“…
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK)
ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017
tarihli halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının
sadece 107. maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın
farklı maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği
farklılaştırılarak yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel
atama işlemlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği
belirtiliyordu. Burada bir ad benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve
sınırları açısından oldukça farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile
getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları
Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı
konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale
gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına
göre de; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri,
teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan
değişikliklerle, kanun ile cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki
ilişki netleştirilmiş ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı
olamayacağı açıkça belirtilmiştir. Bu itibarla, eşit normatif seviyeye ilişkin
olan, sonraki kanunun öncekini ilga edeceğine ilişkin klasik yorum yöntemi (Lex
posterior derogat legi priori), kanunla cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilişkisine
ancak tek taraflı olarak tahvil edilebilir: Sonraki kanun önceki
cumhurbaşkanlığı kararnamesini ilga eder; ancak kanunun düzenlediği konuda
çıkarılamayacak (sonraki) cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’ya aykırı olur
ve önceki kanunu ilga etmez.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
Anayasa’ya uygunluk denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer
alan iki temel ilkenin daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama
yetkisinin devri yasağı ve kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan
kaynaklanan doğrudan düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da
güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri
olan idarenin kanunla düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı
hususu üzerinde durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz
önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir.
Buna göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa
Mahkemesinin pek çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne
anlaşılması gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme
ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi
değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise
düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder… Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş
bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez.
Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7.
maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi,
sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması
gerekir” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha
yakın tarihli kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği
esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması
anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma
yetkisinin devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde
düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu,
yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla
düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da
bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi
gereğince yürütme organının bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama
organınca yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM
kararlarını dikkate alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun “genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak
Mahkemenin, Anayasa’da farklı kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı
içeren konularda ise, “Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, ülkemizde
idare hukukunun temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını
bulan bu ilke uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir.” Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi
olmadığını bu yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine
vücut vermektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev
ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların
toplumun hangi tür gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi
usuller uygulanarak sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir.
Ayrıca, idarenin toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve
ayrıcalıklarını kullanması ve bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri
üzerinde olumsuz etkiler de doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi
sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve
işlemlerinin hem kanuna dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna
aykırı olmamasını ifade eder. Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine
dayanarak yasama organı, Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi
bir şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa
ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771
sayılı Kanun öncesinde bunun iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri
Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve
olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluş ve çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi. Yasal idare ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve
işlemlerinin kanuna uygun olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme
yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz., Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa,
Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla getirilen
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla
çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya dayanmaksızın ilk elden kural
koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama organı yanında
yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun açıkça düzenlediği
konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir. Ancak bu durum, Fransa’da
olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme alanlarına sahip olduğu, yani
her bir organın düzenleme yapacağı konuların açıkça sayıldığı, şeklinde
anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama
konusu olmaktan çıkmamaktadır. Bir başka deyişle; Anayasa, cumhurbaşkanlığı
kararnamesine ilişkin olarak özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM
isterse CBK ile düzenlenen bir alanda yasa çıkarabilir, buna bir engel
bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17)
hükmü, bu yargıyı doğrulamaktadır. O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM
yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk şartıyla asli düzenleme
yetkisi, konu bakımından herhangi bir anayasal istisna bulunmadan, TBMM’ye ait
bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın cumhurbaşkanı kararnamesi
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son noktayı biraz daha ayrıntılı olarak
ele almakta fayda vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki
yasama yetkisinin devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin kanuniliği ilkesi
muhafaza edilmiş, ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
(madde 106/son). Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin
Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer
verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir
çelişki kabul edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve
sistematiği içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa
koyucu 123/1. maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş;
bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel
kişiliği kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu
cihetle; her ne kadar, Anayasa, idarenin kanuniliği ilkesinin 106/son ve
123/son maddelerde belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak
tanısa da; bu alanların cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip
düzenlenmeyeceği noktasında son sözü TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda
değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde
104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son açısından da geçerlidir. Özetle;
Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu kılmış, doğrudan
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği alanlarda da son
sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle) kanun koyucuya
bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine
dair kamu hukukunda kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna
kuralın varlığından söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş
olması gerekir. 2. İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam
tarafından konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur.
3. Genel kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel
kurala istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek
anlamına geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum
yoluyla genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum İlkeleri, http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça
belirttiği bir makama ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu
olamazlar. Yargı kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş
ise, ancak onun bu yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki
devredilen makamın devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin
yasak olduğu hususu, idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür
(Bkz. R. Cengiz Derdiman, Yusuf Uysal Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17.
fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya
eşdeğer işlemler değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme
yetkisine ilişkin konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların
yasaya eşdeğer, yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü
yürütme yetkisi, kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması
gereken bir yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya
eşdeğer olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137.
maddesinde yapılan değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte
değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu
hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden
aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine
aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile
Cumhurbaşkanına Anayasada tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123.
maddenin son fıkrasında “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği
kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz kalır” (md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir
kamu tüzelkişiliği CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun
işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini hüküm altına almıştır
(m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük
ibaresi, Anayasadan tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten
kaldırılmış; onun yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
yapılabileceği yukarıda belirtilen istisnai işlemler kaynağını doğrudan
Anayasadan alan yürütme işlemi niteliğinde kabul edilmelidir. Ancak bu tür
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin de, aynı konuda kanun çıkarması durumunda
hükümsüz kalacakları Anayasa’nın amir hükmüdür (m.104/17).
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu
yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin
usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9).
Ancak, md.104/17 gereğince, TBMM, bu konuları da yasa ile düzenleyebilir.
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen
CBK ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu
sınırları şu şekilde açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin
gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme
yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi
verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin
gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı
yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CBK çıkarılması
mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin
konularda CBK çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine
ilişkin konular dışında CBK ile düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§9).
2) İkinci olarak CBK’leri “Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le
ilgili konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını
ilgilendiren hususlarda yasa olmaksızın CBK’lerin devreye girmesi engellenmek
istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken
soru, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla
belirtildiği üzere, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede
yasayla düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2.
maddesinde “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51.
maddesinde “Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”,
63. maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla
belirtilen konuların CBK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir
düzenleme yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev
için kanun kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen
sosyal ve ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu
olabilecektir. Örneğin konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi
böyledir. Bu durumda, dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece
düzenleme konusu olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci
cümlesi, sosyal ve ekonomik haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul
ederken, bu düzenlemenin sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk
cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi,
diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda çıkarılamamasıdır. Öte yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında,
CBK’ye konu olabilecek sosyal ve ekonomik hak ve ödevlerle ilgili
cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir düzenleme yetkisinden
bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı dikkate alındığında, CBK ile
sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin gerçekleşmesi için birtakım pozitif
tedbirleri içeren düzenlemeler yapabileceği, fakat kişilerin bundan
yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği belirtilmelidir. Zira anayasal
çerçevede, bir hakkın sınırlanması, madde 13 gereği ancak ve ancak kanun ile
yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı
çerçevesinde yürütmenin düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran”
kanunla düzenlenmesi gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline
getirilmiştir (Bkz., Anayasa Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
AYM’ye göre “Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla
düzenlenmesini gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken,
yasanın “temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”.
AYM ayrıca, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları
örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken
verdiği örnekler ve açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması
için Anayasanın özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi,
yasayla düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak”
kanunla yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme
öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konular kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve
uygulanmak durumundadır. Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan
merkezi idare teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla
düzenlenir”, 127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile
yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128.
maddesindeki “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme
usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek
oluşturur. Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme
riskini içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın
104/9. maddesi cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları …
düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir
kanunla düzenleme kaydının bulunmasının, söz konusu konuyu cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin konu bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli
olduğunu ifade etmiştir:
“... Anayasa’da münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına
alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine
ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§11).
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla
düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Elbette CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde
kararnamelerle açıkça düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça
ifade etmiştir: “... KHK’ların kanun hükmünde
oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça düzenlenen bir konuda da
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesi uyarınca CBK
çıkarılamaması gerekir” (AYM, E.S.:
2019/78, K.S.: 2020/6, K.T.: 23/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı:13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi
CBK ile kanunlarda değişiklik yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın
106/son maddesine göre, “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve
yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların
kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CBK ile değişiklik yapılabileceği
anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir
yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmadan önce 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve yasa gücünde kararname yürürlükten
kaldırılmıştır.
2. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine
İlişkin Anayasa Mahkemesi Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına
giren işlemlerden birisi de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148.,
150., 151., 152. ve 153. maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde
kararname yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasa Mahkemesi bu denetimi nasıl ve
hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CBK’nın
Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği
yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı dışında bir
konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CBK’nın
yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM bu kez düzenlemenin esas
bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne
kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas bakımlarından
Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17.
fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi
Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin örneğin kanunun açıkça
düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur.
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların
denetiminden farklıdır. Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi
bakımdan anayasaya uygunluğu inceleme konusu olurken, CBK’lerin önce yetki
yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı
denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nın bir temel hakkı düzenleyip düzenlemediği,
Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir
konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi
gerekliliğini açıkça ifade etmiştir:
“CBK’ların
... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak çıkarılması gerekmektedir.
Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile bu düzenlemelerin
Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez. Dolayısıyla CBK’ların yargısal
denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasında
belirtilen konu bakımından yetki kurallarına uygunluğunun ele alınması gerekir.
Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık tespit edilmemesi durumunda ise bu
defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz.
örneğin: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§13).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda
CBK’lerin hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden
bir CBK hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin
alanına kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal
ve ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı
kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk
denetimi sorunu oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa,’nın Başlangıç
bölümünde, açık şekilde erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla
yetinilmemekte, ilkenin aynı zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin
öngördüğü hukuk devletinin gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı
koyan organ ile onu uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim
organının ise bağımsız olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst
normun alt normun varlık nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun
geçerlilik koşulu olduğu anlamına gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri;
yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11.
maddesine göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını
bağlamaktadır. 2017 Anayasa değişikliğiyle ortaya çıkan yeni anayasal düzende,
her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında yürütmeye düzenleme
yetkisi tanınmış olsa da, bu yetkinin, gerek çerçevesinin belirlendiği madde
104/17 sınırları içerisinde gerekse Anayasa’nın değinilen Başlangıç ve genel
esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM tarafından
gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem kazanmaktadır. Öyle
ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında
çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir anlamda,
aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip
edilmediğine ilişkin ortak bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle
vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı karanamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına ilişkin
denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca,
AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı
gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici
olacaktır.
Hal böyleyken, Anayasa Mahkemesi; anayasal
hukuk devletinin varlığı açısından 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası
ivedilikle ele alınması gereken cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hukuki rejimi
konusuyla ilgili ilk kararlarını, ancak ellinin üzerinde cumhurbaşkanlığı kararnamesi
Resmi Gazete’de yayınlandıktan ve bunların birçoğuyla ilgili olarak da iptal
davası açıldıktan sonra vermiştir. 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
9 Temmuz 2018’de Resmî Gazete’de yayınlanması sonrasında, AYM’nin bir
cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin iptal davasıyla ilgili olarak verdiği
hükmü Resmi Gazete’de görebilmek için, 13 Mayıs 2020 tarihine kadar beklemek
gerekmiştir. Oysa bu bağlamda açılan iptal davalarında, sistematik şekilde,
iptali istenen cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasal çerçeve ile
belirlenmiş kayıtlar içinde yer almadığı somut öğeleri ile ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı
verilmesi de ayrıca talep edilmiştir. AYM’nin çok uzun bir süreye yayılmış bu
anlaşılamaz gecikme sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok cumhurbaşkanlığı
kararnamesi düzenlemesi bugün yürürlükte bulunduğu gibi, bu Anayasa’ya aykırı
kararnamelerin sayısı da günbegün artmıştır. AYM’nin öncelikli mesele olarak
ivedi şekilde geçen yıl çoktan çözmüş olması gereken bu yetki meselesinin
karara bağlanmadığı her yeni gün, Türkiye’de anayasasızlaşma ivme kazanarak
derinleşmiş, hukuk devleti ve demokrasi onulmaz yaralar almaya devam etmiş, bir
anayasal düzenin yürürlükte olduğundan söz etmek güç hale gelmiştir. AYM’nin 13
Mayıs 2020 tarihinde Resmi Gazete’te yayınlanan cumhurbaşkanlığı
kararnameleriyle ilgili ilk iptal kararı, yukarıda yapılan tespitlerin
haklılığını göstermekte, önünde derdest durumda olan iptal davalarıyla ilgili
olarak hızla karar verme gerekliliğinin anayasal düzen açısından taşıdığı
belirleyici önemi teyit etmektedir (bkz.: AYM, E.S.:
2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.:
13/5/2020 – 31126).
Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin,
Anayasa’nın kendisine verdiği görev ve ödev uyarınca, anayasal ve siyasal
tahribatın daha da fazla büyümesine engel olacak şekilde, bugüne kadar iptal
davası konusu olan tüm cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili
olarak ivedi şekilde gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi
gerekmektedir.
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet
ve titizlik; Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin
Anayasa’ya uygunluk denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır.
Anayasa, Başlangıç bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine
inşa edileceğini açık bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini
sıralayan ve somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti
olarak tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün
erkler ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§26–28). AYM’ye
göre : “Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir”
(AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§26). Oysa cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından
yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar
uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin
verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına
gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik şekilde
Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki
maddeleri, madde 2’nin yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak
ve anlamlandırmak gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet
örgütü olarak yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir.
