“…
1) 7147 Sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunun 3. maddesinin 1. Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan
“ya da Cumhurbaşkanı kararnamesiyle” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
7147 sayılı Kanun’un 3.
maddesi:
“MADDE 3- (1)
Banka; kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, kalkınma planı, programı ve
stratejik planlar doğrultusunda kaynağı tahsis edilmek suretiyle
görevlendirilebilir. Bu görevlendirmelere ilişkin usul ve esaslar ile
görevlendirme kapsamında ihtiyaç duyulan kaynağın hangi kurum veya kuruluş
bütçesinden karşılanacağı Cumhurbaşkanınca belirlenir.”
hükmünü içermektedir.
Maddenin gerekçesinde ise;
“Bankanın, kaynağı
tahsis edilmek suretiyle kanunla ya da Cumhurbaşkanı tarafından
görevlendirilebileceği, buna ilişkin usul ve esaslar ile kaynağın
Cumhurbaşkanınca belirleneceği hükmü eklenmiştir.”
açıklaması yer almaktadır.
7147 sayılı Kanun 14/10/1999 tarihli ve 4456 sayılı Türkiye Kalkınma Bankası
Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanunu tamamen yürürlükten kaldırmakta, adı
geçen bankanın adı dahil tüm işlevlerini yeniden tanımlamakta, banka ile ilgili
tüm muafiyet ve istisna konularını belirlemekte, personele ilişkin özel
düzenlemeler getirmektedir.
Kanunun 3. maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesinde Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasının
kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, kalkınma planı, programı ve
stratejik planlar doğrultusunda kaynağı tahsis edilmek suretiyle
görevlendirilebilmesi öngörülmektedir. Yani, bankaya hem kanun hem de
Cumhurbaşkanı Kararnameleriyle kalkınma planı, programı ve stratejik planlar
doğrultusunda kaynağı tahsis edilmek suretiyle görevlendirilebilme
yapılabilecektir. Burada normlar hiyerarşisi açısından “kanun” ile “Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi” arasında farklılık da ortadan kaldırılmaktadır.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinin konumunun ve anayasal çerçevesinin ortaya konulması
gerekmektedir.
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği’nin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini belirtiliyordu. Burada bir ad
benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve sınırları açısından oldukça
farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddenin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme
yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk
anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz önüne alınmalıdır.
Anayasanın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ” denilmiştir. Buna göre, Anayasa’da
kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları
belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Ancak yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine
ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi
çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk
devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi Kararı
E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir. “15… yasama
yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir
organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi ile
yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin devredilmesi olup bu madde, yürütme
organına hiçbir şekilde düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına
gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir
konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma
yetkisini yürütme organına da bırakabilir.(par. 15).
Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının bir
konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir.
Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine
ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamaz.” (par. 16). (Anayasa Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem Anayasa Mahkemesi kararları dikkate
alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise “Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul edilemez. Anayasanın
91. maddesi ile yürütme erkine kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
verilmesi de 6771 sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırıldığından yürütmenin
yasamanın alanına giren konularda düzenleme yetkisinin bulunmadığı
söylenebilir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir şekilde
düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma, yani asli düzenleme yetkisine sahip
olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da
kanun kaydı olan, kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara
aykırı olmamak şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme
yapabilecektir. Ancak bu durum Fransa’da olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk
düzenleme alanlarına sahip olduğu, yani her bir organın düzenleme yapacağı
konuların açıkça sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı
kararnamesine konu olan alan yasama konusu olmaktan çıkmamaktadır. TBMM isterse
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenen bir alanda yasa çıkarabilir, buna
bir engel bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde
104/17) hükmü bu yargıyı doğrulamaktadır. O halde Anayasa’da yasayla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak
iken, ancak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda
dahi TBMM yasa çıkarabilecektir.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama
yetkisinin devri yasağı ilkesi muhafaza edilmiştir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler değildir.
Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağı öngörmesi bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi halinde
bir anayasaya aykırılık oluşturmayacağı ve hatta yasa ile yapılan düzenlemenin
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ndeki düzenlemeyi yürürlükte kaldırma gücüne sahip
olduğu anlaşılır.
Kanunsuz emre dair Anayasa’nın 137. maddesinde yapılan
değişikliğe bakıldığında ise Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasa’nın
konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar
hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat
ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları
şu şekilde açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi “yürütme yetkisine
ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise cumhurbaşkanına
“genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu
konularda kararname çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade edilmektedir. Bu
nedenle Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ancak yürütme yetkisinin gerektirdiği
hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden
herhangi birinin alanına giren bir konuda ise Cumhurbaşkanı Kararnamesi
çıkarılması mümkün olmayacaktır.
2) İkinci olarak Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri “Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le
ilgili konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını
ilgilendiren hususlarda yasa olmaksızın Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin
devreye girmesi engellenmek istenmiştir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür.
Anayasa Mahkemesi tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin
düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi
gereken konular ibaresi Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Anayasa Mahkemesi
Kararı Bkz., E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). Anayasa Mahkemesi’ne göre “Kural
olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle
Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. Anayasa
Mahkemesi ayrıca, Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım
konuları örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi”.
Anayasa Mahkemesi’nin münhasıran kavramını açıklarken verdiği
örnekler ve açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için
Anayasa’nın özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi
yasayla düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak”
kanunla yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme
öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile açıkça
düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz. Elbette
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnamelerle yasaları değiştirebilirken Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir düzenleme
yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini
gösterir.
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri ile kanunlarda değişiklik yapılması veya değişiklik anlamına
gelen düzenlemeler yapılması mümkün değildir.
Özetle; 6771 sayılı Kanun ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın 104/17. maddesiyle
getirilen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı
oldukça dar ve sınırlıdır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
Yine Anayasanın 104/17. maddesinde “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı bulunmaktadır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkartılamaz.
Elbette Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin çıkarılması için kanun hükmünde
kararnamelerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun
hükmünde kararnamelerle yasaları değiştirebilirken Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir düzenleme
yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını göstermektedir.
14/10/1999 tarihli
ve 4456 sayılı Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında
Kanunu tamamen yürürlükten kaldırılmasına, adı geçen bankanın adı dahil tüm
görev ve işlevlerini yeniden tanımlanmasına, banka ile ilgili tüm muafiyet ve
istisna konularını belirlenmesine, personele ilişkin özel düzenlemelerin
yapılmasına ilişkin düzenlemeler tamamen ayrı bir Kanunla (7147) yapıldığı
halde;
-Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesinde Türkiye
Kalkınma ve Yatırım Bankasının kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
kalkınma planı, programı ve stratejik planlar doğrultusunda kaynağı tahsis
edilmek suretiyle görevlendirilebilmesi öngörülmektedir.
- Adı geçen bankaya hem kanun hem de Cumhurbaşkanı
Kararnameleriyle kalkınma planı, programı ve stratejik planlar doğrultusunda
kaynağı tahsis edilmek suretiyle ilave görevlendirmeler yapılabilecektir.
- Kanunla düzenlenmiş bir konuda aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile de düzenleme yapılmasına olanak sağlanmakta, normlar
hiyerarşisi açısından “kanun” ile “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” arasında
farklılık da ortadan kalkmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 7147 sayılı Kanunun 3. maddesinin
1. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ya da Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle” ibaresi Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
2) 7147 Sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunun 3. maddesinin Birinci Fıkrasının 2. Cümlesinin
Anayasaya Aykırılığı
7147 sayılı Kanun’un 3. maddesi:
“MADDE 3- (1) Banka; kanun ya da Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle, kalkınma planı, programı ve stratejik planlar doğrultusunda
kaynağı tahsis edilmek suretiyle görevlendirilebilir. Bu görevlendirmelere
ilişkin usul ve esaslar ile görevlendirme kapsamında ihtiyaç duyulan kaynağın
hangi kurum veya kuruluş bütçesinden karşılanacağı Cumhurbaşkanınca belirlenir.”
hükmünü içermektedir.
Maddenin gerekçesinde ise;
“Bankanın, kaynağı tahsis edilmek suretiyle kanunla ya da
Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilebileceği, buna ilişkin usul ve esaslar
ile kaynağın Cumhurbaşkanınca belirleneceği hükmü eklenmiştir.”
açıklaması yer almaktadır.
Öncelikle, bu bir gerekçe olmayıp, madde hükmünün tekrarı şeklinde
yasama gerekçesinden yoksun bir düzenlemedir.
