÅŸilere tek tip elbise ya da tulum giydirilmesi ve bu ÅŸekilde duruÅŸmaya çıkarılması, ceza hukukunda geçerli olan insancıllık prensibi, adil yargılanma hakkı, eÅŸitlik ilkesi, masumiyet karinesi ilkelerine aykırıdır.
Anayasa’nın 17 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında; “(..) kimse insan haysiyetiyle baÄŸdaÅŸmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” denilmek suretiyle, insancıllık ilkesine vurgu yapılmıştır.
ÇaÄŸdaÅŸ bir hukuk devletinde, ceza hukuku ve infaz hukukuna iliÅŸkin düzenlemelerin insancıl olması, tutuklu ve hükümlülerin de insan olduÄŸunun, hak ve hürriyetlere sahip olduÄŸunun ve bu hak ve hürriyetlerin Anayasal güvence altında olduÄŸunun bilincinde olunması, demokratik bir hukuk devletinin olmazsa olmaz gerekliliklerinden biridir.
Anayasası’nın 12/1 inci maddesinde; “Herkes, kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” denilerek, bireylerin vazgeçemeyeceÄŸi ve devredemeyeceÄŸi temel haklarının bulunduÄŸu kabul edilmiÅŸtir.
Anayasa’nın 17/1 maddesinde de; “Herkes, yaÅŸama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliÅŸtirme hakkına sahiptir” denilerek, kiÅŸi dokunulmazlığı ve bireylerin maddi-manevi varlıklarını geliÅŸtirme hakkı güvence altına alınmıştır.
Ä°nsan onuru da, bireyin kiÅŸiliÄŸine baÄŸlı olan, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklarından biri olup, Anayasa’nın güvencesi altındadır. Ä°nsan onurunun dokunulmazlığının korunması, ceza hukuku ve infaz hukukunun temel prensiplerinden olup, devletin bu dokunulmazlığı koruma ve gözetme yükümlüÄŸü bulunmaktadır. Bu dokunulmazlık herkese eÅŸit bir biçimde öngörüldüÄŸünden, tutuklu ve hükümlüler de bu dokunulmazlıktan faydalanır. Anayasa’nın 10 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir” denilerek bu ilke güvence altına alınmıştır.
Anayasa’nın 5 inci maddesi, “Devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüÄŸünü, ülkenin bölünmezliÄŸini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiÅŸilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluÄŸunu saÄŸlamak; kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaya çalışmak” olduÄŸunu düzenlemiÅŸ, Anayasa’nın 10 uncu maddesinin son fıkrasında ise; “Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denilmiÅŸtir.
Ayrıca, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına iliÅŸkin 13 üncü maddede ise; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilerek, temel hak ve hürriyetlere yönelik sınırlamaların ölçülü olması gerekliliÄŸine vurgu yapılmıştır. Dolayısıyla, kanunlarda, Anayasanın çizdiÄŸi bu çerçeve dışında, insan onuruna aykırı, temel hak ve hürriyetleri daraltıcı ve haklara müdahale alanını geniÅŸletici düzenlemelere yer verilmesi, Anayasa’ya aykırılık oluÅŸturur.
7079 sayılı Kanun’un 97 nci maddesiyle getirilen belirli suçlardan tutuklu ve hükümlü bulunan kimselere tek tip kıyafet giydirilmesi uygulaması, insan onuru ile baÄŸdaÅŸmadığından Anayasa’ya aykırıdır.
Bir insana zorla, istemediÄŸi giysinin giydirilmesi, bunun toplum içerisinde suçlu gibi damgalanması, hakimin, mahkemenin, savcının, duruÅŸmadaki diÄŸer süjelerin, açık yargılamaya katılan kiÅŸilerin önüne bu ÅŸekilde çıkarılması, onun kiÅŸiliÄŸini, insan haysiyetini, insan onurunu zedeleyen bir uygulamadır.
Ayrıca, tek tip kıyafet giydirilerek tutukluları yargıç önüne çıkarılmak, kiÅŸinin bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine yol açan bir uygulama niteliÄŸini taşımaktadır.
Tutuklu ve hükümlülerin tek tip kıyafet giydirilerek, yargılama makamları önüne çıkartılması, onların özgür bir ÅŸekilde savunma yapma ve meramlarını anlatma haklarını sınırlayıcı ve bu hakları zedeleyici, hakkın özüne dokunan bir mahiyet arz etmektedir.
Suç isnadı altında olan kiÅŸilerin, istemediÄŸi giysiler içerisinde, kendisi hakkında karar verecek ve yargılama makamları önünde bulundurulması doÄŸru deÄŸildir. Böyle bir ortamda, adil bir yargılamanın gerçekleÅŸtirilebileceÄŸinden ve adaletin tecelli edilebileceÄŸinden de söz edilemez. Adalet psikolojisi açısından bu uygulama isabetli deÄŸildir. Suç ÅŸüphesi altında bulunan kiÅŸiler ve hatta suçlular da birer insandır. Ä°nsan onuru hiçbir ayrım gözetmeksizin herkes bakımından geçerli Anayasa ve uluslararası hukukta güvence altına alınmış, temel hak ve bir dokunulmazlıktır.
Ceza muhakemesi hukuku, tarihsel süreçte, suçlunun cezalandırılması, sanığın korunması ve sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaşılması aÅŸamalarından geçmiÅŸtir. Günümüz ceza muhakemesinde ideal olan, sanığın haklarına saygılı bir ÅŸekilde maddi gerçeÄŸe ulaÅŸmaktır. Bu yapılırken, silahların eÅŸitliÄŸi ilkesinin benimsendiÄŸi, iddia ile savunma arasında hak ve imkân dengesinin gözetildiÄŸi ve uygulandığı bir süreç yürütülmelidir.
Silahların eÅŸitliÄŸi, çaÄŸdaÅŸ ceza muhakemesinin vazgeçilmez bir parçası olup, bu ilke, müdafaanın iddia makamı karşısında eÅŸit imkânlara sahip olmasını ve bunları etkin bir ÅŸekilde kullanabilmesini ifade etmektedir. Silahların eÅŸitliÄŸinin öngörüldüÄŸü bu döneme bir anda eriÅŸilmediÄŸini, savunmanın iddia karşısında yerinin olmadığı, savunmanın etkisiz kılındığı dönemlerden, savunma ile iddianın eÅŸit ÅŸartlara sahip olduÄŸu günümüz muhakeme hukuku anlayışına, sayısız hak ihlalinden, haksız ve adaletsiz yargılamalardan sonra gelinebildiÄŸini de unutmamak gerekir.
Hak arama özgürlüÄŸü ve adil yargılanma hakkı bir temel haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını saÄŸlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı, Anayasada tanımlanmadığından bu hakkın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesinde AÄ°HS ve AÄ°HM içtihatlarının gözönünde bulundurması gerekir.
Suç isnadı altında bulunan kiÅŸilerin, savunma hakkını tam anlamıyla kullanılabilmesi, bu kiÅŸilere savunma hakkını kullanabilecekleri imkân ve ÅŸartların yasal düzenlemelerle öngörülmüÅŸ olmasına baÄŸlıdır.
SoruÅŸturma evresinde suç isnadı altında bulunan ÅŸüphelinini isnadı öÄŸrenme, savunma yapma hakkı bulunduÄŸu gibi, açık yargılamada sanığa da bu imkan tanınmış ve böylelikle kovuÅŸturma evresinde savunma ve meramını anlatma hakkını etkin bir biçimde kullanılması hedeflenmiÅŸtir.
Ancak kovuÅŸturmada çeliÅŸmeli yargı prensibi, sözlülük prensibi, silahların eÅŸitliÄŸi prensibi geçerli olduÄŸundan, yasal düzenlemeler yapılırken bu prensipleri zedeleyici ve ortadan kaldırıcı hükümlere yer verilmemesi gerekir.
KovuÅŸturma safhasında, uyuÅŸmazlığı çözen nihai kararı verme yetkisi yargılama makamına aittir. Bununla birlikte, muhakeme faaliyetinin iddia ve savunma ayağında yer alan süjelerin, ceza muhakemesi faaliyetinin kollektifliÄŸine katkı saÄŸlamasına imkan veren birçok hak ve yetkisi bulunmaktadır.
Ä°ddia makamı olarak savcının, katılanın, vekilinin, sanık ve müdafinin, bu evrede talep ve beyanda bulunma, delil toplanmasını isteme, delil gösterme yetkisinin bulunması, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına, bu suretle yargılamanın yönlendirilmesi ve çeliÅŸmeliliÄŸine imkan vermekte, sonuç olarak yargılama makamı tarafından verilen hüküm, kollektif bir ÅŸekilde ortaya çıkmış olmaktadır.
KovuÅŸturma evresinde, soruÅŸturma evresinin aksine sözlülük ilkesi geçerlidir. Sözlülük, duruÅŸmadaki iÅŸlemlerin söz ve konuÅŸma yoluyla yapılmasını ve yargılama süjelerinin delilleri tartışmasını, sözlü yapılan yargılamada yargılama konusu olay üzerinde kanaat edinilmesini saÄŸlayan bir ilkedir. Bu yönüyle sözlülük ilkesi, delillerin doÄŸrudan doÄŸruyalığı ilkesine, çeliÅŸmeli yargı ve silahların eÅŸitliÄŸi prensibine hizmet etmektedir.
7079 sayılı Kanun’un 97 nci maddesiyle, 5275 sayılı Kanun’a eklenen Ek 1 inci maddede öngörülen tek tip kıyafet uygulaması, sanığın savunma hakkını zedelediÄŸinden, silahların eÅŸitliÄŸi ilkesi ile baÄŸdaÅŸmamakta ve adil yargılama ilkesinin ihlali niteliÄŸini taşımaktadır.
Aynı zamanda, tek tip kıyafet giyen tutuklu veya hükümlülere iliÅŸkin duruÅŸmalarda, açık yargılamada duruÅŸmayı izleyenlerin tepkileri, davranışları, iddia makamlarının iddia, itham ve görüÅŸleri, yargılamayı yürüten mahkeme üzerinde bir baskı oluÅŸturacak, yargılama makamının tarafsız bir karar vermesini engelleyebilecektir. Hakimin tarafsızlığı prensibini zedeleyebilecek böyle bir uygulama, kiÅŸilerin suçsuzluk karinesini ortadan kaldıracak ve haklarında henüz kesin hüküm bulunmadan suçlu muamelesine tabi tutulmalarına sebebiyet verecektir.
Böyle bir uygulama içerisinde, kiÅŸilerin kendilerini savunabilmesi, yasanın öngördüÄŸü hak ve imkanları kullanabilmesi oldukça zordur. Bu ortamda, bir suçlamaya muhatap olmak, suçlamaya karşı savunma hakkını etkin bir ÅŸekilde kullanabilmek mümkün olmadığı gibi, insan onuruna aykırı bu uygulama nedeniyle suç isnadı altında bulunan kiÅŸilerin saÄŸlıklı bir psikolojil içerisinde kalabilmeleri de mümkün deÄŸildir. ÇaÄŸdaÅŸ bir hukuk devletinde, yargılamanın bir iÅŸkence ve eziyet niteliÄŸine bürünmesi kabul edilebilir deÄŸildir. Nitekim, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılamayı isteme hakkı, hak arama hürriyetinin ve adil yargılanma hakkının en önemli parçasıdır.
Belirli tipteki elbiseleri giyen kiÅŸilerin, toplum nezdinde hiçbir ayrım yapılmadan aynı olumsuz deÄŸer yargılarıyla yargılanmalarına sebebiyet verecek böyle bir uygulama, kiÅŸilerin haksız yere damgalanmasına ve masumiyet karinesinin ihlal edilmesine yol açacaktır.
Getirilen bu düzenleme, insan onurunun, kiÅŸi dokunulmazlığının, maddi ve manevi varlığını geliÅŸtirme hakkının özüne müdahale oluÅŸturduÄŸundan, Anayasanın 13 üncü maddesinde belirtilen; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmüne aykırılık oluÅŸturmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (E.2014/189, K.2015/32,RG. 21.5.2015-29362). Söz konusu madde adil olması gereken hukuk düzenini zedelemesi, hukukun üstün kurallarını gözeterek hak ve özgürlükleri koruyucu deÄŸil, ortadan kaldırıcı bir nitelik taşıması ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olması bakımından Anayasanın insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletini düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan bu sebeplerle, iptali talep edilen iÅŸ bu düzenleme Anayasa’nın BaÅŸlangıç Kısmına, 2., 5., 10., 12., 13., 17., 36 ve 38. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
20. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 103. Maddesi ile 6191 Sayılı SözleÅŸmeli ErbaÅŸ ve Er Kanununun 7 nci Maddesine eklenen 13 No’lu Fıkra’nın Anayasa’ya aykırılığı
Anayasa’nın Kanun Önünde EÅŸitlik Ä°lkesine Aykırılık Sorunu
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1) Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir. (2)Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür. (3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz. (4)Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [34] [35] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir, amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
Yüce Mahkemenizin önüne getirdiÄŸimiz SözleÅŸmeli Er ve ErbaÅŸ Kanunu’nun 7 nci Maddesine eklenen 13 no’lu fıkrada sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸların hastalanmaları halinde bazı istisnai durumlar hariç olmak üzere bir takvim yılı içinde kullandığı hastalık izin süreleri toplamı on beÅŸ günü aÅŸması halinde rapor sürelerinin 15 günlük süreyi aÅŸan günleri için aylık ücretlerinin yüzde on eksik ödeneceÄŸi düzenlenmiÅŸtir.
Öncelikle böyle bir düzenleme yukarıda tanımlanan kanun önünde eÅŸitlik ilkesini açıkça zedelemektedir. Åžöyle ki, söz konusu sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸlar birer kamu görevlisidir. Söz konusu kanunda da bu durum açık bir biçimde düzenlenmiÅŸtir. Asker ÅŸahıs olarak nitelendirilen bu kiÅŸilerin özlük hakları genel anlamda diÄŸer kamu görevlilerinin tabi olduÄŸu yasalara baÄŸlıdır. Ayrıca asker ÅŸahıs olmaları nedeniyle askeri görevlilerin tabi olduÄŸu 926 Sayılı Askeri Ä°ç Hizmet Kanunu’na da tabidirler. Söz konusu sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸlar genel anlamda 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununa tabidirler ve sosyal güvenlik hakları da bu kanun ile 5510 Sayılı kanun tarafından düzenlenmiÅŸtir. Bu çerçevede diÄŸer kamu kurumlarında çalışan personel gibi hastalandıklarında çalışmadıkları günlere iliÅŸkin ücretleri kesilmez, tam olarak ödenir. Nitekim, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 105 nci maddesinde ““Memura, aylık ve özlük hakları korunarak, verilecek raporda gösterilecek lüzum üzerine, kanser, verem ve akıl hastalığı gibi uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığı hâlinde onsekiz aya kadar, diÄŸer hastalık hâllerinde ise oniki aya kadar izin verilir.” Hükmü çerçevesinde memurların hastalanmaları halinde aylık ve özlük haklarının korunacağı belirtilmiÅŸtir. Yine asker ÅŸahıs olarak tanımlanan kamu görevlileri için de 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 128 inci Maddesinde “IV – Sıhhi izin süresi: Madde 128 – Subayların ve astsubayların sıhhi izin süresi aÅŸağıdaki gibidir: a) (DeÄŸiÅŸik : 28/6/2001 - 4699/19 md.) Barışta ve savaÅŸta hizmet yapamayacak ÅŸekilde hastalanan subaylar ve astsubaylar, hastalıkları geçici ise veya geçici olup sekel bırakan hastalıklardan ise, hastanelerde geçen teÅŸhis ve tedavi süreleri hariç, ay ve gün hesabı ile her bir hastalığı için toplam olarak ve fiilen iki yılı geçmemek üzere, nekahet tedavisi, istirahat ve hava deÄŸiÅŸimi iÅŸlemine tabi tutulurlar. Bu gibiler hakkında raporlar saÄŸlık kurulunca verilir.” Hükmü ve 130 uncu Maddesinde de “Madde 130 – (DeÄŸiÅŸik: 22/1/2015 - 6586/54 md.) Aylıksız izin süreleri hariç olmak üzere, izin süreleri subay ve astsubayların hizmetlerinden sayılır.” Hükümleri bulunmaktadır. Bu hükümler çerçevesinde subay ve astsubay sınıflarında bulunan askeri personelin hastalık izinleri süresi boyunca aylıklarından herhangi bir kesinti yapılmamaktadır.
Gerek Kamu görevlilerinin hastalanmaları halinde ücretlerinin kesilmeden ödenmesine iliÅŸkin 657 ayılı Kanundaki genel düzenleme, gerekse askeri personele iliÅŸkin 926 tarihli Kanun hükümleri çerçevesinde kamu görevlisi olan uzman er ve erbaÅŸ olarak nitelendirilen sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸlara ayrı bir düzenleme yapılarak bunların hastalık hallerinin 15 günü aÅŸan dönemleri için ücretlerinin eksik ödenmesine iliÅŸkin düzenleme Anayasamızın 10. maddesinde düzenlenen “kanun önünde eÅŸitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına açık bir aykırılık teÅŸkil etmektedir.
Söz konusu personel gerek genel anlamda diÄŸer kamu görevlileri ile gerekse özel anlamda diÄŸer askeri rütbeli personel ile aynı statüde olan kiÅŸilerdir. Hal böyle iken bu kiÅŸilere yönelik hastalık halleriyle ücretlerinin birbiriyle iliÅŸkilendirilerek saÄŸlık kurulu raporu almaları halinde diÄŸer kamu görevlileri için öngörülmeyen bir haksızlığa, “eksik ücret” ödenmesi” cezası ile karşı kaşıya bırakılmaları Anayasa’nın 10 uncu maddesinde belirtilen kanun önünde eÅŸitlik ilkesine aykırıdır.
b) Anayasanın 49 uncu Maddesine Aykırılık
Çalışma en temel haklardan biridir. Çalışma hakkı hem evrensel insan hakları metinlerinde hem de ulusal anayasalarda düzenlenmiÅŸtir. 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında sosyal haklar bölümünde açıkça düzenlenmiÅŸtir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına iliÅŸkin evrensel ilke doÄŸrultusunda diÄŸer temel haklarda olduÄŸu gibi çalışma hakkı da önemli sınırlamaları içermektedir. Yani, çalışma hakkının kullanımı belirli ÅŸartlara baÄŸlı olup önemli sorumluluklar (ödevler) taşımaktadır.
Çalışma hakkı kavramı tek bir hakkı ifade etse de çalışma hakkı ile ilgili birçok hakkı da içinde barındırır, bu anlamda çalışma haklarından bahsetmek mümkündür. Anayasada düzenlenen dinlenme (izin) hakkı, ücret hakkı, sendikal haklar ve sosyal güvenlik hakkı bu kapsamdadır
Anayasamızın 49 uncu maddesinde “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliÅŸtirmek için çalışanları ve iÅŸsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, iÅŸsizliÄŸi önlemeye elveriÅŸli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını saÄŸlamak için gerekli tedbirleri alır.” Hükmü bulunmaktadır.
