ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2020/30
Karar Sayısı : 2023/12
Karar Tarihi : 25/1/2023
R.G. Tarih – Sayı : 27/6/2023
- 32234
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY,
Özgür ÖZEL ve Engin ÖZKOÇ ile birlikte 134 milletvekili (E.2020/30)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul Anadolu 1. Sulh Hukuk Mahkemesi (E.2020/63)
DAVA ve İTİRAZIN KONUSU: 6/12/2019 tarihli
ve 7196 sayılı Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 10. maddesiyle 4/6/1937
tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu’nun değiştirilen geçici 29.
maddesinin;
1. Birinci
cümlesinde yer alan “...sözlü...” ibaresinin,
2. İkinci
cümlesinin,
B. 21. maddesiyle 9/7/1982
tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun değiştirilen
ek 4. maddesinin;
1. Üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “...kantinlerin tamamı, bir kısmı
veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,...” ibaresinin,
2. Beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin,
C. 30. maddesiyle 10/3/1983
tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun ek
8. maddesine eklenen;
1. Üçüncü fıkranın
birinci cümlesinde yer alan “...kantinlerin tamamı, bir kısmı veya bazı
şubeleri kiraya verilebilir,...” ibaresinin,
2. Beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin,
Ç. 52. maddesiyle
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 409. maddesinin ikinci
fıkrasına eklenen ikinci cümlenin,
D. 53. maddesiyle
4721 sayılı Kanun’un 436. maddesine eklenen (6) ve (7) numaralı bentlerin,
E. 62. maddesiyle
31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’na eklenen geçici 79. maddenin birinci cümlesinin,
F. 72. maddesiyle
4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun
21. maddesinin değiştirilen (7) numaralı fıkrasının;
1. İkinci
cümlesinde yer alan “...%20‘sinin…” ve “...Bakan onayıyla...” ibarelerinin,
2. Üçüncü ve
dördüncü cümlelerinin,
3. Beşinci
cümlesinde yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresinin,
G. 74. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “...Bakanlığın
onayı alınmak ve en fazla birer yıllık sürelerle olmak kaydıyla,...” ibaresinin
“...Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Genel
Müdürlüğün onayı alınarak...” şeklinde değiştirilmesinin,
Ğ. 75. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
yer alan “…on beş gün...” ibaresinin “...yedi gün...” şeklinde
değiştirilmesinin,
H. 76. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendine eklenen
“…ya da bu hükümleri ihlale teşebbüs edenler” ibaresinin,
I. 81. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’a eklenen 60/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Genel
Müdürlüğün uygun gördüğü kişilere...” ibaresinin,
İ. 87. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 89. maddesinin (3) numaralı fıkrasının değiştirilen (a)
bendinin;
1. Birinci
cümlesinde yer alan “...bir yıl süre ile ...” ibaresinin,
2. İkinci
cümlesinde yer alan “…ve Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülenler...” ibaresinin,
Anayasa’nın 2.,7., 10., 17., 19., 36., 56., 70., 90.,
125., 128., 129., 153. ve 161. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talepleridir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 10. maddesiyle
3201 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici 29. maddesi şöyledir:
“Geçici Madde 29- (Ek:18/10/2018-7148/3
md.) (Değişik:6/12/2019-7196/10 md.)
Başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları arasında
yapılacak yazılı/sözlü sınavlarda başarılı olanlardan, Polis Akademisi
Başkanlığınca düzenlenecek ilk derece amirlik eğitimini başarıyla bitirenler
Komiser Yardımcılığı rütbesine atanır. Adaylarda aranacak diğer nitelikler,
sınavlara ve ilk derece amirlik eğitimine ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça
düzenlenir.”
2. 21. maddesiyle
2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesi şöyledir:
“Sosyal tesisler
Ek Madde 4 – (Ek: 3/10/2016-KHK-676/15 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/15 md.) (Değişik:6/12/2019-7196/21 md.)
Sahil Güvenlik Komutanlığı; vardiya yatakhaneleri, eğitim
ve kongre merkezleri, sosyal tesisler, gazinolar, moral eğitim merkezleri ve
kantinler kurabilir.
Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinin sermayeleri, bu tesislerin gelirleri ile üye
aidatlarına ilave olarak Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçesine konulacak
ödenekten oluşur. Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinin yılı merkezi yönetim bütçe kanunu ile
belirlenen giderleri genel bütçeden karşılanabilir.
Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinde, özel bir ihtisas gerektiren hizmetlerin
personel yetersizliği veya maliyeti nedeniyle verilememesi durumunda bu
hizmetler kiralama yoluyla dışarıdan karşılanabilir, kantinlerin tamamı, bir
kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir, bu şekilde elde edilen
gelirler genel bütçe gelirleri ile ilişkilendirilmeksizin tesis ve kantin
gelirlerine dâhil edilir. Özel, yerel ve kış eğitim merkezleri ile birlik
dışındaki kantinlerin aylık gayrisafi hasılatının %1’i her ay genel bütçeye
gelir kaydedilmek üzere ilgili muhasebe birimine yatırılır.
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
mensubu personel ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu personel, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına ait üçüncü fıkradaki tesisler ile
Türk Silahlı Kuvvetlerine ait tesis ve özel bakım merkezlerinden kendi
mevzuatlarında yer aldığı şekilde statülerine göre karşılıklı olarak istifade
ederler.
Üçüncü fıkrada sayılan tesislerden istifade edecek
personelden üye aidatı ve kart ücreti alınır. Bu suretle elde edilen
gelirlerin müştereken istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve
esasları Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca, Sahil Güvenlik
Komutanlığına ait tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin
harcanması, tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar
gibi genel usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan
yönetmelikle düzenlenir.”
3. 30. maddesiyle
2803 sayılı Kanun’un birinci fıkrasının son
cümlesinin yürürlükten kaldırıldığı, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraların eklendiği ek 8. maddesi şöyledir:
“Sosyal tesisler
Ek Madde 8 -(Ek : 3/10/2016-KHK-676/18 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/16 md.)
Jandarma Genel Komutanlığı, vardiya yatakhaneleri, eğitim
ve kongre merkezleri, sosyal tesisler, gazinolar, moral eğitim merkezleri ve
kantinler kurabilir. (Mülga cümle:6/12/2019-7196/30 md.) (…)
(Ek fıkra: 25/7/2018-7145/7 md.) Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinin sermayeleri, bu tesislerin gelirleri ile üye
aidatlarına ilave olarak Jandarma Genel Komutanlığı bütçesine konulacak
ödenekten oluşur. Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinin yılı merkezi yönetim bütçe kanunu ile
belirlenen giderleri genel bütçeden karşılanabilir.
(Ek fıkra:6/12/2019-7196/30 md.) Vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinde, özel bir ihtisas gerektiren hizmetlerin
personel yetersizliği veya maliyeti nedeniyle verilememesi durumunda bu
hizmetler kiralama yoluyla dışarıdan karşılanabilir, kantinlerin tamamı, bir
kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir, bu şekilde elde edilen
gelirler genel bütçe gelirleri ile ilişkilendirilmeksizin tesis ve kantin
gelirlerine dâhil edilir. Özel, yerel ve kış eğitim merkezleri ile birlik
dışındaki kantinlerin aylık gayrisafi hasılatının %1’i her ay genel bütçeye
gelir kaydedilmek üzere ilgili muhasebe birimine yatırılır.
(Ek fıkra:6/12/2019-7196/30 md.) Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
mensubu personel ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu personel, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına ait üçüncü fıkradaki tesisler ile
Türk Silahlı Kuvvetlerine ait tesis ve özel bakım merkezlerinden kendi
mevzuatlarında yer aldığı şekilde, statülerine göre, karşılıklı olarak istifade
ederler.
(Ek fıkra:6/12/2019-7196/30 md.) Üçüncü fıkrada sayılan tesislerden istifade edecek
personelden üye aidatı ve kart ücreti alınır. Bu suretle elde edilen
gelirlerin müştereken istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve
esasları Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca, Jandarma Genel
Komutanlığına ait tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin
harcanması, tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar
gibi genel usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan
yönetmelikle düzenlenir.”
4. 52. maddesiyle 4721 sayılı Kanun’un ikinci fıkrasına ikinci cümlenin
eklendiği 409. maddesi şöyledir:
“I. İlgilinin dinlenilmesi ve bilirkişi raporu
“Madde 409- Bir kimse dinlenilmeden savurganlığı, alkol
veya uyuşturucu Madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetimi veya isteği
sebebiyle kısıtlanamaz.
Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya
ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilir. (Ek
cümle:6/12/2019-7196/52 md.) Bu raporun tanzimi için gerektiğinde 436 ncı
madde hükümleri uygulanır. Hâkim, karar vermeden önce, kurul raporunu göz
önünde tutarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir.”
5. 53. maddesiyle
4721 sayılı Kanun’un (6) ve (7) numaralı bentlerin eklendiği 436. maddesi
şöyledir:
“I. Genel olarak
“Madde 436- Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması,
aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa
tâbidir:
1. Karar verilirken ilgilinin bunun sebepleri hakkında
bilgilendirilmesi ve karara karşı denetim makamına itiraz edebileceğine yazılı
olarak dikkatinin çekilmesi zorunludur.
2. Bir kuruma yerleştirilen kişiye, alıkonulma kararına
veya kurumdan çıkarılma isteminin reddine karşı en geç on gün içinde denetim
makamına itiraz edebileceği derhal yazılı olarak bildirilir.
3. Mahkeme kararını gerektiren her istem, gecikmeksizin
yetkili hâkime ulaştırılır.
4. Yerleştirme kararı veren vesayet makamı veya hâkim
durumun özelliklerine göre bu istemin görüşülmesini erteleyebilir.
5. Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu
Madde bağımlılığı, ağır tehlike arzeden bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında,
ancak resmî sağlık kurulu raporu alındıktan sonra karar verilebilir. (Mülga
cümle:6/12/2019-7196/53md.) (…)
6. (Ek:6/12/2019-7196/53md.) Resmî sağlık kurulu
raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan kan veya benzeri
biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilir, kişiye
gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilir ve gerektiğinde kişi, hekim ön raporu
üzerine en fazla yirmi gün süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirilebilir.
7. (Ek:6/12/2019-7196/53md.) Bu madde kapsamında
alınan kararların icrası için gerektiğinde ilgili kişi hakkında zor
kullanılabilir ve sağlık görevlilerinden gerekli tıbbi yardım alınabilir.”
6. 62. maddesiyle
5510 sayılı Kanun’a eklenen geçici 79. madde şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 79-
(Ek:6/12/2019-7196/62 md.)
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar ek 15 inci
maddenin ikinci ve beşinci fıkraları uyarınca yapılacak ödemelerde 89 uncu
maddeye göre gecikme zammı ve cezası ile 102 nci maddeye göre idari para cezası
uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihe kadar ödenmiş olan gecikme cezaları, gecikme zamları ve idari
para cezaları iade ve mahsup edilmez.”
7. 72. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un (7) numaralı fıkrası değiştirilen 21. maddesi şöyledir:
“İkamet izni
başvurusu
MADDE 21- (1) İkamet izni başvurusu, yabancının vatandaşı
olduğu veya yasal olarak bulunduğu ülkedeki konsolosluklara yapılır.
(2) İkamet izni için başvuracak yabancılarda, talep
ettikleri ikamet izni süresinden altmış gün daha uzun süreli pasaport ya da
pasaport yerine geçen belgeye sahip olmaları şartı aranır.
(3) Başvuru için gerekli olan bilgi ve belgeler eksik
ise, başvurunun değerlendirilmesi eksiklikler tamamlanıncaya kadar
ertelenebilir. Eksik olan bilgi ve belgeler ilgiliye bildirilir.
(4) Konsolosluklar, ikamet izni başvurularını
görüşleriyle birlikte Genel Müdürlüğe iletir. Genel Müdürlük, gerekli
gördüğünde ilgili kurumların görüşlerini de alarak başvuruları
sonuçlandırdıktan sonra, ikamet izninin düzenlenmesi ya da başvurunun
reddedilmesi için konsolosluğa bilgi verir.
(5) Başvurular, en geç doksan gün içinde
sonuçlandırılır.
(6) İkamet izni başvurusunun reddine ilişkin işlemler
ilgiliye tebliğ edilir.
(7) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) (Değişik:6/12/2019-7196/72
md.) İkamet izni başvuruları yetkili aracı kurum tarafından da yapılabilir.
İçişleri Bakanlığı tarafından gerekli görülen durumlarda ikamet izni
başvurularında azami üç yıl geçerli sözleşmelerle ve ikamet izni aracılık
hizmet bedelinin %20’sinin genel bütçeye aktarılması kaydıyla, ikamet
izni aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumlar Bakan onayıyla
görevlendirilebilir. Buna ilişkin işlemlerde 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı
Devlet İhale Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu
hükümleri uygulanmaz. Buna ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı
tarafından çıkarılan yönetmelikle belirlenir. Alınacak payın genel bütçeye
özel gelir olarak kaydedilmesine ve bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerine
özel ödenek yazılmasına Cumhurbaşkanı yetkilidir.”
8. 74. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un (1) numaralı fıkrasında ibare değişikliği yapılan 46.
maddesi şöyledir:
“İnsani ikamet izni
MADDE 46- (1) Aşağıda belirtilen hâllerde, diğer ikamet
izinlerinin verilmesindeki şartlar aranmadan, Bakanlıkça belirlenen
sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Genel Müdürlüğün onayı alınarak
valiliklerce insani ikamet izni verilebilir ve bu izinler uzatılabilir:
a) Çocuğun yüksek yararı söz konusu olduğunda
b) Haklarında sınır dışı etme veya Türkiye’ye giriş
yasağı kararı alındığı hâlde, yabancıların Türkiye’den çıkışları
yaptırılamadığında ya da Türkiye’den ayrılmaları makul veya mümkün
görülmediğinde
c) 55 inci madde uyarınca yabancı hakkında sınır dışı
etme kararı alınmadığında
ç) 53 üncü, 72 nci ve 77 nci maddelere göre yapılan
işlemlere karşı yargı yoluna başvurulduğunda
d) Başvuru sahibinin ilk iltica ülkesi veya güvenli
üçüncü ülkeye geri gönderilmesi işlemlerinin devamı süresince
e) Acil nedenlerden dolayı veya ülke menfaatlerinin korunması
ile kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından Türkiye’ye girişine ve Türkiye’de
kalmasına izin verilmesi gereken yabancıların, ikamet izni verilmesine engel
teşkil eden durumları sebebiyle diğer ikamet izinlerinden birini alma imkânı
bulunmadığında
f) Olağanüstü durumlarda
(2) İnsani ikamet izni alan yabancılar, iznin veriliş
tarihinden itibaren en geç yirmi iş günü içinde adres kayıt sistemine kayıt
yaptırmak zorundadır.”
9. 75. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde ibare
değişikliği yapılan ve anılan fıkrada yer alan bazı ibareleri madde metninden
çıkarılan 53. maddesi şöyledir:
“Sınır dışı etme kararı
(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı
üzerine veya resen valiliklerce alınır.
(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı
etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ
edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından
temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz
usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.
(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır
dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde
idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme
kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on
beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar
kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya
yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır
dışı edilmez.”
10. 76. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un (1) numaralı fıkrasının (h) bendine ibarenin eklendiği 54.
maddesi şöyledir:
“Sınır dışı etme
kararı alınacaklar
1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme
kararı alınır:
a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır
dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenler
b) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya
çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlar
c) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan
işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlar
ç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru
olmayan yollardan sağlayanlar
d) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı
açısından tehdit oluşturanlar
e) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla
aşanlar veya vizesi iptal edilenler
f) İkamet izinleri iptal edilenler
g) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden
itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden
fazla ihlal edenler
ğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler
h) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış
hükümlerini ihlal edenler ya da bu hükümleri ihlale teşebbüs edenler
ı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen
Türkiye’ye geldiği tespit edilenler
i) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen,
uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak
değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan,
uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında
verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma
hakkı bulunmayanlar
j) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on
gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar
k) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/36 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/31 md.) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan
terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler.
(2) (Değişik: 3/10/2016-KHK-676/36 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/31 md.) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri
kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya
uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma
işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir.”
11. 81. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’a eklenen 60/A maddesi şöyledir:
“Gönüllü geri
dönüş
MADDE 60/A- (Ek:6/12/2019-7196/81 md.)
(1) Hakkında sınır dışı etme kararı alınmış ve menşe
ülkesine gönüllü olarak geri dönmek isteyen düzensiz göçmenlerden Genel
Müdürlüğün uygun gördüğü kişilere ayni veya nakdi destek sağlanabilir.
(2) Düzensiz göçmenlerin gönüllü geri dönüşlerine
ilişkin çalışmalar uluslararası kuruluşlar, kamu kurum ve kuruluşları ve sivil
toplum kuruluşlarıyla iş birliği halinde yürütülebilir.”
12. 87. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 89. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi
değiştirilen 89. maddesi şöyledir:
“Yardım ve
hizmetlere erişim
MADDE 89- (1) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma
statüsü sahibi kişi ve aile üyeleri, ilköğretim ve ortaöğretim hizmetlerinden
faydalanır.
(2) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü
sahibi kişilerden ihtiyaç sahibi olanların, sosyal yardım ve hizmetlere
erişimleri sağlanabilir.
(3) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü
sahibi kişilerden;
a) (Değişik:6/12/2019-7196/87 md.) Herhangi bir sağlık
güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayanlar uluslararası koruma başvuru
kaydından itibaren bir yıl süre ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümlerine tabidir. Özel
ihtiyaç sahipleri ve Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülenler için bir yıl süre sınırı aranmaz. Genel sağlık sigortasından
faydalanacak kişilerin primlerinin ödenmesi için Genel Müdürlük bütçesine
ödenek konulur. Primleri Genel Müdürlük tarafından ödenenlerden ödeme güçlerine
göre primin tamamı veya belli bir oranı talep edilir. Başvurusu hakkında
idarece olumsuz karar verilen yabancılar genel sağlık sigortası kapsamından
çıkarılır.
b) Sağlık güvencesi veya ödeme gücünün bulunduğu veya
başvurunun sadece tıbbi tedavi görmek amacıyla yapıldığı sonradan anlaşılanlar,
genel sağlık sigortalılıklarının sona erdirilmesi için en geç on gün içinde
Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilir ve yapılan tedavi ve ilaç masrafları
ilgililerden geri alınır.
(4) İş piyasasına erişimle ilgili olarak;
a) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci, uluslararası
koruma başvurusu tarihinden altı ay sonra çalışma izni almak için başvurabilir.
b) Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi, statü
almasından itibaren bağımlı veya bağımsız olarak çalışabilir. Yabancıların
çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin diğer mevzuatta yer alan hükümler
saklıdır. Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kişiye verilecek kimlik belgesi,
çalışma izni yerine de geçer ve bu durum kimlik belgesine yazılır.
c) Mülteci ve ikincil koruma statüsü sahibinin iş
piyasasına erişimi, iş piyasasındaki durum ve çalışma hayatındaki gelişmeler
ile istihdama ilişkin sektörel ve ekonomik şartların gerekli kıldığı hâllerde,
belirli bir süre için, tarım, sanayi veya hizmet sektörleri, belirli bir
meslek, iş kolu veya mülki ve coğrafi alan itibarıyla sınırlandırılabilir.
Ancak, Türkiye’de üç yıl ikamet eden veya Türk vatandaşıyla evli olan ya da
Türk vatandaşı çocuğu olan mülteci ve ikincil koruma statüsü sahipleri için bu
sınırlamalar uygulanmaz.
ç) Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi
kişilerin çalışmasına ilişkin usul ve esaslar, Bakanlığın görüşü alınarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenir.
(5) 72 nci ve 79 uncu maddelerde sayılanlar hariç olmak
üzere, muhtaç olduğu tespit edilen başvuru sahibine, Maliye Bakanlığının uygun
görüşü alınarak Bakanlığın belirleyeceği usul ve esaslar çerçevesinde harçlık
verilebilir.”
II. İLK İNCELEME
A. E.2020/30 Sayılı
Dava Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Serdar ÖZGÜLDÜR, Engin YILDIRIM,
Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ,
Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ’in
katılımlarıyla 6/5/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
B. E.2020/63 Sayılı Başvuru Yönünden
2. Anılan İçtüzük
hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ,
Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ve Basri BAĞCI’nın katılımlarıyla
10/9/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. BİRLEŞTİRME KARARI
3. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı
Türk Medeni Kanunu’nun 409. maddesinin ikinci fıkrasına 6/12/2019 tarihli ve
7196 sayılı Kanun’un 52. maddesiyle eklenen ikinci cümlenin iptaline karar
verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2020/63 sayılı
davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2020/30 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2020/30 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine 10/9/2020 tarihinde OYBİRLİGİYLE karar
verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
4. Dava dilekçesi ile
başvuru kararı ve ekleri, Raportör Cengiz ERTEN tarafından hazırlanan işin
esasına ilişkin rapor, dava ve itiraz konusu kanun hükümleri, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 10.
Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’un Değiştirilen Geçici 29. Maddesinin Birinci
Cümlesinde Yer Alan “...sözlü...” İbaresi ile İkinci Cümlesinin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
5. Dava dilekçesinde özetle; kurallarla başpolis memuru
ve kıdemli başpolis memurlarına, komiser yardımcılığına yükselme imkânı tanıyan
sınavın yazılı ya da sözlü olarak yapılması konusunda İçişleri
Bakanlığına (Bakanlık) takdir yetkisinin tanındığı, bu suretle hâli hazırda
kamu görevlisi olan personelin keyfi uygulamalara maruz kalacağı, nitekim
kurallarda sınavı yapacak olan kamu otoritesinin keyfi uygulamasına ilişkin
herhangi bir koruyucu önleme yer verilmediği ve objektif bir ölçütün
belirlenmediği, kamu görevlisi olarak ataması yapılacak kişilerin hukuk devleti
ilkesi gereğince objektif olarak seçilmelerinin esas olduğu, keyfiliğe neden
olan bu durumun güven duygusunu zedelediği, kuralların kamu yararını
gözetmediği, belirli bireylerin ya da grupların menfaatlerinin veya kamu
hizmetine alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka ayrımların
gözetilmesi suretiyle bazı kişilere imtiyaz sağlanabileceği, kamu görevlilerinin
devlet ile olan ilişkilerinin statü hukuku içinde yürütüldüğü, devletin,
statüleri kanunla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe alınan kamu
görevlilerine atanma, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi yükümlülükler
getirebileceği, ancak devlet memurlarının ve diğer kamu görevlilerinin atanma
ve özlük haklarını değiştiren düzenlemelerin kanunla yapılmasının esas olduğu,
bu ilkeye aykırı olarak adaylarda aranacak niteliklerin ve sınavların
belirlenmesinin idareye bırakılmasının kanunilik ilkesiyle bağdaşmadığı,
kurallarda sınavın sözlü ve yazılı yapılabileceğinin dışında herhangi bir
belirliliğin bulunmadığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 7., 10., 70.,
128. ve 153. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
a. Birinci Cümlede Yer Alan “...sözlü...” İbaresi
6. 3201 sayılı Kanun’un geçici 29. maddesi komiser
yardımcılığı rütbesine atanabilmek için gerekli koşulları içermektedir. Anılan maddenin
birinci cümlesine göre komiser yardımcısı olabilmek için başpolis memurları ve
kıdemli başpolis memurları arasında yapılacak yazılı/sözlü sınavlarda başarılı
olduktan sonra Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek ilk derece amirlik
eğitimini başarıyla bitirmek gerekmektedir. Yazılı/sözlü sınav ayrımını yapan (/)
ise sınavların yazılı veya sözlü şekilde yapılabileceğini ifade etmektedir. Söz
konusu cümlede yer alan “…sözlü…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
7. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. /Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
/Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri
ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
/Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. /Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine yer verilmiştir.
8. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına
gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
9. Komiser yardımcılığı rütbesine atanabilmek için
başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları arasında yapılacak sözlü sınavda
başarılı olma şartının öngörülebilmesine imkân tanıyan kuralda Anayasa’nın 10.
maddesi çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı
muamelenin mevcut olup olmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer
durumdaki kişiler arasında farklılığın gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir.
Kuralda komiser yardımcılığı rütbesine atanmada, başpolis memurları ve kıdemli
başpolis memurları arasında herhangi bir ayırım öngörülmemiş olup sözlü sınavda
başarılı olma şartının öngörülmesi durumunda bu şart anılan memurların tamamı
bakımından geçerli olacaktır. Dolayısıyla kuralın, komiser yardımcılığı
sınavına girecek memurlar için geçerli genel ve objektif bir düzenleme olması
nedeniyle eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
10. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında
memurların ve diğer kamu görevlilerinin niteliklerinin, atanmalarının, görev ve
yetkilerinin, hak ve yükümlülüklerinin, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilerek memur ve kamu görevlilerinin özlük
haklarında kanunilik ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke düzenlenen alanda
temel ilkelerin kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade
etmekte olup bu niteliği taşıyan bir yasal düzenleme ile uzmanlık ve teknik
konulara ilişkin hususların belirlenmesi konusunda yürütme organına yetki
verilmesi, söz konusu ilkeye aykırılık oluşturmaz.
11. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca memurların ve
diğer kamu görevlilerinin niteliklerini, atanmalarını, görev ve yetkilerini
belirleme yetkisi kanun koyucuya aittir ve kanun koyucunun bu yetki kapsamında
memur ve diğer kamu görevlilerinin atama ve terfi koşullarını düzenlemesi
mümkündür. Bu çerçevede dava konusu kuralla kamu yararı amacıyla ihtiyaç
hâlinde polis memurlarının komiser yardımcılığına atanabilmeleri için Kanun’da
belirtilen diğer koşulların yanı sıra sözlü sınav koşulunun öngörülebilmesi
konusunda idareye takdir yetkisinin tanınmasında Anayasa’ya aykırı bir yön
bulunmamaktadır. Bu koşulun öngörülmesiyle kamu yararının gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği ise anayasallık denetiminin kapsamı dışında kalmaktadır (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, § 216).
12. Kuralda “Komiser
Yardımcılığı” rütbesine atanmak için başpolis memurları ve kıdemli başpolis
memurlarının katılabileceği yazılı veya sözlü sınavın yapılacağı, sınavlarda
başarılı olanlardan, Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek ilk derece
amirlik eğitiminin başarıyla bitirilmesi gerektiği belirtilerek Anayasa’nın
128. maddesinde ifade edilen kanunilik ilkesine uygun olarak kanuni çerçevenin
çizildiği, temel ilkelerin kanunla belirlendiği anlaşılmaktadır.
13. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti;
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine
açık olan devlettir.
14. Diğer yandan hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru
idarenin işlem ve eylemlerinin yargısal denetime tabi olmasıdır. Nitekim söz
konusu yargısal denetim idareyi hukuka bağlı kılmakta ve keyfi uygulamalardan
kaçınmasını sağlamaktadır. Dava konusu kural ile komiser yardımcılığı rütbesine
atanabilmek için idareye tanınan yetki çerçevesinde yapılan sözlü sınav
sonuçlarını yargısal denetimden muaf tutan herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, idarenin kural ile kendisine tanınan yetkisini kullandığı her
durumda, ilgililer bu yetkiye dayanılarak yapılan atama işlemlerini yargı
organları önüne taşıyabilecek ve denetime tabi tutabileceklerdir. Kaldı ki
kuralla yargısal denetime engel herhangi bir düzenleme öngörülmediği gibi,
yargısal denetimden önce, atamaya ilişkin süreçte idarenin gözetmesi gereken başpolis veya kıdemli başpolis memuru statüsünün
bulunmasına, sınavlarda
başarılı olunmasına ve ilk derece amirlik eğitiminin başarıyla bitirilmesine
ilişkin belirli standartlar da
getirilmiştir.
15. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10. ve
128. maddelerine aykırı değildir. İptal
talebinin reddi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa’nın 7., 70. ve 153. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
b. İkinci Cümle
16. Dava konusu kuralla komiser yardımcılığı adaylarında
aranacak diğer niteliklerin, sınavlara ve ilk derece amirlik eğitimine ilişkin
usul ve esasların Bakanlıkça düzenleneceği öngörülmektedir.
17. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir.
Bu ilke, yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği
ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve
öngörülebilir olma gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme
içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleriyle de hukuki belirlilik sağlanabilir.
Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır. Belirlilik ilkesi
hukuki güvenlikle bağlantılı olup bu ilke gereği kişilerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2018/106,
K.2019/80, 16/10/2019, § 7).
18. 3201 sayılı Kanun’un geçici 29. maddesinin birinci
cümlesinde başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları arasında yapılacak
yazılı/sözlü sınavlarda başarılı olanlardan, Polis Akademisi Başkanlığınca
düzenlenecek ilk derece amirlik eğitimini başarıyla bitirenlerin komiser
yardımcılığı rütbesine atanacağı öngörülmüştür. Dava konusu kural ise komiser
yardımcılığı adaylarında aranacak diğer niteliklerin, sınavlara ve ilk derece
amirlik eğitimine ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça düzenlenmesini hükme
bağlamaktadır. Dolayısıyla kuralda bu
koşullar sınırlı biçimde sayılmamış, adaylarda aranacak diğer niteliklere
ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça düzenleneceği belirtilmiştir.
19. Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” denilmektedir. Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olması ve bu yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı
ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin
gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya ait olması "demokrasi
rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir durum" olarak
nitelendirilmiştir. Ayrıca, gerekçede "Millet adına kanun koyma
yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki devredilemez. Ancak,
Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır" denilmek
suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları belirtilmiştir. Madde gerekçesinden
de anlaşılacağı üzere, yasama yetkisinin devredilemezliği, esasen kanun koyma yetkisinin
TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan, kanun yapma yetkisinin devredilmesidir (AYM,
E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013).
20. Türevsel nitelikteki düzenleyici
işlemler bakımından yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle temel ilkeleri belirlenmeksizin ve
çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir kanun
kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yürütmenin düzenlemesine
bırakılması, Anayasa'nın belirtilen maddesine aykırılık oluşturur. Bununla
birlikte yasama organının temel ilkeleri ve çerçeveyi kanunla belirlendikten
sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamaz (AYM,
E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15, 4/3/2021, § 57).
21. Anayasa’nın açıkça kanunla
düzenlenmesini öngörmediği konularda kanunda genel ifadelerle düzenleme
yapılarak ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmenin türevsel nitelikteki
düzenleyici işlemlerine bırakılması mümkündür. Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenleme yapılması öngörülmeyen konularda yasamanın asliliği ve
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri haricinde geçerli olan yürütmenin türevselliği
ilkeleri gereği idari işlemlerin kanuna dayanması zorunluluğu vardır. Ancak bu
durumda kanunda belirlenmesi gereken çerçeve, Anayasa’nın kanunla
düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok daha geniş olabilecektir (AYM,
E.2018/91, K.2020/10, 19/2/2020, § 110; E.2019/36, K.2021/15, 4/3/2021, § 56).
22. Buna göre komiser yardımcılığı rütbesine atanabilmek
için kuralın yer aldığı maddede belirtilen şartların yanı sıra başka şartların
da idare tarafından düzenlenebilmesi mümkündür. Ancak bu şartlar kuralda
belirtilen şartlara aykırı veya bu şartları etkisiz hâle getirecek nitelikte
olamayacaktır. Bu yönüyle kural ile polis memurlarının komiser yardımcılığına
atanmasına ilişkin temel ilke ve kuralları ile yasal çerçevenin kanunla
belirlendiği ancak belirlenen bu şartlar dışında idare tekniği yönünden
adaylarda başka şartların da aranmasının gerekebileceği gözetilerek idareye
anılan diğer şartları düzenleme yetkisinin verildiği görülmektedir (AYM, E.
2015/41, K. 2017/98, 4.5.2017, § 214).
23. Kanun koyucunun bu şekilde polis memurlarının komiser
yardımcılığına atanmasına ilişkin temel kuralları saptayıp yasal çerçeveyi
çizdikten sonra anılan personelin sınavlarına, ilk derece amirlik eğitimine,
polis memurlarının komiser yardımcılığına atanmasına ilişkin olarak kanunda
belirtilen şartlara aykırı düşmeyecek ve onları etkisiz hâle getirmeyecek
şekilde adaylarda aranacak diğer şartlara ilişkin çalışma usul ve esaslarına
yönelik düzenleme yetkisini idareye bırakmasında belirlilik, yasama yetkisinin
devredilmezliği ve kanunilik ilkelerine aykırı düşen bir yön bulunmamaktadır
(benzer yönde bkz. AYM, E. 2015/41, K. 2017/98, 4/5/2017, § 215).
24. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 7. ve 128.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa’nın 10., 70. ve 153. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
B. Kanun’un 21. Maddesiyle 2692 Sayılı Kanun’un
Değiştirilen Ek 4. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “...kantinlerin
tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,...” İbaresi ile
Beşinci Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
25. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu ibarenin
kapsamının geniş ve belirsiz olduğu, kantinlerin tamamının yanı sıra bir
kısmının veya bazı şubelerinin de kiraya verilebileceğinin öngörülmesi
suretiyle belirsizliğin daha da arttırıldığı, hangi kısımların veya şubelerin
kiraya verileceği hususunun kuralın lafzından veya yorumundan anlaşılmasının
mümkün olmadığı, keyfi uygulamalara yol açacak nitelikteki kuralda objektif
ölçütlere yer verilmediği, dava konusu cümlede de elde edilecek gelirlere
ilişkin karar alma yetkisinin, uyulması gereken sınırların, temel ilke ve
kuralların yasama organınca tespit edilmeden yürütmenin takdirine bırakıldığı,
bu suretle söz konusu gelirlere dair yürütmenin keyfi uygulamalarda bulunmasına
imkân tanındığı, bu hususta herhangi bir yasal güvenceye yer verilmediği,
belirlilik ilkesinin ihlaline neden olan bu durumun vatandaşların devlete olan
güven duygusunun zedelenmesine de yol açtığı, elde edilecek gelir üzerindeki
denetim yetkisi de dahil olmak üzere tüm yetkilerin, genel usul ve esasların
düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılmasının bütçe hakkını da ihlal ettiği
belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 7. ve 161. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
a. Üçüncü Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan “...kantinlerin
tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,...” İbaresi
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 128. maddesi yönünden de incelenmiştir.
27. 2692 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin birinci
fıkrasında Sahil Güvenlik Komutanlığının (SGK); vardiya yatakhaneleri, eğitim
ve kongre merkezleri, sosyal tesisler, gazinolar, moral eğitim merkezleri ve
kantinler kurabileceği hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin üçüncü fıkrasının
birinci cümlesinde vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel, yerel
ve kış eğitim merkezlerinde, özel bir ihtisas gerektiren hizmetlerin personel
yetersizliği veya maliyeti nedeniyle verilememesi durumunda bu hizmetlerin
kiralama yoluyla dışarıdan karşılanabileceği, kantinlerin tamamının, bir
kısmının veya bazı şubelerinin kiraya verilebileceği, bu şekilde elde edilen
gelirlerin genel bütçe gelirleri ile ilişkilendirilmeksizin tesis ve kantin
gelirlerine dâhil edileceği belirtilmiştir. Söz konusu cümlede yer alan “…kantinlerin
tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresi dava
konusu kuralı oluşturmaktadır.
28. 31/3/2021 tarihli ve 31440 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Sahil Güvenlik Komutanlığı Kantin Yönetmeliği’nin 4. maddesinde
kantin; SGK’ya bağlı komutanlıklardaki kantinler, kantin şubesi ise kantine
bağlı olarak açılıp işletilen satış yerleri şeklinde tanımlanmıştır. Anılan
Yönetmelik’in 5. maddesinin (a) bendinde de “Sahil Güvenlik Komutanlığına
mensup erbaş, er ve diğer personelin dayanıklı tüketim malları hariç çeşitli ve
zaruri ihtiyaçlarını daha ucuz ve kolaylıkla temin edebilmesi maksadıyla her
birlikte kantin kurulabilir. İhtiyaç halinde bu kantinlerin birlik içinde veya
dışında şubeleri açılabilir. Yüzer birlikler hariç olmak üzere aynı yerleşke
içerisinde birden fazla kantin kurulamaz.” denilmektedir.
29. Dava konusu kuralla SGK bünyesindeki kantinlerin
tamamının, bir kısmının veya bazı şubelerinin kiraya verilebilmesine imkân
tanınmaktadır.
30. 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale
Kanunu’nun 1. maddesinin genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli
idarelerin, özel idare ve belediyelerin alım, satım, hizmet, yapım, kira,
trampa, sınırlı ayni hak tesisi ve taşıma işlerinin bu Kanun’da yazılı
hükümlere göre yürütüleceği hükme bağlanmıştır.
31. SGK, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında
sayılmıştır. SGK bütçesi de Bakanlık bünyesinde ve Bakanlık bütçesinden ayrı
olarak düzenlenmektedir.
32. 2692 sayılı Kanun’un “Uygulanmıyacak Hükümler:”
başlıklı 24. maddesinde “Bu Kanunun tatbikinde, 16/7/1956 tarih ve 6815
sayılı Sınır, Kıyı ve Karasularımızın Muhafaza ve Emniyeti ve Kaçakçılığın Men
ve Takibi İşlerinin Dahiliye Vekaletine Devri Hakkındaki Kanunun ve diğer
kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz.” denilmektedir.
33. SGK’ya ait kantinlerin kiraya verilmesine ilişkin
işlerin 2886 sayılı Kanun kapsamında kalmadığını yahut anılan işlerde 2886
sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağını öngören açık bir kanun hükmü
bulunmadığından bu Komutanlığa ait kantinlerin kiraya verilmesine ilişkin
işlerde 2886 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır. Nitekim Yönetmelik’in “Kiralama
işlemleri” başlıklı 28. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da kantinlerin
kiraya verilmesi işlemlerinin 2886 sayılı Kanun’a uygun olarak
gerçekleştirileceği belirtilmiştir.
34. Bu açıklamalar çerçevesinde SGK’ya bağlı kantinlerin tamamının, bir kısmının veya
bazı şubelerinin kiraya verilmesi işlerinin
2886 sayılı Kanun hükümlerine göre yürütüleceği anlaşıldığından kuralda belirlilik ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
35. Anayasa’nın 128.
maddesinin birinci fıkrasında “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer
kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmektedir. Bu hüküm uyarınca genel
idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği görevlerden
asli ve sürekli nitelik taşıyanların memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle
görülmesi zorunludur.
36. Kamu hizmeti, geniş tanımıyla, devlet ya da diğer
kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların denetimi ve gözetimleri altında,
ortak ihtiyaçları karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş
bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir.
37. Kamu hizmetlerinin bir kısmının genel idare
esaslarına göre yürütülmesi zorunlu iken bu zorunluluğu taşımayan kamu
hizmetlerinin devletin gözetimi ve denetimi altında, belirli yasal usullerle
özel kişilere yaptırılabilmesi mümkündür. Bir kamu hizmetinin genel idare
esaslarına göre yürütülmesi, o kamu hizmetinde kamusal yönetim usullerinin
geçerli olmasını ifade etmektedir. Bu kapsamda kamusal yönetim usullerinin
geçerli olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi zorunludur (AYM, E.2019/27,
K.2019/56, 26/6/2019, § 7).
38. SGK’ya bağlı birlik, kurum ve karargâhlarda çalışan
personelin zorunlu ihtiyaçlarını daha ucuza ve kolaylıkla sağlayabilmek, erbaş
ve erlerin kışla dışı ilişkilerini azaltmak, sağlık ve disiplini korumak için
kantin açılması Anayasa’nın 128. maddesi
anlamında devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli bir görev olarak nitelendirilemez.
Bu nedenle anılan hizmetin kantinlerin kiraya verilmesi suretiyle yerine
getirilmesi mümkündür. SGK’ya bağlı kantinlerle ilgili hizmetlerin devletin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu asli ve sürekli görevler niteliğinde
olmadığı gözetildiğinde kural Anayasa’nın 128. maddesine aykırı değildir.
39. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 128.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 7. ve 161. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
b. Beşinci Fıkranın İkinci Cümlesi
i. Cümlede Yer Alan “…tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlar…” İbaresi
40. Kurala göre SGK’ya ait tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar Bakanlık tarafından hazırlanan
yönetmelikle düzenlenecektir.
41. Kural ile sosyal
haktan yararlandırmama şeklinde bir yasaklama söz konusu olup bu hususa ilişkin
esas ve usullerin yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir. Kanun koyucunun
konuyla ilgili temel kuralları belirleyip kanuni çerçeveyi çizdikten sonra bu
çerçevenin içinde kalacak hususların düzenlenmesini idareye bırakmasında,
hukuki belirlilik ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkelerine aykırı düşen
bir yön bulunmamaktadır (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, § 71).
42. SGK’ya ait tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanması konusunda idareye düzenleme yapma yetkisi tanıyan kural, ifade
özgürlüğünden özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına kadar birçok
temel hak ve özgürlükle ilgili olabilir.
43. Anayasa’nın
13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların kanunla
yapılması gerekir. Anayasa Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel
hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların
keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması
gerekir.
44. Esasen temel hakları sınırlayan
kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan
hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin
sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§
153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak
belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk
devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
45. SGK’ya
ait tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlara
ilişkin kanuni çerçeve çizilmeden, temel ilkeler belirlenmeden kuralla bu
durumların düzenlenmesinin tamamıyla Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmeliğe
bırakılması Anayasa’yı ihlal etmektedir.
46. Açıklanan nedenlerle
kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
ii. Cümlede Yer Alan “…gibi…” İbaresi
47. Kural, SGK’ya ait tesislerin işletilmesi,
işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması, tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumların yanı sıra başkaca konulara ilişkin genel
usul ve esasların da Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlenmesini
öngörmektedir. Böylece kural Bakanlıkça
düzenlenecek hususları, SGK’ya ait tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi,
gelirlerinin harcanması ve tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını
gerektiren durumlarla sınırlı tutmamıştır.
48. İptali talep edilen “…gibi…” ibaresi kanunilik
ilkesinin geçerli olduğu yasaklanma gerektiren durumların yanı sıra kanunilik
ilkesinin geçerli olmadığı tesislerin işletilmesi ve gelirlerin harcanması
konularını da kapsamakla birlikte bu kapsama nelerin girdiği anlaşılamamaktadır.
Bu itibarla kuralın Bakanlığa çerçevesi çizilmemiş, temel ilkeleri
belirlenmemiş bir takdir yetkisi tanıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
49. Açıklanan nedenlerle
kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
iii. Cümlenin Kalan Kısmı
50. 2692 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin beşinci
fıkrasında vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel, yerel ve
kış eğitim merkezleri olarak sayılan tesislerden istifade edecek personelden
üye aidatı ve kart ücreti alınacağı hükme bağlanmış, dava konusu kuralda ise bu
suretle elde edilen gelirlerin müştereken istifade edilen tesislere yönelik
harcama usul ve esaslarının Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı
tarafından hazırlanan yönetmelikle, SGK’ya ait tesislerin işletilmesi,
işlettirilmesi ve gelirlerinin harcanmasına ilişkin usul ve esasların da
Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür.
51. Kuralda yer alan “Bu suretle elde edilen gelir…”
kavramından kasıt vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel,
yerel ve kış eğitim merkezlerinden istifade edecek personelden alınan üye
aidatı ve kart ücretidir. Öte yandan yine kuralda yer alan “gelirlerinin harcanması” bölümündeki gelirler ise vardiya
yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel, yerel ve kış eğitim
merkezlerinden istifade edecek personelden alınan üye aidatı ve kart ücreti
gelirleriyle sınırlı değildir. Nitekim kuralda herhangi bir ayrım yapılmaksızın
SGK’ya ait tesislerin gelirlerinin harcanmasının usul ve esaslarından söz
edilmiştir. Bu itibarla Bakanlık, SGK’ya ait tesislerin gelirlerinin tümünün
harcanmasına ilişkin usul ve esasları düzenleme yetkisine sahiptir.
52. Hukuk devletinin ön koşulları
arasında hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri bulunmaktadır. Kişilerin
hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi
ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir.
53. Kuralda “Bu suretle elde edilen gelirlerin
müştereken istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve esasları” denildiğinden
vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel, yerel ve kış eğitim
merkezlerinden istifade edecek personelden alınan üye aidatı ve kart ücreti
gelirlerinin tümünün harcama usul ve esaslarının değil yalnızca müştereken
istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve esaslarının Millî Savunma
Bakanlığı ve Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği
anlaşılmaktadır. Öte yandan 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun (I) Sayılı Cetvelinde SGK da yer aldığından 5018
sayılı Kanun ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri
harcama usul ve esasları yönünden uygulanacaktır.
54. Kuralın “Bu suretle elde edilen gelir…”
kavramında yer alan gelirlerin nelerden ibaret olduğu ve Millî Savunma
Bakanlığı ile Bakanlıkça belirlenecek harcama usul ve esaslarının müştereken
istifade edilen tesislere yönelik harcamalarla ilgili olduğu da açıktır. Kural
kapsamında, elde edilecek gelirlerin kaynağı ve bu gelirlerin harcanacağı
tesisler tespit edildiğinden, dava konusu harcama usul ve esaslarının da bu
çerçevede yapılması zorunludur.
55. Diğer yandan kuralda SGK’ya ait tesislerin
işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin harcanmasına ilişkin genel usul ve
esasların Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi hükme
bağlanmaktadır. Buna göre kuralla düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılan hususların
temel hak ve özgürlüklere ilişkin ve münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken
konular olmadığı açıktır. Dolayısıyla Anayasa gereği münhasıran kanunla düzenlenmesi
gerekmeyen konuların düzenlenmesinin kanuni bir çerçeve ve dayanak bulunmak
kaydıyla yürütmenin türevsel nitelikli düzenleyici işlemlerine bırakılması
mümkündür.