Kanunun 3. maddesiyle; Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasının
kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, kalkınma planı, programı ve
stratejik planlar doğrultusunda kaynağı tahsis edilmek suretiyle görevlendirileceği,
bu görevlendirmelere ilişkin usul ve esaslar ile görevlendirme kapsamında
ihtiyaç duyulan kaynağın hangi kurum veya kuruluş bütçesinden karşılanacağı
hususunun Cumhurbaşkanınca belirleneceğine dair düzenleme yapılmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında da açıklandığı üzere; eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması,
genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi
hukuk devleti olmanın gereğidir. Bir kuralın kamu yararı dışında saklı bir
amacı gerçekleştirmek amacıyla konulduğu ve keyfiliği teşvik ettiği durumlarda
yetki saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından sakatlığı ortaya
çıkar.
Hukuk devleti olmanın gereği “adaletli hukuk düzeninin kurulması
ve bunun sürdürülmesi” olup, bu bağlamda devlet yönetiminde keyfiliğin değil,
hukuk kurallarının egemen olması icap eder.
Demokratik devlet ilkesi ise tüm kamusal faaliyet, iş ve
işlemlerde, saydamlığı ve hesap verebilirliği gerektirir.
Anayasa’nın 2. maddesinde “demokratik devlet” ilkesine de yer
verilmiş; 6. maddesinde egemenliğin Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organlar eliyle kullanılacağı, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiş ve 87. maddesinde ise “bütçe
hakkı”nın Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu hüküm altına alınmıştır.
Anayasa, siyasal iktidarın yapısını, işleyişini, siyasal
kurumların statülerini, görev ve yetkilerini belirleyen, vatandaşların hak ve
özgürlüklerini tespit eden ve bunların hukuki güvencelerini içeren bir “Toplum
Sözleşmesidir”. Kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi
için yasama ve yürütme organlarının yetkilerinin sınırlanması ihtiyacı sadece
temel hak ve özgürlükler alanında değil, kamu harcamalarına ilişkin
düzenlemeler alanında da gerekli olup, bu bağlamda çeşitli kurallar anayasalarda
yer alır. Demokrasilerde kamu harcamalarının büyüklüğü ve kapsamı ile bu
harcamaların yapılabilmesi için vatandaşlara getirilecek yükümlülüklere halk
karar verir ki buna “Bütçe Hakkı” denilmektedir. Halk sahip olduğu ve sahip
olmak üzere yüzyıllarca mücadele ettiği “Bütçe Hakkı”nı seçtiği temsilcileri
aracılığıyla kullanır. Dolayısıyla, Bütçe Hakkı, vergi yükümlülerinin haklarını
güvence altına alan ve demokratik süreçte kullanılan bir yasama yetkisi
şeklinde kendini göstermektedir.
Kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanım meşruiyeti,
parlamentoların varlık sebebiyle özdeş tutulan ulusal egemenliğin bütçe hakkına
dayanır. Bütçe hakkı, dünya tarihinde demokrasi için vazgeçilmez bir kurum
olarak çetin mücadelelerin ürünüdür. İngiltere’de Magna Carta (1215), Haklar
Dilekçesi (1627), Haklar Yasası (1689), Fransa’da 1789 ihtilali, 1791 ve 1793
Anayasaları yaklaşık sekiz yüzyıllık tarihin bilinen uğraklarıdır.
Dahası, bütçe hakkı ile bir devletin doğuşu arasında doğrudan
ilişki olup, ABD bunun tipik örneğini oluşturmaktadır. Londra Parlâmentosu,
1763’te, Amerika’nın doğu kıyılarında Britanya kolonileri (sömürgeleri)’nin
vergi ödemeleri için bir yasa kabul etti. Koloniler, Parlâmento’da temsil
edilmedikleri gerekçesiyle vergilere itiraz etti: Massachusetts Koloniler
Meclisi, 1768’de mülkiyetin “doğal bir anayasal hak” olduğunu, hukuka uygun
olmayan vergi yükümlülüğünün bu hakkı zedelediğini öne sürdü. İşte o zaman “unconstitutional”
(anayasal olmayan), Londra’da alınan önlemleri kınamak için sıkça kullanılan
bir sözcük haline geldi. Ne var ki, Londra Parlâmentosu tavrında ısrarcı oldu.
Bunun üzerine, 13 Koloni temsilcilerini bir araya getiren bir Kongre yapıldı ve
4 Temmuz 1776’da halkın yönetim biçimini teyid eden bir Bağımsızlık Bildirgesi
ilân edildi. İngiltere’ye karşı zaferle sonuçlanan savaştan sonra, bu 13 yeni
Devlet, 1787’de cumhuriyetçi federal birleşik devletler kuran bir Anayasa kabul
etti.
Bütçe hakkı bu uzun tarihsel süreçte demokrasinin gelişmesi
açısından anahtar role sahip olmuştur. Öncelikle vergi toplanması temsil
yeteneği sınırlı çevrelerin iznine tabi tutulmuştur. Daha sonra harcamaların
yapılması temsil yeteneği kısmen güçlenen zeminlerce izne tabi kılınmış ve
nihayet gelir ve harcamaların birlikte bütçe olarak her yıl için izin ve onaya
tabi tutulması ve gerçekleşmelerin denetimi suretiyle bütçe hakkı bugünkü
çehresine kavuşmuştur. 19-20. yüzyılın ilk yarısında bütçe hakkı hem birçok
bütçe ilkesinin (önceden izin ilkesi, yıllık olma ilkesi, bütçe birliği ilkesi,
genellik ilkesi, gelir ve giderlerin gayrisafiliği ilkesi) oluşması ve
yerleşmesiyle güçlenmiş, hem de tedrici olarak diğer devletlerce de bütçe hakkı
benimsenen evrensel bir değer haline gelmiştir. Her ülke, kendi tarihsel
koşulları içinde bütçe hakkının kurumsallaşma sürecine farklı bir uyarlanma
deneyimi yaşamıştır.
Temsili demokrasi, parlamentonun “bütçe hakkı”ndan doğmuştur.
Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında da belirtildiği üzere, “Yasama
organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri
harcama konusunda yürütme organına sınırlarını belirleyerek yetki vermesi ve
sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. (…) Bu hak, demokratik
parlamenter yönetim sistemini benimsemiş olan ülkelerde, halk tarafından
seçilen temsilcilerden oluşan ve en yetkili organ olan yasama organına ait
bulunmaktadır. (…)” (Bkz. Anayasa Mahkemesi’nin 30.12.2010 günlü ve E.2008/84,
K.2010/121 sayılı ve 27.12.2012 günlü ve E.2012/102, K.2012/207 sayılı
kararları).
Çağdaş demokrasilerde hükümetler politika önceliklerini amaç ve
hedefler seti, kaynak-harcama yapısı, uygulama adımları ve benzeri açılardan
ortaya koyarak Parlamentoya sunarlar ve Parlamentodan izin/onay isterler.
İlgili dönemin sonunda Milletin Meclisince döneme ilişkin gerçekleşmeler ve
yürütülen faaliyetler, bütçenin amaç ve hedeflerine ulaşma derecesi açısından
değerlendirilir. Böylece, hükümetin performansı; bütçenin amaç ve hedefleri ile
gerçekleşmeler arasındaki açıklık ve meydana gelen sapmalar üzerinden müzakere
edilir ve hesap verme sorumluluğu çerçevesinde hükümetten hesap sorulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri Anayasa’nın
87. maddesinde, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun
koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesinhesap kanun tekliflerini
görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek;
milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af
ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri
kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.” şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasa’nın 87. maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
görev ve yetkileri genel olarak sıralanırken kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak
şeklinde ortaya konulduktan sonra ayrıca “bütçe ve kesin hesap kanun
tekliflerini görüşmek ve kabul etmek” denilerek yasalar ile bütçe yasaları
arasında ayrıma gidilmiştir.
Nitekim yasaların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde teklif ve
görüşme usul ve esasları ile yayımlanması Anayasa’nın 88. ve 89. maddelerinde
düzenlenirken, bütçe yasalarının görüşme usul ve esasları ise 161. maddesinde
ayrıca kurallaştırılmıştır.
1982 Anayasasının 16.04.2017 tarih ve 6771 sayılı Kanunun 15.
maddesiyle değişik 161. maddesinde;
“Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu
tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır.
Malî yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması,
uygulanması ve kontrolü ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve
hizmetler için özel süre ve usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe
ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.
Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az
yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe
Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel
Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.
Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici
bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda,
yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden
değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda kamu idare
bütçeleri hakkında düşüncelerini her bütçenin görüşülmesi sırasında açıklarlar,
gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar.
Genel Kurulda kamu idare bütçeleri ile değişiklik önergeleri,
üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.
Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek
tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz.
Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik
teklifleri ile carî ve izleyen yılların bütçelerine malî yük getiren
tekliflerde, öngörülen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi
zorunludur.
Merkezî yönetim kesinhesap kanunu teklifi, ilgili olduğu malî
yılın sonundan başlayarak en geç altı ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay genel uygunluk bildirimini, ilişkin
olduğu kesinhesap kanun teklifinin verilmesinden başlayarak en geç yetmişbeş
gün içinde Meclise sunar.