Anayasa’nın 49. maddesinde, çalışmanın, herkesin hakkı ve ödevi olduÄŸu belirtilmiÅŸ; Devlete, çalışanların yaÅŸam düzeyini yükseltmek, çalışma yaÅŸamını geliÅŸtirmek için çalışanları korumak, çalışmayı denetlemek, iÅŸsizliÄŸi gidermeye elveriÅŸli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını saÄŸlamak için gerekli önlemleri alma ödevi verilmiÅŸtir. Çalışanların yaÅŸam düzeyinin yükseltilmesi ve çalışma yaÅŸamının geliÅŸtirilmesi için çalışanların korunması ödevinin, çalışanların güvenli ve saÄŸlıklı bir iÅŸ ortamında çalışmalarının temin edilmesini de kapsadığı açıktır. Anayasa’nın 5. maddesinde, ‘Ä°nsanın maddi ve manevi varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlama’ Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Her iki maddenin birlikte deÄŸerlendirilmesi halinde Anayasamızda devlete çalışanlarının saÄŸlıklarının korunması görevini de verdiÄŸi görülmektedir.
Hal böyle iken SözleÅŸmeli Er ve ErbaÅŸ Kanunu’nun 7 nci maddesine eklenen 13 no’lu fıkrada sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸların hastalanmaları halinde bazı istisnai durumlar hariç olmak üzere bir takvim yılı içinde kullandığı hastalık izin süreleri toplamı onbeÅŸ günü aÅŸması halinde rapor sürelerinin 15 günlük süreyi aÅŸan günleri için aylık ücretlerinin yüzde on eksik ödeneceÄŸine iliÅŸkin düzenleme, öncelikle baÅŸka bir kamu otoritesi tarafından kamu görevlisinin saÄŸlığının çalışmaya elveriÅŸli olmadığına dair verdiÄŸi bir kararın doÄŸru, objektif ve gerçek bir rapor olmadığı varsayımına dayanarak bu raporun sonuçlarının kısıtlanması yoluna gidilmesi nedeniyle eksik ücret ödeme nedeniyle çalışma hakkını zedelemektedir. SözleÅŸmeli er ve erbaÅŸların hastalanmaları halinde rapor almalarını zorlaÅŸtırmayı, bunların çalışmasını teÅŸvik etmeyi hedefleyen bu düzenleme doÄŸrudan ve dolaylı olarak çalışanların saÄŸlıklarını zedeleyici bir düzenlemedir. Söz konusu sözleÅŸmeli er ve erbaÅŸlar tıbbi olarak hasta olmalarına raÄŸmen aylıklarının eksik ödeneceÄŸi endiÅŸesi ile çalışmaya devam edeceklerdir. Bu durum çalışanların saÄŸlıklarının daha da bozulmasına neden olacağı gibi; Türk Silahlı Kuvvetlerince yerine getirilen hizmetlerin verimliliÄŸini de doÄŸrudan etkileyecektir. Aynı ÅŸekilde söz konusu düzenleme çalışanlarına güvenmeyen, çalışanlarının ibraz ettiÄŸi hastalık raporlarının gerçeÄŸi yansıtmadığını düÅŸünen bir anlayışla hazırlanmıştır. SaÄŸlık kurumlarında çalışan tabiplerin verdikleri istirahat raporlarının gerçeÄŸi yansıtmadığı varsayımına dayanmaktadır. Bu sebeple bir anlamda yıl içerisinde 15 günden fazla alınan raporlar için bir ceza hükmü olarak “ücretten yüzde on oranında” eksiltme yapılmaktadır. Bu durum dolaylı bir disiplin iÅŸlemidir. Oysa kamu görevlilerine iliÅŸkin disiplin cezaları savunma alınmadan yapılamayacağı gibi burada hastalık halinin bir suç olarak tanımlanması da Anayasanın özüne ve ruhuna aykırıdır. Çalışma hakkının korunması ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Bu nedenle Anayasa’nın 49. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 103 üncü maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 6191 Sayılı SözleÅŸmeli ErbaÅŸ ve Er Kanununun 7 nci maddesine eklenen 13 No’lu Fıkra Anayasa’nın 10 uncu ve 49 uncu Maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
21. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 105. Maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Ek Madde 2’nin Birinci Fıkrasının son cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
BilindiÄŸi üzere 18.10.2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanunu 07 Kasım 2012 tarih ve 28460 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüÄŸe girmiÅŸtir.
ÇaÄŸdaÅŸ ülkelerde olduÄŸu gibi ülkemizde de örgütlenme ve toplu pazarlık ve bunun ayrılmaz bir parçası olarak deÄŸerlendirilen grev hakkı anayasamızda çeÅŸitli düzenlemelerle belirlenmiÅŸtir. Söz konusu alan çalışanların çalışma, örgütlenme, toplu pazarlık gibi temel hak ve özgürlükleriyle doÄŸrudan ilgisi sebebiyle Anayasanın 51 nci, 52, 53 ve 54 ncü maddelerindeki hükümlerle düzenlenmiÅŸ olduÄŸu gibi; Anayasamızda örgütlenme, çalışma haklarıyla ilgili diÄŸer düzenlemeler de mevcuttur. Anayasanın 49 uncu maddesinde Devlet’in, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek ve çalışma hayatını geliÅŸtirmek amacıyla çalışanları korumak için gerekli önlemleri alacağı; 50 nci maddesinde de kimsenin, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan iÅŸlerde çalıştırılamayacağı ile küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliÄŸi olanların çalışma ÅŸartları bakımından özel olarak korunacakları emredici biçimde düzenlenmiÅŸtir.
Anayasal kuralların ruhuna uygun olarak düzenleme yapılması yerine gündelik ihtiyaçların giderilmesini önceleyen, her alanda olduÄŸu gibi sendika ve toplu sözleÅŸme alanında da günü kurtarmaya yönelik özgürlükleri kısıtlayıcı bir biçimde hareket eden Hükümet tarafından 6356 sayılı Yasa’ya eklenen bu hüküm bu hakkın öznesini deÄŸiÅŸtirerek örgütlenme hakkını ve toplu pazarlık yapma hakkını kısıtlamaktadır.
Anayasanın 51. maddesi “Çalışanlar ve iÅŸverenler, üyelerinin çalışma iliÅŸkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliÅŸtirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluÅŸlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz” ÅŸeklindedir.
Sendika özgürlüÄŸü, sendikaya üye olmak, çekilmek, üst kuruluÅŸlar kurmak ve sendikal faaliyetleri kapsayan bir özgürlük olarak tanımlanmıştır. Sendika hakkını sınırlama nedenleri genel sınırlama nedenlerinin yanında Anayasanın 51. maddesinde özel olarak düzenlenmiÅŸtir. Sendika kurma hakkı Anayasamızda ayrım gözetmeksizin “çalışanlar ve iÅŸverenler”e tanınmış ve güvence altına alınmıştır. Yine Anayasamızın 53 ve 54 üncü maddelerinde çalışanlara toplu sözleÅŸme yapma hakkı ile bunun ayrılmaz bir parçası olan grev hakkı düzenlenmiÅŸtir.
Söz konusu haklara bakıldığında çalışanların örgütlenme hakkının öznesi olarak sendikalar tanımlanmıştır. Anayasamızın 51 inci maddesinde çalışanların üst kuruluÅŸlar da kurabileceÄŸi belirtilirken 53 ve 54 üncü maddelerinde ise toplu pazarlık hakkının kullanımında bu hakkın sadece hakkın öznesi olan sendikalar aracılığıyla kullanılabileceÄŸi belirtilmiÅŸtir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki sendikaların faaliyette bulunmaları açısından her hangi bir konfederasyona üye olmak gibi bir zorunlulukları ne Anayasamızda, ne yasalarımızda ne de uluslararası sözleÅŸmelerde vardır. Yine aynı ÅŸekilde toplu pazarlık hakkının kullanımının ön ÅŸartı olarak herhangi bir Konfederasyona üye olma ÅŸartı da bulunmamaktadır.
Anayasanın “Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Hakkı” baÅŸlıklı 53. maddesinde, “Ä°ÅŸçiler ve iÅŸverenler, karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma ÅŸartlarını düzenlemek amacıyla toplu iÅŸ sözleÅŸmesi yapma hakkına sahiptirler” düzenlemesi yer alırken Anayasanın 54. maddesinde ise grev hakkı düzenlenmiÅŸtir. Bu hakların kullanımının tarafları olarak da sendikalar ve iÅŸverenler hakkın öznesi olarak tanımlanmışlardır.
Ancak, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 105 inci maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Ek Madde 2’de Kanunun 33 üncü maddesinde tanımlanan “çerçeve sözleÅŸme”ye bir istisna getirilerek maddede belirtilen kamu iÅŸyerleri için konfederasyonlar ile kamu iÅŸverenleri arasında çerçeve sözleÅŸme yapılabileceÄŸi, bu sözleÅŸmede de 33 üncü maddeye aykırı olarak mali ve sosyal hakların düzenlenebileceÄŸi öngörülmüÅŸtür. Bu hükmün devamında da iptali talep edilen düzenleme ile imzalanan bu çerçeve sözleÅŸmenin sendikalar açısından baÄŸlayıcı olacağı düzenlenmiÅŸtir.
Söz konusu düzenlemenin ilk kısmı olan kamu kesimi için ayrı bir çerçeve sözleÅŸme modelinin benimsenmesi yasa koyucunun iradesi ile yapılabileceÄŸini; bunun da Anayasanın 54 üncü maddesinde belirlenen hakka uygun olacağını belirtiriz. Ancak, söz konusu düzenlemenin son cümlesinde yer alan bu çerçeve sözleÅŸmenin sendikalar açısından baÄŸlayıcı olacağına iliÅŸkin düzenleme; hakkın öznesi olan sendikaların sözleÅŸme iradesini kendi rızaları olmadan Konfederasyonlara devredilmesi ve bu Konfederasyonlar tarafından imzalanmış olan çerçeve sözleÅŸmenin sendikalar açısından baÄŸlayıcı olmasıdır. Öncelikle “kamu toplu iÅŸ sözleÅŸmeleri çerçeve anlaÅŸma protokolü” niteliÄŸi itibariyle 6356 Sayılı Kanunun 33 üncü maddesinde belirtilen “çerçeve sözleÅŸme”den farklılaÅŸmaktadır. Farklılık, ücret ve sosyal hakları belirleme bu konuda pazarlık yapma hakkı tanınmasındadır.
Toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin tanımı öÄŸretide, iÅŸ sözleÅŸmesinin yapılması, içeriÄŸi ve sona ermesine iliÅŸkin hükümleri düzenleyen bir sözleÅŸmedir. DiÄŸer bir ifade ile toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin, iÅŸ sözleÅŸmesinin yapılmasını, içeriÄŸini ve sona ermesini düzenleyen normatif (kural getiren) hükümlerden oluÅŸur. Bir toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin olmazsa olmazı olan çalışma koÅŸulları, iÅŸ güvencesi, ücret, sosyal ve mali hakların çerçeve sözleÅŸme yoluyla düzenlenebilmesi engellenmiÅŸtir. Bunları içeren bir kollektif sözleÅŸme, toplu sözleÅŸme olarak tanımlanır. Ä°ÅŸ hukukunda toplu sözleÅŸme yapma, üyenin üyelik baÅŸvurusu yolu ve sendikanın yetkili organının kabulü çerçevesinde oluÅŸan sözleÅŸme iradesinin sendikaya devredilmesiyle oluÅŸan bir irade tarafından özgür biçimde karşılıklı olarak iÅŸveren ile imzalanan sözleÅŸme türünü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bunun dışındaki sözleÅŸme türleri toplu iÅŸ sözleÅŸmesi olarak tanımlanmazlar ve iÅŸçileri baÄŸlamaz. Söz konusu düzenleme ile getirilen kamu toplu iÅŸ sözleÅŸmeleri çerçeve anlaÅŸma protokolü, bir toplu iÅŸ sözleÅŸmesi hüviyetine kavuÅŸturulmuÅŸ ve kamu kesiminde çalışan iÅŸçiler ve sendikalar için baÄŸlayıcı hale getirilmiÅŸtir. Bu yolla iÅŸçinin sözleÅŸme hürriyeti çerçevesinde irade beyanı yoluyla yetki devri yapmadığı, doÄŸrudan üyesi olmadığı bir kuruma iÅŸçiler adına sözleÅŸme yapma yetkisi verilmiÅŸ olmaktadır. Bu durum Anayasa’da belirlenen sendikal örgütlenme hakkına ve toplu pazarlık hakkına aykırıdır. Bu düzenleme ile Anayasanın 13.ve 53.maddesine aykırı biçimde toplu iÅŸ sözleÅŸmesi hakkı ölçüsüz ve demokratik toplum düzenine aykırı ve hakkın özünü ortadan kaldırır biçimde sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 105 inci maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Ek Madde 2’nin Birinci Fıkrasının son cümlesi Anayasanın 53 üncü maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
Ayrıca söz konusu düzenleme Anayasanın 90. Maddesi çerçevesinde usulüne göre imzalanmış olan ILO’nun 98 sayılı sözleÅŸmesi baÅŸta olmak üzere Türkiye’nin tarafı olduÄŸu uluslararası sözleÅŸmelere de aykırıdır. ILO’nun toplu pazarlık hakkı ile sendikaların toplu pazarlık yapabilmek için temsil hakkı edinmesine iliÅŸkin görüÅŸlerinin esasını 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı SözleÅŸmesi’nin 4. maddesini oluÅŸturmaktadır. Åžöyle ki:
“Çalışma ÅŸartlarını toplu pazarlıkla düzenlemek üzere iÅŸverenler veya iÅŸveren örgütleriyle iÅŸçi örgütleri arasında ihtiyari pazarlık mekanizmasından faydalanılmasını ve bu mekanizmanın tam bir surette geliÅŸtirilmesini teÅŸvik etmek ve desteklemek için gereÄŸi halinde milli ÅŸartlara uygun önlemler alınacaktır.”
Bu baÄŸlamda Türkiye’de sendikaların toplu pazarlık için temsil yetkisine sahip olabilmesi koÅŸullarını düzenleyen 6356 Sayılı Yasa açısından ILO, hükümetten, SözleÅŸmenin 4. maddesine uyumlu biçimde, ihtiyari toplu pazarlık mekanizmasının geliÅŸtirilmesi ve bu mekanizmadan yararlanılmasını teÅŸvik etmek ve desteklemek amacıyla saÄŸlanacak ilerlemeyi bildirmesini talep etmektedir. Burada 98 Sayılı SözleÅŸmenin dördüncü maddesindeki ihtiyari olma özelliÄŸi yapılan düzenleme ile çeliÅŸmektedir. Hükümet ile konfederasyonlar arasında imzalanan bir protokolün yasa ile baÄŸlayıcı hale getirilmesi 98 Sayılı ILO SözleÅŸmesine açık aykırılık taşımaktadır.
ILO’nun 98 sayılı sözleÅŸmesine uyum saÄŸlanması bakımından 7079 sayılı Kanun ile 6356 Sayılı Yasaya eklenen Ek Madde 2’nin Birinci Fıkrasının son cümlesi ile sendikalar açısından kendi imzalamadıkları bir sözleÅŸmeye uyma zorunluluÄŸu getirilmesi, ILO’nun 98 sayılı sözleÅŸmesine aykırı olduÄŸu için Anayasanın 90. maddesine aykırıdır. Ayrıca sendikal haklarda evrensel normları, bir baÅŸka deyiÅŸle demokratik toplum düzeninin evrensel ve çaÄŸdaÅŸ ölçütlerini belirleyen ILO sözleÅŸmeleri ve tavsiye kararlarına aykırı olan söz konusu düzenlemeler Anayasanın 13. maddesinde belirtilen demokratik toplum düzeni ilkesi gereÄŸi ilkesine de aykırıdır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 7079 sayılı Kanun ile 6356 Sayılı Yasaya eklenen Ek Madde 2’nin Birinci Fıkrasının son cümlesi Anayasa’nın 51 ve 53 üncü maddelerine, 90 ıncı Maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
22. 079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 106. Maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7’nin Anayasa’ya aykırılığı
a) Anayasanın 51 nci, 52, 53 ve 54 ncü maddelerindeki hükümlere Aykırılık
BilindiÄŸi üzere 18.10.2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanunu 07 Kasım 2012 tarih ve 28460 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüÄŸe girmiÅŸtir. ÇaÄŸdaÅŸ ülkelerde olduÄŸu gibi ülkemizde de anayasamızda çeÅŸitli düzenlemelerle tanımlanan örgütlenme hakkı ve toplu pazarlık ve bunun ayrılmaz bir parçası olarak deÄŸerlendirilen grev hakkı, bu kanun ile düzenlenmiÅŸtir.
Söz konusu alan çalışanların çalışma, örgütlenme, toplu pazarlık gibi temel hak ve özgürlükleriyle doÄŸrudan ilgisi sebebiyle Anayasanın 51 nci, 52, 53 ve 54 ncü maddelerindeki hükümlerle düzenlenmiÅŸ olduÄŸu gibi, Anayasamızda örgütlenme, çalışma haklarıyla ilgili diÄŸer düzenlemeler de mevcuttur. Anayasanın 49 uncu maddesinde Devlet’in, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek ve çalışma hayatını geliÅŸtirmek amacıyla çalışanları korumak için gerekli önlemleri alacağı; 50 nci maddesinde de kimsenin, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan iÅŸlerde çalıştırılamayacağı ile küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliÄŸi olanların çalışma ÅŸartları bakımından özel olarak korunacakları emredici biçimde düzenlenmiÅŸtir.
Anayasal kuralların ruhuna uygun olarak düzenleme yapılması yerine gündelik ihtiyaçların giderilmesini önceleyen, her alanda olduÄŸu gibi sendika ve toplu sözleÅŸme alanında da günü kurtarmaya yönelik özgürlükleri kısıtlayıcı bir biçimde hareket eden Hükümet tarafından 6356 sayılı Yasa’ya eklenen bu hüküm bu hakkın öznesini deÄŸiÅŸtirerek örgütlenme hakkını ve toplu pazarlık yapma hakkını kısıtlamaktadır.
Anayasanın 51. maddesi “Çalışanlar ve iÅŸverenler, üyelerinin çalışma iliÅŸkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliÅŸtirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluÅŸlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz” ÅŸeklindedir.
Sendika özgürlüÄŸü, sendikaya üye olmak, çekilmek, üst kuruluÅŸlar kurmak ve sendikal faaliyetleri kapsayan bir özgürlük olarak tanımlanmıştır. Sendika hakkını sınırlama nedenleri genel sınırlama nedenlerinin yanında Anayasanın 51. maddesinde özel olarak düzenlenmiÅŸtir. Sendika kurma hakkı Anayasamızda ayrım gözetmeksizin “çalışanlar ve iÅŸverenler”e tanınmış ve güvence altına alınmıştır. Yine Anayasamızın 53 ve 54 üncü maddelerinde çalışanlara toplu sözleÅŸme yapma hakkı ile bunun ayrılmaz bir parçası olan grev hakkı düzenlenmiÅŸtir.
