“...
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CK)
ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017
tarihli halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının
sadece 107. maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın
farklı maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği
farklılaştırılarak yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel
atama işlemlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği
belirtiliyordu. Burada bir ad benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve
sınırları açısından oldukça farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile
getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları
Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konuluştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı
konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale
gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına
göre de; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri,
teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan
değişikliklerle, kanun ile cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki
ilişki netleştirilmiş ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı
olamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
Anayasa’ya uygunluk denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer
alan iki temel ilkenin daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama
yetkisinin devri yasağı ve kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan
kaynaklanan doğrudan düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da
güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri
olan idarenin kanunla düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı
hususu üzerinde durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz
önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ” denilmiştir.
Buna göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması,
hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa
Mahkemesinin pek çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne
anlaşılması gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme
ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi
değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise
düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder… Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla
düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma
yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması,
çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine
bırakmaması gerekir” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha
yakın tarihli kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir. “15…
yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında
başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi
ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin devredilmesi olup bu madde,
yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına
gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir
konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma
yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi
gereğince yürütme organının bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama
organınca yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM
kararlarını dikkate alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun “genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak
Mahkemenin, Anayasa’da farklı kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı
içeren konularda ise, “Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare
hukukunun temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu
ilke uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir.” Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi
olmadığını bu yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine
vücut vermektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev
ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların
toplumun hangi tür gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi
usuller uygulanarak sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir.
Ayrıca, idarenin, toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve
ayrıcalıklarını kullanması ve bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri
üzerinde olumsuz etkiler de doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi
sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve
işlemlerinin hem kanuna dayanmasını hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı
olmamasını ifade eder. Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak
yasama organı, Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa ile
düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan
aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771 sayılı
Kanun öncesinde bunun iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri Cumhurbaşkanının
başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve olağanüstü hal
kanun hükmünde kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin
kuruluş ve çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Yasal
idare ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve işlemlerinin kanuna uygun
olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara
uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz.,
Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları).
6771 sayılı Kanunla getirilen
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla
çerçevelenmiş olsa da yürütme organı yasaya dayanmaksızın ilk elden kural koyma
yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama organı yanında yürütme
organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun açıkça düzenlediği konuları
içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
ilk elden düzenleme yapabilecektir. Ancak bu durum, Fransa’da olduğu gibi
yasama ve yürütmenin özerk düzenleme alanlarına sahip olduğu, yani her bir
organın düzenleme yapacağı konuların açıkça sayıldığı, şeklinde
anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama
konusu olmaktan çıkmamaktadır. TBMM isterse CK ile düzenlenen bir alanda yasa
çıkarabilir, buna bir engel bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” (madde 104/17) hükmü, bu yargıyı doğrulamaktadır. O halde
Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamayacak iken, ancak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde,
asli düzenleme yetkisi TBMM’ye ait bulunmaktadır.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7.
maddesindeki yasama yetkisinin devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin
kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş, ancak belirli idari konuların Anayasa’da
açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
(madde 106/son). Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin
Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer
verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir
çelişki kabul edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Diğer bir ifadeyle,
idarenin kanuniliği ilkesi, salt 106/son ve 123/son maddelerde belirtilen
hususlar açısından geçerli değildir. Bununla birlikte, bu istisna, yasal
düzenleme yapılması halinde ortadan kalkar. Başka bir ifade ile, yasa kaydı,
zaman bakımından istisnai durumun göreceli özelliğini ortaya koyar.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine
dair kamu hukukunda kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna
kuralın varlığından söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş
olması gerekir. 2. İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam
tarafından konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur.
3. Genel kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel
kurala istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek
anlamına geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum
yoluyla genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması
esası benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural,
genel kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu
değiştirme salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum
İlkeleri,).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça
belirttiği bir makama ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu
olamazlar. Yargı kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş
ise, ancak onun bu yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki
devredilen makamın devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin
yasak olduğu hususu, idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür
(Bkz. R. Cengiz Derdiman, Yusuf Uysal Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. Maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17.
fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya
eşdeğer işlemler değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme
yetkisine ilişkin konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların
yasaya eşdeğer, yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü
yürütme yetkisi, kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması
gereken bir yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya
eşdeğer olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137.
maddesinde yapılan değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte
değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu
hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden
aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa
hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene
bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile
Cumhurbaşkanına Anayasada tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123.
maddenin son fıkrasında “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle kurulur” denilerek, CK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da
imkân tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı
konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.107/ fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CK ile kaldırılamaz; ancak CK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği,
yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun
işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini hüküm altına almıştır
(m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük
ibaresi, Anayasadan tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten
kaldırılmış; onun yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
yapılabileceği yukarıda belirtilen istisnai işlemler, kaynağını doğrudan
Anayasadan alan yürütme işlemi niteliğinde kabul edilmelidir.