Kesinhesap kanunu teklifi ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca
sonuçlandırılamamış denetim ve hesap yargılamasını önlemez ve bunların karara
bağlandığı anlamına gelmez.
Kesinhesap kanunu teklifi, yeni yıl bütçe kanunu teklifiyle birlikte
görüşülür ve karara bağlanır.”
hükmü yer almaktadır.
Bu maddede de bütçe kanun tekliflerinin görüşülmesinde ayrı bir
yöntem kabul edilmiş, Genel Kurulda üyelerin gider arttırıcı veya gelir
azaltıcı teklifte bulunmaları yasaklanmış, bütçe kanununa bütçe ile ilgili
hükümler dışında hiçbir hüküm konulamayacağı belirtilmiş, bütçede değişiklik
yapılabilmesi esasları ayrıca düzenlenmiş, merkezî yönetim bütçesiyle verilen
ödeneğin, harcanabilecek tutarın sınırını göstereceği belirtilerek, harcanabilecek
tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa
hüküm konulamayacağı anayasal güvence altına alınmıştır.
Anayasa’nın 89. maddesiyle de Cumhurbaşkanı’na bütçe kanunlarını
bir daha görüşülmek üzere TBMM’ne geri gönderme yetkisi tanınmamıştır. Ancak,
Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe
kanununun çıkarılacağı, geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda,
yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesinin yeniden
değerleme oranına göre artırılarak uygulanacağına dair bir düzenlemeye
Anayasanın 161. maddesinde yer verilmiş bulunmaktadır.
Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine
halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek
yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. “Bütçe
hakkı”, vergi ve benzeri gelirlerle kamu harcamalarının çeşit ve miktarını
belirleme ve onaylama hakkıdır. Bu hak, halk tarafından seçilen temsilcilerden
oluşan yasama organına aittir. Bütçe, hükümetin Meclis’e karşı temel sorumluluk
mekanizmasıdır. Meclis, bütçe ile hükümete gelir toplama ve gider yapma yetkisi
vermekte, bütçede yıllık gelir ve giderleri arasında fark bulunması halinde bu
farkın ne kadarının borçlanma yöntemiyle karşılanacağı hususunu da
belirlemekte, bu yetkinin uygun kullanılmasını da bütçe sürecinin bir parçası
olan kesin hesap kanunu ile denetlemektedir. Anayasa’nın 87., 160., 161. maddelerine
göre “bütçe hakkı” TBMM’nindir.
1982 Anayasası’nın 87, 160, 161. maddelerinde “bütçe hakkı”
çeşitli yönleri ile hüküm altına alınmıştır. Bu anayasal normlar, 5018 sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu gibi kod
düzenlemelerle somut ve uygulanabilir kılınmıştır.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “Kamu
maliyesinin temel ilkeleri” başlıklı 5/d. maddesinde; Kamu malî yönetiminin
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun şekilde yürütüleceği hükme
bağlanmış bulunmaktadır.
5018 sayılı Kanun, benzer dünya örneklerinde olduğu gibi bütçe
hakkının kullanılmasında TBMM’nin konumunu güçlendirmiş, getirdiği yeni mali
yönetim sistemi düzenlemeleri ile Bütçe Hakkının daha etkin kullanımının alt
yapısını oluşturmuştur. Nitekim 5018 sayılı Kanunun genel gerekçesine bakıldığında,
Kanun ile bütçe kapsamının genişletilerek bütün kamu kaynaklarının TBMM
denetimine sunulması suretiyle bütçe hakkının en iyi şekilde kullanılması,
bütçe hazırlama ve uygulama sürecinde etkinliğin arttırılması, mali yönetimde
şeffaflığın sağlanması, sağlıklı bir hesap verme mekanizması ile harcama
sürecinde yetki sorumluluk dengesinin yeniden kurulması, etkin bir iç kontrol
sisteminin oluşturulması ve bu suretle çağdaş gelişmelere uygun yeni bir kamu
mali yönetim sisteminin oluşturulmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
5018 sayılı Kanunun temelinde, “stratejik planlama ve performans
esaslı bütçeleme” yatmaktadır. Kamu idarelerinin bütçeleri, gelir- gider ve
nakit yönetimleri bakımından kalkınma planı – stratejik plan - orta vadeli
program ve orta vadeli mali plan – performans programı (ve performans
programında yer alan performans hedefi/göstergesi) - bütçe gibi birbirine bağlı
ve birbirini tamamlayan ve yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir yapı oluşturan
bütünsel bir süreç olarak tasarlanmıştır.
Buna göre, kamu idareleri, kalkınma planları, Cumhurbaşkanı
tarafından belirlenen politikalar, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri
temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin olarak temel görev ve görüşleri ile
stratejik amaç ve ölçülebilir hedeflerini saptamak, performanslarını önceden
belirlenmiş göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve
değerlendirmesini yapmak amacıyla uzun süreli stratejik plan (md. 9/1) ile
stratejik plana göre yürütecekleri faaliyet ve projeleri ve bunların kaynak
ihtiyacı ile performans hedef ve göstergelerini içeren yıllık performans
programı hazırlamak (md. 9/4) ve kamu hizmetlerini istenilen düzeyde ve
kalitede sunulabilmek için bütçeleri ile program ve proje bazında kaynak
tahsislerini, stratejik planlarına, yıllık amaç ve hedefleri ile performans
göstergelerine dayandırmak zorundadırlar (md. 9/2). Bütçeler kalkınma planı ve
programlarda yer alan politika, hedef ve önceliklere uygun şekilde, idarelerin
stratejik planları ile performans ölçütlerine ve fayda-maliyet analizine göre
hazırlanacak, uygulanacak ve kontrol edilecek (md. 13/1-c); kamu idareleri
gelir ve gider tekliflerini hazırlarken; orta vadeli program ve mali planda
belirlenen temel büyüklükler ile ilke ve esasları, kalkınma planı ve yıllık
program öncelikleri ile stratejik planı çerçevesinde belirlenmiş ödenek
tavanlarını, stratejik planı ile uyumlu çok yıllı bütçeleme anlayışını ve
performans hedeflerini dikkate alacaklardır (md. 17).
İdarelerce her yılın sonunda hazırlanacak idare faaliyet raporları
ise, kullanılan kaynaklar, bütçe hedef ve gerçekleşmeleri ile meydana gelen
sapmaların nedenleri, stratejik plan ve performans programı uyarınca yürütülen
faaliyetler ile performans bilgilerini içerir şekilde hazırlanacak (md. 41/5);
Sayıştay söz konusu raporları değerlendirerek değerlendirme sonuçları ile
birlikte TBMM’ye sunacak, TBMM ise bu raporlar ve değerlendirmeler ile Sayıştay’ın
düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda ulaştığı denetim bulguları
temelinde, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu
idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşecektir (md. 41/4).
Başka bir anlatımla kamu idareleri, kalkınma planları,
Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen politikalar, kalkınma planı, kalkınma
planına dayalı hazırlanan programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel
ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin temel görev (misyon) ve temel görüşleri
(vizyon) ile stratejik amaç ve hedeflerini belirledikleri birer stratejik plan
hazırlayacaktır. Stratejik planda, stratejik amaçları, temel stratejileri,
ölçülebilir hedefleri ve performanslarını ölçmek, izlemek ve değerlendirmek
için önceden belirlenmiş performans göstergeleri yer alacaktır. Kamu idareleri
stratejik planları ile orta vadeli program ve orta vadeli mali plana göre her
yıl yıllık performans programı hazırlayacaklar ve performans programlarında
yürütecekleri faaliyet ve projeler ile bunların kaynak ihtiyacına ve performans
hedef ve göstergelerine yer vereceklerdir. Her yıl bütçelerini yaparken ise,
program ve proje bazında kaynak tahsislerini stratejik planlarına ve performans
programında yer alan yıllık amaç, hedef ve performans göstergelerine
dayandıracaklardır. Nihayetinde ise, bütçe ve faaliyet sonuçlarını TBMM’ye
raporlayacaklar; Sayıştay ise kamu idarelerinin raporladıkları mali tablolar
ile faaliyet raporlarını inceleyip, denetleyip, değerlendirerek ve bunlara
düzenlilik ve performans denetimi bulgularını ekleyerek TBMM’ye kamu
idarelerinin mali tabloları ile faaliyet raporları hakkında görüş bildirecektir.
Böylece, yasama organının “bütçe hakkı”nın gereği olarak yürütmeyi sadece
ödenek miktarları ile faaliyetlerin mevzuata uygunluğu açısından değil, ayrıca
ölçülebilir somut hizmet göstergeleri temelinde denetlemesi de sağlanmış
olacaktır.
