“....
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CK) ANAYASAL
ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Burada bir ad
benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve sınırları açısından oldukça
farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni
tip Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konuluştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan
siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı
hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kanun
ile cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki netleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer alan iki temel ilkenin
daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama yetkisinin devri yasağı ve
kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan
düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada
Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz önüne alınmalıdır.
Anayasa'nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ” denilmiştir. Buna göre, “Anayasa'da
kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları
belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Ancak yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine
ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi
çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk
devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi Kararı,
E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen
ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile
yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir. “15… yasama
yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir
organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi ile
yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin devredilmesi olup bu madde, yürütme
organına hiçbir şekilde düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına
gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir
konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma
yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme
organının bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca
yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle
yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme
yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM kararlarını dikkate
alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise, “Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini
öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Ülkemizde idare hukukunun
temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca
“İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer
alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir şekilde
düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa ile
düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan
aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771 sayılı
Kanun öncesinde bunun iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri
Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve
olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluş ve çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi. Yasal idare ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve
işlemlerinin kanuna uygun olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme
yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz., Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa,
Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle, her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da,
yürütme organı yasaya dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip
olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da
Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve
kanunlara aykırı olmamak şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden
düzenleme yapabilecektir. Ancak bu durum, Fransa’da olduğu gibi yasama ve
yürütmenin özerk düzenleme alanlarına sahip olduğu, yani her bir organın
düzenleme yapacağı konuların açıkça sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü
cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan
çıkmamaktadır. TBMM isterse CK ile düzenlenen bir alanda yasa çıkarabilir, buna
bir engel bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde
104/17) hükmü, bu yargıyı doğrulamaktadır. O halde Anayasa’da yasayla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak
iken, ancak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda
dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, asli düzenleme yetkisi TBMM’ye ait
bulunmaktadır.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama
yetkisinin devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin kanuniliği ilkesi muhafaza
edilmiş, ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması,
kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra
teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde
106/son). Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla
veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir.
Anayasa hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Diğer bir ifadeyle,
idarenin kanuniliği ilkesi salt 106/son ve 123/son maddelerde belirtilen
hususlar açısından geçerli değildir.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu
hukukunda kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın
varlığından söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması
gerekir. 2. İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum İlkeleri,
http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu olamazlar.
Yargı kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak
onun bu yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen
makamın devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu
hususu, idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür (Bkz. R. Cengiz
Derdiman, Yusuf Uysal Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994). Bu anlamda Anayasanın 106. Maddenin son fıkrasında belirtilen
yetkinin bizzat Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kullanılması gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CK ile düzenleneceği
belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama organına açıkça
tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan
değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın
konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar
hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat
ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına
Anayasada tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son
fıkrasında “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle kurulur” denilerek, CK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da
imkân tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı
konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.107/ fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CK ile kaldırılamaz; ancak CK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği,
yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin
görev süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenleneceğini hüküm altına almıştır (m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi,
Anayasadan tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten
kaldırılmış; onun yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki nitelikte
olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılabileceği yukarıda
belirtilen istisnai işlemler kaynağını doğrudan Anayasadan alan yürütme işlemi
niteliğinde kabul edilmelidir.
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu yöneticilerini
atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9).
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları şu şekilde
açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme
yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise,
cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili
ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade
edilmektedir. Bu nedenle CK’leri ancak yürütme yetkisinin gerektirdiği
hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden
herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CK çıkarılması mümkün
olmayacaktır.
2) ikinci olarak CK’leri “Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili
konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını ilgilendiren
hususlarda yasa olmaksızın CK’lerin devreye girmesi engellenmek istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve ödevlerin tamamının CK ile düzenlenip düzenlenemeyeceğidir.
Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir değerlendirme bu soruya
olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı fıkradaki diğer
hükümler ve anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları dikkate alınarak,
Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla belirtildiği üzere, “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede yasayla düzenlenmesi kaydı
bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde “Öğrenim hakkının
kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde “Sendika kurma
hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde Tarih,
kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek
sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak
muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla belirtilen
konuların CK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve
ekonomik haklar alanının CK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”
hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin
düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi
gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., Anayasa
Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre “Kural olarak,
kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli
olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel
ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle
Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler
ve açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi, yasayla
düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla
yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
Maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel ilkeleri
koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir
özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konular kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak
durumundadır. Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi
idare teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”,
127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri,
yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları,
kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur. Özellikle bu
son husus, CK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini içerir,
karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi
cumhurbaşkanı CK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son
verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü
içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128.
maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa
ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı
kararnamesiyle doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CK ile
kanunlarda değişiklik yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son
maddesine göre “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri,
teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak
mevcut yasalarda CK ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç
olarak Anayasanın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan
önce 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum
Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok
yasa ve yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
2. CK’lerle ilgili Olarak Anayasa Mahkemesi Denetiminin
Kapsamı
Anayasa Mahkemesinin denetim kapsamına giren işlemlerden
biri de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve
153. maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasanın 148. maddesi bu konuda gayet açıktır: “Anayasa
Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu
denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. … Ancak, olağanüstü hallerde ve
savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas
bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.”
Bu maddede yapılan değişiklikle Anayasanın 2017 öncesi
halinde 91. maddede düzenlenen ve 6771 sayılı Kanun ile kaldırılan kanun
hükmünde kararname ifadesi yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi
konulmuştur. Ayrıca olağanüstü KHK’lerde olduğu gibi olağanüstü hallerde ve
savaş hallerinde çıkarılan CK’lerin de anayasallık denetiminin yapılamayacağı
ifade edilmiştir.
