ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2020/87
Karar Sayısı:2022/44
Karar Tarihi:21/4/2022
R.G. Tarih - Sayı:2/8/2022 -
31911
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:
1. Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi (E.2020/87)
2. Nevşehir 1. Asliye Ceza Mahkemesi (E.2021/21)
İTİRAZLARIN KONUSU: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’na 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesiyle eklenen
geçici 5. maddenin (d) bendinin Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2. ve 38.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanıklar hakkında kumar oynanması için yer ve imkân
sağlama ile trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçlarından açılan davalarda
itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler,
iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı geçici 5.
maddesi şöyledir:
“Geçici Madde
5- (Ek:17/10/2019-7188/31 md.)
(1) Bu maddeyi ihdas eden Kanunla;
a) 102 nci maddede yapılan düzenleme, bu maddenin
yayımlandığı tarihten itibaren üç ay sonra uygulanır.
b) 236 ncı maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında
yapılan düzenleme uyarınca kurulması gereken merkezler, en geç 1/9/2020
tarihine kadar faaliyete geçirilir. Bu tarihe kadar mevcut uygulamaya devam
olunur.
c) 250 nci maddede düzenlenen seri muhakeme usulü ile 251
ve 252 nci maddelerde düzenlenen basit yargılama usulüne ilişkin hükümler,
1/1/2020 tarihinden itibaren uygulanır.
d) 1/1/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine
geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile
basit yargılama usulü uygulanmaz.
e) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla,
kovuşturma evresine geçilmiş dosyalarda kamu davasının açılmasının ertelenmesi
hükümleri uygulanmaz.
f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme,
bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek
koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş
kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde,
cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca
tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece
mahkemesince değerlendirilir.
g) 308/A maddesinde yapılan değişiklikle bölge adliye
mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazların incelenmesine ilişkin
getirilen usul, bu maddenin yayımlandığı tarihten önce itiraz yoluna başvurulup
reddedilmiş olan itirazlar hakkında uygulanmaz.
h) Aile mahkemeleri ile çocuk ve çocuk ağır ceza
mahkemelerinde görev yapan psikolog, pedagog ve sosyal çalışma görevlilerine
ilişkin düzenlemeler, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren altı ay sonra
uygulanır.”
II. İLK İNCELEME
A. E.2020/87 Sayılı Başvuru Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ ve Basri
BAĞCI’nın katılımlarıyla 10/12/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle sınırlama sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40.
maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa
Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve
mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen
kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise
bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde
veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte
bulunan kurallardır.
3. Başvuru kararında 5271 sayılı Kanun’un geçici 5.
maddesinin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma evresine geçilmiş, hükme
bağlanmış…” ibaresinin iptali talep edilmiştir.
4. Bakılmakta olan davanın konusu kumar oynanması için
yer ve imkân sağlama suçundan sanık hakkında verilen hükmün istinaf
incelemesine ilişkindir.
5. İtiraz konusu kural seri muhakeme usulünün yanı
sıra bakılmakta olan davanın konusu olmayan basit yargılama usulü yönünden de
geçerli, ortak kural niteliğindedir. Bu itibarla kuralın esasına ilişkin
incelemenin “seri muhakeme usulü” yönünden yapılması gerekir.
6. Açıklanan nedenle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’na 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 31.
maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma
evresine geçilmiş, hükme bağlanmış…” ibaresinin esasının
incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin anılan bentte yer alan “…seri
muhakeme usulü…” ibaresi yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
B. E.2021/21 Sayılı Başvuru Yönünden
7. Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA,
Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ,
Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin
MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın katılımlarıyla 3/3/2021 tarihinde yapılan
ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları
görüşülmüştür.
8. Başvuru kararında 5271 sayılı Kanun’un geçici 5.
maddesinin (d) bendinin iptali talep edilmiştir.
9. Bakılmakta olan davanın konusunu 1/1/2020 tarihi
itibarıyla kovuşturma aşamasına geçilmiş dosyalarda seri muhkeme usulünün
uygulanmaması oluşturmaktadır. Bu nedenle kuralda yer alan “…hükme
bağlanmış veya kesinleşmiş…” ibaresinin bakılmakta olan davada
uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
10. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendinde bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada
uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini
Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda iptali talep
edilen kuralların Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduklarının açıklanması
gerektiği belirtilmiş; anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir
şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının
Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle
reddedileceği hükme bağlanmıştır.
11. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de itiraz yoluna başvuran
mahkemenin gerekçeli kararında Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülen hükümlerin
her birinin Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunu ayrı
ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça göstermesi gerektiği ifade edilmiştir.
Yine İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde de Anayasa
Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin bulunduğunun tespit
edilmesi hâlinde itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye geçilmeksizin
başvurunun reddine karar verileceği belirtilmiştir.
12. Yapılan incelemede, itiraz yoluna başvuran Mahkeme tarafından
itiraz konusu kuralda yer alan “…basit yargılama usulü…” ibaresinin
hangi nedenlerle Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğunun gerekçeleriyle
birlikte açıkça gösterilmediği anlaşılmıştır.
13. Diğer yandan itiraz konusu kuralda yer alan “1/1/2020
tarihi itibarıyla…”, “…dosyalarda…” ve “… uygulanmaz.”
ibareleri seri muhakeme usulünün yanı sıra bakılmakta olan davanın
konusu olmayan basit yargılama usulü yönünden de geçerli, ortak kural
niteliğindedir. Bu itibarla kuralın kalan kısmının “kovuşturma aşamasına
geçilmiş” ibaresi ile sınırlı olarak incelenmesi ve esasa ilişkin
incelemenin “seri muhakeme usulü” yönünden yapılması gerekir.