Normlar hiyerarşisinin ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. Anayasa
Mahkemesi’nin, Anayasa’nın bu temel hükümleri ışığında, iptal davası konusu
cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ilişkin denetimini titizlikle
gerçekleştirmesi, ivedi bir gerekliliktir.
Yeniden dikkat çekilmesi gereken bir husus
da, gerekçe sorunudur: hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli
olması, hukukun genel ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz
olması ise, hukuk devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, anlaşılır ve
öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Salt bu gerekçesizlik özelliği
dahi, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin
taşıdığı önemi göstermektedir.
B. 58 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN ANAYASA AYKIRILIĞI
1. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6.
maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
6. maddesi ile 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi değiştirilerek
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı
(KOSGEB) bünyesinde istihdam edilecek personelin görev ve pozisyonlarını,
sayılarını ve alacakları ücretlere ait teklifleri ilgili mercilere sunulmak
üzere karara bağlama görevi icra komitesine verilmektedir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi,
aşağıda detaylı olarak ele alındığı şekilde Anayasa’nın birden fazla maddesine
aykırıdır.
a) Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
KOSGEB bünyesinde istihdam edilecek bütün personelin görev, pozisyon, sayı ve
ücretlerinin belirlenmesi görevini icra heyetine yüklemektedir.
KOSGEB bünyesinde çalıştırılacak
personelin atanma şartları ve pozisyonlarını, görevlerini, sayılarını (bir
diğer deyişle kadro veya pozisyonlarını) ücretlerini belirleme görevi esas
itibariyle memurlar ve diğer kamu görevlilerinin atanma, mali hakları, görev ve
yetkileriyle doğrudan ilişkili olduğundan Anayasanın ilgili hükümlerine
tabidir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü öngörülmektedir.
KOSGEB’in bir kamu tüzel kişiliği ve özel
bütçeli bir kuruluş olduğu 4 sayılı CBK’nın 224. maddesinin (2) sayılı
fıkrasında belirtilmiştir. Dolayısıyla KOSGEB bünyesinde çalıştırılacak
personelin de kamu hizmetlerini gören memur ve diğer kamu görevlileri
içerisinde yer alacağı aşikârdır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin,
atanma, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük
işleri ile görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Anayasa Mahkemesi de; kamu görevlilerine ilişkin statü hukukunun
normatif eksenini kanunun oluşturduğunu ifade etmektedir: “Kamu görevlilerinin
devlet ile olan ilişkileri statü hukuku içinde yürütülmektedir. Devlet,
statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe alınan
kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi hak veya
yükümlülükler getirebilir” (AYM, E.S.: 2018/73, K.S.: 2019/65, K.T.: 24/7/2019,
§ 195).
Dolayısıyla, KOSGEB’te çalıştırılacak
personelin atanma, görevleri, mali hakları ve ücretlerinin belirlenmesine ilişkin
düzenlemenin de kanunla düzenlenmesi gerektiği aşikardır.
Bu nedenle KOSGEB’de personel olarak
istihdam edilecek olan kamu görevlilerinin sair hakları ile görevlerinin ya
kanunla ya da kanunun belirlediği usul çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte
olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen kanunla düzenleme yapılması öngörülen
konulardan sayıldığı için Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır.
Yine Anayasa’nın 104. maddesi kanun ile
düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarılamayacağını
belirtmektedir.
AYM’nin, Anayasa’daki söz
konusu yetki sınırlamasına ilişkin yorumu şu şekildedir: “Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesinde “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” denilmiştir. Buna göre
öncelikle CBK’ların anılan Anayasa hükmü yönünden yapılacak denetiminde
karşılaştırmaya esas olabilecek, daha önce çıkarılmış bir kanun olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir. Sonrasında ise -böyle bir kanun varsa-
incelenen CBK kuralının kanunun açıkça düzenlediği konuyu düzenleyip
düzenlemediği belirlenmelidir. Bu değerlendirme yapılırken önce ilgili kanunun
CBK ile düzenlenen alanda hüküm ifade edip etmediğinin belirlenmesi, ardından
da kanundaki düzenlemenin açık olup olmadığının tespit edilmesi gerekir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§24).
Yukarıda da belirtildiği üzere 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesi Anayasa’nın 128. maddesinde zikredilen
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin kimler olduğunu tanımlamış ve devletin
asli işlerinin maddenin (A) bendinde tanımlanan devlet memurları eliyle
görüleceğini belirtmiştir. Kanunun 4. maddesinin (B) bendi ile de memurlar
haricinde uzmanlık gerektiren bazı işlerde memurlar dışında belirli süreli
olarak bir hizmet akdine dayalı olarak çalıştırılabilecek diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri ve statüsü tanımlanmıştır. Bunların dışında 4. maddenin
(D) fıkrası ile de kamuda iş sözleşmesi ile çalıştırılacak işçilerin statüsü
tanımlanmıştır. Maddenin (C) fıkrası ise, geçici personel tanımlaması yapılmış
ve yukarıda belirtilen (A), (B) ve (D) fıkralarının haricinde farklı sözleşme
türleri ile çalıştırılabilecek personelin statüsü tanımlanmıştır. Ancak, söz
konusu (C) fıkrası 20/11/2017 tarih ve 696 sayılı KHK’nın 17. maddesi ile
yürürlükten kaldırılmış ve TBMM tarafından kabul edilen 1/2/ 2018 tarih ve 7079
sayılı Kanunun 17. maddesi ile de söz konusu yürürlükten kaldırma kararı
kanunlaşmıştır. Dolayısıyla, genel anlamdaki yasa olan 657 sayılı Yasa ile
kamuda çalıştırılacak personelin statüleri ve hizmet akdi türleri de
tanımlanmıştır. Buna göre Kanun’da belirlenen düzenlemeler ve özlük hakları
dışında kamuda personel istihdamı sağlanamayacağı söylenebilir.
Genel personel Kanunu dışında özel bir
kanun olan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ise kamu kurum ve kuruluşlarında
çalıştırılacak personellere ilişkin özel düzenlemelere yer vermiştir.
Görüldüğü üzere, 657 sayılı Kanun ile 375
sayılı KHK’da düzenlenmiş bir konu olan personel çalıştırma hususu kanun ile
düzenlenmiş bir alan olarak tanımlanmalıdır. AYM’nin konuya ilişkin içtihadına
uygun şekilde, burada açıkça kanunla düzenlenmiş olma durumu sabittir. Bu
nedenle 58 sayılı CBK’nın 6. maddesi kanun ile düzenlenmiş bir konuda icra
heyetine yetki ve görev veren bir düzenleme yapıldığından Anayasa’nın 104.
maddesinde belirlenen sınırları aşarak Anayasa’ya aykırı bir nitelik
kazanmaktadır. Bu nedenle de Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir.
b) Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
58 sayılı CBK’nın 6. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile
KOSGEB bünyesinde istihdam edilecek bütün personelin görev, pozisyon, sayı ve
ücretlerinin belirlenmesi görevini icra heyetine yüklemektedir.
KOSGEB bünyesinde çalıştırılacak
personelin görev, pozisyon, sayı ve ücretlerinin belirlenmesinde icra heyetine
yetki veren bu yeni fıkra esas itibariyle memurlar dışındaki diğer kamu
görevlilerinin kadro, pozisyon, atanma, mali ve özlük hakları ile ücretlerinin
belirlenmesiyle ilgili bir düzenlemedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü öngörülmektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin,
atanma, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük
işleri ile görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Anayasa Mahkemesi de; kamu görevlilerine ilişkin statü hukukunun
normatif eksenini kanunun oluşturduğunu ifade etmektedir: “Kamu görevlilerinin
devlet ile olan ilişkileri statü hukuku içinde yürütülmektedir. Devlet,
statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe alınan
kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi hak veya
yükümlülükler getirebilir” (AYM, E.S.: 2018/73, K.S.: 2019/65, K.T.: 24/7/2019,
§ 195).
Bu nedenle KOSGEB’de istihdam edilecek
personelin yukarıda belirtilen sayısı, görevleri, mali hakları, ücretlerinin
belirlenmesi gibi konuların ya kanunla ya da kanunun belirlediği usul
çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile bir kamu tüzel kişiliğinin icra heyetine bunları belirleme yetkisi
veya görevi verilerek belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen
kanunla yapılacak düzenleme, öngörülen konulardan sayıldığı için CBK ile bu
hususta düzenleme yapılması kanunilik ilkesini zedelemektedir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir.
c) Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırılık
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”, hükmünü
öngörmektedir.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile
bir hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında
şu şekilde belirtilmiştir: “Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren[,] eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan ve hukuk güvenliğini sağlayan devlettir.”
(AYM, E.S.: 1999/33, K.S.: 1999/51, K.G.:
29.12.1999; R.G.: 29.06.2000-24094). Mahkemenin
bir kararında yer alan; “[h]ukuk devletinin, Anayasa'nın açık hükümlerinden
önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere uygun
olması gerekir” şeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti ilkesinin hukukun genel
ilkelerini de kapsamına almakla Anayasayı da aşan yönü vurgulanmıştır (AYM,
E.S.: 1985/31; K.S.: 1986/11; K.G.:
27/3/1986; R.G.: 09.05.1986-19102).
Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin
belirtilen genel ilkelerini, incelenen konunun özelliğine göre somutlaştırmakta
ve bu bağlamda çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçmiş çeşitli alt ilkeler
ortaya koyarak sonuca ulaşmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki Güvenlik
İlkesi”dir.
Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmişe yürümesini
engellemesinin yanında genel olarak yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına
da dayanak teşkil eden önemli bir ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kişilerin
gelecekle ilgili plan, düşünce ve kararlarında mevcut hukuk kurallarına
güvenerek hareket etmelerinin hukuken korunması gereğini ifade eder. Devletin,
vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini
boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti
ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen,
vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve
manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin de bir
sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında bu ilke devlete güvenle
özdeşleştirilerek şöyle ifade edilmiştir: ... hukuk devletinin en önemli
niteliğinden biri de “güvenilir” olmasıdır. Anayasa'nın 2. maddesi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında “Hukuk devleti” ilkesine de yer vermiştir.
Hukuk devleti, Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir.
Bu tür Devlette de “Hukuk güvenliği”ni sağlayan bir düzenin kurulması asıldır.
Devlet, görevlerini yerine getirirken, “Hukuk devleti” niteliğini yitirmemeli,
hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli gözönünde
tutmalıdır. Böyle bir düzende, “Devlete güven” ilkesi vazgeçilmez temel
öğelerdendir. Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve
istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasa'ya
uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan
oluşumların sonuçlarını korumak gerekir.” (AYM, E.S.:
1989/11; K.S.:1989/48; K.G.:12.12.1989; R.G.: 22.01.1990-20410).
Anayasa Mahkemesi bir kararında, hukuk güvenliğinin
sağlanabilmesi için kuralların belirli ve öngörülebilir düzenlemeler içermesi
gerektiğini belirterek, hukuk güvenliği ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir
düzenleme için de gerekli görmüştür.
Hukuk devletinin bir ilkesi de, “yasama
genelliği ilkesi”dir. Yasama yetkisinin genelliği, yasama organının –Anayasa’ya
saygı kaydı ile- istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu
istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama
organının araya herhangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan doğruya kanun
çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle bütünleşen bir
nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye
Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek
sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı
nitelikte kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi Anayasa
Mahkemesi kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması
durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural
koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“ Yasama organı bir yasa yaparken bütün
olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya
yetkilidir’.
“Anayasada hangi konularda bir yasa
çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı
ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama organı her alanda
düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanması gibi öznel işlemle yürütülecek
türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir'.
“Yasama yetkisinin genelliği ilkesi”yle
ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir
konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun
düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış
demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler
eşitlik, hukuk devleti gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya
yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama
organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun
eşitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması
zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir”, kuralı öngörülerek
yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme
yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum, bir Anayasa Mahkemesi kararında şu
şekilde belirtilmiştir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen
yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca
varmak mümkün değildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev
olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuşturulmuştur. Sözü edilen maddeye
ilişkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her
iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik ve denklik içinde iş
birliği yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle
uygulanmaya konmuştur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduğu gibi bir
görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların
kendine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiştir”
denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır.
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre,
yasama yetkisinin genelliğinin aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da kanun ile düzenlenmiş bir alanda
kanuna aykırı olarak bir düzenleme yapamaz.
58 sayılı CBK ile getirilen ve iptali
talep edilen düzenleme ile KOSGEB bünyesindeki personelin görevlerinin,
sayılarının, mali haklarının, ücretlerinin, pozisyonlarının ne olacağının
belirlenmesi görevinin icra heyetince belirlenmesi düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunla
düzenlenmesi gereken bir konuda idarenin yasama yetkisi ile donatılması
anlamına gelecek olan bu düzenleme hukuk güvenliği ilkesini açık bir biçimde
ihlal edecektir. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bu
durum yetki gaspı olarak nitelendirilir ve Anayasaya aykırılık oluşturur.
Normlar arası ilişki açısından bakıldığında da; bir cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin kanun tarafından düzenlenen ve/veya düzenlenmesi gereken bir
alana müdahale etmesi, Anayasa’nın kanunun cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
normatif üstü olduğuna ilişkin anlayışının açıkça ihlali anlamını taşır.
Anayasa’nın halen muhafaza ettiği kapsamdaki normlar hiyerarşisine aykırı olan
söz konusu ihlal, hukuki güvenliği ortadan kaldırmaktadır. Yetki gaspı olarak
nitelendirilebilecek bu düzenleme, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk
devleti ilkesi”yle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle iptali gerekir.