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu
yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin
usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9).
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CK
ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları
şu şekilde açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin
gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme
yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi
verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CK’leri ancak yürütme yetkisinin
gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı
yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CK çıkarılması
mümkün olmayacaktır.
2) İkinci olarak CK’leri “Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le
ilgili konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını
ilgilendiren hususlarda yasa olmaksızın CK’lerin devreye girmesi engellenmek
istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken
soru, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin tamamının CK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla
belirtildiği üzere, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede
yasayla düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2.
maddesinde “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51.
maddesinde “Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”,
63. maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Dolayısıyla belirtilen konuların CK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer
böyle bir düzenleme yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak
ve ödev için kanun kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı
içermeyen sosyal ve ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu
olabilecektir. Örneğin konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi
böyledir. Bu durumda, dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece
düzenleme konusu olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci
cümlesi, sosyal ve ekonomik haklar alanının CK ile düzenlenmesini kabul
ederken, bu düzenlemenin sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk
cümlesindeki CK’nin sadece yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi,
diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda çıkarılamamasıdır. Öte yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında,
CK’ye konu olabilecek sosyal ve ekonomik hak ve ödevlerle ilgili
cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir düzenleme yetkisinden
bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı dikkate alındığında, CK ile
sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin gerçekleşmesi için birtakım pozitif
tedbirleri içeren düzenlemeler yapabileceği, fakat kişilerin bundan
yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği belirtilmelidir. Zira anayasal
çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı
çerçevesinde yürütmenin düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran”
kanunla düzenlenmesi gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline
getirilmiştir (Bkz., Anayasa Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
AYM’ye göre “Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla
düzenlenmesini gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken,
yasanın “temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”.
AYM ayrıca, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları
örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken
verdiği örnekler ve açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması
için Anayasanın özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi,
yasayla düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak”
kanunla yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73. maddede
(Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir
veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel ilkeleri koyan
128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel
vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konular kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve
uygulanmak durumundadır. Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan
merkezi idare teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla
düzenlenir”, 127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile
yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128.
maddesindeki “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme
usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek
oluşturur. Özellikle bu son husus, CK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme
riskini içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın
104/9. maddesi cumhurbaşkanı CK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları …
düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla
düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Elbette CK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi
CK ile kanunlarda değişiklik yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın
106/son maddesine göre “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve
yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların
kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CK ile değişiklik yapılabileceği
anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CK ile bir
yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmadan önce 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve yasa gücünde kararname yürürlükten
kaldırılmıştır.
2. CK’lerle ilgili Olarak Anayasa
Mahkemesi Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesinin denetim kapsamına giren
işlemlerden biri de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150.,
151., 152. ve 153. maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname
yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasanın 148. maddesi bu konuda gayet açıktır:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. … Ancak, olağanüstü
hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil
ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz.”
Bu maddede yapılan değişiklikle Anayasanın
2017 öncesi halinde 91. maddede düzenlenen ve 6771 sayılı Kanun ile kaldırılan
kanun hükmünde kararname ifadesi yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi
konulmuştur. Ayrıca olağanüstü KHK’lerde olduğu gibi olağanüstü hallerde ve
savaş hallerinde çıkarılan CK’lerin de anayasallık denetiminin yapılamayacağı
ifade edilmiştir.
150. maddede ise Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin iptali için dava açma hakkının kimlere tanındığı belirtilir:
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, “Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa
Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna
ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.” Anayasa,
ayrıca, itiraz dava yolunda, yani Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde
ileri sürülmesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.” demektedir (madde 152). Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir davaya
uygulanacak kural olduğunda söz konusu CK hükmü somut norm denetimi yoluyla AYM
önüne götürülebilecektir.