Kanunun 3. maddesinin 2. cümlesinde yer alan hüküm gereği,
Türkiye Yatırım ve Kalkınma Bankası Anonim Şirketine kanun ya da
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, yapılacak görevlendirme doğrultusunda ihtiyaç
duyulan kaynağın hangi kurum veya kuruluş bütçesinden karşılanacağına bizzat
Cumhurbaşkanınca karar verilmesi, bütçenin hazırlanma, uygulanma ve denetimi
ile ilgili olarak yukarıda izah olunan çerçevenin dışında gerçekleşmektedir.
İptali istenen düzenleme; hem anayasal güvence altında bulunan
bütçe sürecini anlamsız hale getirmekte, hem de bütçe sürecine müdahale anlamı
taşımakta olduğundan Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı
bulunmaktadır.
İptali istenilen düzenleme; ilgili yıl Merkezi Yönetim
Bütçesinde Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasının kullanımı için herhangi bir
tutarda ödenek öngörülmemesi, ödenek tahsis edilmemesi veya herhangi bir
tutarda ödeneğin kullanım için rezerve edilmemesi durumunda bile sınırı belirli
olmayan bir kaynağın adı geçen kuruluşun bütçesine direkt veya indirekt yöntemle
aktarılmasında Cumhurbaşkanını yetkili kıldığı için Anayasa’nın 87. maddesine
uygun düşmemektedir.
Özetle; iptali istenilen 3. maddenin 2. cümlesinde yer alan
hüküm; saydamlığı ve hesap verilebilirliği sağlamadığından Anayasa’nın 2. maddesindeki
demokratik devlet ilkesine, bu durum aynı zamanda temsili (parlamenter)
demokrasinin temel öncülleriyle bağdaşmadığı T.B.M.M.’ye ait olan “Bütçe hakkı”
gibi temel bir devlet yetkisinin kullanımını zedelediği için Anayasa’nın 87.
maddesine de aykırı bulunmaktadır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk
devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması
gereklidir.
İptali istenilen 2. cümlede, Türkiye Kalkınma ve Yatırım
Bankasına kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılacak
görevlendirmelere ilişkin usul ve esasları tespit etme ve bu görevlendirme
kapsamında ihtiyaç duyulacak kaynağın hangi kurum veya kuruluş bütçesinden
karşılanacağını belirleme konusunda Cumhurbaşkanına sınırları ve kapsamı
olmayan yetki verilmektedir.
Yasa metinlerinde açıklıktan yoksun ve keyfi bir düzenleme,
öngörülemezlik ve belirsizlik yaratır. Belirlilik ve öngörülebilirlik
özellikleri taşımayan ve dolayısı ile hukuki güvenlik sağlamayan kurallar ise “hukuk
devleti” ilkesi ve dolayısıyla Anayasanın Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
devleti olduğunu ifade eden 2. maddesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle iptali
istenilen 7147 sayılı Kanun’un 3.maddesinin ikinci cümlesi bu bakımdan da
Anayasanın 2. maddesine aykırılık taşımaktadır.
Anayasa’nın 7. maddesinde de, ‘Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.’ denilmiştir. Buna
göre, yasa ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır. Temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi
veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yönetimin
düzenlemesine bırakılması, Anayasa’nın belirtilen maddesine aykırılık
oluşturur.
Anayasa’nın Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen
104. maddesi;
“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi
Cumhurbaşkanına aittir..”
“Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini
ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.
Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük
Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar.
Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise mesaj verir.
Kanunları yayımlar.
Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine
geri gönderir.
Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün
veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları
gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son
verir.
Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve
bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenler.
Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyetinin temsilcilerini
gönderir, Türkiye Cumhuriyetine gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini
kabul eder.
Milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayımlar.
Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü
takdirde halkoyuna sunar.
Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri
alır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Başkomutanlığını temsil eder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar
verir.
Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin
cezalarını hafifletir veya kaldırır.
Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.
Cumhurbaşkanı, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir.
Kararnameler ve yönetmelikler, yayımdan sonraki bir tarih
belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.
Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve
atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.”
hükmünü taşımaktadır.
Anayasa’nın 161. maddesinin 7. fıkrasında “Merkezî yönetim
bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir.
Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair
bütçe kanununa hüküm konulamaz.” hükmüne de yer verilmiştir.
Anayasa’nın Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini ayrıntılı bir
şekilde düzenleyen 104. maddesinde; Cumhurbaşkanına, ilgili yıl Merkezi Yönetim
Bütçe Kanununda herhangi bir tutarda ödenek öngörülmemesi, ödenek tahsis
edilmemesi veya herhangi bir tutarda ödeneğin kullanım için rezerve edilmemesi
durumunda bile; sınırı belirli olmayan bir kaynağı bir kamu hizmetinin
kullanımı için bir kamu kuruluşunun bütçesine diğer bir kamu kurum ve
kuruluşunun bütçesinden direkt veya indirekt yöntemle aktarılması konusunda
herhangi bir yetki verilmemiştir.
Anayasa’nın 104. maddesinde Cumhurbaşkanın görev ve yetkileri
ayrıntılı bir vaziyette tadat edilmiştir. Başka bir söyleyişle, Cumhurbaşkanı kararnamesi
ile kullanılabilecek “yetki alanının hukuki çerçevesi” Anayasa ile belirgin bir
biçimde çizilmiştir. Anayasa’nın 104. maddesinde “Cumhurbaşkanı her konuda
yetkilidir, Cumhurbaşkanına her konuda yetki verilebilir” denilmemektedir.
Bu nedenle, iptali istenilen 7147 sayılı Kanunun 3. maddesinin
ikinci cümlesi Anayasa’nın 104. maddesi hükmüne aykırı bulunmaktadır.
İptali istenilen 7147 sayılı Kanunun 3. maddesinin ikinci
cümlesinde, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasına kanun veya Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleriyle yapılacak görevlendirmelere ilişkin usul ve esasları tespit
etme ve bu görevlendirme kapsamında ihtiyaç duyulacak kaynağın hangi kurum veya
kuruluş bütçesinden hangi miktarda veya hangi sınırlar arasında karşılanacağını
belirleme konusunda muğlak bir takdir yetkisi verilmekte, Cumhurbaşkanına temel
ilkeleri belirlenmeden sınırları ve kapsamı olmayan bir düzenleme yetkisi
tanınmaktadır. Bu durum aynı zamanda hukuk güvenliğini tehlikeye düşürmekte,
asli düzenleme yetkisinin Cumhurbaşkanına (yürütmeye) devri anlamına
gelmektedir.
Aslında bütçelerde bu tür durumlar için, bazı bakanlık
bütçelerinde olağanüstü giderler ödeneği, yedek ödenek, yatırımları hızlandırma
ödeneği vb. gibi ihtiyat ödenek tertipleri bulunmasına rağmen madde metninde bunlara
atıf yapılmamasının nedeni anlaşılamamaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin çok sayıda yasaların iptal gerekçelerinde
belirttiği gibi, “yasa ile düzenleme”, yasama organının uygulanacak kuralları,
usul ve esasları “nesnel” (objektif) biçimde belirlemesini gerektirir. Yasa
koyucunun “nesnel” biçimde ilke ve yöntemleri belirlemeden, bunları belirleme
yetkisini yürütme organına devretmesi, “yasama yetkisinin devri” anlamına gelir
ve Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesi’nin 11.04.2007 tarihli 2006/35 E. ve 2007/48
K. Sayılı kararında;
“Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi
amaçlayan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Anayasanın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
denilmektedir.
Buna göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi
çizmeden Cumhurbaşkanına (yürütmeye) yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir
alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kararlarında vurgulandığı
üzere, Anayasada yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına
genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile sınırlandırılmış, tamamlayıcı
bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme
organına (Cumhurbaşkanlığına) yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel
nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme
yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasanın 7. maddesine uygun olabilmesi için
temel ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, düzenleme için sınırsız,
süresiz, belirsiz, geniş bir alanın bırakılmaması gerekir. Bu düzenlemede
Cumhurbaşkanının ne kadar tutarda kaynağı hangi kurum veya kuruluşların
bütçesinden Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasına aktarma konusunda yetkili
olduğu belirsiz bulunmaktadır.
Bu nedenle iptali istenilen 7147 sayılı Kanunun 3. maddesinin
ikinci cümlesi, herhangi bir kriter ve sınırlama içermediği için Anayasanın 7.
maddesi hükmüne de uygun düşmemektedir.
Anayasa’nın 161. maddesinin bütçenin hazırlanması, uygulanması
ve kontrolüne ilişkin göndermede bulunduğu kanun, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’dur. 5018 sayılı Kanun bütçe ile ilgili kanun değil,
bütçenin hazırlanma, uygulanma ve kontrolünün de tabi olduğu kanundur. Dolayısı
ile bütçenin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünün 5018 sayılı Kanuna uygun
olması, Anayasal bir zorunluluktur.
