“…
a) Anayasa’nın 2. maddesine (Hukuk Devleti İlkesine) aykırılık:
Mahkememizce iptali istenen kanun maddesinin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu düşünülmüştür. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesinin 2008/38 E., 2010/39 K. sayılı kararında da hükmedildiği gibi hukuk devletinde yasa koyucu yetkisini kullanırken Anayasanın ve hukukun temel ilkelerine bağlı kalmalıdır. Yine Anayasa Mahkemesinin 1963/126 E., 1963/243 K. sayılı kararında da hükmedildiği gibi hukuk devletinin özünü devlet organlarının hukuka bağlılığı oluşturmaktadır. Hukuk Devleti insan haklarına saygı gösteren, bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran, bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan, bütün faaliyetlerinde hukuka uygun davranan devlettir.
Yukarıda açıkladığımız üzere istinaf mahkemelerinin CMK’nın 280., 286. ve 289. maddelerindeki sistematiğe aykırı olarak aslında Kanuna koyulmasında bir yarar olmayan CMK’nın 284/1. maddesini dayanak yaparak hukuka aykırı uygulama yapmalarına sebep olan bu madde Hukuk Devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Diğer yandan “...bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez.” hükmü da aynı ilkeye aykırıdır. Çünkü Hukuk Devleti ilkesi her hangi bir kamu gücünü kullanan devlet kurumlarının tüm işlem ve eylemlerinde Anayasa, Kanun ve Hukukun Genel İlkelerine uygun davranmayı, aksi halde hukuki denetimi gerekli kılmaktadır.
Yargıtay kararlarına karşı itiraz ve karar düzeltme yolu ile kanun yararına bozma yolu açık iken istinaf mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yararına bozma yolunun dahi kapalı olması Hukuk Devleti ilkesine aykırıdır. (Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma yolunun kapalı olduğundan bahisle kanun yararına bozma yoluna gidilemeyeceğine dair yazısı Ek-5)
b) Anayasa’nın 9. ve 138. ve 140. maddelerine aykırılık:
Anayasa’nın 9. maddesinde yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılacağına hükmedilmiştir. 138. maddede ise, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” denilmektedir.
Anayasamızın 140. maddesinde hakimlerin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa edecekleri belirtilmiştir.
Yukarıda arz ettiğimiz ve Ek-1 olarak sunduğumuz dosyadan anlaşılacağı üzere, ikinci derecede yargılama mercii olan istinaf mahkemesi Kanunun kendisine verdiği yetkiyi kötüye kullanarak ve bunun için de iptalini istediğimiz yasa maddelerini dayanak yaparak ilk derece mahkemesi hakimlerini vicdanlarına aykırı karar vermeye zorlamakta, yine bunun için bir baskı unsuru olarak da Kanun Yolu Değerlendirme Formu düzenlenme yetkisini kullanmaktadır.
Oysa mahkeme bağımsızlığı bir mahkemenin diğer mahkemeye karşı da bağımsızlığını gerekli kılar. Bunun bir sonucu olacak ki temyiz yolunda ilk derece mahkemesine Yargıtay kararına karşı ısrar etme hakkı tanınmıştır.
Yüksek mahkeme olmayıp, sadece ikili yargılama sisteminin bir gereği olarak ikinci kez yargılama yapmakla görevli istinaf mahkemesi kararlarına karşı direnme imkanının verilmemesine ek olarak bir hakimin diğer hakime not vermesi ve bu notun not verilen hakimin tayini, terfisi ve mesleki kariyerinde etkili olması yukarıda gösterilen ve Anayasa ile teminat altına alınan ilkelere aykırılık oluşturmaktadır.
Mahkememizin İptal talebine dayanak olan 2019/468 Esas sayılı davasında (Bozma öncesi 2018/411 Esas, 2019/106 Karar) sanık hakkında çocuğun cinsel istismarı suçundan dava açılmış, mahkememizce sanığın atılı suçu işlediğine dair delil bulanmadığı, hatta SANIĞA TUZAK kurulduğu düşünülerek hem sanığın beraatine karar verilmiş, hem de tanık ve mağdur hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. İstinaf mahkemesi ise ısrarla davayı esastan çözmenin dışına çıkararak mağdurenin yaşı konusunda (Ki dosyada kemik yaşı raporu bulunmaktadır) mahkememizi yeniden rapor almaya zorlayarak şikayet yokluğu sebebiyle davanın düşmesine karar vermeyi amaçlamaktadır.