14. Açıklanan nedenlerle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’na 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 31.
maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin;
A. (d) bendinde
yer alan “…hükme bağlanmış veya kesinleşmiş…” ibaresinin itiraz
başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı
bulunmadığından bu ibareye ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
REDDİNE,
B. (d) bendinde
yer alan “…basit yargılama usulü…” ibaresine ilişkin itiraz başvurusunun
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
yöntemine uygun olmadığından esas incelemeye geçilmeksizin REDDİNE,
C. (d) bendinin
kalan kısmının esasının incelenmesine, esas incelemesinin “…kovuşturma
evresine geçilmiş,…” ibaresi ile sınırlı olarak “seri muhakeme usulü”
yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. BİRLEŞTİRME KARARI
15. 4/12/2004 tarihli
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı
Kanun’un 31. maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma
evresine geçilmiş,…” ibaresinin “seri muhakeme usulü” yönünden
iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2021/21
sayılı davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2020/87 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2020/87 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine 3/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
16. Başvuru kararları ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
17. 5271
sayılı Kanun’un geçici 5. maddesinin (d) bendi 1/1/2020 tarihi itibarıyla
kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri
muhakeme usulü ile basit yargılama usulünün uygulanmayacağını öngörmektedir.
Anılan bentte yer alan “…kovuşturma
evresine geçilmiş, hükme bağlanmış…” ibaresi itiraz konusu kuralı
oluşturmakta olup kural “seri muhakeme usulü” yönünden
incelenmiştir. Kuralla 1/1/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş
veya hükme bağlanmış dosyalarda seri muhakeme usulünün uygulanmaması
öngörülmüştür.
18. Kural,
dosyaların ceza muhakemesinin ilerleyişinde bulunduğu aşamaları dikkate alarak
seri muhakeme usulünün uygulanmasını önlemektedir. Anılan Kanun’un 2. maddesinin (f) bendinde kovuşturmanın iddianamenin
kabulüyle başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade ettiği
belirtilmiştir. Kanun’un geçici 5. maddesinin itiraz konusu kuralın da yer
aldığı (d) bendinde ise kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya
kesinleşmiş dosyalardan söz edilmek suretiyle üçlü bir ayrım öngörülmüştür. Bu
ayrım dikkate alındığında anılan bentte kovuşturma kavramının iddianamenin
kabulüyle başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evre anlamında
kullanılmadığı açıktır.
19. İtiraz
konusu kuralın kanunlaşma süreci dikkate alındığında itiraz konusu “…hükme bağlanmış…” ibaresinin ilk derece
mahkemesince hüküm verilmiş ancak henüz kesinleşmemiş kanun yolları
aşamasındaki dosyaları ifade ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim kuralın yer aldığı
bentte Adalet Komisyonunca yapılan değişikliğin “1/1/2020 tarihi itibarıyla
söz konusu usuller uygulanmaya başlandığında, kovuşturma evresine geçilerek
duruşma günü verilen dosyalar olacağı gibi duruşma açılan veya hüküm verilmek
suretiyle istinaf veya temyiz aşamasında olan dosyalar da olacaktır. Bu durumda
genel hükümlere göre kovuşturma evresine başlanan dosyaların yine genel
hükümlere göre sonuçlandırılması gerekmektedir. Tüketilmiş evreler bakımından
bu usullerin uygulanması söz konusu olmayacaktır. Bu nedenle, uygulayıcı hâkim
ve savcıların tereddüt yaşamamaları amacıyla belirtilen hususa ilişkin geçici
bir düzenleme yapmak suretiyle, seri muhakeme usulü ile basit yargılama
usulünün uygulanmaya başlandığı tarih itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş,
hükme bağlanmış olmakla istinaf veya temyiz aşamasına geçmiş ya da kesinleşmiş
dosyalarda bu usullerin uygulanmayacağı açıkça düzenlenmektedir.”
biçimindeki gerekçesi de bunu ortaya koymaktadır.
20. Seri
muhakeme usulü, Kanun’da açıkça düzenlenen suçlarla sınırlı olmak üzere belirli
şartlarda uygulanabilecek istisnai bir muhakeme yolu olarak öngörülmüştür. Seri
muhakeme usulünün uygulanması için Kanun’un 250. maddesindeki şartların
gerçekleşmesi gerekir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasında; aynı fıkranın
(a), (b), (c), (d) ve (e) bentlerinde sayılan katalog suçlarla ilgili olarak
yürütülen soruşturma evresinin sonunda kamu davasının açılmasının ertelenmesine
karar verilmediği takdirde söz konusu usulün uygulanacağı belirtilmiştir.
21.
Maddenin (2) ve (3) numaralı fıkralarına göre Cumhuriyet savcısı veya kolluk
görevlileri seri muhakeme usulü hakkında şüpheliyi bilgilendirir; Cumhuriyet savcısı tarafından anılan usulün uygulanması
şüpheliye teklif edilir ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi kabul etmesi
hâlinde bu usul uygulanır.
22.
Maddenin (4) numaralı fıkrasında ise seri muhakeme usulünün uygulanması
durumunda Cumhuriyet savcısının 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 61. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen hususları
gözönünde bulundurarak, suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst
sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan ve
şartları bulunduğu takdirde zincirleme suça ilişkin hükümler uygulandıktan
sonra belirlenen cezadan yarı oranında
indirim uygulamak suretiyle yaptırımı belirleyeceği hükme bağlanmıştır.