ç) Anayasa’nın 6. ve 8. Maddelerine
Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesinde “Yürütme yetkisi
ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile
getirilen düzenleme açıkça Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenen hükümlerle
çelişmektedir. 58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6. maddesi ile
getirilen bu düzenleme bir kamu kurumunda çalışacak personelin kadro veya
pozisyon ihdasları, sayılarının belirlenmesi, görevleri, nitelikleri, mali
hakları ve ücretlerinin belirlenmesine ilişkin Kurumun icra heyetine yetki vermesi
adeta yeni bir yasal düzenleme niteliğindedir. Ne Anayasa’da ne de Kanunlarda
Cumhurbaşkanı’nın veya görev verdiği bir icra heyetinin, herhangi bir kural ile
bağlı olmaksızın doğrudan belirleme ve düzenleme yapma yetkisi bulunmaktadır.
Oysa itiraz konusu kural ile Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile KOSGEB’in icra
heyetine verilen bu yetki Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenmiş olan
kanunilik ilkesini zedeleyici niteliktedir. Bu nedenle; söz konusu düzenleme,
yürütme yetki ve görevinin anayasal sınırların dışına çıkmadan icra edilmesi
zorunluluğunu içeren Anayasa’nın 8. maddesine de aykırıdır. İhtilaflı kuralın
iptali gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,”
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, yetki gaspı oluşturan itiraz konusu kural
Anayasa’nın 8. maddesine olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 58 sayılı CBK’nın 6. maddesi
ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi,
Anayasanın 2., 6., 8., 104/17. ve 128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
2. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6.
maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (d) bendindeki “yerli veya yabancı sermayeli şirketlerin kurulmasına,
iştirak edilmesi ve gerektiğinde bu işletmelere katkı sağlayacak kaynakların
temin edilmesi” ibaresinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
6. maddesi ile 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 232. maddesi değiştirilmiş ve KOSGEB’in icra heyetinin görev ve
yetkilerine “yerli veya yabancı sermayeli şirketlerin kurulmasına, iştirak
edilmesi ve gerektiğinde bu işletmelere katkı sağlayacak kaynakların temin
edilmesi” görevi eklenmiştir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile
Kurumun icra heyetinin görevleri arasına eklenen bu şirket kurma veya bir
şirkete ortak olma yetkisi aşağıda detaylı olarak ele alındığı şekilde
Anayasa’nın birden fazla maddesine aykırıdır.
a) Anayasanın 104. Maddesine Aykırılık
6771 sayılı Kanun ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı sisteminde yürütmeye kanunlarla düzenlenmemiş alanlarda norm
oluşturma yetkisi getirilmiştir. Bu hukuki norm yetkisinin somutlaşmış hali
olarak da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi düzenleme yetkisi Cumhurbaşkanına
verilmiştir. Anayasanın 104. maddesi ile verilen genel yetkinin yanında bazı
alanlarda da özel yetkiler tanınmıştır. Anayasada erkler arasında hukuki norm
oluşturma hususunda ortaya çıkacak çatışmaları ve hiyerarşik sorunları aşmaya
yönelik bir düzenleme yapılarak kanun koyucunun iradesi olarak tanımlanan yasa
ile kararname arasındaki ilişki ve sınırlar da tanımlanmıştır. Buna göre
cumhurbaşkanlığı kararnamesinin sınırları, temel ilke ve koşulları Anayasa’nın
104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın 104/17.
maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve
sınırlıdır. Anayasa CBK’lar için ikili bir sınır çizmiştir. Birinci sınır
olarak Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konular belirtilebilir.
İkinci sınır ise, kanun ile düzenlenmiş konulardır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin anlamının, Anayasada “kanunla
düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da
salt bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının, söz konusu konuyu
cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından yetki alanından çıkarmak
açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir: “...
Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda CBK
çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi konuların
münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında anayasa koyucunun
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda görülmesi gerektiği
kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 57; E.2016/180,
K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017, § 13; E.2016/139,
K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre
Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK
çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S.
:2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
Anayasa’nın bu şekilde ortaya çıkan açık sözü, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarma yetkisinin konu bakımından sınırını oluşturur. O halde Anayasa’nın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda
açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. Elbette CBK’lerin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnameler yasaları değiştirebilirken CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak,
Anayasa’nın 104. maddesinin onyedinci fıkrasının açık ve bağlayıcı hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir. Kaldı ki, Anayasa madde 137,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesini, normlar hiyerarşisinde yasa altı kademede yer
vermiştir.
Bu çerçevede 58 sayılı CBK’nın 6. maddesi
ile değiştirilen 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 232. maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinde düzenlenen ve KOSGEB kısa adlı kurumun icra
heyetine yerli veya yabancı sermayeli şirketlerin kurulmasına, iştirak edilmesi
ve gerektiğinde bu işletmelere katkı sağlayacak kaynakların temin edilmesi
yetkisi verilmesi, yukarıda belirtilen anayasal sınırları aşan bir
düzenlemedir.
Öncelikle, söz konusu düzenleme ile
KOSGEB’in icra heyetinin görevleri arasına yerli veya yabancı sermayeli
şirketlerin kurulmasına, iştirak edilmesi ve gerektiğinde bu işletmelere katkı
sağlayacak kaynakların temin edilmesi yetkisi eklenmektedir.
Anayasamızın 104. maddesinde açıkça
kanunla düzenlenmesi gereken alanlarda CBK ile düzenleme yapılamayacağı
belirtilmektedir. Dolayısıyla öncelikle “Bir kamu tüzel kişiliği şirket kurma
yetkisine sahip midir?” sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Bir kamu
şirketi, Anayasanın 123. maddesine göre bir kamu tüzel kişiliğidir ve Kanun
veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan bir kamu tüzel kişiliği, yine
kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bağlı bir teşebbüs kurabilir.
Ancak, bu teşebbüsün kurulabilmesi için ön hukuki şart kuruluşa ilişkin
yetkinin dayanağı olan hukuki normun Anayasaya uygun bir biçimde teşebbüsün
kurulmasını düzenlemiş olmasıdır. Bu çerçevede, bu kurma iradesi başka bir
kuruma yetki devriyle verilebilir mi sorusu ikinci soru olarak önümüzdedir.
Anayasa’nın 123. maddesine göre kurma iradesi açık bir biçimde iki hukuki normu
işaret etmektedir. Birinci ve asli olan norm yasadır. İkincisi ise
cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Burada her iki normun dışında başka bir norm
olarak bir kurumun yetkili organının kararı ile bir kamu tüzel kişiliğinin
kurulabilmesi mümkün değildir. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kuruma başka
bir kamu tüzel kişiliği kurmaya ilişkin yetki devri yapılabilir mi? 58 sayılı
CBK ile Kurumun icra heyetine bu yetkinin verildiği görülmektedir.
İdare Hukukunda “yetki”, idareye Anayasa
ve yasalarla tanınmış olan karar alma gücünü ifade eder ve idari işlemlerin en
temel öğesini oluşturur. Bir kamu düzeni sorunu olan yetki, yasa koyucu
tarafından hangi makam veya merciye verilmiş ise, ancak o makam veya merci
tarafından kullanılabilir. Bu bakımdan, yasanın açık izni olmadıkça yetkili
makam veya mercinin yetkisini devretmesi olanaklı değildir. Aktarılan
nitelikleri gereği, idare hukukunda yetkisizlik kural, yetkili olmak istisnadır.
Bu itibarla, yetki hükümlerinin sınır ve çerçevesinin yasayla açıkça çizilmesi
gerekir ve genişletici yoruma tabi tutulamaz. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri
açısından ise yetki devri konusu bakımından yalnızca dolaylı olarak m.106/11
dikkate alınabilir. Bu hükme göre Cumhurbaşkanı, Kararname ile Bakanlıkların
görev ve yetkilerini belirleme yetkisine sahiptir. Ancak, Anayasanın 123. maddesinin
üçüncü fıkrasına göre Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulan kamu tüzel
kişilikleri açısından görev ve yetki belirleme yetkisi cumhurbaşkanına
tanınmamıştır. Eğer Anayasa koyucu, bakanlıklar açısından yaptığı gibi, kamu
tüzel kişileri açısından da görev ve yetki belirleme yetkisini cumhurbaşkanı
kararnamelerinin konu bakımından yetki alanına dahil etmek isteseydi, bunu açık
şekilde yapardı. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanınca kurulan bir kamu kurumuna yetki
devri ancak yasa ile yapılabilir. Bunun dayanağı da Anayasanın 123. maddesinde
tanımlanan idarenin yasallığı ilkesidir. Anayasa’nın açık şekilde istisna
öngörmediği hallerde, Anayasa’nın 123. maddesindeki idarenin yasallığı ilkesi
esastır. Öte yandan iptale konu olan düzenleme, bir yetki devri konusunu
oluşturan bir düzenleyici işlem midir sorusu da önemlidir. Kuşkusuz, bir kamu
tüzel kişiliğine başka bir kamu tüzel kişiliği (kamu şirketi) kurma yetkisi
yetki devri kapsamı dışındadır ve bu nedenle idarenin yetki alanının sınırları
içerisinde değildir. Anayasanın 124. maddesinde, idareye sadece
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri veya yasalara aykırı olmamak üzere bunların
uygulanmasını sağlamak üzere yönetmelik çıkarabileceklerini belirterek idarenin
normatif alanını belirlemiş ve yetki devrinin sınırlarını da çizmiştir. Bu
nedenle Anayasanın 123. maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idarenin
yasallığı ilkesi çerçevesinde görev ve yetkilerinin yasayla düzenlenmediği
hallerde bu tür kurumlara ve bu kurumların Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile
yetki devri yapılamayacağı açıktır.
Dolayısıyla söz konusu düzenleme
Anayasanın 123. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kanun ile düzenlenmesi
gereken bir alandır ve 58 sayılı CBK’nın 6. maddesiyle 4 sayılı CBK’nın 232.
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi ile KOSGEB icra heyetine verilen
şirket kurma veya bir şirkete ortak olma yetkisi Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinin yetki alanı dışındadır ve kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu
nedenle iptali talep edilen düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasına
aykırıdır, iptali gerekir.
İkinci olarak Anayasanın 104. maddesinin
17. fıkrasına göre kanunlarda düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi düzenlenemez. Ancak 58 sayılı CBK’nın iptali talep edilen
düzenlemesi bu sınırlamayı ihlal ederek açıkça yasayla düzenlenmiş bir alanda
düzenleme yapmaktadır.
AYM’nin, Anayasa’daki söz
konusu yetki sınırlamasına ilişkin yorumu şu şekildedir: “Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesinde “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” denilmiştir. Buna göre
öncelikle CBK’ların anılan Anayasa hükmü yönünden yapılacak denetiminde
karşılaştırmaya esas olabilecek, daha önce çıkarılmış bir kanun olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir. Sonrasında ise -böyle bir kanun varsa-
incelenen CBK kuralının kanunun açıkça düzenlediği konuyu düzenleyip
düzenlemediği belirlenmelidir. Bu değerlendirme yapılırken önce ilgili kanunun
CBK ile düzenlenen alanda hüküm ifade edip etmediğinin belirlenmesi, ardından
da kanundaki düzenlemenin açık olup olmadığının tespit edilmesi gerekir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§24).
KOSGEB icra heyetine verilen şirket kurma
veya bir şirkete ortak olma yetkisi, bir kamu tüzel kişiliğine kamu iktisadi
teşebbüsü kurma veya ortaklık oranı belli olmamasına rağmen iştirak yetkisi
verilmesidir.
Bu tür bir yetki 8/6/1984 tarih ve 233
sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
düzenlenmiş ve usul ve esasları da söz konusu KHK ile şekillendirilmiş bir
yetki türüdür. 233 sayılı KHK’nın 1. maddesine göre devletin bütün iktisadi
devlet teşekkülleri ile kamu iktisadi kuruluşları bu KHK’nın kapsamındadır.
Yine, aynı KHK’nın “Tanımlar ve kısaltmalar” başlıklı 2. maddesinin birinci
fıkrasının (1) sayılı bendinde kamu iktisadi teşebbüsü’nün, (2) sayılı bendinde
iktisadi devlet teşekkülünün ve (6) sayılı bendinde de iştirakın tanımları
yapılmıştır. Yapılan bu tanımlara göre; “İktisadi devlet teşekkülü “Teşekkül”;
sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet
göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür.” ve “İştirak; iktisadi
devlet teşekküllerinin veya kamu iktisadi kuruluşlarının veya bağlı
ortaklıklarının, sermayelerinin en az yüzde onbeşine, en çok yüzde ellisine
sahip bulundukları anonim şirketlerdir.” Görüldüğü üzere KOSGEB icra heyeti
tarafından şirket kurulmasına veya ortak olunmasına ilişkin düzenleme, birebir
yukarıdaki tanımlamalara uymaktadır. Dolayısıyla bu KHK kapsamındadır. Söz
konusu KHK’nın 3. maddesinin (1) sayılı fıkrasında teşebbüslerin
Cumhurbaşkanınca kurulacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla Kurumun icra
heyetinin kendi iradesi veya kararı ile bir teşebbüs kurması mümkün değildir.
Yine, aynı KHK’nın 27. maddesi ile de iştiraklerin teşkili ve nitelikleri
düzenlenmiştir. Buna göre teşebbüsün bir anonim şirkete iştiraki ilgili teşebbüsün
önerisi üzerine Koordinasyon Kurulu kararı ile yapılır. Koordinasyon Kurulu
KHK’nın 2. maddesinin (8) sayılı bendinde tanımlanmıştır. Koordinasyon Kurulu
Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon Kurulu’nu ifade etmektedir. Bu kurul, 1987
yılında Başbakanlık Yüksek Planlama Kurulu olarak yeniden düzenlenmiş, daha
sonra 703 sayılı KHK’nın 132. maddesi ile YPK’nın yetkileri Cumhurbaşkanına
devredilmiştir. 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi de bu yetkilerin doğrudan
Cumhurbaşkanınca kullanılacağını belirlemiştir. Dolayısıyla, Kurumun icra
heyetinin 233 sayılı KHK’ya göre kendi iradesi veya kararıyla bir iştirak
kurması veya başka bir şirkete ortak olması mümkün değildir.