153. maddede ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hakkında verilen iptal kararının, kararın Resmî Gazetede yayımlanması ile
hukuki sonucunu doğuracağı ifade edilmiş, AYM’ye iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilme imkânı da tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesi, bu denetimi nasıl ve
hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CK’nın
Anayasada CK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği
yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CK yetki kapsamı dışında bir
konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CK’nın
yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM bu kez düzenlemenin esas
bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne
kadar Anayasanın 148. maddesinde CK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya
uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17.
fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CK’yi Anayasa’ya
aykırı hale getirir. Böylece, CK’nın örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir
hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur.
Bu açıdan CK’lerin denetimi yasaların denetiminden
farklıdır. Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya
uygunluğu inceleme konusu olurken, CK’lerin önce yetki yönünden incelenerek,
Anayasanın 104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu
çerçevede CK’nın bir temel hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı
olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer
verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda
CK’lerin hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden
bir CK hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin
alanına kayacak ve CK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal
ve ekonomik haklara ilişkin olarak CK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır. Bu nedenle, kurumsal anayasa
hukuku ve özgürlükler anayasa hukuku ilkelerini birlikte yorumlama gereği
bulunmaktadır.
Anayasanın 148. maddesi uyarınca
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkarılabilecek Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin AYM’nin denetimi dışında tutulduğu görülmektedir “Ancak,
olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla,
Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” (md. 148/1).
B. 35 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN
BAZI HÜKÜMLERİNİN ANAYASA AYKIRILIĞI
1. 35 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1.
maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine eklenen Madde 133/B’nin (1)
numaralı fıkrasının Anayasa’ya Aykırılığı
35 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1.
maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine “Yeni yazarların
desteklenmesi” başlıklı ve 133/B numaralı yeni bir madde eklenmekte ve bu madde
ile 1 sayılı CK ile kurulan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü’ne Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan
Sanat ve Yönetim Kurulu kararı ile her yazara bir adet eserle sınırlı olmak
üzere yerli yazarların ilk kez sahnelenecek eserleri için (250,000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek ve
yılı bütçesinin ilgili bütçe tertibinden karşılanmak üzere nakdi destek
verilmesine olanak sağlanmakta ve bu nakdi desteğe ilişkin esas ve usullerin de
Genel Müdürlükçe düzenlemesi öngörülmektedir.
Söz konusu düzenleme, aşağıda belirtildiği
üzere Anayasa’nın birden çok maddesine aykırılık taşımaktadır.
2. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
6771 sayılı Kanun ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın 104/17. maddesiyle
getirilen CK ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Anayasa
CK’lar için ikili bir sınır çizmiştir. Birinci sınır olarak Anayasa’da kanun
ile düzenlenmesi öngörülen konular belirtilebilir. İkinci sınır ise kanun ile
düzenlenmiş konulardır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla
düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasa’nın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda
açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. Elbette CK’lerin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnameler yasaları değiştirebilirken CK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak
Anayasa’nın 104. maddesinin onyedinci fıkrasının açık ve bağlayıcı hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Bu çerçevede 35 sayılı CK’nın 1. maddesi
ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine eklenen 133/B maddesinin (1)
numaralı fıkrası, yukarıda belirtilen anayasal sınırları aşan bir düzenlemedir.
Öncelikle, söz konusu düzenleme ile Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bünyesinde
kurulmuş olan Sanat ve Yönetim Kurulu kararı ile her yazara bir adet eserle
sınırlı olmak üzere yerli yazarların ilk kez sahnelenecek eserleri için
(250,000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak
miktarı geçmemek ve yılı bütçesinin ilgili bütçe tertibinden karşılanmak üzere
nakdi destek verilmesine olanak sağlanmakta ve bu nakdi desteğe ilişkin esas ve
usullerin de, Genel Müdürlükçe düzenlemesi öngörülmektedir.
Anayasamızın 104. maddesinde açıkça
kanunla düzenlenmesi gereken alanlarda CK ile düzenleme yapılamayacağı da
belirtilmektedir.
Sanatçılara nakdi destek verilmesi bir
sosyal harcama türüdür. Bir diğer deyişle bir kamu harcamasıdır. Kamu
harcamaları, kamu hukuku kuralları uyarınca tek taraflı olarak tesis edilen ve
re'sen uygulanabilir idare tasarrufu olarak tanımlanan idari işlemlerdendir.