150. maddede ise Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin iptali
için dava açma hakkının kimlere tanındığı belirtilir: Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin, “Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde
doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye
tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.” Anayasa, ayrıca,
itiraz dava yolunda, yani Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri
sürülmesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.” demektedir (madde 152). Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir davaya
uygulanacak kural olduğunda söz konusu CK hükmü somut norm denetimi yoluyla AYM
önüne götürülebilecektir.
153. maddede ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hakkında
verilen iptal kararının, kararın Resmî Gazetede yayımlanması ile hukuki
sonucunu doğuracağı ifade edilmiş, AYM’ye iptal hükmünün yürürlüğe gireceği
tarihi ayrıca kararlaştırabilme imkânı da tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu denetimi nasıl ve hangi çerçevede
yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CK’nın Anayasada CK ile
düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği yani yetki
yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CK yetki kapsamı dışında bir konuyu
düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CK’nın yetki
kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM bu kez düzenlemenin esas bakımından
Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın
148. maddesinde CK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya uygunluk
denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17. fıkrasındaki
koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini gerektirir. Çünkü
Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar içinde CK çıkarma
yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CK’yi Anayasa’ya aykırı hale
getirir. Böylece, CK’nın örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir hususu içermesi
onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur.
Bu açıdan CK’lerin denetimi yasaların denetiminden
farklıdır. Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya
uygunluğu inceleme konusu olurken, CK’lerin önce yetki yönünden incelenerek,
Anayasanın 104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu
çerçevede CK’nın bir temel hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı
olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer
verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CK’lerin hak
üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden bir CK hak ve
hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına kayacak
ve CK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve ekonomik
haklara ilişkin olarak CK’lerde yer alan her bir hükmün somut etkileri dikkate
alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu çerçevede hangi kuralın hak ve
hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici nitelikte olduğunun
tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasanın 148. maddesi uyarınca olağanüstü halin gerekli
kıldığı konularda çıkarılabilecek Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin AYM’nin
denetimi dışında tutulduğu görülmektedir “Ancak, olağanüstü hallerde ve savaş
hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından
Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” (md.
148/1).
B. 25 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİNİN BAZI
HÜKÜMLERİNİN ANAYASA AYKIRILIĞI
1. 25 sayılı
Sözleşmeli ve İş Mevzuatına Tabi Personele İlişkin Bazı Düzenlemeler İle
Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasının
Anayasa’ya Aykırılığı
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 703 sayılı KHK ile
eklenen ek 23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28 inci maddeler ile
kamuda çeşitli biçimlerde personel çalıştırılmasına olanak sağlayan düzenlemeler
getirilmiştir. Söz konusu düzenlemelerde meri mevzuat hükümleri dışında Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri yoluyla kamu kurum ve kuruluşlarında farklı statülerde personel
istihdamı hususunda Cumhurbaşkanına yetki verilmiş ve söz konusu personelin özlük
haklarının yönetmeliklerle düzenlenmesine olanak sağlayan hükümler de yukarıda
belirtilen maddelere eklenmiştir.
25 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 1. maddesi ile
de esas olarak bu yönetmeliklerin yayımlanmasına ilişkin süre sınırı, yönetmelikler
yürürlüğe girinceye kadar olan sürede istihdam edilen personel açısından
yürürlükteki mevzuata göre imzalanmış olan sözleşmelerinin hukuki durumları ile
yayımlanacak yönetmeliklerle sözleşmelerin hükümlerinin çelişmesi halinde
geçerli olacak hukuki durum tespit edilmiştir.
25 sayılı CBK’nın birinci maddesinin ikinci fıkrasında
esas itibariyle 375 sayılı KHK’nın Geçici 28 ve 29 uncu maddeleri çerçevesinde
kamu kurum veya kuruluşlarında, 703 sayılı KHK’nın ilgili hükümleri ile
yürürlükten kaldırılmış hükümlere göre istihdam edilen ve sözleşmelerinin
sonuna kadar yürürlükten kaldırılan mevzuat hükümlerine tabi olan idari hizmet
sözleşmesi ile iş kanuna tabi personelin 375 sayılı KHK’nın ek 23 üncü, ek 24
üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28 inci maddelerine göre istihdam
edilebileceğini ve yeni yönetmeliklerin yayımı ve yürürlüğe giriş tarihlerine
kadar yeni sözleşme imzalanabileceği, bu sözleşmelerin de sona ermiş
sözleşmelere dayanak teşkil eden meri mevzuatın dikkate alınacağını
belirtmektedir. Bir başka deyişle kazanılmış haklarının korunacağını
belirtmektedir.
İptale konu edilen 25 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesinin 3 nolu fıkrasında ise özel olarak ikinci fıkrada
tanımlanan ve imzalanacak olan sözleşmelerin hükümlerinin 6 ay içerisinde
çıkarılacak yönetmelik hükümlerine uygun hale getirilmesi düzenlenmiştir.
İdari hizmet Sözleşmesi ve iş kanunu hükümlerine göre
çalışan personel ile devlet arasında imzalanmış ve yürürlüğe girmiş olan
sözleşmelerdeki hükümlerin tek taraflı olarak sözleşmelerin imzalanmasından
sonra çıkarılacak yönetmeliklere uygun hale getirilmesine ilişkin bu hüküm
açıkça hukukun evrensel ilkelerine, Anayasa’ya birçok açıdan aykırıdır. Aşağıda
bu aykırılıklar detaylı bir biçimde ele alınacaktır.
2. 25 sayılı CK’nın 1. Maddesinin üçüncü fıkrasında
zikredilen yönetmeliklerin hukuki dayanakları 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi
ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve
ek 28 inci maddeleridir.