Oysa mahkememizin gerekçesi: “Sanığın halen 69 yaşında, iddia edilen suç tarihlerinde ise 67. yaşında olduğu, daha önceden kardeşi ...’ın kiracısı olan mağdura karşı cinsel istismarda bulunulduğu iddiasıyla şikayet edildiği, yapılan soruşturmada mağdurun cep telefonundan sanığa, mağdur çocuğa ve başka kişilere ait müstehcen görüntülerin elde edildiği, böylece sanığın tutuklandığı, sanık ile mağdurun birlikte çekilmiş fotoğraflarının kim tarafından çekildiğinin sorulması üzerine 27/03/2018 tarihli duruşmada bu fotoğrafları mağdur çocuğun kardeşi ...’in çektiğinin mağdur tarafından beyan edildiği, mağdur çocuğun daha önceki ifadelerinde sanık tarafından eski Sakarya Köprüsü civarına götürüldüğünü belirtmesine rağmen fotoğrafların bir konutun içinde çekildiğinin anlaşıldığı, müdahil Kardelene ait bazı çıplak fotoğrafların öz çekim yoluyla çekildiğinin anlaşıldığı, yani müdahilin iddia ettiği gibi sanığın zorla resim çekmediği, yine bir kısım fotoğrafların müdahilin kardeşi olan tanık ... tarafından çekildiği, yine HTS kayıtlarına göre mağdur çocuğun beyan ettiği tarihte sanığın mağdur çocuğu değil, mağdur çocuğun sanığı aramış olduğu, sanığın aşamalardaki savunmalarında mağdur çocuk tarafından bir meyve suyu ısmarlaması bahanesiyle eve davet edildiği ve meyve suyunu içtikten sonra kendisinden geçtiğini savunduğu sabit olup sanığın atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli delil olmadığı düşünülerek beraatine karar verilmiştir.
Şöyle ki; mağdur çocuğun suç tarihinde 6-7 yaşında olan sanığın kendisini telefon ile çağırarak eski Sakarya Köprüsü civarındaki açıklık bir alana götürerek orada kendisini istismar ettiğini ve fotoğraflarını çektiğini savunmasına rağmen mağdur çocuğun olaydan sonra bir şikayeti olmadığı gibi çekilmiş olan fotoğrafların açık bir alanda değil bir ev ortamında çekildiğinin ve bazı fotoğrafların üçüncü bir kişi tarafından çekildiğinin anlaşılması, HTS kayıtlarına göre mağdur çocuğun beyanının aksine sanığın mağduru değil, mağdurun sanığı aradığının anlaşılması, yine sanığın telefonundan elde edilen fotoğrafların bazılarında fotoğrafı mağdur çocuğun öz çekim denilen yöntemle çekmiş olduğunun anlaşılması, yine mağdur çocuğun soruşturma aşamasında üçüncü bir kişiden bahsetmemesine rağmen duruşmada bazı fotoğrafları kardeşi ...’in çektiğini söylemiş olması, yine mağdur çocuk çıplak bir vaziyette iken sanığın fotoğrafların tamamında tüm kıyafetleri giyinik olarak görülmesi yine sanığın evde kendisine ikram edilen meyve suyunu içtikten sonra kendisinden geçtiğini savunması ve sanığın bazı fotoğraflarda manasız bir şekilde baktığından da anlaşılacağı üzere sanığın bu savunmasının bazı fotoğraflarla desteklenmesi ve sanığın bir miras yüzünden yeğeni ... tarafından tuzağa düşürüldüğünü savunması karşısında sanığın atılı suçu işlediğine dair yeterli delil olmadığı, bilakis mağdur çocuk ile kardeşi ... ile Tanık ...’nın sanığa karşı şantaj yapmak için böyle bir yola tevessül ettiğine dair soruşturmaya yapmayı gerektirecek vurguların olduğu kanaatine varılarak sanık hakkında beraat kararı vermek gerekmiştir.” şeklindedir.