Yürütme faaliyetinin, hukuk devleti ilkelerine uygun bir şekilde yürütülmesini
sağlayan idare hukuku esası, idarî işlemin yargısal usullere benzeyen usullere
tâbi tutulmasını sağlamaktadır. “Bütçe; belirli bir dönemdeki gelir ve gider
tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne
uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi” ifade eder. Bütçe ile devletin nerelere
ne ölçüde para harcaması gerekeceğine, millet adına karar verme yetkisinin
yetkili temsili meclislerde bulunmasına da bütçe hakkı denmektedir. Öncelikli
olarak bir kamu harcamasının yapılabilmesi için seçilmişlerin meydana getirmiş
olduğu yasama organınca yürütme organına, belirlediği bütçe ödenekleri ile
sınırlı olmak üzere harcama yetkisinin verilmiş olması gerekir. Ayrıca bu
harcamaların, bütçelerin hazırlık aşamasında belirlenen öncelikli hedeflere ve
kaynak kullanımını düzenleyen mali mevzuat hükümlerine bağlı kalarak
gerçekleştirilmesi gerekir. Bütçe hakkı çerçevesinde kamu kurum ve
kuruluşlarının harcamalarının nasıl yapılacağı, bütçelerinin hazırlanması, mali
yönden işleyişinin esasları ve denetimlerinin düzenlenmesi de kanun ile
düzenlenmesi gereken alanlardandır. Anayasamızın 161. maddesinin birinci ve
ikinci fıkralarında “Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki
kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Malî yıl
başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü
ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve
usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında
hiçbir hüküm konulamaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. Anayasamız, harcamaların
bütçe ile yapılmasını, bütçenin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünün
kanunla düzenleneceğini öngörmüştür.
Dolayısıyla kamu kurumlarının
harcamalarının bütçelendirilmesi, bütçe hazırlanması, uygulanması, mali
yönetimi ve denetimine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi hususu açıkça
münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken bir alan olarak tanımlanmıştır. Bu
hükme göre Cumhurbaşkanının bir kamu kurumuna Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
harcama yetkisi vermesi ve bu harcamanın bütçe tertiplerinden karşılanmasını
düzenlemesi mümkün değildir. Bu nedenle Cumhurbaşkanının 104. maddeye göre bu
alanda kararname çıkarma yetkisi bulunmamaktadır. Bu çerçevede 35 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B
maddesinin birinci fıkrası yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasına aykırıdır.
Ayrıca, Anayasa’nın 161. maddesi hükmünün
uygulamasına yönelik düzenlenen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’nda da, Anayasa’nın 161. maddesinde belirlenmiş bütçe hakkı
doğrultusunda ilkeleri ve mali esasları düzenlemiştir.
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda
açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı
bulunmaktadır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. Elbette CK’lerin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnamelerle yasaları değiştirebilirken CK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak,
Anayasa’nın 104. maddesinin onyedinci fıkrasının herhangi bir tartışmaya açık
olmayan belirgin hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CK ile bir
yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
İptal davasına konu olan 35 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B
maddesinin birinci fıkrası ile düzenlenen ve Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü’ne Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan Sanat
ve Yönetim Kurulu kararı ile her yazara bir adet eserle sınırlı olmak üzere
yerli yazarların ilk kez sahnelenecek eserleri için (250,000) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek
ve yılı bütçesinin ilgili bütçe tertibinden karşılanmak üzere nakdi destek
verilmesine olanak sağlayan hüküm, bu alandaki temel kanuna aykırılık
taşımaktadır.