Bu hakların somutlanışında esas itibariyle iÅŸçilerin iÅŸyerlerinde örgütlenme haklarının kullanabilmeleri amacıyla 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanunu ile düzenlemeler yapılmıştır. Örgütlenme hakkının kullanılması için 6356 Sayılı Kanun ile iÅŸkolu esasına göre sendika kurulması ve iÅŸçilere bu çerçevede çalıştıkları iÅŸkolundaki sendikalara üye olabilme hakkı getirilmiÅŸtir. Anayasa Mahkemesi, 6356 Sayılı Yasanın bazı maddelerinin iptali için açılan dava ile ilgili olarak verdiÄŸi 21.10.2014 tarih ve Esas Sayısı: 2013/1 Karar Sayısı: 2014/161 No’lu kararında sendikaların iÅŸkolu esasına göre kurulması ve faaliyet göstermesinde Anayasaya aykırılık bulunmadığını belirtmektedir. Yine 6356 Sayılı Sendikalar Kanunu’nun 41 inci Maddesinde iÅŸletme esasında toplu iÅŸ sözleÅŸmesi imzalanması için tek bir yetkili sendika belirlenmesinde de Anayasaya aykırılık olmadığını belirtmektedir. Yasanın iÅŸletme esası çerçevesinde toplu iÅŸ sözleÅŸmesi imzalanmasını düzenlemesi ve bir iÅŸyerinde aynı anda birden fazla toplu sözleÅŸme imzalanamayacağına iliÅŸkin düzenlemesinin ana noktasını da 6356 Sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde “iÅŸyerinde esas iÅŸin” iÅŸkolunun belirlenmesinde esas alınacağı, esas iÅŸe baÄŸlı olan diÄŸer iÅŸlerin ise “baÄŸlı iÅŸler” olarak deÄŸerlendirilerek, bu baÄŸlı iÅŸlerdeki iÅŸçilerin de esas iÅŸkolundaki sendikaya üye olabilecekleri düzenlenmiÅŸtir. Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa’nın 51 ve 53, 54 üncü maddelerinde belirlenen örgütlenme hakkına ve Kanun önünde eÅŸitlik ilkesine aykırı olmadığı sonucuna ulaÅŸmıştır.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 106 ıncı maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7 ile 375 Sayılı KHK’ya eklenen Geçici Madde 23 ve 24 üncü madde kapsamında bu maddelerin birinci fıkralarında sayılan kamu kurum ve kuruluÅŸları bünyesinde hizmet alım yöntemiyle çalıştırılan iÅŸçilerin belirli ÅŸartları taşıması ÅŸartıyla kadroya geçirilmelerini müteakip, söz konusu iÅŸçilerin geçiÅŸ sonrasında çalıştırılacakları iÅŸyerlerinin gireceÄŸi iÅŸkolları düzenlenmiÅŸtir. Bu düzenlemeye göre iÅŸçinin geçiÅŸ öncesinde çalıştığı iÅŸkolu, fiilen çalıştığı kamu iÅŸyerinden farklı olarak özel sektör tarafından yapılan iÅŸin nevi ve cinsi çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ilan edilen Nace Revize 2 koduna istinaden belirlenmiÅŸse geçiÅŸ sonrasında da kamu iÅŸyerinin girdiÄŸi iÅŸkolu farklı ise 6356 Sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin emredici hükmü çerçevesinde iÅŸkolu deÄŸiÅŸikliÄŸi yapılmaması için düzenlenmiÅŸtir. Bu durumu bir örnekle açmak gerekmektedir. 2017 yılında A Üniversitesi’nin açmış olduÄŸu temizlik ihalesini alan bir firma 6356 Sayılı Kanunun 4 üncü maddesi çerçevesinde A üniversitesindeki iÅŸyerini 20 Sayılı Ä°ÅŸkolu olan “Genel Ä°ÅŸler” iÅŸkoluna tescil ettirmek zorundadır. Bu çerçevede A Üniversitesindeki çalışan iÅŸçiler Üniversitelerin içinde yer aldığı 10 Sayılı “Ticaret, EÄŸitim, Büro Ä°ÅŸkolu”nda çalışırken alt-iÅŸveren iÅŸçileri ile üniversitenin iÅŸçileri bu çerçevede aynı iÅŸyerinde çalışırken farklı iÅŸkollarına tabi olduÄŸundan farklı sendikalara üye olmak zorunda idi. Ancak, 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenen ve 7079 Sayılı Kanun olarak TBMM tarafından onaylanan KHK’nın ilgili Maddesi çerçevesinde yapılan düzenleme ile bu tür ihale kapsamındaki hizmet alım ihalesi kapsamında çalışan iÅŸçilerin Üniversitenin kadrosuna alınması düzenlenmiÅŸtir. Bu geçiÅŸ sonrası A Üniversitesi iÅŸvereni tarafından Üniversitedeki iÅŸler esas iÅŸ olan “eÄŸitim iÅŸi” 10 No’lu iÅŸkolunda tescil ettirildiÄŸinden, 6356 Sayılı Sendikalar Kanunu’nun 4 üncü Maddesi gereÄŸince de bir eÄŸitim kurumunda eÄŸitime yardımcı iÅŸler baÄŸlı iÅŸ sayıldığından, alt-iÅŸveren iÅŸçileri kadrolu iÅŸçiler gibi 10 No’lu iÅŸkolunda çalışmaya baÅŸlayacaklardır.
Yasa koyucu bu sürece müdahale etmiÅŸ ve alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin geçiÅŸ öncesi girdiÄŸi iÅŸkolu, geçiÅŸ yaptığı kamu kurumunun girdiÄŸi iÅŸkolundan farklı ise Yüksek Hakem Kurulu tarafından imzalanmış olan kamu iÅŸveren sendikası ile kamu alt iÅŸvereni arasındaki en son toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin yürürlük süresinin bitim tarihine kadar (tahmini olarak 2020 yılı Temmuz ayına kadar) belirli bir süre ile 6356 Sayılı Yasanın öngördüÄŸü iÅŸkolu deÄŸiÅŸikliÄŸinin yapılmamasını öngörmüÅŸtür. Bu düzenleme neticesinde kamu kurumunun iÅŸçisi olan iÅŸ akdi imzalamış olan iÅŸçiler özgür iradelerini kullanıp o iÅŸyerindeki örgütlü olan, yetkili olan sendikalara üye olma haklarını kullanamayacaklardır. O iÅŸyerinde yürürlükte olan toplu iÅŸ sözleÅŸmesinden yararlanamayacaklardır. Toplu iÅŸ sözleÅŸmesi ile öngörülmüÅŸ çalışma ÅŸartlarından, izin, sosyal ve diÄŸer ekonomik ve sosyal haklardan yararlanamayacaklardır. Ancak, geçiÅŸ öncesi, geçiÅŸ yapılan kamu kurumunun girdiÄŸi iÅŸkolu ile aynı olan iÅŸçiler ise geçiÅŸ tarihinden itibaren geçiÅŸ yaptıkları kamu kurumunun iÅŸçileri ile aynı haklara sahip olacaklar, o kamu kurumunda örgütlenmiÅŸ olan sendikaya üye olabilecekler, o iÅŸyerinde imzalanmış olan toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin ücret, sosyal yardımlar ve ikramiye maddesi hariç olmak üzere diÄŸer ekonomik ve sosyal haklardan faydalanmaya baÅŸlayacaklardır. GörüldüÄŸü üzere bu düzenleme 6356 Sayılı kanunun özüne ve ruhuna aykırı olduÄŸu gibi Anayasa’da belirlenmiÅŸ olan örgütlenme ve toplu pazarlık hakkına da açıkça aykırı bir durum yaratmaktadır. Bu nedenle yukarıda belirlenen sebeplerle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 1065 ıncı maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7, Anayasanın 51 ve 53 ve 54 üncü maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 10 uncu Maddesine Aykırılığı
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1)Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir.(2)Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür.(3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.(4)Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [36] [37] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir, amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 106 ıncı maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7 ile 375 Sayılı KHK’ya eklenen Geçici Madde 23 ve 24 üncü madde kapsamında bu maddelerin birinci fıkralarında sayılan kamu kurum ve kuruluÅŸları bünyesinde hizmet alım yöntemiyle çalıştırılan iÅŸçilerin belirli ÅŸartları taşıması ÅŸartıyla kadroya geçirilmelerini müteakip, söz konusu iÅŸçilerin geçiÅŸ sonrasında çalıştırılacakları iÅŸyerlerinin gireceÄŸi iÅŸkolları düzenlenmiÅŸtir. Bu düzenlemeye göre iÅŸçinin geçiÅŸ öncesinde çalıştığı iÅŸkolu, fiilen çalıştığı kamu iÅŸyerinden farklı olarak özel sektör tarafından yapılan iÅŸin nevi ve cinsi çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ilan edilen Nace Revize 2 koduna istinaden belirlenmiÅŸse geçiÅŸ sonrasında da kamu iÅŸyerinin girdiÄŸi iÅŸkolu farklı ise 6356 Sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin emredici hükmü çerçevesinde iÅŸkolu deÄŸiÅŸikliÄŸi yapılmaması için düzenlenmiÅŸtir. Bu durumu bir örnekle açmak gerekmektedir. 2017 yılında A Üniversitesi’nin açmış olduÄŸu temizlik ihalesini alan bir firma 6356 Sayılı Kanunun 4 üncü maddesi çerçevesinde A üniversitesindeki iÅŸyerini 20 Sayılı Ä°ÅŸkolu olan “Genel Ä°ÅŸler” iÅŸkoluna tescil ettirmek zorundadır. Bu çerçevede A Üniversitesindeki çalışan iÅŸçiler Üniversitelerin içinde yer aldığı 10 Sayılı “Ticaret, EÄŸitim, Büro Ä°ÅŸkolu”nda çalışırken alt-iÅŸveren iÅŸçileri ile üniversitenin iÅŸçileri bu çerçevede aynı iÅŸyerinde çalışırken farklı iÅŸkollarına tabi olduÄŸundan farklı sendikalara üye olmak zorunda idi. Ancak, 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenen ve 7079 Sayılı Kanun olarak TBMM tarafından onaylanan KHK’nın ilgili Maddesi çerçevesinde yapılan düzenleme ile bu tür ihale kapsamındaki hizmet alım ihalesi kapsamında çalışan iÅŸçilerin Üniversitenin kadrosuna alınması düzenlenmiÅŸtir. Bu geçiÅŸ sonrası A Üniversitesi iÅŸvereni tarafından Üniversitedeki iÅŸler esas iÅŸ olan “eÄŸitim iÅŸi” 10 No’lu iÅŸkolunda tescil ettirildiÄŸinden, 6356 Sayılı Sendikalar Kanunu’nun 4 üncü Maddesi gereÄŸince de bir eÄŸitim kurumunda eÄŸitime yardımcı iÅŸler baÄŸlı iÅŸ sayıldığından, alt-iÅŸveren iÅŸçileri kadrolu iÅŸçiler gibi 10 No’lu iÅŸkolunda çalışmaya baÅŸlayacaklardır.
Yasa koyucu bu sürece müdahale etmiÅŸ ve alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin geçiÅŸ öncesi girdiÄŸi iÅŸkolu, geçiÅŸ yaptığı kamu kurumunun girdiÄŸi iÅŸkolundan farklı ise Yüksek Hakem Kurulu tarafından imzalanmış olan kamu iÅŸveren sendikası ile kamu alt iÅŸvereni arasındaki en son toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin yürürlük süresinin bitim tarihine kadar (tahmini olarak 2020 yılı Temmuz ayına kadar) belirli bir süre ile 6356 Sayılı Yasanın öngördüÄŸü iÅŸkolu deÄŸiÅŸikliÄŸinin yapılmamasını öngörmüÅŸtür. Bu düzenleme neticesinde kamu kurumunun iÅŸçisi olan iÅŸ akdi imzalamış olan iÅŸçiler özgür iradelerini kullanıp o iÅŸyerindeki örgütlü olan, yetkili olan sendikalara üye olma haklarını kullanamayacaklardır. O iÅŸyerinde yürürlükte olan toplu iÅŸ sözleÅŸmesinden yararlanamayacaklardır. Toplu iÅŸ sözleÅŸmesi ile öngörülmüÅŸ çalışma ÅŸartlarından, izin, sosyal ve diÄŸer ekonomik ve sosyal haklardan yararlanamayacaklardır. Ancak, geçiÅŸ öncesi geçiÅŸ yapılan kamu kurumunun girdiÄŸi iÅŸkolu ile aynı olan iÅŸçiler ise geçiÅŸ tarihinden itibaren geçiÅŸ yaptıkları kamu kurumunun iÅŸçileri ile aynı haklara sahip olacaklar, o kamu kurumunda örgütlenmiÅŸ olan sendikaya üye olabilecekler, o iÅŸyerinde imzalanmış olan toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin ücret, sosyal yardımlar ve ikramiye maddesi hariç olmak üzere diÄŸer ekonomik ve sosyal haklardan faydalanmaya baÅŸlayacaklardır. GörüldüÄŸü üzere bu düzenleme 6356 Sayılı kanunun özüne ve ruhuna aykırı olduÄŸu gibi Anayasa’nın 10 uncu maddesinde belirtilen “Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi” ne de açıkça aykırı bir durum yaratmaktadır. GeçiÅŸ öncesi dönemde 375 Sayılı KHK’ya eklenen Geçici 23 ve 24 üncü maddeler çerçevesinde kamu kurum veya kuruluÅŸlarınca açılmış olan hizmet alım ihaleleri çerçevesinde “aynı iÅŸlerde” çalıştırılmalarına, geçiÅŸ iÅŸlemleri neticesinde yasa gereÄŸi aynı iÅŸlerini yapmaya devam edecek olmalarına, baÅŸka deyiÅŸle statüleri ve yaptıkları iÅŸler deÄŸiÅŸmeyecek olan, Anayasa’nın 128 inci Maddesi çerçevesinde diÄŸer kamu görevlisi olarak tanımlanacak bu kiÅŸilerden bir kısmı çalışma hayatı ile ilgili sendikal ve toplu pazarlık haklarından yararlanabilecek, ancak bazı çalışanlar ise yararlanamayacaklardır. Bu durum Anayasa’nın 10 uncu maddesinde belirlenen kanun önünde eÅŸitlik ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamakta ve bu nedenle iptali gerekmektedir.
c) Anayasanın 90 ıncı Maddesine aykırılık
Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüÄŸe konulmuÅŸ temel hak ve özgürlüklere iliÅŸkin milletlerarası antlaÅŸmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuÅŸmazlıklarda milletlerarası antlaÅŸma hükümlerinin esas alınacağı kuralına yer verilmiÅŸtir.
Anayasamızın 90. maddesi gereÄŸince, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir yasa ile uygun bulduÄŸu sendika kurma temel hak ve özgürlüÄŸüne iliÅŸkin antlaÅŸmalar ve maddeleri ÅŸunlardır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
“Md. 20/1 Herkes, barışçı toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir.”
Md. 23/1 Herkesin çalışma, iÅŸini özgürce seçme, adil ve elveriÅŸli koÅŸullarda çalışma ve iÅŸsizliÄŸe karşı korunma hakkı vardır.
Md. 23/2 Herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eÅŸit iÅŸ için eÅŸit ücret hakkı vardır.
Md. 23/4 Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı vardır.”
BirleÅŸmiÅŸ Milletler Ä°nsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin (23/4) maddesi ile bir kısıtlama getirilmeksizin herkesin çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Ancak, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 105 inci maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7 ile kamu kurum ve kuruluÅŸlarına geçiÅŸleri yapılan kamu alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin bir kısmının sendika seçme hürriyeti kısıtlanarak iÅŸ akdi yaptıkları kamu kurum ve kuruluÅŸlarında örgütlü olan sendikalara üye olabilmelerinin engellenmesi, bu kurumlarda imzalanmış olan toplu iÅŸ sözleÅŸmelerinden yararlanamamaları BirleÅŸmiÅŸ Miletler Ä°nsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 20/1, 23/1, 23/2 ve 23/4 maddelerindeki düzenlemelerle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Sendika kurma hakkı çoÄŸulcu demokratik sosyal hukuk devletinde örgütlenme/dernek kurma hakkının bir çeÅŸididir. Herkesin ayrım gözetilmeksizin eÅŸit iÅŸ için eÅŸit ücret altında olması ancak teorik ve pratik olarak sendikaların çatısı altında toplanması, iÅŸverenlerin takdirinden insafından kurtarılması ile mümkün olur.
BirleÅŸmiÅŸ Milletler Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası SözleÅŸmesinin 7. maddesinde, SözleÅŸmeye taraf devletlerin özellikle tüm iÅŸçilerin en azından adil bir ücretle ayrım gözetmeksizin eÅŸ deÄŸerde iÅŸler için eÅŸit ücretlendirme; SözleÅŸme hükümlerine uygun olarak kendileri ve aileleri için insanca bir yaÅŸam düzeyi saÄŸlayacak bir ücret düzeni; güvenli ve saÄŸlıklı çalışma koÅŸulları; kıdem ve yeterlilik dışında hiçbir koÅŸula baÄŸlı olmaksızın iÅŸinde uygun bir düzeye yükselmek üzere eÅŸit ilerleme fırsatı; dinlenme, boÅŸ zaman ve makul çalışma süresi ve ücretli dönemsel tatillerle, resmi tatillerde ücret verilmesini saÄŸlayacak adil ve elveriÅŸli çalışma koÅŸullarından herkesin yararlanma hakkını tanımaları öngörülmüÅŸ; 8. maddesiyle ise, sendika kurma hakkı, sendikaya üye olma hakkı, sendikal faaliyetlerde bulunma hakkı, sendikaların ulusal federasyon ya da konfederasyonlar kurma ve konfederasyonların uluslararası sendika örgütleri oluÅŸturma ya da bu örgütlere üye olma hakkı tanınmıştır. Söz konusu 7. maddedeki amaçların gerçekleÅŸmesi ancak 8. madde de herhangi bir sınırlama getirilmeden tanınan sendikalaÅŸma hakkı ile mümkündür. Söz konusu düzenleme ile iÅŸçiler çalıştıkları iÅŸyerinde örgütlü sendikalara üye olamayacaklar, imzalanmış olan toplu iÅŸ sözleÅŸmelerinden faydalanmayacaklardır. Bu nedenle iptali istenen düzenleme BirleÅŸmiÅŸ Milletler Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Uluslararası SözleÅŸmesinin 7 ve 8. Maddeleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
KiÅŸisel ve Siyasal Haklar SözleÅŸmesi’nin (22/1) maddesinde, herkesin baÅŸkalarıyla birlikte dernek kurma hak ve özgürlüÄŸüne sahip olduÄŸu; bu hakkın, herkesin çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını da içerdiÄŸi belirtilirken, 26. Maddesinde, herkesin yasa önünde eÅŸit ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eÅŸit olarak korunma hakkına sahip olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7 ile getirilen kısıtlamalar, kiÅŸisel ve Siyasal Haklar SözleÅŸmesi’nin 22/1 ve 26. maddesine aykırıdır. Bu kısıtlama, SözleÅŸmenin “Herkes Yasa önünde eÅŸittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eÅŸit olarak korunma hakkına sahiptir” düzenlemesine de aykırıdır.
Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesinin (11/1) maddesinde, “Herkesin barışçı amaçlarla toplanma ve baÅŸkalarıyla dernek kurma hakkı vardır. Bu hak, yine herkesin çıkarlarını korumak amacıyla, sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını da içerir.” denilmiÅŸtir.