Bu hüküm çerçevesinde çıkarılan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanunu’nun “Merkezi Yönetim Bütçe kanununun kapsamı ve düzeni”
başlıklı 15. maddesinde;
“Merkezî yönetim bütçe kanunu, merkezî yönetim kapsamındaki kamu
idarelerinin gelir ve gider tahminlerini gösteren, bunların uygulanmasına ve yürütülmesine
yetki ve izin veren kanundur.
Merkezî yönetim bütçe kanununda; yılı ve izleyen iki yılın gelir
ve gider tahminleri, varsa bütçe açığının veya fazlasının tutarı, açığın nasıl
kapatılacağı veya fazlanın nasıl kullanılacağı, vergi muafiyeti, istisnası ve
indirimleri ile benzeri uygulamalar nedeniyle vazgeçilen vergi gelirleri,
borçlanma ve garanti sınırları, bütçelerin uygulanmasında tanınacak yetkiler,
bağlı cetveller, malî yıl içinde gelir ve giderlere yönelik olarak uygulanacak
hükümler yer alır. Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin her birinin
gelir-gider tahminleri, merkezî yönetim bütçe kanununda ayrı bölüm veya
cetvellerde gösterilebilir.”
hükmüne yer verilmiştir.
Yine aynı kanunun bütçe ilkelerini düzenleyen 13. maddesinin;
(b) bendinde; “Kamu idarelerine bütçeyle verilen harcama
yetkisi, kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenen görev ve
hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla kullanılır.”
(e) bendinde; “Bütçe, kamu malî işlemlerinin kapsamlı ve saydam
bir şekilde görünmesini sağlar.”
(f) bendinde; “Tüm gelir ve giderler gayri safi olarak
bütçelerde gösterilir.”
(m) bendinde; “Kamu idarelerinin tüm gelir ve giderleri
bütçelerinde gösterilir.”
(o) bendinde; “Bütçelerde, ödenekler belirli amaçları gerçekleştirmek
üzere tahsis edilir.”
hükümleri yer almaktadır.
Söz konusu hükümlere göre; kamu idarelerinin tüm gider
tahminlerinin merkezi bütçe kanununda gösterilmesi, kamu hizmetlerinde öncelik
sırasına göre yine bu kanunun verdiği yetkiye göre kamu gideri olarak
harcanması gerekir. Böylece bütçe disiplinin, şeffaflığının ve denetiminin daha
etkin bir şekilde sağlanacağı açıktır.
İlgili yıl merkezi bütçe kanununda belirtilmeyen, öngörülmeyen
bir kamu kaynağının Cumhurbaşkanı kararnamesiyle Türkiye Kalkınma ve Yatırım
Bankasına tahsisi, “klasik maliye biliminde de tanımını bulan bütçe ile ilgili “genellik”
ve “ön izin” ilkelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Bütçe ilkeleri, bütçenin hazırlanması, görüşülüp onaylanması,
uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken
kuralları ifade eder.
Başka bir deyimle, bütçeden beklenen fonksiyonların
gerçekleşmesi için uyulması gereken başlıca kurallar, bütçe ilkeleri ya da
prensipleri olarak nitelendirilir.
Belli bir döneme (mali yıla) ait harcama yapma ve gelir toplama
yetkisinin, yasama organınca o mali yıl başlamadan önce bir bütçe yasası ile
yürütme organına verilmesi, “önceden izin alma” ilkesi olarak
adlandırılmaktadır.
Genellik ilkesinin anlamı ise, bütün gelirlerin ve giderlerin
bütçede gösterilmesi, belirli kamu gelirlerinin belirli giderlere
ayrılmamasıdır. Buna göre, kamu gelirlerinin tamamı bütün kamu giderleri için
ayrılır. Bu ilkeye göre, kamu gelirlerinin tamamı devlet hazinesinde toplanmalı
ve buradan çeşitli kamu hizmetlerine öncelik sırasına göre
ayrılmalıdır(dağıtılmalıdır). Bu durumda yasama organı bütçeyi ve uygulama
sonuçlarını denetleme fonksiyonunu daha etkin bir şekilde yerine getirme imkânı
bulacaktır.
Anayasa Mahkemesinin; 5787 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 4749 sayılı
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un Geçici 12.
maddesine eklenen fıkranın ikinci tümcesi, Geçici madde 16 ile Geçici madde 17’nin
birinci fıkrasının ilk tümcesinin Anayasa’ya aykırılığı dolayısıyla açılan dava
ile ilgili olarak vermiş bulunduğu, 30.12.2010 tarih ve E.2008/84, K.2010/121
sayılı Kararında;
“Bütçe, devletin gelirlerini toplamasına izin, giderlerini
yapmasına da yetki veren bir kanundur. Buna göre, devlet, bir yıl süresince
bütçe kanununda belirtilmesi koşuluyla harcama yapabilmekte ve gelir
toplayabilmektedir. Başka bir ifade ile devlet, bütçe vasıtasıyla her yıl vergi
ve benzeri yollardan Gayrisafi Milli Hasıla’dan alacağı payı ve kamu
harcamaları yoluyla bunları sarf edeceği alanı belirler. Bu özelliği
dolayısıyla bütçe, devlet için önemli bir planlama aracıdır.
Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine
halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları
belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı
denilmektedir. Bütçe hakkı, vergi ve benzeri gelirlerle kamu harcamalarının
çeşit ve miktarını belirleme ve onaylama hakkıdır. Bu hak, demokratik
parlamenter yönetim sistemini benimsemiş olan ülkelerde, halk tarafından
seçilen temsilcilerden oluşan ve en yetkili organ olan yasama organına ait
bulunmaktadır. Bütçe, hükümetin Meclis’e karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır.
Meclis, bütçe ile hükümete gelir toplama ve gider yapma yetkisi vermekte, bu
yetkinin uygun kullanılmasını da bütçe sürecinin bir parçası olan kesin hesap
faaliyeti ile denetlemektedir. Yani parlamenter sistemin özü ve demokratik
hukuk devleti ilkesi halkın kamu yönetimi üzerindeki denetimini temsilcileri
vasıtasıyla gerekli kılmaktadır.
Bütçe yapısının fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe
ilkelerine uyulması ile mümkün olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin
hazırlanması, görüşülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili
olarak göz önünde bulundurulması gereken kuralları ifade eder. Bu ilkeler,
devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleşmesi için
uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş klasik
maliye biliminin ilkeleridir. Denetim, yönetim ve planlama aracı olabilmesi
için bütçenin, kamu kesiminin tüm kaynak ve harcamalarını bütün ayrıntıları ile
kapsaması gerekmektedir. Bütçe hukukunda yaptırıma bağlanması açısından yıllık
olma ilkesi, bütçenin birliği ilkesi, genellik ilkesi ve adem-i tahsis ilkesi
temel niteliktedir. Anayasa’nın 161. maddesinin birinci fıkrasındaki, ‘Devletin
ve kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları
yıllık bütçelerle yapılır.’ hükmünden, bütçenin birliği ilkesi, yıllık olma
ilkesi ve genellik ilkesinin Anayasa tarafından temel hüküm olarak benimsendiği
anlaşılmaktadır.”
denilmektedir.
Kamu giderleri, kamu hizmetlerinin parasal göstergesidir. Bu
giderlerin gerçekleştirilmesi ilgili yıl kurum bütçelerine konulan ödeneklerle
mümkün olabilmektedir. Bu ödenek miktarlarına (yani harcama sınırına) da
parlamentolar bütçe kanunları vasıtasıyla karar vermektedir. Bu giderlerin kamu
kuruluşları ve sektörler arasında nasıl dağıtıldığının, hangi hizmetlere
öncelik verildiğinin, bu hizmetlerin topluma parasal maliyetlerinin ne
olduğunun anlaşılması böylece, etkin bir malî araç olarak yarattıkları
sonuçların gözlenmesi gerekir. Bu da ancak, parlamentonun onayladığı ve
denetlediği “ulusal bir bütçe” ile olanaklıdır. Kamu gelirleri ise, büyük
kesimiyle devletin egemenlik hakkına dayanarak sağlanırlar. Belirli bir dönem
için kamu gelirleri ve giderleri tahminlerinin bir metinde toplanması ve bu
metnin parlamentoca onanması (bütçe), parlamenter demokratik sistemin temel
öğelerinden biridir. Bütçenin, genellik ilkesine göre hazırlanması, yani kamu
gelir ve giderlerinin gayrisafi miktarlarıyla gösterilmesi ve belirli
gelirlerin belirli giderler için ayrılmaması (ademi tahsis ilkesi), bütçenin
tek, açık ve doğru (öznel ve nesnel doğruluk) olması, harcamaların yapılması, gelirlerin
toplanması için parlamentodan önceden izin alınması bütçenin vazgeçilemeyecek
ilkeleridir. Bütçe ilkelerine uyulması, egemenlik hakkına dayanarak devletçe
toplanan paraların ne yolda harcandığının, Sayıştay ve Parlamento denetimine
ilaveten kamuoyu yoluyla da izlenmesini sağlar.