B.
İtirazların Gerekçeleri
23. Başvuru
kararlarında özetle; itiraz konusu kuralın fail lehine düzenlemeler içeren seri
muhakeme usulünün geçmişe dönük şekilde uygulanmasına engel oluşturduğu, bu
durumun suçta ve cezada kanunilik ilkesiyle bağdaşmadığı, kuralın kesinleşmemiş
yargılamalarda sanık lehine olan düzenlemelerin uygulanmasını önlediği için
hukuk devleti ilkesiyle de çeliştiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın Başlangıç
kısmı ile 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C.
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
24.
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz;
kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır
bir ceza verilemez” denilerek suçun kanuniliği; üçüncü fıkrasında da
“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilmek
suretiyle cezanın kanuniliği ilkesi güvence altına alınmıştır.
Anayasa’nın anılan maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi
uyarınca hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere verilecek
cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta, anlaşılır ve sınırları
belli olacak biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Kişilerin yasak
fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmıştır.
25. Suçta
ve cezada kanunilik ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin somutlaştırıldığı
uluslararası sözleşmelerde de yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf
olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Kanunsuz ceza olmaz”
başlıklı 7. maddesinin birinci paragrafında “Hiç kimse, işlendiği zaman
ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden
dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”; Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin 15. maddesinin birinci paragrafında ise “Hiç
kimse, işlendiği zamanda ulusal ya da uluslararası hukuk bakımından suç
sayılmayan bir fiil ya da ihmal yüzünden suçlu sayılamaz. Suç sayılan bir
fiile, işlendiği zaman yürürlükte olan bir cezadan daha ağır ceza verilemez.
Fiilin işlenmesinden sonra yasalarda bu fiile karşılık daha hafif bir ceza
öngörülecek olursa, fiili işleyene bu ikinci ceza uygulanır.” denilmek
suretiyle bu ilkeye yer verilmiştir.
26. Suçta
ve cezada kanunilik ilkesi Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen temel hak ve
özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin kuralın suç ve cezalar
yönünden özel düzenlemesi olarak değerlendirilebilir. Suçta ve cezada kanunilik
ilkesi, cezalandırmanın temel haklara etkisinden kaynaklanan özel önemi
nedeniyle zaman içinde bir ceza hukuku kavramı olarak alt ilkeler de içerecek
şekilde gelişmiştir. Bu bağlamda hukuki belirliliğin ve hukuk güvenliğinin
gereği olarak Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…kimseye
suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez” hükmüyle aleyhe kanunun geçmişe uygulanması yasaklanmıştır. Ceza
normlarının zaman bakımından uygulanmasını düzenleyici nitelikteki bu kural
kanunilik ilkesinin bir alt ilkesi olan aleyhe kanunun geçmişe uygulanması
yasağı olarak ifade edilmektedir. Suç tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunun aynı fiili suç
olmaktan çıkarması veya aynı suç için daha hafif bir ceza öngördüğü durumlarda
ise diğer bir alt ilke olan lehe kanunun uygulanması ilkesi gündeme
gelmektedir.
27. Fiilin
işlenmesinden hükmün kesinleşmesine kadar geçen ceza muhakemesi sürecinde bir
suç için fiilin işlendiği tarihte yürürlükte olan ve daha sonra yürürlüğe giren
kanun olmak üzere uygulanması mümkün birden fazla kanun hükmü söz konusu
olabilmektedir. Suç nedeniyle başta hürriyeti bağlayıcı cezalar olmak üzere
uygulanan çeşitli ceza ve güvenlik tedbirleri temel hak ve özgürlüklere
müdahale oluşturduğundan Anayasa cezayı ağırlaştıran kanunun yürürlük
tarihinden önce işlenmiş suçlara uygulanmasını açık biçimde yasaklamıştır.
Hukuki belirliliğin ve hukuk güvenliğinin bir sonucu olan bu yasak, aynı zamanda
suçun işlendiği tarihteki kanuna göre lehe olan sonraki kanunun uygulanmasını
da gerekli kılmaktadır. Zira işlendiği tarihte suç sayılan bir fiilin daha
sonra yürürlüğe giren kanun ile suç olmaktan çıkarılması veya ilga edilen
kanuna nazaran anılan suç fiiline daha hafif bir ceza öngörülmesi durumunda
mülga kanunun aleyhe hükümlerinin uygulanmaya devam edileceğinin kabul
edilmesi, suçların ve cezaların ancak kanunla belirleneceğini emreden suç ve
cezaların kanuniliği ilkesi karşısında bireylerin objektif olarak
beklemeyecekleri, dolayısıyla öngöremeyecekleri bir ceza ile cezalandırılmaları
sonucunu doğuracaktır. Bunun ceza hukuku alanında kişilerin hukuki
güvenliklerini anayasal güvenceye bağlamayı amaç edinen suç ve cezaların
kanuniliği ilkesiyle bağdaştırılması mümkün değildir.
28. Öte
yandan lehe ceza kanununun geçmişe uygulanması hukuk devletiyle bağlantılı
olarak adalet ve hakkaniyet ilkelerinin de bir gereğidir. Gelişen sosyal düzen
ve değişen toplumsal ihtiyaçlar karşısında artık suç oluşturmadığı kabul edilen
veya daha hafif ceza öngörülen bir fiilin yalnızca daha önce işlenmiş olması
nedeniyle daha ağır bir yaptırıma tabi tutulması adalet ve hakkaniyet
ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
29. Anılan
hususlar birlikte değerlendirildiğinde ceza yargılamasında lehe kanunun
uygulanmasının Anayasa’nın 38. maddesinde düzenlenen suçta ve cezada kanunilik
ilkesi kapsamında anayasal bir zorunluluk olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (AYM,
E.2019/9, K.2019/27, 11/4/2019, §§ 13-20).