Emek gücünden baÅŸkaca satacak hiçbir ÅŸeyi olmayan iÅŸçiler korunması gerekirken, sendikal hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerinin önüne engel konması ve ayrımcılığa tabi tutulmaları SözleÅŸmenin (11/1) maddesindeki, “herkesin çıkarını korumak amacıyla sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını da içerir” kuralıyla baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Avrupa Sosyal Åžartı’nın 1. Bölüm 5. maddesinde, “Tüm çalışanların ve çalıştıranların ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak amacıyla ulusal ve uluslararası düzeyde örgütlenme özgürlüÄŸüne hakkı vardır.” denilirken; 6. maddesinde, “Tüm çalışanların ve çalıştıranların toplu pazarlık hakkı vardır.” denilmiÅŸ; 2. Bölüm 5. maddesi, “SözleÅŸmeci taraflar, çalışanların ve çalıştıranların ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumak için yerel, ulusal ve uluslararası örgütler kurma ya da bu örgütlere üye olma özgürlüÄŸünü saÄŸlamak ya da geliÅŸtirmek üzere, ulusal yasaların bu özgürlüÄŸü zedelemesini ya da zedeleyici biçimde uygulanmasını önlemeyi üstlenir.” ÅŸeklinde kurallaÅŸtırılırken; 6. maddesi, “Toplu Pazarlık Hakkının etkin biçimde kullanılmasını saÄŸlamak üzere SözleÅŸmeci Taraflar;
1. Çalışanlar ve çalıştıranlar arasında ortak görüÅŸmeleri geliÅŸtirmeyi;
2. Gerekli ve uygun olduÄŸu durumlarda, toplu sözleÅŸme yoluyla iÅŸ koÅŸullarının düzenlenmesi amacıyla çalıştıranların ya da çalışan örgütlerinin çalışanların örgütleriyle özgürce görüÅŸmeleri yöntemi geliÅŸtirmeyi,
3. Ä°ÅŸ uyuÅŸmazlıklarının çözümü için uygun uzlaÅŸtırma ve isteÄŸe baÄŸlı hakem sisteminin kurulmasını ve iÅŸletilmesini geliÅŸtirmeyi üstlenir ve
4. Çıkar çatışması durumunda çalışanların ve çalıştıranların yürürlükteki toplu sözleÅŸmelerden doÄŸabilecek yükümlülükler saklı kalmak üzere grev hakkı dahil, toplu eylem hakkını tanır.” ÅŸeklinde kurallaÅŸtırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, Medeni Milletler Toplumunun bir üyesi olmak amacındadır. Buradan anlaşılması gereken, insanın sırf insan olmasından ve eÅŸit, özgür yaratılmasından dolayı kendisini gerçekleÅŸtirebilmesi için üzerindeki siyasal, ekonomik, toplumsal her türlü baskıyı kaldırarak kendini toplum içinde huzurlu, mutlu, güvenli, endiÅŸesiz, kaygısız hissedebilecek bir toplum kurmak ve bu toplumu kurarken aklı, bilimi, mantığı, adaleti, eÅŸitliÄŸi, hakkaniyeti egemen kılmaktır. Bunun için aynı çıkarları taşıyanların diÄŸer çıkar gruplarının haklarına zarar vermeden örgütlenmeleri ve “birlikten güç doÄŸar” mantığı ile hak aramaları çoÄŸulcu demokratik sosyal hukuk devletlerinde temel bir ilkedir. Bu nedenle nüfusun büyük çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturan, emek gücünü satarak, çalışanların örgütlenmeleri esas olup, bu örgütlenmelerin, örgütlenme özgürlüÄŸünün özüne gereksiz yere aşırı sınırlamalar getiren düzenlemeler uluslararası hukuk baÄŸlamında geçerli deÄŸildir. Bu nedenle Avrupa Sosyal Åžartı sendika, toplu pazarlık ve grev haklarını her hangi bir sınırlama getirmeden tanımıştır. Ancak kamuda yıllarca fiilen çalışan, ancak hukuken de yeni çalışacak olan kamu iÅŸçilerinin geçiÅŸlerinden sonra da sendikal haklarının kısıtlanması, imzalanmış toplu sözleÅŸmelerden yararlanamamaları ASÅž ile çeliÅŸmektedir. Bu nedenle iptali istenen düzenleme Avrupa Sosyal Åžartı’nın yukarıda yer verilen hükümleriyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütünün (Ä°LO) 87 Sayılı Sendika ÖzgürlüÄŸüne ve Sendika Hakkının Korunmasına Ä°liÅŸkin SözleÅŸmesinin;
1. maddesi, “Hakkında bu SözleÅŸmenin yürürlükte bulunduÄŸu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi aÅŸağıdaki hükümleri yerine getirmeyi üstlenir.”
2. maddesi, “Çalışanlar ve iÅŸverenler herhangi bir ayrım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluÅŸları kurmak ve yalnız bu kuruluÅŸların tüzüklerine uymak koÅŸulu ile bunlara üye olma hakkına sahiptir.”
3. maddesi, “1. Çalışanların ve iÅŸverenlerin örgütleri tüzük ve iç yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iÅŸ programlarını belirlemek hakkına sahiptirler.
4. Kamu makamları bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun ÅŸekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmalıdırlar.”
5. maddesi, “Çalışanların ve iÅŸverenlerin örgütleri, federasyon ya da konfederasyon kurma ve bunlara üye olma ve her örgüt, federasyon veya konfederasyon, uluslararası çalışanlar ve iÅŸverenler örgütlerine katılma hakkına sahiptirler.”
8. maddesi, “1-Çalışanlar ve iÅŸverenlerle bunlara ait örgütler bu sözleÅŸme ile kendilerine tanınmış olan hakları kullanmada, diÄŸer kiÅŸiler veya örgütlenmiÅŸ topluluklar gibi, yasalara uymak zorundadırlar.
8.2 Yasalar, bu SözleÅŸme ile öngörülen güvencelere zarar verecek nitelikte olamaz veya zarar verecek ÅŸekilde uygulanamaz.”
11. maddesi, “Hakkında bu sözleÅŸmenin yürürlükte bulunduÄŸu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve iÅŸverenlerin örgütlenme hakkını serbestçe kullanmalarını saÄŸlamak amacıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür.”
Kurallarına amirdir.
ILO’nun 87 sayılı SözleÅŸmesinin 1., 2., 3/ 1 ve 2, 5., 8. 8/ 1 ve 2, 11. maddeleri açıktır. Çalışanların ortak ekonomik hak ve çıkarlarını korumak ve kollamak, geliÅŸtirmek için sendika (Birlik, union, koalisyon, örgütlenme) hakları vardır. Bu hakların kullanılmasında taraf devletler sınırlayıcı deÄŸil, kolaylaÅŸtırıcı önlemler getireceklerdir. 8. maddenin ikinci fıkrasında açıkça yer alan “Yasalar, bu sözleÅŸme ile öngörülen güvencelere zarar verecek nitelikte olamaz veya zarar verecek ÅŸekilde uygulanamaz” ve 11. maddede yer alan “Hakkında bu sözleÅŸmenin yürürlükte bulunduÄŸu Uluslararası Çalışma Örgütünün her üyesi, çalışanların ve iÅŸverenlerin örgütlenme hakkını serbestçe kullanmalarını saÄŸlamak amacıyla gerekli ve uygun bütün önlemleri almakla yükümlüdür” düzenlemeleri bu hususu ortaya koymaktadır.
ILO’nun TeÅŸkilatlanma ve Kolektif Müzakere Hakkı Prensiplerinin Uygulamasına Müteallik 98 sayılı SözleÅŸmenin 4. maddesi,
1. maddesi, “1.Ä°ÅŸçiler çalışma hususunda sendika hürriyetine helal getirmeye matuf her türlü fark gözetici harekete karşı tam bir himayeden faydalanacaktır.
2. Böyle bir himaye bilhassa, Bir iÅŸçinin çalıştırılmasını, bir sendikaya girmemesi veya bir sendikadan çıkması ÅŸartına tabi kılmak.
Bir sendikada üye olması yahut çalışma saatleri dışında veya iÅŸverenin muvafakati ile çalışma saatlerinde sendika faaliyetlerine iÅŸtirak etmesinden dolayı bir iÅŸçiyi iÅŸinden çıkarmak veya baÅŸka suretle onu ızrar etmek; maksatlara müteallik hususlarda uygulanacaktır.”
2. maddesi, “1. Ä°ÅŸçi ve iÅŸveren teÅŸekkülleri, gerek doÄŸrudan doÄŸruya, gerek mümessilleri veya üyeleri vasıtasıyla birbirlerinin kuruluÅŸları, iÅŸleyiÅŸleri ve idarelerine müdahalede bulunmalarına karşı gerekli surette himaye edileceklerdir.”
4. maddesi, “Çalışma ÅŸartlarını kolektif mukavelerle tanzim etmek üzere iÅŸverenler veya iÅŸveren teÅŸekkülleriyle iÅŸçi teÅŸekkülleri arasında ihtiyari müzakere usulünden faydalanılmasını ve bu usulün tam bir surette geliÅŸtirilmesini teÅŸvik etmek ve gerçekleÅŸtirebilmek için lüzumu halinde milli ÅŸartlara uygun tedbirler alınacaktır.” ÅŸeklindedir.
Daha önce belirttiÄŸimiz üzere toplu pazarlık usulünü teÅŸvik etmek ve gerçekleÅŸtirmek için lüzumu halinde alınacak önlemlerin, gönüllü ve özgür toplu pazarlık ilkesine uyumlu ve toplu pazarlığı güçleÅŸtirici deÄŸil; kolaylaÅŸtırıcı olması gerekmektedir.
ILO’nun 87 sayılı Sendika ÖzgürlüÄŸü ve Sendika Hakkının Korunması SözleÅŸmesi’nin 2. maddesi ÅŸu ÅŸekildedir:
“Çalışanlar ve iÅŸverenler, herhangi bir ayırım yapılmaksızın önceden izin almadan istedikleri kuruluÅŸları kurmak ve yalnız bu kuruluÅŸların tüzüklerine uymak koÅŸuluyla bunlara üye olmak hakkına sahiptirler.” Prof. Dr. Mesut Gülmez, bu maddeyi yorumlarken, “seçtikleri örgütleri kurma ve bu örgütlere üye olma hakkı”nı ÅŸu ÅŸekilde açıklamaktadır: “Sendika özgürlüÄŸünün temel öÄŸelerinden birini oluÅŸturan bu ilke, çalışanların sendikaların yapısını ve bileÅŸimini özgürce belirleme hakkı yanı sıra, çeÅŸitli (iÅŸletme, iÅŸkolu ve ulusal) düzeylerde bir ya da birden çok örgüt kurma ve bunlardan birine üye olma hakkını da kapsar. Böylece 87 sayılı SözleÅŸme, birçok ülkede geçerli olan “sendika çokluÄŸu” ve dolayısıyla “sendika seçme özgürlüÄŸü” ilkesini benimsemiÅŸtir. Bu nedenle de, iÅŸletme ya da ulusal düzeylerde, çalışanların çeÅŸitli sendikal örgütler arasında seçme yapmasına olanak vermeyen ulusal düzenlemeler, SözleÅŸme ‘ye aykırı düÅŸecektir” (Mesut Gülmez. 1988. Sendikal Hakların Uluslararası Kuralları ve Türkiye (UÇÖ/ILO SözleÅŸme ve Ä°lkeleri. Cilt 1. TODAÄ°E Yayınları. Ankara. S.172).
Bu baÄŸlamda iptali istenen düzenleme sendikaya üye olmayı kısıtladığından, çalışılan iÅŸyeri veya iÅŸletmedeki bağıtlanmış bir toplu iÅŸ sözleÅŸmesinin hükümlerinden yararlanabilmeyi engellediÄŸinden usulüne göre yürürlüÄŸe konulmuÅŸ temel hak ve özgürlüklere iliÅŸkin milletlerarası antlaÅŸmalarla baÄŸdaÅŸmadığından Anayasa’nın 90. maddesine aykırıdır.
Bu nedenle yukarıda belirlenen sebeplerle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 106 ıncı maddesi ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu Ä°ÅŸ SözleÅŸmesi Kanununa eklenen Geçici Madde 7, Anayasanın 51 ve 53 ve 54 üncü Maddelerine, 10 uncu Maddesine ve 90 ıncı Maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
23. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 109. Maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra’nın Anayasa’ya aykırılığı
BilindiÄŸi gibi, kamu hizmetleri, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir. Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teÅŸebbüslerinin ve diÄŸer kamu tüzel kiÅŸilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiÄŸi asli ve sürekli görevler, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ilgili kamu görevlilerinin atama ve diÄŸer özlük hakları ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ”Ä°stihdam Åžekilleri” baÅŸlığını taşıyan 4. maddesinde ise; kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleÅŸmeli personel, geçici personel ve iÅŸçiler eliyle gördürüleceÄŸi hükmü yer almaktadır. Yine 657 Sayılı Kanunun yanında 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve 399 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile Kamu Ä°ktisadi KuruluÅŸlarında çalışan personelin atanma, iÅŸe alma, özlük hakları ve emeklilik hakları gibi düzenlemeler yapılmıştır.
Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi” çerçevesinde söz konusu kamu görevlilerinin atama ÅŸartları ve özlük haklarının diÄŸer kamu görevlileri gibi kanunlar yoluyla objektif biçimde önceden belirlenmiÅŸ olması gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi SaÄŸlık Hizmetleri Temel Yasasının iptali istemi dolayısı ile verdiÄŸi kararda; hiçbir yasaya, hiçbir kurala baÄŸlı olmadan sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasının hukuksal yönden olanaksız olduÄŸuna karar vermiÅŸ, ancak sözleÅŸmeli personelin göreve alınma, görevden çıkarılma nedenleri ve çalıştırma koÅŸulları yasada gösterildiÄŸi takdirde, bu tür sözleÅŸmeli personelin diÄŸer kamu görevlisi sayılabileceÄŸine karar vermiÅŸtir.
Anayasa Mahkemesinin, 308 sayılı KHK’nin iptali için açılan davada verdiÄŸi E.1988/5, K.1988/55 sayılı Kararda aynen ÅŸöyle denilmektedir: “Atama, gerek öÄŸretide, gerek yargısal içtihatlarda birbiriyle uyumlu ve tutarlı biçimde bir ÅŸart iÅŸlem olarak nitelendirilmektedir. Åžart iÅŸlemlerin temel karakteristiÄŸini, objektif hukuktan gelen bir güç ve yetkinin kullanılması oluÅŸturmaktadır. Ä°ÅŸlemin konusunu, objektif hukuk kuralları düzenlediÄŸi için tarafların iradesinin belirleme yetkisi yoktur. Atama iÅŸleminde memur ya da diÄŸer kamu görevlilerinin rolü, karşılıklı hak ve yükümlülüklerin, yetki ve sorumlulukların kural iÅŸlemleri önceden saptandığı, var olan ve doÄŸmuÅŸ bir statüye intisap etmekten ibarettir.”
Ancak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra ile 23/05/2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 09/05/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 21 inci maddesi gereÄŸince kurulan Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Anonim Åžirketi (PTT)’nin istihdam edeceÄŸi personel hakkında yukarıda belirtilen 657 Sayılı Kanun ile 233 ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin personel alımına iliÅŸkin hükümleri uygulanmayacağı öngörülmektedir.
Öncelikle yukarıda da belirtildiÄŸi üzere “Anayasamızın 128 inci maddesinde düzenlenen “Devletin, kamu iktisadi teÅŸebbüslerinin ve diÄŸer kamu tüzel kiÅŸilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiÄŸi asli ve sürekli görevler, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.” Hüküm PTT için geçerli midir, deÄŸil midir?” sorusunun cevabı konu açısından önemlidir.
PTT’nin hukuki statüsüne bakıldığında PTT’nin özetle bir Kamu Ä°ktisadi TeÅŸekkülü olduÄŸu görülmektedir. 17.07.1953 tarihli Resmi Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüÄŸe giren 6145 sayılı Kanunla kurulan, Türkiye Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon Ä°ÅŸletmesi, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun Bir Maddesinin DeÄŸiÅŸtirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesine Dair 4000 sayılı Kanun ile Türk Telekomünikasyon A.Åž. ve Posta Ä°ÅŸletmesi Genel MüdürlüÄŸü ÅŸeklinde yeniden yapılandırılmış olup, 4000 sayılı Kanun ile Posta ve Telgraf Tesis ve Ä°ÅŸletmesine iliÅŸkin hizmetlerin T.C. Posta Ä°ÅŸletmesi Genel MüdürlüÄŸü (P.Ä°) tarafından yürütüleceÄŸi hükme baÄŸlanmış bulunmaktadır.
406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu ile deÄŸiÅŸikliklerinde geçen T.C. Posta Ä°ÅŸletmesi Genel MüdürlüÄŸü (P.Ä°.) ibareleri 4502 sayılı Kanunla “T.C. Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Genel MüdürlüÄŸü” (PTT) olarak deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir.
23/05/2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 09/05/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 21 inci maddesi gereÄŸince Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Anonim Åžirketi (PTT) kurulmuÅŸ ve 02/09/2013 tarihinde Ticaret Siciline kayıtla faaliyetine baÅŸlamıştır. Aynı tarih itibariyle T.C. Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Genel MüdürlüÄŸü faaliyetlerine son vermiÅŸtir.
Aynı Kanunun 31 inci maddesinin 3 üncü fıkrası gereÄŸince 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listenin “B - Kamu Ä°ktisadi KuruluÅŸları (KÄ°K) bölümünde yer alan “Türkiye Cumhuriyeti Posta Ä°ÅŸletmesi Genel MüdürlüÄŸü (P.Ä°.)” ibaresi listeden çıkarılmıştır. DiÄŸer mevzuatta mülga T.C. Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Genel MüdürlüÄŸüne yapılan atıflar PTT’ye yapılmış sayılır.
05.02.2017 tarih ve 29970 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanan 24.01.2017 tarih 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile PTT’nin sermayesinin tamamı Hazine MüsteÅŸarlığı’ndan Varlık Fonuna devredilerek tescil ve ilan edilmiÅŸtir.
PTT, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümlerine tabidir.
Bu çerçevede PTT, 6741 Sayılı Kanun hükümlerine tabi bir kamu ÅŸirketidir.
Türkiye Varlık Fonuna devredilen kamu ÅŸirketleri hakkında ilgili Kanunun 8 inci Maddesinin 5 inci maddesinde bu fona devredilen ÅŸirketlerde çalışan personele yukarıda belirtilen kanunların hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmektedir.
“(5) 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 6362 sayılı Kanun ile bu Kanun uyarınca yürürlüÄŸe konulan ikincil mevzuat, 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 4/7/2001 tarihli ve 631 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18/5/1994 tarihli ve 527 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlileri ile Ä°lgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu Ä°hale Kanunu, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu Ä°hale SözleÅŸmeleri Kanunu, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet Ä°hale Kanunu, 5/1/1961 tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanunu, 9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 2/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın-Ä°lân Kurumu TeÅŸkiline Dair Kanun, 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı ÖzelleÅŸtirme Uygulamaları Hakkında Kanun ile bunların ek ve deÄŸiÅŸikliklerine iliÅŸkin hükümler Türkiye Varlık Fonu ve Åžirket ile alt fonlar ve Åžirket tarafından kurulan diÄŸer ÅŸirketler hakkında uygulanmaz. Kamu kurum ve kuruluÅŸlarına personel alınmasına dair ilgili mevzuat hükümleri Åžirket tarafından istihdam edilecek personel hakkında uygulanmaz.”
Söz konusu Kanun ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi, bu ÅŸirketlerin Sayıştay denetimine tabi olmayacakları hükmüne iliÅŸkin olarak verdiÄŸi 2016/180 Esas ve 2018/4 Sayılı ve 18.1.2018 tarihli Kararında Türkiye Varlık Fonu’nun bir kamu kurumu olduÄŸunu çeÅŸitli saptamalarıyla yapmıştır.
Ancak Anayasa Mahkemesi, bir kamu hizmeti görevini yerine getiren PTT’nin yaptığı faaliyetleri yerine getiren personelin iÅŸe alınmasına iliÅŸkin kuralın Anayasanın 128 inci Maddesine uygun olup olmadığına iliÅŸkin herhangi bir karar almamıştır.
