“…
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Burada bir ad
benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve sınırları açısından oldukça
farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki netleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir. Bu itibarla, eşit normatif seviyeye ilişkin olan, sonraki
kanunun öncekini ilga edeceğine ilişkin klasik yorum yöntemi (Lex posterior
derogat legi priori), kanunla cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilişkisine ancak tek
taraflı olarak tahvil edilebilir: Sonraki kanun önceki cumhurbaşkanlığı
kararnamesini ilga eder; ancak kanunun düzenlediği konuda çıkarılamayacak
(sonraki) cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’ya aykırı olur ve önceki kanunu
ilga etmez.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer alan iki temel ilkenin
daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama yetkisinin devri yasağı ve
kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme
yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk
anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz önüne alınmalıdır.
Anayasa'nın 7. maddesinde, " Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. " denilmiştir. Buna
göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına
genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından
çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması,
hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin
pek çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun
koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına
gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma
yetkisinin devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde
düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu,
yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla
düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da
bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme
organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme
yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM kararlarını dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da
farklı kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise, “Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini
öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul
edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, ülkemizde idare hukukunun
temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke
uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.”
Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu
yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre,
“Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut
vermektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların
toplumun hangi tür gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi
usuller uygulanarak sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir.
Ayrıca, idarenin toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve
ayrıcalıklarını kullanması ve bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri
üzerinde olumsuz etkiler de doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi
sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı, Anayasaya
aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir şekilde düzenlemediği bir
konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa ile düzenlenmeyen bir alanda
faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan aldığı bir yetkiye
dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771 sayılı Kanun öncesinde bunun
iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri Cumhurbaşkanının başkanlığındaki
Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluş ve
çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Yasal idare
ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve işlemlerinin kanuna uygun
olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme yetkisi ve görevi Anayasa
ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” diyerek bu hususu
belirtir (Bkz., Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Ancak bu durum, Fransa’da olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme
alanlarına sahip olduğu, yani her bir organın düzenleme yapacağı konuların
açıkça sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı
kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan çıkmamaktadır. Bir başka
deyişle; Anayasa, cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin olarak özerk bir
normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir alanda her zaman yasa
çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” (madde 104/17) O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM
yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk kaydıyla asli düzenleme
yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna bulunmadan, TBMM’ye ait
bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın cumhurbaşkanı kararnamesi
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son).
Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her
ne kadar, Anayasa, idarenin kanuniliği ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği noktasında son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Ezcümle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın
varlığından söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması
gerekir. 2. İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel
kurala istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı
değiştirmek anlamına geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla
genişletilemez; yani, yorum yoluyla genel kural istisna getirilemez. 5. Genel
kuralın geniş yorumlanması esası benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar
yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı
değiştirir, oysa onu değiştirme salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz.,
Kemal Gözler, Yorum İlkeleri, http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir makama
ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür (Bkz. R. Cengiz
Derdiman, Yusuf Uysal, Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler değildir.
Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin konular”la
sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların yasaya eşdeğer, yasayla aynı
düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi, kanunların
uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir yetkidir.
Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” şeklindeki düzenlemeler,
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer olmadığının bir başka açık
delilidir. Bu düzenlemelerden CBK ile düzenleneceği belirtilen konuların
yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan
değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın
konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar
hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir
sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında “Kamu
tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur”
denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bununla
birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır” (md.104/fıkra 17 son)
kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu tüzelkişiliği CBK ile
kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin
konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev
süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenleneceğini hüküm altına almıştır (m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi,
Anayasadan tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten
kaldırılmış; onun yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılabileceği yukarıda
belirtilen istisnai işlemler, kaynağını doğrudan Anayasadan alan yürütme işlemi
niteliğinde kabul edilmelidir. Ancak bu tür cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
de, aynı konuda kanun çıkarması durumunda hükümsüz kalacakları Anayasa’nın amir
hükmüdür (m.104/17).
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu yöneticilerini
atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9). Ancak, md.104/17
gereğince, TBMM, bu konuları da yasa ile düzenleyebilir.
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları şu şekilde
açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme
yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise,
cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili
ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade
edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin gerektirdiği
hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden
herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CBK çıkarılması mümkün
olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular
dışında CBK ile düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı:
13/5/2020 – 31126, §9 .Aynı yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K.
T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
2) İkinci olarak CBK’leri “Anayasanın ikinci kısmının birinci
ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle
dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili konularda
düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını ilgilendiren
hususlarda yasa olmaksızın CBK’lerin devreye girmesi engellenmek istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken soru, sosyal ve ekonomik
haklar ve ödevlerin tamamının CBK ile düzenlenip düzenlenemeyeceğidir. Sadece
yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir değerlendirme bu soruya olumlu
cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı fıkradaki diğer hükümler ve
anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları dikkate alınarak, Anayasanın
bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla belirtildiği üzere, “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede yasayla düzenlenmesi
kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde “Öğrenim
hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde “Sendika
kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde
Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu olanlara
getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve
tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla
belirtilen konuların CBK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir
düzenleme yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev
için kanun kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen
sosyal ve ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir.
Örneğin konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda,
dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece
bir düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama
ayrımı dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür.
AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi
gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., Anayasa
Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre “Kural olarak,
kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli
olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel
ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu
nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve
benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları
gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa
koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının
temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin
hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM
ayrıca, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları
örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi, yasayla
düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla
yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme
öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”,
127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri,
yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128.
maddesindeki “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin
yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri
buna örnek oluşturur. Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla
iç içe geçme riskini içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü
Anayasanın 104/9. maddesi cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu
yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin
usul ve esasları … düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin
yetiştirilme usul ve esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak
düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir :
“... Anayasa’da münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Ancak Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin
özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72,
6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda
Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir
veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile
açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri
uygulanmakta, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir.
Bu hükümler açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “ ... KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir.
Dolayısıyla KHK ile açıkça düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin
on yedinci fıkrasının dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E.S.: 2019/78, K.S.: 2020/6, K.T.: 23/1/2020, R.G. Tarih –
Sayı:13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre, “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CBK ile
değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda
olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün
değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce 2/7/2018
tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla
Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve yasa gücünde
kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
2. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasa Mahkemesi, bu denetimi nasıl ve hangi çerçevede
yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CBK’nın Anayasada CBK ile
düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği yani yetki
yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı dışında bir konuyu
düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CBK’nın yetki
kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez düzenlemenin esas bakımından
Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne kadar
Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya
uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17.
fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi
Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nın örneğin kanunun açıkça
düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur:
“Dava konusu kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı Cetvel’e bazı eklemeler
yapmak suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Kanunları
değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında bulunduğu ve 6771 sayılı
Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı bir düzenleme
öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil yasama yetkisine
ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104. maddesinin on
yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM, E.S.: 2018/55;
K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’ların denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’ların önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın
104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede
CBK’nın bir özgürlük ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı
olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer
verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir :
“CBK’ların ... konu
bakımından yetki kurallarına uygun olarak çıkarılması gerekmektedir. Aksi
takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile bu düzenlemelerin
Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez. Dolayısıyla CBK’ların yargısal
denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasında
belirtilen konu bakımından yetki kurallarına uygunluğunun ele alınması gerekir.
Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık tespit edilmemesi durumunda ise bu
defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K.
T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’ların özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden bir CBK
hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’larda yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’da öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa,’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız
olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık
nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu
anlamına gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa
değişikliğiyle ortaya çıkan yeni anayasal düzende, her ne kadar cumhurbaşkanlığı
kararnamesi adı altında yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da, bu
yetkinin, gerek çerçevesinin belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde
gerekse Anayasa’nın değinilen Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp
kullanılmadığı konusunda AYM tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk
denetimi, temel bir önem kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına
ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip edilmediğine ilişin bir ortak
bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde
6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Bu itibarla, erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin
bir denetim olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp
kalmadıklarına ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun
şekilde kullanılıp kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin “Anayasanın sözüne
ve ruhuna uygun” olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına
gelmektedir. Kısaca, AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi
vesilesiyle yapacağı gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği
ölçütler, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda
belirleyici olacaktır.
Hal böyleyken, Anayasa Mahkemesi; anayasal hukuk devletinin
varlığı açısından 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası ivedilikle ele alınması
gereken cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hukuki rejimi konusuyla ilgili ilk
kararlarını, ancak ellinin üzerinde cumhurbaşkanlığı kararnamesi Resmi
Gazete’de yayınlandıktan ve bunların birçoğuyla ilgili olarak da iptal davası
açıldıktan sonra vermiştir. 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9
Temmuz 2018’de Resmî Gazete’de yayınlanması sonrasında, AYM’nin bir
cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin iptal davasıyla ilgili olarak verdiği
hükmü Resmi Gazete’de görebilmek için, 13 Mayıs 2020 tarihine kadar beklemek
gerekmiştir. Oysa bu bağlamda açılan iptal davalarında, sistematik şekilde,
iptali istenen cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasal çerçeve ile
belirlenmiş kayıtlar içinde yer almadığı somut öğeleri ile ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı
verilmesi de ayrıca talep edilmiştir. AYM’nin çok uzun bir süreye yayılmış bu
anlaşılamaz atıllığı sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok cumhurbaşkanlığı
kararnamesi düzenlemesi bugün yürürlükte bulunduğu gibi, Anayasa’ya aykırı
kararnamelerin sayısı da günbegün artmıştır. AYM’nin öncelikli mesele olarak
ivedi şekilde çoktan çözmüş olması gereken bu yetki meselesinin karara
bağlanmadığı her yeni gün, Türkiye’de anayasasızlaşma ivme kazanarak derinleşmiş,
hukuk devleti ve demokrasi onulmaz yaralar almaya devam etmiş, bir anayasal
düzenin yürürlükte olduğundan söz etmek güç hale gelmiştir. AYM’nin 13 Mayıs
2020 tarihinde Resmi Gazete’te yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle
ilgili ilk iptal kararı, yukarıda yapılan tespitlerin haklılığını göstermekte,
önünde derdest durumda olan iptal davalarıyla ilgili olarak hızla karar verme
gerekliliğinin anayasal düzen açısından taşıdığı belirleyici önemi teyit
etmektedir (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 –
31126).
Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın kendisine
verdiği görev ve ödev uyarınca, anayasal ve siyasal tahribatın daha da fazla
büyümesine engel olacak şekilde, bugüne kadar iptal davası konusu olan tüm
cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili olarak ivedi şekilde
gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi gerekmektedir.
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre : “Anayasa’nın 2.
maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini
bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ilişkin
(ve özellikle de bunların konu bakımından yetkisizliğine dayalı) iptal
başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar uzun süreler karara bağlanmamış
şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin verdiği hukuk devleti tanımındaki
her bir unsurun adeta dondurulması anlamına gelmekte; yürütmeyi, dolaylı
olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı
kararnameleriyle düzenleme refleksi konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın bu temel
hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı kararnamelerine
ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir gerekliliktir.