30.
Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında itiraz konusu kuralın bulunduğu
bentte yer alan “…kovuşturma evresine geçilmiş,…”, “…hükme bağlanmış…”
ibarelerinin “basit yargılama usulü yönünden” iptaline karar
vermiştir (AYM; E.2020/16, K.2020/33, 25/6/2020, §§ 23-27; E.2020/81, K.2021/4,
14/1/2021, §§ 27-28). Anılan kararlarda, kesinleşmiş yargı kararıyla
sonuçlanmamış yargılamalarda yeni muhakeme usulünün uygulanabilir olduğunun
tespiti yapılmıştır. Bununla birlikte basit yargılama usulünün uygulanması
durumunda sonuç cezanın sanık lehine indirilmesinin zorunlu olması nedeniyle
kural için suçta ve cezada kanunilik ilkesi kapsamında lehe kanunun geçmişe
yürütülmesi ilkesinin geçerli olduğu ifade edilmiştir. Bu bağlamda söz konusu
kararlarda belirli bir tarih itibarıyla kovuşturma aşamasında olan veya hükme
bağlanmış dosyalarda lehe hükümler içeren basit yargılama usulünün
uygulanmasını önleyen kuralın Anayasa’nın 38. maddesiyle bağdaşmadığı tespit
edilmiştir.
31.
Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrasında “Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” denilmek
suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu hak gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Ancak bu amaçla alınacak
kanuni tedbirlerin ve öngörülen çarelerin yargılama sonucunda işin esasına
yönelik adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması
gerektiği de tartışmasızdır (AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013).
32. İtiraz
konusu kural, belirli bir tarih itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş ya da
hükme bağlanmış dosyalarda seri muhakeme usulünün uygulanamayacağını
öngörmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere Kanun’un 250. maddesinin (4)
numaralı fıkrası seri muhakeme usulünün uygulanması sonucunda yaptırımın yarı
oranında indirilerek belirlenmesini öngörmektedir (bkz. § 22). Buna göre itiraz
konusu kural yargılama aşamasında olup henüz kesinleşmiş hükümle sonuçlanmamış,
dolayısıyla yeni yargılama usulünün uygulanabileceği dosyalarda ceza miktarı üzerinde
fail lehine etkisi olan seri yargılama usulünün belirli bir tarih itibarıyla
kovuşturma evresine geçilmiş veya hükme bağlanmış dosyalarda uygulanmamasını
öngörmek suretiyle Anayasa’nın 38. maddesini ihlal etmektedir. Kuralın bu
niteliği ve yargılama üzerindeki etkisi dikkate alındığında Anayasa
Mahkemesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/16, K.2020/33 ile 14/1/2021 tarihli ve
E.2020/81, K.2021/4 sayılı kararlarında ulaştığı sonuçtan ayrılmayı gerektirir
bir durum söz konusu değildir.
33.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 38. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN, Recai AKYEL, Selahaddin MENTEŞ ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de
bu bağlamda belirtilen hususlar Anayasa’nın 38. maddesi kapsamında ele alınmış
olduğundan Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
Kural,
Anayasa’nın 38. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın Başlangıç kısmı yönünden incelenmemiştir.
V. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı
Kanun’un 31. maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma
evresine geçilmiş, hükme bağlanmış…” ibaresinin
“…seri muhakeme usulü…” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Hasan Tahsin
GÖKCAN, Recai AKYEL, Selahaddin MENTEŞ ile Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA 21/4/2022 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir
ÖZKAYA
|
|
|
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
|
|
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Üye
Recai
AKYEL
|
|
|
|
Üye
Yusuf
Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin
MENTEŞ
|
|
|
|
Üye
Basri
BAĞCI
|
Üye
İrfan
FİDAN
|
Üye
Kenan
YAŞAR
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 7188 sayılı Kanunun 31. maddesiyle CMK’na eklenen
geçici 5. maddenin (d) bendi şöyledir: “1.1.2020 tarihi itibarıyla
kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş
dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz.”
AYM daha önce verdiği 2020/33 sayılı kararı ile basit yargılama usulü yönünden
“kovuşturma evresine geçilmiş” ibaresinin iptaline karar vermişti. Mahkeme’nin
2021/4 sayılı kararı ile de aynı maddedeki “hükme bağlanmış” ibaresi basit
yargılama usulü yönünden iptal edilmişti. Son karara tarafımızca karşıoy
kullanılmıştı.
2. Mahkememiz kararını oluşturan çoğunluk gerekçesi iptal
nedenini Anayasanın 38. maddesinde yer alan lehe kanunun geçmişe yürütülmesi
ilkesine dayandırmıştır. Anılan ilkenin maddi ceza hukuku normlarındaki lehe
değişiklikler bakımından geçerli olacağında bir tartışma bulunmamaktadır.
Bununla birlikte seri muhakeme usulünün zaman bakımından uygulanmasıyla ilgili
incelenen kural yönünden aynı ilkenin geçerli olduğunun söylenemeyeceği
düşüncesindeyiz. Nitekim bu düşüncemizin temellerini Mahkememizin 2021/4 sayılı
kararına yazdığımız karşıoyda dile getirmiştik. Seri yargılama usulü
uygulandığında sanık lehine ceza indirimi sağlıyor ise de maddi hukuk kuralı
olmayıp, adı üzerinde bir yargılama (usul) kuralı olduğu açıktır. Bilindiği
üzere maddi hukuk kuralları, suç unsurlarını ve yaptırımını kapsayan ceza
hukuku normlarıyla ilgilidir. Bu tür normlarda unsur veya yaptırımda değişiklik
yapan kuralların da maddi hukuk normu olacağı tartışmasızdır.