Anayasa’nın 161. maddesi hükmünün
uygulamasına yönelik düzenlenen ve temel kanun olan 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda Anayasa’nın 161. Maddesinde belirlenmiş bütçe
hakkı doğrultusunda ilkeleri ve mali esaslar düzenlenmiştir. Bu kanunun “Gelir ve giderleri etkileyecek kanun teklifleri” başlıklı 14. maddesi, “Kamu
gelirlerinin azalmasına veya kamu giderlerinin artmasına neden olacak ve kamu
idarelerini yükümlülük altına sokacak kanun tekliflerinin getireceği malî yük,
orta vadeli program ve malî plan çerçevesinde, en az üç yıllık dönem için
hesaplanır ve tekliflere eklenir. Sosyal güvenliğe yönelik kanun tekliflerinde
ise en az yirmi yıllık aktüeryal hesaplara yer verilir.” hükmüne yer vermiş ve kamu giderlerini arttırıcı etkide
bulunacak düzenleme türünü Anayasa’nın 161. maddesindeki hükme uygun bir
biçimde düzenlemiştir. 5018 sayılı Kanunun 14. maddesi açık bir biçimde gelir
azaltıcı veya gider artırıcı düzenlemelerin şeklini belirlemiştir. Bu da kanuni
düzenleme biçimidir. Devletin giderlerinin yapılmasının dayanağı mutlaka kanuna
dayanması gerekir. Bunun gerekçesi de bütçe hakkıdır. Bütçe hakkı, aynı zamanda
kanunilik ilkesine dayanır. Devletin gelirleri ve yapacağı harcamaların
tutarlarının ne olacağını belirleyen bütçeye, idare tarafından bütçede
öngörülmemiş bir gider kalemi koymak, hatta gideri eklemek, bütçe hakkını ihlal
edici bir nitelik taşımaktadır.
Bir CK ile Anayasa’nın 161. maddesinin
kapsamı içerisinde kanun ile düzenlenmesi öngörülmüş ve kanunlarla düzenlenmiş
bir alanda hiçbir kanuna tabi olmayan adeta bir kanun niteliği taşıyan bu
düzenleme, Anayasa’nın 104. maddesinin ihlal edildiğini göstermektedir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanının 104. maddeye
göre bu alanda kararname çıkarma yetkisi bulunmamaktadır. Bu çerçevede 35
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 4 sayılı CK’ya
eklenen 133/B maddenin (1) nolu fıkrası yukarıda belirtilen nedenlerle
Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasına aykırıdır ve iptali talep
edilmektedir.
2. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen
Yasama Yetkisinin Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Anayasanın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi
Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”;
8. maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından,
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”
kurallarına yer verilmiştir.
Yasama yetkisi, genel ve asli bir
yetkidir. Bu yetki, yasama organının istediği her konuda kanun çıkarabilmesini
ve çıkardığı kanunu istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır.
Bu genellik ilkesi, yasama organının araya herhangi bir işlem girmeden bir
konuda doğrudan doğruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin
asliliği ilkesiyle bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye
Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek
sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı
nitelikte kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi,
Anayasa Mahkemesi kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm
bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak
kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına
gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün
olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya
yetkilidir’ (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.1962/198, K.1962/111, RG:
24.1.1963-11316).
“Anayasada hangi konularda bir yasa
çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı
ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama organı her alanda
düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanması gibi öznel işlemle yürütülecek
türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesiyle
ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir
konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun
düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış
demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler
eşitlik, hak ve özgürlük güvenceleri, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi
ilkeleri ifade etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan
bir konuda kanun çıkarıp çıkarmamak, yasama organının takdirinde olmakla
birlikte çıkarılması öngörülen bir kanunun eşitlik, kazanılmış haklara saygı
gibi anayasal ilkelere olduğu hukukun genel ilkelerine ve Türkiye’nin taraf
olduğu insan haklarına ilişkin uluslararası kurallara uygun olması zorunludur.
Varlık nedeni ve asli görevi, yasamanın
koyduğu kurallar çerçevesinde icraat yapmak olan Yürütmeye bir yetki olma gücü
veren esaslar, Anayasanın muhtelif maddelerine serpiştirilmiş durumdadır. Yukarıda
yürütmenin yetkisi ve sınırları belirtilmiştir.
Yürütmenin, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
veya yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliği
ilkesi içerisinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan,
Anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller dışında, yasalarla
düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir kural koyma
yetkisi bulunmamaktadır. Yasa ile yetkili kılınmış olması da bu sonuca etkili
değildir.”
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre,
yasama yetkisinin yürütmeye devrinde yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık
oluşturur.