Yeniden dikkat çekilmesi gereken bir husus da, gerekçe
sorunudur: hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması, hukukun
genel ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. Salt bu gerekçesizlik özelliği dahi,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin taşıdığı
önemi göstermektedir.
B. 68 SAYILI SANAYİLEŞME İCRA KOMİTESİ HAKKINDA CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMESİ’NİN 4. MADDESİNİN 3. FIKRASININ (e) BENDİNİN ANAYASA’YA AYKIRILIĞI
68 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesi ile kurulan
Sanayileşme İcra Komitesinin oluşumu, görev ve yetkileri belirlenmiştir. Söz
konusu maddenin 3. fıkrası ile Komitenin görev ve yetkileri düzenlenmiştir. Bu
görev ve yetkiler arasında (e) bendi ile de ülke açısından kritik öneme sahip
şirketlerin ortaklık yapılarında, yurtiçi üretimin sürekliliğini ve ulusal
güvenliği riske atabilecek değişikliklere ilişkin yapılacak işlemler konusunda
karar alma yetkisi Komiteye verilmiştir. Söz konusu yetki, aşağıda açıklandığı
üzere Anayasa’nın birden fazla maddesine aykırılık taşımaktadır.
a. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Söz konusu düzenleme, yetki yönünden Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri için çizilen anayasal çerçeveyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 104.
maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 104/17 maddesine göre Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevlerle ilgili
konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yapılamaz. Anayasanın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile 48. maddesinde düzenlenen
sözleşme hürriyeti de, m.104/17 uyarınca, cumhurbaşkanlığı kararnamesinin düzenleme
alanı dışında kalan bir konudur.
68 sayılı CBK’nın 4. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi ile
yapılan düzenleme, esas itibariyle Sanayileşme İcra Komitesine, ülke için
kritik öneme sahip şirketlerin ortaklık yapılarındaki değişikliklere ilişkin
yapılacak işlemler hususunda, bu işlemlerin yurtiçi üretimin sürekliliğini ve
ulusal güvenliği riske atabileceğine ilişkin Sanayileşme İcra Komitesince bir
kanıya varılmışsa, menfi veya müspet yönde karar alma yetkisi tanımaktadır. Bir
diğer deyişle yapılan bu düzenleme ile yurtiçi üretimin sürekliliğini sağlama
veya ulusal güvenliği riske atabileceği gerekçesi ile Sanayileşme İcra
Komitesince şirketlerin ortaklık yapılarındaki değişimlere izin verilmeyebilir,
bunların başka şirketlerle birleşmesine, bu şirketlerin hisselerinin başka kişi
veya kurumlara satışına onay verilmeyebilir. Yukarıda da tanımlandığı gibi
düzenleme, kurulmuş bir şirketin birleşmesi, satılması, ortaklık yapılarında
değişim, hisselerinin el değiştirmesi gibi durumlar halinde bu işlemlerin hukuki
olarak geçerli olup olmayacağına ilişkin olarak bir kamu kurumuna yetki
vermektedir. Bu düzenleme, kişilerin veya kurumların mülkiyet hakkıyla ve
sözleşme hürriyetleriyle ilgili bir konudur ve bu alanda yürütmeye verilecek
yetki ve görevlerde mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ele
alınması gereken bir konudur. Söz konusu haklar, Anayasanın 35. ve 48.
maddeleri ile doğrudan ilişkili olan hükümlerdir. Mülkiyet hakkını düzenleyen
Anayasa’nın 35. maddesi bu alanda hakkın kullanımını, kısıtlanmasını düzenleyen
işlemler ve kararlar açısından kanunilik ilkesini de özellikle vurgulamaktadır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi de,
mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğini ifade etmektedir. İptale konu
olan düzenleme ile Sanayileşme İcra Komitesi, “yurtiçi üretimin sürekliliğini
ve ulusal güvenliği riske atabilme” gibi hukuki olarak belirliliği tartışmalı,
öznel olarak tanımlanmaya imkân sağlayan, bütünüyle keyfîliğe açık bir ibare
üzerinden ve sınırsız bir yetki ile donatılmış şekilde, herhangi bir yargı
kararı da olmaksızın özel teşebbüslerin ortaklık paylarındaki her türlü
değişikliğe ilişkin olarak koşulları, sınırları, kapsamı ve içeriği belli
olmayan tedbirler alabilecektir. Dolayısıyla, yürütmeye verilen yetki ile bu
hakkın kullanımını maddi ve şekli anlamlarda anlaşılacak kanunilik ilkesine
aykırı şekilde sınırlayıcı nitelikte olan bir düzenleme söz konusudur ve bu
düzenlemenin, Anayasa’nın 35. maddesine aykırılık teşkil ettiği açıktır.
İhtilaflı düzenleme, yine Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerin sınırlanma
koşullarına ilişkin 13. maddesi uyarınca ancak kanunla sınırlanabilecek olan
sözleşme hürriyetini de, aynı sebeplerle maddi ve şekli anlamdaki kanunilik
ilkesine aykırı şekilde sınırlamaktadır.
Mülkiyet hakkı, yukarıda da belirtildiği üzere kişi hak ve
hürriyetlerden olup Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında belirtilen ve
CBK ile düzenleme yapılamayacak olan Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri arasında
yer almaktadır. Madde 48, CBK ile düzenlemeye yasaklanan bölümde yer almıyor
olsa da, iptale konu olan müdahale yetkisi, düzenleme çerçevesini aşarak
sınırlama yetkisini kapsamına aldığından, madde 104/17’nin CBK için çizdiği
çerçevenin dışında kalmaktadır. Aslında bütün anayasal hak ve özgürlükler için
geçerli olan madde 13’ün, sınırlamanın “ancak kanunla” yapılabileceğini
öngörmüş olması, madde 104/17’de CBK için öngörülen “düzenleme yetkisi”nin
sınırlama eşiğine varamayacağını göstermektedir.