3. Hukuki belirliliğin ve hukuk
güvenliğinin gereği olarak Anayasa’nın 38.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…kimseye
suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez” hükmüyle aleyhe kanunun geçmişe uygulanması yasaklanmıştır. Ceza
normlarının zaman bakımından uygulanmasını düzenleyici nitelikteki bu kural
kanunilik ilkesinin bir alt ilkesi olan aleyhe kanunun geçmişe uygulanması
yasağı olarak ifade edilmektedir. Bu yasak kişi özgürlüğü lehine kabul
edilmiş bir güvence niteliğindedir. Toplumun
değişen anlayış ve ihtiyaçlarına göre suç sayılan fiiller için uygulanacak
cezalar, nitelik ve nicelik olarak zamanla değişebilmektedir. Suç tarihinden
sonra yürürlüğe giren kanunun aynı fiili suç olmaktan çıkarması veya aynı suç
için daha hafif bir ceza öngördüğü durumlarda ise diğer bir alt ilke olan lehe
kanunun geçmişe uygulanması ilkesi gündeme gelmektedir. Bu ilkenin
uygulanması bakımından kural olarak sonraki kanunun fiili suç olmaktan
çıkarması veya fiile daha hafif bir ceza öngörmesi durumunda lehe kanundan söz
edilir. Anayasa Mahkemesinin bir kararında belirtildiği üzere; “işlendiği
tarihte suç sayılan bir fiilin daha sonra yürürlüğe giren kanun ile suç
olmaktan çıkarılması veya daha hafif bir ceza öngörülmesi durumunda mülga
kanunun aleyhe hükümlerinin uygulanmaya devam edileceğinin kabul edilmesi,
suçların ve cezaların ancak kanunla belirleneceğini emreden suç ve cezaların
kanuniliği ilkesi karşısında bireylerin objektif olarak beklemeyecekleri
dolayısıyla öngöremeyecekleri bir ceza ile cezalandırılmaları sonucunu
doğuracaktır. Lehe ceza kanununun geçmişe uygulanması hukuk devletiyle
bağlantılı olarak adalet ve hakkaniyet ilkelerinin de bir gereğidir. Gelişen
sosyal düzen ve değişen toplumsal ihtiyaçlar karşısında artık suç oluşturmadığı
kabul edilen veya daha hafif ceza öngörülen bir fiilin yalnızca daha önce
işlenmiş olması nedeniyle daha ağır bir yaptırıma tabi tutulması adalet ve
hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.” (bkz. AYM, E.2019/9, K.2019/27,
11/04/2019, par. 18, 19).
4. AYM’nin bizim de katıldığımız anılan kararında
belirtilen değerlendirmeler maddi bir ceza normunda yapılan değişiklikler
bakımından mutlak olarak geçerlidir. Başka deyişle doğrudan suç tanımında,
yaptırımında, yaptırımı belirleyen veya bireyselleştiren maddi ceza hukuku
kurallarında (örn. TCK m. 29-44; 61-62) yapılan lehe değişikliklerin Anayasanın
38/1. maddesi kapsamında geriye yürütülmesi zorunluluğu kabul edilmelidir.
Örneğin normda tanımlanan fiilin suç olmaktan çıkartılması veya cezasının
miktar veya nitelik yönüyle hafifletilmesi bu şekildedir. Çünkü AYM kararında
da ifade edildiği üzere bu tür değişiklikler, gelişen sosyal düzen ve değişen
toplumsal ihtiyaçlar karşısında hukuk düzeninde bu tür eylemlerin artık suç
oluşturmadığı veya daha hafif bir yaptırımla karşılanması gerektiğinin kabul
edildiği anlamına gelmektedir. Sözü edilen değişiklikler, fiilin artık yeni
hukuk düzeninde haksızlık teşkil etmediği veya haksızlık içeriğinin daha hafif
kabul edildiği anlamına gelmektedir. Maddi ceza hukukuna ilişkin böylesi
düzenlemelerin sanık lehine yansıtılması hukuk devleti ilkesi kapsamında adalet
ve hakkaniyet ilkelerinin ve Anayasanın 38/1. maddesinin gereği olarak
görülmelidir.
5. Bununla birlikte bir usul hukuku kuralının
uygulanmasının dolaylı sonucu olarak ceza indirimi uygulanması veya niteliğinin
değiştirilmesini gerektiren kanun değişikliklerinde hukuk düzeninin ve toplumun
bu suçun haksızlık algısında veya yaptırımında değişiklik öngördüğü sonucu
çıkarılamayacaktır. Başka bir anlatımla soyut biçimde “bir kural değişikliğinin
sanık lehine olması” ölçütü her durumda lehe hükmün geriye yürütülmesi için
yeterli bir kriter olarak kabul edilmemelidir. Bu ölçüt maddi ceza hukuku
kurallarındaki değişikliklerde uygun ise de usul kurallarını karşılamakta
yetersizdir. Yasamanın asliliği ve genelliği ilkesi gereğince, adalet
sisteminin verimli çalışması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi ya
da onarıcı adalet anlayışlarına bağlı olarak genel yargılama yöntemlerine
alternatif usullerin öngörülmesi her zaman mümkündür. Kanun koyucu bu tür
kuralların yürürlükten önceki tarihli usul işlemlerine ve hatta kesinleşmiş
uyuşmazlıklar bakımından da uygulanması konusunda tercihte bulunabilir. Bu
tercihini kimi durumda uygulamayı kısıtlayıcı kural koymayarak da yapabilir.