56. Dava konusu kuralda SGK’ya ait tesislerin işletilmesi
ile bütçe içi işletme olarak yönetilme, SGK’ya ait tesislerin işlettirilmesiyle
de bu tesislerin başka işletmelere devredilmesiyle işletilme söz konusu
olmaktadır. Bu durumda kuralda yönetmeliğe bırakılan SGK’ya ait tesislerin
işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin harcanmasına ilişkin genel usul ve
esaslar yönünden herhangi bir istisna öngörülmediğinden 4734 sayılı Kanun ile
2886 sayılı ve 8/9/1983 tarihli Devlet İhale Kanunu’nun hükümlerinin anılan
tesisler hakkında uygulanmasına engel bir husus yoktur. Bu itibarla Kanun’da
çıkarılacak yönetmeliğin genel çerçevesinin ve kanuni dayanağının belirlenmiş
olması nedeniyle kuralın belirsiz olduğu söylenemez.
57. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM ve
Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
C. Kanun’un 30. Maddesiyle 2803 Sayılı Kanun’un Ek 8.
Maddesine Eklenen Üçüncü Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan
“...kantinlerin tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,...” İbaresi
ile Beşinci Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
58. Dava dilekçesinde özetle; 7196 sayılı Kanun’un 21.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin üçüncü fıkrasının
birinci cümlesinde yer alan “...kantinlerin tamamı, bir kısmı veya bazı
şubeleri kiraya verilebilir,...” ibaresi ile beşinci fıkrasının ikinci
cümlesine yönelik gerekçelerle kuralların Anayasa’nın 2., 7. ve 161.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Üçüncü Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…kantinlerin
tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,...” İbaresi
59. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 128. maddesi yönünden de incelenmiştir.
60. 2803 sayılı Kanun’un ek 8. maddesinin birinci
fıkrasında Jandarma Genel Komutanlığının (JGK) vardiya
yatakhaneleri, eğitim ve kongre merkezleri, sosyal tesisler, gazinolar, moral
eğitim merkezleri ve kantinler kurabileceği hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde
vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal tesisler, özel, yerel ve kış eğitim
merkezlerinde, özel bir ihtisas gerektiren hizmetlerin personel yetersizliği
veya maliyeti nedeniyle verilememesi durumunda bu hizmetlerin kiralama yoluyla
dışarıdan karşılanabileceği, kantinlerin
tamamının, bir kısmının veya bazı şubelerinin kiraya verilebileceği, bu şekilde
elde edilen gelirlerin genel bütçe gelirleri ile ilişkilendirilmeksizin tesis
ve kantin gelirlerine dâhil edileceği belirtilmiştir.
Söz konusu cümlede yer alan “…kantinlerin
tamamı, bir kısmı veya bazı şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresi dava
konusu kuralı oluşturmaktadır.
61. 15/9/2003 tarihli ve 25230 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Jandarma Kantin Yönetmeliği’nin 5. maddesinin (a) bendinde “Jandarma Genel Komutanlığı personelinin dayanıklı tüketim
malları hariç zaruri ihtiyaçlarının daha ucuz ve kolaylıkla sağlanmasını temin
maksadıyla her birlikte kantin kurulabilir. Aynı birlik içerisinde Jandarma
Genel Komutanlığına bağlı birden fazla kantin kurulamaz.” denilmektedir.
62. Dava konusu kuralla JGK bünyesindeki kantinlerin
tamamının, bir kısmının veya bazı şubelerinin kiraya verilebilmesine imkân
tanınmaktadır.
63. 7196 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “...kantinlerin tamamı, bir kısmı
veya bazı şubeleri kiraya verilebilir, ...” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetimi bölümünde belirtilen
gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
64. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 128.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 7. ve 161. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir
b. Beşinci Fıkranın İkinci Cümlesi
i. Cümlede Yer Alan “…tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlar…” İbaresi
65. Kurala göre JGK’ya ait tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar Bakanlık tarafından hazırlanan
yönetmelikle düzenlenecektir. Kural ile sosyal
haktan yararlandırmama şeklinde bir yasaklama söz konusu olup bu hususa ilişkin
esas ve usullerin yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir.
66. 7196 sayılı Kanun’un
21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un
değiştirilen ek 4. maddesinin üçüncü fıkrasının beşinci fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “…tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını
gerektiren durumlar…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetimi bölümünde
belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
67. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
ii. Cümlede Yer Alan “…gibi…” İbaresi
68. Kural, JGK’ya ait tesislerin
işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması, tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumların yanı sıra başkaca konulara
ilişkin genel usul ve esasların da Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle
düzenlenmesini öngörmektedir. Böylece kuralın
ikinci bölümü Bakanlıkça düzenlenecek hususları, JGK’ya ait tesislerin işletilmesi,
işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması ve tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlarla sınırlı tutmamıştır.
69. 7196 sayılı Kanun’un
21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un
değiştirilen ek 4. maddesinin üçüncü fıkrasının beşinci fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “…gibi…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetimi
bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
70. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
iii. Cümlenin Kalan Kısmı
71. 2803 sayılı Kanun’un
ek 8. maddesinin beşinci fıkrasında vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal
tesisler, özel, yerel ve kış eğitim merkezleri olarak sayılan tesislerden
istifade edecek personelden üye aidatı ve kart ücreti alınacağı hükme
bağlanmış, dava konusu kuralda ise bu suretle elde edilen gelirlerin müştereken
istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve esaslarının Millî Savunma
Bakanlığı ve Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle, JGK’ya ait tesislerin
işletilmesi, işlettirilmesi ve gelirlerinin harcanmasına ilişkin usul ve
esasların da Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülmektedir.
72. 7196 sayılı Kanun’un
21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un
değiştirilen ek 4. maddesinin üçüncü fıkrasının beşinci fıkrasının ikinci cümlesinin
kalan kısmıyla ilgili Anayasa’ya uygunluk denetimi bölümünde belirtilen
gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
73. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 7. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin
reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM ve
Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 7. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Ç. Kanun’un 52. Maddesiyle 4721 Sayılı Kanun’un 409.
Maddesinin İkinci Fıkrasına Eklenen İkinci Cümle ile 53. Maddesiyle Anılan
Kanun’un 436. Maddesine Eklenen (6) ve (7) Numaralı Bentlerin İncelenmesi
1. Genel Açıklama
74. 4721 sayılı Kanun’un “VESAYET” başlıklı Üçüncü
Kısmı’nın “VESAYET DÜZENİ” başlıklı Birinci Bölümü’nün İkinci
Ayırımı’nda vesayeti gerektiren hâller arasında akıl hastalığı veya akıl
zayıflığı sayılmıştır.
75. Anılan Kanun’un yine Üçüncü Kısmı’nın Birinci
Bölümü’nün Altıncı Ayırımı’nda yer alan 432. ila 437. maddelerinde koruma
amacıyla özgürlüğün kısıtlanması düzenlenmiştir.
76. Kanun’un 432. maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesinde akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde
bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik
sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişinin, kişisel
korunmasının başka şekilde sağlanamaması hâlinde tedavisi, eğitimi veya ıslahı
için elverişli bir kuruma yerleştirileceği veya alıkonulabileceği hükme
bağlanmıştır.
77. Anılan maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere “Madde
sadece toplum için tehlike oluşturan ergin kişilerin kuruma yerleştirmesi veya
kurumda alıkonulmasını öngörmektedir. Ergin olmayan kişiler bu maddenin
kapsamına girmemektedir. Bu kişilere ilişkin koruma önlemleri daha önceki
maddelerde hükme bağlanmıştır. Ergin kişinin bu madde gereğince kuruma
yerleştirilmesi ya da kurumda alıkonulması için kısıtlı olması ya da olmaması
önem taşımamaktadır. Kısıtlı olmamasına rağmen maddede sayılan sebeplerden biri
varsa toplum için tehlike oluşturan bu kişiler bir kuruma yerleştirilebilecek
veya kurumda alıkonulmaya devam edilecektir.”
78. Çocukların koruma amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması
Kanun’un 446. maddesinde, kısıtlıların koruma amacıyla özgürlüğünün
kısıtlanması ise 447. maddede düzenlenmiştir.
79. Kanun’un 433. maddesinde, kuruma yerleştirme veya
alıkoymaya karar verme yetkisinin, ilgilinin yerleşim yeri veya gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde bulunduğu yer vesayet makamına ait olduğu
belirtilmiştir. Yerleştirme veya alıkoymaya karar veren vesayet makamı,
kurumdan çıkarmaya da yetkili olup vesayet makamı 397. maddenin ikinci
fıkrasına göre sulh hukuk mahkemesidir.
80. Kuruma yerleştirme veya alıkoyma kararına karşı
itiraz, Kanun’un 435. maddesi gereğince kuruma yerleştirilen kişi veya
yakınları tarafından bu kararın kendilerine bildirilmesinden başlayarak on gün
içinde denetim makamı olan asliye hukuk mahkemesine yapılabilecektir.
2. Anlam ve Kapsam
81. 4721 sayılı Kanun’un 409.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde akıl hastalığı veya akıl
zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar
verileceği belirtilmiştir. Anılan fıkranın dava ve itiraz konusu ikinci
cümlesinde ise bu raporun tanzimi için gerektiğinde 436. madde hükümlerinin
uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
82. Kanun’un 436. maddesinde koruma amacıyla özgürlüğün
kısıtlanması sürecinde uyulması gereken bazı özel usul kuralları öngörülmüş, bu
özel usul kuralları dışında koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanmasının
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na tabi olduğu
belirtilmiştir.
83. Anılan maddenin (1) numaralı bendinde karar verilirken ilgilinin bunun sebepleri hakkında
bilgilendirilmesi ve karara karşı denetim makamına itiraz edebileceğine yazılı
olarak dikkatinin çekilmesinin zorunlu olduğu ifade edilmiş; (2) numaralı
bendinde bir kuruma yerleştirilen kişiye, alıkonulma kararına veya kurumdan
çıkarılma talebinin reddine karşı en geç on gün içinde denetim makamına itiraz
edebileceğinin derhal yazılı olarak bildirileceği, (3) numaralı bendinde
mahkeme kararını gerektiren her talebin gecikmeksizin yetkili hâkime
ulaştırılacağı; (4) numaralı bendinde yerleştirme kararı veren vesayet
makamının veya hâkimin durumun özelliklerine göre bu talebin görüşülmesini
erteleyebileceği hüküm altına alınmıştır. (5) numaralı bentte ise akıl
hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır
tehlike arz eden bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında, ancak resmî sağlık kurulu
raporu alındıktan sonra karar verilebileceği hükme bağlanmıştır.
84. Dava konusu (6) ve (7) numaralı bentler, Kanun’un (5)
numaralı bendi uyarınca alınması gereken resmi sağlık kurulu raporu süreciyle
ilgilidir. Dava konusu (6) numaralı bentte Kanun’un 432. maddesi kapsamındaki
kişinin bir kuruma yerleştirilmesi veya alıkonulması şeklindeki asıl koruma
tedbiri düzenlenmemekte olup asıl koruma tedbirinin uygulanabilmesinin
şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için asıl tedbirden önce
kişinin vücudundan örnekler alınabileceği, kişiye gerekli tıbbi müdahalelerin
yapılabileceği ve gerektiğinde kişinin hekim ön raporu üzerine en fazla yirmi
gün süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirilebileceği öngörülmüştür.
85. Dava konusu (7) numaralı bentte de Kanun’un 436.
maddesi kapsamında alınan kararların icrası için gerektiğinde ilgili kişi hakkında
zor kullanılabileceği ve sağlık görevlilerinden gerekli tıbbi yardım
alınabileceği hükme bağlanmıştır.
86. Dava konusu bentlerde yer alan bu kararların kim
tarafından alınacağı anılan bentlerde açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte
Kanun’un sistematiğinden söz konusu kararların vesayet makamı tarafından
alınacağı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Kanun’un 435. maddesinde kuruma
yerleştirilen kişilerin veya yakınlarının kuruma yerleştirmeye ilişkin asıl
koruma tedbiri kararına karşı itiraz haklarının bulunduğu açıkça düzenlenmiş
olmasına rağmen anılan bentlerde kişinin vücudundan örnekler alınabilmesine, kişiye
gerekli tıbbi müdahalelerin yapılabilmesine, kişinin hekim ön raporu üzerine en
fazla yirmi gün süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirilebilmesine, ilgili kişi
hakkında zor kullanılabilmesine ve sağlık görevlilerinden gerekli tıbbi yardım
alınabilmesine ilişkin kararlara karşı bir itiraz imkânının bulunup bulunmadığı
düzenlenmemiştir.
87. Öte yandan Kanun’da vesayet makamının tüm kararlarına
karşı denetim makamına itiraz yoluna başvurulabileceğine ilişkin genel bir
hüküm bulunmamaktadır. Kanun, vesayet makamının hangi kararlarına karşı denetim
makamına itiraz imkânının bulunduğunu, düzenlenen konunun niteliğine göre özel
olarak belirlemiştir. Dolayısıyla Kanun’un 436. maddesinin dava konusu
bentlerine göre alınacak kararlara karşı denetim makamına bir itiraz imkânının
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
88. Ayrıca Kanun’un 436. maddesinde koruma amacıyla
özgürlüğün kısıtlanması usulünün maddede sayılan kurallar saklı kalmak üzere,
6100 sayılı Kanun’a tâbi olduğu belirtilmiştir. Sulh hukuk mahkemesinin vesayet
makamı sıfatıyla dava konusu bentler uyarınca verdiği kararlara karşı 6100
sayılı Kanun’a göre başvurulabilecek herhangi bir kanun yolu da tespit edilememiştir.
Nitekim sulh hukuk mahkemesinin 4721 sayılı Kanun’un 436. maddesinin dava
konusu bentlerine göre verdiği kararlar, 6100 sayılı Kanun’un “İstinaf
yoluna başvurulabilen kararlar” başlıklı 341. maddesi kapsamında değildir.
3. İptal Talebinin ve İtirazın Gerekçeleri
89. Dava dilekçesinde ve başvuru kararında özetle; dava
ve itiraz konusu kurallar uyarınca bireylerin mahkemece tedavi amacıyla
özgürlüklerinin kısıtlanmalarına karar verilmelerine dayanak teşkil edecek
resmi sağlık kurulu raporu düzenlenmeden önce rızalarına aykırı olarak sağlık
kuruluşlarına yirmi gün süreyle yatırılabilecekleri, bu şekildeki bir
uygulamanın hasta hakları ve insan haklarının doğrudan ihlal edilmesi anlamına
geldiği, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırılık teşkil ettiği, kişinin
yirmi güne kadar sağlık kuruluşunda tutulabilmesi için hekim ön raporunun
yeterli görülmesinin uygulamada her türlü keyfîliğe neden olacağı, ayrıca
bilirkişilik hizmeti ile tedavi amacıyla hastaneye yatırılma sürecinin karmaşık
hâle geleceği, akıl hastalığı ya da zayıflığı nedeniyle ayırt etme gücü olmayan
olgularda tıbbi müdahalede bulunulması için kişinin yasal temsilcisinden onay
alınması mümkün iken; alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı olan bireylerde
kural olarak ayırt etme gücü bulunduğundan kişinin rızası olmadan mahkeme
kararı olsa dahi tıbbi müdahalede bulunulmasının mümkün olmadığı, bir kişinin
gözlem altına alınmasının rızası olmaksızın kendisinden biyolojik numune
alınması yetkisini içermediği, kurallarla bireylerin bu konuda onay verip
vermeme haklarının ellerinden alındığı, bu durumun ülkemizin taraf olduğu
uluslararası sözleşme hükümleriyle de bağdaşmadığı, tıbbî zorunluluklar ve
kanunda yazılı hâller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı,
rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamayacağı, kimseye işkence
ve eziyet yapılamayacağı; kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya
veya muameleye tâbi tutulamayacağı, kişi özgürlüğünün sınırlanması sonucunu
doğuracak kurallarda yer alan “…gerektiğinde…” ibarelerinin kapsam ve
içeriğinin belirsiz ve muğlak olduğu, toplum için hiçbir tehlike oluşturmayan,
sadece hakkındaki sağlık kurulu raporunun düzenlenmesi ve vesayet davasının
tamamlanması için kişinin yirmi güne kadar sağlık kuruluşuna yerleştirilmesinin
özgürlüğünün orantısız ve ölçüsüz bir şekilde sınırlanmasına yol açacağı
belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 13., 17., 19. ve 90. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
4. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. 436. Maddeye Eklenen (6) Numaralı Bendin “Resmî
sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan kan
veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler
alınabilir, kişiye gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilir…” Bölümü
90. Anayasa’nın 17.
maddesine göre devlet kişilere tanınmış olan yaşam hakkını güvence altına
almakla yükümlüdür. Aynı maddenin birinci fıkrasında “Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” denilmektedir.
Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle
sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır.
91. Anayasa’nın 56. maddesinin üçüncü fıkrasında da
devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama
ödevi verilmiştir. Sağlık hakkı, insanların sağlıklarının korunması,
hastalandıklarında iyileşmeleri, tıbbi bakım görebilmeleri ve tedavi
edilebilmeleri için devletin sağladığı her türlü imkândan yararlanma hakkıdır.
Sağlık hakkı, insanların doğuştan kazandıkları vazgeçilemez ve devredilemez
haklarının başında gelmektedir.
92. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvenceye
bağlanan maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile bireyin
kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir. Bunun
yanı sıra Anayasa’nın anılan maddesinin ikinci fıkrasında tıbbi zorunluluklar
ve kanunda yazılı hâller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı ve
rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı belirtilmek
suretiyle fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı açısından özel bir güvence hükmüne
yer verilmiştir (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §
47).
93. Anayasa’nın
anılan maddesinin ikinci fıkrasında “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı
haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel
ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.” denilmek suretiyle kişilerin kendi
bedenleri üzerinde karar verme yetkisinin sınırları belirlenmiştir. Devlet,
pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam
hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır.
Dolayısıyla kişinin sağlığı ve beden bütünlüğü üzerindeki tasarruf hakkı gerek
kendisi gerekse üçüncü kişilerin müdahalesi yönünden mutlak ve sınırsız
değildir. Üçüncü kişilerin kanunun cevaz vermediği tasarrufları, muhatabın
rızasına dayansa da hukuka uygun değildir. Bunun sağlık alanına yansıması
hastanın, hekimi tıbben uygun görmediği tedaviye veya ameliyata
zorlayamamasıdır. Aksi durumda hekimin hukuki hakları ve tıbbi etik
kurallarının yanında hastanın tedavi hakkı da ihlâl edilmiş olur (AYM,
E.2012/103, K.2013/105, 3/10/2013).
94. Dava konusu kural ile resmî sağlık kurulu raporunun
alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan kan veya benzeri biyolojik
örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örneklerin alınabilmesi ve kişiye gerekli
tıbbi müdahaleler yapılabilmesi öngörülmek suretiyle kişinin maddî ve manevî
varlığını geliştirme hakkına sınırlama getirildiği anlaşılmaktadır.
95. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
Buna göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama
getiren kanuni düzenlemelerin Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve
ölçülü olması gerekir.
96. Dava konusu kuralın
kapsam, hüküm ve sonuçları konusunda herhangi bir tereddüte yer vermeyecek
şekilde açık, net ve yeterince belirgin nitelikte olduğu dolayısıyla kuralın
hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik yönünden kanunilik ölçütünü
taşıdığı anlaşılmaktadır.
97. Öte yandan kuralla kişinin koruma amacıyla
özgürlüğünün kısıtlanmasının gerekip gerekmediğine ilişkin sağlık kurulu
raporunun doğru şekilde düzenlenmesini sağlamak suretiyle hem kişinin
kendisinin hem de toplumdaki diğer kişilerin maddi ve manevi varlıklarının
korunması amaçlanmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 17. maddesinin ikinci fıkrasında
tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı
hâllerde kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulabileceği, Anayasa’nın 56. maddesinin üçüncü fıkrasında da devletin
herkesin, hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlü
olduğu belirtilmiştir. Bu itibarla kuralın Anayasa’nın 17. ve 56. maddeleri
çerçevesinde meşru amacı bulunmaktadır.
98. Diğer yandan
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca sınırlamanın ölçülü olup olmadığının da
değerlendirilmesi gerekir. Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı
amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
99. Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu
madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında
koruma amaçlı özgürlüğün kısıtlanması kararı verilebilmesi için belirleyici
olan resmî sağlık kurulu raporunun düzenlenmesi aşamasında kuralda belirtilen
şekilde vücut bütünlüğüne dokunulmasının anılan raporun doğru şekilde
hazırlanmasını sağlamak suretiyle ilgili kişi ile toplumdaki diğer kişilerin
maddi ve manevi varlıklarının korunması amacına ulaşma bakımından elverişli ve
gerekli olmadığı söylenemez.
100. Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve
bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın
yaşamını ve sağlığını korumaktır. Bunların yanında hastasının zarar görmemesi
ve tedavinin olumlu sonuçlanması için bilimsel tüm kuralları yerine getirmek,
hastanın durumunu ivedi bir şekilde saptamak, mevcut durumun gerektirdiği
önlemleri eksiksiz biçimde almak ve uygun tedaviyi ivedi bir şekilde belirleyip
uygulamak zorundadır. Bu nedenle tedavi yönteminin belirlenmesi temel olarak
hekimin görevidir. Bu seçimi yaparken bilimsel kanaatine göre belirleyeceği en
güvenilir yolu seçmesi gerekir (AYM, E.2012/103, K.2013/105, 3/10/2013).
101. Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya
uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığı olanlar
hakkında koruma amaçlı özgürlüğün kısıtlanması kararı verilmeden önce bu konuya
ilişkin resmi sağlık kurulu raporunu düzenleyecek hekim veya hekimlerin kişinin
vücudundan örnekler alması, tıbbi müdahalede bulunması tıbbi zorunluluklardan
kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya
uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığın tespiti
ve teşhisinin belirli tıbbi kontrol, gözlem, tahlil, yöntem ve analizleri
gerektirdiği açıktır. Bu tıbbi zorunluluklardan kaynaklanan kural, kişinin
maddî ve manevî varlığını geliştirme hakkına ölçüsüz bir sınırlama niteliği
taşımamaktadır.
102. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 17. maddelerine aykırı değildir. İptal
talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 17. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 19. ve 90. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
b. 436. Maddeye Eklenen (6) Numaralı Bendin Kalan Kısmı
103. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin
bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan
temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567,
25/2/2016, § 62). Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında özgürlükten
yoksun bırakma kavramını tanımlamıştır. Buna göre özgürlükten yoksun bırakma,
bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve
bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade
edilebilecek iki unsuru içermektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572,
20/3/2014, § 17).
104. Maddenin birinci fıkrasında geçen hürriyet sözcüğü,
özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu
anlamda kişi özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi
için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması
gerekir. Buradaki hareket serbestisine yönelik kısıtlama, Anayasa'nın 23.
maddesinde güvence altına alınan seyahat özgürlüğüne yönelik bir müdahaleye
göre çok daha yoğundur. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına yönelik bir
müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta
bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır (Galip Öğüt
[GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 34).
105. Anayasa'nın 19. maddesinin metni bir bütün olarak
değerlendirildiğinde maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki sınırlama
sebeplerinin kişilerin fiziksel özgürlüklerine ilişkin olduğu, ayrıca devam
eden fıkralardaki güvencelerin de fiziki olarak özgürlükten yoksun bırakılmış
kişiler bakımından getirildiği görülmektedir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının güvence altına aldığı şey bireylerin yalnızca fiziksel
özgürlüğüdür (Galip Öğüt, § 35).