Yukarıda belirtildiği üzere, iptali talep
edilen ibare, 233 sayılı KHK ile açıkça düzenlenmiş bir konuda düzenleme
yapmaktadır. Hatta 233 sayılı KHK’ya da aykırılık taşımaktadır. Bir konunun
kanun hükmünde kararnameyle açıkça düzenlenmiş olması, o konuda
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleme yapılabilmesine engeldir. AYM, bu
hususu açıkça ifade etmiştir: “... KHK’ların
kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça düzenlenen
bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının dördüncü
cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E.S.: 2019/78, K.S.:
2020/6, K.T.: 23/1/2020, R.G. Tarih – Sayı:13/5/2020–31126, §39). AYM
kararı ışığında da söz konusu düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17.
fıkrasındaki ikinci sınırlamayı aşmakta ve maddedeki anlamıyla açıkça kanunla
düzenlenmiş alana müdahale etmektedir. Bu nedenle Anayasanın 104. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 123. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 123. maddesinin birinci
fıkrasında idarenin bütünlüğü ilkesi tanımlanmıştır. “İdare, kuruluş ve
görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Şeklindeki ilkeye göre de;
genel anlamda kamu kurum ve kuruluşlarının kurulması ve görevlerinin
belirlenmesinin dayanağı kanunilik ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bir diğer
deyişle kamu tüzel kişiliği kurma ve görevlerini belirleme yetkisi kanun koyucudadır.
2017 yılında Anayasanın 123. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan bir düzenleme
ile daha önce kanun koyucunun yetki devri yöntemi ile yürütmeye verebileceği
yetki daraltılmış ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kamu tüzel kişiliğinin
kurulabilmesine olanak sağlayan özel bir yetki Anayasal olarak tanımlanmıştır.
Burada önemli olan husus ise, Anayasanın kanunilik ilkesinin dışına çıkardığı
alan, sadece kamu tüzel kişiliğinin kurulmasıdır. Kamu tüzel kişiliğinin bir
şirket veya başka bir kamu tüzel kişiliği kurması, başka bir şirkete ortak olma
kararı alması gibi görev ve yetkilerinin belirlenmesi ise Cumhurbaşkanının
yetki devriyle Kurumca alınacak bir kararla yapılamaz. Bu görev ve
yetkilendirmenin yine kanun koyucunun uhdesinde olduğu görülmektedir. Bu
düzenlemenin tek istisnası ise, Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasında
yapılan değişiklikle Bakanlıkların kurulması, görev ve yetkilerinin
tanımlanmasına ilişkin olarak Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine verilen açık
yetkidir. Anayasa m.106/11, kanun koyucunun genel yetkisindeki bir alanda
yürütmeye verdiği istisnai yetkiyi açık şekilde belirtmiştir. Bu çerçevede
Bakanlıklar haricinde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kamu kurum ve
kuruluşlarının görev ve yetkilerinin tanımlanması konusu kanun koyucunun yetki
alanındadır ve Cumhurbaşkanı’nın Anayasa m.106/11’de sınırları çizilen istisnai
yetkisi yorum yoluyla genişletilemez. Eğer Anayasa koyucu, bakanlıklar
açısından yaptığı gibi, kamu tüzel kişileri açısından da görev ve yetki
belirleme yetkisini cumhurbaşkanı kararnamelerinin konu bakımından yetki
alanına dahil etmek isteseydi, bunu açık şekilde yapardı.
İptal talebimizin konusu olan KOSGEB’in
icra heyeti kararıyla kendi uhdesinde bir iktisadi devlet teşekkülü kurması
veya iştirak kararı alması da bu doğrultuda ele alınmalıdır. KOSGEB’in
görevleri ile yetkileri ve hukuki statüsü, bir bakanlığın bağlı kuruluşu
olmaması, özel bir bütçeye sahip olması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile belirlenebilecek alanın dışındadır. Bu çerçevede iptali istenen kural ile
getirilen yükümlülüğün yasa ile düzenlenmesinin bir zorunluluk olduğu açıktır.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesiyle
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki
ibare, yukarıda belirtilen kanunilik ilkesini zedelediğinden Anayasanın 123.
maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
c) Anayasa’nın 6. ve 8. Maddelerine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesinde “Yürütme yetkisi
ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesiyle
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki
iptali istenen ibare, Anayasa’nın 123. maddesinde belirlenen kanunilik
ilkesiyle çelişmektedir. Kanun koyucunun yetkisi alanında olan bir kamu tüzel
kişisinin icra heyeti kararıyla bir teşebbüs kurmasına veya iştirak
oluşturmasına ilişkin yetki verilmesi konusunu düzenleyen ihtlaflı
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kuralıyla, Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisini
Anayasa’ya uygun olmayan bir şekilde kullanmış bulunmaktadır. İptali talep
edilen ibare, Anayasa’nın yasama yetkisine ilişkin amir hükümlerini ve
özellikle de Anayasa’nın 123. maddesinde belirlenmiş olan kanunilik ilkesini
ihlal etmektedir. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır ve iptal edilmelidir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,”
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetki alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu ibare, Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
d) Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen
Yasama Yetkisinin Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada
öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden
kural koyamaz. Ya da bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesiyle
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki
iptali talep edilen ibare, söz konusu 4 sayılı CBK ile kurulan ve kısa adı
KOSGEB olan kamu tüzel kişiliğinin icra heyetinin iktisadi devlet teşekkülü
kurabilmesi veya iştirak oluşturabilmesine ilişkin olarak Kurum icra heyetine
yetki vermektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 123.
maddesinde yasa ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmaktadır. Yapılan bu düzenleme ile yasama
yetkisinin devir yasağını zedeleyen bir düzenleme yapılmıştır. Yürütme organı
(ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında hukuki norm hiyerarşisini
ortadan kaldırarak kanunlara aykırı olarak kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kamu tüzel kişiliklerinin icra
heyetlerine iktisadi devlet teşekkülü kurması veya iştirak oluşturması gibi
yetki verilmesi gibi kanunla düzenlenmesi şartı bulunan Anayasa kuralına aykırı
bir düzenleme yapılması ve yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması,
yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın
yetki alanına müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu ibare,
Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
e) Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç
İlkelerine Aykırılık
“Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler
ayrılığı ilkesinde somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç,
prg.4). Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri de; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir.
58 sayılı CBK’nın 6. maddesiyle
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki
iptali talep edilen ibare, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve
kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve
Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır. Anayasa’nın öngördüğü
kapsamdaki normlar hiyerarşisine aykırılıkla sınırlı kalmayıp bu itibarla söz
konusu düzenleme, hukuki güvenliği ortadan kaldırmakta ve bu cihetle, hukuk
devleti ilkesine aykırılık taşımaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını
Anayasa’dan almayan Devlet yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve
Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale
gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 58 sayılı
CBK’nın 6. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (d) bendindeki ibare, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2.,
6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17., ve 123. maddelerine aykırı olması nedeniyle
iptali talep edilmektedir.
3. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili,
İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 7. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 234. maddesinin
birinci fıkrasının (t) bendindeki “kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve
tüzel kişilerden işletme ve girişimcilere ait bu hususlara ilişkin her türlü
bilgi ve veriyi almak ve analiz etmek, raporlamak” ibaresinin Anayasaya
Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
7. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının
(t) bendi ile KOSGEB’in işletmelere ve girişimcilere yönelik belirlenen destek
politikalarının tasarım süreçlerinde faydalanılmak ve sunulan hizmetlerin
hızlı, kaliteli, basitleştirilmiş ve düşük maliyetli bir şekilde yerine
getirilmesini sağlamak, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel
kişilerden işletme ve girişimcilere ait bu hususlara ilişkin her türlü bilgi ve
veriyi almak ve analiz etmek, raporlamak, ilgili mevzuatı çerçevesinde gerçek
ve tüzel kişilerle paylaşmak yetkisi verilmektedir.
Bu noktada Kurumun kamu kurum ve
kuruluşlarından ile gerçek ve tüzel kişilerden isteyebileceği bilgi ve
belgelerin türünün, niteliğinin, kapsamının tanımlanmamış olması nedeniyle kamu
kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerden alınacak bilgilerinin bir
kısmının kişisel veriler olabileceği, bir kısmının da devletin gizli veya
hizmete özel bilgi ve belgelerinin olabileceği öngörülebilir.
Nitekim 4982 sayılı Bilgi Edinme Yasası
kapsamındaki bilgiler, 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu kapsamındaki
kişisel veriler, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
kapsamındaki veriler, bilgiler, 5502 sayılı Kanunun 35. maddesi kapsamındaki bilgiler,
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu, 5411
sayılı Bankacılık Kanunu, yine 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu, 5202 sayılı Savunma Sanayi Güvenliği Kanunu gibi birçok kanunda kamu
kurum ve kuruluşları bünyesinde oluşturulan bilgi ve belgeler ile gerçek ve
tüzel kişilerin bilgilerinin kullanımı ve paylaşımına ilişkin usul ve esaslar
düzenlenmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan bazı
bilgiler ile gerçek ve tüzel kişilerin bazı bilgilerinin kişisel veri
niteliğinde olduğunda kuşku bulunmamaktadır. KOSGEB’in faaliyet alanıyla ilgili
bazı bilgilerin ve belgelerin özellikle kişilerle ilişkilendirilebilir
bilgilerin kişisel veri niteliği taşıyacağı açıktır. Zira Kişisel Verilerin
Korunması Hakkında Kanun’a göre kişisel veri, kimliği belirli veya
belirlenebilir gerçek ve tüzel kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade
etmektedir. Bu bağlamda sadece bireyin veya kurumun ünvanı, adı, soyadı, doğum
tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin teşhisini sağlayan bilgiler değil, aynı
zamanda kişinin veya kurumun fiziki, ailevi, ekonomik, sosyal ve sair
özelliklerine ilişkin bilgiler de kişisel veridir. Bir kişinin belirli veya
belirlenebilir olması, mevcut verilerin herhangi bir şekilde bir gerçek kişiyle
ilişkilendirilmesi suretiyle, o kişinin tanımlanabilir hale getirilmesini ifade
eder. Yani verilerin; kişinin fiziksel, ekonomik, kültürel, sosyal veya
psikolojik kimliğini ifade eden somut bir içerik taşıması veya kimlik, vergi,
sigorta numarası gibi herhangi bir kayıtla ilişkilendirilmesi sonucunda kişinin
belirlenmesini sağlayan tüm halleri kapsar. İsim, telefon numarası, motorlu
taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim,
görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler gibi veriler dolaylı
da olsa kişiyi belirlenebilir kılabilme özellikleri nedeniyle kişisel
verilerdir. Bazı kurumlarca tutulan sağlık ve konum bilgilerinin belli
kişilerle ilişkilendirilmesi ya da bir kişinin konumunun tespiti de bu anlamda
kişisel veri niteliği taşıyacaktır. Yine kurumların vergi, sigorta, karlılık
gibi ekonomik verileri de bu kapsamda kişisel veri niteliğindedir.
Buradaki Anayasa’ya aykırılık iddiasının
geçerliliği açısından; incelenen ve iptali istenen kuralın kişinin açık rızası
olmadan kişisel nitelikteki verilerin paylaşımını ve işlenmesini yalnızca
muhtemel kıldığının ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin olarak herhangi
bir güvence öngörmemiş olduğunun tespiti yeterlidir.
Anayasanın 20. maddesine göre “Herkes,
kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu
hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel
veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla
düzenlenir” hükmüne yer verilerek “kişisel verilerin korunması hakkı anayasal
güvenceye bağlanmış ve bu şekilde kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı
koruma altına alınmıştır” (AYM, E.2013/122, K.2014/74, K.T. 03/04/2014).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8.
maddesinde özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı güvence altına alınmıştır.
AİHM’e göre bir kamu merciinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri
saklaması, 8. madde açısından hakka müdahale oluşturur. Saklanan bilgilerin
daha sonra kullanılıp kullanılmamasının buna bir etkisi bulunmaz (AİHM,
Leander/İsveç, 9248/81, 26.03.1987; AİHM, Kopp/İsviçre, 23224/94,
25.03.1998; AİHM, Amann/İsviçre, 27798/95, 16.02.2000).
Diğer taraftan Anayasa’nın 20. maddesi
uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Dolayısıyla kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sağlanan anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için bu hakkı ilgilendiren
yasal düzenlemelerin açık, anlaşılabilir ve söz konusu hakkın
kullanılabilmesine elverişli olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile
kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmî
makamların keyfî müdahalelerine karşı korunması mümkün hâle gelebilir (AYMK,
E.2018/73, K. 2019/65, 24.07.2019, para. 167).
24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel
Verilerin Korunması Kanunu’nun 3. maddesine göre kişisel veri, kimliği belirli
veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade etmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere “...adı,
soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan
bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik
numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak
izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan
kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan
veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…” kişisel veri olarak kabul
edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151,
2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015;
E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).