Fakat kimi kamusal kaygılarla ve hatta öngörülen usul kuralının mahiyeti gereği
belli usul aşamaları sonuçlanmış uyuşmazlıklarda yeni usulün uygulanmaması
gerektiğini de kabul edebilir. Ceza normu ile yasaklanan fiilin haksızlık
vasfını veya ilgili maddesinde öngörülen cezasını değiştirmeyip, bir usul
kuralına bağlı olarak yaptırımı sanık lehine etkileyen kuralların geçmişe yürürlüğü
bakımından başka bir kriterin uygulanması gerekmektedir. Bu kriterin, öngörülen
yeni usul kuralının ceza soruşturması ve kovuşturması süreçlerindeki uygulanabilirliği
olduğu değerlendirilmelidir. Bu açıdan, uygulanabilirlik kriterinin, öngörülen
yeni usul kuralının mahiyetinden çıkartılması gerekir. Esasen geçici 5.
maddedeki bu kurala ilişkin Adalet Komisyonu gerekçesinde de ; “genel
hükümlere göre kovuşturma evresine başlanan dosyaların yine genel hükümlere
göre sonuçlanması gerekmektedir. Tüketilmiş evreler bakımından bu usullerin
uygulanması söz konusu olmayacaktır.” ifadeleriyle de bir anlamda
uygulanabilirlik kriterinin esas alındığı görülmektedir.
6. Nitekim AYM daha önce “1.1.2020
tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş” ibaresi hakkında verdiği iptal
kararının gerekçesinde, “henüz hüküm kurulmamış olması dolayısıyla yeni
usulün uygulanabileceği dosyalarda” ibaresiyle basit yargılama usulünün
uygulanabilirliği kriterine işaret etmiştir (bkz. AYM, K.2019/27, par. 27).
Mahkememiz, basit yargılama usulü yönünden geçici 5. maddedeki “kesinleşmiş
dosyalarda” ibaresinin iptal istemini reddederken de aynı kriterden söz
etmiştir; “Muhakeme sürecinin kesinleşmiş mahkeme kararıyla tamamlanması
nedeniyle kesinleşmiş dosyalarda basit yargılama usulünün uygulanabilirliği
bulunmamaktadır. Dolayısıyla kesinleşmiş dosyalarda basit yargılama
usulünün uygulanmamasını öngören kural Anayasa’nın 38. maddesine aykırılık
teşkil etmez.” (AYM 14.1.2021, 2020/81 E. – 2021/4 K.)
7. Belirttiğimiz uygulanabilirlik kriterinin alternatifi
ise; uygulanacak ceza miktarını doğrudan veya dolaylı biçimde azaltan her türlü
kanun değişikliğinin geçmişe yürütülmesi gerektiği görüşüdür. Bu görüş Yargıtay
kararlarında da benimsenmekte ve bir yönüyle maddi ceza hukukuna temas ettiği
belirtilen usul kurallarının da geçmişe yürütülmesi gerektiği savunulmaktadır.
Ancak, bu yorum lehe kanunun geriye yürürlüğü ilkesini belki maksadı aşan bir
sınırsızlığa evriltmekte ve bu yolla yasamanın genelliği ilkesine karşın kanun
koyucunun benzer usul düzenlemeleri yapma konusundaki iradesi bir anlamda
sınırlanmış olmaktadır. Çünkü kanun koyucu böylesi bir yorum nedeniyle
yargılama usulüyle ilgili her değişikliğin, kesinleşen dosyalardaki
yargılamaların dahi tekrarlanmasına yol açması riski karşısında, bu alternatif
maliyeti hukuk sisteminin ve toplumun üzerine yükleyip yüklememenin hesabını
yapmak durumunda olacaktır.
8. Bu doğrultuda, incelenen Kanunun geçici 5/d.
maddesi ile, bir usul hukuku kurumu olduğunda şüphe bulunmayan seri
yargılama usulünün, kovuşturma evresine geçilmiş veya hükme bağlanmış davalarda
uygulanamayacağı belirtilmiştir. Böylece usuli bakımından farklı safhalardaki
(kovuşturma evresindeki) davaların seri usul uygulanması amacıyla tekrar
soruşturma evresine aktarılması önlenmek istenmiştir. CMK’nın 250. maddesinde
düzenlenen seri yargılama usulü uygulandığında iddianame düzenlenmemekte, bir
kovuşturma yürütülmemektedir. C. Savcısı mahkemeden bu usulün uygulanmasını
yazı ile talep etmekte, mahkeme uygun görmediği takdirde talebi reddedip genel
hükümlere göre işlem yapılmak üzere dosyayı C. Savcısına iade etmektedir.
Görüldüğü üzere seri usul tümüyle soruşturma evresine özgü, basitleştirilmiş,
istisnai ve özel bir usul hukuku düzenlemesidir. Bu usule ilişkin kurallar,
kapsam içindeki suçların unsurlarında veya ceza miktarında doğrudan bir
değişiklik yapmamaktadır. Usulün uygulanmasına bağlı olarak ceza indirimi
yapılıyor olması da kuralın maddi hukuk kuralı olarak kabulünü zorunlu
kılmamaktadır.