106. Kurala göre akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol
veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığı
olanlar resmî sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla
gerektiğinde hekim ön raporu üzerine en fazla yirmi gün süreyle sağlık
kuruluşuna yerleştirilebileceklerdir. Bir kimsenin rızası dışında yirmi güne
kadar bir süreyle sağlık kuruluşunda tutulması onun hareket serbestisini yoğun
bir biçimde kısıtladığından kuralla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
sınırlandırılmaktadır.
107. Kuralda ilgili kişinin hangi amaçla ve hangi usule
bağlı olarak ve ne kadar süreyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının
sınırlanacağı açık ve net biçimde belirlenmiştir. Kuralda yer alan “…gerektiğinde…”
ibaresi de resmî sağlık kurulu raporunun temini için sağlık kuruluşunda kalmayı
icap ettiren hâllere işaret etmektedir. Söz konusu hastalıkların ve bağımlılık
hâllerinin çeşitlilikler göstermesine bağlı olarak bunların tek tek sayılarak
belirlenmesi mümkün olmadığından anılan ibareyle resmi sağlık kurulu raporunun
düzenlenmesi için ilgilinin sağlık kuruluşuna yerleştirilmesine gerek olup
olmadığını belirleme konusunda hekime takdir yetkisi tanınmıştır. Dolayısıyla
kuralın belirsiz olduğu söylenemez.
108. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir
kişinin bir kurumda tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi
amacıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği belirtilmiştir.
Bu bağlamda kuralın akıl hastalığı, akıl
zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden
bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında koruma amacıyla özgürlüklerinin
kısıtlanmasına karar verilmesinin gerek olup olmadığı konusunda belirleyici
olan resmi sağlık kurulu raporunun doğru şekilde düzenlenmesini temin amacına
yönelik olduğu gözetildiğinde meşru amacının bulunduğu açıktır.
109. Akıl hastalığı,
akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden
bulaşıcı hastalığı olanlar hakkında koruma amacıyla özgürlüklerinin
kısıtlanmasına karar verilmesinin gerek olup olmadığının belirlenmesi amacıyla
gerektiğinde belirli bir süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirilerek bu kişilerin
gözlem altında tutulmasının bu konuda belirleyici olan resmi sağlık kurulu
raporunun doğru şekilde hazırlanmasına imkân tanıyacağı gözetildiğinde kuralın
anılan amaca ulaşma bakımından elverişli olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kuralda
belirtilen kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanmasına karar verilmesinin gerekli
olup olmadığının tespiti, bunların belli bir süre gözlem altında tutulmasını
gerekli kılabildiğinden kuralın zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı
söylenemez.
110. Kuralla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına
getirilen sınırlama belirli ve öngörülebilir bir kanuna dayanmakla ve meşru
amacı bulunmakla birlikte bu sınırlamanın orantılı olması, bu kapsamda
keyfiliğe engel olacak hukuki güvencelerin de sağlanmış olması gerekir.
111. Anayasa’nın 19. maddesinde kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına getirilen sınırlamanın keyfiliğe yol açmasını önleyecek
birtakım özel güvencelere yer verilmiştir. Bu çerçevede Anayasa’nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrasında “Her
ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir.” denilmektedir. Anılan fıkrada kısıtlama sebebi bakımından bir ayrım
yapılmadığından başvuru hakkı kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeniyle
özgürlüğünden yoksun bırakılma ile sınırlı değildir. Bu itibarla Anayasa’nın
anılan maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen özgürlükten yoksun bırakılma
hâllerinde de bu güvence geçerlidir (Mehmet İlker Başbuğ, B. No:
2014/912, 6/3/2014, § 80).
112. Kuralda hekim ön raporu üzerine sağlık kuruluşuna
yerleştirilen kişinin bu yerleştirme kararına karşı başvurulabileceği herhangi
bir yol öngörülmediği gibi bu konuda başvuru imkânı sağlayan başkaca bir yasal
düzenleme de bulunmamaktadır. Bu itibarla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
sınırlanan kişiye aşırı külfet yüklendiği ve kuralla getirilen sınırlamanın
orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
113. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 19.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 19.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kural Anayasa’nın 13. ve 19. maddelerine aykırı görülerek
iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 17. maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
c. 436. Maddeye Eklenen (7) Numaralı Bent
114. Anayasa'nın 17.
maddesinin ikinci fıkrasında “Tıbbî
zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
denilerek kural olarak kişilerin kendi bedenleri üzerinde karar verme yetkisine
sahip oldukları kabul edilmiştir. Anılan madde uyarınca devletin tüm bireylerin
yaşam hakkını kamusal makamların ve diğer bireylerin eylemlerine karşı koruma
şeklinde pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır.
115. Söz konusu düzenlemede sınırlama
sebeplerinin kanunla belirlenebileceği öngörülmüş olup bu kapsamda yapılan
sınırlamaların anayasallık denetiminde Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
güvence ölçütlerinin dikkate alınması zorunludur (Halime Sare Aysal [GK],
B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 57).
116. Dava konusu kuralın ilk bölümünde koruma amacıyla
özgürlüğün kısıtlanabilmesi kararının icrası için gerektiğinde ilgili kişi
hakkında zor kullanılabilmesi, kuralın ikinci bölümünde de sağlık
görevlilerinden gerekli tıbbi yardım alınabileceği öngörülmektedir. Anılan
maddenin kapsamı dikkate alındığında, kurala konu kararların, maddenin (6)
numaralı bendinde belirtilen resmî sağlık kurulu raporunun alınabilmesini
temine yönelik alınan kişinin vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle
kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler alma, kişiye gerekli tıbbi müdahaleleri
yapma ve gerektiğinde kişiyi, hekim ön raporu üzerine en fazla yirmi gün
süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirme kararları olduğu anlaşılmaktadır. Böylece
kural kişinin vücut bütünlüğünün dokunulmazlığını sınırlamaktadır. Bu itibarla
Anayasa’nın 17. maddesinin ikinci fıkrasına sınırlama getirmesi nedeniyle kuralın kanunilik, meşru
amaç ve ölçülülük yönlerinden Anayasa’nın 13. maddesine uygun olması gerekir.
117. Kuralın
yer aldığı madde kapsamına bakıldığında kuralın ilgili maddenin (6) numaralı
bendi kapsamında alınan kararların icrasına ilişkin olduğu, bu itibarla ancak
resmî sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan
kan veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler
alınmasına, bu konuda kişiye gerekli tıbbi müdahalelerin yapılmasına ve kişinin
sağlık kuruluşuna yerleştirilmesine ilişkin kararların icrası amacıyla sağlık
görevlilerinden gerekli tıbbi yardımın alınabileceğinin anlaşıldığı, yardımın
niteliğinin de tıbbi yardımla sınırlı tutulduğu, yardım alınabilecek kesimin
sağlık görevlileri olduğunun belirtildiği, bu itibarla yardımın amacının, niteliğinin,
kapsamının ve muhatabının açık ve net olarak belirlendiği, bu nedenle kuralın
kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.
118. Kuralla toplum için tehlike oluşturan ergin
kişilerin ve toplumun korunması amaçlanmaktadır. Kuralda kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaması hakkı hem bireyin menfaati hem de kamu yararı göz önüne alınarak anayasal bağlamda meşru bir amaca
dayanarak sınırlandırılmaktadır. Ancak kuralın Anayasa’ya uygun olduğunun
söylenebilmesi için kuralla getirilen sınırlamanın anayasal bağlamda meşru bir
amaca dayanması yeterli olmayıp ölçülü olması da gerekir.
119. Toplum için tehlike oluşturan her ergin kişinin
kişisel korunmasının ve toplumun korunmasının sağlanması adına 4721 sayılı
Kanun’un 436. maddesi kapsamında alınacak kararların icrası için gerektiğinde
ilgili kişi hakkında zor kullanılabilmesi ve sağlık görevlilerinden gerekli
tıbbi yardım alınabilmesini düzenleyen kuralın kamu
düzeni ile bireylerin korunması amacına ulaşılması bakımından elverişli olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca toplum için tehlike oluşturan ve mahkeme kararının
icrasına rıza göstermeyen ergin kişinin sağlık kuruluşuna yerleştirilmesini
temin eden daha hafif bir aracın da bulunmadığı gözetildiğinde zor
kullanılmasının gerekli bir araç olmadığı söylenemez.
120. Anayasa'nın 17.
maddesi, kişiye karşı güç kullanımını tamamen yasaklamamaktadır. Ancak bu tür
bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilir (Gülşah
Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).
121. Anılan madde kapsamında
alınan kararların icrası için sağlık görevlilerinden gerekli tıbbi yardım
alınabileceğini öngören kural bu yardımın keyfî ve orantısız şekilde
yapılmasına imkân tanımamaktadır. Kural söz konusu yardımın ancak sağlık
görevlilerden alınabileceğini, yardımın gerektiği durumlarda verileceğini ve
kapsamının tıbbî yardımla sınırlandırıldığını belirttiğinden kuralın öngördüğü sınırlamanın orantılılık ilkesiyle
çelişmediği, bu çerçevede kuralın ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayan bir yönünün
bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
122. Öte yandan kural zor kullanma yetkisini keyfi ya da
orantısız şekilde kullananlar hakkında ceza soruşturması açılmasını ya da
mağdurlara tazminat verilmesini de engellememektedir.
123. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 17. maddelerine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 17.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 19. ve 90. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
ç. 409. Maddenin İkinci Fıkrasına Eklenen İkinci Cümle
124. Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle
kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebilecek olup
dava konusu kural bu raporun düzenlenmesi için gerektiğinde 4721 sayılı
Kanun’un 436. maddesi hükümlerinin uygulanmasını öngörmektedir.
125. Kural akıl hastası ve akıl zayıflığı olan kişinin
özgürlüğünün kısıtlanmasına; toplum için tehlike teşkil etmesi nedeniyle
yürütülen bir süreç içinde değil, vesayet altına alınması amacıyla yürütülen
bir süreç içinde raporun düzenlenmesi için gerekliyse imkân tanımaktadır. Bu
itibarla akıl hastalığı ve akıl zayıflığı nedeniyle vesayet altına alınması
talep edilen kişinin kural uyarınca raporun hazırlanması amacıyla özgürlüğünden
yoksun bırakılabilmesi için toplum bakımından tehlike oluşturması
gerekmemektedir.
126. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya
konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda
gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesinde belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B.
No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
127. Anayasa'nın 19. maddesinin kişi hürriyetinin
kısıtlanmasına imkân tanıdığı durumlardan biri de maddenin ikinci fıkrasında
düzenlenmiş olan bir mahkeme kararının gereği olarak kişilerin tutulması
hâlidir. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “… bir
mahkeme kararının … gereği olarak ilgilinin yakalanması …” ibaresi suç
isnadı altında olmayan kişilerin de bir mahkeme kararına bağlı olarak
yakalanmasına imkân tanımaktadır. Anılan ibarede sözü edilen yakalama
kavramı özerk bir anlama sahip olup ceza usul hukukundaki yakalamayı
değil, kamu makamları tarafından kişinin fiziksel özgürlüğünden yoksun
bırakılmasını ifade etmektedir.
128. Öte yandan Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci
fıkrasında suç isnadı altında olmayan kişilerin de bir mahkeme kararına bağlı
olarak tutulmaları mümkün kılınmış ise de hangi durumlarda mahkemelerin
kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılmasına karar verilebileceğiyle ilgili
olarak bir belirleme yapılmamıştır. Bu sebeple suç isnadı altında olmayan
kişilerin hâkim kararıyla özgürlüklerinden yoksun bırakılmasına yönelik
sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar
listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa
Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır.
129. Dava konusu kural, bir kimsenin vesayet altına
alınmasının gerekli olup olmadığının tespiti sürecinde bir sağlık kuruluşunda
20 güne kadar gözlem altına alınmasına imkân tanımaktadır. Kural kapsamına
giren kişinin gözlem altına alınmasının amacı onun vesayet altına alınmasını
gerektiren koşulların oluşup oluşmadığının tespit edilmesidir. Kişinin vesayet
altına alınmasının gerekip gerekmediğinin tespiti amacıyla gözlem altına
alınmasında kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır. Bu sebeple kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına yönelik müdahalenin anayasal açıdan meşru bir amaca dayandığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
130. Meşru amaç dışındaki diğer değerlendirmeler yönünden
7196 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle 4721 sayılı Kanun’un 436. maddesine eklenen (6) numaralı bendin kalan kısmının Anayasa’ya uygunluk
denetimi bölümünde belirtilen gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
131. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 19.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 19.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kural Anayasa’nın 13 ve 19. maddelerine aykırı görülerek
iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 17. maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
D. Kanun’un 62. Maddesiyle 5510 Sayılı Kanun’a Eklenen
Geçici 79. Maddenin Birinci Cümlesinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
132. Dava konusu kural, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe
kadar 5510 sayılı Kanun’un ek 15. maddesinin
ikinci ve beşinci fıkraları uyarınca yapılacak ödemelerde 89. maddeye göre
gecikme zammı ve cezası ile 102. maddeye göre idari para cezasının
uygulanmayacağını, bu tarihe kadar ödenmiş olan gecikme cezaları, gecikme
zamları ve idari para cezalarının ise iade ve mahsup edilmeyeceğini
öngörmektedir.
133. Kural kapsamında
yapılacak ödemeler 5510 sayılı Kanun’un ek 15. maddesinin ikinci ve beşinci
fıkralarına göre yapılacak ödemelerdir. Ek
15. maddenin ikinci fıkrasında; güvenlik korucusu olarak göreve başlayanlar ile
görevleri sona erenlerin sigortalı işe giriş ve sigortalı işten ayrılış
bildirgelerinin, çalışmaya başladıkları tarihinden itibaren bir ay içinde
ilgili valiliklerce verileceği, bunların prime esas günlük kazançlarının bu
Kanun’un 82. maddesi uyarınca belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırı
olduğu ve ilgili primlerin sigortalı ve işveren hissesinin tamamının
valiliklerce ödeneceği belirtilmektedir. Kanun’un 82. maddesinde prime esas
günlük kazanç alt sınırı ise sigortalıların yaşlarına uygun asgarî ücretin
otuzda biridir.
134. Kanun’un ek 15. maddesinin beşinci fıkrasında ise bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla güvenlik korucusu olarak görevde
bulunanların valiliklerin talebi üzerine güvenlik korucusu olarak geçen ve bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce uzun vadeli sigorta kollarına tabi
olmadığı süreleri için müracaat tarihinde geçerli olan prime esas kazanç alt
sınırı ve %32.5 oranı üzerinden hesaplanacak prim tutarlarının, tebliğ
tarihinden itibaren bir ay içinde valiliklerce ödeneceği, bu süre içinde
sigorta primlerinin ödenmemesi hâlinde bu Kanun’un 89. maddesi hükümlerinin
uygulanarak primlerin tahsil olunacağı hükme bağlanmıştır.
135. Kanun’un 89. maddesinde ise Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkanlığının (Kurum) prim ve diğer alacakları süresi içinde ve tam olarak
ödenmezse, ödenmeyen kısmı sürenin bittiği tarihten itibaren ilk üç aylık
sürede her bir ay için %2 oranında gecikme cezasının uygulanarak artırılacağı;
ayrıca, her ay için bulunan tutarlara ödeme süresinin bittiği tarihten başlamak
üzere borç ödeninceye kadar her ay için gecikme zammının hesaplanacağı belirtilmiştir.
Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 102. maddesinde Kurumca verilecek idari para
cezaları düzenlenmiştir.
136. Güvenlik korucularının çalışılan ve borçlanılan
dönemlere ait sosyal sigorta güvenlik primlerinin valiliklerce ödenmemesi
hâlinde kural uyarınca gecikme zammı ve cezası ile idari para cezası
uygulanmayacak; ancak ödenmiş olan gecikme zammı ve cezaları ile idari para
cezaları da iade ve mahsup edilmeyecektir.
137. Kamu alacağı
kavramı, kamu hizmetlerinin finansmanı amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak
koyduğu mali yükümlülüklerden doğan alacakları ifade etmektedir (AYM,
E.2018/142, K.2019/38, 15/5/2019, § 38). 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre kamu alacakları,
devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine ait vergi, resim, harç, mahkeme masrafı,
vergi cezası, para cezası, gecikme zammı ve gecikme faizi gibi alacaklardır.
Dolayısıyla kurala konu gecikme zammı ve cezası ile idari para cezaları da kamu
alacağı kavramı kapsamında kalmaktadır.
138. 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi
ve Kontrol Kanunu’nun “Kamu zararı” başlıklı 71. maddesinde kamu zararı “…kamu
görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı
karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya
eksilmeye neden olunması…” şeklinde tanımlanmıştır. Bu çerçevede kamu
zararından veya mali sorumluluktan bahsedilebilmesi için her somut olayda; kamu
görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı
karar, işlem veya eylemin bulunması; mevzuata aykırı karar, işlem veya eylem
sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması ve kamu
kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması durumu ile mevzuata
aykırı karar, işlem veya eylem arasında bir illiyet bağının bulunması şartları
birlikte aranacaktır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
139. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralın
valiliklerce ödenmesi gereken sigorta primlerinin ödenmemesi üzerine oluşan
kamu zararının ilgililere rücu edilmesi yerine affedilmesi sonucunu doğurduğu,
kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama veya yargılama sonucunda tespit
edilen kamu zararının, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuata göre
hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden tahsil edilmesi gerektiği, kanun
koyucunun mevzuata aykırı bu durumu mevzuata uygun hâle getirmesinin takdir
yetkisi ile açıklanamayacağı, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlü olduğu, bu itibarla valiliklerce oluşan kamu zararının
ödenmesinin zorunlu olduğu, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve
kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları, valiliklerce
sigorta primlerinin ödenmemesinin mevzuata aykırı olduğu ve bu nedenle kendi
eylem veya işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü bulunduğu, buna
karşın böyle bir düzenlemeyle af öngörülmesinin emsal oluşturacağı belirtilerek
kuralın Anayasanın 125. ve 129. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
140. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir.
141. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere,
kanun koyucu, Anayasa’nın 5. maddesinde belirtilen devletin temel amaç ve
görevlerini yerine getirebilmesi için anayasal ilkelere aykırı olmaması
koşuluyla yeni mali yükümlülükler koyabileceği gibi mevcut mali yükümlülüklerin
tümünü ya da bir kısmını kaldırma yetkisine de sahiptir (AYM, E.2014/177,
K.2015/49, 14/5/2015).
142. Kuralla güvenlik korucularının sosyal güvenlik
sigorta primleri ödemelerine dair hata veya gecikmelerden kaynaklanan feri
nitelikteki gecikme cezası, gecikme faizi ve idari para cezalarının tahsilinden
vazgeçilmekte olup, sigorta primlerinin ödenmesi yükümlülüğü bakımından
herhangi bir değişikliğe gidilmemektedir. Gecikme zammı ve gecikme faizi ile
idari para cezaları, sigorta primlerinin zamanında ödenmesini sağlayan yaptırımlardır.
143. Kanun koyucunun sigorta primlerinin ödenmemesinden
kaynaklanan gecikme faizi ile gecikme zammı ile idari yaptırıma konu eylemleri
ve bu eylemler karşılığında uygulanacak yaptırımları belirlemesi anayasal
sınırlar içinde takdir yetkisi kapsamındadır. Dolayısıyla kanun koyucu,
güvenlik korucuları için idare tarafından sigorta primlerinin hata veya gecikme
kaynaklı olarak zamanında yatırılmaması nedeniyle gecikme zammı ve cezası ile
idari para cezası öngörebileceği gibi sözü edilen yaptırımların belirli bir
dönem için uygulanmasından da vazgeçebilir.
144. Öte yandan kuralla gecikme cezası, gecikme faizi ve
idari para cezalarından vazgeçme söz konusu olduğundan bu düzenlemenin af niteliğinde olduğu söylenebilir. Af yetkisinin kullanılması, devletin cezalandırma
yetkisinden geçici olarak feragat etmesi anlamına gelmektedir (AYM, E.2001/4,
K.2001/332, 18/7/2001). Türkiye Büyük Millet Meclisinin cezaları bütün neticeleriyle birlikte ortadan kaldıran
genel affı çıkarma yetkisi bulunduğuna göre kurala konu cezaların da
bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasının genel af niteliği taşıdığı sonucuna
varılabilir.
145. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 125. ve 129. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
E. Kanun’un 72. Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’un 21.
Maddesinin Değiştirilen (7) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinde Yer Alan “…%20’sinin…”
ve “...Bakan onayıyla...” İbarelerinin, Üçüncü ve Dördüncü Cümleleri
ile Beşinci Cümlesinde Yer Alan “…Cumhurbaşkanı …” İbaresinin
İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
146. 6458 sayılı Kanun’un 21. maddesinin (7) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde ikamet izni başvurularının yetkili aracı kurum
tarafından da yapılabileceği belirtildikten sonra anılan fıkranın ikinci
cümlesinde İçişleri Bakanlığı (Bakanlık) tarafından gerekli görülen durumlarda
ikamet izni başvurularında azami üç yıl geçerli sözleşmelerle ve ikamet izni
aracılık hizmet bedelinin %20’sinin genel bütçeye aktarılması kaydıyla, ikamet
izni aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların İçişleri Bakanı (Bakan)
onayıyla görevlendirilebileceği öngörülmüş olup söz konusu cümlede yer alan “…%20’sinin…”
ve “…Bakan onayıyla…” ibareleri dava konusu kuralların ikisini
oluşturmaktadır.
147. Fıkranın dava konusu üçüncü cümlesinde buna ilişkin
işlemlerde 2886 sayılı Kanun ile 4734 sayılı Kanun hükümlerinin
uygulanmayacağı, dava konusu dördüncü cümlede de buna ilişkin usul ve esasların
Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle belirleneceği hükme bağlanmıştır.
148. Beşinci cümlede ise alınacak payın genel bütçeye
özel gelir olarak kaydedilmesine ve bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerine
özel ödenek yazılmasına Cumhurbaşkanı’nın yetkili olduğu öngörülmüş olup anılan
cümlede yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresi dava konusu diğer kuralı
oluşturmaktadır.
149. 5018 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (j) bendinde özel
gelir “Genel bütçe kapsamındaki idarelerin kamu görevi ve hizmeti dışında
ilgili kanunlarında veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde belirtilen
faaliyetlerinden ve fiyatlandırılabilir nitelikteki mal ve hizmet
teslimlerinden sağlanan ve genel bütçede gösterilen gelirler” şeklinde
tanımlanmıştır. Anılan Kanun’un 39.
maddesinde de özel gelirler karşılığında idarelere tahsis edilen özel ödenek miktarlarının,
ilgili idarelerin bütçelerinde gösterileceği, malî yıl içinde kullanılabilecek
özel ödenek miktarının, tahsil edilen özel gelir tutarını geçemeyeceği, tahsil
edilen özel gelirlerin ödenek tutarını aşması hâlinde, ödenek eklenemeyeceği
belirtilmiştir.
