ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/9
Karar Sayısı : 2018/84
Karar Tarihi : 11/7/2018
R.G.Tarih- Sayısı :
15/11/2018 - 30596
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Bursa 7. Asliye Hukuk
Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 9/6/1932 tarihli ve 2004
sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114.
maddesiyle değiştirilen 278. maddesinin üçüncü fıkrasının;
A. 9/11/1988 tarihli ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle
değiştirilen (1) numaralı bendinin,
B. (2) numaralı bendinin
Anayasa’nın 2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talebidir.
OLAY: Borçlunun hakkında icra takibi
başlatılmasından sonra kendisine ait taşınmaz hisselerini mal kaçırmak ve
alacaklıyı zarara uğratmak maksadıyla gerçek satış bedelinden daha düşük
bedelle kardeşine devretmesi sebebiyle açılan tasarrufun iptali davasında, itiraz
konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri ve
yürürlüklerinin durdurulması için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların yer aldığı 278. maddesi
şöyledir:
“Mütat hediyeler müstesna olmak üzere, hacizden veya haczedilecek
mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz
vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklardan en
eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde
yapılan bütün bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar batıldır.
Ancak, bu müddet haciz veya aciz yahut iflastan evvelki iki seneyi
geçemez.
Aşağıdaki tasarruflar bağışlama gibidir.
1. (Değişik : 9/11/1988-3494/53 md.) Karı ve koca ile usul ve
füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar,
evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar,
2. Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre
borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler,
3. Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı
hayat şartiyle irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar
bakma akitleri,”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer
TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 14/2/2018 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve
sınırlama sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40.
maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükmün iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak bu kurallar uyarınca bir mahkemenin
Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin
görevine giren bir davanın bulunması, iptali istenen kuralın da o davada
uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte olan
kurallardır.
3. Başvuran Mahkeme; 2004 sayılı Kanun’un 538 sayılı
Kanun’un 114. maddesiyle değiştirilen 278. maddesinin üçüncü fıkrasının, 3494
sayılı Kanun’un 53. maddesiyle değiştirilen (1) numaralı bendi ile (2) numaralı
bendinin iptalini talep etmiştir.
4. 2004 sayılı Kanun’un 278. maddesinin üçüncü fıkrasının
(1) numaralı bendinde, karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren
üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık
arasında yapılan ivazlı tasarrufların bağışlama gibi kabul edileceği hükme
bağlanmıştır.
5. Başvuran Mahkemede görülmekte olan dava,
hakkında icra takibi başlatılmasından sonra borçlunun kendisine ait birtakım
taşınmaz hisselerini mal kaçırmak ve alacaklıyı zarara uğratmak maksadıyla
gerçek satış bedelinden daha düşük bedelle kardeşine devretmesi sebebiyle
açılan tasarrufun iptali davasıdır. Somut olayda iptali istenen tasarrufun
kardeşler arasında gerçekleştiği; karı ve koca ile usul ve füru, sıhri
hısımlar, evlat edinen ve evlatlık arasında yapılan bir tasarruf işlemi
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla Kanun’un 278. maddesinin üçüncü
fıkrasının (1) numaralı bendinde yer alan “Karı ve koca ile usul ve
füru, …sıhren …, evlat edinenle evlatlık…” ibarelerinin uyuşmazlıkta
uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu ibareler yönünden
başvurunun mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
6. Öte yandan Kanun’un 278. maddesinin üçüncü
fıkrasının (1) numaralı bendinin kalan bölümünde yer alan “arasında
yapılan ivazlı tasarruflar” ibaresi bentte sayılan akrabalık
ilişkilerinin tamamı yönünden geçerli ortak kural, yine “üçüncü
dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar” ibaresi neseben ve sıhren
hısımlar yönünden geçerli ortak kural niteliği taşımaktadır. Bu nedenle kuralın
kalan bölümüne ilişkin esas incelemenin bakılmakta olan davanın konusu
gözetilerek “…neseben veya…” ibaresi ile sınırlı olarak
yapılması gerekmektedir.