Genel olarak ifade etmek gerekirse; düzenleme konu ve kapsamı
kişi hak ve özgürlüklerini ilgilendiren bir CBK’nın Anayasaya uygun olduğundan
söz edilemez. Oysa, iptali talep edilen madde ile Anayasa’nın 104. maddesindeki
sınır aşılmış ve kişi hak ve hürriyetlerine ilişkin alanda düzenleme
yapılmıştır. Bu nedenle söz konusu maddenin iptali gerekir.
İkinci olarak, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında
CBK’ların düzenlenmesine ilişkin ikinci bir sınırlama getirilmiştir. Bu da
münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken konularda CBK’nın çıkarılamayacağına
ilişkin sınırlamadır.
Anayasa’nın 104/17. maddesinde geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi de, Anayasa’da salt
bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin konu bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli
olduğunu ifade etmiştir: “... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak
Anayasa’da hangi konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir
hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik
içtihadında anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu
kapsamda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir... Buna göre Anayasa’da kanunla
düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi
bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G.
Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, yukarıda da belirtildiği üzere
Anayasa’nın 35., 48. maddeleri ve temel hak ve hürriyetlerin sınırlanma
koşullarına ilişkin 13. maddesi kapsamındadır.
Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkı ve 48.
maddesinde öngörülen sözleşme özgürlüğü temel hak ve hürriyetlerden olduğundan
hem 35. maddede hem de Anayasa’nın 13. maddesinde belirtildiği üzere ilgili
maddelerde tanımlanmış olan hak ve hürriyetler sadece kanun ile düzenlenebilir
veya sınırlandırılabilir.
Bu nedenle Sanayileşme İcra Komitesi tarafından ülke için kritik
öneme sahip şirketlerin ortaklık yapılarında, yurtiçi üretimin sürekliliğini ve
ulusal güvenliği riske atabilecek değişikliklere ilişkin yapılacak işlemler
konusunda karar alma, temel ve kişisel hak ve özgürlükleri, sınırlama sonucu da
doğuracak bir düzenlemeye tabi tutması nedeniyle Anayasa’nın 35., 48. ve 13.
maddeleri uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki münhasıran kanunla
düzenleme yapılması öngörülmüş alanlarda CBK ile düzenleme yapılamayacağından
68 sayılı CBK’nin 4. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi, bu yönüyle de
Anayasa’ya aykırıdır, iptali gerekir.
Üçüncü olarak, Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda
açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. Elbette CBK’lerin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnamelerle yasaları değiştirebilirken CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak,
Anayasa’nın 104. maddesinin onyedinci fıkrasının herhangi bir tartışmaya açık
olmayan belirgin hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir
yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
İptal davasına konu olan 68 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 4. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendindeki düzenleme, özünde
şirketlerin birleşme, satış, bölünmesi gibi ortaklık paylarındaki değişimlerle
ilgilidir. Bu çerçevede şirketlerde bu tür yapısal değişiklikler, 6102 sayılı
Türk Ticaret Kanunu ("TTK") uyarınca şirketlerin birleşmeleri,
bölünmeleri veya satışları vasıtasıyla gerçekleşebilmektedir. 13/1/2011 tarih
ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş
konulardır. 6102 sayılı Kanunun İkinci Kitap Ticaret Şirketleri Birinci Kısım
Genel Hükümler bölümünün (F) Birleşme, bölünme ve tür değiştirme başlığı
altında 134 ila 194. maddelerinde detaylı bir biçimde tanımlanmıştır. Söz
konusu maddelere bakıldığında çeşitli türlerdeki şirketlerin ortaklık
paylarında “birleşme, bölünme, tür değiştirme” halleri ile şirket hisselerinin
devri gibi hallerde kanunla detaylı bir düzenleme yapılmıştır. Söz konusu kanun
maddelerinin haricinde TTK’nın 210. maddesi ile kamunun düzenleme denetleme
yetkisi düzenlenmiştir. Söz konusu madde şu şekildedir:
“H) Gümrük ve Ticaret Bakanlığının düzenleme ve denetleme
yetkisi
MADDE 210- (1) Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bu Kanunun ticaret
şirketlerine ilişkin hükümlerinin uygulamasıyla ilgili tebliğler yayımlamaya
yetkilidir. Ticaret sicili müdürlükleri ve şirketler bu tebliğlere uyarlar.
Ticaret şirketlerinin, bu Kanun kapsamındaki işlemleri, Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı denetim elemanları tarafından denetlenir. Bu denetimin ilkeleri ve
usulü ile denetime tabi işlemler Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.
(2) Diğer bakanlık, kurum, kurul ve kuruluşlar, ancak
kendilerine kanunla tanınan yetkinin sınırları içinde kalmak şartıyla ve
öngörülen amaç, konu ve şekle tabi olarak şirketlere ilişkin düzenlemeler
yapabilir.
(3) Kamu düzenine veya işletme konusuna aykırı işlemlerde veya
bu yönde hazırlıklarda ya da muvazaalı iş ve faaliyetlerde bulunduğu belirlenen
ticaret şirketleri hakkında, özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla,
Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca, bu tür işlem, hazırlık veya faaliyetlerin
öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde fesih davası açılabilir.”