35 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B maddesinin birinci fıkrası ile
düzenlenen ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan Sanat ve Yönetim Kurulu kararı ile her
yazara bir adet eserle sınırlı olmak üzere yerli yazarların ilk kez sahnelenecek
eserleri için (250,000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucu bulunacak miktarı geçmemek ve yılı bütçesinin ilgili bütçe tertibinden
karşılanmak üzere nakdi destek verilmesine olanak sağlayan hüküm ile Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne yasal olarak tanımlanmış, sınırları yasa ile
çizilmiş bir alanda yasanın ötesine geçerek adeta yeni bir yasa düzenlemesi
yapılarak yetki verilmektedir. Şöyle ki, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim
Kanunu’nun 14. maddesi ile kanun ile düzenleme zorunluluğu bulunan ve yetki
devrinin kısıtlandığı bir alanda düzenleme yapılmış, bütçe kanununda yer almayan
bir gider türü, kanuni bir dayanağı olmadan Anayasa’nın 161. maddesine aykırı
olarak Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmiş ve yasanın çizdiği sınırların
dışına çıkılmış, adeta yeni bir yasal düzenleme yapılmıştır. Bu gerekçe ile
yasa ile verilen yetki sınırları ve kapsamı değiştirilmiş, idarenin sübjektif
karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman değiştirilme
olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir düzenleme
yapılmıştır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bir CK
ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi
verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.
Dolayısıyla söz konusu düzenleme ile yürütmeye
5018 sayılı Kanunun ve Anayasanın 161. maddesinde tanımlanan sınırlamalara
aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın
aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini
göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu fıkra Anayasa’nın 7. maddesinde
belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırıdır, iptali
gerekir.
3. Anayasa’nın 161. Maddesine Aykırılık
35 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B maddesinin birinci fıkrası ile
düzenlenen ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan Sanat ve Yönetim Kurulu kararı ile her
yazara bir adet eserle sınırlı olmak üzere yerli yazarların ilk kez
sahnelenecek eserleri için (250,000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı
ile çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek ve yılı bütçesinin ilgili bütçe
tertibinden karşılanmak üzere nakdi destek verilmesi ve destek verilmesine ilişkin
esas ve usullerin de Genel Müdürlükçe belirlenmesi öngörülmektedir.
Anayasamızın 161. maddesinin birinci ve
ikinci fıkralarında “Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki
kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Malî yıl
başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü
ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve
usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında
hiçbir hüküm konulamaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. Anayasamız, harcamaların
bütçe ile yapılmasını, bütçenin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünün
kanunla düzenleneceğini öngörmüştür. Dolayısıyla kamu kurumlarının
harcamalarının bütçelendirilmesi, bütçe hazırlanması, uygulanması, mali
yönetimi ve denetimine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi kanunla
düzenlenmesi gereken bir alan olarak tanımlanmıştır.
Hal böyle iken 35 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B maddesinin birinci
fıkrası ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne verilen ve ilgili yıl
bütçesiyle ilişkilendirilen bu düzenleme 5018 sayılı Kanuna tabi olmadığı gibi,
bütçe uygulamasının kanuniliği ilkesini zedelemektedir. Bu nedenle de
Anayasa’nın 161. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
4. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa madde 8’e göre; “Yürütme yetkisi
ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 35 sayılı CK’nin
anayasal ve yasal çerçeve dışında düzenleme yaptığı, yukarıdaki açıklamalarla
ortaya konmuştur. Bu itibarla 35 sayılı CK, Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır, iptali gerekir.
5. Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç
İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler
ayrılığı ilkesinde somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç,
prg.4).
CK 35, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa
ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve
Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını
Anayasa’dan almayan Devlet yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve
Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale
gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Özetle; 35 sayılı CK, Cumhurbaşkanı’nın
görev ve yükümlülükleri bağlamında, “bağlayıcı kurallar bloku” na aykırılık
teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 35 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile 4 sayılı CK’ya eklenen 133/B
maddesinin birinci fıkrası, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8.,11.,
104/2, 104/17. ve 161. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep
edilmektedir.
6. 35 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.
maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 363. maddesine eklenen (5)
numaralı fıkranın Anayasa’ya Aykırılığı
35 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi ile 4
sayılı CK’nın 363. Maddesine eklenen (5) numaralı fıkra ile Türk Marka ve
Patent Kurumu yönetim kurulu üyeleri ve başkanına yönetim kurulu toplantılarına
katılmaları nedeniyle ayda üç defayı geçmemek üzere her bir toplantı için
(9000) ek gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda
bulunacak miktarda huzur hakkı ödenmesi düzenlenmiştir. Bir diğer ifadeyle,
Türk Marka ve Patent Kurumu başkanına ve yönetim kurulu üyelerine aylık olarak
3,562 TL. huzur hakkı ödenmesi öngörülmektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
375 sayılı kanun hükmünde kararnamede, “Huzur
Hakkı” başlıklı ek 29. maddesinde ise, “Bakanlıklar ile kamu kurum ve
kuruluşlarının teşkilatlanmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde
öngörülmesi ve gösterge rakamı belirlenmesi kaydıyla, yönetim kurulu, denetim
kurulu, tasfiye kurulu, danışma kurulu üyelikleri ve komisyon, heyet, komite
ile benzeri organlarda görev alanlara, ayda dörtten fazla olmamak üzere her bir
toplantı için (1000) ila (3000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile
çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye
tâbi tutulmaksızın huzur hakkı ödenir. Gösterge rakamları Cumhurbaşkanınca üç
katına kadar artırılabilir.” denilmiştir.