İlgili yıl Merkezi Yönetim Bütçesinde Türkiye Kalkınma ve
Yatırım Bankasının kullanımı için herhangi bir tutarda ödenek öngörülmemesine,
ödenek tahsis edilmemesine veya herhangi bir tutarda ödeneğin kullanım için
rezerve edilmemesine rağmen, kendisine tevdi edilen görevlendirme kapsamında
ihtiyaç duyulan ancak sınırı da belirli olmayan bir kaynağın yıl içerisinde
başka bir kurum veya kuruluşun bütçesinden direkt veya indirekt yöntemle
Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankasına Cumhurbaşkanınca (yürütme organınca)
aktarılması; Anayasa’nın 161. maddesinde öngörülen bütçenin hazırlanması ve
uygulanması ilkeleri ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda
düzenlenen “bütçenin genelliği ve “ön izin” ilkelerine uyulmaması anlamına
gelmektedir.
Bu nedenle iptali istenilen düzenleme tasarının Anayasa’nın 161.
maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle 7147 sayılı “Türkiye
Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun”un 3. maddesinin
ikinci cümlesi Anayasa’nın 2., 7., 87., 104. ve 161. maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
3) 7147
sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun
Geçici 1. maddesinin 2. Fıkrasının İkinci Cümlesinde Yer Alan “Bankanın ihtiyaç
duyduğu uygun işlerde” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
7147
Sayılı Türkiye Kalkınma Ve Yatırım Bankası Hakkında Kanun ile 4456 Sayılı
Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanun yürürlükten
kaldırılmış ve Banka’nın statüsü ve çalışanlarının özlük haklarına ilişkin
düzenlemeler yapılmıştır. Kanun ile Banka çalışanlarının İş Kanunu hükümlerine
tabi olarak çalıştırılması düzenlenmiş ve bu çerçevede statü hukukuna tabi olan
ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin (b) fıkrası hükümlerine
tabi olmayan sözleşmeli personel statüsünde olan personel “işçi statüsü”ne
geçirilmiştir. Kanunun Geçici 1. maddesi ile bu geçişin kanuni dayanağı
düzenlenmiş ve geçiş için azami süre olarak da 1/1/2021 tarihi belirlenmiştir.
Söz konusu tarihe kadar mevcut personelin tercihte bulunmasına yönelik bir
geçiş süreci tanımlanmış, bu çerçevede de işçi statüsüne geçmek istemeyen
personelin diğer kamu kurumlarına geçişleri düzenlenmiştir.
Kanunun Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasında işçi statüsüne
geçmek istemeyen personelin diğer kamu kurumlarına nakillerinin ve nakil
tarihine kadar çalışma esasları belirlenmiştir. Buna göre geçiş sürecinde
Banka, 30/9/2020 tarihine kadar işçi kadrosuna geçmek istemeyen personeli Aile,
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bildirecek ve söz konusu personel Aile,
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca 4046 Sayılı Kanunun 22. maddesinin
ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları çerçevesinde bir kamu kurumunda
göreve başlatılacaktır.
Söz konusu düzenleme uyarınca işçi statüsüne geçmek istemeyen
personel, başka bir kamu kurumuna naklen ataması yapılıncaya kadar Banka’da
çalışmaya devam edecektir. Ancak düzenlemede, naklen atama işlemi tamamlanana
kadar geçecek olan sürede naklen atama talebinde bulunan çalışanın, yapmakta
olduğu işlerden farklı işlerde görevlendirilebilmesine olanak tanınarak,
yapılacak iş veya görev değişikliği hususunda da Banka Yönetim Kurulu’na yetki
vermiştir.
İptal talebine konu olan düzenleme Banka yönetimine bu konuda
verilen yetkidir. Bu yetki ile Banka Yönetim Kurulu, işçi statüsüne geçmek
istemeyen personeli naklen atanacağı tarihe kadar yaptığı görevinin haricinde
istediği göreve atayabilecektir.
Bir kamu görevlisinin özlük haklarını esaslı bir biçimde
değiştirebilme yetkisinin Banka Yönetim Kurulu’na verilmesi Anayasamızın birden
fazla maddesine aykırıdır. Aşağıda sırasıyla bu aykırılıklar ele alınacaktır.
a)
Anayasanın 2. Maddesine Aykırılık
Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin her türlü özlük haklarının
kanunla düzenlenmesi, kamu hizmetine alınmada görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilememesi, savunma alınmadan disiplin
cezası verilememesi, uyarma ve kınama cezaları dışında disiplin kararlarının
yargı denetimi dışında tutulamaması gibi ilkeler Anayasanın kamu hizmetine
girme ve kamu hizmeti görevlilerine ilişkin kuralları düzenleyen 70., 128. ve
129. maddelerinde yer almaktadır.
Anayasanın 128. maddesinin 2. fıkrası; “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, haklan ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.” kuralını
içermektedir.
İptali talep edilen düzenleme Türkiye Kalkınma
ve Yatırım Bankası çalışanları ile ilgilidir. Bankanın çalışanlarının yukarıda
belirtilen Anayasa maddesi kapsamında olup olmadığının tespiti önemlidir. Çünkü
bunların Anayasanın 128. maddesi kapsamında olan kamu görevlilerinden sayılması
halinde kamu görevlilerinin tabi olduğu statü hukuku çerçevesinde özlük hakları
tanımlanır ve bu özlük haklarının değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması da
statü hukuku çerçevesinde ele alınır. Eğer, bu çalışanlar Anayasanın 128.
maddesi kapsamında değiller ise bu durumda bunlar özel hukuk normlarına tabi
olacaklardır ve bu çerçevede 4857 Sayılı İş Kanunu ile 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’na tabi olacaktır.
Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası bir kamu tüzel kişiliği
olarak kurulmuş ve kamu bankası olarak faaliyet göstermektedir. Bankanın
kuruluş amacına bakıldığında da Bankanın kalkınma ve yatırım amaçlı olarak
kurulduğu görülmektedir. Yasanın 1. maddesinde yer alan “Türkiye Kalkınma ve
Yatırım Bankası Anonim Şirketinin (Banka), çağdaş kalkınma ve yatırım
bankacılığı araçlarını kullanarak, ülkemizin kalkınma hedefleri doğrultusunda,
sürdürülebilir büyümeye yönelik yatırımların ve projelerin desteklenmesi,
sermaye ve fon kaynaklarının etkin kullanımının sağlanması, yurt içi, yurt dışı
ve uluslararası ortak yatırımların finanse edilmesi ile kâr ortaklığı veya
kiralama esaslı kredi işlemleri dâhil, tüm kalkınma ve yatırım bankacılığı
işlevlerinin rekabetçi, dinamik ve etkin bir şekilde yerine getirebilmesini
sağlamaktır.” ifadesi bunu göstermektedir. Bu faaliyetler aynı zamanda devlet
faaliyetidir ve dolayısıyla bu faaliyetler kamu hizmeti niteliğindedir. Yine
Kanunun 6. maddesinin 5. fıkrasında da Bankanın dış denetiminin Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına Sayıştay Başkanlığınca yapılacağı belirtilerek bir kamu
kurumu olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla bu kamu tüzel kişiliğinde çalışan
personel Anayasanın 128. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen kanunilik
ilkesi kapsamında değerlendirilmesi gereken personeldir. Ancak, Anayasa
Mahkemesi, 2002 ve 2009 tarihli kararlarında kamu bankalarında çalışan
personelin statüsünü tanımlamış ve bu tür kurumlarda çalışan personelin özel
hukuk hükümlerine tabi olduğuna ve 128. madde kapsamında
değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir: “4603 sayılı Yasa kapsamındaki
bankaların personeline ilişkin kuralların incelendiği, 19.6.2002 günlü,
E.2001/33, K.2002/56 sayılı; 25.6.2002 günlü, E.2002/31, K.2002/58 sayılı ve
6.11.2008 günlü, E.2007/73, K.2008/158 sayılı Anayasa Mahkemesi kararlarında da
belirtildiği gibi söz konusu bankalar, Bankacılık Kanunu ve özel hukuk
hükümlerine göre çalıştığından, bu bankaların personelinin hizmeti de Anayasa’nın
128. maddesi kapsamında genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve
sürekli görevlerden sayılmaz ve personel de aynı madde kapsamında kamu
görevlisi olarak nitelendirilemez.” (AMK, Esas Sayısı: 2004/87, Karar Sayısı:
2009/5).