7. Açıklanan nedenlerle 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra
ve İflas Kanunu’nun 18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114. maddesiyle
değiştirilen 278. maddesinin üçüncü fıkrasının;
A. 9/11/1988 tarihli ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle
değiştirilen (1) numaralı bendinin;
1. “Karı ve koca ile usul ve füru, … sıhren …, evlat
edinenle evlatlık…” ibarelerinin itiraz başvurusunda bulunan
Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu
ibarelere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
2. Kalan bölümünün esasının incelenmesine, esasa ilişkin
incelemenin bentte yer alan “…neseben veya…” ibaresi ile
sınırlı olarak yapılmasına,
B. (2) numaralı bendinin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
8. Başvuru kararının “KARAR” başlıklı
bölümünde gerekçe belirtilmeksizin itiraz konusu kuralların yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
9. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “İtiraz başvuru kararı ve
ekleri” başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde “Yürürlüğü
durdurma talebi varsa, yürürlüğün durdurulmaması durumunda doğacak olan
telafisi imkansız zararların açıklanması” gerektiği belirtilmektedir. Ancak
başvuran Mahkeme tarafından bu konuda bir gerekçe belirtilmediği, yalnızca
yürürlüğün durdurulması talebinde bulunulduğu görülmüştür. Bu nedenle söz
konusu talebin yöntemine uygun olmadığı anlaşılmaktadır.
10. Açıklanan nedenlerle 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve
İflas Kanunu’nun 18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114. maddesiyle
değiştirilen 278. maddesinin üçüncü fıkrasının;
A. 9/11/1988 tarihli ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle
değiştirilen (1) numaralı bendinde yer alan “…neseben veya…” ibaresinin,
B. (2) numaralı bendinin
yürürlüklerinin durdurulması taleplerinin 30/3/2011 tarihli ve
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun
olmadığından REDDİNE, 14/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
11. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatma KARAMAN ODABAŞI tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükümleri, dayanılan
Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un, 538 Sayılı Kanun’un 114. Maddesiyle
Değiştirilen 278. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının 3494 Sayılı Kanun’un 53.
Maddesiyle Değiştirilen (1) Numaralı Bendinde Yer Alan “…neseben veya…” İbaresinin
İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
12. Başvuru kararında özetle alacaklıların zarara uğramasını
engellemek amacıyla mülkiyet hakkını sınırlandıran düzenlemenin kamu yararı
taşımadığı, alacaklıların zarara uğradığı iddiasının 2004 sayılı Kanun’un 279.
ve 280. maddeleri ile 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
19. maddesi kapsamında ileri sürülmesinin zaten mümkün olduğu, açılacak
davalarda tasarrufun gerçek bir tasarruf olup olmadığı ile gerçek bedelin
ödenip ödenmediği hususlarında ispat hakkının tanınmadığı, lehine tasarruf
yapılan kişiye savunma hakkı verilmediği, düzenlemenin mülkiyet hakkının özüne
dokunduğu ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın
2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
13. İtiraz konusu kuralda; karı ve koca ile usul ve füru, neseben
veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle
evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarrufların bağışlama gibi kabul
edileceğiöngörülmüştür. İtiraz konusu kural “… neseben veya …” ibaresidir.
14. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
denilmektedir.
15. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Menkul ve gayrimenkul malların mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğu
hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
16. Mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek
ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır. Bu bağlamda malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve
mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması veya
mülkünden yoksun bırakılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
17. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrasında, mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Zira mülkiyet
hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamaması, devletin mülkiyetin
kullanımını toplum yararına uygun olarak düzenleyebilmesini gerekli
kılmaktadır. Bu durumda da devletin mülkiyetin kullanımını düzenleme yetkisine
sahip olduğunun kabulü zorunludur.
18. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen
Anayasa’nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
19. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
20. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı, Anayasa’da
öngörülen nedenlere bağlı olarak demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın ancak kanunla sınırlanabilir. Bu bakımdan
mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
21. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı
kullanılamaz hâle getiren veya ortadan
kaldıran sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve
özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik
toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla
sınırlandırılabilir. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere
getirilen sınırlamanın bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla
olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun
kısıtlamaların bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir.
22. Öte yandan Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
“Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre hak arama özgürlüğünün en
önemli iki ögesini oluşturan iddia ve savunma haklarını kısıtlayacak, bu
hakların eksiksiz kullanımını engelleyecek ve adil yargılanmaya engel olacak
yasa kurallarının Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık oluşturacağı açıktır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı,
kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir.
23. Demokratik toplum, hak arama özgürlüğünün tüm bireyler
açısından en geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir.
Demokrasilerde devlete düşen görev; bireyin hak arama özgürlüğünü kullanabilme
imkânına sahip olmasını sağlamak, bu imkânı ortadan kaldırmaya yönelik
tutumlardan kaçınmak ve bu yönde gelebilecek olumsuz müdahaleleri
engellemektir. Hak arama özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmaması gerekir.