703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum
Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 178. maddesinin iptali ve yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesi 6/9/2018 tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına
kaydedilen dilekçemiz ile talep edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki Kanunu’nun amaç ve
kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre kanunla
düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve aynı
şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine
aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703 sayılı KHK’nın
178. maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23
üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28 inci maddelerin iptaline
rağmen, 25 sayılı CK’nın 1. maddesinin 3. fıkrası hükümleri hukuki olarak yasal
dayanaktan yoksun olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam edecektir.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375
sayılı KHK’ya eklenen ek 23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28
inci maddelerin iptaline ilişkin taleplerimizle bağlı olarak, 25 sayılı CK’nın
1. maddesinin 3. fıkrasının Anayasa’nın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı
olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
3. Anayasanın 2. Maddesinde belirtilen Hukuk Devleti İlkesine
Aykırılığı
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü
içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle
kısa bir ifade olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf
yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. İlk bakışta
soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı
aşan içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin üstün
kamu gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluşturmuştur. Hukuk
devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluşmadığı,
insanların geleceğe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir
hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik
taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriği sınırlı
olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya
çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile
bir hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında
şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa'nın 2.
maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa'ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür”[1]
[2].
Mahkemenin bir kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın açık
hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu
ilkelere uygun olması gerekir”, şeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti
ilkesinin Anayasayı da aşan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi hukuk devletinin belirtilen genel
ilkelerini, incelenen konunun özelliğine göre somutlaştırmakta ve bu bağlamda
çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçmiş çeşitli alt ilkeler ortaya koyarak
sonuca ulaşmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki Güvenlik İlkesi”dir.
Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmişe yürümesini
engellemesinin yanında genel olarak yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına
da dayanak teşkil eden önemli bir ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kişilerin
gelecekle ilgili plan, düşünce ve kararlarında mevcut hukuk kurallarına
güvenerek hareket etmelerinin hukuken korunması gereğini ifade eder. Devletin,
vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini
boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti
ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen,
vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve
manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin de bir
sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında bu ilke devlete güvenle
özdeşleştirilerek şöyle ifade edilmiştir; “Devlete güven ilkesi vazgeçilmez
temel öğelerdendir. Devlete güven hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve
istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya
uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan
oluşumların sonuçlarını korumak gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir kararında, hukuk güvenliğinin
sağlanabilmesi için kuralların belirli ve öngörülebilir düzenlemeler içermesi
gerektiğini belirterek, hukuk güvenliği ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir
düzenleme için de gerekli görmüştür.
Hukuk devletinin bir ilkesi de “yasama genelliği ilkesi”dir.
Hukuk devleti ilkesinin uygulamaya geçirilmesiyle ilgili olarak Anayasa
Mahkemesi; “adalet ve hakkaniyet ölçülerinin göz önünde tutulması”[3] [4] [5] [6] [7] [8]; “hukuki
durumlarda kararlılığın sağlanması; “kamu yararı düşüncesi olmaksızın...özel
çıkarlar veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa
kuralının konulamayacağı', gibi kıstaslara da başvurmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği, yasama organının istediği her
konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediği şekilde ve ayrıntıda
düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama organının araya herhangi bir işlem
girmeden bir konuda doğrudan doğruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama
yetkisinin asliliği ilkesiyle bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi
kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını
Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte
kuralların yer alması oluşturmaktadır.
“Yasama yetkisinin genelliği ilkesi Anayasa Mahkemesi
kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması
durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural
koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama
organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara
ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[9].
“Anayasada
hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural
yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama
organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanması gibi
öznel işlemle yürütülecek türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir'.
“Yasama yetkisinin genelliği ilkesi”yle ilgili olarak Anayasa
Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici
ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal
ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eşitlik, hukuk devleti,
kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya
yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama
organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun
eşitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
Nitekim emniyet personelinin rütbe terfilerini düzenleyen 3201
sayılı Kanunun 55. maddesinin değiştirilmesine ilişkin 4638 sayılı Kanunla
ilgili kararında Anayasa Mahkemesi; “askerlik hizmetinin rütbe
kıdeminde sayılması ya da sayılmamasına ilişkin düzenleme anayasal ilkelere
uygun olması koşuluyla yasama organının takdirinde olan bir husustur”,
saptamasına yer verdikten sonra, kişilerin yürüttükleri kamu görevinin askerlik
hizmetinin yerine getirilmesi bakımından farklı bir durum yaratmayacağı gerekçesiyle
sadece polis amiri olduktan sonra yapılan askerlik hizmetinin rütbe terfiinde
sayılmasını öngören kuralı eşitliğe aykırı bularak iptal etmiştir.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin
yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi
bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında şu şekilde
belirtilmiştir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak
nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir
sonuca varmak mümkün değildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece
görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuşturulmuştur. Sözü edilen
maddeye ilişkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan
çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik ve
denklik içinde işbirliği yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün
gerekleriyle uygulanmaya konmuştur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında
olduğu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve
kanunların kendine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak
düzenlenmiştir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı
vurgulanmıştır. [10]
[11] [12]
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin genelliğinin
aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel)
bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş
durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural
koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.
25 sayılı CK ile getirilen ve iptali talep edilen
düzenleme ile daha önce yasal olarak dayanağı bulunan ancak 703 sayılı KHK ile
yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş adı altında yasal dayanaktan yoksun
bırakılan idari hizmet sözleşmesi ve iş kanunu hükümlerine göre çalışan
personelin sözleşmelerinin yenilenmesi hususunda hukuk güvenliği ilkesini
zedeleyici bir biçimde idareye yetki verilmekte ve imzalanmış ve yürürlüğe
girmiş idari veya iş sözleşmelerinin idare tarafından kendi yayımladığı
yönetmelik hükümlerine göre tek taraflı olarak değiştirilebilmesine olanak
sağlanmaktadır. 375 sayılı KHK’ya eklenen ek
23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28 inci maddelerde zikredilen
söz konusu yönetmelikler, hukuk güvenliğini zedeleyici bir biçimde kanuni
dayanağı olmadan Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanacak yönetmeliklerdir. Bir
anlamda “yasa” yerine geçen bu yönetmeliklerle personelin tüm özlük hakları
düzenlenecektir. İdarenin yasama yetkisi ile donatılması anlamına gelecek olan
bu yönetmelik düzenleme yetkisi hukuk güvenliği ilkesini açık bir biçimde
zedeleyecektir. Yürütme organı (ya da
idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık
oluşturur. Anayasa’da Kanun ile düzenlemesi öngörülmüş alanlarda ise Yasa
koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da
bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduğu anlamına gelmez. Anayasanın 128 inci maddesinde
memurların ve diğer kamu görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile
düzenleneceği açık bir biçimde belirtildiği için yasa koyucunun iradesine
açıkça bırakılmış olan düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı tarafından
sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân sağlayan bu değişikliğin
Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi”yle
bağdaşmayacağı açıktır. Bu nedenle iptali gerekir.