Görüldüğü üzere 6102 sayılı Kanunun 210. maddesinin ikinci
fıkrasında kamusal denetim ve düzenleme yetkisinin sınırları çizilmiştir. Bu
denetim ve incelemelerin özellikle kanunilik ilkesine dayanması gerektiği de
açıkça ifade edilmiştir.
Yine söz konusu 6102 sayılı Yasanın çeşitli türdeki şirketler
için yukarıda da belirtilen genel olarak ortaklarının paylarının değişimi ile
ilgili kanuni düzenlemelerin (TTK’nın 134 ila 194. maddeleri arasındaki
hükümler) yanı sıra Türk Ticaret Kanunu’nda anonim şirketler için devlet
denetimi ve gözetimine dair özel düzenlemeler de yapmıştır. Kanunun buna
ilişkin 333. maddesi ile 453. maddesi şöyledir:
“V - Devletin gözetimi
1. İzin
MADDE 333- (1) Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca yayımlanacak
tebliğle, faaliyet alanları belirlenip, ilan edilecek anonim şirketler Gümrük
ve Ticaret Bakanlığının izni ile kurulur. Bu şirketlerin esas sözleşme
değişiklikleri de aynı Bakanlığın iznine bağlıdır. Bakanlık incelemesi sadece
kanunun emredici hükümlerine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden
yapılabilir. Bunun dışında hukuki konumu, niteliği ve işletme konusu ne olursa
olsun anonim şirketin kuruluşu ve esas sözleşme değişiklikleri herhangi bir
makamın iznine bağlanamaz.”
“I - Gümrük ve Ticaret Bakanlığının izni ve genel kurul kararı
MADDE 453- (1) Genel kurul, esas sözleşmenin değiştirilmesi için
toplantıya çağrıldığı takdirde; 333 üncü madde uyarınca Gümrük ve Ticaret
Bakanlığının izninin alınmasının gerekli olduğu şirketlerde izni alınmış, diğer
şirketlerde, yönetim kurulunca karara bağlanmış bulunan değişiklik taslağının,
değiştirilecek mevcut hükümlerle birlikte 414 üncü maddenin birinci fıkrasının
birinci cümlesinde belirtildiği şekilde ilanı gerekir. Genel kurulun kararına
421 inci maddede öngörülen nisaplar uygulanır.”
Yine halka açık şirketler açısından da özel bir düzenleme yapan
6/12/2012 tarih ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 23. maddesinde de
şirketlerin ortaklık paylarındaki değişimler hususundaki Sermaye Piyasası
Kurulu’nun gözetim ve denetim görev ve yetkileri belirtilmiştir. Madde
şöyledir:
“Ortaklıkların önemli nitelikteki işlemleri
MADDE 23- (1) (Değişik:20/2/2020-7222/25 md.) Halka açık ortaklıkların
birleşme, bölünme işlemlerine taraf olması, tür değiştirmesi, imtiyaz öngörmesi
veya mevcut imtiyazların kapsam veya konusunu değiştirmesi gibi yatırımcıların
yatırım kararlarının değişmesine yol açacak ortaklığın yapısına ilişkin temel
işlemler bu Kanunun uygulanmasında önemli nitelikte işlem sayılır. Kurul,
önemli nitelikteki işlemleri, önemlilik ölçüsü de dâhil olmak üzere bu
nitelikteki işlemlerde bulunulabilmesi veya kararların alınabilmesi için
uyulması zorunlu usul ve esasları, halka açık ortaklıkların niteliğine göre
belirlemeye yetkilidir.
(2) Kurul, birinci fıkra çerçevesinde düzenlenen zorunluluklara
uyulmaksızın gerçekleştirilen işlemlerin ortadan kaldırılmasına yönelik Kurul
kararının tebliği tarihinden itibaren otuz gün içinde işlem öncesi durumun
aynen sağlanmaması hâlinde idari para cezası verebilir ve bu işlemlerin iptali
için 6102 sayılı Kanunun genel kurul kararlarının iptaline ilişkin hükümleri
çerçevesinde dava açabilir.”
Yine 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 26. maddesinde
de sözleşme özgürlüğü tanımlanmıştır. Madde şöyledir:
“I. Sözleşme özgürlüğü
MADDE 26- Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen
sınırlar içinde
özgürce belirleyebilirler.”
Görüldüğü üzere şirketler açısından ortaklık paylarındaki
değişimleri de içeren sözleşme değişiklikleri açısından sınırlama veya
kısıtlama getirilmesinde kanunilik ilkesi bir zorunluluk olarak tanımlanmıştır.
Dolayısıyla, 68 sayılı CBK ile kurulan Sanayileşme İcra
Komitesinin yurtiçi üretimin sürekliliğinin sağlanması ve ülke güvenliği adına
şirketlerin ortaklık paylarına ilişkin değişimler hususunda karar alma yetkisi,
6098, 6102 ve 6362 sayılı Kanunların yukarıda belirtilen hükümleri ile
çelişmektedir.