Bu çerçevede 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra ile 23/05/2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 09/05/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 21 inci maddesi gereÄŸince kurulan Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Anonim Åžirketi (PTT)’nin istihdam edeceÄŸi personel hakkında bir mevzuat hükümlerinin uygulanmayacağına iliÅŸkin düzenlemenin Anayasa’nın 128 inci addesi ile Anayasa’nın 2 nci maddelerine aykırılık taşıdığı ve bu nedenle iptali gerektiÄŸi açıklanacaktır.
a) Anayasa’nın 2 nci Maddesine Aykırılık
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”.
Hukuk devletinde devletin eylem ve iÅŸlemlerinde ayrımcılık yapılmaması esastır. Bu ÅŸekilde yurttaÅŸların devlete karşı güven duymaları saÄŸlanır. Bu durum aynı zamanda devletin yurttaÅŸları arasında ayrımcılık yapamayacağı ve eÅŸitlik ilkesine uyma zorunluluÄŸu anlamına gelir.
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1) Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir.(2) Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür.(3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.(4) Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [38] [39] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir, amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
Ayrımcılık yasağı ve eÅŸitlik ilkesi genel olarak aynı ilkenin pozitif ve negatif görünümleri olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “eÅŸitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, bazen yan yana ve bazen de aynı ÅŸeyi ifade etmek üzere kullanılabilen kavramlardır. Günümüzde eÅŸitlik ilkesi insan haklarına iliÅŸkin uluslararası sözleÅŸmelerin ayrılmaz parçasıdır. BaÅŸka bir deyiÅŸle eÅŸitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı, uluslararası hukukun en üstünde yer alan temel hukuk normu olarak kabul edilmektedir. Bu itibarla eÅŸitlik ilkesi, hem baÅŸlı başına bir hak hem de diÄŸer insan hak ve özgürlüklerinden yararlanılmasına hâkim, temel bir ilke olarak kabul edilmelidir.”5
Ayrımcılık, isteyerek veya istemeyerek, icrai ya da ihmali biçimde, bir hukuk sisteminde eÅŸit durumda olduÄŸu kabul edilen kiÅŸilere, bir hak veya yükümlülükle ilgili olarak, aralarında geçerli bir neden olmaksızın eÅŸit davranılmaması olarak tanımlanabilir. Ancak bugün bir hukuk sisteminde eÅŸit durumda olmadığı düÅŸünülen kiÅŸiler arasında bir hak ve yükümlülükle ilgili olarak geçerli bir neden olmaksızın eÅŸit davranılması halinin de dolaylı olarak ayrımcılık oluÅŸturabileceÄŸi de kabul edilmektedir. Bu nedenle sosyal hukuk devleti olmanın ön koÅŸullarından birisi de kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun davranma ve yurttaÅŸları, çalışanları açısından ayrımcı uygulamalar yapmama ilkesidir.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra ile 23/05/2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 09/05/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 21 inci maddesi gereÄŸince kurulan Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Anonim Åžirketi (PTT)’nin istihdam edeceÄŸi personel hakkında bir mevzuat hükümlerinin uygulanmayacağına iliÅŸkin düzenleme ile Posta Hizmetleri Kanunu çerçevesinde kurulan kamu ÅŸirketinde çalıştırılacak personelin alımında diÄŸer mevzuat hükümlerinin, bir diÄŸer deyiÅŸle 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 4/7/2001 tarihli ve 631 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18/5/1994 tarihli ve 527 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlileri ile Ä°lgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmüÅŸtür.
Yasa koyucu, hukuk devletinin objektif olması mantığının dışına çıkmış, adeta istisnai bir durum yaratmıştır. Özellikle bu ÅŸirkette çalışan personelin bir kamu hizmetini yerine getiriyor olmasına raÄŸmen bu personeli diÄŸer kamu personelinden ayıran; ayrımcı bir durum yaratmıştır. Bu ayrımın haklı bir gerekçesi de bulunmamaktadır. Çünkü bu personel de diÄŸer kamu kurumlarında çalıştırılan personel gibi kamu hizmetlerini yerine getiren personeldir. Dolayısıyla bunların iÅŸe alınmalarının da önceden belirlenmiÅŸ objektif kanun ile düzenlenmesi gerekirken alımın tamamen idarenin inisiyatifine, iradesine bırakması söz konusudur. Bir hukuk devletinde devletin yerine getirmekle yükümlü olduÄŸu hizmet ve görevleri yerine getirirken liyakat ilkesine baÄŸlı olması gerekir. Bu da doÄŸal olarak liyakatin belirlenmesini kanuni bir boyuta taşır. Aksi halde söz konusu personel farklı kriterler göz önünde tutularak istihdam edilebilir ki bu mantığın son noktası “belirli bir partinin üyesi olmayı” bile bir ÅŸart olarak getirilebilmesi anlamına gelir.
Söz konusu ÅŸirkete alınacak personelin iÅŸçi statüsünde olacağı açıktır. 657 Sayılı Kanunun 4(a) ve (b) statüsüne baÄŸlı olmayan personel iÅŸçi personeldir. Dolayısıyla bu çerçevede kamu kurum ve kuruluÅŸlarına iÅŸçi alımıyla ilgili mevzuat hükümlerine uygun alım yapılması gerekir. Nitekim Kamu Kurum Ve KuruluÅŸlarına Ä°ÅŸçi Alınmasında Uygulanacak Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ile bu koÅŸullar da tanımlanmıştır. Bu mevzuat hükümlerinin de geçerli olmayacağına iliÅŸkin bir düzenleme kamu personel alımında eÅŸitsiz bir durum yaratacağından ve bu kuruma alınacaklar için farklı kıstaslar, ÅŸartlar getirebileceÄŸinden ayrımcılığa neden olduÄŸundan hukuk devleti ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır.
b) Anayasa’nın 128 inci Maddesine Aykırılık
1982 T.C. Anayasasının 128. maddesinin 2. fıkrası; “Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.”, kuralını içermektedir.
Anayasanın söz konusu kuralında öngörülen kanunla düzenlenme ilkesinin kapsamı ve sınırı ne olacaktır? Düzenleme mutlak bir ÅŸekilde yorumlanıp kamu personeline iliÅŸkin her türlü konunun detaylı bir ÅŸekilde kanunla düzenlenmesi mi gerekecektir? Yoksa bu konudaki temel ve belirleyici noktaların kanunla düzenlemesi yeterli görülüp ayrıntıya iliÅŸkin hususların düzenlenmesi konusunda yürütme organına yetki ve inisiyatif bırakılabilecek midir?
Anayasa Mahkemesinin AnMK, 6.7.1993, E.93/5, K.93/25, RG: 25.2.1995-22213; Aynı yönde, AnMK, 11.6.2003, E.2001/346, K,2003/63, RG: 8.11.2003-25283; AnMK, 27.11.1997, E. 97/37, K.97/69, RG: 15.1.1999-23584 AnMK, 7.5.2002, E.2000/17, K.2002/46, RG: 26.3.2003-25060. kararlarına bakıldığında kanunla düzenlenme ilkesinin düzenlenen konunun tüm ayrıntı ve detaylarının kanunda belirtilmesi ÅŸeklinde katı bir anlayışla deÄŸil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların kanunla belirlenip uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesinin yürütme organına bırakılması ÅŸeklinde yumuÅŸak bir anlayışla uygulandığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi kanunilik ilkesine iliÅŸkin kararlarında Anayasanın sadece kanunla düzenlenme esasını öngören hükümlerini (personel statüsü yönünden 128/2. maddeyi) deÄŸil aynı zamanda yasama yetkisinin TBMM’ne ait olduÄŸunu ve bu yetkinin devredilemeyeceÄŸini öngören 7. maddesini, zaman zaman da hukuk devletine iliÅŸkin 2. maddesini esas alarak deÄŸerlendirme yapmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, 3359 sayılı Temel SaÄŸlık Hizmetleri Kanununun, personele yapılacak prim dağıtım esaslarının çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi konusunda idareye yetki veren 9/b. maddesiyle ilgili olarak verdiÄŸi kararında idarenin düzenleme yetkisinin sınırlarını da belirleyerek dava konusu kuralı ÅŸu gerekçeyle iptal etmiÅŸtir: “Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında birçok kez açıklandığı üzere, yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. ÖÄŸretideki görüÅŸler de bu doÄŸrultudadır. Hakkında yasa bulunmayan konularda tüzük ve yönetmelik çıkarılamayacağına göre doÄŸrudan Anayasa’ya dayanan böyle bir düzenlemenin de yapılamaması gerekir. Yetkili organ ve makamlar, düzenleyici iÅŸlemler için Anayasa’da dayanak aramak zorundadırlar. Serbestçe ve diledikleri gibi, özerk düzenleme yetkisi deÄŸil ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’nın yürütmeye/yönetime tanıdığı düzenleme yetkisinin yinelenen niteliÄŸi karşısında, bu sınır aşılarak yapılacak düzenlemeler Anayasa’ya aykırılık oluÅŸturur. Ä°ncelenen maddenin (b) bendindeki ‘...prim dağıtımının esas ve usulleri ile personelin devrine ait usul ve esaslar’ ibaresindeki ‘prim dağıtımının, Anayasa’nın 128. maddesine göre yasayla düzenlenmesi gereken hususlardan olmasına karşın, yönetimin saptamasına bırakılması Anayasa’nın 7 maddesine aykırı düÅŸer”[40].
Anayasanın 128/2. maddesinde ifade edilen kanunla düzenlenme ilkesine iliÅŸkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirtilen kararlarında ortaya konulan yorum ve deÄŸerlendirmelerden ÅŸu sonuçlara ulaÅŸmaktayız:
Kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaÅŸtırılması gerekir. KurallaÅŸtırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiÅŸ olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların belirlenmiÅŸ olması ÅŸartıyla uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliÄŸindedir. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 2., 7. ve 128/2. maddelerine aykırılık oluÅŸturur.
Ancak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra ile 23/05/2013 tarihli ve 28655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 09/05/2013 tarihli ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu’nun 21 inci maddesi gereÄŸince kurulan Posta ve Telgraf TeÅŸkilatı Anonim Åžirketi (PTT)’nin istihdam edeceÄŸi personel hakkında yukarıda belirtilen mevzuatın personel alımına iliÅŸkin hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmektedir.
Anayasanın 128 inci Maddesinde “Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, haklan ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.” hükmü bulunmaktadır. Dolayısıyla burada PTT’ye alınacak personelin bu kapsamda olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
Bu noktada PTT’nin bir kamu hizmeti yürütücüsü olup olmadığının tespiti burada çalışan personelin durumu açısından önemlidir.
PTT’nin bir kamu tüzel kiÅŸisi olduÄŸu nettir. Kamu tüzel kiÅŸileri kamu hizmetlerini “emanet yöntemi” ile gerçekleÅŸtirmektedirler. Bu yöntemle, kamu tüzel kiÅŸisi kendi örgüt, araç, gereç, personel ve malvarlığı ile kamu hizmetini doÄŸrudan kendisi yürütür. Bu yöntemde önemli olan nokta hizmetin kamu tüzel kiÅŸisi tarafından yürütülüyor olmasıdır. Sınai ve ticari nitelikli olarak yürütülen iktisadi kamu hizmetleri özel faaliyetlere benzemekte ancak kamu hizmeti niteliÄŸini korumaktadır. Kamu hizmetleri konularını oluÅŸturan faaliyetlerin devlet tekelinde olması ya da özel kesime bırakılması açısından da ayrıma tabi tutulabilir. Kamu hizmetlerinin konusu tamamen özel kesime kapatılmışsa bu tür hizmetler tekel niteliÄŸinde olan hizmetlerdir. Bu konuda posta ve telgraf, demiryolları ile ulaşım gibi hizmetler verilebilir. Ancak kamu hizmetleri, eÄŸitim, saÄŸlık alanlarında olduÄŸu gibi özel sektör eliyle de yürütülebiliyorsa bu hizmetler tekelsiz hizmet alanına girmektedir
6745 Sayılı Yasanın 6 ncı maddesinde Posta hizmetlerinin tekel niteliÄŸinde bir hizmet yürütümü olduÄŸu belirtilmektedir. Tekel niteliÄŸindeki hizmetlerin kamu hizmeti niteliÄŸinde olduÄŸu da nettir.
Devlet tekeli veya kamu tekeli, bir devlet kurumunun veya iÅŸletmesinin belirli bir mal ya da hizmetin tek saÄŸlayıcısı olduÄŸu ve rekabetin kanunen yasaklandığı bir zorlayıcı tekel türüdür. Devlet tarafından oluÅŸturulan bir tekeldir.
Dolayısıyla PTT hizmetlerinin tabi olacağı hukukun niteliÄŸi itibariyle kamu hukuku olması, idare hukukuna tabi olması gerekir. Kamu tüzel kiÅŸisi olarak PTT’nin çalıştıracağı personel ile yapacağı “iÅŸ akdi sözleÅŸmesi” niteliÄŸi itibariyle bir idari sözleÅŸmedir. Devlet ile yurttaÅŸ arasında gerçekleÅŸtirilen idari sözleÅŸmenin idare hukukunun yetki alanı dışında belirleneceÄŸini söylemek mümkün deÄŸildir. Dolayısıyla burada çalıştırılacak personel açısından kamu hukuku çerçevesinde oluÅŸturulmuÅŸ kurallara tabi olmama durumu Anayasa’nın 128 inci Maddesindeki esasları belirlenmiÅŸ olan kanunilik ilkesine aykırı bir durum oluÅŸturmaktadır.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra ile idareye verilen kanunlara ve mevzuata uymama yetkisinin kapsamı ve sınırları belli deÄŸildir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128 inci maddesinde belirtilen kanunilik ilkesine açık bir aykırılık söz konusudur. Bu nedenle iptali gerekir.
Sonuç olarak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 109 ncu maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 21 inci Maddesine Eklenen (7) No’lu Fıkra, Anayasa’nın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırıdır. Bu nedenle söz konusu fıkranın iptali talep edilmektedir.
24. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 110. Maddesi ile 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 27 inci Maddesinin Ä°kinci Fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
Anayasanın 7 nci maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8 inci maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer verilmiÅŸtir.
Yasama yetkisi, yasama organının istediÄŸi her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediÄŸi ÅŸekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya her hangi bir iÅŸlem girmeden bir konuda doÄŸrudan doÄŸruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliÄŸi ilkesiyle bütünleÅŸen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluÅŸturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[41].
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koÅŸuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık baÄŸlanması gibi öznel iÅŸlemle yürütülecek türden iÅŸler için bile yasa çıkarabilmektedir’.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasakoyucunun takdirine bırakılmış demektir”, ÅŸeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eÅŸitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eÅŸitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca varmak mümkün deÄŸildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuÅŸturulmuÅŸtur. Sözü edilen maddeye iliÅŸkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eÅŸitlik ve denklik içinde iÅŸbirliÄŸi yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulanmaya konmuÅŸtur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendine verdiÄŸi görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiÅŸtir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır. [42] [43] [44]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın muhtelif maddelerine serpiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak yeni Anayasanın getirdikleri, olaÄŸanüstü haller ve sıkıyönetim süresince CumhurbaÅŸkanının baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, sözü edilen hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma; Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliÅŸkin hükümlerde, kanunun belirttiÄŸi yukarı ve aÅŸağı sınırlar içerisinde deÄŸiÅŸiklik yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret iÅŸlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mali yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliÄŸi ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili deÄŸildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin yürütmeye devrinde yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur.
Yüce Mahkemenizin önüne gelen 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 110 ncu maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 6475 Sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 27 inci Maddesinin Ä°kinci Fıkrası ile Posta Hizmetlerinden sorumlu ÅŸirkete, hizmet akdi imzalayacağı personele iliÅŸkin özel yetkiler vermektedir. Söz konusu düzenleme ile iÅŸe alınacak iÅŸçi sayısının belirlenmesi, iÅŸe alınmaları, atanmaları görevlendirilmesi ile eÄŸitim, terfi, görevde yükselme, unvan deÄŸiÅŸikliÄŸi, disiplin, izin, görevden alma, sözleÅŸmenin yenilenip yenilenmemesi veya sona erdirilmesine iliÅŸkin hususlar Genel Kurul kararı ve Genel Kurul tarafından yürürlüÄŸe konulan yönetmelik ile düzenlenmesine dair oldukça geniÅŸ bir yetki tanınmıştır.
Ancak, verilen bu yetki sınırları ve kapsamı belirli bir yetki olmadığı gibi idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman deÄŸiÅŸtirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aÅŸan bir nitelik taşımaktadır.
Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde PTT’nin Genel Kurulu, sözleÅŸmeli personel için kamuda çalışan diÄŸer personelden farklı iÅŸe alım, ücret baremleri, özlük hakları, atanma usulleri iÅŸ akdinin sona ermesine iliÅŸkin farklı düzenlemelere tabi tutulabileceklerdir. Burada öncelikle aynı statüde olan gerek aynı kurumda gerekse diÄŸer kamu kurumlarında çalışan personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Yine söz konusu düzenleme ile personele iliÅŸkin iÅŸ hukuku alanında iÅŸe alımdan ücretin belirlenmesine, atama, disiplin iÅŸlemleri, iÅŸ akdinin son bulmasına iliÅŸkin kuralların belirlenmesi gibi çalışanların mali ve idari ve sosyal haklarının Genel Kurul tarafından belirlenmesi yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiÄŸini de göstermektedir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüÅŸ alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduÄŸu anlamına gelmez. Anayasanın 128 inci maddesinde Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceÄŸi açık bir biçimde belirtildiÄŸi için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Genel Kurul tarafından sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân saÄŸlayan bu deÄŸiÅŸiklik Anayasa’nın 7 nci maddesinde belirtilen yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırı aÅŸtığı için Anayasanın 7 nci maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
25. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 116. Maddesi ile 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci Cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
BilindiÄŸi gibi, kamu hizmetleri, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir. Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teÅŸebbüslerinin ve diÄŸer kamu tüzel kiÅŸilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiÄŸi asli ve sürekli görevler, memurlar ve diÄŸer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ilgili kamu görevlilerinin atama ve diÄŸer özlük hakları ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ”Ä°stihdam Åžekilleri” baÅŸlığını taşıyan 4. maddesinde ise; kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleÅŸmeli personel, geçici personel ve iÅŸçiler eliyle gördürüleceÄŸi hükmü yer almaktadır. Yine 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 4/7/2001 tarihli ve 631 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlilerinin Mali ve Sosyal Haklarında Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 18/5/1994 tarihli ve 527 sayılı Memurlar ve DiÄŸer Kamu Görevlileri ile Ä°lgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin hükümleri ile Kamu Ä°ktisadi KuruluÅŸlarında çalışan personelin atanma, iÅŸe alma, özlük hakları ve emeklilik hakları gibi düzenlemeler yapılmıştır.
Kamu kurum ve kuruluÅŸları ile 233 Sayılı KHK kapsamındaki Kamu Ä°ktisadi teÅŸekkülleri de bu kanunlardaki hükümler doÄŸrultusunda istihdam edilmektedirler. Hal böyle iken 233 sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye bir ek madde eklenerek bir kamu iktisadi teÅŸekkülü olan Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumuna yönelik istisnai bir düzenleme yapılmış ve bu kurumun yürüttüÄŸü bazı projelerde yukarıda belirtilen ve kamu personel rejimini düzenleyen mevzuat hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiÅŸtir.