Dolasıyla Banka personelinin tabi olacağı hukuk, statü hukuku
kapsamında değerlendirilemez. Burada çalışan personelin tabi olacağı mevzuatın
dayanağı, Bankanın kuruluş Kanunu olan 4456 sayılı Kanun ile bu Kanunun 15.
maddesine dayalı olarak yayımlanan Personel Yönetmeliğidir. 4456 sayılı Kanunun
15. maddesinin aşağıda yer alan birinci ve ikinci fıkralarında Banka
personelinin hukuki durumu netleştirilmiş ve özlük haklarının da yayımlanacak
bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür.
“Banka hizmetlerinin gerektirdiği görevler, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine
tabi olmayan sözleşmeli personel eli ile yürütülür.
Banka personelinin hizmete alınmaları, görev ve yetkileri, nitelikleri,
atanma, ilerleme, yükselme, görevden alınma şekilleri, disiplin esasları,
yükümlülükleri, unvan ve sayıları Cumhurbaşkanınca çıkarılacak yönetmelik ile
düzenlenir.”
25/2/2000 tarihli ve 2000/465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
yürürlüğe konulan Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Personel Yönetmeliği
Bakanlar Kurulu’nca 17/1/2011 tarih ve 2011/1368 sayılı kararıyla değiştirilmiş
ve 10/03/2011 tarih ve 27870 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir. Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Personel Yönetmeliğinin 15.
maddesi ile Bankada çalışacak personelin pozisyonları belirlenmiş ve ancak bu
pozisyonlara atama yapılabileceği düzenlenerek Bankada pozisyonsuz kimsenin
çalıştırılamayacağı belirtilmiştir. Yine aynı maddenin üçüncü fıkrasında da
atama yapılacak personelin ilamı yapılan pozisyonlara sınav ile atanması
düzenlenmiştir.
Söz konusu yönetmeliğe göre işe alımları yapılan personel
açısından bu yönetmelik hükümleri Banka ile imzaladıkları bir akit niteliği
taşımaktadırlar. Anayasamızın 48. maddesinde belirlenen sözleşme hürriyeti aynı
zamanda tarafların imzalamış olduğu bir sözleşmenin tek taraflı olarak
değiştirilememesini de kapsar. Banka tarafından ilan edilen çeşitli
pozisyonlara sınavla giren personel açısından bu pozisyonların gereği olarak
yapılacak işler önceden tanımlanmış, karşılıklı olarak da akit altına
alınmıştır. Yukarıda belirtilen Personel Yönetmeliğinin herhangi bir maddesinde
Banka yönetimine çalışanlarının görev yaptığı pozisyonları tek taraflı değiştirme
yetkisi verilmemiştir. Disiplin cezaları içerisinde de bu yönde bir düzenleme
bulunmamaktadır. Yönetmelikte belirlenen şartların personel tarafından yerine
getirilmesi halinde görevde yükselme şartları da düzenlenmiştir. Dolayısıyla
Banka yönetiminin tek taraflı olarak bir çalışanın görevini değiştirme yetkisi
bulunmamaktadır ve bu da sözleşme ile sabitlenmiştir.
Ancak, 7147 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi ile yapılan
düzenlemede ise Banka personelinden 4857 sayılı İş Kanuna tabi olarak çalışmayı
kabul etmeyen personel için Banka Yönetim Kuruluna söz konusu personelin başka
bir kamu kurumuna ataması yapılıncaya kadar halen görev yaptığı pozisyon
dışında başka bir pozisyonda çalıştırılabilmesine ilişkin yetki verilmiş, bu
yetkinin de geniş ve ölçüsüz bir biçimde kullanımı düzenlenmiştir. Banka
Yönetim Kurulunun uygun göreceği işlerde söz konusu personelin
çalıştırılabilmesine ilişkin bu düzenleme personelin kazanılmış haklarını
ortadan kaldırıcı ve hukuk güvenliğini zedeleyici nitelikte ve hukuk devleti ilkesine
aykırı bir düzenlemedir.
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa
bir ifade olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan
ve uygulama alanı bulan kurallar arasında yer almaktadır. İlk bakışta soyut bir
ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aşan
içtihatlarıyla içerik kazanmış, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu
gücü karşısında korunmasında önemli bir dayanak oluşturmuştur. Hukuk devleti ilkesinin
uygulamasına bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluşmadığı, insanların
geleceğe güvenle bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat
sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı
görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi içeriği sınırlı olmayan, insan
haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni
anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir
hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu
şekilde belirtilmiştir; “Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde
yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun
olmasını sağlamakla yükümlüdür” (AMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG:
20.3.2002-24701. Benzer yönde, AMK, 27.3.2002, E.2001/343, K.2002/41, RG:
13.11.2002-24935, AMK, 27.3.1986, E.1985/31, K.1986/11, RG: 9.5.1986-19102.)
Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin belirtilen genel ilkelerini incelenen
konunun özelliğine göre somutlaştırmakta ve bu bağlamda çoğu zaman
birbirleriyle içiçe geçmiş çeşitli alt ilkeler ortaya koyarak sonuca
ulaşmaktadır. Kazanılmış hakların ihlal edilemeyeceği, kanunların geçmiş ve
kesinleşmiş durumları etkilemeyeceği, hukuk kurallarının belirlilik ve
öngörülebilirlik niteliklerini taşıması gerektiği gibi ilkeler hukuk devleti
ilkesini somutlaştıran, hayata ve uygulamaya geçiren alt ilkeleri
oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kazanılmış haklara saygı ilkesinin
kaynağını belirleyen ve bu ilkenin anlam ve kapsamını ortaya koyan
kararlarından bazıları şu şekildedir.
“Kazanılmış
haklara saygı ilkesi hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde
yer alır. Bu ilkenin temel amacı ise bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır’
(AMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG: 20.3.2002-24701.).
“Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması,
kazanılmış haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan söz
edilebilmesi için bir hakkın ya da borcun yeni yasadan önce yürürlükte olan
kuralara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir’ (AMK,
20.12.1983, E. 1982/4, K. 1983/17, RG: 13.12.1984-18604.).
“Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden
doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak
niteliğine dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen
haklar ise bu nitelikte değildir”( AMK, 10.3.1977, E11976/51, K.1977/16, RG: 25.6.1977-15977).
Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında da belirtildiği üzere
gerek öğretide ve gerek uygulamada tanımı çeşitli görüşe ve kabule elverişli
bir kavram olan kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında bireyler
açısından önemli bir konudur ve genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli
nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel
hakkın korunması anlamında kabul edilebilir.
Kazanılmış haklara, Anayasanın hukuk devleti ilkesine göre saygı
gösterilmesi, bu hakların korunması ve konulacak kurallarda adalet ve
hakkaniyet ölçülerinin göz önünde tutulması gerekir. Anayasanın 2. maddesi
hukuk devleti olmayı Cumhuriyetin nitelikleri arasında saymıştır. Devlet
faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması, kazanılmış haklara saygı
duyulmasını gerektirir. Anayasa Mahkemesine göre kazanılmış bir haktan söz
edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte olan kuralara göre
bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir.
Nitekim, iptali talep edilen düzenlemede de Banka çalışanları
açısından çalıştıkları pozisyonlarda yaptıkları işler bir kazanılmış haktır.
7147 sayılı Yasa ile çalışanların yerine getirdikleri görevlerinin ve
pozisyonlarının tek taraflı olarak değiştirilmesi yetkisi ise bu kazanılmış
hakkın ortadan kaldırılması anlamına gelmekte ve Anayasa’nın 2. maddesinde
belirlenen hukuk devleti ilkesinin kazanılmış haklara saygı gösterilmesi alt
ilkesine aykırılık taşımaktadır.
Bu nedenle 7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası
Hakkında Kanunun Geçici 1. maddesinin 2. Fıkrasının ikinci cümlesindeki “Bankanın
ihtiyaç duyduğu uygun işlerde” ibaresi Anayasanın 2. maddesinde belirlenen
hukuk devleti ilkesine aykırı olduğundan iptali talep edilmektedir.
b)
Anayasanın 7. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ” denilmiştir. Buna
göre, Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına
genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından
çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması,
hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
İptal talebine konu olan 7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım
Bankası Hakkında Kanunun Geçici 1. maddesinin 2. Fıkrasının ikinci cümlesindeki
“Bankanın ihtiyaç duyduğu uygun işlerde” ibaresi ile Bankada halen çalışmakta
olan personelin görev ve pozisyonlarını tek taraflı değiştirme hakkı
getirmektedir. Bu düzenlemede uygunluk kavramının sınırları belirli değildir.
İdare kendi ihtiyaçları doğrultusunda ya da personeli statü değiştirmeye
zorlamak için bu yetkiyi başka amaçlarla kullanabilme imkanına kavuşmaktadır.