Bu hükümler ışığında Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile öngörülen kurumlarda yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu, danışma kurulu üyelikleri ve komisyon, heyet, komite ile benzeri
organlarda görev alanların mali haklarının ya kanunla ya da kanunun belirlediği
usul çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
35 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
3. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 363. maddesine eklenen (5) numaralı fıkra ile
düzenlenen ve Türk Marka ve Patent Kurumu başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin
mali haklarına ilişkin bulunan konular, Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca
sadece Kanunla düzenlenebilecek hususlardan olup, Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması, ancak 375 sayılı kanun
hükmünde kararnamenin ek 29. maddesiyle belirlenmiş bulunan usule bağlı
kalınması halinde mümkündür.
375 sayılı KHK’nın ek 29. maddesi ise 703
sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenmiştir.
703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükümlerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin iptaline ve
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebini içeren 6/9/2018 tarihli ve
Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile söz konusu KHK’nın 178.
maddesinin iptali talep edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104. maddesine
aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek madde 29’un iptaline rağmen 35 sayılı CK’nın 3. maddesi ile 4 sayılı
CK’nın 363. maddesine eklenen (5) numaralı fıkra hükümleri, hukuki olarak yasal
dayanaktan yoksun olmasına rağmen yürürlükte olacaktır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi
ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek madde 29’a ilişkin iptal taleplerimizle bağlı
olarak, 35 sayılı CK’nın 3. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 363. maddesine eklenen
(5) numaralı fıkranın Anayasa’nın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması
nedeniyle iptali talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771
sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk
sistemimize girmiş ve 24 Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin
ederek görevine başlamasıyla yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile ilk defa yürütme organına, dayanağını doğrudan Anayasadan
alan bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar
getirilerek tanınmış olan bu yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde
kullanılması, kötüye kullanılmaması ve yasama yetkisinin devri niteliği
taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7. maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler
ayrılığına hukuki yapılanması ise normlar hiyerarşisine dayanan demokratik
hukuk devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça
güçlü yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen
Cumhurbaşkanının anayasada kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda
düzenlemeler yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve
denetleme mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi
yönetimine dönüştürecektir. “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etmekle yükümlü (md.104/2) bir makam
tarafından, Anayasa’ya aykırı düzenlemelerin alışkanlık haline getirilmesi, “demokratik
hukuk devleti” ekseni üzerinde inşa edilen anayasal düzenin çökmesine yol açar
(md.2), hukuk güvenliğini yok eder, toplumda hukuka olan inancı ortadan
kaldırır.
Göreve başlamasının hemen ardından
Cumhurbaşkanınca oldukça kapsamlı pek çok CK çıkarılmış bulunmaktadır. Bu
CK’ların pek çoğunda da anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CK ile
düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. İptali
istenen kuralların tamamı, Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu
nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince
ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk
sisteminden ayıklanması, devlet örgütlenmesi bakımından erkler ayrılığına ve
hukuki yapılanma bakımından normlar hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin
devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin
dışında yapılan işlemler, ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki
geçerliliği bulunmayan düzenlemelere dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey
haklarına telafisi imkânsız zararlar verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin
bir an önce yürürlüklerinin durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve
Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan
giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en
kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın
da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde
sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı
bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
10/05/2019 tarihli ve 35 sayılı
Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin;
1) 1. maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesine eklenen Madde 133/B’nin (1) numaralı fıkrasının, Anayasanın
Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11, 104/2, 104/17. ve 161. maddelerine,
2) 3. maddesi ile 4 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 363. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın
Anayasanın 104/17. ve 128. maddelerine,
aykırı olmaları nedeniyle iptallerine ve
dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına, karar verilmesine
ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”