Söz konusu kural sadece kamu kurum ve
kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin bilgi, belgelerin istenmesini
öngörmüş bunun hangi esaslara göre yapılacağını düzenlemediği gibi kişisel
verilerin toplanması, saklanması, işlenmesi konularına ilişkin de herhangi bir
güvence içermemiştir. Anayasanın 104. maddesi çerçevesinde kanunla düzenlenmesi
öngörülen konuların haricinde kanunla düzenlenmiş konularda da CBK ile
düzenleme yapılamaz. Ancak, 58 sayılı CBK’nın 7. maddesi ile değiştirilen 4
sayılı CBK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının (t) bendinde yapılan bu
düzenleme, 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanununun birden fazla maddesine
aykırılıklar içermesinin yanısıra özellikle 6. maddesi hükümlerine de açık
aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa’nın 104/17 maddesine göre
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel
haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve
ödevler”le ilgili konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılamaz. Anayasanın 20. maddesinde güvence altına alınan kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkı, m.104/17 uyarınca, cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
düzenleme alanı dışında kalan bir konudur.
Yine 58 sayılı CBK’nın 7. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının (t) bendinde
yapılan bu düzenleme ile talep edilen bilgi ve belgelerin kamu kurum veya
kuruluşlarına kanunlarla verilen yetki ve görevler çerçevesinde paylaşıma
kapalı veriler olduğu da kuşku götürmeyen bir gerçektir. Özellikle 4982 sayılı
Bilgi Edinme Yasası kapsamındaki bilgiler, 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma
Kanunu kapsamındaki kişisel veriler, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu kapsamındaki veriler, bilgiler, 5502 sayılı Kanunun 35.
maddesi kapsamındaki bilgiler, 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve
Milli İstihbarat Kanunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, yine 211 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, 5202 sayılı Savunma Sanayi Güvenliği
Kanunu gibi birçok kanunda kamu kurum ve kuruluşlar bünyesinde oluşturulan
bilgi ve belgeler bunlardan bazılarıdır. Genel olarak ifade etmek gerekirse;
düzenleme konu ve kapsamı temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren bir CBK’nın
anayasaya uygun olduğundan söz edilemez.
KOSGEB’e, kamu kurum ve kuruluşları ile
gerçek ve tüzel kişilerden işletme ve girişimcilere ait ilgili türdeki bilgi ve
veriyi almak ve analiz etmek, raporlamak, ilgili mevzuatı çerçevesinde gerçek
ve tüzel kişilerle paylaşmak yetkisi verilmesini içeren kural; kişisel
verilerin kişinin iradesi dışında paylaşılması sonucunu yaratır ve bu itibarla,
kişisel verilerin korunması hakkının sınırlanması anlamına gelir. Öyle ki;
ihtilaflı norm, kişisel verileri konu bakımından uygulanma alanının dışında
bıraktığına dair hiçbir hüküm ve güvence içermemektedir. Yukarıda da ifade
edildiği üzere; burada, ihtilaflı düzenlemenin kişisel verilerin korunması
hakkını sınırladığı tespitini yapabilmek içinse, hak eksenli bir yaklaşımla
Anayasa’ya aykırılık iddialarını değerlendirmesi gereken Anayasa Mahkemesi’nin,
söz konusu düzenlemenin lafzının, kişisel verilerin kişinin rızası dışında
paylaşımını yalnızca mümkün kıldığını ve bunu engelleyecek hiçbir güvence
içermediğini tespit etmesi yeterli sayılmak gerekir.
Yukarıda da belirtildiği üzere;
Anayasa’nın 20. maddesinin 3. fıkrasının son iki cümlesine göre; “Kişisel
veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla
düzenlenir”. Yine Anayasa’nın 13. maddesine göre, temel hak ve özgürlükler
ancak kanunla sınırlanabilir. Oysa; ihtilaflı kural, temel bir anayasal hak
olan kişisel verilerin korunması hakkını bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi
düzenlemesiyle sınırlamaktadır. Bu durum, kişisel verilerin korunması hakkının
ancak kanunla sınırlanabileceğini ifade eden şekli anlamda kanunilik ilkesine
aykırıdır. İhtilaflı kural; bu sebeple, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine
aykırıdır.
Öte yandan; ihtilaflı kural, hukuk
devletinin içerdiği belirlilik ve öngörülebilirlik öğelerini de taşımamaktadır.
Gerçekten de, iptali istenen düzenleme, kişisel verilerin korunması hakkının
hangi kişisel veriler açısından ve hangi usullerle sınırlanacağını yeterli
somutlukta belirtmemiş, düzenleme kapsamına giren kişisel verileri somut olarak
belirleme işlemini –müstakbel kapsamı öngörülemez bir şekilde- yürütmenin
takdir ve keyfiliğine bırakmıştır. Oysa, “CBK’ların
da hem kişiler hem idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir”
(AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§28). Söz konusu kural, bu sebeple de,
Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Bu nedenle 58 sayılı CBK’nın 7. maddesi
ile değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 234. maddesinin birinci fıkrasının (t)
bendinde yapılan bu düzenlemenin tümü Anayasanın 2., 13., 20. ve 104.
maddelerine aykırıdır ve iptal edilmesi gerekir.
4. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili,
İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 8. maddesinin birinci fıkrasındaki “dördüncü fıkrasında yer alan
“yabancı uzmanlar” ibaresi “personel” şeklinde değiştirilmiş” ibaresi ile 4
sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
8. maddesi ile 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 235. maddesinin dördüncü fıkrasında değişiklik yapılmakta ve
yapılan bu değişiklikle KOSGEB’te 375 sayılı KHK’nın ek 26. maddesine göre
yabancı uzman istihdamına olanak sağlayan düzenleme, yerli sözleşmeli personeli
de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. 375 sayılı KHK’nın “Yerli veya yabancı
sözleşmeli personel istihdamı” başlıklı ek 26. maddesi, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması
hakkındaki hükümlere bağlı olmaksızın, özel bilgi ve uzmanlık gerektiren geçici
mahiyetteki işlerde, yerli veya yabancı personelin tam zamanlı, kısmi zamanlı
veya projelerle sınırlı olarak sözleşmeyle istihdamına imkân vermektedir.
Ancak bu istihdam, Kurumu oluşturan CBK’de
buna izin verilmesi şartına bağlanmıştır. Söz konusu düzenleme açısından
Anayasa’ya aykırılıklar söz konusudur. Aşağıda sırasıyla bunlara değinilmiştir.
Öncelikle usul açısından 703 sayılı
Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun
Hükümlerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 178.
maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi 6/9/2018
tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile talep
edilmiştir.
Başvuruda söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104.
maddesine aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek 26. maddenin iptaline rağmen, 58 sayılı CBK’nın 8. maddesinin
birinci fıkrasındaki “dördüncü fıkrasında yer alan “yabancı uzmanlar” ibaresi “personel”
şeklinde değiştirilmiş” ibaresi ile 4 sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü
fıkrası hükümleri hukuki olarak yasal dayanaktan yoksun olmasına karşın
yürürlükte kalmaya devam edecektir. Ayrıca, söz konusu fıkra 58 sayılı CBK ile
değiştirildiğinden Mahkemeniz nezdinde görüşmeye yer olmadığına da
hükmedilebilecek ve bu nedenle de hukuki dayanağı olmayan, Anayasaya aykırı
olan bir düzenleme usul nedeniyle yürürlükte kalacaktır.
703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375 sayılı
KHK’ya eklenen ek 26. madde, yetki yasasının kapsamında olmaması nedeniyle yok
hükmündedir. Bu maddenin iptaline ilişkin taleplerimizle bağlı olarak, 58
sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasındaki “dördüncü fıkrasında yer alan
“yabancı uzmanlar” ibaresi “personel” şeklinde değiştirilmiş” ibaresi ile 4
sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü fıkrasının, Anayasanın 104/17. ve 128.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
Yüce mahkeme, yok hükmünde olan bir
maddeye dayalı olarak yapılan bir düzenlemeyi bu maddenin Anayasa’ya uygun
olduğu kanaatine ulaşarak incelediği takdirde de esasa ilişkin Anayasa’ya
aykırılıklar olduğunu kolayca saptayabilecektir.
Anayasa’nın 104/17. maddesinde “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan
siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.” hükmü bulunmaktadır.
İptali istenen fıkra açısından KOSGEB
kurumunda yerli ve yabancı sözleşmeli personel istihdam edilebileceği
düzenlemesi, istihdam işlemi her şeyden önce Anayasanın 70. maddesinde
düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı kapsamında olduğundan temel haklara
ilişkin bir düzenlemedir. Zira, kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen söz
konusu 70. madde, Anayasa'nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci
kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümü içerisinde
konumlanmıştır. Şu halde, bu hak, Anayasanın 104/17. maddesine göre, Anayasada
siyasi haklar ve ödevler başlığı altında düzenlendiğinden, CBK’ler ile hakkında
düzenleme yapılamayacak konular arasındadır. Nitekim AYM, bir kararında bu
hususların kanun ile düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir: “Kamu hizmetine
girişin ve hizmet içinde yükselmenin koşulları, statü hukukunun gereği olarak
kanunlarla belirlenmektedir. Bu durum Anayasa'nın kamu hizmetine girme hakkının
düzenlendiği 70. maddesi ile kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkelerin
düzenlendiği 128. maddesinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Kanun koyucu,
statü hukuku çerçevesinde yürütülen memuriyet hizmetine girmeye, yükselmeye,
memuriyetin sona ermesine vb. hususlara ilişkin koşulları anayasal ilkelere
uygun olarak belirleme yetkisine sahiptir. Kişilerin ise kanunlarla öngörülen
bu statüye girip girmemek konusunda tercihte bulunma hakları vardır.” (AYMK,
10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82). Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hukuk
düzenine dahil eden 2017 Anayasa değişikliği, AYM’nin bu içtihadının
geçerliliğini etkilememektedir. Esasen 2017 Anayasa değişikliği sonrasında
verdiği bir kararda da, Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerine ilişkin statü
hukukunun normatif eksenini kanunun oluşturduğunu tekrar etmektedir: “Kamu
görevlilerinin devlet ile olan ilişkileri statü hukuku içinde yürütülmektedir.
Devlet, statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe
alınan kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi hak
veya yükümlülükler getirebilir” (AYM, E.S.: 2018/73, K.S.: 2019/65, K.T.:
24/7/2019, § 195). Bu açıdan, yasayla düzenlenmesi gereken bir konu CBK ile
düzenlendiğinden, iptali istenen düzenleme Anayasanın 70. ve 104/17 maddelerine
aykırıdır.
Yine, Anayasa’nın 104/17. maddesinde “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmü bulunmaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin,
nitelikleri, atanma, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
diğer özlük işleri ile görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile
düzenlenmesi şartını getirmektedir. Dolayısıyla, bu madde kapsamında yer alan
personelin istihdamı, nitelikleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların
tayin, nakil gibi özlük haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de
kanunla düzenlenmesi gerektiği aşikardır. KOSGEB’de sözleşmeli personelin
istihdamına ve özellikle istihdamın tam zamanlı, kısmi zamanlı, belirli süreli
gibi niteliğine ilişkin düzenlemede bu kapsamda yeralan bir düzenleme türüdür.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, 10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82 sayılı
kararıyla bu konuların kanunla düzenlenmesi gereken konular arasında olduğunu
belirtmiştir. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesinde
belirtilen kanunilik ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 128. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenle KOSGEB’de
yerli veya yabancı sözleşmeli personel istihdamına ilişkin düzenlemenin kanunla
yapılması gerekmekte olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu
konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz
konusu düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen kanunla düzenleme
yapılması öngörülen konulardan sayıldığı için Anayasa’nın 104/17. maddesine
aykırıdır.
58 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci
fıkrasındaki “dördüncü fıkrasında yer alan “yabancı uzmanlar” ibaresi “personel”
şeklinde değiştirilmiş” ibaresi ile 4 sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü
fıkrası ile getirilen düzenleme, açıkça Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenen
hükümlerle çelişmektedir. İhtilaflı düzenleme, kanunilik ilkesini böylece ihlal
ederken, yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı tarafından Anayasal sınırlar dışında
kullanıldığı bir yetki aşımı oluşturmaktadır Anayasa, Cumhurbaşkanı’na madde
kapsamındaki personelin istihdamına ilişkin olarak düzenleme yapma yetkisi
vermemektedir. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 8. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,”
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetki alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 26. maddeye ilişkin iptal
taleplerimizle bağlı olarak, 58 sayılı CBK’nın 8. maddesinin birinci fıkrasındaki
“dördüncü fıkrasında yer alan “yabancı uzmanlar” ibaresi “personel” şeklinde
değiştirilmiş” ibaresi ile 4 sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü fıkrası,
Anayasa’nın 6., 8., 70., 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle
iptali talep edilmektedir.
5. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili,
İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 18. maddesi ile 4 sayılı CBK’nın 563. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (ç) bendi ile 4 sayılı CBK’nın 563. maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili,
İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 18. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 563. maddesinin
birinci fıkrasına (ç) bendi eklenmekte ve Türk Standartları Enstitüsünün
gelirleri arasına Genel Bütçeden yapılacak hazine yardımları da eklenmektedir. 4
sayılı CBK’nın 563. maddesinde ise Türk Standartları Enstitüsünün gelirleri
düzenlenmiştir.