Örneğin, Bankada uzman olarak çalışan bir personel memur olarak
görevlendirebilecektir. Bu hakkın kullanımına ilişkin hiçbir sınır
tanımlanmamıştır. Söz konusu düzenleme aynı zamanda ölçülülük ilkesine de
aykırıdır. İdareye başka kamu kurumlarına geçiş yapmak isteyen personeli
istediği süre boyunca ve istediği şekilde istediği birimlerde unvanı dışında
görevi dışında çalıştırabilme yetkisi verilmiştir. Bu yetkinin ölçülü ve
belirli sınırları saptanmış bir yetki olduğundan bahsedilemez. Bu nedenle bu
ibare Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine açık aykırılık teşkil etmektedir.
c)
Anayasanın 49. Maddesine Aykırılık
Çalışma en temel haklardan biridir. Çalışma hakkı hem
evrensel insan hakları metinlerinde hem de ulusal anayasalarda düzenlenmiştir.
1961 Anayasasında olduğu gibi 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda sosyal
haklar bölümünde açıkça düzenlenmiştir. Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin evrensel ilke doğrultusunda diğer temel haklarda
olduğu gibi çalışma hakkı da önemli sınırlamaları içermektedir. Yani, çalışma
hakkının kullanımı belirli şartlara bağlı olup önemli sorumluluklar (ödevler)
taşımaktadır.
Çalışma hakkı kavramı tek bir hakkı ifade etse de çalışma
hakkı ile ilgili birçok hakkı da içinde barındırır, bu anlamda çalışma
haklarından bahsetmek mümkündür. Anayasada düzenlenen dinlenme (izin) hakkı,
ücret hakkı, sendikal haklar ve sosyal güvenlik hakkı bu kapsamdadır.
Anayasa’nın 49. maddesinde “Çalışma, herkesin hakkı ve
ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek,
işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını
sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 49. maddesinde, çalışmanın, herkesin hakkı ve ödevi
olduğu belirtilmiş; devlete, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma
yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı denetlemek, işsizliği
gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak
için gerekli önlemleri alma ödevi verilmiştir. Çalışanların yaşam düzeyinin
yükseltilmesi ve çalışma yaşamının geliştirilmesi için çalışanların korunması
ödevinin, çalışanların güvenli ve sağlıklı bir iş ortamında çalışmalarının
temin edilmesini de kapsadığı açıktır. Anayasa’nın 5. maddesinde, ‘İnsanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama’ Devletin
temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Her iki maddenin birlikte
değerlendirilmesi halinde Anayasamızda devlete çalışanlarının sağlıklarının
korunması görevini de verdiği görülmektedir.
İptali
talep edilen ibare, çalışma hakkını zedeleyici bir düzenlemedir. 7147
Sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Hakkında Kanun ile 4456 Sayılı
Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanun yürürlükten
kaldırılmış ve Banka’nın statüsü ve çalışanlarının özlük haklarına ilişkin
düzenlemeler yapılmıştır. Kanun ile Banka çalışanlarının İş Kanunu hükümlerine
tabi olarak çalıştırılması düzenlenmiş ve bu çerçevede statü hukukuna tabi olan
ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesinin (b) fıkrası hükümlerine
tabi olmayan sözleşmeli personel statüsünde olan personelin “işçi statüsü”ne
geçirileceği de düzenlenmiştir. Kanunun Geçici 1. maddesi ile bu geçişin kanuni
dayanağı düzenlenmiş ve geçiş için azami süre olarak da 1/1/2021 tarihi
belirlenmiştir. Söz konusu tarihe kadar mevcut personelin tercihte bulunmasına
yönelik bir geçiş süreci tanımlanmış, bu çerçevede de işçi statüsüne geçmek
istemeyen personelin diğer kamu kurumlarına geçişleri düzenlenmiştir. Kanunun
Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasında işçi statüsüne geçmek istemeyen
personelin diğer kamu kurumlarına nakillerinin ve nakil tarihine kadar çalışma
esasları belirlenmiştir. Buna göre geçiş sürecinde Banka’nın, 30/9/2020
tarihine kadar işçi kadrosuna geçmek istemeyen personeli Aile, Çalışma ve
Sosyal Hizmetler Bakanlığına bildirmesi ve söz konusu personelin Aile, Çalışma
ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca 4046 Sayılı Kanunun 22. maddesinin ikinci,
üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları çerçevesinde bir kamu kurumunda göreve
başlatılacağı öngörülmüştür.
İşçi statüsüne geçmek istemeyen personelin, başka bir kamu
kurumuna naklen ataması yapılıncaya kadar geçecek sürede Banka’da çalışmaya
devam etmesi öngörülerek, bu süre içerisinde çalışanın yapmakta olduğu görevden
farklı bir iş veya görevde çalıştırılabilmesi hususunda da Banka Yönetim Kurulu’na
yetki verilmiştir. Bu yetki ile Banka yönetim Kurulu personeli istediği işte
çalıştırabilecektir. Banka, kendi ihtiyaçları doğrultusunda ya da personeli
statü değiştirmeye zorlamak için bu yetkiyi başka amaçlarla kullanabilme
imkanına kavuşmaktadır. İdareye tek taraflı verilen bu yetki sözleşme
özgürlüğünün tek taraflı olarak değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Çalışanın
kazanılmış haklarını ortadan kaldırıcı niteliktedir. Çalışan ile Banka arasında
yapılmış olan sözleşmenin esaslı bir biçimde tek taraflı olarak
değiştirilmesine ilişkin yetki veren bu düzenleme çalışanın korunması ilkesiyle
bağdaşmamaktadır. Bu yetki çalışanı adeta istediği işte çalıştırabilmeye olanak
sağlamakta, çalışan ile Banka arasındaki sözleşme ilişkisini tek taraflı olarak
ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle söz konusu düzenleme, Anayasanın özüne ve
ruhuna aykırıdır. Çalışma hakkının korunması ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bu
nedenle Anayasa’nın 49. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve
Yatırım Bankası Hakkında Kanunun Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasının ikinci
cümlesindeki “Bankanın ihtiyaç duyduğu uygun işlerde” ibaresi, Anayasa’nın 2.,
7. ve 49. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
II.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1. 7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesinde yer
alan “ya da Cumhurbaşkanı kararnamesiyle” ibaresi; Kanunla düzenlenmiş bir
konuda aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de düzenleme yapılmasına
olanak sağladığı ve normlar hiyerarşisi açısından “kanun” ile “Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi” arasında farklılığı da ortadan kaldırdığı için Anayasa’nın 104.
maddesine aykırıdır,
2. 7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunun 3. maddesinin ikinci cümlesi;
2. 1 Saydamlığı ve hesap verilebilirliği sağlamadığından
Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesine,
2. 2 Anayasal güvence altında bulunan bütçe sürecini anlamsız
hale getirdiğinden ve anayasal güvence altına alınan bütçe sürecine müdahale
anlamı taşımakta olduğundan Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine,
2. 3 Yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden,
sınırsız, belirsiz bir alanı, düzenlemeyi yürütmeye (Cumhurbaşkanına)
bıraktığı, bu durumun da yasama yetkisinin devri anlamına geldiği için
Anayasa’nın 7. maddesine,
2. 4 Temsili (parlamenter) demokrasinin temel öncülleriyle bağdaşmadığı
T.B.M.M.’ye ait olan “Bütçe hakkı” gibi temel bir Devlet yetkisinin kullanımını
ortadan kaldırdığı için Anayasa’nın 87. maddesine,
2. 5 Verilen yetkinin içeriği Anayasa’nın Cumhurbaşkanının görev
ve yetkilerini ayrıntılı bir vaziyette düzenleyen 104. maddesi kapsamı dışında
kaldığı için Anayasa’nın 104. maddesine,
2. 6 Bütçenin hazırlanması ve uygulanması ile ilgili olan
bütçenin genelliği ve ön izin ilkelerini ihlal ettiği için devletin gelirleri
ile harcamalarının bütçe ile yapılmasını zorunlu kılan Anayasanın 161.
maddesine,
aykırıdır.
Yine Geçici 1. maddesinin iptali talep edilen ibaresi Banka
çalışanlarının haklarını ortadan kaldırıcı düzenleme içerdiğinden, çalışanlar
telafisi imkânsız zarar olarak adlandırılabilecek hukuk dışı çalışma yapmak
zorunda kalacaklardır.
Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa
sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
7147 sayılı Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunun;
1) 3. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ya
da Cumhurbaşkanı kararnamesiyle” ibaresinin, Anayasanın 104.
maddesine,
2) 3. maddesinin 1. fıkrasının ikinci cümlesinin,
Anayasanın 2., 7., 87, 104. ve 161. maddelerine,
3) Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan
“Bankanın ihtiyaç duyduğu uygun işlerde” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 7. ve 49.
maddelerine,
aykırı olduğundan iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”