Yine söz konusu yönetmelikler ile özlük haklarında
düzenleme yapılması ve yürürlükte olan sözleşmelerin mevcut hükümlerinin de bu
yönetmelik hükümlerine uygun hale getirilmesi hukuk devletinde “kazanılmış
hakların korunması” ilkesine de aykırılık teşkil edecektir.
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa
bir ifade olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan
ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. İlk bakışta soyut bir
ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aşan
içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu
gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluşturmuştur. Hukuk devleti
ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluşmadığı,
insanların geleceğe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir
hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik
taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriği sınırlı
olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya
çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile
bir hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında
şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde
yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa'ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür”[13]
[14].
Hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisi de Kazanılmış
Hakların Korunması İlkesidir. Kazanılmış hak kavramı, kesin olarak
tanımlanabilmiş sınırları belirlenmiş bir kavram değildir. Anayasa
Mahkemesinin; “Kazanılmış hak sözcüğü, hukukun en belirsiz, uygulama sahası çok
dar, genel hukuksal durumlarda konu edilemeyen bir kavramdır”[15] [16],
saptaması da bu gerçeği vurgulamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kazanılmış haklara saygı ilkesinin
kaynağını belirleyen ve bu ilkenin anlam ve kapsamını ortaya koyan
kararlarından bazıları şu şekildedir.
“Kazanılmış haklara saygı ilkesi hukukun
genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde yer alır. Bu ilkenin temel
amacı ise bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır'31.
“Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına
uygun olması, kazanılmış haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış
bir haktan söz edilebilmesi için bir hakkın ya da borcun yeni yasadan önce
yürürlükte olan kuralara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması
gerekir'[17].
“Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden
doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak
niteliğine dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen
haklar ise bu nitelikte değildir”36
Yukarıda belirtilen kararlar ışığında Anayasamıza göre eğer bir
konu daha önce yasalarla düzenlenmemişse, yani önceki yasanın kişilere
sağladığı bir hak yoksa uygulamada gerçekleşen kimi durumlar Anayasal boyutta
kazanılmış hak olarak kabul edilmemektedir.
İkinci olarak hukuk devletinin en önemli ilkelerinden birisi de “Kanunların
Geriye Yürümezliği İlkesi”dir. Kanunların yürürlüğe gireceği tarih genellikle
son maddelerinde belirtilir ve bu durum çoğunlukla, kanunun yayımı tarihinde
yürürlüğe gireceği veya kanunun -saptanmış olan- belli bir tarihte yürürlüğe
gireceği şeklinde ifade edilir. Şayet Kanun metninde yürürlük tarihine ilişkin
bir hüküm yoksa 23.5.1928 günlü, 1322 sayılı Kanunların ve Nizamnamelerin
Sureti Neşir ve İlanı ve Mer'iyet Tarihi Hakkında Kanunun 3. maddesine göre
Kanun Resmi Gazetede yayımını takip eden 45. günden itibaren yürürlüğe girer.
Kanunlar ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem
ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar ve geleceğe dönük olarak
uygulanırlar. Aynı şekilde yürürlükten kaldırılan bir hukuk kuralı da yeni
kuralın yürürlüğe girmesinden sonraki olaylara uygulanmaz. Bu ilkenin
uygulanmasında iki ayrıksı (istisnai) durumun olduğu görülmektedir.
Birinci ayrıksı durum eski kanunun yeni kanun zamanında da
etkisini sürdürmesidir. Bu durum az yukarıda incelenen kazanılmış haklarda söz
konusu olmaktadır. Eski kanun zamanında kazanılmış olan haklar yeni kanun
zamanında da geçerliliklerini korurlar. Örneğin, Kanunu Medeninin Sureti
Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkındaki 29.5.1926 günlü, 864 sayılı Kanunun 5.
maddesinde, eski kanuna göre medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olanların
yeni kanuna göre bu ehliyete sahip olmasalar dahi bu yetkilerinin devam edeceği
hükme bağlanmıştır.
İkinci ayrıksı durumu ise yeni kanunun geriye yürümesi
oluşturmaktadır. Eski kanunun yürürlüğü sırasındaki olay, işlem ve eylemlere
yeni kanunun uygulanması kamu yararı ve düzeninin gerekli kıldığı kimi zorunlu
durumlarda söz konusu olmaktadır. Bu şekildeki uygulama çoğunlukla kanunlarda
yer alan geçici hükümlerle sağlanmaktadır. Geçici hükümlere özellikle statü
hukukuna ilişkin kanun değişikliklerinde sıkça başvurulmakta ve bu yolla önceki
hukuksal konumda olanların yeni hukuksal duruma intibak ve adaptasyonları
sağlanmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kanunların zaman içinde uygulanması
(yürürlüğü) konusuna değinen bazı kararları şu şekildedir:
“Sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmiş ve
kesin bir nitelik kazanmış hukuki işlemlere etkili olmaması hukuken temel
kurallarından biridir”[18].
“Yasa kuralları genelde, konuldukları gün ve
gelecek içindir. Böylece yeni çıkarılan bir yasada açıklık yoksa önceden
yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre gerçekleşmiş durumlarla elde edilmiş
haklara dokunulamaz. Geçmiş, yeni bir yasanın etki olanı dışında kalır”[19].