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, yasayla düzenlenmiş bir konuda
düzenleme yapamaz, kanunlara aykırı bir düzenleme yapamaz. Anayasa Mahkemesi’ne
göre de; kanunla açıkça düzenlenmiş bir alanda cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamayacağı hükmünü, söz konusu alandaki kanun eliyle dahi bu tür bir
yetkinin cumhurbaşkanlığı kararnamesine tanınamayacağı şeklinde anlamak gerekir
(bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5, K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 –
31126, §21). Bir CBK ile kanunlarla düzenlenmiş bir alanda, yapılan bu
düzenleme, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında belirlenen çerçeveyi
ihlal etmektedir, iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 68 sayılı CBK’nin 4. maddesinin
üçüncü fıkrasının (e) bendi, Anayasa’nın, 104. maddesine aykırı olması
nedeniyle iptali talep edilmektedir.
b) Anayasa’nın 13. ve 35. Maddelerine aykırılık
68 sayılı CBK’nın 4. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi ile
yapılan düzenleme, esas itibariyle Sanayileşme İcra Komitesine, ülke için
kritik öneme sahip şirketlerin ortaklık yapılarındaki değişikliklere ilişkin
yapılacak işlemler hususunda, bu işlemlerin yurtiçi üretimin sürekliliğini ve
ulusal güvenliği riske atabileceğine ilişkin olarak Sanayileşme İcra
Komitesince bir kanıya varılmışsa, menfi veya müspet yönde karar alma yetkisi
tanımaktadır. Bir diğer deyişle yapılan bu düzenleme ile yurtiçi üretimin
sürekliliğini sağlama veya ulusal güvenliği riske atabileceği gerekçesi ile
Sanayileşme İcra Komitesince şirketlerin ortaklık yapılarındaki değişimlere
izin verilmeyebilir, bunların başka şirketlerle birleşmesine, bu şirketlerin
hisselerinin başka kişi veya kurumlara satışına onay verilmeyebilir. Yukarıda
da tanımlandığı gibi düzenleme, kurulmuş bir şirketin birleşmesi, satılması,
ortaklık yapılarında değişim, hisselerinin el değiştirmesi gibi durumlar
halinde bu işlemlerin hukuki olarak geçerli olup olmayacağına ilişkin bir kamu
kurumuna yetki vermektedir. Bu düzenleme, kişilerin veya kurumların mülkiyet
hakkıyla ve sözleşme hürriyetleriyle ilgili bir konudur ve bu alanda yürütmeye
verilecek yetki ve görevlerde mülkiyet hakkı çerçevesinde ele alınması gereken
bir konudur. Söz konusu haklar, Anayasanın 35. maddesi ile doğrudan ilişkili
olan hükümlerdir. Mülkiyet hakkını düzenleyen Anayasa’nın 35. maddesi bu alanda
hakkın kullanımını, kısıtlanmasını düzenleyen işlemler ve kararlar açısından
kanunilik ilkesini de özellikle vurgulamaktadır. Anayasa’nın 35. maddesinde
tanımlanan mülkiyet hakkı, temel hak ve hürriyetlerden olduğundan hem 35.
maddede hem de Anayasa’nın 13. maddesinde belirtildiği üzere bu maddelerde
tanımlanmış olan hak ve hürriyetler sadece kanun ile düzenlenebilir veya
sınırlandırılabilir. Bu nedenle, Sanayileşme İcra Komitesi tarafından ülke için
kritik öneme sahip şirketlerin ortaklık yapılarında, yurtiçi üretimin
sürekliliğini ve ulusal güvenliği riske atabilecek değişikliklere ilişkin
yapılacak işlemler konusunda karar alma konusunun, temel bir hak olan mülkiyet
hakkını sınırlandırması nedeniyle Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri uyarınca
kanunla düzenlenmesi gerekir. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1
no’lu Protokol’ün 1. maddesi de, mülkiyet hakkının ancak kanunla
sınırlanabileceğini ifade etmektedir.
İptale konu olan düzenleme ile Sanayileşme İcra Komitesi,
“yurtiçi üretimin sürekliliğini ve ulusal güvenliği riske atabilme” gibi hukuki
olarak belirliliği tartışmalı, öznel olarak tanımlanmaya imkân sağlayan,
bütünüyle keyfîliğe açık bir ibare üzerinden ve sınırsız bir yetki ile
donatılmış şekilde, herhangi bir yargı kararı da olmaksızın özel teşebbüslerin
ortaklık paylarındaki her türlü değişikliğe ilişkin sınırları, kapsamı ve
içeriği belli olmayan tedbirler alabilecektir. Dolayısıyla, yürütmeye verilen
yetki ile bu hakkın kullanımını maddi ve şekli anlamdaki kanunilik ilkesine
aykırı şekilde, demokratik toplum düzeninde gerekli olmayan ve herhangi bir
ölçülülük mülahazasından da bağışık şekilde sınırlayıcı nitelikte olan bir
düzenleme söz konusudur ve bu düzenlemenin, Anayasa’nın 35. maddesi ile 13.
maddesine aykırılık teşkil ettiği açıktır.
c) Anayasa’nın 13. ve 48. Maddelerine Aykırılık
Yine Anayasa’nın 48. maddesinde, sözleşme hürriyeti
öngörülmüştür. Anayasa’ya (m.48) göre, “Herkes, dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. “Devlet,
özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır”.
Anayasa’da aynı madde kapsamında hem özel girişim özgürlüğü hem de sözleşme
özgürlüğü düzenlenmektedir. İkisi arasında bir ilişkinin varlığı da bir
gerçektir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Sözleşme özgürlüğü, özel hukuktaki
irade özerkliği ilkesinin Anayasa hukuku alanında dayanağıdır. Özel hukukta
irade özerkliği, kişilerin yasal sınırlar içerisinde istedikleri hukuki sonuca
bu yoldaki iradelerini yeterince açığa vurarak ulaşabilmelerini ifade
etmektedir. Anayasa açısından sözleşme özgürlüğü ise Devlet’in, kişilerin
istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin
belli hukuki sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların
iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve
koruması demektir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini
özgür iradeleriyle düzenlemekte serbesttir. Anayasa’da koruma altına alınan
sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma özgürlüğünün yanı sıra, yapılan sözleşmelere
dışarıdan müdahale yasağını ve sözleşme hükümlerinin esas alınmasını da içerir”
(AYM, E.2004/87-K.2009/5. RG; 05.03.2009, sayı:27160). Yine Yargıtay’a göre de,
“Genel olarak özel hukuk alanında diğer kişilerle olan ilişkilerini hukuk
düzeni içinde kalmak şartıyla diledikleri gibi düzenler, diledikleri konuda,
diledikleri ile sözleşme yapabilirler. Bu olanak Anayasa ve Borçlar Kanunun da
öngörülen sözleşme özgürlüğü (Akid Serbestisinin) ile teminat altına alınmıştır.