9. Şu halde düşüncemize göre kanunda öngörülen seri
yargılama usulü tümüyle soruşturma evresine özgülenmiş bir usul
hukuku kurumudur. Bu nedenle konunun, lehe kuralların geçmişe yürütülmesi
ilkesinin usul kuralları yönünden uygulanmasında esas alınması gereken
uygulanabilirlik kriteri doğrultusunda ele alınması gerekir. İddianame
düzenlenerek davası açılmış ve kovuşturma evresine geçilmiş davalar bakımından
seri yargılama usulünün uygulanabilirliği bulunmamaktadır. Bu nedenle
kovuşturma evresine geçilmiş ve hükme bağlanmış davalarda uygulanabilir olmayan
seri yargılama usulü bakımından lehe kanunun geriye yürütülmesi ilkesinin
geçerli olmadığı için iptal talebinin reddi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
Mahkememiz sayın
çoğunluğunca 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na
17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesiyle eklenen geçici 5.
maddenin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma evresine geçilmiş,…” ibaresinin
aynı bentte yer alan “…seri muhakeme usulü…” yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
17.10.2019 tarih ve 7188 sayılı Kanun ile ceza muhakemesi
sistemimize seri muhakeme usulü adıyla yeni bir düzenleme getirilmiştir. Seri
muhakeme usulü 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesinde düzenlenmiştir. 7188 sayılı
kanun ile getirilen seri muhakeme usulü soruşturma ve kovuşturma usulüne göre
farklı ve kendine özgü bazı kurum ve kavramları beraberinde getirmiştir.
İyi işleyen etkin bir ceza adalet sisteminin inşası,
hukuk devletinin temel amaçlarından birisidir. Bu amacın gerçekleşmesi için,
toplumdaki uyuşmazlıkların en kısa sürede, en az masrafla, en etkili ve
tarafları tatmin eder bir biçimde sonuçlandırmak önem arz etmektedir. Bu nedenle
de dünyada alternatif çözüm yöntemleri geliştirilmekte ve
yaygınlaştırılmaktadır. Bu usuller ile amaçlanan, adalet sistemini zorlayan iş
yükünü hafifleterek bozulan kamu düzeninin tesis edilmesinin bir an önce
sağlanmasıdır.
Seri muhakeme usulü; CMK 250. Maddesinde düzenlenmiş,
kanunda sayılan suçlar bakımından klasik muhakeme usulüne göre farklı ve
kendine özgü bazı kurum ve kavramları beraberinde getirmiştir.
İtiraz konusu kural belirli bir tarihten önce kovuşturma
aşamasına geçilmiş dosyalarda seri yargılama usulünün uygulanamayacağını
öngörmektedir. Kuralın iptali halinde söz konusu dosyalarda da daha önce hangi
yargılama işlemlerinin yapıldığına bakılmaksızın seri yargılama usulü
uygulanabilecektir.
Bu nedenle sayın çoğunluğun salt ceza indirimi nedeniyle
kanunilik ilkesine aykırılık nedeniyle kuralın iptal edilmesi yönündeki kararı,
tükenmiş usul işlemlerinin yeniden başlatılmasına, kişiler hakkında başlamış
olan yargılamaya etkin katılım, duruşmada hazır bulunma hakkı, çelişmeli
yargılama hakkı gibi hakların kullanılmaması sonucunu doğurabilecektir. Kaldı
ki kuralın iptaliyle kanunda öngörülen salt ceza indiriminin kişiler hakkında
doğurduğu sonuçlar üzerinden düşünülecek olursa, bu yönden de söz konusu usulün
her durumda sanık lehine olduğunu kabul etmek mümkün görünmemektedir. Zira
davada tarafların usule itiraz edip etmeyecekleri, hâkimin davada bu usulü
uygulayıp uygulamayacağı, istinaf ve ilk derece mahkemelerinde usul
işlemlerinin başlatılması konusunda bir istikrar sağlanıp sağlanmayacağı önceden
belirlenebilecek nitelikte değildir.
Bu bağlamda, kovuşturma aşamasına geçilmiş olması
sayesinde duruşmada hazır bulunma hakkını elde etmiş olan sanıktan rızası dahi
olmaksızın mahkeme huzurunda sözlü savunma hakkını, tanık dinletme ve tanığa
soru sorulmasını isteme hakkını, duruşmada okunacak delillere karşı
diyeceklerini sözlü olarak bildirme ve delil tartışmasını taraflarla birlikte
mahkeme huzurunda yapabilme hakkının geri alınması sanığın aleyhine sonuçlara
yol açabilecektir. Elbette seri yargılama usulünde de yazılı savunmanın ve
delillerin sunulabildiği, böylelikle sanığın mağduriyetine yol açılmayacağı
düşünülebilir. Ancak ceza yargılamalarında yüzyüzelik ilkesi ve duruşmaya
katılma hakkının önemi açıktır. Sanık mahkeme huzurunda, hâkimin sorgusu
sırasında dava konusunu aydınlatıcı bilgiler verebileceği gibi, sözlü
savunmanın avantajlarını kullanarak suç işlemediğine yönelik mahkemeyi daha
kuvvetli bir araçlarla ikna etme imkânını haiz olabilecektir.