“Geçici maddeler, genellikle geçiş
dönemlerine ilişkin işlemlerin uygulama yöntemini ve kapsamını gösteren ayrık
hükümleri içerirler. Hukukta genel kural olarak, yasalar, yayımlanmalarından
sonraki olaylara ve durumlara uygulanırlar. Bu ilkenin en çarpıcı ayrıklığı,
yasalardaki geçici kurallardır”[20].
Anayasa Mahkemesi kanunların ilke olarak geriye yürümemesini
hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği saymakta olup, bu husus kararlarda şöyle
ifade edilmiştir;
“Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu
hukuk güvenirliği, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar.
Bu nedenle “kanunların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar yürürlüğe
girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan
çıkan bir yasa, yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmaz”[21].
“Hukuk güvenliğinin gereği, yasalar
genellikle yayımlanmalarından sonraki olay ve durumlara uygulanmakta olup,
istisnaen kamu yararı ve düzeninin gerektirdiği durumlarda geriye doğru
yürütülebilmektedir”[22].
5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunun 14/a. maddesinde 3.4.2003
günlü, 4839 sayılı kanunla yapılan değişiklikle emekli kesenek oranı % 15'ten
%16'ya çıkarılmış, aynı kanunun Geçici 139. maddesine eklenen fıkra ile de,
emekli, malullük, dul ve yetim aylığı alanlardan sağlık katkı payı kesilmesi
öngörülmüştür.
17/4/2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 4839
sayılı Kanunun yürürlüğe ilişkin 9. maddesinde 14/a. maddedeki değişikliğin
15.4.2003, Geçici 139. maddeye eklenen fıkranın da 1.4.2003 tarihinde yürürlüğe
gireceği hükme bağlanmıştır. Söz konusu kuralla kanunun kimi hükümlerinin
geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulmasının Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla
açılan iptal davasında Mahkeme; “ Yasalar kamu yararı ve kamu düzeninin
gerektirdiği kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden
sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Geçmiş, yeni
çıkarılan bir yasanın etki alanı dışında kalır. Sonradan yürürlüğe giren
yasaların geçmiş ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması
hukukun genel ilkelerindendir.... İlgililer bakımından mali külfet öngören söz
konusu kuralların geçmişe etkili olacak şekilde yürürlüğe konulması hukuk
güvenliğini zedelediğinden, Anayasanın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti
ilkesine aykırıdır”49, gerekçesiyle
geçmişe yürüyen kuralı hukuk güvenliği ilkesine aykırı görerek iptal etmiştir.
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi, kanunların
kural olarak yayım tarihinden sonraki olay ve işlemlere etkili olabileceğini;
geçmişin yeni kanunun etki ve geçerlik alanı dışında bulunduğunu, ancak kamu
yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği kimi durumlarda buna istisna
getirilebileceğini, kişiler lehine hükümler [23]
[24] içeren kanun hükümlerinin geriye yürütülmesine ise hukuki
bir engel bulunmadığını kabul etmektedir. Mahkeme kanunların geçmişe etkili
olmasının Anayasaya aykırılığını hukuk devletinden çıkarılan hukukun genel
ilkelerine ve hukuki güvenlik ilkesine dayandırmaktadır.
Hal böyle iken 28.12.2018 tarihli 25 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. Maddesinin 3. fıkrası ile yürürlükte olan
sözleşmelerin, sözleşmenin taraflarının karşılıklı rızaları olmadan tek taraflı
olarak idare tarafından çıkarılacak yönetmeliklere uygun hale getirilmesi, kazanılmış
hakları ortadan kaldırıcı bir niteliktedir ve yasaların geriye yürümezlik
ilkesini zedeleyerek hukuk güvenliğini zedelemektedir. Özellikle
Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılacak bu yönetmelikler 375 sayılı Yasanın
yukarıda bahsedilen maddelerinde de belirtildiği üzere 657 sayılı yasa ve 4857
sayılı Yasa ile tanınmış olan haklar çerçevesinde belirlenmesi yerine
personelin özlük haklarını ve disiplin haklarını, atama usul ve esaslarını da
içerecek şekilde tanımlanmıştır. Dolayısıyla mevcut yasalara uygun bir biçimde
karşılıklı rıza ile yürürlüğe girmiş ve kişiler açısından kazanılmış bir hak
olarak tanımlanmış sözleşme hükümlerinin kazanılmış hakları da kapsayıcı bir
biçimde tek taraflı olarak değiştirilmesini içerecek bir yönetmelik hukuka
uygun değildir. Sözleşme özgürlüğünü zedeleyici bir durumun ortaya çıkmasına
neden olacaktır. Hukuk devleti ilkesi kişilerin kazanılmış haklarını da
korumayı içeren bir ilkedir. Bu nedenle söz konusu fıkra Anayasanın 2. maddesinde
belirlenen hukuk devleti ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
4. Anayasa’nın 7 nci Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilmezliği İlkesine Aykırılık
Anayasanın 7 nci maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8 inci
maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya
ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer
verilmiştir.
Yasama yetkisi, yasama organının istediği her konuda kanun
çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini
anlatır. Bu ilke, yasama organının araya herhangi bir işlem girmeden bir konuda
doğrudan doğruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği
ilkesiyle bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi
kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını
Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı nitelikte
kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında
şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm bulunmaması
durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural
koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama
organı bir yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara
ait kuralları da saptamaya yetkilidir’[25].