Bu düzenleme Anayasanın bazı hükümlerine aykırılık taşımaktadır. AÅŸağıda bu aykırılıklar sırasıyla ele alınmıştır.
a) Anayasanın 2. Maddesinde belirtilen Hukuk Devleti İlkesine Aykırılığı
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”[45] [46]. Mahkemenin bir kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın açık hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduÄŸu ilkelere uygun olması gerekir”, ÅŸeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti ilkesinin Anayasayı da aÅŸan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin belirtilen genel ilkelerini incelenen konunun özelliÄŸine göre somutlaÅŸtırmakta ve bu baÄŸlamda çoÄŸu zaman birbirleriyle iç içe geçmiÅŸ çeÅŸitli alt ilkeler ortaya koyarak sonuca ulaÅŸmaktadır. Bu ilkelerden birisi de Hukuki Güvenlik Ä°lkesidir.
Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmiÅŸe yürümesini engellemesinin yanında genel olarak yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına da dayanak teÅŸkil eden önemli bir ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kiÅŸilerin gelecekle ilgili plan, düÅŸünce ve kararlarında mevcut hukuk kurallarına güvenerek hareket etmelerinin hukuken korunması gereÄŸini ifade eder. Devletin, vatandaÅŸların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boÅŸa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereÄŸi olduÄŸu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaÅŸların refah, huzur ve mutluluk içinde yaÅŸamalarını saÄŸlama, maddi ve manevi varlıklarını geliÅŸtirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin de bir sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında bu ilke devlete güvenle özdeÅŸleÅŸtirilerek ÅŸöyle ifade edilmiÅŸtir; “Devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel öÄŸelerdendir. Devlete güven hukuk devletinin saÄŸlamak istediÄŸi huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya uygunluÄŸu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluÅŸumların sonuçlarını korumak gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir kararında, hukuk güvenliÄŸinin saÄŸlanabilmesi için kuralların belirli ve öngörülebilir düzenlemeler içermesi gerektiÄŸini belirterek, hukuk güvenliÄŸi ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir düzenleme için de gerekli görmüÅŸtür.
Hukuk devletinin bir ilkesi de yasama genelliÄŸi ilkesidir. Hukuk devleti ilkesinin uygulamaya geçirilmesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesi; “adalet ve hakkaniyet ölçülerinin göz önünde tutulması”[47] [48] [49] [50] [51] [52]; “hukuki durumlarda kararlılığın saÄŸlanması; “kamu yararı düÅŸüncesi olmaksızın...özel çıkarlar veya yalnızca belli kiÅŸilerin yararına olarak her hangi bir yasa kuralının konulamayacağı’, gibi kıstaslara da baÅŸvurmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi, yasama organının istediÄŸi her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediÄŸi ÅŸekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya herhangi bir iÅŸlem girmeden bir konuda doÄŸrudan doÄŸruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliÄŸi ilkesiyle bütünleÅŸen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluÅŸturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[53].
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koÅŸuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık baÄŸlanması gibi öznel iÅŸlemle yürütülecek türden iÅŸler için bile yasa çıkarabilmektedir’.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir”, ÅŸeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eÅŸitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eÅŸitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
Nitekim emniyet personelinin rütbe terfilerini düzenleyen 3201 sayılı Kanunun 55. maddesinin deÄŸiÅŸtirilmesine iliÅŸkin 4638 sayılı Kanunla ilgili kararında Anayasa Mahkemesi; “askerlik hizmetinin rütbe kıdeminde sayılması ya da sayılmamasına iliÅŸkin düzenleme anayasal ilkelere uygun olması koÅŸuluyla yasama organının takdirinde olan bir husustur”, saptamasına yer verdikten sonra, kiÅŸilerin yürüttükleri kamu görevinin askerlik hizmetinin yerine getirilmesi bakımından farklı bir durum yaratmayacağı gerekçesiyle sadece polis amiri olduktan sonra yapılan askerlik hizmetinin rütbe terfiinde sayılmasını öngören kuralı eÅŸitliÄŸe aykırı bularak iptal etmiÅŸtir.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir,” kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca varmak mümkün deÄŸildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuÅŸturulmuÅŸtur. Sözü edilen maddeye iliÅŸkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eÅŸitlik ve denklik içinde iÅŸbirliÄŸi yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulanmaya konmuÅŸtur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendine verdiÄŸi görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiÅŸtir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır. [54] [55] [56]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın muhtelif maddelerine serpiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak yeni Anayasanın getirdikleri, olaÄŸanüstü haller ve sıkıyönetim süresince CumhurbaÅŸkanının baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, sözü edilen hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma; Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliÅŸkin hükümlerde, kanunun belirttiÄŸi yukarı ve aÅŸağı sınırlar içerisinde deÄŸiÅŸiklik yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret iÅŸlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mali yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliÄŸi ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili deÄŸildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin genelliÄŸinin aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 116 ncı maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci Cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresi ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na bazı projeler çerçevesinde herhangi bir kamu mevzuatı hükümlerine tabi olmaksızın sözleÅŸmeli personel istihdamı hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hak idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman deÄŸiÅŸtirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aÅŸan bir nitelik taşımaktadır.
Hukuk devleti ilkesi çerçevesinde ve hukuki belirlilik ilkesi çerçevesinde kanuni olarak düzenlenmesi gereken bir hususun kanuna aykırı bir biçimde belirlenmesi kanuni belirlilik ilkesiyle baÄŸdaÅŸmaz. Olayda Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumunca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin diÄŸer mevzuat hükümlerine tabi olmaksızın çalıştırılmasına yönelik yetki, herhangi bir sınırlama olmadan verildiÄŸi gibi kapsamı da belirsizdir. Bu konuda diÄŸer kanunlardaki sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerin uygulanmaması demek, bu tür personelin iÅŸe alımlarının, özlük haklarının belirlenmesinin yürütmeye bırakılması anlamına geleceÄŸi açıktır. Dolayısıyla yürütme sınırsız bir ÅŸekilde yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde MKEK, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret baremleri, çalışma koÅŸulları, izni vb. diÄŸer özlük haklarını belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından bir iÅŸe alımdan, ücrete, sosyal haklardan, disiplin kurallarına iÅŸin sonlanmasından iÅŸ sonu tazminatı gibi haklar açısından kanuni dayanağı olmadan yürütmenin belirleyeceÄŸi kurallar çerçevesinde uygulama yapılacağından bir belirsizlik yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Yine söz konusu sözleÅŸmeli personel için ücret baremleri, çalışma koÅŸulları, izini vd. diÄŸer özlük hakları gibi istihdama dayalı hakların MKEK tarafından belirlenmesi yasamanın genelliÄŸi ilkesine de aykırıdır. Yukarıda da belirtildiÄŸi üzere Yasamanın genelliÄŸi ilkesi idareye istediÄŸi ÅŸekilde düzenleme yapabilmesi anlamına gelmemektedir. Yürütme organı ve bu organdaki Bakanlıklar veya Kamu Tüzel KiÅŸilikleri, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisine sahiptir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüÅŸ alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduÄŸu anlamına gelmez. Anayasanın 128 inci Maddesinde Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceÄŸi açık bir biçimde belirtildiÄŸi için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Komite tarafından sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân saÄŸlayan bu deÄŸiÅŸikliÄŸin Anayasa’nın 2 nci Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesiyle baÄŸdaÅŸmayacağı açıktır. Bu nedenle iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 7 nci Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin DevredilemezliÄŸi Ä°lkesine Aykırılık
Anayasanın 7 nci maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8 inci maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer verilmiÅŸtir.
Yasama yetkisi, yasama organının istediÄŸi her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediÄŸi ÅŸekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya herhangi bir iÅŸlem girmeden bir konuda doÄŸrudan doÄŸruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliÄŸi ilkesiyle bütünleÅŸen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluÅŸturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında ÅŸu ÅŸekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[57].
“Anayasada hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koÅŸuluyla yasama organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık baÄŸlanması gibi öznel iÅŸlemle yürütülecek türden iÅŸler için bile yasa çıkarabilmektedir’.
Yasama yetkisinin genelliÄŸi ilkesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir”, ÅŸeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eÅŸitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eÅŸitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, CumhurbaÅŸkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca varmak mümkün deÄŸildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuÅŸturulmuÅŸtur. Sözü edilen maddeye iliÅŸkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eÅŸitlik ve denklik içinde iÅŸbirliÄŸi yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulanmaya konmuÅŸtur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduÄŸu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların kendine verdiÄŸi görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiÅŸtir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır. [58] [59] [60]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın muhtelif maddelerine serpiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır. Bunlardan düzenleme ile ilgili olarak yeni Anayasanın getirdikleri, olaÄŸanüstü haller ve sıkıyönetim süresince CumhurbaÅŸkanının baÅŸkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, sözü edilen hallerin gerekli kıldığı konulara hasren kanun hükmünde kararname çıkartma; Bakanlar Kurulunun, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına iliÅŸkin hükümlerde, kanunun belirttiÄŸi yukarı ve aÅŸağı sınırlar içerisinde deÄŸiÅŸiklik yapmak, dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi amacıyla, ithalat, ihracat ve dış ticaret iÅŸlemleri üzerine vergi ve benzeri yükümlülükler dışına ek mali yükümler koymak ve bunları kaldırmak gibi hususlardır.
Yürütmenin, tüzük ve yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliÄŸi ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili deÄŸildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin yürütmeye devrinde yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 116 ncı maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci Cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresi ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na bazı projeler çerçevesinde herhangi bir kamu mevzuatı hükümlerine tabi olmaksızın sözleÅŸmeli personel istihdamı hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hak idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman deÄŸiÅŸtirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aÅŸan bir nitelik taşımaktadır.
Olayda Savunma Sanayii MüsteÅŸarlığınca yürütülen projelerde görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleÅŸmeli personelin haklarını belirleme yetkisi MKEK’ye bırakıldığı gibi bu hakların nasıl sınırlandırılacağının saptanmasında da MKEK yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde MKEK, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış haklara ve üst sınırlarına tabi olmaksızın istihdam koÅŸullarını belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından bir ücret belirsizliÄŸi yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Yine söz konusu sözleÅŸmeli personelin çeÅŸitli özlük haklarının MKEK tarafından belirlenmesi yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiÄŸini de göstermektedir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüÅŸ durumlar dışında kanunların düzenlemediÄŸi bir alanda kendiliÄŸinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluÅŸturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüÅŸ alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduÄŸu anlamına gelmez. Anayasanın 128 inci Maddesinde Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceÄŸi açık bir biçimde belirtildiÄŸi için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Kurum tarafından sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân saÄŸlayan bu deÄŸiÅŸikliÄŸin Anayasa’nın 7 nci Maddesinde belirtilen yasama yetkisinin devrine iliÅŸkin sınırı aÅŸtığı için Anayasanın 7 nci Maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
c) Anayasanın 10 uncu Maddesinde belirtilen Kanun Önünde EÅŸitlik Ä°lkesine Aykırılık
Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik baÅŸlığını taşıyan 10. maddesi; “(1) Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eÅŸittir.(2) Kadınlar ve erkekler eÅŸit haklara sahiptir. Devlet, bu eÅŸitliÄŸin yaÅŸama geçmesini saÄŸlamakla yükümlüdür.(3)Hiçbir kiÅŸiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz.(4) Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır”, hükmünü taşımaktadır.
EÅŸitlik ilkesinin anlam ve kapsamı Anayasa Mahkemesinin çeÅŸitli kararlarıyla ortaya konulmuÅŸtur. Mahkemenin söz konusu ilkeyle ilgili olarak temel deÄŸerlendirmesi ÅŸu ÅŸekildedir: “Anayasa’nın 10. maddesine göre Devlet organları ve idare makamları bütün iÅŸlemlerinde kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanun önünde eÅŸitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli deÄŸil hukuksal eÅŸitlik öngörülmüÅŸtür. EÅŸitlik ilkesinin amacı, birbiriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasının ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasının engellenmesidir. Aynı durumda bulunan kimi kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin çiÄŸnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eÅŸitlik, herkesin her yönden aynı kuralara baÄŸlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler kimi kiÅŸiler ya da topluluklar için deÄŸiÅŸik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara baÄŸlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi zedelenmez,26.
Mahkemenin eÅŸitlik konusunda statü ve durumlardaki farklılığın yanı sıra haklı neden ölçütüne de yer veren bir baÅŸka kararında ÅŸu deÄŸerlendirme yapılmıştır: “Yasa önünde eÅŸitlik herkesin her yönden aynı kurallara baÄŸlı olacağı [61] [62] anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düÅŸünce, felsefi inanç, din ve mezhep aykırılığı gözetilemez ve bu nedenlerle eÅŸitsizlik yaratılamaz. Bu ilke, birbirleriyle aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kiÅŸi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaÅŸların haklı bir nedene dayanarak deÄŸiÅŸik kurallara baÄŸlı tutulmaları eÅŸitlik ilkesine aykırılık oluÅŸturmaz. Aynı hukuki durumda bulunanlardan kimileri için farklı kurallar uygulanmasını haklı gösterecek nedenler anlaşılabilir, amaçla ilgili, makul ve adil olması ölçütleriyle hukuksal biçim ve içerik kazanmaktadır. Getirilen düzenleme herhangi bir biçimde, birbirini tamamlayan, doÄŸrulayan ve güçlendiren bu üç ölçütten birine uymuyorsa, eÅŸitlik ilkesine aykırılık vardır. Çünkü eÅŸitliÄŸi bozduÄŸu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmamaktadır27.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 116 ncı maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci Cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresi ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na bazı projeler çerçevesinde herhangi bir kamu mevzuatı hükümlerine tabi olmaksızın sözleÅŸmeli personel istihdamı hakkı tanınmaktadır.
Olayda Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu hiçbir mevzuata tabi olmadan sözleÅŸmeli personel çalıştırma hususunda yetkilendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde MKEK, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış haklar ve sınırlamalara tabi olmaksızın bu personelin özlük haklarını belirleme hakkı kazanmıştır. Burada öncelikle bu personel açısından özlük haklarıyla ilgili bir belirsizlik yaratıldığı gibi aynı statüde olan diÄŸer sözleÅŸmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiÅŸtir.
Öncelikle Kanun önünde eÅŸitlik ilkesinin zedelenip zedelenmediÄŸine iliÅŸkin 7079 Sayılı Kanunun 116 ncı Maddesi ile istihdam edilecek sözleÅŸmeli personel ile diÄŸer personel arasında bir statü farklılığı olup olmadığının tespiti ile böyle bir durum yoksa özel bir amaç için farklı bir uygulama için haklı bir neden olup olmadığının tespiti “Kanun önünde eÅŸitlik Ä°lkesinin zedelenip zedelenmediÄŸini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Ä°lk olarak her iki tip sözleÅŸmeli personel istihdamı da kaynağını Anayasanın 128 inci maddesinden almaktadır. Bunların statüleri de iÅŸçi olmayan diÄŸer personel olarak tanımlanmıştır. Söz konusu sözleÅŸmeli personellerin emeklilik hakları açısından 5510 Sayılı Yasanın 4 (a) veya 4 (c) ye tabi olmaları bunların kanuni olarak statülerinin farklı olduÄŸu anlamına gelmemektedir. Genel anlamda Anayasa’nın 128 inci maddesinde belirtilen “diÄŸer kamu görevlileri” kavramının karşıladığı “SözleÅŸmeli personel statüsüne sahiptirler. Dolayısıyla özlük hakları ve statüleri bakımından aynı hükümlere tabi olmaları gereken personeldir.
Ä°kinci olarak “Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu tarafından özel olarak istihdam edilecek personelin haklı bir istihdam gerekçesi bulunmakta mıdır?” sorusunun cevabı için istihdam gerekçelerine bakmak gerekir. 7079 Sayılı Kanunun 116. maddesinde bu tür personelin istihdam gerekçesi olarak “Özel bilgi ve ihtisas gerektiren iÅŸler” tanımlaması yapılmıştır. DiÄŸer sözleÅŸmeli personele bakıldığında ise 657 Sayılı Kanunun 4 (B) fıkrasında birinci bendinde SözleÅŸmeli personel istihdamının gerekleri belirtilmiÅŸtir:
“Kalkınma planı, yıllık program ve iÅŸ programlarında yer alan önemli projelerin hazırlanması, gerçekleÅŸtirilmesi, iÅŸletilmesi ve iÅŸlerliÄŸi için ÅŸart olan, zaruri ve istisnai hallere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisine ve ihtisasına ihtiyaç gösteren geçici iÅŸlerde, Bakanlar Kurulunca belirlenen esas ve usuller çerçevesinde kurumun teklifi ve Devlet Personel BaÅŸkanlığının görüÅŸü üzerine Maliye Bakanlığınca vizelenen pozisyonlarda, mali yılla sınırlı olarak sözleÅŸme ile çalıştırılmasına karar verilen ve iÅŸçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileridir.”
GörüldüÄŸü gibi hizmet gereklilikleri açısından her iki sözleÅŸmeli personel açısından herhangi bir fark bulunmamaktadır. Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu gibi ülke savunması ile ilgili bir durum haklı bir gerekçe oluÅŸturabildiÄŸini de söylemek mümkün deÄŸildir. Çünkü, hâlihazırda Gerek Ä°çiÅŸleri Bakanlığı, gerek Milli Savunma Bakanlığı 4 (B) statüsünde personel istihdam etmektedir ve bu personel de devlet açısından oldukça önemli ve stratejik iÅŸler yapmaktadır. Dolayısıyla Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu bünyesinde çalıştırılacak olan sözleÅŸmeli personele ayrı bir özlük hakları sistemi, ayrı bir personel rejimi uygulanması Anayasanın kanun önünde eÅŸitlik ilkesiyle baÄŸdaÅŸmamaktadır. Bu nedenle iptali gerekir.
d) Anayasa’nın 128 inci Maddesine Aykırılık
1982 T.C. Anayasasının 128. maddesinin 2. fıkrası; “Memurların ve diÄŸer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, haklan ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diÄŸer özlük iÅŸleri kanunla düzenlenir.”, kuralını içermektedir.
Anayasanın söz konusu kuralında öngörülen kanunla düzenlenme ilkesinin kapsamı ve sınırı ne olacaktır? Düzenleme mutlak bir ÅŸekilde yorumlanıp kamu personeline iliÅŸkin her türlü konunun detaylı bir ÅŸekilde kanunla düzenlenmesi mi gerekecektir? Yoksa bu konudaki temel ve belirleyici noktaların kanunla düzenlemesi yeterli görülüp ayrıntıya iliÅŸkin hususların düzenlenmesi konusunda yürütme organına yetki ve inisiyatif bırakılabilecek midir?