Kamu gelirleri, devletin ve diğer kamu
kuruluşlarının, kamu hizmetlerini karşılamak amacıyla kanuna dayanarak çeşitli
kaynaklardan elde ettikleri gelirlerdir. Bu gelirler ile devlet, mal ve
hizmetleri satın alır ve bunlarla kamusal hizmeti gerçekleştirir. 5018 sayılı
Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde
kamu geliri “Kanunlarına dayanılarak toplanan vergi, resim, harç, fon
kesintisi, pay veya benzeri gelirler, faiz, zam ve ceza gelirleri, taşınır ve
taşınmazlardan elde edilen her türlü gelirler ile hizmet karşılığı elde edilen
gelirler, borçlanma araçlarının primli satışı suretiyle elde edilen gelirler,
sosyal güvenlik primi kesintileri, alınan bağış ve yardımlar ile diğer
gelirleri” ifade edeceği belirtilmiştir. Yine aynı kanunun “Gelirlerin
Dayanakları” başlıklı 37. maddesinde de “ Vergi, resim, harç ve benzeri malî
yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Genel yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin gelirlerinin kanuni dayanakları bütçelerinde
gösterilir. Bütçelerde yer alan gelirler, ilgili kanunlarında belirtilen
usullere göre tarh, tahakkuk ve tahsil edilir. Genel bütçe gelirlerinin tarh,
tahakkuk ve tahsili Maliye Bakanlığı veya tarh ve tahakkuka ilgili mevzuatına
göre yetkili idareler tarafından yapılır.” Şeklindeki ibareyle idarelerin
gelirlerinin kanun ile düzenlenmesi gerektiğini belirlemiştir.
Yukarıda belirtilen kanuni düzenlemelerin
kaynağını hiç kuşkusuz Anayasanın ilgili maddesi olan 73. maddesi
oluşturmaktadır. Anayasa'nın “Temel Hak ve Ödevler” başlıklı ikinci kısmının “Siyasi
Hak ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde düzenlenmiş bulunan “Vergi Ödevi”
başlıklı 73. maddesinin üçüncü fıkrasında; vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin kanunla konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı, dördüncü
fıkrasında ise; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık,
istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği
yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisinin Cumhurbaşkanına
verilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Anayasa’nın 104. maddesinde “… Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz”
hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda yer verilen Anayasa hükümlerinin
birlikte değerlendirilmesinden Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile vergi, resim ve
harç benzeri mali yükümlülüklerin konulamayacağı, değiştirilemeyeceği ve
kaldırılamayacağı, bu yükümlülüklerin ancak ve ancak kanunla konulup,
değiştirileceği veya kaldırılacağı anlaşılmaktadır. Bu durum, aynı zamanda
verginin kanuniliğini de ifade etmektedir.
Vergilendirme yetkisinin
sınırlandırılması, anayasal demokrasinin gelişimiyle paralellik arz eder.
Vergilendirme yetkisinin sınırlandırılmasının en temel araçlarından birisi olan
verginin kanuniliği ilkesi, tarihi süreç içerisinde demokratik mücadelenin bir
sonucu olarak bugünkü anayasal konumunu kazanmıştır. Vergilendirmeye ilişkin
düzenlemelerin halkoyu ile seçilen parlamento tarafından kanunla yapılması ile
vergilemede keyfiliğin yerini temsil, hukukun üstünlüğü ve hukuki güvenlik
almıştır. Başka bir deyişle, verginin yasallığı ilkesi, keyfi ve takdiri
uygulamaları önleyecek ilkelerin kanunda yer alması zorunluluğunu getirerek
bireyin temel hak ve hürriyetlerini devlete karşı korur. Bu kapsamda; vergide
yasallık ilkesi, vergiyi doğuran olayın, verginin konusunun, matrahının ve
oranının kanun ile belirlenmesini gerektirmektedir.
Öte yandan; verginin yasallığı ilkesi kamu
gücüne dayalı olarak getirilen bütün mali yükümlülükleri kapsar. Bir başka
deyişle, verginin yanında, resim, harç ve benzeri yükümlülükler de bu ilkenin
kapsamındadır.
İptali istenen bend ve madde ile Türk
Standartları Enstitüsünün gelirleri tanımlanmıştır. Bu gelirler arasında bütçe
gelirlerinden aktarılacak tutarlar olduğu gibi resim, harç ve benzeri
yükümlülükler de tanımlanmıştır.
Gelirler konusunda Cumhurbaşkanınca
sadece, yasama organı tarafından Anayasanın 73. maddesinin 4. fıkrasında
açıklandığı şekilde 'Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin
muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun
belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi verilmiş
olması halinde belirleme yapılabilir. Bunun dışında Cumhurbaşkanının
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kamu kurum ve kuruluşlarının gelirlerini
tanımlaması, vergi, resim ve harç benzeri mali yükümlülük getirebilmesi
Anayasa'ya göre mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bu kurala ilişkin olarak “Verginin
kanuniliği ilkesi … takdire dayalı keyfi uygulamaları önleyecek sınırlamaların
kanunda yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin
düzenlemelerin konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının kanun ile yapılmasını
zorunlu kılmaktadır.” (Anayasa Mahkemesi Kararı E.2014/183 K.2015/122,
30.12.2015) diyerek kuralın çerçevesini çizmiştir. Bir başka kararında ise, bir
prim ödemesinin “kamu gücüne dayalı olarak tek taraflı bir iradeyle ve zorla
alınması nedenleriyle Anayasa’nın 73. maddesinde belirtilen “benzeri malî
yükümlülük” kapsamında ödenen bir kamu geliri niteliğinde” olduğuna karar
vermiştir (Anayasa Mahkemesi Kararı E.2017/117 K.2018/28, 28.2.2018).
Diğer taraftan Anayasa'nın “Temel Hak ve
Ödevler” başlıklı ikinci kısmının “Siyasi Hak ve Ödevler” başlıklı dördüncü
bölümünde düzenlenmiş bulunan “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesi kapsamında,
vergi, resim, harç benzeri bir mali yükümlülüğün Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile konulmuş olması Anayasa’nın 104. maddesinin “Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenemez” hükmüne de aykırı bulunmaktadır.
Belirtilen nedenlerle, vergi, resim ve
harç benzeri mali yükümlülük getirilmesine ilişkin itiraz konusu bend ve madde,
Anayasa'nın 73. ve 104. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Yine Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular”ın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturur.
Nitekim 58 sayılı CBK’nın 18. maddesi ile 4 sayılı CBK’nın 563. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ve 4 sayılı CBK’nın TSE’nin gelirleri
düzenleyen 563. maddesi, Anayasa’nın 73. maddesinde kanun ile düzenlenmesi
gereken konulardan sayıldığından Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile düzenleme
yapılması, Anayasa’ya aykırılık teşkil edecektir. Bu nedenle söz konusu
düzenlemeler, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda
açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. AYM’nin, Anayasa’daki
söz konusu yetki sınırlamasına ilişkin yorumu şu şekildedir: “Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesinde “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” denilmiştir. Buna göre
öncelikle CBK’ların anılan Anayasa hükmü yönünden yapılacak denetiminde
karşılaştırmaya esas olabilecek, daha önce çıkarılmış bir kanun olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir. Sonrasında ise -böyle bir kanun varsa-
incelenen CBK kuralının kanunun açıkça düzenlediği konuyu düzenleyip
düzenlemediği belirlenmelidir. Bu değerlendirme yapılırken önce ilgili kanunun
CBK ile düzenlenen alanda hüküm ifade edip etmediğinin belirlenmesi, ardından
da kanundaki düzenlemenin açık olup olmadığının tespit edilmesi gerekir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§24).
58 sayılı CBK’nın 18. maddesi ile 4 sayılı
CBK’nın 563. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ile 4 sayılı
CBK’nın 563. maddesi, yukarıda belirtildiği üzere 5018 sayılı Kanunun 37.
maddesi ile açıkça düzenlenmiş bir konuda düzenleme yapmaktadır. Kamu kurum ve
kuruluşlarının gelirlerinin kanun ile düzenlenmesine ilişkin 37. maddeye aykırı
olan ve TTSE’nin gelirleri düzenleyen CBK düzenlemeleri, bu açıdan da
Anayasa’nın 104/17. maddesine aykırıdır.
Sonuç olarak, 58 sayılı Bakanlıklara
Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların
Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 18. maddesi ile 4 sayılı CBK’nın 563.
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ile 4 sayılı CBK’nın 563.
maddesi, Anayasanın 7., 73. ve 104/17. maddelerine aykırıdır iptali gerekir.
6. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 24.
maddesiyle 4 sayılı CBK’nın 603. maddesine eklenen (2) sayılı fıkranın birinci
cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
24. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 603. maddesine eklenen
(2) sayılı fıkra ile Türkiye İstatistik Kurumunda altı adete kadar başkan
yardımcısı atanması hususu düzenlenmektedir. Söz konusu düzenleme, aşağıda
detaylı bir biçimde ele alındığı üzere Anayasanın birden fazla maddesine
aykırılık taşımaktadır.
a. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Söz konusu düzenleme, yetki yönünden
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin sınırlarını aşması nedeniyle Anayasa’nın 104.
maddesine aykırıdır. Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasında “…Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir. Anayasanın 104/17. maddede
geçen “münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin anlamının,
Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya
kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının,
söz konusu konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından yetki
alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir: “... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak
Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir
hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§11). O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın
123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yeralan
TÜİK’de genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlara ilişkin olup, Anayasa
Mahkemesinin (AYMK, E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009; AYMK, E. 2018/73,
K.2019/65, 24.7.2019) kararlarında da belirtildiği üzere Anayasa’nın 128.
maddesi kapsamındadır. Bu nedenle bunların atanmalarına, bu memurların
kadrolarının ihdas ve iptaline ilişkin kuralların da Anayasa’nın 128. maddesi
uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, E. 2018/73,
K.2019/65, 24.7.2019 kararının 139 ila 141. paragraflarında memurların kadro
ihdas ve iptal işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanlardan
olduğunu belirterek, bu kadroların ihdas ve iptallerinin de Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağını da dolaylı olarak tanımlamıştır.
TÜİK başkan yardımcıları da yukarıda belirtildiği üzere diğer kamu görevlileri
arasında değerlendirildiğinden bunlara ilişkin atanma, kadro ihdası ve iptali
ile sözleşme sürelerinin saptanması da kanun ile düzenlenmesi gereken alanlar
arasındadır. Dolayısıyla, söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 104/17. maddesinde
belirlenen sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanda düzenleme
yapması nedeniyle Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır, iptali gerekir.
b. Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Yine söz konusu düzenleme, yukarıda da
belirtildiği üzere, Türkiye İstatistik Kurumunda başkan yardımcısı kadrolarının
azami atama sayısını düzenlemektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, atama,
nitelikleri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile kurulan kamu kurum ve
kuruluşları, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli
listelerinde kamu idareleri olarak listelenmiştir. TÜİK de Anayasa’nın 123.
maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır.
Dolayısıyla, bu kurumda çalışan personelin atanması, görev ve yetkileri, sözleşme
süreleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil gibi özlük
haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de kanunla düzenlenmesi gerektiği
aşikardır. Söz konusu personelin kadrolarının iptali veya ihdası, atamaya
ilişkin sayının belirlenmesi de atanmalarıyla doğrudan bağlantılı olan bağlı
bir düzenlemedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin E. 2018/73, K.2019/65,
24.7.2019 tarihli kararında bu durum açıkça belirlenmiştir. Mahkeme söz konusu
kararında;
“139. Adı geçen
kurumlar Anayasa'nın 123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü
içinde yer almaktadır. Bu kurumlarda genel idare esaslarına göre yürütülmekte
olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden
personel Anayasa'nın 128. maddesi kapsamında olduğundan bunların kadrolarına,
bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin kuralların da Anayasa'nın 128. maddesi
uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
140. Dava konusu
kuralda ise anılan idarelerin 2017 yılı fiilî kadrolarının 2016 yılı sonuna
kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca belirlenmesi öngörülmüştür. Kural bu
hâliyle yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta, kamu görevlilerinin
statülerinin kanunla düzenlenmesi yolundaki anayasal kurala aykırılık
oluşturmaktadır.
141. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
diyerek kadro ihdas ve iptalinin, atanma
ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Atanmaya ilişkin sayı sınırının belirlenmesi
de kadro ihdasıyla aynı nitelikte bir düzenlemedir ve memurların atanması ile
ilgili bir kuraldır. Anayasa’nın 128. maddesinin 2. fıkrası kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
Bu nedenle CBK’lar ile kurulan kamu kurum
ve kuruluşlarında çalışmakta olan memurların kadro ihdas ve iptali ile
atanmalarına ilişkin hukuki normun kanun biçiminde belirlenmesi gerekmekte olup
bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme,
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen kanunla düzenleme yapılması öngörülen
konulardan sayıldığı için Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle
iptali gerekir.
c. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
24. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 603. maddesine eklenen
(2) sayılı fıkra ile Türkiye İstatistik Kurumunda altı adete kadar başkan
yardımcısı atanması hususu düzenlenmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 128.
maddesinde yasa ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılarak TÜİK bünyesinde başkan yardımcısı
kadrolarına atanma sayısı belirlenmektedir. Kanunla düzenlenmesi gereken bir
konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesi bünyesinde düzenleyen ihtilaflı kural,
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini ihlal etmektedir. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin kadro veya
pozisyonları, atanmalarıyla ilgili bir düzenleme olduğundan bunların kanunla
düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı bir düzenleme yapılması söz
konusudur. Yürütmeye, Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama
yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki
alanına müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde,
Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
d. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme
yetkisi olarak, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa 58
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 24. maddesi ile 4 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 603. maddesine eklenen (2) sayılı fıkra ile
Türkiye İstatistik Kurumunda altı adete kadar başkan yardımcısı atanmasına
ilişkin düzenleme kanun ile düzenlenmesi gereken bir alanda CBK ile düzenleme
yapılmasından ötürü Anayasa’ya aykırılık taşımaktadır Yukarıda belirtildiği
üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmesi öngörülen bir alanda düzenleme yapılması
ile kanun koyucunun alanına müdahale edilmesi, anayasal çerçeve dışında yetki
kullanımını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 58 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 24. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 603. maddesine
eklenen (2) sayılı fıkranın birinci cümlesi, yürütme yetki ve görevinin
anayasal sınırların dışına çıkmadan icra edilmesi zorunluluğunu içeren
Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır. İhtilaflı kuralın iptali gerekir.
e. Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç
İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler
ayrılığı ilkesinde somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç,
prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve
yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenler.