150. Dava konusu
kurallarla yapılan değişiklik öncesinde yetkili aracı kurumun ikamet izni
başvurularını yabancı adına yapabileceği, niteliklerinin ve görev çerçevesinin
yönetmelikle belirleneceği hüküm altına alınmıştı. Ancak aracı kurumlarla yapılacak
sözleşmelerin süresi, nasıl görevlendirilecekleri, aracılık hizmet bedelinin ne
kadarının genel bütçeye aktarılacağı ve buna ilişkin usul ve esaslar
belirlenmemişti. Kurallarla bu hususlara yönelik düzenlemeler getirilmektedir.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
151. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kurallarla
ikamet izni başvuruları hakkında karar
alma yetkisi ile uyulması gereken sınırlara
ilişkin hususların, temel ilke
ve çerçevesi yasama organınca belirlenmeksizin
tamamen yürütmenin keyfi tercihlerine
bırakıldığı, yetkili aracı kurumların görevlendirilmesine
ilişkin onayın sadece Bakanın takdirine,
bütçe ile ilgili tasarrufların da yalnızca Cumhurbaşkanı’nın tercihlerine bırakılması suretiyle idare tarafından düzenlenecek sınırsız bir alanın yaratıldığı, yetkili
aracı kurumlarla ilgili işlemler hakkında
4734 sayılı Kanun ile 2886 sayılı Kanun’daki güvence ve denetimlerin uygulanmayarak bu işlemlerin yürütme
tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenmesinin hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmadığı, belirlilik ilkesini ihlal eden bu durumla vatandaşların devlete olan güven duygusunun zedelendiği, kurallarla kamu yararının gözetilmediği, kuralların
saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenilirlik, kamuoyu denetimi, kamusal
ihtiyaçların zamanında ve uygun şartlarla karşılanması ve kamusal kaynakların
verimli kullanılması ilkeleri üzerine kurulan kamu ihale düzeninin korunması
amacıyla da bağdaşmadığı, Bakana ihale
sistemini ortadan kaldırmak suretiyle istediği şirkete bu hizmeti vermeye
yönelik bir ayrıcalığın tanındığı, bu ayrıcalığın kullanımının yargısal ve
idari denetiminin yapılamadığı, Bakan
onayıyla görevlendirilecek ikamet izni
aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların hizmet bedellerinin yalnızca
%20’sinin genel bütçeye aktarılmasının ve aktarılmayan kısım üzerinde herhangi
bir denetimin mümkün olmamasının bütçe
hakkını ihlal ettiği belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 2. ve 161. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
a. İkinci
Cümlede Yer Alan “...%20‘sinin…”
İbaresi
152. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 73.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
153. Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü
fıkrasında; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla
konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı hükmü yer almaktadır. “Vergilerin
kanuniliği” ilkesi olarak da nitelendirilen bu kural gereğince
vergilendirme yetkisi, yasama organına ait olup yürütme organının yasal
dayanağı olmadan bir idari işlemle vergi koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisi
yoktur. Anılan maddede öngörülen ilkeler esas itibarıyla Anayasa’nın 2.
maddesinde nitelikleri belirtilen hukuk devleti ilkesinin vergilendirme
ilkeleri yönünden somut biçimde ifadesidir (AYM, E.2017/19, K.2018/11,
14/2/2018, § 49).
154. 6458 sayılı Kanun’un “İkamet izni” başlıklı
19. maddesinde Türkiye’de, vizenin veya vize muafiyetinin tanıdığı süreden ya
da doksan günden fazla kalacak yabancıların ikamet izni almalarının zorunlu
olduğu ve ikamet izninin, altı ay içinde kullanılmaya başlanmadığında
geçerliliğini kaybedeceği hükme bağlanmıştır.
155. Anılan Kanun’un 21. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ikamet izni başvurusunun, yabancının vatandaşı olduğu veya yasal
olarak bulunduğu ülkedeki konsolosluklara yapılacağı belirtilmiştir.
156. Anılan maddenin (7) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinde ikamet izni başvurularının yetkili aracı kurumlar tarafından da
yapılabileceği öngörülmüştür. 6458 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (y) bendinde
ise yetkili aracı kurum “Nitelikleri ve görev çerçevesi yönetmelikle
belirlenen ve Genel Müdürlük [Göç İdaresi Genel Müdürlüğü] tarafından
yetkilendirilen kurum veya kuruluş” şeklinde tanımlanmıştır. Bu itibarla yetkili aracı kurumlar yabancılara ikamet izni
başvurusuyla ilgili hizmet sunmak üzere oluşturulan kurumlardır. Hizmet bedeli
ise ikamet izni isteyen yabancılardan bu aracı kurumların yaptıkları ikamet
izni başvurusuna ilişkin hizmetlerin karşılığı olarak alınan bedellerdir.
157. Kanun’un 21. maddesinin (7) numaralı fıkrasına göre
bu uygulamanın zorunlu bir başvuru yolu olmadığı, yabancıların talep etmeleri
hâlinde aracı kuruma gitmeksizin kendilerinin de doğrudan müracaatta
bulunabilecekleri anlaşılmaktadır.
158. Dava konusu kural aracılık hizmeti sunacak yetkili
aracı kurumların Bakan onayıyla görevlendirilebilmesi için ikamet izni aracılık
hizmet bedelinin %20’sinin genel bütçeye aktarılması koşulunu getirmektedir.
Başka bir deyişle bir kurumun aracılık hizmeti sunabilmesi için ikamet izni
aracılık hizmet bedelinin %20’sini devlete ödemesi gerekmektedir.
159. Kuralın anayasal
denetiminin yapılabilmesi için öncelikle kural ile alınması öngörülen idare
payının hukuksal niteliğinin belirlenmesi gerekir.
160. Vergi, kamu giderlerini karşılamak
amacıyla kanunlarla gerçek ve tüzel kişilere mali güçlerine göre getirilen bir
yükümlülüktür. Belirli bir hizmetten doğrudan yararlanma karşılığı olmayan
vergi tüm kamu hizmetleri için yapılan giderlere ortak katılma payıdır. Resim ise bir iş ya da
faaliyetin yapılmasına yetkili kuruluşlar tarafından izin verilmesi dolayısıyla
yapılan bir ödeme şeklinde tanımlandığı gibi harca benzer biçimde kamu
kuruluşlarında görülen hizmetin ve yapılan giderlerin karşılığı olarak yalnız o
işle ilgili gerçek ve tüzelkişilerden sağlanan gelirler şeklinde de açıklanmaktadır
Vergi, resim, harç benzeri mali yükümlülük kişilerden, yapılan kamu
hizmetleri karşılığında ya da bir hizmet karşılığı olmaksızın kamu gücüne
dayanılarak alınan paralardır. Benzeri mali yükümlülük kimi zaman vergi, harç
ve resmin özelliğini ayrı ayrı yansıtırken kimi zaman da verginin, harç ve
resmin ortak öğelerini taşıyabilmektedir. Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin ortak özellikleri, kanunla konulmaları ve kamu gücüne
dayanılarak gerektiğinde zorla alınmalarıdır. Vergiler dışındaki mali
yükümlülüklerde kısmen de olsa karşılık ve yararlanma ilkesi geçerli olur.
Çünkü bu yükümlülüklere konu olan hizmetlerden kişilerin yararlandırılması, bu
bağlamda söz konusu hizmetlerin mali bir karşılığa dayandırılabilmesi imkânı
vardır (AYM, E.2013/41, K.2013/124, 31/10/2013).
161. Dava konusu kuraldaki
idare payı düzenlemesiyle, aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı
kurumların Bakan onayıyla
görevlendirilebilmelerine istinaden aldıkları ikamet
izni aracılık hizmet bedeli ile ticari faaliyetlerini yürüttükleri
anlaşılmaktadır. İdare payı, idarenin izniyle
verilen aracılık hizmeti ile ilgili yürütülen bir faaliyet kapsamında alınan
mali bir yükümlülük olması itibarıyla resme benzemektedir (AYM, E.2013/41,
K.2013/124, 31/10/2013).
162. Bireylerin sosyal ve
ekonomik durumlarını etkileyecek keyfî uygulamalara neden olunmaması için
vergilendirmede, vergiyi doğuran olayın ve vergilerin matrah ve oranlarının
yukarı ve aşağı sınırlarının, tarh ve tahakkuklarının, tahsil usullerinin,
yaptırımlarının ve zamanaşımı gibi belli başlı temel öğelerinin kanunlarla
belirlenmesi gerekir. Ancak kanunla her konuyu bütün kapsam ve ayrıntılarıyla
düzenlemenin mümkün olmadığı durumlarda çerçevesi çizilerek bu sınırlar içinde
kalmak koşuluyla uygulamaya ilişkin konularda yürütme organına açıklayıcı ve
tamamlayıcı nitelikte düzenleyici idari işlem yapma yetkisi verilebilir (AYM,
E.2017/19, K.2018/11, 14/2/2018, § 51). Vergiler için geçerli olan bu ilke
doğal olarak resimler için de geçerlidir.
163. Kurala konu ikamet izni aracılık hizmet bedelinin
%20’lik payla ilgili resmin tarh ve tahakkuku konusunda Kanun’da herhangi bir
açıklık bulunmamaktadır. Bu resimle ilgili beyanda bulunup bulunulmayacağı,
beyanda bulunulacaksa ilgililerin beyanı üzerine hangi dönemlerde tarhiyat yapılacağı,
beyan döneminin ne olduğu, aylık ya da yıllık periyotlarla mı beyanda
bulunulacağı, beyan üzerine tarhiyat yapıldığında hangi anda tahakkukun
gerçekleşmiş sayılacağı ya da Bakanlığın kontrolünde olan ve beyana hiç ihtiyaç
bırakmayan bir otomasyon sistemiyle mi resmin tarh edileceği belirsizdir. Bu
belirsizliğe bağlı olarak genel bütçeye aktarılacak payların Hazineye intikal
edeceği tarih de belirsiz hâle gelmektedir. Bu konular kuralın yer aldığı
Kanun’un yanı sıra başka bir kanunla da düzenlenmemiştir.
164. Bu itibarla kurala konu idare payının beyan edilip
edilmeyeceği, edilecekse beyan dönemi, tarh ve tahakkuku ve buna bağlı olarak
tahsili gibi unsurlarına ilişkin eksiklikler, ilgililerin uymakla yükümlü
oldukları düzenlemeleri öngörülemez hâle getirmektedir.
165. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 73. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 73. maddesi
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
b. İkinci Cümlede Yer Alan “…Bakan
onayıyla…” İbaresi
166. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve
48. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
167. Kural, ikamet
izni başvurularına aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların Bakan
onayıyla görevlendirileceğini öngörmektedir.
168. Anayasa'nın
"Çalışma ve sözleşme hürriyeti" başlıklı 48. maddesinin
birinci fıkrasında,"Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme
hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir." denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğünün bir parçası olan özel teşebbüs özgürlüğü "herkes"
yönünden güvenceye bağlanmıştır. Özel teşebbüs özgürlüğü, her gerçek veya özel
hukuk tüzel kişisinin tercih ettiği alanda iktisadi-ticari faaliyette bulunmak
üzere teşebbüs kurabilmesini, dilediği mesleki faaliyete girebilmesini ve
faaliyeti ile mesleğini devletin veya üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın
dilediği biçimde yürütebilmesini ifade etmektedir (AYM, E.2015/34, K.2015/48,
13/5/2015).
169. Dava konusu kural ikamet izni aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların
Bakan onayıyla görevlendirilebileceğini düzenlemektedir. İkamet izni verilmesi
sürecinde aracılık hizmetlerinin yürütülmesinin özel teşebbüs özgürlüğü
kapsamında kaldığı açıktır. Kural, teşebbüslerin bu alanda faaliyette
bulunmasını Bakanın onayına bağlamak suretiyle teşebbüs özgürlüğünü
sınırlandırmaktadır.
170. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
Buna göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla
yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması
gerekir.
171. Kanunilik
ölçütü uyarınca Anayasa’nın 13. ve 48. maddeleri kapsamında teşebbüs
özgürlüğünü sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması
yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
172. Yetkili aracı
kurum, 6458 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (y) bendine göre nitelikleri ve görev
çerçevesi yönetmelikle belirlenen ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (Genel
Müdürlük) tarafından yetkilendirilen kurum veya kuruluşları ifade etmektedir.
Kuralın yer aldığı cümlede Bakanın onay verebileceği kurumun öncelikle yetkili
aracı kurum olması gerektiği belirtilmişse de Bakanın talep edenler arasından
aracı kurum olarak kabul edilecekleri hangi ölçüte göre belirleyeceği konusunda
kuralda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Özel teşebbüse açık bir alanda
faaliyette bulunmanın sınırlandırıldığı durumlarda bu sınırlamaların neler
olduğunun ve hangi şartları taşıyan teşebbüslerin bu alanda faaliyette
bulunacağının kanunla düzenlenmesi zorunludur. Ancak itiraz konusu kuralda
aracı kurum olarak kabul edilebilmek için hangi nitelik ya da niteliklerin
aranacağı düzenlenmemiş, bu konudaki takdir bütünüyle Bakana bırakılmıştır.
173. Kuralla aracı kurumların seçimi konusundaki
ölçütlere ilişkin yasal çerçeve belirlenmeksizin yürütme organına sınırları ve
kapsamı belirli olmayan bir yetki tanınması belirlilik ve teşebbüs özgürlüğünün
kanunla sınırlanması ilkesiyle çelişmektedir.
174. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 48. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 48.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 161. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
c. Üçüncü ve Dördüncü Cümleler ile Beşinci Cümlede Yer Alan “…Cumhurbaşkanı
…” İbaresi
175. Kanun’un 21. maddesinin (7) numaralı bendinin ikinci
cümlesinde yer alan “...%20‘sinin…” ve “…Bakan onayıyla…”
ibarelerinin iptalleri nedeniyle 21.
maddenin (7) numaralı bendinin dava konusu üçüncü, dördüncü cümleleri ile
beşinci cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı
…” ibaresinin uygulanma
imkânı kalmamıştır. Bu nedenle anılan kurallar 6216 sayılı Kanun’un 43.
maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu kurallar yönünden
Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
F. Kanun’un 74. Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’un 46.
Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “...Bakanlığın onayı alınmak ve
en fazla birer yıllık sürelerle olmak kaydıyla, ...” İbaresinin “...Bakanlıkça
belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Genel Müdürlüğün onayı
alınarak...” Şeklinde Değiştirilmesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
176. Dava dilekçesinde özetle; insani ikamet izin
süresinin, Bakanlıkça herhangi bir ölçüte bağlı olmaksızın serbestçe
belirlenebileceği, bu sürenin sonradan herhangi bir gerekçeyle başvurucular
lehine uzatılabileceği gibi kısaltılmasının da mümkün olduğu, bu konuda kamu
otoritesinin keyfi uygulamalarını önlemeye yönelik herhangi bir güvencenin
bulunmadığı, ayrıca insani ikamet izinlerinde Genel Müdürlük tarafından
verilecek onayın hangi ölçütlere bağlı olduğunun kurallarda düzenlenmediği belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
177. 6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında diğer ikamet izinlerinin
verilmesindeki şartlar aranmadan, Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak
kaydıyla ve Genel Müdürlüğün onayı alınarak valiliklerce insani ikamet izninin
verilebileceği ve bu izinlerin uzatılabileceği hâller sayılmıştır. Anılan
fıkrada yer alan “…Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve
Genel Müdürlüğün onayı alınarak…”
ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
178. Kuralla fıkrada değişiklik yapılmadan önce insani
ikamet izni için Bakanlığın onayı gerekmekte ve anılan izin en fazla birer
yıllık sürelerle verilebilmekte idi. Kuralla gerçekleştirilen değişikliğin
gerekçesi şu şekilde ifade edilmiştir: “Madde ile, 6458 sayılı Kanunun 46’ncı
maddesinde düzenleme yapılarak insani ikamet izninin verilmesi hususunda onay
makamı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü olarak belirlenmekte, en fazla birer yıllık
sürelerle düzenlenen insani ikamet izninde süreleri belirleme yetkisi İçişleri
Bakanlığına verilmektedir. Böylece bürokrasinin azaltılması, merkez ve taşra
teşkilatında iş ve işlemlerin daha verimli ve hızlı yürütülmesi ile günün
şartlarına göre sürelerin daha esnek hale getirilmesi sağlanmaktadır.”
179. Kural uyarınca Bakanlıkça belirlenecek sürelerle
sınırlı olmak kaydıyla ve Genel Müdürlüğün onayı alınarak valiliklerce insani
ikamet izni verilebilecek ve bu izinler uzatılabilecektir. Anılan Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında çocuğun yüksek yararının söz konusu olması, başvuru
sahibinin ilk iltica ülkesi veya güvenli üçüncü ülkeye geri gönderilmesi
işlemlerinin devamı süresince, olağanüstü durumlar gibi yedi bentte insani
ikamet izni verilebilecek hâller sayılmıştır. Bu hâllerde insani ikamet izninin
Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olarak verilmesinin madde gerekçesinde
de açıklandığı üzere bürokrasinin azaltılmasını, merkez ve taşra teşkilatında
iş ve işlemlerin daha verimli ve hızlı yürütülmesini, günün şartlarına göre
sürelerin daha esnek hâle getirilmesini sağlayacağı açıktır. Bakanlığın da
insani ikamet izin verilmesini gerektiren hâllerin önemini ve madde gerekçesini
dikkate alıp kamusal yararı da gözeterek makul süreler belirleyeceği
şüphesizdir. Bu nedenle kuralda yer alan “…Bakanlıkça belirlenen sürelerle
sınırlı olmak kaydıyla…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
180. Öte yandan insani ikamet izinlerinde Bakanlık yerine
Genel Müdürlüğün onay şartının aranması kanun koyucunun taktirindedir.
181. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN ve Engin YILDIRIM kuralda yer alan “…Bakanlıkça
belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla…” ibaresi yönünden bu görüşe
katılmamışlardır.
G. Kanun’un 75. Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’un 53.
Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…on beş
gün...” İbaresinin “...yedi gün ...” Şeklinde Değiştirilmesinin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
182. Dava dilekçesinde özetle; sınır dışı etme
kararlarına karşı dava konusu kuralla öngörülen yedi günlük itiraz süresinin
yabancının sınır dışı edilmesinin önüne geçecek karar için hayati öneme sahip
olduğu, dava açma süresinin kısaltılmasının anayasal güvenceleri ortadan
kaldırarak sınır dışı edilmeyi kolaylaştırdığı, yedi günlük dava açma süresinin
geri gönderme merkezindeki bir yabancının ilgili karara karşı dava hakkı
olduğunu anlayabilmesine veya avukata erişebilmesine imkân sağlayacak uzunlukta
olmadığı, nitekim sınır dışı edilmek istenen yabancının nerede tutulduğunun
tespitindeki güçlükler, itiraz başvurusundan önce avukatın yabancı ile görüşme
gerekliliği, menşe ülkesinde yabancı aleyhine açılmış olan bir soruşturma veya
davanın varlığı hâlinde bu evrakın Türkiye’ye getirilmesinin zorunluluğu, menşe
ülke bilgisini toplamanın ve toplanmış olan menşe ülke bilgisinin somut duruma
uygulama zorunluluğunun bulunması gibi bir çok durumun yedi gün içinde başvuru
yapılmasını imkânsız hâle getirdiği, anılan sürenin hak düşürücü süre niteliğinde
olduğu, bu itibarla yedi gün içinde açılmamış olan davaların idare
mahkemelerince resen gözetilerek reddedileceği ve başvurucuların sınır dışı
edileceği, bu yönüyle kuralın
hak arama özgürlüğünü kullanmayı aşırı derecede zorlaştırdığı, Türkçe
bilmemek, ekonomik imkânı olmamak, geri gönderme merkezinde gözetim
altında tutuluyor olmak gibi çeşitli engellerle karşı karşıya olan yabancıların hak arama özgürlüklerini ve savunma
haklarını etkili şekilde kullanmalarının zor
olduğu, buna karşın on beş günlük
itiraz süresinin yedi güne düşürülmesinin
yabancı kişinin sınır dışı etme kararına karşı kendisini savunmasını olağanüstü
derecede güçleştireceği, sınır dışı etme
kararına karşı süresinde başvurulamaması nedeniyle sınır dışı edilen
yabancıların gönderildikleri
ülkelerde kötü muameleye maruz kalabilme ihtimalinin de bulunduğu belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 17. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
183. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca
kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 16., 23. ve 40. maddeleri yönünden
incelenmiştir.
184. 6458 sayılı Kanun’un 52. maddesine göre yabancılar,
sınır dışı etme kararıyla, menşe ülkesine veya transit gideceği ülkeye ya da
üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilebilecektir. Anılan Kanun’un 53. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında sınır dışı etme kararının, Genel Müdürlüğün talimatı
üzerine veya resen valiliklerce alınacağı öngörülmüştür. Dava konusu kural
gereğince yabancılar veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme
kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine
başvurabilecektir. Kuralla yapılan değişiklikle sınır dışı etme kararına karşı
dava açma süresi on beş günden yedi güne düşürülmektedir. Kuralın gerekçesinde
on beş günlük sürenin yabancıların özgürlüğünü sınırladığı ve barınma giderlerini
arttırdığı belirtilmiştir.
185. Kanun’un 58. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
idari gözetime alınan yabancıların, geri gönderme merkezlerinde tutulacakları,
(2) numaralı fıkrasında ise geri gönderme merkezlerinin Bakanlık tarafından
işletileceği; Bakanlığın, kamu kurum ve kuruluşları, Türkiye Kızılay Derneği
veya kamu yararına çalışan derneklerden göç alanında uzmanlığı bulunanlarla
protokol yaparak bu merkezleri işlettirebileceği öngörülmüştür. Kanun’un 59.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde de yabancıya; yakınlarına,
notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme,
ayrıca telefon hizmetlerine erişme imkânının sağlanacağı hüküm altına
alınmıştır.
186. Anayasa’nın 23. maddesinin
birinci fıkrasında “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir”
denilmek suretiyle yerleşme ve seyahat özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hukuka
uygun olarak alınan ikamet izinleri Anayasa’nın 23. maddesinin koruması altına
girer. Bu durumda, hukuka uygun olarak ikamet izni elde eden yabancının sınır dışı edilmesi yerleşme özgürlüğüne müdahale teşkil eder.
Anılan hüküm uyarınca yerleşme ve seyahat
özgürlüğüne sınır dışı etme şeklinde sınırlamada bulunulması vatandaşlar
yönünden mutlak olarak yasaklanmıştır. Yabancılar yönünden ise böyle
bir yasak öngörülmemiştir. Bu itibarla yabancıların yerleşme ve seyahat
özgürlüğüne sınır dışı edilme şeklinde sınırlama getirilmesi mümkündür. Buna
göre dava konusu kuralda olduğu gibi bazı nedenlerle kişilerin sınır dışı
edilmesinin öngörülmesi yerleşme ve seyahat özgürlüğüne getirilmiş bir
sınırlama olup kuralın Anayasa’nın 23. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.