Anayasa Mahkemesinin AnMK, 6.7.1993, E.93/5, K.93/25, RG: 25.2.1995-22213; Aynı yönde, AnMK, 11.6.2003, E.2001/346, K,2003/63, RG: 8.11.2003-25283; AnMK, 27.11.1997, E. 97/37, K.97/69, RG: 15.1.1999-23584 AnMK, 7.5.2002, E.2000/17, K.2002/46, RG: 26.3.2003-25060. kararlarına bakıldığında kanunla düzenlenme ilkesinin düzenlenen konunun tüm ayrıntı ve detaylarının kanunda belirtilmesi ÅŸeklinde katı bir anlayışla deÄŸil; temel ilkelerin, ölçü ve sınırların kanunla belirlenip uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesinin yürütme organına bırakılması ÅŸeklinde yumuÅŸak bir anlayışla uygulandığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi kanunilik ilkesine iliÅŸkin kararlarında Anayasanın sadece kanunla düzenlenme esasını öngören hükümlerini (personel statüsü yönünden 128/2. maddeyi) deÄŸil aynı zamanda yasama yetkisinin TBMM’ne ait olduÄŸunu ve bu yetkinin devredilemeyeceÄŸini öngören 7. maddesini, zaman zaman da hukuk devletine iliÅŸkin 2. maddesini esas alarak deÄŸerlendirme yapmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, 3359 sayılı Temel SaÄŸlık Hizmetleri Kanununun, personele yapılacak prim dağıtım esaslarının çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi konusunda idareye yetki veren 9/b. maddesiyle ilgili olarak verdiÄŸi kararında idarenin düzenleme yetkisinin sınırlarını da belirleyerek dava konusu kuralı ÅŸu gerekçeyle iptal etmiÅŸtir: “Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında birçok kez açıklandığı üzere, yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarla düzenlenmemiÅŸ bir alanda yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. ÖÄŸretideki görüÅŸler de bu doÄŸrultudadır. Hakkında yasa bulunmayan konularda tüzük ve yönetmelik çıkarılamayacağına göre doÄŸrudan Anayasa’ya dayanan böyle bir düzenlemenin de yapılamaması gerekir. Yetkili organ ve makamlar, düzenleyici iÅŸlemler için Anayasa’da dayanak aramak zorundadırlar. Serbestçe ve diledikleri gibi, özerk düzenleme yetkisi deÄŸil ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’nın yürütmeye/yönetime tanıdığı düzenleme yetkisinin yinelenen niteliÄŸi karşısında, bu sınır aşılarak yapılacak düzenlemeler Anayasa’ya aykırılık oluÅŸturur. Ä°ncelenen maddenin (b) bendindeki ‘...prim dağıtımının esas ve usulleri ile personelin devrine ait usul ve esaslar’ ibaresindeki ‘prim dağıtımının, Anayasa’nın 128. maddesine göre yasayla düzenlenmesi gereken hususlardan olmasına karşın, yönetimin saptamasına bırakılması Anayasa’nın 7 maddesine aykırı düÅŸer”[63].
Anayasanın 128/2. maddesinde ifade edilen kanunla düzenlenme ilkesine iliÅŸkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirtilen kararlarında ortaya konulan yorum ve deÄŸerlendirmelerden ÅŸu sonuçlara ulaÅŸmaktayız:
Kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaÅŸtırılması gerekir. KurallaÅŸtırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiÅŸ olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların belirlenmiÅŸ olması ÅŸartıyla uzmanlık ve teknik konulara iliÅŸkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliÄŸindedir. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 2., 7. ve 128/2. maddelerine aykırılık oluÅŸturur.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 116 ncı maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresi ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na bazı projeler çerçevesinde herhangi bir kamu mevzuatı hükümlerine tabi olmaksızın sözleÅŸmeli personel istihdamı hakkı tanınmaktadır.
Dolayısıyla bu yetki çerçevesinde MKEK, 657 Sayılı Yasanın 4 (B) kapsamındaki diÄŸer sözleÅŸmeli personel için kanun ile tanımlanmış hakları uygulamama hakkı kazanmıştır. Bu yetkinin kapsamı ve sınırları belli deÄŸildir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128 inci Maddesinde belirtilen kanunilik ilkesine açık bir aykırılık söz konusudur. Bu nedenle iptali gerekir.
Sonuç olarak 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 116 ncı maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 233 Sayılı Kamu Ä°ktisadi TeÅŸebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 1 in birinci Cümlesindeki “diÄŸer kanunların sözleÅŸmeli personel çalıştırılmasına iliÅŸkin hükümlerine tabi olmaksızın” ibaresi, Anayasa’nın 2 nci, 7 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırıdır. Bu nedenle söz konusu cümlenin iptali talep edilmektedir.
26. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 117. Maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 21’in Anayasa’ya aykırılığı
Klasik idare hukuku yaklaşımında, idarenin kusura dayanan sorumluluÄŸu yürüttüÄŸü hizmetin kuruluÅŸ ya da iÅŸleyiÅŸindeki bozukluk ya da aksaklığı ifade eden hizmet kusuru kavramı çerçevesinde deÄŸerlendirilmekte olup hizmet kusuru, kamu görevlilerinin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın hizmetin kuruluÅŸ, düzenleniÅŸ ve iÅŸleyiÅŸinde bir bozukluk veya aksaklık olması durumunda idarenin sorumluluÄŸuna yol açan, idare hukukuna özgü nesnel ve anonim nitelikli bir kuraldır. Bunun yanında kamu görevlilerinin kiÅŸisel kusur sorumluluÄŸu da bulunmaktadır. Nitekim Anayasa’mızın 40 ıncı maddesinde bu husus ““KiÅŸinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız iÅŸlemler sonucu uÄŸradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmüyle açıklığa kavuÅŸturulmuÅŸtur.
Yine, Anayasanın 129. maddesine göre kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara uygun hareket etmek zorundadırlar. Bu çerçevede bir kanunda belirlenen yükümlülüÄŸe aykırı davranan kamu görevlisi kendi kusuru çerçevesinde Anayasaya aykırı olan bu idari iÅŸleminden dolayı yine Anayasamızın 129. maddesine göre “Memurlar ve diÄŸer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken iÅŸledikleri kusurlardan doÄŸan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiÄŸi ÅŸekil ve ÅŸartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabilir.” denilerek kamu görevlilerinin idarenin sorumluluÄŸunda olan yaptıkları iÅŸlemlerde kiÅŸisel kusurlu olmaları halinde ortaya çıkan kamu zararını ödemekle yükümlü tutulmuÅŸlardır.
Yine Anayasa’nın 137. maddesinde de “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimsenin Yönetmelik, Tüzük, Kanun ve Anayasaya aykırı emirleri yerine getirmeyerek bu aykırılığı emri verene bildireceÄŸi; “üst”ün emirde ısrar ile bu emri yazılı ile yenilemesi durumunda, emrin yerine getirileceÄŸi, bu takdirde emri yerine getirenin sorumlu olmayacağı; konusu suç olan emrin ise, hiç bir surette yerine getirilemeyeceÄŸi ve emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmektedir. GörüldüÄŸü üzere; Kamu personelinin Kanuna ve hukuka aykırı iÅŸlem ve eylemlerinden ÅŸahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin kabul edildiÄŸi çok açıktır.
Ä°darenin eylem ve iÅŸlemlerinden dolayı ortaya çıkan zararın tazminin devlet tarafından zarara uÄŸrayan kiÅŸiye ödenmesi gerektiÄŸi de Anayasamızın ve hukukun genel ilkeleri tarafından belirlenmiÅŸtir. Bu çerçevede idarenin haksız veya kusurlu eylemi nedeniyle ortaya çıkan zararın kamu kaynakları kullanılarak ödenmesinden sonra ortaya çıkan kamu zararından kimin sorumlu tutulacağı önemlidir.
Kamu zararı kavramı 5018 Sayılı Kanun ve Kamu Zararlarının Tahsiline Ä°liÅŸkin Usul Ve Esaslar Hakkında YönetmeliÄŸin 4 üncü Maddesinin (c) fıkrasında tanımlanmıştır. Buna göre; “c) Kamu zararı: Mevzuata aykırı karar, iÅŸlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıyla doÄŸan zararı,” ifade eder.
Anayasamız, 160. Maddesinde Sayıştay’a bu kusurun tespitini ve gerekli iÅŸlemleri yapma yükümlülüÄŸü getirerek bu tür bir kamu zararının tanımlanması ve gerekli iÅŸlemleri yapma sorumluluÄŸunda olan görevli olan makamı da tanımlamıştır.
Hal böyle iken 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 117 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 21 ile getirilen düzenleme ile “Kamu kurum ve kuruluÅŸlarında istihdam edilen iÅŸçilere 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı Ä°ÅŸ Kanununun 21 inci maddesi uyarınca yapılan ödemeler, rücu edilmez.” hükmü getirilmiÅŸtir.
4857 sayılı Kanunun 21’inci maddesinde, mahkemenin veya özel hakemin iÅŸ akdinin geçersiz sebeple feshedildiÄŸine karar vermesi halinde, iÅŸçiye ödenecek tazminat ve ücret ile diÄŸer hakların belirlenmesine iliÅŸkin esaslar düzenlenmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında, iÅŸçiler tarafından 4857 sayılı Kanunun 20’inci maddesi uyarınca açılan iÅŸe iade davalarında mahkemece veya özel hakem tarafından feshin geçersizliÄŸine karar verildiÄŸinde, iÅŸverenin, iÅŸçiyi bir ay içinde iÅŸe baÅŸlatması zorunlu tutulmakta, iÅŸçiyi baÅŸvurusu üzerine bir ay içinde iÅŸe baÅŸlatmayan iÅŸveren, iÅŸçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü tutulmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrası, “mahkeme veya özel hakemin, feshin geçersizliÄŸine karar verilmesi halinde, iÅŸçinin iÅŸe baÅŸlatılmaması durumunda ödenecek tazminat miktarını da belirlemesi” kuralını içermekte, üçüncü fıkrasında ise “kararın kesinleÅŸmesine kadar çalıştırılmadığı süre için iÅŸçiye en çok dört aya kadar doÄŸmuÅŸ bulunan ücret ve diÄŸer haklarının ödeneceÄŸi” hüküm altına alınmaktadır.
Dördüncü fıkrada ise mahkemelerin veya özel hakemin, iÅŸçiye iÅŸe baÅŸlatılmaması halinde ödenecek tazminat ile dört aya kadar doÄŸmuÅŸ bulunan ücret ve diÄŸer haklarının, “dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirlemesi” hükmü getirilmiÅŸtir.
4857 sayılı Ä°ÅŸ Kanununun 21 inci maddesinin 7036 sayılı Kanunla yapılan deÄŸiÅŸiklikten sonraki altıncı fıkrasına göre, iÅŸçi kesinleÅŸen mahkeme kararının kendisine tebliÄŸinden itibaren 10 iÅŸ günü içinde iÅŸe baÅŸlamak için iÅŸverene baÅŸvuruda bulunmak, aynı maddenin birinci fıkrasına göre de iÅŸveren iÅŸe iade için baÅŸvuran iÅŸçiyi bir ay içinde iÅŸe baÅŸlatmak zorundadır. Aksi halde en az dört, en çok sekiz aylık ücret tutarında belirlenen iÅŸ güvencesi tazminatı ile boÅŸta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diÄŸer hakların iÅŸçiye ödenmesi gerekmektedir.
GörüldüÄŸü üzere iÅŸçinin iÅŸ akdinin geçerli bir neden olmadan sonlandırılması halinde ödenecek ücret ve tazminatlar belirlenmiÅŸ ve bunların hangi tarihten itibaren doÄŸacağı ve bu çerçevede ödenecek faizler de belirlenmiÅŸtir.
Söz konusu yasal düzenleme ile kamu idareleri kamu kurumunda çalışan bir iÅŸçinin iÅŸ akdini “geçerli bir neden olmadan” feshettiÄŸi takdirde bu ücret, faiz ve tazminat miktarları ilgiliye ödenmektedir. Mevcut hukukumuza göre yapılan bu ödemeler, bu iÅŸlemleri yapan kamu görevlisinden “ortaya çıkan kamu zararı” nedeniyle rücu edilmektedir.
Bu husus 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetim Yasasının 71. maddesi ile Sayıştay Kanunu’nun 7. maddesinde de açık bir biçimde düzenlenmiÅŸ ve kusur nedeniyle ortaya çıkan kamu zararının bundan sorumlu olan kamu görevlisinden tahsil edileceÄŸi belirtilmiÅŸtir. Özellikle bu durumun bir kamu zararı olup olmadığı da yine 5018 Sayılı Yasanın 71. maddesinde kaynağını bulan Kamu Zararlarının Tahsiline Ä°liÅŸkin Usul Ve Esaslar Hakkında YönetmeliÄŸin 6 ncı Maddesinin (g) fıkrasında tanımlanmıştır. Buna göre; “g) Kamu idaresinin yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir ÅŸekilde yerine getirilmemesi nedeniyle kamu idaresine faiz, tazminat, gecikme zammı, para cezası gibi ek malî külfet getirilmesi,” olarak tarif edilmiÅŸtir.
GörüldüÄŸü üzere Ä°ÅŸ Kanunu’nun 21 inci maddesi çerçevesinde idare tarafından ilgili iÅŸçiye ödenen boÅŸta geçen sürelere iliÅŸkin ücret, tazminat ve faiz ödemeleri bir kamu zararı olarak tanımlanmakta ve ilgili kamu görevlisinden rücu edilmektedir.
7079 Sayılı Yasanın 117 nci maddesi ile getirilen düzenleme ile bu tür hallerde kamuda çalışan iÅŸçilerin iÅŸ akdinin feshi halinde bu feshin geçersiz nedenle feshinin tespiti halinde idarece ödenecek boÅŸta geçen sürelerin ücretleri, tazminatlar ve faiz ödemeleri için ilgili kamu görevlisine rücu edilmeyeceÄŸi düzenlenmiÅŸtir.
Söz konusu düzenleme kamu görevlisinin kusur sorumluluÄŸu çerçevesinde sorumlu tutulacağını belirleyen Anayasa’nın 129/5 inci fıkrasına açık bir aykırılık teÅŸkil etmektedir. Çünkü kamu görevlileri görevlerini yerine getirirken kanun ve mevzuata uygun hareket etmek zorundadırlar. Ä°ÅŸçinin iÅŸ akdinin feshine iliÅŸkin verdikleri kararlar ve bu çerçevede yapılan idari iÅŸlemler de bu kanun ve mevzuata uygun olmak zorundadır. Mevzuata aykırı olarak yapılacak iÅŸlemler idarenin eylem ve iÅŸlemleri nedeniyle kusursuz sorumluluÄŸun tanımlandığı bir hizmet kusuru olamaz. Bu açık bir biçimde idarecinin kendi kiÅŸisel sübjektif kararına dayalı olarak ortaya çıkan kusuru olarak tanımlanır ve kusur sorumluluÄŸu çerçevesinde de bu iÅŸlemlerden dolayı ortaya çıkan kamu zararından sorumlu olmalıdır. Bu nedenle söz konusu kanuni düzenleme açık olarak Anayasa’nın 129 uncu Maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
Ayrıca 7079 Sayılı Kanunun 117 nci Maddesi ile 375 Sayılı Kanuna eklenen Ek Madde 21, kamu görevlisine kusur sorumsuzluÄŸu getirmesi nedeniyle Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirlenen hukuk devleti ilkesine de aykırılık taşımaktadır.
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, baÅŸlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına raÄŸmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. Ä°lk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aÅŸan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaÅŸların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluÅŸturmuÅŸtur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluÅŸmadığı, insanların geleceÄŸe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriÄŸi sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriÄŸi ile bir hukuk devletinin temel amaç ve iÅŸlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında ÅŸu ÅŸekilde belirtilmiÅŸtir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iÅŸlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliÅŸtirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini baÄŸlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduÄŸu bilincinde olan devlettir. Bu baÄŸlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya deÄŸil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını saÄŸlamakla yükümlüdür”[64] [65].
Hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisi de objektiflik ilkesidir. Objektiflik kavramı, kanunların ve idarenin karar ve iÅŸlemlerinin objektif olması gerekliliÄŸini gösterir. Kanunların uygulayıcısı olan ve bu çerçevede devlet gücünü kullanma yetkisi verilen kamu idarecilerinin görevlerini objektif olarak yerine getirmemeleri, bir diÄŸer deyiÅŸle sübjektif karar alma yoluyla idari iÅŸlem tesis etmeleri, hukuk devletini zedeler. 7079 Sayılı Kanun ile getirilen düzenlemenin iptal edilmemesi halinde bir idareci emrinde çalışan bir memuru ya da bir iÅŸçiyi kiÅŸisel olarak sevmemesi veya siyasi görüÅŸünü tasvip etmemesi veya üyesi olduÄŸu sendikayı beÄŸenmemesi nedeniyle iÅŸten çıkarırsa bu iÅŸlemi ve eylemi nedeniyle herhangi bir yaptırım ile cezalandırılmaz ise bu durumda kusur sorumsuzluÄŸu ortaya çıkacaktır. Bütün idareciler, uygulamakla yükümlü oldukları kanun ve mevzuat hükümleri yerine kiÅŸisel görüÅŸlerini, yaklaşımlarını hayata geçireceklerdir. Bu da hukuk devleti ilkesiyle baÄŸdaÅŸmayan uygulamaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu nedenle hukuk güvenliÄŸi zedelendiÄŸi gibi devlet gücünün hukuka veya kanuna dayanmayan bir biçimde kullanılması söz konusu olacaktır. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda sayılan nedenlerle 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 117 nci maddesi ile deÄŸiÅŸtirilen 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Ek Madde 21, Anayasa’nın 129 uncu ve 2 nci maddelerine aykırı olduÄŸundan iptali talep edilmektedir.
27. 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 118. Maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 23 ün Birinci Fıkrasının (a) bendinde yeralan “(4), (5), (6), (7) ve (8)” ibaresinin ve birinci Fıkrasının (b) bendinin, birinci fıkrasının (c) bendinin, birinci fıkrasının (ç) bendinin, beÅŸinci fıkrasının ikinci cümlesinin, altıncı fıkrasının; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 24 ün Birinci Fıkrasının (a) bendinde yeralan “(4), (5), (6), (7) ve (8)” ibaresinin, birinci Fıkrasının (b) bendinin, birinci Fıkrasının (c) bendinin, birinci Fıkrasının (ç) bendinin, birinci Fıkrasının Dördüncü Cümlesinin, Dördüncü Fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
A) 7079 sayılı “OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 118. Maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 23 ün Birinci Fıkrasının (a) bendinde yeralan “(4), (5), (6), (7) ve (8)” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 118 inci maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 23 ile uzun yıllar boyunca çalışma yaÅŸamının kanayan bir yarası olan kamu iÅŸyerlerinde çalıştırılan alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin kamu kurumlarının iÅŸçi kadrolarına geçirilmeleri düzenlenmiÅŸtir.
Özellikle 4734 Sayılı Kamu Ä°hale Kanunu’nun 62 nci Maddesi çerçevesinde söz konusu yasal düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren hizmet alımı ihalesi yöntemiyle iÅŸçi çalıştırılmasına yönelik kısıtlama yapılmış, aynı zamanda da halen çalışmakta olan kamu alt-iÅŸverenleri bünyesinde çalıştırılanlar için düzenleme yapılmıştır.
Alt-Ä°ÅŸveren kavramı 3008 Sayılı Ä°ÅŸ Kanunu ile birlikte mevzuatımıza girmiÅŸ ve o günden bu güne kadar varlığını koruyan bir kavramdır. Ancak, 2003 yılında çıkarılan 4857 Sayılı Ä°ÅŸ Kanunu’nda özellikle özel sektördeki taÅŸeronlaÅŸmayı bir nebze olsun dizginleyebilecek olup; 2. madde yapılan deÄŸiÅŸiklikle TBMM Genel Kurulunda önergelerle yeniden düzenlenmiÅŸtir.
4857 sayılı iÅŸ Kanunu’nun ikinci maddesinin taÅŸeron çalışma ile ilgili bölümü ÅŸu ÅŸekildedir.