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
24. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 603. maddesine eklenen
(2) sayılı fıkranın birinci cümlesi, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve
kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve
Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır. Anayasa’nın öngördüğü
kapsamdaki normlar hiyerarşisine aykırı olan söz konusu ihlal, hukuki güvenliği
ortadan kaldırmakta ve bu cihetle, hukuk devleti ilkesine aykırılık
taşımaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını
Anayasa’dan almayan Devlet yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve
Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale
gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını düzenlediğinden
ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2. maddelerine de
aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 58 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 24. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 603. maddesine eklenen (2) sayılı fıkranın birinci cümlesi,
Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
7. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 26.
maddesiyle 4 sayılı CBK’ya eklenen 608/A maddesinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı CBK’nın 26. maddesiyle 4 sayılı
CBK’ya 608/A sayılı madde eklenmekte ve bu madde ile Türkiye İstatistik
Kurumunda görev yapan Teftiş Başkanı, İstatistik Daire Başkanı, İstatistik Grup
Başkanı ve İstatistik Grup Müdürü kadrolarında yer alan personelin mali ve
sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından sırasıyla bağımsız
genel müdürlük Teftiş Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Daire Başkanı, Gelir
İdaresi Grup Başkanı ve Gelir İdaresi Grup Müdürüne denklikleri
düzenlenmektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
375 sayılı kanun hükmünde kararnamede “Unvan
itibarıyla ilk kez ihdas edilen kadro ve pozisyonlara karşılık belirlenmesi”
başlıklı ek 30. maddesinde ise “Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle unvan
itibarıyla ilk kez ihdas edilen kadro veya pozisyonların, mevzuatta yer alan
kadro veya pozisyonlardan hangisine mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer
özlük hakları bakımından karşılık geldiği Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde
gösterilir. İhdas edilen kadro veya pozisyonlarda bulunanlara, karşılık gösterilen
kadro veya pozisyonda bulunan emsali personele mali ve sosyal hak ve yardımlar
ile diğer özlük hakları kapsamında yapılan ödemeler aynı usul ve esaslar
çerçevesinde ödenir” denilmiştir.
Buna karşın; kanunda açıkça düzenlenmiş
bir alanda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı hükmünü, söz konusu
alandaki kanun eliyle dahi bu tür bir yetkinin cumhurbaşkanlığı kararnamesine
tanınamayacağı şeklinde anlamak gerekir (bkz. (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 – 31126, §21).
Bu çerçevede; Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile ihdas edilen kadrolarda istihdam edilecek olan kamu
görevlilerine verilecek olan mali hakların kanunla belirlenmesi gerekmekte olup
bunun dışında cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme
Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
26. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne eklenen 608/A maddesi
ile düzenlenen ve Türkiye İstatistik Kurumunda görev yapan Teftiş Başkanı,
İstatistik Daire Başkanı, İstatistik Grup Başkanı ve İstatistik Grup Müdürü
kadrolarında yer alan personelin mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer
özlük haklarına ilişkin bulunan konular Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca
sadece Kanunla düzenlenebilecek hususlardandır.
375 sayılı KHK’nın ek 30. maddesi ise, 703
sayılı KHK’nın 178. maddesi ile eklenmiştir.
703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin iptaline ve
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebini içeren 6/9/2018 tarihli ve
Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile söz konusu KHK’nın 178.
maddesinin iptali talep edilmiştir.
Dilekçede, söz konusu maddenin Yetki Kanunu’nun
amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre kanunla
düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve aynı
şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine
aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek madde 30’un iptaline rağmen 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya
eklenen 608/A maddesinin hükümleri hukuki olarak yasal dayanaktan yoksun
olmasına rağmen yürürlükte olacaktır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal taleplerimizle
bağlı olarak, 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen 608/A maddesinin
Anayasa’nın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
Anayasa’nın 8 inci maddesinde “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen
608/A maddesi ile yapılan düzenlemede yürütme görevi ve yetkisi, Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılmamıştır. Yukarıda açıklandığı üzere Türkiye
İstatistik Kurumunda görev yapan Teftiş Başkanı, İstatistik Daire Başkanı,
İstatistik Grup Başkanı ve İstatistik Grup Müdürü kadrolarında yer alan
personelin mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük haklarına ilişkin
bulunan konularda, Anayasa, Cumhurbaşkanı’na düzenleme yapma yetkisi
vermemektedir. Oysa itiraz konusu kural ile Cumhurbaşkanlığı tarafından söz
konusu personelin mali haklarına ilişkin konularda düzenleme yapılmıştır. Bu
nedenle söz konusu düzenleme; yürütme yetki ve görevinin anayasal sınırların
dışına çıkmadan icra edilmesi zorunluluğunu içeren Anayasa’nın 8. maddesine
aykırıdır. İhtilaflı kuralın iptali gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,”
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi
ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı
olarak, 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen 608/A maddesi, Anayasanın 6.,
8., 104/17. ve 128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
8. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 27.
maddesiyle 4 sayılı CBK’ya eklenen 610/A maddesinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı CBK’nın 27. maddesiyle 4 sayılı
CBK’ya 610/A sayılı madde eklenmekte ve bu madde ile Türkiye İstatistik
Kurumunda müfettiş ve müfettiş yardımcısı kadrolarında istihdam edilecek
personelin mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından
sırasıyla bağımsız genel müdürlük müfettiş ve müfettiş yardımcılarına
denklikleri düzenlenmektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
375 sayılı kanun hükmünde kararnamede “Unvan
itibarıyla ilk kez ihdas edilen kadro ve pozisyonlara karşılık belirlenmesi”
başlıklı ek 30. maddesinde ise “Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle unvan
itibarıyla ilk kez ihdas edilen kadro veya pozisyonların, mevzuatta yer alan
kadro veya pozisyonlardan hangisine mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer
özlük hakları bakımından karşılık geldiği Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde
gösterilir. İhdas edilen kadro veya pozisyonlarda bulunanlara, karşılık
gösterilen kadro veya pozisyonda bulunan emsali personele mali ve sosyal hak ve
yardımlar ile diğer özlük hakları kapsamında yapılan ödemeler aynı usul ve
esaslar çerçevesinde ödenir” denilmiştir.
Buna karşın; kanunda açıkça düzenlenmiş
bir alanda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı hükmünü, söz konusu
alandaki kanun eliyle dahi bu tür bir yetkinin cumhurbaşkanlığı kararnamesine
tanınamayacağı şeklinde anlamak gerekir (bkz. (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 – 31126, §21).
Bu çerçevede; Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile ihdas edilen kadrolarda istihdam edilecek olan kamu
görevlilerine verilecek olan mali hakların kanunla belirlenmesi gerekmekte
olup, bunun dışında cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme,
Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
27. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne eklenen 610/A maddesi
ile düzenlenen ve Türkiye İstatistik Kurumunda görev yapan müfettiş ve müfettiş
yardımcısı kadrolarında yer alan personelin mali ve sosyal hak ve yardımlar ile
diğer özlük haklarına ilişkin bulunan konular Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca
sadece Kanunla düzenlenebilecek hususlardandır.
375 sayılı KHK’nın ek 30. maddesi ise, 703
sayılı KHK’nın 178. maddesi ile eklenmiştir.
703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin iptaline ve
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebini içeren 6/9/2018 tarihli ve
Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile söz konusu KHK’nın 178.
maddesinin iptali talep edilmiştir.
Dilekçede, söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine
aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek madde 30’un iptaline rağmen 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya
eklenen 610/A maddesinin hükümleri yürürlükte olacaktır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal
taleplerimizle bağlı olarak, 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen 610/A
maddesinin Anayasa’nın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle
iptali talep edilmektedir.
Anayasa’nın 8 inci maddesinde “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen
610/A maddesi ile yapılan düzenlemede yürütme görevi ve yetkisi Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılmamıştır. Yukarıda açıklandığı üzere Türkiye
İstatistik Kurumunda istihdam edilecek müfettiş ve müfettiş yardımcılığı
kadrolarında yer alan personelin mali ve sosyal hak ve yardımlar ile diğer
özlük haklarına ilişkin bulunan konularda, Anayasa, Cumhurbaşkanı’na düzenleme
yapma yetkisi vermemektedir. Oysa itiraz konusu kural ile Cumhurbaşkanlığı
tarafından söz konusu personelin mali haklarına ilişkin konularda düzenleme
yapılmıştır. İhtilaflı düzenleme, yürütme yetki ve görevinin anayasal
sınırların dışına çıkmadan icra edilmesi zorunluluğunu içeren Anayasa’nın 8.
maddesine aykırıdır ve iptal edilmek gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,”
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi
ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde 30’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı
olarak, 58 sayılı CBK ile 4 sayılı CBK’ya eklenen 610/A maddesi, Anayasanın 6.,
8., 104/17. ve 128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
9. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 45. maddesi
ile ekli (1) ve (2) sayılı Listelerin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
45. maddesi ile Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik
Kurumu Başkanlığı için CBK’nın ekinde yer alan (1) sayılı listedeki kadroları
iptal iptal edilmiş ve ekli (2) sayılı listedeki kadrolar da ihdas edilmiş ve
bu listede yer alan kadroların 2 sayılı CBK’nın eki (I) sayılı Cetvelin Maden
ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı merkez
ve taşra bölümlerine eklenmesine ilişkin düzenlenme yapılmıştır.
a. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Söz konusu düzenleme, Anayasa’nın Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerine ilişkin olarak konu bakımından öngördüğü sınırları aşması
nedeniyle Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır. Anayasanın 104/17. maddesinde
geçen “münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin anlamının,
Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya
kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının,
söz konusu konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından yetki
alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir: “... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak
Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir
hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§11). O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın
123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yeralan
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı
merkez ve taşra teşkilatlarında genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden yöneticiler
ve personele ilişkin olup, Anayasa Mahkemesinin (AYMK, E.2005/145 K.2009/112,
23.7.2009; AYMK, E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019) kararlarında da belirtildiği
üzere Anayasa’nın 128. maddesi kapsamındadır. Bu nedenle bunların kadrolarına,
bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin kuralların da Anayasa’nın 128. maddesi
uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, E. 2018/73,
K.2019/65, 24.7.2019 kararının 139 ila 141. paragraflarında memurların kadro
ihdas ve iptal işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanlardan
olduğunu belirterek, bu kadroların ihdas ve iptallerine ilişkin olarak Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağını da dolaylı olarak tanımlamıştır.
Dolayısıyla, söz konusu düzenleme Anayasa’nın 104/17. maddesinde belirlenen
sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanda düzenleme yapması
nedeniyle Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır, iptali gerekir.
b. Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Yine söz konusu düzenleme, yukarıda da
belirtildiği üzere esas açısından Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ile
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığında çalışmakta olan kamu görevlilerinin
kadrolarının iptal edilmesi ve 58 sayılı CBK’nın ekindeki (2) sayılı listede
yeralan Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü merkez teşkilatı ile Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığının merkez ve taşra teşkilatlarında
görevlendirilecek personelin kadrolarının ihdas edilmesini düzenlemektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin,
atama, nitelikleri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ek (II) sayılı Cetvel’de özel bütçeli idareler
kapsamındaki kamu idareleri arasında, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı ise
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ek (I) sayılı Cetvel’de
genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında sayılmıştır. Söz konusu
kurumlar Anayasa’nın 123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü
içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, bu kurumlarda çalışan personelin atanması,
görev ve yetkileri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil gibi
özlük haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de kanunla düzenlenmesi
gerektiği aşikardır. Söz konusu personelin kadrolarının iptali veya ihdası da
atanmalarıyla doğrudan bağlantılı olan bağlı bir düzenlemedir. Nitekim, Anayasa
Mahkemesi’nin E. 2018/73, K.2019/65, 24.7.2019 tarihli kararında bu durum
açıkça belirlenmiştir. Mahkeme söz konusu kararında;
“139. Adı geçen
kurumlar Anayasa'nın 123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü
içinde yer almaktadır. Bu kurumlarda genel idare esaslarına göre yürütülmekte
olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden
personel Anayasa'nın 128. maddesi kapsamında olduğundan bunların kadrolarına,
bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin kuralların da Anayasa'nın 128. maddesi
uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
140. Dava konusu
kuralda ise anılan idarelerin 2017 yılı fiilî kadrolarının 2016 yılı sonuna
kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca belirlenmesi öngörülmüştür. Kural bu
hâliyle yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta, kamu görevlilerinin
statülerinin kanunla düzenlenmesi yolundaki anayasal kurala aykırılık
oluşturmaktadır.
141. Açıklanan
nedenlerle kural Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
diyerek kadro ihdas ve iptalinin de
Anayasa’nın 128. maddesinin 2. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini
belirtmiştir.
Bu nedenle Maden ve Petrol İşleri Genel
Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığında çalışmakta olan
personelin kadro iptali veya kadro ihdasının da ya kanunla ya da kanunun
belirlediği usul çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün
değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 128.
maddesinde belirtilen kanunla düzenleme yapılması öngörülen konulardan
sayıldığı için Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
c. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
58 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
45. maddesi ile 2 sayılı CBK’ya eklenen listeler ile Maden ve Petrol İşleri
Genel Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığında çalışan kamu
görevlileri için kadro iptali ve ihdası yapılmasına ilişkin düzenleme
getirilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 128.
maddesinde yasa ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılarak Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü,
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı bünyesinde çalışan personelin kadroları
iptal ve ihdas edilmektedir. Kanunla düzenlenmesi gereken bir konuyu
cumhurbaşkanlığı kararnamesi yoluyla düzenleyen ihtilaflı kural, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesini ihlal etmektedir.