Bu sözleşme özgürlüğü çerçevesinde kişiler kanun tarafından düzenlenmiş olan
sözleşme tiplerinden ayrı karma veya nev’i şahsına münhasır sözleşmeler yapmak
ve bunların koşullarını diledikleri gibi tespit etmek, buyurucu ve yasak koyan
kurallara, ahlak ve adaba aykırı olmamak şartıyla Kanun tarafından düzenlenmiş
olan sözleşme fizyonomisini (tipini) değiştirmek ve konusunu yasal sınırlar
içinde tayin etmek hakkına haizdirler”( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
10.12.2003 tarihli ve E.2003/4-693-K.2003/740 sayılı kararı.)
İptali talep edilen düzenleme ile sözleşmelerin kapsamının
değiştirilmesi anlamına gelen ortaklık paylarındaki değişime yürütme organının
ön izninin getirilmesinin, yukarıda belirtilen sözleşme özgürlüğünü zedeleyici
bir düzenleme olarak tanımlanması gerekir. Öncelikle, Sözleşme özgürlüğünün
sınırlandırılması hususunda kamusal bir organın müdahalesi mümkün olabilir
ancak bu müdahale veya sınırlama, yasa ile düzenlemek zorunluluğundadır. Zira,
sözleşme özgürlüğü Anayasa’da (m.48) temel hak ve özgürlükler arasında yer
almakta olup, gene Anayasa’ya (m.13) göre, “..ancak kanunla sınırlanabilir”. Bu
itibarla, Anayasa’nın 48. maddesinin 2. fıkrasındaki “Devlet, özel
teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır”
hükmü, Anayasa’nın sistematik yorumu çerçevesinde kanunilik ilkesine uygun
şekilde anlaşılmak gerekir. Kanunilik ilkesinin sınırları açısından da
Anayasa’nın 48. maddesinde düzenlenen sözleşme özgürlüğüne kamunun müdahaleleri
ile getirilen sınırlamaların sınırı konusunda Anayasa’nın 2. maddesinde yer
alan hukuk devleti ilkesi gereği hukuki güvenlik ve sözleşmeye bağlılık (ahde
vefa- pacta sunt servanda) ilkeleri dikkate alınmalıdır. Oysa, iptali talep edilen
düzenleme, yasa dışında bir CBK ile düzenlenerek Anayasa’da tanımlanan sözleşme
özgürlüğünü zedelemiştir. Anayasa’nın 48. maddesinde tanımlanan sözleşme
özgürlüğünün sınırlandırılması açısından kanunilik ilkesi çerçevesinde
Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında ancak kanun ile düzenlenme yapılması
gerekirken bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kamu tüzel kişiliği bile
olmayan bir kurula sözleşme özgürlüğünü ortadan kaldıran bir yetkinin
verilmesi, hakkın özünü zedeleyen ve Türkiye’nin borçlar hukuku ve ticaret
hukukuna ilişkin kanuni mevzuatına taban tabana zıt nitelikte bir düzenlemedir.
İhtilaflı düzenleme, ayrıca, Anayasa’nın 13. maddesinin sözleşme
özgürlüğünün sınırlanması açısından şart olarak öngördüğü demokratik toplum
düzeninde gerekli olma ve ölçülülük ölçütlerine açık şekilde aykırı olarak, söz
konusu özgürlüğün sınırlanması hususunda idareye tamamen keyfî mahiyette ve
çerçevesi çizilmemiş bir yetki tanımaktadır.
Bu nedenle Sanayileşme İcra Komitesine verilen bu yetki,
sözleşme özgürlüğünü kanunilik ilkesine, demokratik toplum düzeninde gerekli
olma ve ölçülü olma ölçütlerine aykırı şekilde sınırlaması itibariyle,
Anayasa’nın 48. ve 13. maddelerine aykırıdır ve iptal edilmek gerekir.
d) Anayasa’nın 7. Maddesine Aykırılık
Anayasa m.13., m.35, m.48 ve m.104/17 uyarınca kanunla düzenleme
yapılması öngörülen bir alanda ihdas edilen ihtilaflı Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi kuralı, yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığı ve
yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiği anlamına gelmektedir. Bu
nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırıdır ve iptal edilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin CBK iptal kararında açıkça belirttiği üzere, yasamanın
yetki alanına giren bir konuda yürütme düzenleme yapamaz (AYM, E.S.: 2018/55;
K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
e) Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 68 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (e) bendi ile
yapılan düzenleme, yukarıda belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmesi
öngörülen bir alanda düzenleme yapılması, yasalara aykırı olması ve bu şekilde
kanun koyucunun alanına müdahale edilmesi, yürütme tarafından anayasal
çerçevenin dışına çıkıldığını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 68 sayılı CBK’nin
4. maddesinin üçüncü fıkrasının (e) bendi, Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır, iptali gerekir.
f) Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırılık
Kişinin temel hak ve hürriyetlerine ve haklarla ilgili
düzenlemeler, hukuk devleti ilkesine aykırı olamaz. İnsan haklarına saygı
esasına dayalı Hukuk devleti ilkesi yürütmeyi, yasamayı hukuki yönden bağlayıcı
bir değere sahiptir.