“Bir iÅŸverenden, iÅŸyerinde yürüttüÄŸü mal veya hizmet üretimine iliÅŸkin yardımcı iÅŸlerinde veya asıl iÅŸin bir bölümünde iÅŸletmenin ve iÅŸin gereÄŸi ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iÅŸlerde iÅŸ alan ve bu iÅŸ için görevlendirdiÄŸi iÅŸçilerini sadece bu iÅŸyerinde aldığı iÅŸte çalıştıran diÄŸer iÅŸveren ile iÅŸ aldığı iÅŸveren arasında kurulan iliÅŸkiye asıl iÅŸveren-alt iÅŸveren iliÅŸkisi denir. Bu iliÅŸkide asıl iÅŸveren, alt iÅŸverenin iÅŸçilerine karşı o iÅŸyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iÅŸ sözleÅŸmesinden veya alt iÅŸverenin taraf olduÄŸu toplu iÅŸ sözleÅŸmesinden doÄŸan yükümlülüklerinden alt iÅŸveren ile birlikte sorumludur.
Asıl iÅŸverenin iÅŸçilerinin alt iÅŸveren tarafından iÅŸe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o iÅŸyerinde çalıştırılan kimse ile alt iÅŸveren iliÅŸkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl iÅŸveren alt iÅŸveren iliÅŸkisinin muvazaalı iÅŸleme dayandığı kabul edilerek alt iÅŸverenin iÅŸçileri baÅŸlangıçtan itibaren asıl iÅŸverenin iÅŸçisi sayılarak iÅŸlem görürler. Ä°ÅŸletmenin ve iÅŸin gereÄŸi ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iÅŸler dışında asıl iÅŸ bölünerek alt iÅŸverenlere verilemez.’
Bu düzenleme ile ilk kez iÅŸ mevzuatında “alt iÅŸveren” kavramına yer verilmiÅŸtir. Bundan sonra 2006 yılında çıkarılan 5538 Sayılı Yasa ile bu madde’de yeniden düzenleme yapılmıştır.
5538 sayılı kanun ile getirilen düzenleme
MADDE 18- a) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Kanuna veya kanunun verdiÄŸi yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluÅŸları ile bunların doÄŸrudan veya dolaylı olarak sermayesinin en az yüzde ellisine sahip oldukları ortaklıklarda, 4734 sayılı Kamu Ä°hale Kanunu veya diÄŸer kanun hükümleri çerçevesinde, hizmet alımı amacıyla yapılan sözleÅŸmeler gereÄŸince, yüklenici aracılığıyla çalıştırılanlar, bu ÅŸekilde çalışmış olmalarına dayanarak;
a) Bu kurum, kuruluş ve ortaklıklara ait kadro veya pozisyonlara atanmaya,
b) Bu kurum, kuruluÅŸ ve ortaklıklara ait iÅŸyerlerinin kadro veya pozisyonlarında çalışanlar için toplu iÅŸ sözleÅŸmesi, personel kanunları veya ilgili diÄŸer mevzuat hükümlerine göre belirlenen her türlü malî haklar ile sosyal yardımlardan yararlanmaya,
hak kazanamazlar.
Sekizinci fıkrada belirtilen iÅŸyerlerinde yükleniciler dışında kalan iÅŸverenler tarafından çalıştırılanlar ile bu iÅŸyerlerinin tâbi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde kendi nam ve hesabına sözleÅŸme yaparak üstlendiÄŸi ihale konusu iÅŸte doÄŸrudan kendileri çalışanlar da aynı hükümlere tâbidir. Sekizinci fıkrada belirtilen kurum, kuruluÅŸ veya ortaklıkların sermayesine katıldıkları ortaklıkların kadro veya pozisyonlarında çalışan iÅŸçilerin, ortak durumundaki kamu kurum, kuruluÅŸ veya ortaklıkların kadro veya pozisyonlarına atanma ya da bu kurum, kuruluÅŸ veya ortaklıklarda geçerli olan malî haklar ile sosyal yardımlardan yararlanma talepleri hakkında da sekizinci fıkra hükümleri uygulanır. Hizmet alımına dayanak teÅŸkil edecek sözleÅŸme ve ÅŸartnamelere;
a) Ä°ÅŸe alınacak kiÅŸilerin belirlenmesi ve iÅŸten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluÅŸları ve ortaklıklarına bırakılması,
b) Hizmet alım sözleÅŸmeleri çerçevesinde ya da geçici iÅŸçi olarak aynı iÅŸ yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,
yönünde hükümler konulamaz.”
4857 sayılı Yasa’da, taÅŸeronlaÅŸma konusunda yapılmış olan düzenlemeler beklenen sonuçları verememiÅŸ; iÅŸçilerin, iÅŸ sözleÅŸmelerinin feshinin ardından, uzun yargı süreçleriyle karşı karşıya kalmalarının önüne geçilememiÅŸtir.
Bu süreçte, Tuzla tersanelerinde yaÅŸananlar, alt iÅŸverenlik kurumunun istismarıyla, sadece iÅŸçilerin ekonomik haklarının deÄŸil, yaÅŸam hakkının dahi tehdit edilebileceÄŸini göstermiÅŸtir.
Ne var ki, önce 5763 sayılı Yasa, ardından da “Alt Ä°ÅŸverenlik YönetmeliÄŸi” ile soruna radikal bir ÅŸekilde yaklaşılarak yeni düzenlemeler getirilmiÅŸtir.
2008 yılında çıkarılan 5763 sayılı Kanun’un 1’inci maddesi ile 4857 sayılı Ä°ÅŸ Kanunu’nun “Ä°ÅŸ Yerini Bildirme” ile ilgili 3’üncü maddesine aÅŸağıdaki fıkra eklenerek maddenin ikinci fıkrası deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. Maddeye eklenen yeni hüküm aÅŸağıdaki gibidir.
5763 sayılı iş kanununda değişiklik yapan kanun
• “Bu Kanun’un 2’inci maddesinin altıncı fıkrasına göre iÅŸ alan alt iÅŸveren; kendi iÅŸyerinin tescili için asıl iÅŸverenden aldığı yazılı alt iÅŸverenlik sözleÅŸmesi ve gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür. Bölge MüdürlüÄŸü’nce tescili yapılan bu iÅŸyerine ait belgeler gerektiÄŸinde iÅŸ müfettiÅŸlerince incelenir. Ä°nceleme sonucunda muvazaalı iÅŸlemin tespiti halinde, bu tespite iliÅŸkin gerekçeli müfettiÅŸ raporu iÅŸverenlere tebliÄŸ edilir. Bu rapora karşı tebliÄŸ tarihinden itibaren altı iÅŸgünü içinde iÅŸverenlerce yetkili iÅŸ mahkemesine itiraz edilebilir. Ä°tiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Rapora altı iÅŸ günü içinde itiraz edilmemiÅŸ veya mahkeme muvazaalı iÅŸlemin tespitini onamış ise tescil iÅŸlemi iptal edilir ve alt iÅŸverenin iÅŸçileri baÅŸlangıçtan itibaren asıl iÅŸverenin iÅŸçileri sayılır.”
“Asıl iÅŸveren-alt iÅŸveren iliÅŸkisinin kurulması, bildirimi ve iÅŸyerinin tescili ile yapılacak sözleÅŸmede bulunması gerekli diÄŸer hususlara iliÅŸkin usul ve esaslar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”
(Yürürlük Tarihi : 26.05.2008)
GörüldüÄŸü üzere 5538 sayılı Yasayla, hizmet alım sözleÅŸmeleri çerçevesinde, eÅŸitlik ilkesiyle de baÄŸdaÅŸmayacak bir ÅŸekilde Kamu Kurumlarına ayrıcalık saÄŸlanmak istenmesi ÅŸüphesiz ki kabul edilebilir deÄŸildir.
Ä°ÅŸ mevzuatında yapılan bu düzenlemelerin yanı sıra bir dizi mevzuatta da özellikle kamu hizmetlerinde taÅŸeron çalıştırmayı kolaylaÅŸtıran, hatta öncelikli istihdam modeli haline getiren bir dizi düzenleme de yapılmıştır. Bunlardan ilki 4734 Sayılı Kamu Ä°hale Kanunu’dur. Bir diÄŸeri 5393 Sayılı Belediye Kanunu’dur. Üçüncü düzenleme 5302 sayılı Ä°l Özel Ä°daresi Kanunu’nda yapılmıştır. Ayrıca Güçlük Çekilen Yerlerde SözleÅŸmeli SaÄŸlık Personeli Çalıştırılması Ä°le Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 5893 sayılı Posta Kanununda DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanun’da yapılan düzenlemelerle de taÅŸeron sistemi adeta kamunun asli istihdam biçimine döndürülmüÅŸtür. Bu sistemin ortaya çıkardığı sonuç ve sorunlar ise giderek büyümüÅŸtür.
Son olarak 2014 yılında yürürlüÄŸe giren 6552 Sayılı Yasa ile kamu çalışan alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin kamu iÅŸyerlerinde çalıştıkları döneme iliÅŸkin izin hakları ve kıdem tazminatları hakları hususunda kamu kurumları sorumlu tutulmuÅŸtur. Sonuç olarak;
1. Kamuda sayısı yaklaşık 800,000’i bulan bir iÅŸçi kitlesi yaratılmıştır. Özel sektördeki taÅŸeronlaÅŸma ile bu rakamın yaklaşık 1.5 milyon olduÄŸu tahmin edilmektedir. Türkiye artık iÅŸverenler açısından bir taÅŸeron cennetine dönüÅŸmüÅŸtür.
2. Kamu kesiminde taÅŸeron iÅŸçilerin aldıkları ücret asgari ücret düzeyindedir.
3. Kamuda daimi kadrolarda çalışan iÅŸçilerin yaptıkları iÅŸler taÅŸerona yaptırılmaktadır.
4. Ä°zin hakları, kıdem tazminatı hakları bulunmamaktadır. 2014 yılında yürürlüÄŸe giren 6552 Sayılı Yasa ile kamu çalışan alt-iÅŸveren iÅŸçilerinin kamu iÅŸyerlerinde çalıştıkları döneme iliÅŸkin izin hakları ve kıdem tazminatları hakları hususunda kamu kurumları sorumlu tutularak bir anlamda muvazaalı çalıştırma kamu açısından kabul edilmiÅŸtir.
5. ÇoÄŸu zaman ücretlerini dahi alamamaktadırlar.
6. Ä°ÅŸ saÄŸlığı ve güvenliÄŸi önlemleri uygulanmamaktadır.
7. Artık alt-iÅŸveren konusu genel anlamda iÅŸgücü maliyetlerini düÅŸürmek için muvazaalı bir çalışma biçimine dönüÅŸtürülmüÅŸtür.
Muvazaa durumunun getirdiÄŸi sonuç ise Türkiye’de taÅŸeron çalışmayı farklı bir boyuta taşımıştır. 5538 sayılı yasa ile getirilen düzenlemeye raÄŸmen Yargıtay kamu kurumlarında çalışan iÅŸçilerin açmış olduÄŸu muvazaa tespit davalarında bu iÅŸçilerin baÅŸtan itibaren asıl iÅŸverenin iÅŸçisi olduklarına hükmetmiÅŸ, bu konuda da ilke kararı almıştır.
Özellikle karayollarında çalışan taÅŸeron iÅŸçiler için yaklaşık 8500 dava açılmış, büyük bir kısmı kesin olarak sonuçlanmıştır. Aynı ÅŸekilde, üniversitelerde ve saÄŸlık kurumlarında da açılan davalarda da Yargıtay bu iÅŸçilerin baÅŸtan itibaren kamu iÅŸçisi olduÄŸuna hükmetmiÅŸtir. Maliye Bakanlığı bugüne kadar yargı kararlarını yerine getirmemiÅŸ, dava açan iÅŸçilere yönelik iÅŸlem yapmayı reddetmiÅŸtir. Bu iÅŸçilerin büyük bir çoÄŸunluÄŸu sendikalara da üye olduÄŸu için geçmiÅŸe yönelik ücret, ilave tediye, izin, kıdem tazminatı ve toplu iÅŸ sözleÅŸmesi ile elde edilen ikramiye, sosyal yardımlara hak kazanmıştır. Ortada oldukça yüklü bir kamu zararı bulunmaktadır.
Bu geliÅŸmeler, özellikle kamuda çalışan taÅŸeron iÅŸçilerin dernek çatısı altında örgütlenerek yerel düzeyde lobi faaliyetlerini yoÄŸunlaÅŸtırmaları ve kamuoyundan gelen baskılar nedeniyle büyük bir toplumsal sorun haline gelen kamuda taÅŸeron çalıştırmanın sonlandırılmasına yönelik bir kanı oluÅŸmuÅŸtur. Yürütme organı 696 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu sorunu çözmeye yönelik bir düzenleme yapmış ancak bu düzenlemede kendi içinde hukuka ve anayasaya aykırı olduÄŸu düÅŸünülen sonuçlar yaratmıştır. Söz konusu 696 Sayılı KHK, 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanun ile kanun haline gelmiÅŸtir.
7079 Sayılı Kanunun 118 inci maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 23 ile kamu taÅŸeron iÅŸçilerinin kadroya geçiriliÅŸi düzenlenmiÅŸtir. Öncelikle kadroya geçirme sürecinin kapsamı, geçirileceklerde aranacak ÅŸartlar, geçiÅŸ ÅŸartları, usulleri ve geçiÅŸ sonrası söz konusu iÅŸçilerin mali, ekonomik ve özlük haklarına iliÅŸkin genel mevzuat hükümlerinden farklı düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir.
Yasa koyucu kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine iliÅŸkin kamu personel rejimi çerçevesinde iÅŸe alımda, özlük haklarının belirlenmesinde farklı ÅŸartlar ve haklar belirleme hususunda Anayasa’da belirlenen haklara ve uluslararası sözleÅŸmelere uygun düzenleme yapma yetkisine sahiptir. Ancak yapılan yasaların Anayasa’da belirlenen ilkelerle ve hak ve özgürlüklerle uyumlu olması gerekir.
Hal böyle iken toplumsal bir sorun olan kamu taÅŸeron iÅŸçilerinin sorunlarının çözümü amacıyla düzenlenen 7079 Sayılı Yasanın 118 inci Maddesi sorun çözümünde, Anayasa’da belirlenen hak ve özgürlüklere aykırı hükümler getirerek bir dizi yeni uyuÅŸmazlık konusu yaratmıştır.
Yüce Mahkemenin önüne getirilen 1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 118 inci maddesi ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici Madde 23 ün Birinci Fıkrasının (a) bendinde yer alan “(4), (5), (6), (7) ve (8)” ibaresi, kamu kurumlarına geçiÅŸleri düzenlenen alt-iÅŸveren iÅŸçileri için getirilen baÅŸvuru ÅŸartlarını düzenleyen hükümlerden birisidir. Bu düzenleme ile kamu kurumlarına geçirilecek iÅŸçilerin 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci Maddesinde sayılan bazı ÅŸartları taşıması amaçlanmıştır.
Bu ÅŸartlar;
1. Türk Vatandaşı olmak,
2. Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
3. Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiÅŸ olsa bile; kasten iÅŸlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uÄŸramış olsa bile devletin güvenliÄŸine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin iÅŸleyiÅŸine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüÅŸvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı deÄŸerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
4. Askerlik durumu itibariyle; a) Askerlikle ilgisi bulunmamak, b) Askerlik çağına gelmemiÅŸ bulunmak, c) Askerlik çağına gelmiÅŸ ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiÅŸ veya yedek sınıfa geçirilmiÅŸ olmak,
5. 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunmamak.
6. Güvenlik soruÅŸturması ve/veya arÅŸiv araÅŸtırması yapılmış olmak.
Söz konusu ÅŸartlardan yukarıda belirtilen 2 – 6 Nolu ÅŸartlar 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci Maddesinin birinci fıkrasının (A) Bendinde belirtilen ““(4), (5), (6), (7) ve (8)” nolu alt bentleri ifade etmektedir.
Söz konusu düzenlemede belirtilen bu ÅŸartlar, Anayasa’nın 10 uncu Maddesinde belirtilen Kanun Önünde EÅŸitlik Ä°lkesine, Anayasanın 2 nci Maddesinde belirtilen Hukuk Devleti Ä°lkesine, Çalışma Hakkını düzenleyen 49 uncu Maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düÅŸünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eÅŸit olduÄŸu belirtilmiÅŸtir.
Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa önünde eÅŸitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. EÅŸitlik ilkesi ile eylemli deÄŸil, hukuksal eÅŸitlik öngörülmektedir.
EÅŸitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiÅŸilerin yasalarca aynı iÅŸleme baÄŸlı tutulmalarını saÄŸlamak ve kiÅŸilere yasa karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kiÅŸi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eÅŸitliÄŸin zedelenmesi önlenmiÅŸtir. Anayasa’da öngörülen eÅŸitlik ilkesi gereÄŸince, nitelikleri ve durumları özdeÅŸ olanlar için deÄŸiÅŸik kurallar konulamaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 06.01.2005 günlü, E.2001/479, K.2005/1 sayılı kararında belirtildiÄŸi gibi, Anayasa’nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca, Devlet’çe, sosyal güvenliÄŸin ve sosyal adaletin saÄŸlanmasına elveriÅŸli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm sigortalıların “dengeli ve makûl” ölçüler içinde yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleÅŸtirilmesi gerekmektedir.
Yine bu kararda, aynı sosyal güvenlik sistemi içinde bulunan, aynı sosyal risklere karşı asgari ölçüde güvence altına alınan ve aynı kurallara baÄŸlanan sigortalıların aynı hukuksal statü içinde özdeÅŸ durumda bulunan kiÅŸiler olduÄŸu, aynı durumdaki kiÅŸilerin, yasanın öngördüÄŸü haklardan aynı esaslara göre yararlandırılmalarının ise eÅŸitlik ilkesinin gereÄŸi bulunduÄŸu açıklanmıştır.
1/2/2018 tarih ve 7079 Sayılı OlaÄŸanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabul edilmesine Dair Kanunun 118 inci maddesinde iptali talep edilen ibare ile yapılan düzenleme ise bu ilkeyle baÄŸdaÅŸmayacak hüküm koÅŸullar içermektedir.
Öncelikle iptali talep edilen ibare ile geçiÅŸ talebinde bulunan kamu kurumlarında alt iÅŸveren iÅŸçisi olarak çalışmakta olan iÅŸçilerin 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda devlet memurları için öngörülen bazı ÅŸartları taşıması öngörülmüÅŸtür. Bu ÅŸartların talep edilmesi farklı statüde istihdam edilecek baÅŸvurucular açısından Anayasa’nın 10 uncu Maddesine aykırıdır. Öncelikle, baÅŸvuru yapılacak kadro 657 Sayılı Kanunun 4 üncü Maddesinin (d) fıkrasında tanımlanan iÅŸçi kadrosudur. Dolayısıyla kamuya iÅŸçi alımlarına iliÅŸkin mevzuat hükümlerinin uygulanması gerekirken, kamuda alt iÅŸveren iÅŸçilerine iÅŸçi kadrolarına geçiÅŸ için memurlar için düzenlenmiÅŸ hükümlerin uygulanması eÅŸitsiz bir yaklaşımdır. Nitekim kamuya iÅŸçi olarak gireceklerde aranacak ÅŸartlar KAMU KURUM VE KURULUÅžLARINA Ä°ÅžÇÄ° ALINMASINDA UYGULANACAK USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELÄ°K’in 4 üncü Maddesinde belirlenmiÅŸtir.
Ä°ÅŸçi olarak alınacaklarda aranacak ÅŸartlar
MADDE 4 – (1) Ä°ÅŸçi olarak alınacaklarda;
a) 2527 sayılı Türk Soylu Yabancıların Türkiye’de Meslek ve Sanatlarını Serbestçe Yapabilmelerine, Kamu, Özel KuruluÅŸ veya Ä°ÅŸyerlerinde Çalıştırılabilmelerine Ä°liÅŸkin Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla Türk vatandaşı olmak,
b) 18 yaÅ