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada
öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden
kural koyamaz.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin kadro,
pozisyon, atanmalarının kanunla düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı
bir düzenleme yapılması ve yürütmenin yetkisiz şekilde bu konuda kural koyması,
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin sınırın aşıldığını ve
yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini göstermektedir. Bu
nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
d. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme
yetkisi olarak, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 58
sayılı CBK’nin 45. maddesi ve ekli (1) ve (2) sayılı listeler ile Maden ve
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığında
çalışmakta olan memurlar ve kamu görevlilerinin kadroların iptaline ve ihdasına
ilişkin düzenleme yapılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere bir CBK ile
kanunla düzenlenmesi öngörülen bir alanda düzenleme yapılması ile kanun
koyucunun alanına müdahale edilmesi, anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını
ortaya koymaktadır. Bu itibarla 58 sayılı CBK’nin 45. Maddesi ile ekli (1) ve
(2) sayılı listeler, yürütme yetki ve görevinin anayasal sınırların dışına
çıkmadan icra edilmesi zorunluluğunu içeren Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır.
İhtilaflı kuralın iptali gerekir.
e. Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç
İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler
ayrılığı ilkesinde somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından
ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği olduğu ve
üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu
çerçevede; Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenler.
58 sayılı CBK’nin 45. Maddesi ile ekli (1)
ve (2) sayılı listeler, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve kanunların
üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç
prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır. Anayasa’nın öngördüğü kapsamdaki normlar
hiyerarşisine aykırı olan söz konusu ihlal, hukuki güvenliği ortadan
kaldırmakta ve bu bakımdan, hukuk devleti ilkesine aykırılık taşımaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını
Anayasa’dan almayan Devlet yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve
Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale
gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 58 sayılı
CBK’nin 45. maddesi ile ekli (1) ve (2) sayılı listeler, Anayasa’nın, Başlangıç
ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128. maddelerine aykırı
olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
10. 58 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve
Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
Geçici 1. maddesinin Anayasaya Aykırılığı
58 sayılı CBK’nin Geçici 1. maddesi ile
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı’nda daire başkanı ve destek hizmetleri
daire başkanı olarak görev yapan personelin görevlerinin kendiliğinden sona
ermesi ve söz konusu personeller hakkında 3 sayılı CBK’nın 6. maddesinin (4)
numaralı fıkrası çerçevesinde işlem tesis edilmesi öngörülmektedir.
Öncelikle iptali istenen Geçici 1. madde
ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı’nda Daire Başkanı ve Destek Hizmetleri
Daire Başkanı olarak atanmış memurların kadrosunun iptali ve 3 sayılı CBK’nın
6. maddesinin (4) numaralı fıkrası çerçevesinde işlem tesis edilerek başka
görevlere atanması öngörülmektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı’nda
daire başkanı ve destek hizmetleri daire başkanı görevini yürütmekte olan
personelin görevinin sona erdirilmesi ve 3 sayılı CBK’nın 6. maddesinin (4)
numaralı fıkrasına göre işlem tesis edilmesi işlemine ilişkin olarak halihazırda
7/9/2018 tarihli dilekçemiz ile Mahkemenizde 2018/120 esas numarası ile derdest
olan davamız bulunmaktadır.
Söz konusu dilekçemizin 5. maddesiyle 3
sayılı CBK’nın 6. maddesinin (4) numaralı fıkrasının iptali talebimizde “3
Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesinin ikinci fıkrasında
tanımlanmış ve cumhurbaşkanı onayı ile ataması yapılan üst düzey yöneticilerden
görevden alınanlardan daire başkanı kadro ve pozisyonunda bulunanlar ile genel
müdürden daha alt düzeydeki kadro, pozisyon veya görevlerde bulunanlar ve taşra
teşkilatında il müdürü ve bölge müdürü kadro, pozisyon ve görevlerinde
bulunanlardan, üst düzey kamu görevlisi ataması yapılmadan önce görev yaptığı
657 Sayılı Kanunun 36. maddesinin (A) fıkrasının 11 numaralı alt bendinde
sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarında çalışanlar, 36. maddesinin A)
fıkrasının 11 numaralı alt bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman
kadrolarına, 36. madde (A) fıkrasının 11 numaralı alt bendinde sayılan görevler
kapsamında çalışmamış olanlar açısından özel bir düzenleme yapılmış ve üst
düzey kamu görevlisi olarak üç yıl çalışmış olmaları şartıyla bunların da 657
sayılı Kanunun 36. maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının 11
numaralı bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarına veya bunlara
denk pozisyonlara atanabilmeleri, fıkranın son bendiyle de üç yıllık çalışma
şartını tamamlayamayanların da merkez veya taşra teşkilatında araştırmacı kadro
veya pozisyonlarına atanmalarının, kanun ile düzenlenmesi öngörülen bir alanda
düzenleme yapılması, kanunilik ilkesine aykırılık ve hukuk devleti ilkesi ve
hukuki güvenlik ilkesine aykırı olması nedeniyle Anayasa’nın 2, 128 ve 104.
maddelerine aykırılık gerekçesiyle iptal talebi” bulunmaktadır.
Yürütme, halihazırda 3 sayılı CBK ile
yaptığı bu düzenlemeye ilişkin Anayasa’ya aykırılık talebimiz, mahkemeniz
nezdinde yürüyen bir dava konusu iken davanın esası olan kanunilik ilkesine
aykırılık sorununa ilişkin bir kararınızı beklemeden, aynı nitelikte olan ve
Anayasa’ya aykırı olan başka bir düzenleme ile Anayasa’ya aykırı yeni bir
uygulama yapmaktadır. 3 sayılı CBK’nın 6. maddesinin (4) numaralı fıkrasının
mahkemeniz tarafından iptali halinde ise 58 sayılı CBK ile tesis edilecek olan
görevden alma ve atanma işlemleri, dayanaktan yoksun hale gelmesine karşın
yürürlükte kalacaktır. Bu çerçevede daire başkanı olarak görev yapan personelin
atanma işlemleri, idare hukuku açısından yok hükmünde olan bir işleme
dayandığından buna bağlı idari işlemleri de etkileyecektir.
Söz konusu düzenleme, aynı zamanda
kanunilik ilkesini de zedelemektedir. Anayasanın 128. maddesine göre memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri yasayla
düzenlenir. “Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında, Anayasa'nın 128.
maddesinin ikinci fıkrasının kapsamına giren kişilerin statülerine ve özlük
haklarına ilişkin düzenlemelerin yasayla yapılması gerektiği, bu konuların
düzenlenmesinin idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılmasının Anayasa'ya
aykırı olacağı hususu vurgulanmıştır.” (AYMK 10.3.2011 tarih, E.2009/90
K.2011/47).
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı’nda daire
başkanı ve destek hizmetleri daire başkanı olarak görev yapan personelin
görevden alınması ve bu personelin yukarıda belirtilen ve özlük haklarını
doğrudan etkileyen farklı bir kadroya atanma işleminin memur niteliğinde olan
personelin atanması ile ilgili bir düzenleme olduğu hususunda bir tereddüt
yoktur.
Bu haliyle 58 sayılı CBK’nin iptali
istenen Geçici 1. maddesi ile münhasıran yasayla düzenlenmesi gereken bir
hususta düzenleme yapılmış olmaktadır. Şöyle ki Anayasa’nın 128. maddesine göre
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin atanmaları ve kadro iptal ve ihdaslarının
kanun ile düzenlenmesi zorunludur. Bu nedenle söz konusu düzenleme esas
açısından Anayasa’nın 128. maddesinde tanımlanan kanunilik ilkesini
zedelediğinden Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır. Aynı zamanda yasa konusu
olması gereken bir hususun, Anayasanın 104/17. maddesi gereğince CBK ile
düzenlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle 58 sayılı CBK’nın Geçici 1. maddesi,
CBK’lar ile düzenleme yapma sınırlarını aşması nedeniyle de Anayasa’nın 104/17.
maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenle iptali istenen madde, Anayasa'nın
104/17. ve 128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
Yine iptali talep edilen Geçici 1. madde,
Anayasa’nın 2. maddesine de aykırılık taşımaktadır. Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”, hükmünü
içermektedir. Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir
hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu
şekilde belirtilmiştir: “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde
yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür” AYMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46,
RG: 20.3.2002-24701.
Hukuk devletinin ilkelerinden birisi de,
hukuki güvenirlik ilkesidir. Hukuk devletinin en temel ilkelerinden
birisi olan kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum
olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde
kurallaştırılması gerekir. Kurallaştırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların
belirlenmiş olması şartıyla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin
düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliğindedir. Bu nedenle
yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme
yetkisi tanınması Anayasanın 2. 7. maddelerine aykırılık oluşturur.
Söz konusu 58 Sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin Geçici 1. maddesinde daire başkanı ve destek hizmetleri daire
başkanı olarak görev yapan personelin görevinin sona erdirilmesi ve bu personel
hakkında 3 sayılı CBK’nın 6. maddesinin dördüncü fıkrasına göre işlem tesis
edilmesi, kanunilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırı olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle 58 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Geçici 1. maddesi, Anayasa’nın 104/17., 128.
ve 2. maddelerine aykırıdır ve iptali talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771
sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk
sistemimize girmiş ve 24 Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin
ederek görevine başlamasıyla yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile ilk defa yürütme organına, dayanağını doğrudan Anayasadan
alan bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar
getirilerek tanınmış olan bu yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde
kullanılması, kötüye kullanılmaması ve yasama yetkisinin devri niteliği
taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7. maddeleri gereği olup, erkler ayrılığına
dayanan demokratik hukuk devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem
taşımaktadır. Oldukça güçlü yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından
seçilen Cumhurbaşkanının anayasada kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her
konuda düzenlemeler yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge
ve denetleme mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi
yönetimine dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından
Cumhurbaşkanınca oldukça kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu
CBK’ların pek çoğunda da anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CBK
ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir.
İptali istenen kuralların tamamı, Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu
nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince
ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk
sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin
devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin
dışında yapılan işlemler, ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki
geçerliliği bulunmayan düzenlemelere dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey
haklarına telafisi imkânsız zararlar verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin
bir an önce yürürlüklerinin durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve
Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan
giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en
kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın
da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde
sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı
bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Burada tekrar vurgulanmalıdır ki,
Anayasa’nın öngördüğü yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, temel anayasal ilke olan erkler ayrılığıyla beraber Anayasa’nın siyasi
rejimi tanımlayan amir hükümlerinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Siyasi
rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel
devrede AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki çerçevesinin dışına
çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin yürürlüklerinin durdurulmasına
karar vermesi, Anayasa’nın tanımladığı şekliyle hukuk devletinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından olduğu kadar Anayasa
Mahkemesi’nin varlık nedeni açısından da bir zorunluluktur.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki,
Anayasa’nın çerçevesini ve sınırlarını sayım yoluyla belirlemiş olduğu yetki
alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, anayasal açıdan Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ve bu çerçevede Devletin
yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin ihlal
edilmesi olduğu kadar Devlet’in hukuki yapılanmasının çerçevesini oluşturan
normlar hiyerarşisinin de bozulması anlamına gelmektedir. Siyasi rejimin
demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını yitirdiğine
ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman diliminde
(bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal ettiğine
karar veren müteakip karar : AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no : 28749/18, 10
Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki
çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi, Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi ve demokrasinin devamı açısından
yaşamsaldır.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin
iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
08/04/2020 tarihli ve 58 sayılı
Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum Ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum Ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin;
1. 6. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 232.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin, Anayasanın 2., 6., 8., 104/17. ve
128. maddelerine,
2. 6. maddesiyle 4 sayılı CBK’nın 232. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (d) bendindeki “yerli veya yabancı sermayeli şirketlerin
kurulmasına, iştirak edilmesi ve gerektiğinde bu işletmelere katkı sağlayacak kaynakların
temin edilmesi” ibaresinin, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8.,
11., 104/2, 104/17., ve 123. maddelerine,
3. 7. maddesiyle değiştirilen 4 sayılı CBK’nın 234.
maddesinin birinci fıkrasının (t) bendindeki “kamu kurum ve kuruluşları ile
gerçek ve tüzel kişilerden işletme ve girişimcilere ait bu hususlara ilişkin
her türlü bilgi ve veriyi almak ve analiz etmek, raporlamak” ibaresinin,
Anayasanın 2., 13., 20. ve 104. maddelerine,
4. 8. maddesinin birinci fıkrasındaki “dördüncü fıkrasında yer
alan “yabancı uzmanlar” ibaresi “personel” şeklinde değiştirilmiş” ibaresi ile
4 sayılı CBK’nın 235. maddesinin dördüncü fıkrasının, Anayasa’nın 6., 8., 70.,
104/17. ve 128. maddelerine,
5. 18. maddesi ile 4 sayılı CBK’nın 563. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (ç) bendi ile 4 sayılı CBK’nın 563. maddesinin, Anayasanın
7., 73. ve 104/17. maddelerine,
6. 24. maddesiyle 4 sayılı CBK’nın 603. maddesine eklenen
(2) sayılı fıkranın birinci cümlesinin, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2.,
6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128. maddelerine,
7. 26. maddesiyle 4 sayılı CBK’ya eklenen 608/A maddesinin,
Anayasanın 6., 8., 104/17. ve 128. maddelerine,
8. 27. maddesiyle 4 sayılı CBK’ya eklenen 610/A maddesinin,
Anayasanın 6., 8., 104/17. ve 128. maddelerine,
9. 45. maddesi ile ekli (1) ve (2) sayılı listelerin,
Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128.
maddelerine,
10. Geçici 1. maddesinin, Anayasa’nın, 2., 104/17., ve 128. maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”