Yukarıda sayılan sebeplerle her halükarda ilgili Anayasa
maddeleri çerçevesinde konu bakımından yetkisizlikle malül olan 68 sayılı
CBK’nın 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (e) bendindeki düzenleme, hukuk devleti
ilkesine ilişkin yerleşik Anayasa Mahkemesi kararları ışığında, hukuki
belirlilik ve güvenlik ilkelerine de aykırı bir düzenlemedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri belirliliktir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuk
kurallarını önceden bilmeleri, tutum ve davranışlarını bu kurallara göre
güvenle belirleyebilmeleri anlamını taşımaktadır. Belirlilik ilkesi yalnızca
yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir.
Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya
çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır. Bu ilkeye göre,
yasal düzenlemelerin herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde
açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılıdır. Birey belirli bir
kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını bilmelidir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre
belirlilik ilkesi, bireylerin hukuk kurallarını önceden bilmeleri, tutum ve
davranışlarını bu kurallara göre güvenle belirleyebilmeleri anlamını
taşımaktadır. (E.2017/43 K.2018/40, 2/5/2018). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
de, hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik
ilkeleri uyarınca; hukuk normlarının erişilebilir, öngörülebilir ve hukukun
üstünlüğü ilkesine uygun olmaları gerektiğini ifade etmektedir (AİHM, Ürper ve
Diğerleri/Türkiye, 20 Ocak 2010, başvuru no: 14526/07, §28).
Yürütme organı, kendisine tanınan cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarma yetisini kullanırken “Hukuk devleti” ilkesini esas almak zorundadır.
Oysa 68 sayılı CBK’nın 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (e) bendi ile CBK ile
kurulan Sanayileşme İcra Komitesine, özel teşebbüslerin faaliyet alanlarına
kamusal müdahale yetkisi getirilmektedir. Bu sınırlama yetkisiyle; kapsamı,
somut koşulları, çerçevesi ve içeriği belli olmayan bir biçimde kendisi
tarafından anayasal dayanağı olmayan bir tedbir uygulama yetkisine kavuşmaktadır.
Bu yetki, hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesini zedeleyici niteliktedir. Diğer
yandan söz konusu müdahalenin varlık gerekçesi olarak “yurtiçi üretimin
sürekliliğini sağlama” ile “ülke güvenliği” gibi kapsamı ve sınırları belli
olmayan ibarelerle, belirsiz, bir alan tanımlanmakta ve bu gerekçelerle
her türlü özel teşebbüsün birleşme, tür değiştirme, ortaklık paylarındaki
değişimleri gibi sözleşme değişikliklerine herhangi bir sınırlama ya da
keyfîliğe karşı koruyucu güvence olmadan yürütme tarafından yaptırım
getirebilme yetkisi öngörülmektedir. Bu da doğal olarak hukuk devletinin asli
ilkeleri olan hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin zedelenmesi anlamına
gelir ve bu nedenle söz konusu bendin iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 68 sayılı CBK’nın 4. maddesinin
üçüncü fıkrasının (e) bendi, Anayasanın 2., 7., 8., 13., 35., 48. ve 104.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme organına,
dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi tanınmıştır.
Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu yetkinin, anayasal
sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve yasama yetkisinin
devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7. maddeleri gereği olup,
örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk devletinin yaşama
geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü yetkilerle
donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının anayasada
kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler yapması,
demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme mekanizmalarını
işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CBK ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. İptali istenen
kuralların tamamı, Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu nedenle ultra
vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle
incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk sisteminden
ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin devamlılığı
bakımından hayati önem taşımaktadır.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkânsız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın çerçevesini
ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus) belirlemiş
olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu çerçevede
Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin
ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki yapılanmasının
çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep olmaktadır.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman
diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal
ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no: 28749/18,
10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki
çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
İptali istenen ihtilaflı düzenleme, Anayasa’nın yukarıda sayılan
maddelerinde ifadesini bulan şekli ve maddi anlamda kanunilik ilkesine açık
şekilde aykırılık taşırken, borçlar hukuku ve ticaret hukukunun temellerini
oluşturan mülkiyet hakkını ve sözleşme özgürlüğünü de vahim bir barizlikle
ihlal etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa dışı paralel bir hukuk(suzluk)
düzeni yaratmaya yönelik olarak sistematik şekilde çıkarılan konu bakımından
yetkisizlikle malül, şekli ve maddi anlamda kanunilik ilkesine aykırı, temel
hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal ve uluslararası mevzuat hükümlerini açık
şekilde çiğneyen Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri konusunda vermediği her
yürürlüğü durduma kararı, anayasal hukuk devletinin yerleşik kurum ve
kurallarının geçici bir hukukilik kisvesi altındaki oldubittilerle sistematik
bir biçimde zedelenmesine ve giderek ortadan kaldırılmasına seyirci kalmak
anlamına gelmektedir. İhtilaflı düzenlemeye ilişkin olarak yürürlüğün
durdurulması kararının verilmesi gerekliliği, Türk hukuk düzeninin
temellerinden olan mülkiyet hakkına ve sözleşme özgürlüğüne yürütme tarafından
yapılan Anayasa’ya aykırı müdahalenin ağırlığı ölçüsünde açık ve ivedi bir
ihtiyaçtır.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
14/10/2020 tarihli ve 68 sayılı Sanayileşme İcra Komitesi
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin; 4. maddesinin 3. fıkrasının (e)
bendinin, Anayasa’nın, 2., 7., 8., 13., 35., 48. ve 104. maddelerine, aykırı
olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün
durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”