187. Anayasa'nın
“Yabancıların durumu” başlıklı 16. maddesi “Temel
hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla
sınırlanabilir.” hükmünü içermektedir. Anılan maddenin gerekçesinde de “Bu
madde, ülkede bulunan yabancıların hak ve hürriyetlerinin, gereken hallerde,
vatandaştan farklı olarak düzenlenip sınırlanabileceğini hüküm altına
almaktadır. Mesela bir yabancının ülkeye giriş yahut ülkede seyahat ve yerleşme
hürriyeti, basın hürriyeti elbetteki vatandaşlarınkinden farklı olacaktır. Bu
farklılık kendisini özellikle siyasî haklar konusunda göstermektedir. Vatandaş
ve yabancı arasında gözetilen bu ayırım milletlerarası hukuka uygun olmalıdır.
Kişi - Devlet ilişkilerine milletlerarası bir unsur karıştığı zaman bu
ilişkilerin düzenlemelerinde milletlerarası hukukun göz önünde tutulması gereği
bilinmektedir.” denilmektedir.
188. Anayasa’nın anılan maddesinin lafzından ve
gerekçesinden Anayasa koyucunun yabancıların temel hak ve özgürlüklerinin
sınırlanmasının bu maddedeki ölçütlere göre yapılmasını amaçladığı
anlaşılmaktadır. Söz konusu madde, bu kapsamda sınırlama için milletlerarası
hukuka uygun olması ve kanunla öngörülmesi şeklinde iki ölçüt
aramaktadır.
189. Anayasa’nın 40. maddesinde Anayasa ile tanınmış hak
ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru hakkı) güvence altına
alınmaktadır.
190. Etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal
edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını
inceletebileceği makul, erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya
sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânının sağlanmasını güvence altına
almaktadır (AYM, E.2018/74, K.2019/92, 24/12/2019, § 31; Yusuf Ahmed Abdelazım Elsayad, B. No:
2016/5604, 24/5/2018, § 60).
191. 6458 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde ise sınır dışı edilme kararına karşı başvuru yolu
düzenlenmiştir. Bu cümlede yer verilen dava konusu kuralla anılan yola başvurma
süresi yedi gün ile sınırlandırılmıştır. Buna göre kural bir temel hak ve
özgürlüğü sınırlayan karara karşı başvurulabilecek yolun başvuru süresine
ilişkindir.
192. Kuralla öngörülen başvuru yolunun kural uyarınca
yedi günlük süreyle sınırlanması söz konusu yolun erişilebilirliği ile
ilgilidir. Dolayısıyla kuralın -yerleşme ve seyahat özgürlüğünü sınırlayan
karara karşı öngörülen yolun erişilebilirliği bağlamında- Anayasa’nın 40.
maddesiyle bağlantılı olarak 23. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.
193. Öte yandan kuralın
yerleşme ve seyahat özgürlüğü vatandaşlarınkinden farklı olarak sınırlanan
yabancıların etkili başvuru hakkına ilişkin olması nedeniyle temel hak ve
özgürlüklerin yabancılar yönünden sınırlanmasını düzenleyen Anayasa’nın 16.
maddesinin de dikkate alınması gerekir. Buna göre sınır dışı etme kararlarına
karşı başvuruculara tanınması gereken asgari güvenceler kanunla düzenlenmeli ve
milletlerarası hukuka uygun olmalı, diğer bir ifadeyle bu standartlar
milletlerarası hukukun altında olmamalıdır.
194. 10/3/2016 tarihli ve
6684 sayılı 11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun ile onaylanması uygun bulunan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ek 7 No’lu Protokol 2016/8717 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla
onaylanmış ve bu karar 8/4/2016 tarihli ve 29678 ve sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır. Söz konusu Protokol’ün “Yabancıların Sınır Dışı Edilmelerine
İlişkin Usul Güvenceleri” başlıklı 1. maddesinde sınır dışı edilmesine
karar verilen yabancıya bu karara karşı çıkabilmesine imkân tanınması
gerekmekle birlikte bunun için belirli bir süreden daha az süre
öngörülemeyeceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte bir
başvuru yolunun etkili olabilmesi için gerekli genel koşullardan biri
erişilebilirliktir. Başvuru yoluna erişmeyi imkânsız kılan ya da aşırı derecede
zorlaştıran süre sınırlamaları yolun erişilebilirliğini etkileyebilecektir.
195. Sınır dışı
işlemlerinin hukuka uygunluk değerlendirmesinin ivedilikle yapılması gerek
devlet gerek sınır dışı edilme işleminin muhatabı olan kişi bakımından
önemlidir. Devlet, sınır dışı edilmesine karar verdiği kişilerin hukuki durumu
belli oluncaya kadar onların ülke içinde bulunmalarına izin vermek, sınır dışı
edilecek kişilerin şahsi durumuna ya da bunların sınır dışı edilmelerine bağlı
olarak kendilerinin güvenliği ve gerektiğinde barınması için veya onlardan
kaynaklanan tehlikelere karşı kamu düzeninin korunması için bazı tedbirleri
almak, hatta bazı hâllerde onları idari gözetim altında tutmak durumundadır.
Sınır dışı işlemlerine karşı başvuruların süratle sonuçlandırılması kişilerin
hukuki durumlarının belirlenmesi bakımından önemlidir. Bu önem idari gözetim
altında bulunan kişiler bakımından daha da artmaktadır.
196. Diğer yandan sınır
dışı etme işlemine ilişkin yasal mevzuat karmaşık bir nitelikte olmayıp
hakkında sınır dışı etme kararı verilen kişi, kuralla öngörülen yedi günlük dava
açma süresi içinde bizzat veya tutacağı bir vekili aracılığıyla dava açma
işlemlerini tamamlama imkânına sahiptir. Yabancıların bulundukları yer, koşul
ve kendilerine tanınan imkânlar dikkate alındığında dava açma süresinin dava
dilekçesinin hazırlanması ve avukatın temin edilmesini imkânsız kılacak veya
büyük ölçüde güçleştirecek kadar kısa olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda niteliği gereği hızlı karar verilmesi
gereken sınır dışı etme süreci kapsamındaki bir yola başvuru için yedi günlük
süre öngörülmesinin anılan yola başvurmayı imkânsız kılmadığı ya da aşırı
derecede zorlaştırmadığı görülmektedir.
197. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 16., 23. ve
40. maddelerine aykırı değildir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 16., 23. ve 40. maddeleri kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 17. ve 36. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
Ğ. Kanun’un 76. Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’un 54.
Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (h) Bendine Eklenen “…ya da bu hükümleri
ihlale teşebbüs edenler” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
198. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla
Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlâl edenlerin
yanı sıra bu hükümleri ihlale teşebbüs edenlerin de sınır dışı edileceğinin
öngörüldüğü, kuralın sınırlarının ve kapsamının belirsizlik taşıdığı, ceza
hukukuna ait bir kavram olan teşebbüsün ceza hukuku bağlamı dışında nasıl
anlaşılması gerektiğini belirlemenin mümkün olmadığı, ağır sonuçları olan
kuralın bireyler bakımından tereddüde yol açmayacak kesinlikte olması
gerektiği, bireylerin tüm açıklığı ile sınır dışı edilmeye neden olan davranışı
anlayabilmesi ve öngörebilmesi gerektiği, ayrıca kuralın Türkiye’nin uluslararası
mülteciler hukuku çerçevesindeki yükümlülükleriyle bağdaşmayacak şekilde iltica
taleplerinin reddine veya geri gönderme yasağının ihlâline neden olabileceği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
199. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13., 16. ve 23. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
200. Kural, Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal
çıkış hükümlerini ihlâle teşebbüs eden yabancılar hakkında da sınır dışı etme
kararının alınacağını öngörmektedir. Buna göre kural yabancıların sınır dışı
edilmesini gerektiren nedenlerden birini düzenlemektedir.
201. Genel olarak
devletlerin yabancıları sınır dışı edemeyeceklerine ya da kuralda öngörülen
yasal giriş ve çıkış hükümlerini ihlale teşebbüs etme sebebiyle sınır dışı
edemeyeceklerine dair herhangi bir uluslararası sözleşme bulunmamaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında atıf yapılan Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına göre de yabancıların ülkeye
girişleri, ülkedeki ikametleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular
doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisi kapsamındadır (Aıgul Mavlıanova, B. No: 2016/6293, 9/11/2017, § 19; Soering/Birleşik
Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Maaouia/Fransa
[BD], B. No: 39652/98, 5/1/2000; M.S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B.
No: 30696/09, 21/1/2011). Yabancıların kötü muamele görecekleri ya da
yaşamlarının tehlikeye atılacağı ülkeye gönderilmelerinin yasaklanması gibi
bazı özel durumlarda devletlerin yabancıları sınır dışı etme yetkisini
sınırlayan kimi uluslararası hukuk normları bulunmakla birlikte dava konusu
kural bu özel durumlara ilişkin olmayıp genel olarak yabancıların sınır dışı
edilmesine yönelik bir düzenleme öngörmektedir. Dolayısıyla kuralla yabancılar
yönünden öngörülen sınırlamanın milletlerarası hukuka aykırı bir yönü de
bulunmamaktadır.
202. Kuralla yabancıların Türkiye’ye yasal giriş veya
Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlâle teşebbüs hâllerinde haklarında sınır
dışı etme kararının alınacağının öngörülmesi suretiyle yabancıların yerleşme ve
seyahat özgürlüğü sınırlanmaktadır.
203. Yabancıların
Türkiye’ye girişleri ile Türkiye’den çıkışlarının 6458 sayılı Kanun’da
düzenlendiği, bu itibarla kuralda yer alan yasal giriş veya çıkış hükümlerinden
anlaşılması gereken hususun anılan Kanun hükümleri olduğu, teşebbüsten
bahsedilebilmesi için de icrai hareketlere başlanmış olmasının gerektiği
gözetildiğinde kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu söylenemez. Bu itibarla
kuralın kanunilik şartını sağladığı açıktır.
204. Kuralla, yabancıların Türkiye’ye yasal giriş veya
Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlâle teşebbüs hâllerinin de sınır dışı
etme kararı alınmasını gerektiren bir eylem olarak değerlendirilmesi suretiyle
Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerine aykırı
davranışların önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralın
anayasal anlamda meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.
205. Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış
hükümlerini ihlale teşebbüs niteliğindeki eylemlerin de yurt dışı edilmeyi
gerektirir nedenler arasında düzenlenmesinin caydırıcı nitelikte olacağı
gözetildiğinde kuralın anılan meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve
gerekli olmadığı söylenemez.
206. 6458 sayılı
Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye giriş yasağının süresinin en fazla beş yıl
olarak belirlenmesi ve yabancıların Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den
yasal çıkış hükümlerini ihlâle teşebbüs hallerinin kamu düzeni veya kamu
güvenliği ya da kamu sağlığını olumsuz etkileyeceği, ayrıca kuralda öngörülen
fiilin sınır dışı etme şeklinde bir yaptırıma bağlanmakla birlikte sınır dışı
etme kararına karşı idare mahkemesine başvuru yolunun açık olduğu ve kuralla
yabancılar yönünden öngörülen sınırlamanın milletlerarası hukuka aykırılığı
bulunmadığı göz önüne alındığında kuralın orantısız
bir sınırlamaya neden olmadığı, dolayısıyla anılan hakka ölçüsüz bir sınırlama
getirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
207. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 16. ve
23. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 16. ve 23. maddeleri kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
H. Kanun’un 81. Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’a Eklenen 60/A
Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…Genel Müdürlüğün uygun gördüğü
kişilere...” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
208. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralın gönüllü
geri dönüşlere ilişkin olduğu, hakkında sınır dışı etme kararı alınmış ve menşe
ülkesine gönüllü olarak geri dönmek isteyen düzensiz göçmenlerin ayni ya da
nakdi destek alabilmelerinin Genel Müdürlüğün uygun görüşüne bağlı kılındığı, yardım alınması
konusunda herhangi bir koruyucu
tedbir içermeyen, objektif ölçütlerden yoksun kuralla
idarenin keyfi uygulamasına imkân tanındığı, bu durumun belirlilik
ilkesiyle çeliştiği, sınırları çizilmeksizin konuya ilişkin tüm yetkinin yürütmeye bırakılmasının güven
duygusunu zedeleyeceği, bireylerin
hangi durumda ayni veya nakdi yardım alabileceğini tereddüde mahal
kalmayacak şekilde anlayabilmelerinin ve öngörebilmelerinin
mümkün olmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
209. 6458 sayılı Kanun’un 60/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasında hakkında sınır dışı etme kararı
alınmış ve menşe ülkesine gönüllü olarak geri dönmek isteyen düzensiz
göçmenlerden Genel Müdürlüğün uygun gördüğü kişilere ayni veya nakdi destek
sağlanabileceği öngörülmüş olup anılan fıkrada yer alan “…Genel Müdürlüğün
uygun gördüğü kişilere…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
210. Söz konusu Kanun’un 3. maddesinin (ı) bendine göre
düzensiz göç, yabancıların yasa dışı yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de
kalışını, Türkiye’den çıkışını ve Türkiye’de izinsiz çalışmasını ifade etmektedir.
Kural uyarınca hakkında sınır dışı etme kararı alınmış ve menşe ülkesine geri
dönmek isteyen düzensiz göçmenlerden ancak Genel Müdürlüğün uygun gördüğü
kişilere ayni veya nakdi destek sağlanabilecektir.
211. Bu bağlamda kurala
göre ayni ve nakdi destek alabilecek kişiler, haklarında sınır dışı etme kararı
alınmış ve menşe ülkesine gönüllü olarak geri dönmek isteyen düzensiz
göçmenlerdir. Dolayısıyla kural ayni ve nakdi destek sağlanacak kişileri ve
muhatap kitleyi açık bir şekilde belirlemiştir.
212. Sınır dışı etme her zaman menşe ülkeye yapılmamakta,
üçüncü ülkelere de yapılabilmektedir. Kural bu yönüyle de ayni ve nakdi
destekten kimlerin yararlanabileceğini belirlemiş ve bu destekten ancak menşe
ülkelerine dönen kişilerin yararlanabileceğini hükme bağlamıştır.
213. Öte yandan Kanun’un 60/A maddesinin ikinci fıkrası
dikkate alındığında kişilere sağlanan ayni ve nakdi desteğin gönüllü geri
dönüşü desteklemek için öngörüldüğü görülmektedir. Bu itibarla Genel Müdürlüğün
uygun gördüğü kişilere yapılacak yardımın kapsam ve boyutunun düzensiz
göçmenlerin menşe ülkesine geri dönmesini sağlamaya yönelik ve bu amaçla
sınırlı olması gerektiği anlaşılmaktadır.
214. Bu açıklamalar çerçevesinde kuralın belirsiz veya
öngörülemez olduğu söylenemez.
215. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
I. Kanun’un 87.
Maddesiyle 6458 Sayılı Kanun’un 89. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının
Değiştirilen (a) Bendinin Birinci Cümlesinde Yer Alan “…bir yıl süre ile...”
İbaresi ile İkinci cümlesinde Yer Alan “…ve Bakanlıkça sigorta kaydının
devamı uygun görülenler...” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
216. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu “…bir yıl
süre ile…” ibaresiyle herhangi bir sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü
bulunmayanların uluslararası koruma başvuru kaydından itibaren bir yıl süre ile
5510 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları, dava konusu “…ve Bakanlıkça
sigorta kaydının devamı uygun görülenler…” ibaresi uyarınca Bakanlıkça sigorta
kaydının devamı uygun görülenler için bir yıl süre sınırının aranmayacağı, kuralların
öncesinde uluslararası koruma başvuru sahibi veya statüsüne sahip kişilerin
Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına süre şartı olmaksızın dahil edildikleri,
sağlık hakkının herkes için geçerli olduğu, bir yıllık süre sınırlaması
getirilmesinin taraf olunan uluslararası sözleşmeler ve Anayasa hükümleriyle
bağdaşmadığı, çalışma izni alamayan, düzenli gelir sahibi olmayan ve zorunlu
göç kaynaklı fiziksel ve psikolojik sağlık sorunuyla mücadele etmeye çalışan
çok sayıda yabancının sağlık hakkına erişimlerine engel olunacağı, ayrıca dava
konusu ikinci kuralda herhangi bir ölçütün belirlenmediği, GSS’ye dahil
edilecek kişilerin tamamen Bakanlığın yetkisine bırakıldığı, Bakanlığın kimi
uygun görüp kimi uygun görmeyeceğinin öngörülebilir olmadığı, anılan kuralın idarenin
keyfi uygulamasını önlemeye yönelik herhangi bir güvence içermediği belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Birinci Cümlede Yer Alan “…bir yıl süre ile…” İbaresi
217. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 56., 60. ve 65. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
218. Kural, uluslararası yardım için başvuruda bulunan
veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilerden herhangi bir sağlık
güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayanların uluslararası koruma başvuru
kaydından itibaren bir yıl süre ile 5510 sayılı Kanun hükümlerine tabi
olmalarını öngörmektedir.
219. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci fıkrasında
herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu hüküm
altına alınmış; üçüncü fıkrasında ise devlete herkesin hayatını beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden
planlayıp bu kuruluşların hizmet vermesini düzenlemek ödevi verilmiştir.
220. Öte yandan sosyal hukuk devletinin somut
göstergelerinden biri olan sosyal güvenlik hakkının yer aldığı Anayasa’nın 60.
maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.”
denilmektedir. Bu hüküm bireylere yaşlılık, hastalık, kaza, ölüm ve malullük
gibi sosyal riskler karşısında asgari ölçüde bir yaşam düzeyi sağlamayı
amaçlamaktadır. Anılan maddenin ikinci fıkrasında da “Devlet, bu güvenliği
sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilerek bu
görevin devlet tarafından oluşturulacak kuruluşlar yoluyla yerine getirilmesi
öngörülmektedir.
221. Ülkemizde sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde
görülebilmesini sağlamak amacıyla genel sağlık sigortası kurulması 5510 sayılı
Kanun ile gerçekleşmiştir. 2012 yılı itibarıyla fiilen uygulamasına geçilen
genel sağlık sigortası; Türkiye’de ikamet eden herkesi kapsayan, fon ve hizmet
yönetimi tek elden yürütülen ve sağlık harcamalarının finansmanını sağlayan bir
sistem olarak öngörülmüştür (AYM, E.2017/117, K.2018/28, 28/2/2018, § 51).
Kural uyarınca uluslararası yardım için başvuruda bulunan veya uluslararası
koruma statüsü sahibi kişiler de bir yıl süre ile genel sağlık sigortasından
yararlanabileceklerdir.
222. 5510 sayılı Kanun’un 62. maddesinde genel sağlık
sigortasından sağlanacak sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanmanın
genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için bir hak;
Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) için ise bu hizmet ve hakların finansmanını
sağlamanın bir yükümlülük olduğu ifade edilmiştir. Bu hak ve yükümlülüğün
sürdürülebilirliğinin sağlanması bakımından genel sağlık sigortası sistemine
üye olanlar sunulacak sağlık hizmetleri için sosyal sigortacılık ilkelerine
dayalı olarak belirli oranda prim ödemek durumundadırlar. Ayrıca sisteme üye
olmak, isteğe bağlı olmayıp zorunludur.
223. Dava konusu kural uyarınca uluslararası yardım için
başvuruda bulunan veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler ise herhangi
bir sağlık güvencesine sahip olmayıp ve ödeme güçlerinin bulunmaması nedeniyle
kendileri tarafından belirli bir prim ödemeksizin genel sağlık sigortasından
yararlanırlar. Genel sağlık sigortasından faydalanacak yabancıların primlerinin
ödenmesi için Genel Müdürlük bütçesine ödenek konulur. 5510 sayılı
Kanun’un 60. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt
bendinde de uluslararası koruma başvurusu veya statüsü sahibi ve vatansız
olarak tanınan kişilerin genel sağlık sigortalısı sayılacakları belirtilmiştir.
Böylece herhangi bir sağlık güvencesi olmayan ve ödeme gücü bulunmayan
yabancıların genel sigorta haklarından yararlanmalarının öngörülmesi
Anayasa’nın 56. ve 60. maddelerinde güvence altına alınan hakların sağlanmasına
yöneliktir.
224. Diğer yandan
Kurumun amacına uygun olarak hizmet verebilmesi sahip olduğu parasal kaynaklara
bağlıdır. Bu bakımdan sistemi zedeleyecek ya da işlemez hâle getirebilecek
girişimleri engelleyecek düzenlemelerin getirilmesi sistemin doğal bir
sonucudur (AYM, E.2008/56, K.2011/58, 30/3/2011). Kuralın “Madde ile,
Kanunun 89 uncu maddesi kapsamında genel sağlık sigortası primleri yatırılan
uluslararası koruma başvuru sahibi yabancılara sağlanan bu hak suiistimale
neden olmakta, kamu bütçesine büyük yük getirmekte, göç hareketleri açısından
ülkemize çekici bir etki yaratmakta ve uluslararası koruma başvurularını
artırmakta olup söz konusu uygulamayla ilgili sınırlama getirilmektedir.” biçimindeki
gerekçesi de gözönünde bulundurulduğunda kuralla söz konusu yabancılara
sağlanan bu hakkın kamu bütçesine getirdiği yükün engellenmesi ve çekici bir
etki yaratmaması için sınırlama getirilerek hakkın kötüye kullanımının önüne
geçilmek istendiği anlaşılmaktadır.
225. Anayasa’nın 65. maddesinde yer alan “Devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin
amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde
yerine getirir.” hükmü de gözetildiğinde, kural kapsamındaki yabancıların
genel sağlık sigortasından yararlanmalarının belirli bir süre ile sınırlanıp
sınırlanmayacağı hususu, yabancıların geçici bir süre ile Türkiye’de
bulunmaları ve primlerinin genel bütçeden karşılanması karşısında devletin mali
kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde kanun koyucunun takdirindedir.
226. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 56., 60. ve
65. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın
56., 60. ve 65. maddeleri kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın
2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
b. İkinci Cümlede Yer Alan “…ve Bakanlıkça sigorta
kaydının devamı uygun görülenler…” İbaresi
227. 6458 sayılı Kanun’un 89. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (a) bendinin ikinci cümlesine göre 5510 sayılı Kanun hükümlerinden
bir yıllık süre kaydı olmaksızın yararlanacak olanlar özel ihtiyaç sahipleri ve
Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülenler olup anılan cümlede yer alan “…ve Bakanlıkça sigorta kaydının
devamı uygun görülenler…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
228. 6458 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (l) bendinde özel ihtiyaç sahibi “Başvuru sahibi ile uluslararası
koruma statüsü sahibi kişilerden; refakatsiz çocuk, engelli, yaşlı, hamile,
beraberinde çocuğu olan yalnız anne ya da baba veya işkence, cinsel saldırı ya
da diğer ciddi psikolojik, bedensel ya da cinsel şiddete maruz kalmış kişiyi”
ifade etmektedir.
229. Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülebilecek kişiler dava konusu kuralın da yer aldığı (a) bendinin birinci
cümlesinde belirlenmiş olup, buna göre ancak herhangi bir sağlık güvencesi
olmayan ve ödeme gücü bulunmayan başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü
sahibi kişiler için sağlık güvencesinden yararlanmaları hususunda yetki
kullanılabilecektir. Anılan bendin beşinci cümlesinde başvurusu hakkında
idarece olumsuz karar verilen yabancılar hakkında bu yetkinin kullanılmasının
mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bu suretle kanunilik ilkesinin geçerli olmadığı
alana ilişkin genel ilkelerin kanunla tespit edilerek yasal çerçevenin
çizildiği, Kanun’un 121. maddesinde de “Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin
usul ve esaslar çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” denmek suretiyle
Bakanlığın bu yetkisinin ne şekilde kullanılacağına ilişkin diğer usul ve
esasların yönetmelikle belirlenebileceği gözetildiğinde kuralın belirsiz
olmadığı anlaşılmaktadır.
230. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
V. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
231. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında kanunun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün
belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması
sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline karar
verilebileceği öngörülmektedir.
232. 72. maddesiyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar
ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 21. maddesinin değiştirilen (7) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…%20’sinin…” ve “…Bakan
onayıyla…” ibarelerinin iptalleri nedeniyle
uygulanma imkânı kalmayan anılan fıkranın üçüncü, dördüncü cümleleri ile
beşinci cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası gereğince iptalleri gerekir.
VI. İPTAL
KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
233. Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken
hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca
kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden
başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmak suretiyle Anayasa
Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî
Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği
tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
234. 7196 sayılı Kanun’un;
- 52. maddesiyle 4721 sayılı Kanun’un 409. maddesinin
ikinci fıkrasına eklenen ikinci cümlenin;
- 53. maddesiyle 4721 sayılı Kanun’un 436. maddesine
eklenen (6) numaralı bendin kalan kısmının,
- 72. maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un 21. maddesinin
değiştirilen (7) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…%20’sinin…”
ve “…Bakan onayıyla…” ibarelerinin, üçüncü ve dördüncü cümleleri ile
beşinci cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresinin,
iptal edilmesi nedeniyle doğacak
hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu kurallara ilişkin iptal hükümlerinin
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe
girmesi uygun görülmüştür.
VII. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
235. Dava dilekçesinde
özetle, dava konusu kuralların uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğabileceği belirtilerek
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Bazı Kanunlarda ve 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 1. 21.
maddesiyle 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı
Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’nun değiştirilen ek 4. maddesinin beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “...tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi...” ibaresine,
2. 30. maddesiyle
10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Kanunu’nun ek 8. maddesine eklenen beşinci fıkranın ikinci cümlesinde yer alan
“...tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar
gibi...” ibaresine,
yönelik yürürlüğün durdurulması taleplerinin, koşulları
oluşmadığından REDDİNE,
B. 1. 52.
maddesiyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 409.
maddesinin ikinci fıkrasına eklenen ikinci cümleye,
2. 53. maddesiyle
4721 sayılı Kanun’un 436. maddesine eklenen (6) numaralı bendin “Resmî
sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan kan
veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler
alınabilir, kişiye gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilir...” bölümü dışında
kalan kısmına,
3. 72. maddesiyle
4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun
21. maddesinin değiştirilen (7) numaralı fıkrasının;
a. İkinci
cümlesinde yer alan “…%20’sinin…” ve “…Bakan onayıyla…”
ibarelerine,
b. Üçüncü ve
dördüncü cümlelerine,
c. Beşinci
cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresine,
yönelik iptal hükümlerinin yürürlüğe
girmelerinin ertelenmeleri nedeniyle bu cümlelere, kısma ve ibarelere ilişkin
yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
C. 1. 10.
maddesiyle 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı
Emniyet Teşkilat Kanunu’nun değiştirilen geçici 29. maddesinin;
a. Birinci
cümlesinde yer alan “…sözlü…” ibaresine,
b. İkinci
cümlesine,
2. 21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin;
a. Üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…kantinlerin tamamı, bir kısmı veya
bazı şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresine,
b. Beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin “...tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi...” ibaresi dışında kalan kısmına,
3. 30. maddesiyle
2803 sayılı Kanun’un ek 8. maddesine eklenen;
a. Üçüncü fıkranın
birinci cümlesinde yer alan “…kantinlerin tamamı, bir kısmı veya bazı
şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresine,
b. Beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin “...tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi...” ibaresi dışında kalan kısmına,
4. 53. maddesiyle
4721 sayılı Kanun’un 436. maddesine eklenen;
a. (6) numaralı
bendin “Resmî sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin
vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi
örnekler alınabilir, kişiye gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilir...” bölümüne,
b. (7) numaralı
bende,
5. 62. maddesiyle
31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’na eklenen geçici 79. maddenin birinci cümlesine,
6. 74. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakanlığın
onayı alınmak ve en fazla birer yıllık sürelerle olmak kaydıyla,…”
ibaresinin “…Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Genel
Müdürlüğün onayı alınarak…” şeklinde değiştirilmesine,
7. 75. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
yer alan “…on beş gün…” ibaresinin “…yedi gün…” şeklinde
değiştirilmesine,
8. 76. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendine eklenen
“…ya da bu hükümleri ihlale teşebbüs edenler” ibaresine,
9. 81. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’a eklenen 60/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Genel
Müdürlüğün uygun gördüğü kişilere…” ibaresine,
10. 87. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 89. maddesinin (3) numaralı fıkrasının değiştirilen (a)
bendinin;
a. Birinci
cümlesinde yer alan “…bir yıl süre ile…” ibaresine,
b. İkinci
cümlesinde yer alan “…ve Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülenler…” ibaresine,
yönelik iptal talepleri, 25/1/2023 tarihli ve E.2020/30,
K.2023/12 sayılı kararla reddedildiğinden bu bende, cümlelere, kısımlara,
bölüme, ibarelere ve değişikliklere ilişkin yürürlüğün durdurulması
taleplerinin REDDİNE,
25/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
VIII. HÜKÜM
6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Bazı Kanunlarda ve 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 10. maddesiyle 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat
Kanunu’nun değiştirilen geçici 29. maddesinin;
1. Birinci
cümlesinde yer alan “…sözlü…” ibaresinin,
2. İkinci
cümlesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptalleri talebinin
REDDİNE, M. Emin KUZ’un karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. 21. maddesiyle 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kanunu’nun değiştirilen ek 4. maddesinin;
1. Üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…kantinlerin tamamı, bir kısmı veya
bazı şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Beşinci
fıkrasının;
a. İkinci cümlesinde yer alan “...tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. İkinci
cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM ile Yusuf Şevki
HAKYEMEZ’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. 30. maddesiyle
10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri
Kanunu’nun ek 8. maddesine eklenen;
1. Üçüncü fıkranın
birinci cümlesinde yer alan “…kantinlerin tamamı, bir kısmı veya bazı
şubeleri kiraya verilebilir,…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Beşinci
fıkranın;
a. İkinci cümlesinde yer alan “...tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. İkinci cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM ile Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
Ç. 52. maddesiyle
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 409. maddesinin ikinci
fıkrasına eklenen ikinci cümlenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN
RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE
OYBİRLİĞİYLE,
D. 53. maddesiyle 4721
sayılı Kanun’un 436. maddesine eklenen;
1. (6) numaralı
bendin;
a. “Resmî
sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla; kişinin vücudundan kan
veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler
alınabilir, kişiye gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilir...” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. Kalan kısmının
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. (7) numaralı
bendin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. 62. maddesiyle 31/5/2006
tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na
eklenen geçici 79. maddenin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
F. 72. maddesiyle
4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun
21. maddesinin değiştirilen (7) numaralı fıkrasının;
1. İkinci
cümlesinde yer alan;
a. “…%20’sinin…”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK
DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. “…Bakan
onayıyla…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Muhterem İNCE’nin
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün,
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Üçüncü ve
dördüncü cümlelerinin 6216
sayılı Kanun’un 43.
maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALLERİNE,
iptal hükümlerinin, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
3. Beşinci
cümlesinde yer alan “…Cumhurbaşkanı…” ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince
KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE
GİRMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
G. 74. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakanlığın
onayı alınmak ve en fazla birer yıllık sürelerle olmak kaydıyla,…”
ibaresinin “…Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve Genel
Müdürlüğün onayı alınarak…” şeklinde değiştirilmesinde bulunan;
1. “…Bakanlıkça
belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla...” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN ile Engin
YILDIRIM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. “...ve Genel
Müdürlüğün onayı alınarak…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ğ. 75. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde
yer alan “…on beş gün…” ibaresinin “…yedi gün…” şeklinde
değiştirilmesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
H. 76. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendine eklenen
“…ya da bu hükümleri ihlale teşebbüs edenler” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
I. 81. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’a eklenen 60/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Genel
Müdürlüğün uygun gördüğü kişilere…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
İ. 87. maddesiyle
6458 sayılı Kanun’un 89. maddesinin (3) numaralı fıkrasının değiştirilen (a)
bendinin;
1. Birinci
cümlesinde yer alan “…bir yıl süre ile…” ibaresinin,
2. İkinci
cümlesinde yer alan “…ve Bakanlıkça sigorta kaydının devamı uygun
görülenler…” ibaresinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptalleri talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
25/1/2023 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan
YAŞAR
|
Üye
Muhterem
İNCE
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 7196 sayılı Kanun’un; (a) 21. maddesiyle değiştirilen 2692
sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesinin ve 30.
maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un ek 8. maddesine eklenen beşinci fıkranın ikinci
cümlesinin “…tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren
durumlar…” ile “…gibi…” ibareleri dışında kalan bölümlerinin, (b)
74. maddesiyle değiştirilen 6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan “…Bakanlıkça belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla…”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
A. Sosyal Tesislere İlişkin Bazı
Hususların Yönetmelikle Düzenlenmesi
2. Dava konusu kurallar, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Jandarma
Genel Komutanlığına ait tesislerden yararlanan personelden elde edilen
gelirlerin harcanması ile söz konusu tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi ve
gelirlerinin harcanmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesini
öngörmektedir. Kuralların da içinde bulunduğu fıkralarda yer alan “…tesislerden
istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar…” ile “…gibi…”
ibareleri, yasaklamaya ilişkin hususların ve bunun “gibi” durumların
düzenlenmesinin “kanuni çerçeve çizilmeden, temel ilkeler belirlenmeden”
yönetmeliğe bırakılmasının Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle
iptal edilmiştir (§§ 45, 48, 66, 69).
3. Esasen söz konusu gerekçe fıkraların iptal edilmeyen bölümleri
için de geçerlidir. Anayasa’nın 7. maddesine göre Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olan yasama yetkisi devredilemez. Yasama yetkisinin
devredilemezliği, kanun koyucunun idare tekniğine ve uzmanlığa ilişkin
hususların düzenlenmesini yürütme organına bırakmasına engel değildir. Bununla
birlikte Anayasa Mahkemesinin 2020/9 esas sayılı kararına ilişkin muhalefet
şerhimizde belirtildiği üzere, bazı hususlar yönetmeliğe bırakılırken bir
yandan yürütmeye konuyu ilk elden düzenleme yetkisi vermeyecek, diğer yandan da
idari düzenleyici işlemin kanuna uygunluk denetimini mümkün kılacak ölçüde
temel ilke ve esasların kanunda düzenlenmesi zorunludur (bkz. AYM, E.2020/9,
K.2021/37, 03/06/2021, Karşıoy Gerekçesi, §§ 8-19).
4. Dava konusu kuralların, düzenlenmesini yönetmeliğe bıraktığı
konulara ilişkin usul ve esaslar, temel ilkeler, kullanılacak yetkinin
sınırları gibi hususların kanuni çerçevesi çizilmiş değildir. Tesislerden elde
edilen gelirlerin harcama usul ve esaslarına dair tek belirleme bu harcamaların
“müştereken istifade edilen tesislere yönelik” yapılacak olmasıdır.
Bunun dışında kurallarda gelirlerin harcama usul ve esaslarına ilişkin herhangi
bir açıklık bulunmamakta, konunun düzenlenmesi tamamen yönetmeliğe
bırakılmaktadır.
5. Bu durum tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi ve bunların
gelirlerinin harcanması bakımından da geçerlidir. Yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülen hususların, bir yandan çalışma hakkı ve teşebbüs özgürlüğü gibi temel
hak ve hürriyetlerle yakından ilgili olduğu, diğer yandan da -bütçe dışı da
olsa- kamu gelirlerinin harcanmasına ilişkin olduğu için kanuni çerçevesinin ve
temel ilkelerin kanunla düzenlenmesi gerektiği izahtan varestedir. Açıklanan
nedenlerle, kurallar Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır.
B. “…Bakanlıkça belirlenen
sürelerle sınırlı olmak kaydıyla…” İbaresi
6. Dava konusu kuralın da içinde bulunduğu fıkrada, İçişleri
Bakanlığı (Bakanlık) tarafından belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla ve
Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün onayıyla, belli hallerde valiliklerce insani
ikamet izni verilebileceği ve bu izinlerin uzatılabileceği düzenlenmektedir.
7. Anayasa’nın 2. maddesinde bir anlamda devletin diğer tüm
niteliklerini de niteleyen ana ilke olarak güvenceye alınan hukuk devleti,
toplumsal hayatı düzenleyen kuralların öngörülebilir ve belirli olmasını
gerektirmektedir. Bu bağlamda hukuki güvenlik ilkesi, hukuk kurallarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır. Belirlilik ilkesi ise
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir
olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2019/47, K.2021/16, 04/03/2021, § 30 ; İ.K.
[GK], B.No: 2019/20904, 15/4/2021, § 47).
8. İnsani ikamet izin süresini belirleme konusunu tamamen Bakanlığa
bırakan dava konusu kuralın belirli ve öngörülebilir olduğu söylenemez. Zira
iznin süresi bakımından kanunda herhangi bir alt ve üst sınır öngörülmüş
değildir. Hâlbuki değişiklikten önce, Bakanlığın söz konusu izni “en fazla
birer yıllık sürelerle” verebileceği öngörülmekteydi. Kuralın gerekçesinde
izin sürelerinin daha esnek hale getirildiği belirtilmişse de bu durum ortaya
çıkan belirsizliği ve öngörülemezliği meşrulaştırmak için yeterli değildir.
9. Diğer yandan hukuk devleti temel hak ve özgürlüklerin keyfi bir biçimde
kısıtlanmasını önleyecek güvencelerin kanunlarda yer almasını ve kamu gücü
kullananların bu güvencelere uygun davranıp davranmadığının yargısal
denetiminin etkili bir şekilde yapılmasını gerektirmektedir. İptali istenen
kural uyarınca ikamet izni uzatılmayan biri bu işleme karşı dava açtığında
yargı merciinin Bakanlığın takdir yetkisini keyfi kullanıp kullanmadığını
denetleyecek herhangi bir ölçüte kuralda yer verilmemiştir. Bu nedenle kural
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
10. Yukarıda (A) ve (B) başlıkları altında açıklanan gerekçelerle,
dava konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğunu düşündüğümden çoğunluğun red
yönündeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Kanunun 21. maddesiyle değiştirilen 2692 sayılı
Kanunun ek 4. maddesinin 5. fıkrasının ikinci cümlesinin iptal edilen
“tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar” ve
“gibi” ibarelerinin dışında kalan kısmı yönünden : İncelemeye
konu kural ile maddenin önceki cümle ve fıkralarında belirtilen tesislerden
elde edilen gelirlerin harcama esasları ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ait
tesislerin işletilmesi, işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması hususlarına
dair usul ve esasların İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenecek yönetmelikle
belirleneceği düzenlenmektedir.
2. Yasama yetkisinin kaynağını doğrudan Anayasa’dan alan
asli bir yetki olmasına karşın idarenin düzenleme yetkisi türevseldir, yalnızca
kanuna bağımlı/dayalı olarak kullanılabilir. Bunun istisnasını ise Anayasa’da
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılabilecek konularda tanınan yetki
oluşturmaktadır. Kural olarak yönetmelik kanunun uygulanması amacıyla
çıkarılacağı için kanunda açıkça yetki verilmesi gerekli değil ise de böyle bir
belirleme de yapılabilir. Örneğin kanun hükmünde, belirli bir husustaki teknik
uygulama usullerinin yönetmelikte düzenleneceği öngörülebilir. Her iki durumda
da yönetmelikler kanuna dayanmak zorunda olup, kanuna aykırı olamayacağı gibi
kanundaki usul ve esasları daraltamaz ya da genişletemez.
3. Diğer taraftan kanunla düzenlenmesi gereken konulara
ilişkin hususlarda ilk elden düzenleme yapılması için yönetmeliğe yetki
verilmesi yasama yetkisinin devri anlamına gelir. Başka deyişle yönetmelikle
düzenleme yetkisinin verildiği durumda, düzenleme yetkisinin kapsamına ve temel
esas ve çerçevesine ilişkin olarak kanunda bir belirleme yapılması zorunludur.
Aksi durumda yasama yetkisinin idareye devredildiğinden söz edilir ki bu durum
Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. Nitekim bu husus Mahkememizin çeşitli
kararlarında; “türevsel nitelikteki
düzenleyici işlemler bakımından yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle temel ilkeleri belirlenmeksizin
ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir kanun
kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yürütmenin düzenlemesine
bırakılması, Anayasa'nın belirtilen maddesine aykırılık oluşturur.” sözleriyle ifade edilmiştir; AYM, E.2011/42,
K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15, 4/3/2021, p. 57; AYM, E.2022/54,
K.2022/99, 08/09/2022, Öte yandan Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenlenmesi gereken hususlara ilişkin olarak yönetmelik çıkarma yetkisi
verildiği durumda ilgili konunun temel esaslarının kanunla belirlenmesine
ilişkin gereklilik daha sıkı bir biçimde aranmaktadır.
4. Yine örneğin 7261 sayılı Çevre Ajansı’nın Kurulmasına
Dair Kanunun 5. maddesinin 5. fıkrasında yönetmelikle düzenleme yetkisi
verilmesi hakkında AYM “Ajans organları ile hizmet birimlerinin görev ve
yetkileri, üyelerinin atanması, teşkilat yapısı ile çalışmasına ilişkin usul ve
esaslarına ilişkin temel ilke ve çerçevenin Kanun’da düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu
hususların Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle belirleneceğine yönelik
kuralın yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturduğu…” değerlendirmesiyle ilgili kuralın iptaline karar
vermiştir (bkz. AYM 2021/27 – 2023/26, 16/2/2023, p. 76).
5. Öte yandan kuralda yer alan düzenlemelerin kamu
kaynağının elde edilmesi ve kullanımıyla ilgili olması nedeniyle kanunda bu
hususa dair temel esasların belirlenmiş olması gerektiği gibi, demokratik
devlet ve hukuk devleti ilkeleri uyarınca idarelerin kamu kaynaklarını kamu
yararına uygun kullanmalarını, mali yönden denetlenmelerini ve böylece topluma
hesap verilmesini sağlayıcı güvenceleri içermesi de gerekir. Örneğin AYM’nin
bir kararında bu husus; “kamu kaynağı kullanan idare, kurum ve kuruluşların
mali işlemlerinin denetlenmesi anılan kaynağın kamu yararına uygun kullanılması
ve esas sahibi olan topluma hesap verilmesini sağlamak bakımından demokratik
devlet ilkesinin gereğidir. Başka bir ifadeyle demokratik devlet denetime açık
ve şeffaf bir mali düzen kurmak, kişilerden kamu gücü kullanılarak toplanan
vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerle yaratılan kaynağın kamu
yararına uygun şekilde harcanmasını güvence altına alan yöntemleri
geliştirmekle yükümlüdür.” ifadeleriyle vurgulanmıştır (AYM E. 2021/27 – K.
2023/26, 16/2/2023, p. 66).
6. Kuralda yer alan “tesislerin işletilmesi ve
işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması” ibareleri bakımından idareye verilen
düzenleme yetkisi yalnızca teknik ve usuli hususları kapmamakta, yetkinin
esasıyla ilgili konuların da Yönetmelik ile belirlenmesi öngörülmektedir. Sonuç
olarak incelenen kuralın gerek hukuk devleti ilkesinin gereklerini
karşılamadığı, gerekse idareye verilecek yetkiler bakımından yasama yetkisinin
devri anlamına gelecek bir eksiklik içerdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda yasal
çerçevesi belirlenmeden idareye düzenleme yetkisi verilmesi yasama yetkisinin
devri anlamına geleceğinden Anayasa’nın 2. ve 7. maddeleri uyarınca kuralın
iptal edilmesi gerekmektedir.
7. Kanunun 30. maddesiyle 2803 sayılı Kanuna eklenen
Ek 8. maddesine eklenen 5. fıkrasının iptaline karar verilen ibareler dışında
kalan kısmı yönünden : Yukarıda sayılan gerekçeler benzer bir düzenleme
içeren bu kural bakımından da geçerlidir. Bu nedenle kuralın reddine karar
verilen kısmının da aynı gerekçelerle iptalinin gerektiğini düşünmekteyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Kanun’un
10. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici 29. maddesinin birinci
cümlesinde yer alan “…sözlü…” ibaresinden önce “…yazılı/… ibaresine kuralda yer
verilmiştir. Düzenleme, sınavın yazılı veya sözlü yapılmasıyla ilgili olarak bu
iki sınav usulü arasına (/) işareti koymak suretiyle hangisinin uygulanacağını
konusunda idareye geniş bir takdir yetkisi bırakmaktadır. (/) işaretinin “veya”
anlamını dışlamadığını düşünürsek idare sınavı bir dönem sadece yazılı olarak
yapabileceği gibi bir sonraki dönem sadece sözlü olarak da düzenleyebilecektir.
Bu durum adaylar açısından bir öngörülemezliğe, belirsizliğe ve eşitsizliğe
neden olacaktır. Bu nedenle dava konusu kural Anayasa’nın 2., 10. ve 128.
maddelerine aykırıdır. Geçici 29. maddenin ikinci cümlesi de yasama yetkisinin
devri anlamına geldiğinden Anayasa’nın 2., 7. ve 128. maddeleriyle
bağdaşmamaktadır.
2. Kanun’un
21. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinde “Bu suretle elde edilen gelirlerin müştereken
istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve esasları Milli Savunma
Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca …hazırlanan yönetmelikle düzenlenir” hükmü
yer almaktadır. Kuralda bir kamu kaynağının harcama esasları yönetmeliğe
bırakılmıştır. Harcama esaslarının genel çerçevesinin kanunla belirlenmiş
olması gerekmektedir. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine
aykırıdır. Cümlenin Sahil Güvenlik Komutanlığına ait tesislerle ilgili
düzenlemeyi İçişleri Bakanlığınca hazırlanan yönetmeliğe bırakın kısmı da, aynı
gerekçelerle Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır.
3. Kanun’un
21. maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 8. maddesine eklenen
beşinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Bu suretle elde edilen
gelirlerin müştereken istifade edilen tesislere yönelik harcama usul ve
esasları Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca …hazırlanan
yönetmelikle düzenlenir” hükmü ile aynı cümlede yer alan Jandarma Genel
Komutanlığına ait tesislerle ilgili düzenlemeyi İçişleri Bakanlığınca
hazırlanan yönetmeliğe bırakın kısım da Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine
aykırıdır.
4. Kanun’un
74. maddesiyle 6458 sayılı Kanun’un 46. maddesinde bulunan “…Bakanlıkça
belirlenen sürelerle sınırlı olmak kaydıyla…” ibaresi Bakanlığa insani ikamet
izin süresini herhangi bir ölçüte bağlı kalmadan uzatma veya kısaltma yetkini
vermektedir. Keyfi uygulamaları engelleyecek herhenagi bir düzenleme de
içeremeyen kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
5. Belirtilen
nedenlerle çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
3201 sayılı Kanunun 7196 sayılı Kanunla değişik geçici
29. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “…sözlü…” ibaresi ile
ikinci cümlesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine karar
verilmiştir.