Bununla birlikte seri yargılama usulünü düzenleyen 5271
sayılı Kanun’un 250. maddesinin (3) numaralı fıkrasında mahkemenin 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesini dikkate alınmak suretiyle cezayı
belirleyeceği öngörülmüştür. Anılan madde incelendiğinde hâkimin, suç konusunun
önem ve değerini, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını ve
failin güttüğü amaç ve saik gibi nedenleri göz önünde bulundurarak, işlenen
suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel
cezayı belirleyeceği görülmektedir. Cezanın bireyselleştirmesinde sanık lehine
dikkate alınacak hususlar, özellikle duruşmada sanığın ve tanıkların yüz yüze
dinlenilmesi ve görülmesi sonrası edinilecek kanaatle oluşacaktır. Bu nedenle,
anılan madde uyarınca cezanın belirlenmesinde, duruşmada bulunma hakkı sanık
lehine önemli bir güvence oluşturmaktadır. Seri yargılama usulünde öngörülen
usul nedeniyle bazı güvencelerin uygulanmamasının esasen sanık aleyhine bir
sonuç doğurabildiği de ileri sürülebilir.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda, sanık tarafından
elde edilmiş olan duruşmada hazır bulunma hakkının, iptal kararında yer alan
kanunilik ilkesi altında lehe kanun değerlendirmesi gerekçesine dayanarak,
mahkemece resen ortadan kaldırılmasının her zaman sanık lehine bir sonuç
doğurmayabileceğinin gözetilmesi gerekir.
Anayasa’da yer alan haklar ve ilkelerin yarıştığı ve
kesiştiği yerlerde, pratik uyumlaştırma ilkesi gereği çatışan haklar, norm
alanının belirlediği kendi nesnel sınırlarına göre yorumlanmalıdır.
Açıklanan gerekçelerle itiraz konusu
kuralı Anayasa’ya aykırı görmediğimizden iptal isteminin reddi gerektiği
düşüncesiyle çoğunluğun iptal kararına katılmıyoruz.
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
4.12.2004 tarihli 5271 sayılı CMK’na 17.10.2019 tarihli ve
7188 sayılı Kanun’un 31. maddesine eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinin “01.01.2020
tarihi itibarıyla kovuşturma evresini geçirilmiş hükme bağlanmış veya
kesinleşmiş dosyalarda … seri muhakeme usulü … uygulanmaz” bölümünün
Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptali istenmiştir.
1. Kanun koyucu söz konusu düzenleme ile bazı ispatı
kolay, cezası düşük olarak değerlendirilen suçlara ilişkin uyuşmazlıkların
hızlı bir şekilde çözülmesi, muhakeme süreçlerinin çeşitli usullerinden
arındırılarak basitleştirmeyi ve kısıtlamayı amaçlamıştır.
2. Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen “Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ilkesi ile adil
yargılanma hakkının diğer bileşenleri arasında bir denge sağlanarak, alternatif
bir ceza sistemi getirilmek istenmiştir.
3. Usul hukukuna ilişkin yapılan düzenlemelerin lehe olan
hükümlerin sanık lehine uygulanacağı hükmüne dayanılması mümkün olmamaktadır.
Ceza muhakemesi hukukuna ilişkin yasaların zaman
bakımından uygulanması “derhal uygulanma” prensibine dayanır. Burada amaç yeni
yasanın yürürlük tarihinden itibaren açılacak davaların tüm aşamalarında olduğu
kadar daha önce açılmış davaların henüz yapılmamış işlemlere uygulanmasıdır.
Bunun yanında eski yasanın yürürlükte olduğu aşamada tamamlanmış işlemlerin
geçerli sayılması hedeflenir.
Ceza Muhakemesine ilişkin yürürlüğe giren yasanın sanığın
lehine veya aleyhine olması önemli değildir. Bu bakımdan ceza muhakemesi
yasaları ceza yasalarından farklı olup yeni yasa sanığın aleyhine de olsa uygulanır.
Yargılama yasalarının zaman bakımından uygulanmasında
genel ilke, yasa değişikliklerindeki geçici düzenlemelerde aksi belirtilmiş
olmadıkça, derhal uygulama “hemen uygulama” ilkesi geçerlidir. Bu ilke yeni
Yasanın eskisinden daha mükemmel olması ve ülkede aynı anda birden çok
yargılama yasasının uygulanmaması yasaların bulundukları süre içerisinde,
düzenledikleri alanlarda uygulanacağı görüşüne dayanmaktadır. Derhal
uygulanırlık ilkesinin doğal sonucu olarak, usul işlemleri, yapılacağı sırada yürürlükte
bulunan yargılama yasası hükümlerine tabi olacak ve ceza yargılaması sırasında,
yasada değişiklik olduğunda yeni yasa hemen uygulanacak, ancak, bu durum,
önceki yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde dönemde, o yasaya uygun biçimde
yapılmış işlemlerin geçersizliği sonucunu doğurmayacağı gibi yenilenmesini de
gerektirmeyecektir. Bu ilkenin sonucu olarak;
a. Usul işlemleri mutlaka yürürlükteki yasaya göre
yapılacaktır.
b. Yürürlükteki yasaya göre yapılmış işlemler, sonradan
yürürlüğe giren yasa nedeniyle geçerliliğini yitirmeyecektir.
c. Yeni yasanın yürürlüğünden sonra yapılması gereken
usul işlemleri yeni yasaya tabi olacaktır.
d. Yeni yasanın uygulanmasında, sanığın leh veya
aleyhinde sonuç doğurmasına bakılmayacaktır (Yarg. CGK. 22.11.2005, 2005/16-139,
2005/139).
4. İtiraz konusu kural belirli bir tarihten önce
kovuşturma aşamasına geçilmiş dosyalarda seri muhakeme usulünün uygulanmamasını
öngörmektedir. Kuralın iptali ile tekrar başa dönülmesi maçın skorunun bilerek
maçın tekrarlanması gibi bir garip sonuç doğurmaktadır.
5. Bu sebeple itiraz konusu kuralı Anayasa’ya aykırı
görmediğimizden iptale ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.