Bu gerekçe karşısında istinaf mahkemesinin mahkememizin kabulüne katılmaması halinde duruşma açarak ikinci kez yargılama yaparak hüküm kurması gerekirken iptalini istediğimiz maddeyi dayanak yaparak ve bunun için de yine iptalini istediğimiz 2802 sayılı Kanunun 28. maddesinin verdiği KYDF’nu düzenleme yetkisini kötüye kullanarak olumsuz not yoluyla hakimleri baskı altına alma imkanına sahip olması her iki düzenlemenin yukarıda belirttiğimiz Anayasal ilkelere aykırı olduğunun kanıtıdır.
Mahkememizce talepnamemizin ekinde ek-3 ve ek-4 olarak sunulan belgelerden anlaşılacağı üzere istinaf mahkemesi ile mahkememiz arasında suç vasfı (... dosyası) ve fiilen birleştirme imkanı olmayan davada (... dosyası) birleştirme konusunda görüş aykırılığı yaşanmış, ilk bozma kararlarında “olumlu/olumsuz kanaat edinilememiştir” notu veren istinaf mahkemesi, bu deva kararına karşı direnildiği için ikinci bozma kararındaki not fişinde heyete “ORTA NOT” vermiştir.
Oysa her iki dava dosyasında istinaf mahkemesinin bozma gerekçesi yaptığı birleştirme hususlarını karşılamak fiilen imkansızdır. Çünkü birleştirilmesi istenilen her iki dava da İstinaf mahkemesinin bozma ilamlarının tarihinden önce sonuçlanmış ve kesinleşmiştir. Bu bozmaları Yargıtay yapsa mahkememiz direnme kararı vererek fiilen birleştirme imkanı olmadığını ortaya koyabilecekken, istinaf mahkemesine verilen Anayasaya aykırı yetki sebebiyle direnme kararı verilemeyecek, iş çıkmaza girecektir.
Sadece bu örnek bile iptalini istediğimiz yasa maddelerinin hakimlik teminatını, mahkeme bağımsızlığını, hakimlerin vicdanlarına göre karar vermesi gerektiği ilkesini ne kadar zedelediğini ortaya koyacak mahiyettedir.
c) Anayasa’nın 141. ve 142. maddelerine aykırılık:
Anayasa’nın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilerek yargılamada usül ekonomisi düzenlenmiştir.
Yine 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” denilmiştir.
Yukarıda açıkladığımız gibi iptali istenen düzenlemelerin verdiği olumsuz yetki ve ortaya çıkardığı çelişkili durum sebebiyle ikinci derecede yargılama mercii olup, büyük oranda onaylamadı hükümlerle ilgili kendisi yargılama yapmakla görevli ve yetkili olan istinaf mahkemelerinin hüküm bozup yeniden hüküm kurmak üzere ilk derece mahkemelerine göndermeleri sonucunda yargılamada usul ekonomisi ilkesine yani Anayasa’nın 141. maddesine aykırılık oluşmaktadır.
Çünkü örnekleri ekte sunulan (Ek-2) istinaf mahkemeleri ilamlarından anlaşılacağı üzere istinaf mahkemelerinin bir müzekkere ile isteyebilecekleri basit hususlarda bile bozma kararı verildiğinde ilk derece mahkemeleri duruşma açmak zorunda kalmakta, taraflara tebligat yapmakta, istinabe yazıları yazmakta, kısacası gereksiz masraf ve emek kaybına sebep olunmaktadır.
Diğer yandan iptali istenilen maddelerin bir sonucu olarak “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” hükmü de ihlal edilmektedir. Çünkü CMK’nın 284. maddesindeki düzenleme aynı Kanunun 280. ve 289. Maddelerinin uygulanmamasına yol açmakta, bir anlamda bir kanun hükmü diğer kanun hükümlerini etkisiz kılmaktadır.
Açıkladığımız sebeplerle CMK’nın 284. maddesindeki düzenleme Kanunda hiç bulunmasa bu durum Kanunun ön gördüğü sistematiğe daha uygun olacaktır.
d) Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık:
Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Bu hak evrensel bir hukuk ilkesine dayanmakta olup, AHİS’in 6. maddesinde de mevcuttur.
Bu maddenin yorumlanması ile ilgili AHİM kararlarında, ceza isnatlarına ilişkin uyuşmazlıkların kanunla kurulmuş mahkemelerce görülmesi ve karara bağlanması gerektiğine hükmedilmektedir. Yine AHİM kararlarında, bağımsız mahkemelerin kararlarının uygulanma kabiliyetinin önemine vurgulama yapılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 2010/99 E., 2011/117 K. sayılı kararında da hükmedildiği gibi adil yargılanma hakkı doğru ve güvenli yargılanma hakkı demektir.