“Anayasada
hangi konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural
yoktur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama
organı her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanması
gibi öznel işlemle yürütülecek türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir'.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesiyle ilgili olarak Anayasa
Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir konuda emredici
ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal
ilkeler içinde yasakoyucunun takdirine bırakılmış demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler eşitlik, hukuk devleti, kanunla
düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı
hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının
takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eşitlik,
kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından,
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralına yer verilerek yürütme gücü (erki) için görevin yanında
yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme yetkisi
bakımından ortaya çıkardığı durum bir Anayasa Mahkemesi kararında şu şekilde
belirtilmiştir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak
nitelenen yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir
sonuca varmak mümkün değildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece
görev olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuşturulmuştur. Sözü edilen
maddeye ilişkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan
çıkarılmış, her iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik ve
denklik içinde işbirliği yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün
gerekleriyle uygulanmaya konmuştur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında
olduğu gibi bir görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve
kanunların kendine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak
düzenlenmiştir” denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı
vurgulanmıştır. [26]
[27] [28]
Yürütmeye bir yetki olma gücü veren esaslar Anayasanın
muhtelif maddelerine serpiştirilmiş durumdadır. Yukarıda yürütmenin yetkisi ve
sınırları belirtilmiştir.
Yürütmenin, yönetmelik çıkartmak gibi klasik
düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliği ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı
bir yetki durumundadır. Bu bakımdan Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık
haller dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin sübjektif hakları
etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış
olması da bu sonuca etkili değildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre, yasama yetkisinin
yürütmeye devrinde yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı
(türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada
öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden
kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir
düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.
25 sayılı CK ile getirilen ve iptali talep edilen
düzenleme ile daha önce yasal olarak dayanağı bulunan ancak 703 sayılı KHK ile
yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş adı altında yasal dayanaktan yoksun
bırakılan idari hizmet sözleşmesi ve iş kanunu hükümlerine göre çalışan
personelin sözleşmelerinin yenilenmesi hususunda hukuk güvenliği ilkesini
zedeleyici bir biçimde idareye yetki verilmekte ve imzalanmış ve yürürlüğe
girmiş idari veya iş sözleşmelerinin idare tarafından kendi yayımladığı
yönetmelik hükümlerine göre tek taraflı olarak değiştirilebilmesine olanak
sağlanmaktadır. 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek
27 nci ve ek 28 inci maddelerde zikredilen söz konusu yönetmelikler, hukuk
güvenliğini zedeleyici bir biçimde kanuni dayanağı olmadan Cumhurbaşkanlığı
tarafından hazırlanacak yönetmeliklerdir. Bir anlamda “yasa” yerine geçen bu
yönetmeliklerle personelin tüm özlük hakları düzenlenecektir. İdarenin yasama
yetkisi ile donatılması anlamına gelecek olan bu yönetmelik düzenleme yetkisi
hukuk güvenliği ilkesini açık bir biçimde zedeleyecektir. Bu, mevcut
sözleşmelerin yönetmeliğe uygun hale getirilmesi yetkisi kanun ile yapılmış
olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun olduğu anlamına gelmez. Ancak,
verilen bu yetki sınırları ve kapsamı belirli bir yetki olmadığı gibi idarenin
sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman
değiştirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir
nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş
durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural
koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.
Dolayısıyla söz konusu
düzenleme ile idari hizmet veya iş sözleşmesi ile çalışan personele ilişkin işe
alımdan ücretin belirlenmesine, atama, disiplin işlemleri, iş akdinin son
bulmasına ilişkin kuralların belirlenmesi gibi çalışma süreleri, disiplin
işlemleri gibi özlük haklarının belirlenmesi belirlenmiş olanların da
yönetmelik hükümleri doğrultusunda tek taraflı olarak değiştirilebilmesi
yetkisi yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin
yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini de göstermektedir. Bu nedenle söz konusu
fıkra Anayasa’nın 7. Maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
5. Anayasa’nın 48. Maddesine Aykırılık
25 sayılı CK ile getirilen ve iptali talep edilen
düzenleme ile daha önce yasal olarak dayanağı bulunan ancak 703 sayılı KHK ile
yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş adı altında yasal dayanaktan yoksun
bırakılan idari hizmet sözleşmesi ve iş kanunu hükümlerine göre çalışan
personelin sözleşmelerinin yenilenmesi hususunda idareye yetki verilmekte ve imzalanmış
ve yürürlüğe girmiş idari veya iş sözleşmelerinin idare tarafından sözleşmenin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra çıkarılacak yönetmelik hükümlerine göre tek
taraflı olarak değiştirilebilmesine olanak sağlanmaktadır.
Anayasanın
48. maddesi, “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine
sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin
millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” hükmünü
içermektedir.
25 sayılı CK’nın birinci maddesinin üçüncü fıkrası ile
375 sayılı Kararnamenin ek madde 23 ila ek madde 28 arasındaki maddeleri
çerçevesinde sözleşmeleri sona eren ve yine 25 sayılı CK’nın birinci maddesinin
ikinci fıkrası çerçevesinde sözleşmeleri mevcut hakları devam ettirilerek
yenilenen personelin sözleşmelerinin sözleşme imza tarihinden sonra çıkarılacak
yönetmeliklere uygun hale getirilmesi düzenlenmiştir. Bir diğer deyişle söz
konusu personel ile idare arasında imzalanmış veya imzalanacak olan
sözleşmelerin, idare tarafından imzadan ve yürürlüğe girmesinden sonra
çıkaracağı bir yönetmelik hükümlerine göre tek taraflı değiştirilebileceği
belirtilmektedir.