Red kararlarının gerekçelerinde; anılan fıkranın ilk
cümlesinde, başpolis memurları ile kıdemli başpolis memurlarının komiser
yardımcılığına atanabilmeleri için diğer şartların yanında yazılı veya sözlü
sınav şartının öngörülmesi suretiyle kanunî çerçevenin çizildiği, bu konuda
idareye takdir yetkisi tanınmasında Anayasaya aykırı bir yön bulunmadığı,
idarenin kendisine tanınan bu yetkiyi kullandığı her durumda ilgililerin
yapılan işlemleri dava konusu yapabileceği, kuralla yargısal denetime engel bir
düzenleme getirilmediği, ayrıca Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini
öngördüğü konularda da yasama organının temel kuralları belirledikten sonra
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin düzenleyici
işlemlerine bırakabileceği, bunun yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamayacağı, fıkranın birinci cümlesinde komiser yardımcılığına atanma
şartları belirlendiğinden, adaylarda aranacak diğer nitelikler ile sınavlara ve
eğitime ilişkin usûl ve esasları düzenleme yetkisinin idareye bırakılmasında
Anayasanın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı bir yön bulunmadığı
belirtilmiştir.
3201 sayılı Kanunun, incelenen kuralların yer aldığı
geçici 29. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, başpolis memurları
ve kıdemli başpolis memurları arasında yapılacak “yazılı/sözlü” sınavlarda
başarılı olanlardan ilk derece âmirlik eğitimini başarıyla bitirenlerin komiser
yardımcılığı rütbesine atanacakları; ikinci cümlesinde de adaylarda aranacak
diğer nitelikler ile sınavlara ve ilk derece âmirlik eğitimine dair diğer usûl
ve esasların İçişleri Bakanlığı tarafından düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
Red kararının büyük ölçüde, 3201 sayılı Kanunun geçici
29. maddesi yürürlüğe girmeden önce bu kişilerin komiser yardımcılığına
atanmalarını düzenleyen 55. maddesinin onüçüncü fıkrasındaki hükümlerin iptali
talebiyle açılan davada verilen ve çoğunluğun gerekçesinde atıf yapılan
kararımızdaki red gerekçelerine dayandırılması sebebiyle, öncelikle dava konusu
kuralların son hâlini almalarına kadar geçen sürecin ve mezkûr kararımızın
dikkate alınması suretiyle anlam ve kapsamlarının belirlenmesi gerekir. Bu
tespit, özellikle belirlilik ve bu çerçevede kanunîlik ile yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkeleri yönünden yapılacak değerlendirme için önemlidir.
Bir kanun hükmünün anlam ve kapsamı belirlenirken bir
bütün olarak kanuna, hattâ yasama organı kanunî bir düzenleme yaparken herhâlde
önceki kanun hükümlerini de gözönünde bulundurduğundan, kanunun aynı konudaki
önceki hükümlerine de bakılmalıdır (Peter Benson Maxwell, Interpretation of
Statutes, 12.bs., Londra 1969, s. 64 vd. Nakleden: Glanville Williams, Learning
the Law, Londra 1982, s.98). Esasen kanun değişikliğine, hükmün önceki hâli
sebebiyle ihtiyaç duyulduğundan, değiştirilen kanun hükmünün yürürlükteki
hâlinin yorumlanması bakımından bu inceleme kaçınılmazdır (aynı yönde bkz. 17/7/2020
tarihli ve E.2020/44, K.2020/41 sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçem ve
11/4/2019 tarihli E.2019/8, K.2019/26 sayılı karar, §13).
Bu itibarla, incelenen kuralların yer aldığı geçici 29.
maddenin değiştirilmesinden önceki hâlinin ve bu maddede belirtilen hususların
3201 sayılı Kanunda ilk olarak nasıl düzenlendiğinin açıklanması gerekir.
3201 sayılı Kanunun “Terfi ve atama” başlıklı 55.
maddesinin onbirinci fıkrasında polis âmirlerinin terfileri için aranan şartlar
belirlenmiştir. 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanunun 22. maddesiyle
değiştirilen mezkûr maddenin onüçüncü fıkrasında ise, ilk defa başpolis
memurları ile kıdemli başpolis memurlarının komiser yardımcılığı rütbesine
atanmalarının şartları düzenlenmiş; ihtiyaç hâlinde bunlardan meslekte fiilen
iki yılını dolduran, kırkbeş yaşından gün almayan ve lisans mezunu olanlar
arasında yapılacak yazılı ve sözlü sınavda başarılı olanların ilk derece
âmirlik eğitimini başarıyla bitirmeleri kaydıyla komiser yardımcılığı rütbesine
atanmaları, adaylarda aranacak diğer nitelikler ile sınavlara ve âmirlik
eğitimine ilişkin usûl ve esasların ise yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülmüştür.
Onbirinci ve onüçüncü fıkralardaki yazılı sınavların
yanında sözlü sınav da yapılmasını öngören ibarelerle onüçüncü fıkranın belli
hususların yönetmelikle düzenlenmesine ilişkin ikinci cümlesinin Anayasaya
aykırı olduğu iddiasıyla açılan iptal davası sonucunda ise; anılan kuralların
hem kişiler hem de idare yönünden açık ve uygulanabilir şekilde düzenlendiği,
konuya ilişkin temel kuralların ve yasal çerçevenin de kanunla belirlendiği
ifade edilerek kanunda belirtilen şartlara aykırı düşmeyecek ve onları etkisiz
hâle getirmeyecek şekilde aranacak diğer şartlara ilişkin düzenleme yetkisinin
idareye bırakılmasında ve yazılı sınav yanında sözlü sınav şartının da
öngörülmesinde belirlilik, kanunîlik ve yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkelerine aykırı bir yön bulunmadığına karar verilmiştir (4/5/2017 tarihli ve
E.2015/41, K.2017/98 sayılı karar, §§ 213-216).
Ancak bu karardan yaklaşık olarak onsekiz ay sonra
18/10/2018 tarihli ve 7148 sayılı Kanunun 3. maddesiyle 3201 sayılı Kanununa
eklenen geçici 29. maddede, 55. maddenin onüçüncü fıkrasında komiser
yardımcılığı rütbesine atanmak için aranan şartlardan “meslekte fiilen iki
yılını doldurma” şartının bu geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları için aranmaması ve
“yazılı ve sözlü sınavda” başarılı olma şartı yerine “yazılı veya sözlü
sınavda” başarılı olma şartı öngörülmüştür. Anılan hükümde açıkça “veya”
denilmiş olmasa da, “yazılı/sözlü” şeklinde kaleme alınan ibaredeki “/”
(taksim) işaretinin “veya” anlamına geldiği çoğunluk tarafından da kabul
edilmiştir.
Bu düzenlemeden bir yıl kadar sonra kabul edilen
6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanunun 3. maddesiyle ise, 55. maddenin
onüçüncü fıkrası değiştirilerek başpolis memurları ile kıdemli başpolis
memurları bu fıkra kapsamından çıkarılmış; aynı Kanunun 10. maddesiyle de,
iptali talep edilen hükümlerin bulunduğu geçici 29. madde değiştirilerek ve bir
geçiş hükmünden sürekli uygulanacak nitelikte bir hükme dönüştürülerek, bu
memurların komiser yardımcılığına atanmaları amacıyla yapılacak yazılı veya
sözlü sınavlara girebilmeleri için maddede öngörülen bütün şartlar
kaldırılmıştır.
Kısaca 2015 yılında Kanunun 55. maddesinde yapılan
değişiklikle getirilen ve başpolis memurları ile kıdemli başpolis memurlarının
komiser yardımcılığına atanabilmeleri için başarmaları gereken yazılı ve sözlü
sınava girme şartı olarak öngörülen “meslekte iki yılını doldurma” şartının,
2018 yılında Kanuna eklenen geçici 29. maddede “bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihte” 55. maddenin onüçüncü fıkrasındaki diğer şartları taşıyanlar
bakımından aranmaması sağlanmış; 2019 yılında 55. maddede yapılan değişiklikle
ise başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları bu maddenin onüçüncü
fıkrası kapsamından çıkarılarak ve bunlara ilişkin geçici 29. maddede öngörülen
kırkbeş yaşından gün almamış ve dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun
olma şartları kaldırılarak bu kişilerin anılan rütbeye atanmaları için sınav
şartı dışında bir şart bırakılmamış; “yapılacak yazılı/sözlü sınavlarda”
denilmek suretiyle de iki sınavdan birini tercih etme konusunda idareye geniş
bir takdir yetkisi tanınmıştır.
Bu nedenle, çoğunluğun kararında atıf yapılan ve benim de
katıldığım 4/5/2017 tarihli red kararımızda yer verilen, yazılı sınav yanında
sözlü sınav da öngörülmesinde ve 55. maddenin onüçüncü fıkrasında sayılan
şartların yanında aranacak diğer niteliklere ve sınavlara ilişkin usûl ve
esasların yönetmelikle düzenleneceğinin hükme bağlanmasında Anayasaya aykırılık
bulunmadığına ilişkin gerekçeler, bu davaya konu kurallar açısından kabul edilebilir
olmaktan çıkmıştır.
Bu itibarla dava konusu kural kapsamında yer alan ve
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri ile
diğer özlük işlerinin Anayasanın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi
gerektiğinde ihtilaf bulunmayan söz konusu personelin bu konularda tâbi olacağı
usûl ve esasların anılan anayasal ilkeye uygun olarak belirlenip
belirlenmediği; başka bir anlatımla, incelenen kural kapsamındaki personele
ilişkin olarak kuralda sayılan hususların Anayasaya uygun bir şekilde kanunla
düzenlenip düzenlenmediği bu açıklamalar çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Bilindiği gibi, kanunla düzenleme, hukuk devleti ile
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkelerine uyulmasını gerektirir. Kanunların
Anayasaya uygunluk denetiminde de, kanun hükümlerinin Anayasanın 2. ve 7.
maddelerinde öngörülen bu ilkelere uygun olup olmadığı değerlendirilir.
Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devletinin temel
unsurlarından biri olan belirlilik ilkesi, kanunî düzenlemelerin hem kişiler
hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer bırakmayacak
şekilde açık, net, anlaşılır, nesnel ve sınırlarının belirli olmasını; hukukî
güvenlik ilkesiyle bağlantılı olarak da normların öngörülebilir olmasını ve
belirli bir kesinlik içinde hangi somut olgulara hangi sonuçların bağlandığının
kanunda görülebilmesini zorunlu kılar (geniş açıklama için bkz. 3/6/2021
tarihli ve E.2020/9, K.2021/37 sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçem).
Bu ilke uyarınca kanun hükümleri, ilgililerin bir işlem
veya fiilin belirli şartlarda ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir
düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak ve kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına imkân tanımayacak şekilde düzenlenmeli ve idareye verilen takdir
yetkisinin kapsamı ve uygulama usulü açık olarak belirlenmelidir.
Yukarıda belirtilen karşıoy gerekçemde de ifade edildiği
üzere, kanunî düzenlemelerde söz konusu şartların aranması, bunlara uygun bir
kanunî düzenleme yapılmadığı takdirde yürütme organının mutlaka keyfî
düzenlemeler yapacağı anlamına gelmediği gibi kanun hükmündeki belirsizlik
hukukî güvenlik ilkesiyle bağdaşmayan sonuçlar da doğurmayabilir. Ancak
Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin gereği olan bu
ilkeler, Anayasaya uygunluk denetiminde, uygulamadan ve kanunun verdiği yetkiye
dayanılarak yapılan düzenleyici işlemlerden bağımsız olarak, sadece kanun hükmü
üzerinden değerlendirilir ve bu değerlendirmeye göre yürütmenin düzenleyici
işlemlerinin dayanacağı, muhataplarınca öngörülebilir bir normun bulunup
bulunmadığı belirlenir.
Anayasanın 7. maddesinde ise yasama yetkisinin Türkiye
Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve devredilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesini engellemeyen bu ilke
kanunla düzenlenmesi gereken konularda genel ifadelerle yetinilmeyip kanunla
temel kuralların ve esasların belirlenmesinden ve konunun çerçevesinin
çizilmesinden sonra ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme organına bırakılmasını
gerektirir. Düzenleme konusunda bu şartlara uyulmadan çok geniş bir takdir
yetkisi verilmesi ise yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturur (geniş açıklama için bkz. 3/6/2021 tarihli ve E.2020/9, K.2021/37
sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçem).
Yukarıda aktarılan anayasal ilkelere göre, kanunla düzenleme,
şüphesiz ki konuya ilişkin bütün ayrıntılara kanunda yer verilmesini
gerektirmez. Kuralların, özellikle de kanun hükümlerinin belli bir ölçüde
soyutluk içermesinin kaçınılmaz olduğu tartışmasızdır. Bununla birlikte, bu
zorunluluk bir konudan kavramsal veya kurumsal olarak bahsedilmesinin yeterli
olduğu anlamına da gelmez. Anayasaya göre, kanunla düzenlenmesi gereken
konularda genel ifadelerle yetinilmemesi; temel esasların belirlenmesinden ve
konunun çerçevesinin çizilmesinden sonra ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılması; kanun koyucunun tespit edeceği temel esaslar ile çizeceği
çerçevenin de, yürütme organının düzenleyeceği ayrıntıların belirlenmesinde ve
buna ilişkin yargısal denetimde yol gösterecek nitelikte olması gerekir.
Başlangıçta temel esasları belirlenerek çerçevesi
çizilen, ancak yapılan değişikliklerle meslekte fiilen iki yılını doldurma,
kırkbeş yaşından gün almamış ve lisans mezunu olma şartları kaldırmak suretiyle
-başpolis memuru veya kıdemli başpolis memuru olma dışında- kanunla belirlenmiş
hiçbir nitelik bırakılmayan mezkûr kuralın ilk cümlesinde, “yazılı/sözlü
sınavlarda” denilmek suretiyle sınavların yazılı veya sözlü yapılması
hususunda; ikinci cümlesinde de adaylarda aranacak nitelikler ile sınavlara
ilişkin konularda herhangi bir esas öngörülmeden, sayılan hususların Bakanlık
tarafından düzenleneceği hükme bağlanarak bu konuyu düzenleme bakımından
idareye çok geniş ve sınırsız bir takdir alanı bırakılmıştır. Buna karşılık
idarenin hangi ilkeleri ve ölçütleri esas alarak bu hususları belirleyeceği
mezkûr hükümde de Kanunun başka bir maddesinde de açık, anlaşılır ve nesnel bir
şekilde düzenlenmemiş ve bir çerçeve çizilmemiştir. Üstelik bu konuyu
düzenleyen asıl hüküm olan 55. maddenin onüçüncü fıkrasında yapılan değişikliklerle
de söz konusu personel anılan madde kapsamından çıkarıldığından, kural tamamen
belirsiz hâle getirilmiştir. Bu nedenle düzenleme keyfî uygulamalara yol
açabilecek, başka bir ifadeyle belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine
aykırılık oluşturacak bir niteliğe dönüştüğü gibi yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine de aykırı hâle gelmiştir.
Diğer taraftan çoğunluğun gerekçesinde, idarenin
incelenen ilk kurala göre sözlü sınav yapma yetkisini kullandığı durumlarda,
ilgililerin yapılan işlemleri yargı denetimine taşıyabilecekleri, idarî yargı
denetiminin keyfî uygulamalardan kaçınılmasını sağlayacak nitelikte olduğu ve
kuralla yargısal denetimden önce idarenin gözetmesi gereken belirli
standartların getirildiği belirtilmekle birlikte, bu görüşe katılmak da mümkün
değildir.
Yukarıda açıklandığı üzere, belirlilik ilkesi yargısal
denetimde gözönünde bulundurulacak kriterlerin de belirlenmiş olmasını
gerektirdiğinden, bu ilkeye uygun olmayan kanunî düzenlemeler mezkûr denetimi
imkânsız hâle getirir. Başka bir deyişle, kanunla idareye temel ilkeleri,
sınırları ve şartları açık, net, anlaşılır ve nesnel bir şekilde belirlenmemiş
genişlikte bir takdir yetkisi tanındığında söz konusu belirsizlik, bu
düzenlemeye dayanılarak idarece yapılacak düzenleyici ve bireysel işlemlerle
ilgili olarak yargı mercilerince etkili bir denetim gerçekleştirilmesini de
imkânsız hâle getirir (aynı yönde bkz. 1/6/2022 tarihli ve E.2021/132,
K.2022/69 sayılı; 13/12/2022 tarihli ve E.2019/88, K.2022/159 sayılı kararlara
ilişkin karşıoy gerekçelerim).
İncelenen kuralların, etkili bir idarî yargı denetimine
imkân verecek nitelikte olmamasından dolayı bu yönden de mezkûr ilkelere uygun
olduğu söylenemez.
Bu sebeplerle, mezkûr kuralların Anayasanın 2., 7. ve
128. maddelerine aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği düşüncesiyle
çoğunluğun aksi yöndeki kararına karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun
6/12/2019 tarihli
ve 7196 sayılı Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 21.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin beşinci
fıkrasının “tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını gerektiren
durumlar gibi” kısmı hariç ikinci cümlesinin ve 30. maddesiyle 2803 sayılı
Kanun’un ek 8. maddesine eklenen beşinci fıkrasının “tesislerden istifade
edilmesinin yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi” kısmı hariç ikinci
cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığı
şeklindeki kararına katılmamaktayım.
2. Her iki Kanun’un bahse konu beşinci fıkralarının
ikinci cümleleri benzer düzenlemeler içermektedir. Mahkememiz oybirliği ile “tesislerden istifade edilmesinin yasaklanmasını
gerektiren durumlar gibi” ibaresini
iptal etmiştir. Ancak kanaatimizce cümlelerin kalan kısımlarının da Anayasa’ya
aykırı olduğu için iptali gerekmektedir.
3. 2692 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 4. maddesinin
beşinci fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir:
“Bu suretle elde edilen gelirlerin müştereken istifade
edilen tesislere yönelik harcama usul ve esasları Millî Savunma Bakanlığı ve
İçişleri Bakanlığınca, Sahil Güvenlik Komutanlığına ait tesislerin işletilmesi,
işlettirilmesi, gelirlerinin harcanması, tesislerden istifade edilmesinin
yasaklanmasını gerektiren durumlar gibi genel usul ve esaslar İçişleri
Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.”
4. Benzer diğer kural olarak 2803 sayılı Kanun’un ek 8.
maddesine eklenen beşinci fıkrasının ikinci cümlesinde ise Jandarma Genel
Komutanlığı için düzenlenmektedir.
5. Her iki kuralda da esasında bu cümlelerin yer aldığı
maddelerin üçüncü fıkralarında sayılan vardiya yatakhaneleri, gazinolar, sosyal
tesisler, özel, yerel ve kış eğitim merkezlerindeki kantinlerden ve tesislerden
istifade edecek personelden alınan üye
aidatı ve kart ücreti gelirlerinin müştereken istifade edilen tesislere yönelik
harcama usul ve esaslarının İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan
yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir.
6. Görüldüğü üzere her iki kuralda da kamusal kaynakların
harcanması ile ilgili hususlar yer almaktadır. Kurallar maddelerin üçüncü
fıkralarında belirtilen şekilde elde edilen gelirlerin müştereken istifade
edilen tesislere yönelik harcama usul ve esaslarını İçişleri Bakanlığı
tarafından hazırlanan yönetmelikle düzenlemeyi öngörmektedir.
7. Bununla birlikte kamusal kaynakların harcanması ile
ilgili temel ilke ve esasların başka bir ifade ile bu konuya ilişkin ana
çerçevenin kanunla düzenlenmesi Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik devlet
ilkesi ve yine Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde olmasının zorunlu bir gereğidir.
8. Bu konularda Kanunlarda hiçbir şekilde temel ilkeler
belirlenmeksizin konuya ilişkin tüm hususların düzenlenmesini İçişleri
Bakanlığının çıkaracağı yönetmeliğe bırakan kuralın Anayasa’nın 2. ve 7.
maddelerine aykırılıktan dolayı iptali gerekmektedir.
9. Yukarıda sıralanan gerekçelerle çoğunluğun kuralların
Anayasa’ya aykırı olmadıkları şeklindeki kararına katılmamaktayım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu, 6/12/209 tarihli ve 7196 sayılı
Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun’un 72. maddesiyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanun’un 21. maddesinin değiştirilen (7) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…Bakan onayıyla…” ibaresinin
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar vermiştir.
2. İptaline karar verilen kural, ikamet izni
başvurularına aracılık hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların İçişleri Bakanı
onayıyla görevlendirileceğini öngörmektedir. 6458 sayılı Kanun’un 21.
maddesinin (7) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde ikamet izni
başvurularının yetkili aracı kurum tarafından da yapılabileceği belirtilmiş,
ikinci fıkrasında ise İçişleri Bakanlığı tarafından gerekli görülen durumlarda
ikamet izni başvurularında azami üç yıl geçerli sözleşmelerle ve ikamet
aracılık hizmet bedelinin %20’sinin genel bütçeye aktarılması kaydıyla, ikamet
izni aracılı hizmeti sunacak yetkili aracı kurumların İçişleri Bakanı onayıyla
görevlendirileceği kabul edilmiştir. Maddenin son cümlesinde, buna ilişkin
işlemlerde 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 4734 sayılı Kanuna hükümlerinin
uygulanmayacağı, buna ilişkin usul ve esasların Bakanlık tarafından çıkarılan
yönetmelikle belirleneceği hükme bağlanmıştır.
3. Öncelikle belirtmek gerekir ki 6458 sayılı Kanun’da
7196 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce söz konusu hükümler ile
yetkili aracı kurumun, ikamet izni başvurularını yabancı adına yapabileceği,
niteliklerinin ve görev çerçevesinin yönetmelikle belirleneceği hüküm altına
alınmıştır. Ancak aracı kurumalarla yapılacak sözleşmelerin süresi, nasıl
görevlendirileceklerine dair usul ve esaslar önceki düzenlemede belirlenmiş
değildi. Kuralın yer aldığı cümlede Bakanın onay verebileceği kurumun öncelikle
yetkili aracı kurum olması gerektiği ifade edilmiştir. Yetkili aracı kurum,
6458 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (y) bendine göre nitelikleri ve görev
çerçevesi yönetmelikle belirlenen ve Genel Müdürlüğü tarafından yetkilendirilen
kurum veya kuruluşları ifade etmektedir. İptali talep edilen kuralın içinde yer
aldığı cümlede, Bakan onayının azami 3 yıl için verilebileceği öngörülmüştür.
Ayrıca hizmet bedelinin belli bir bölümünün genel bütçeye aktarılması gerektiği
de hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla kuralda, asgari olarak yasal çerçevenin
çizildiği ve ilkelerinin belirlendiği, diğer hususların düzenlenmesinin ise
yönetmeliğe bırakılmasının herhangi bir belirsizliğe neden olmadığı
anlaşılmaktadır.
5. Sonuç itibarıyla dava konusu kural Anayasa’nın 2.
maddesine uygun olduğundan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.