Adil yargılanma hakkı sadece faillerin ya da suç isnadı ile yargılanan kişilerin değil, davanın diğer taraflarının yani mağdurların da hakkıdır.
Anayasamızın 36. maddesinde: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir.
Yukarıda arz ettiğimiz gerekçelerden ve ekte sunduğumuz uygulama örneklerinden anlaşılacağı üzere iptalini istediğimiz Kanun maddeleri sebebiyle ikinci derecede yargılama mercii olan istinaf mahkemeleri kişilerin ikinci kez bir başka yargı mercii önünde iddia ve savunmalarını sunma imkanlarını ellerinden almaktadırlar.
Diğer yandan yine açıkladığımız ve örneklerini sunduğumuz üzere istinaf mahkemeleri tamamen kendi yapmaları gereken işlemleri yapmaktan, görevine giren uyuşmazlıkla ilgili davaya bakmaktan imtina etmekte, bunun için de iptalini istediğimiz Kanun maddelerine dayanmaktadırlar. Bu durumda ise iptalini istediğimiz Kanun maddeleri yukarıda belirttiğimiz Anayasa’nın 36. maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
e) 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 6723 Sayılı Kanunla değişik 28. maddesinin 4. ve 5. fıkralarının durumu:
Mahkememizce iptali istenilen bu düzenleme tamamen CMK’nın 284/1. maddesindeki düzenlemeyle bağlantılı, doğrudan ilgilidir. Çünkü hakimlerin atama ve sınıf ile derece düzenlemelerini düzenleyen 2802 sayılı Kanundaki hükümlere göre istinaf mahkemesi hakimlerinin ilk derece mahkemesi hakimlerine karşı hukuken bir üstünlükleri bulunmamaktadır. Atama için belli kıdemler haricinde mesleki yeterlilik anlamında bir kriter bulunmamaktadır. Buna rağmen “direnme yasağı” maddesi olarak açıkladığımız diğer düzenleme ile birlikte değerlendirildiğinde istinaf mahkemesi hakimlerinin ilk derece mahkemesi hakimlerine not veriyor olması, bu notların mesleki kariyerde etkisinin olması sebebiyle hakimlik teminatına ve mahkeme bağımsızlığına, hakimlerin vicdanına göre karar vermesi gerektiğini düzenleyen Anayasa’nın 138. maddesine aykırıdır.
Yine CMK’nın 284/1. maddesiyle birlikte düşünüldüğünde 2802 sayılı Kanunun 28. Maddesindeki düzenleme doğrudan uyuşmazlık konusunu da etkilemektedir. Çünkü bu düzenleme sebebiyle ilk derece mahkemesi hakimi inandığı ve doğru olduğuna kanaat getirdiği şekilde değil, not yetkisi olan istinaf mahkemesinin gösterdiği şekilde uygulama yapmak zorunda kalmaktadır.
6- TALEP : Ayrıntısıyla açıkladığımız ve arz ettiğimiz üzere;
Mahkememizce görülmekte olan davada, uygulama yeri bulunup, Anayasa’ya aykırı olduğu düşünülen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 284/1. maddesi ile 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 6723 sayılı Kanun değişik 28. maddesinin 4. ve 5. fıkralarının Anayasa’nın 2. 9., 11., 36., 138., 140., 141. ve 142. maddelerine aykırı olduğu kabul edilerek iptal edilmelerine karar verilmesini arz ederiz.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2019/107
Karar Sayısı:2019/90
Karar Tarihi:4/12/2019
R.G. Tarih-Sayı:Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: A. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
B. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle yeniden düzenlenen 28. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının,
Anayasa’nın 2., 9., 11., 36., 138., 140., 141. ve 142. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanığın çocuğun cinsel istismarı suçundan cezalandırılması talebiyle açılan davada verilen kararın bölge adliye mahkemesi tarafından bozulması üzerine yapılan yargılamada itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
1. 5271 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 284. maddesi şöyledir:
“Direnme yasağı
Madde 284- (1) Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez; bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez.
(2) İtiraz ve temyize ilişkin hükümler saklıdır.”