Sözleşme özgürlüğünün ana ilkesi bir sözleşmenin
tarafların karşılıklı rızası ile imzalanması esasına dayanır. İmzalanmış ve
yürürlüğe girmiş bir sözleşme de yine süresinin bitiminden önce ancak
tarafların karşılıklı rızası ile değiştirilebilir veya sona erdirilebilir. Özel
hukuk alanındaki bu kural, özellikle iş ilişkilerinde taraflar arasındaki
eşitsizlikten dolayı özel kanunlar aracılığıyla da ayrıca düzenlenmiş ve
özellikle iş akitlerinin işverenler tarafından tek taraflı olarak
düzenlenmesini önlemeye yönelik ayrı bir düzenleme yoluyla düzenlenmiştir. 4857
sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde imzalanmış olan bir iş sözleşmesinin
hükümlerinin değiştirilmesi için değiştirilme talebinin yazılı olarak karşı
tarafa bildirilmesi ve karşı tarafın da bunu 6 işgünü içerisinde kabul etmesi
gerektiği belirtilmektedir. Benzer şekilde statü hukuku açısından aynı yönlü
düzenleme Anayasanın 128. Maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş ve memurlar
ve kamu görevlilerinin özlük hakları ile ilgili düzenlemelerin kanun yoluyla
yapılması öngörülmüştür. Bir diğer deyişle çalışanların idareye karşı korunması
için idarenin tek taraflı olarak düzenledikleri yönetmelikler aracılığıyla
düzenlemelerin kanuni bir dayanağı olmadığı sürece geçerli olamayacağını,
yönetmeliklerin sadece kanunlarda belirtilen hak ve yükümlülüklerin teknik
detaylarını düzenleyebileceği öngörülmüştür.
25 sayılı CK’nın 1. maddesinin 3. fıkrası ile tarafların
karşılıklı rızasına dayalı olarak imzalanmış sözleşmelerin idare tarafından
herhangi bir kanuni dayanağı olmayan idare tarafından çıkarılacak ve ilgili
kamu görevlilerinin özlük haklarını esaslı bir biçimde değiştirebilmeye olanak
sağlayan yönetmelik hükümleri çerçevesinde değiştirilebilmesi öngörülmektedir.
Bu durum Anayasanın 48. maddesinde öngörülen serbestlik ilkesine aykırıdır. Bu
özel bir yetki sözleşme özgürlüğü ilişkisinin zedelendiğini göstermektedir. CK
ile idarenin sözleşme serbestisi hukukunun temel ilkesine aykırı bir biçimde
genişletilirken, çalışanların sözleşme özgürlüğü fiilen sınırlanmaktadır. Bu
bakımdan anılan düzenleme Anayasanın 48. maddesine aykırıdır.
6. Anayasa’nın 104.
Maddesine Aykırılık Sorunu
25 sayılı CK ile
getirilen ve iptali talep edilen düzenleme ile daha önce yasal olarak dayanağı
bulunan ancak 703 sayılı KHK ile yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş adı
altında yasal dayanaktan yoksun bırakılan idari hizmet sözleşmesi ve iş kanunu
hükümlerine göre çalışan personelin sözleşmelerinin yenilenmesi hususunda hukuk
güvenliği ilkesini zedeleyici bir biçimde idareye yetki verilmekte ve
imzalanmış ve yürürlüğe girmiş idari veya iş sözleşmelerinin idare tarafından
kendi yayımladığı yönetmelik hükümlerine göre tek taraflı olarak
değiştirilebilmesine olanak sağlanmaktadır. 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23
üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek 27 nci ve ek 28 inci maddelerde zikredilen söz
konusu yönetmelikler, hukuk güvenliğini zedeleyici bir biçimde kanuni dayanağı
olmadan Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanacak yönetmeliklerdir. Bir anlamda “yasa”
yerine geçen bu yönetmeliklerle personelin tüm özlük hakları düzenlenecektir.
Yürütme organı (ya da
idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Yukarıda genel açıklamalar içinde
belirtildiği gibi bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Anayasa’ya uygunluğundan
söz edebilmek için öncelikle Anayasanın CK çıkarılmasını yasakladığı alanlarda
düzenleme içermemesi gerekir.
Anayasanın 104/17
maddesine göre kanunla düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri
düzenlenemez. Son olarak, Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Haliyle, Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri kanunlara aykırı olamazlar.
Bu çerçevede 25
sayılı CK’nın 1. maddesinin 3. fıkrası, yukarıda belirtilen anayasal sınırları
aşan bir düzenlemedir.
Öncelikle, söz konusu düzenleme, idare ile çalışan
arasında imzalanmış sözleşmelerin değiştirilmesine yönelik bir düzenlemedir.
İdareye tek taraflı olarak yönetmelik düzenlemesi ile sözleşmelerin esas
unsurlarının değiştirilebilmesine olanak sağlamaktadır. Oysa bu husus hem iş
sözleşmeleri hem de idari hizmet sözleşmeleri açısından yasalarla düzenlenmiş
bir alan olması nedeniyle CK’ların yetki sınırının içerisinde değildir. 4857
sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde imzalanmış olan bir iş sözleşmesinin hükümlerinin
değiştirilmesi için değiştirilme talebinin yazılı olarak karşı tarafa
bildirilmesi ve karşı tarafın da bunu 6 işgünü içerisinde kabul etmesi
gerektiği belirtilmektedir. Benzer şekilde idari hizmet sözleşmeleri açısından
aynı yönlü düzenleme 657 sayılı Yasa ve 375 sayılı KHK ile düzenlenmiş
konulardır.
Anayasanın 104. maddesine aykırı olarak, kanunla
düzenlenmiş bir konuda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile değişiklik yapılmak
istenmektedir. Bu değişiklik Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasına açık aykırılık
teşkil etmektedir. Kanun ile düzenlenmiş bir alanda düzenleme yaptığından
Anayasa’nın 104/17. maddesine aykırılık taşımaktadır.
Anayasamızın 104. maddesinde açıkça kanunla düzenlenmesi
gereken alanlarda CBK ile düzenleme yapılamayacağı da belirtilmektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü
yer almaktadır.
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 23 ila ek 28
inci maddeleri kapsamında istihdam edilecek olan personelin Anayasa’nın 128. maddesinde
belirtilen diğer kamu görevlileri olduğu açıktır. Dolayısıyla bu personelin
özlük haklarının, çalışma koşullarının, atama ve diğer haklarının kanunla
düzenlenmesi gerektiği açıktır. Bir CK ile Anayasa’nın 128. maddesinin kapsamı
içerisinde kanun ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda hiçbir kanuna tabi
olmayan adeta bir kanun niteliği taşıyan yönetmeliklerle düzenleme
yapılabilmesine olanak sağlayan bir düzenleme öngörülmüş olması Anayasa’nın
104. Maddesinin ihlal edildiğini göstermektedir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanının 104. maddeye göre bu alanda
kararname çıkarma yetkisi bulunmamaktadır. Bu çerçevede 25 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. Maddesinin 3. fıkrası yukarıda belirtilen
nedenlerle Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasına aykırıdır ve iptali talep
edilmektedir.