2. 2802 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı 28. maddesi şöyledir:
“Kanun yolu değerlendirme formu:
Madde 28 – (Mülga: 31/3/2011-6217/31 md.; Yeniden düzenleme: 1/7/2016 – 6723/25 md.)
Yargıtay ve Danıştay daireleri ile genel kurullarınca yapılan kanun yolu incelemeleri sonunda;
a) İstinaf kanun yolu incelemesinde görev alan daire başkanı, üye, Cumhuriyet başsavcısı ve savcılar,
b) İlk derece yargı yerlerinde duruşmaya, karara veya hükme katılan, karar veya hükmü veren ya da soruşturma aşamasında görev yapan hâkimler,
c) İlk derece yargı yerlerinde soruşturma aşamasında görev alan, iddianameyi tanzim eden, duruşmaya katılan, mütalaa veren veya kanun yoluna başvuran Cumhuriyet savcıları,
hakkında kanun yolu değerlendirme formu düzenlenir.
Kanun yolu değerlendirme formu; soruşturmanın niteliği, iddianame, karar veya hükmün hukuka uygunluğu ve isabet derecesi, soruşturma, kovuşturma veya yargılamanın hedef sürede tamamlanması, gereksiz masrafa sebebiyet verilmesi, duruşmalara hazırlıklı çıkılması veya hazırlıksız çıkılarak gecikmelere neden olunması, dosyaların eksiklik nedeniyle geri çevrilmeye neden olmayacak şekilde görevli daire veya birime gönderilmesi, bilirkişi görevlendirilmesinin hukuka uygun yapılması, soruşturma, kovuşturma veya yargılama işlemlerinin usul hükümlerine uygun olarak doğru ve zamanında yapılması, dava konularının anlayış ve yönlendirilmesi ile mütalaa, gerekçeli karar ve tebliğnamelerin yazılış, tahlil ve sonuçlandırılmasında başarı gösterilmesi gibi hususlar dikkate alınarak çok iyi, iyi, orta ve zayıf şeklinde düzenlenir. Yapılan incelemede olumlu veya olumsuz kanaat edinilememesi hâlinde, değerlendirme formu bu durum belirtilerek düzenlenir.
Hükmün onanmış veya bozulmuş olması tek başına olumlu veya olumsuz değerlendirme yapılmasını gerektirmez. Ayrıca, incelenen karara uygun muhalefet şerhi bulunması hâlinde olumsuz değerlendirme yapılamaz.
Bölge adliye mahkemeleri veya bölge idare mahkemeleri dairelerince yapılan istinaf kanun yolu incelemesi sonucunda yukarıdaki fıkralarda belirtilen kriterler esas alınarak kanun yolu değerlendirme formu düzenlenir. Aynı dosyaya ilişkin olarak istinaf kanun yolu incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme formu ile temyiz incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme formu arasında çelişki bulunması hâlinde temyiz mercilerince düzenlenen değerlendirme formu esas alınır.
Değerlendirme formu, kararı inceleyen heyetin başkanı tarafından düzenlenir. Hakkında değerlendirme formu düzenlenenler, formun Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)’ne kaydedilmesinden itibaren bir ay içinde gerekçelerini belirtmek suretiyle değerlendirme formunun yeniden incelenmesini isteyebilir. Yeniden inceleme talebi, başvuru tarihinden itibaren bir ay içinde incelemeyi yapan daire tarafından oyçokluğuyla karara bağlanır.
Yukarıdaki fıkraların uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Yargıtay ve Danıştayın görüşü alınmak suretiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.
Soruşturma, kovuşturma veya yargılamanın tamamlanması için öngörülen hedef süreler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görüşü alınarak Adalet Bakanlığı tarafından belirlenir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu, itiraz konusu kanun hükümleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. Anayasa’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlığını taşıyan 152. maddesinin dördüncü fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz” denilmiştir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Başvuruya engel durumlar” başlıklı 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da “Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz” hükmüne yer verilmiştir.
3. 5271 sayılı Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez;…” bölümüne yönelik iptal talebi, Anayasa Mahkemesinin 26/7/2017 tarihli ve E.2017/48, K.2017/129 sayılı kararıyla Anayasa’ya aykırı olmadığı gerekçesiyle esastan reddedilmiş ve bu karar 26/9/2017 tarihli ve 30192 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
4. Anayasa Mahkemesince işin esasına girilerek reddedilen kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için önceki kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 26/9/2017 tarihinden başlayarak geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır.
5. Bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez;…” bölümüne ilişkin başvurunun, Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince reddi gerekir.
6. Öte yandan Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak kural ise davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
7. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme tarafından iptali talep edilen 5271 sayılı Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez.” bölümü, istinaf aşamasında bölge adliye mahkemesi tarafından verilen karar ve hükümlere karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyeceğini düzenlemektedir. Kanun yollarının, yalnızca taraflarca başvurulabilecek hukuksal çareler oldukları gözetildiğinde mahkeme tarafından herhangi bir kanun yoluna başvurulabilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Bu itibarla muhatabı, davanın tarafları olan kuralın bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
8. Açıklanan nedenle 5271 sayılı Kanun’un 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez.” bölümüne ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
9. Diğer yandan 2802 sayılı Kanun’un 28. maddesinde Yargıtay ve Danıştay daireleri ile genel kurullarınca yapılan kanun yolu incelemeleri sonunda istinaf kanun yolu incelemesinde görev alan daire başkanı, üye, Cumhuriyet başsavcısı ve savcılar ile ilk derece yargı yerlerinde duruşmaya, karara veya hükme katılan, karar veya hükmü veren ya da soruşturma aşamasında görev yapan hâkimler ve soruşturma aşamasında görev alan, iddianameyi tanzim eden, duruşmaya katılan, mütalaa veren veya kanun yoluna başvuran Cumhuriyet savcıları hakkında kanun yolu değerlendirme formunun düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Söz konusu maddenin ikinci fıkrası uyarınca kanun yolu değerlendirme formu; soruşturmanın niteliği, iddianame, karar veya hükmün hukuka uygunluğu ve isabet derecesi, soruşturma, kovuşturma veya yargılamanın hedef sürede tamamlanması, gereksiz masrafa sebebiyet verilmesi, duruşmalara hazırlıklı çıkılması veya hazırlıksız çıkılarak gecikmelere neden olunması, dosyaların eksiklik nedeniyle geri çevrilmeye neden olmayacak şekilde görevli daire veya birime gönderilmesi, bilirkişi görevlendirilmesinin hukuka uygun yapılması, soruşturma, kovuşturma veya yargılama işlemlerinin usul hükümlerine uygun olarak doğru ve zamanında yapılması, dava konularının anlayış ve yönlendirilmesi ile mütalaa, gerekçeli karar ve tebliğnamelerin yazılış, tahlil ve sonuçlandırılmasında başarı gösterilmesi gibi hususlar dikkate alınarak düzenlenir.
10. Anılan maddenin itiraz konusu dördüncü ve beşinci fıkralarıyla da bölge adliye mahkemeleri veya bölge idare mahkemeleri dairelerince yapılan istinaf kanun yolu incelemesi sonucunda maddede belirtilen kriterler esas alınarak kanun yolu değerlendirme formunun düzenleneceği, aynı dosyaya ilişkin olarak istinaf kanun yolu incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme formu ile temyiz incelemesi sonucu düzenlenen değerlendirme formu arasında çelişki bulunması hâlinde temyiz mercilerince düzenlenen değerlendirme formunun esas alınacağı, değerlendirme formunun, kararı inceleyen heyetin başkanı tarafından düzenleneceği, hakkında değerlendirme formu düzenlenenlerin, formun Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine (UYAP) kaydedilmesinden itibaren bir ay içinde gerekçelerini belirtmek suretiyle değerlendirme formunun yeniden incelenmesini isteyebileceği, yeniden inceleme talebinin, başvuru tarihinden itibaren bir ay içinde incelemeyi yapan daire tarafından oyçokluğuyla karara bağlanacağı düzenlenmektedir. Bu bağlamda itiraz konusu kuralların, sanığın çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla açılan ve bakılmakta olan davadaki uyuşmazlığı olumlu ya da olumsuz yönde sona erdirecek kural olma niteliğine sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralların davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
11. Açıklanan nedenle 2802 sayılı Kanun’un 28. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarına ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
III. HÜKÜM
A. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 284. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1. “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez;…” bölümüne ilişkin itiraz başvurusunun, Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE,
2. Kalan bölümünün itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu bölüme ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun’un 25. maddesiyle yeniden düzenlenen 28. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu fıkralara ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
4/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