7. Anayasa’nın 128.
Maddesine Aykırılık Sorunu
25 sayılı CK ile getirilen ve iptali talep edilen
düzenleme ile daha önce yasal olarak dayanağı bulunan ancak 703 sayılı KHK ile
yeni cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş adı altında yasal dayanaktan yoksun
bırakılan idari hizmet sözleşmesi ve iş kanunu hükümlerine göre çalışan
personelin sözleşmelerinin yenilenmesi hususunda hukuk güvenliği ilkesini
zedeleyici bir biçimde idareye yetki verilmekte ve imzalanmış ve yürürlüğe
girmiş idari veya iş sözleşmelerinin idare tarafından kendi yayımladığı
yönetmelik hükümlerine göre tek taraflı olarak değiştirilebilmesine olanak
sağlanmaktadır. 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23 üncü, ek 24 üncü, ek 26 ncı, ek
27 nci ve ek 28 inci maddelerde zikredilen söz konusu yönetmelikler, hukuk
güvenliğini zedeleyici bir biçimde kanuni dayanağı olmadan Cumhurbaşkanlığı
tarafından hazırlanacak yönetmeliklerdir. Bir anlamda “yasa” yerine geçen bu
yönetmeliklerle personelin tüm özlük hakları düzenlenecektir.
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü
yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. Maddesine göre memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenmesi gerekir. İdare ile çalışan arasında sözleşme imzalanması ve
sözleşmenin içeriklerinin de kanunla belirlenmesi zorunluluğu da bu kapsam
içerisindedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde imzalanmış olan bir iş
sözleşmesinin hükümlerinin değiştirilmesi için değiştirilme talebinin yazılı
olarak karşı tarafa bildirilmesi ve karşı tarafın da bunu 6 işgünü içerisinde
kabul etmesi gerektiği belirtilmektedir. Benzer şekilde idari hizmet
sözleşmeleri açısından aynı yönlü düzenleme 657 sayılı Yasa ve 375 sayılı KHK
ile düzenlenmiş konulardır. 25 sayılı CK’nın
iptali talep edilen hükmü ile idare tarafından hazırlanacak olan yönetmelikler,
kanunlara uygun olarak yürürlüğe girmiş sözleme hükümlerini tek taraflı olarak
değiştirecek ve sözleşme hükümleri söz konusu yönetmeliklerin 657 sayılı kanuna
ve diğer kanunlara bağlı kalınmaksızın hazırlanabileceğine ilişkin ilgili
maddelerdeki düzenlemelere istinaden kanunlara aykırı olarak
şekillendirilebilecektir. Bu yolla İdareye
tek taraflı olarak yönetmelik düzenlemesi ile sözleşmelerin esas unsurlarının
değiştirilebilmesine olanak sağlamaktadır. Oysa bu husus hem iş sözleşmeleri
hem de idari hizmet sözleşmeleri açısından yasalarla düzenlenmesi gereken bir
alandır. Ne, CK’ların yetki sınırının içerisindedir ne de hukuki olarak kanuni
dayanağı olmayan yönetmeliklerin alanıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 2014/82
Esas ve 2014/143 sayılı kararıyla kamu görevlisi olan aile hekimlerinin
disiplin işlemlerinin yönetmeliklerle düzenlenemeyeceğine hükmetmiştir. İptali
talep edilen hüküm ile de benzer düzenlemeler yapılabilmesine olanak
sağlanmaktadır. İş sözleşmesi ve idari hizmet sözleşmeleriyle çalışan kamu
görevlilerinin hak ve yükümlülüklerinin yönetmeliklerle belirlenmesi
hedeflenmektedir.
Kamu görevlilerinin özlük haklarının, mali haklarının ya
kanunla ya da kanunun belirlediği usul çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte
olup bunun dışında cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın
128. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle, 25 sayılı CK’nın 1.
maddesinin 3. fıkrasının Anayasa’nın 2., 7., 48., 104/17. ve 128. maddelerine
aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize
girmiş ve 24 Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine
başlamasıyla yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa
yürütme organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7. maddeleri
gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
anayasada kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca
oldukça kapsamlı pek çok CK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CK’ların pek çoğunda
da anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CK ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. İptali istenen
kuralların tamamı Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesini
yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu nedenle ultra
vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek
yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar
hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem
taşımaktadır.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan
işlemler, ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkansız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça
aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi
olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede
hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir.
Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif
yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de
zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir
düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
25 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bazı kamu
görevlilerinin özlük haklarını, disiplin haklarını, çalışma koşullarını etkileyen
düzenlemeleri içeren yönetmelikler yoluyla söz konusu çalışanların haklarının
değiştirilebilmesine olanak sağlanmaktadır. İptal talebinin kabulü halinde söz
konusu kişiler açısından hukuksuz çalıştırmadan kaynaklı birçok hak ihlali
nedeniyle bu kişiler tarafından açılacak bireysel alacak davaları nedeniyle
oldukça ciddi miktarda kamu zararı çıkacaktır. Bu nedenle söz konusu
düzenlemenin yürütmesinin durdurulması bu sonucun ortaya çıkmasını önleyecektir.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla,
Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddenin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
28/12/2018 tarihli ve 28/12/2018 tarihli ve 25 sayılı
Sözleşmeli ve İş Mevzuatına Tabi Personele İlişkin Bazı Düzenlemeler İle
Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesinin 3. fıkrasının, Anayasanın
2., 7., 48., 104/17. ve 128. maddelerine, aykırı olması nedeniyle iptallerine
ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına, karar verilmesine
ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”