24. İtiraz konusu kuralda, 2004 sayılı Kanun’un 277. ve devamı
maddelerinde öngörülen iptal davası yönünden borçlunun neseben üçüncü dereceye
kadar (bu derece dâhil) hısımları ile yaptığı ivazlı tasarrufların
bağışlama gibi kabul edileceği düzenlenmiştir. Bağışlama olarak kabul edilen bu
tasarruflar 2004 sayılı Kanun’un 278. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında
belirtildiği şekilde haciz, aciz veya iflas hâlinde, haczin veya aciz vesikası
verilmesinin sebebi olan veya iflas masasına kabul olunan alacaklardan en
eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan süreçte ve haciz,
aciz veya iflastan önceki iki sene içinde yapılmış olması hâlinde iptal
edilebilecektir.
25. Kural olarak borçlunun mallarının haczedilmesinden, aciz
hâline düşmesinden veya iflasına karar verilmesinden önceki süreçte mal varlığı
üzerindeki tasarruf yetkisi kısıtlanmamıştır. Borçlunun bu süreçte mal varlığı
üzerinde istediği şekilde tasarrufta bulunma hak ve yetkisi Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının bir gereğidir.
Ancak itiraz konusu kuralın yer aldığı Kanun’un 277. ve devamı maddeleri
kapsamında borçlunun hacizden, acizden veya iflastan önce yapacağı birtakım
şüpheli tasarrufların iptal edileceği düzenlenmiştir. İptal davası, sonucu
itibarıyla borçlu tarafından gerçekleştirilen tasarruf işleminin geçerliliğini
etkilememekte; borçlunun gerçekleştirdiği tasarruf işlemi geçerli kalmaya devam
etmektedir. Ancak iptal davası lehine sonuçlanan alacaklı tasarruf konusu malı
haczettirerek satış bedelinden alacağını alma hak ve yetkisine sahip olduğundan
tasarruf işleminin karşı tarafını oluşturan üçüncü kişi cebri icra işlemlerine
katlanma yükümlülüğü altına girmektedir. Bu bakımdan her ne kadar iptal
davasının borçlunun gerçekleştirdiği tasarruf işleminin geçerliliğine bir
etkisi bulunmasa da iptale konu tasarruf işleminin karşı tarafını oluşturan
üçüncü kişi iptal davası sebebiyle mal varlığında meydana gelen azalmayı
borçludan geri isteyebilecektir. Borçlunun henüz mal varlığı üzerindeki
tasarruf yetkisinin hukuken kısıtlanmadığı bir dönemde gerçekleştirmiş olduğu
tasarruf işlemlerine daha sonra malen veya nakden sorumluluğunu doğuracak
şekilde sonuç bağlayan ve tasarrufta bulunulan üçüncü kişiye cebri icra
işlemlerine katlanma yükümlülüğü getiren itiraz konusu kural, borçlu ve
tasarrufta bulunulan üçüncü kişinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil
etmektedir. Borçlunun belirli kişilerle yapacağı ivazlı tasarruf işlemlerini
bağışlama sonucuna bağlayan düzenlemenin mülkiyet hakkının kullanımının
düzenlenmesine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
26. Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu
yararı amacıyla sınırlanabilir. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının
takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma
elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi
gerekir. İtiraz konusu kuralda belirtilen neseben üçüncü dereceye kadar
(bu derece dâhil) hısımlar arasındaki ivazlı tasarrufların bağışlama olarak
kabul edilmesi borçlunun henüz haciz, aciz veya iflas hâli gerçekleşmemiş
olmakla birlikte bu hâllerden birinin yakında gerçekleşmesinin kuvvetle
muhtemel olduğu kritik zamanlarda şüpheli tasarruflarda bulunması, bu
tasarrufları genellikle bir başka isim altında gizlemesi ile bu tasarrufların
gerçekte ivazsız olduğunun ve tarafların bu husustaki gerçek iradelerinin
alacaklı tarafından ispat edilmesinin oldukça zor olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu kapsamda düzenleme, borçlunun alacaklılarından mal kaçırmasını ve alacaklıların
alacağın tahsiline yönelik çabalarının sonuçsuz kalmasını önlemeyi; tasarruf
işleminin taraflarının çoğu zaman dış dünyaya yansımayan gerçek iradelerinin
ortaya konulmasının zorluğu sebebiyle alacaklıya ispat kolaylığı sağlamayı
amaçlamaktadır. Bu şekilde toplumdaki ekonomik dengelerin, toplumsal barış ve
adaletin sağlanmasına katkı sunması beklenen kuralın kamu yararını
gerçekleştirmeye yönelik olmadığı söylenemez.
27. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük
olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması, malike aşırı ve orantısız bir
külfet yüklememesi gerekir. Öncelikli olarak itiraz konusu kuralda, borçlunun
neseben tüm hısımları ile yapacağı ivazlı tasarruflar bağışlama olarak kabul
edilmemiştir. İtiraz konusu kuralda yer alan nesep yönünden hısımların borçlu
ile arasında kan bağı bulunan, hayatın olağan akışı kapsamında genel olarak
borçlunun yakınında bulunan, onun durumunu bilebilecek, çoğu zaman aralarında
güven ilişkisi olan hısımlar olarak genişletildiği ve bu özellikleri
gözetilerek hısımlığın üçüncü derece ile (bu derece dâhil) sınırlandırıldığı
anlaşılmaktadır. Esasen bazı hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarrufları
bağışlama olarak kabul eden düzenlemedeki hısımlık derecesi, alacaklılardan mal
kaçırmak amacıyla gerçekleştirilen şüpheli tasarrufların önlenebilmesi ve
öngörülen amacın işlerliğinin korunabilmesi bakımından zaman içinde
genişletilmiştir. Nitekim itiraz konusu kuralda değişiklik yapan 538 sayılı
Kanun’un 114. maddesinin ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesinin gerekçelerinde
de ifade edildiği şekilde ilk olarak ana, baba ile evlat ve karı koca
arasındaki ivazlı tasarrufları bağışlama hükmünde kabul eden düzenleme zaman
içinde yetersiz kaldığından, şüpheli tasarrufların önlenebilmesi bakımından
yakın akrabalar kategorisi genişletilerek ihtiyaçlar doğrultusunda akrabalık
derecesi üçüncü dereceye kadar çıkarılmıştır.
28. Bağışlama olarak kabul edilen ivazlı tasarrufların iptal
edilebilmesi ayrıca belli şartların varlığına bağlanmıştır. Bu bakımdan
başlatılan icra takibinin kesinleştirilmiş olması ile alacağın kısmen veya
tamamen alınamaması durumunda iptal davası açılabilecek ve ancak alacaklının
alacağının doğumundan sonra borçlu tarafından gerçekleştirilen tasarruf
işlemleri iptal konusu olabilecektir. İptal edilebilecek tasarruflar süre
yönünden de ayrıca sınırlandırılmış olup ancak hacizden, aciz hâlinden veya
iflasın açılması tarihinden başlayarak geriye doğru son iki yıllık süreçte
gerçekleştirilen tasarruflar iptal edilebilecek ve iptal davası ancak iptale
tabi tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıllık hak düşürücü süre içinde
açılabilecektir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde mülkiyet hakkına
müdahale teşkil eden itiraz konusu kural sebebiyle iptal davası açılabilmesinin
belli şartların gerçekleşmesine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
29. Öte yandan mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden itiraz konusu
kuralda; neseben üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar arasında
yapılan ivazlı tasarrufların başka hiçbir koşula bağlı bulunmaksızın bağışlama
gibi olduğu, aksinin iddiası ve ispatı mümkün olmayan bir olgu olarak kabul
edilmiştir. Bu bakımdan tasarruf konusu malın değerinin tam olarak veya
fazlasıyla ödenmiş olması, tasarruf işleminin borçlunun alacaklılarının da
menfaatine bulunması, alacaklıların tasarruf işlemi dolayısıyla zarar
görmemesi, alacaklıların alacağı tahsil ve cebri icra imkânlarının
zorlaştırılmamış hatta kolaylaştırılmış olması sonucu değiştirmeyecektir.
Neseben üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar arasında gerçekleşen
ivazlı tasarruflara kesin olarak bağışlama sonucunu bağlayan itiraz konu
düzenleme, taraflara belirtilen hususlarda iddia ve savunmada bulunma, bu
hususların ispatı yönünden delil, bilgi ve belge sunma imkânı vermemektedir. Bu
yönüyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında
gözetilmesi gereken makul dengeyi malik aleyhine bozan düzenlemenin ulaşılmak
istenen amaç ile orantılı olduğu söylenemez.
30. İtiraz konusu kural, kamu yararı ile kişisel yarar arasındaki
dengeyi bozmak suretiyle mülkiyet hakkının ve hak arama özgürlüğünün ölçüsüz
biçimde sınırlandırılmasına neden olmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle kuralda yer alan “…neseben
veya …” ibaresi Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı görülerek
iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. ve 10. maddeleri yönünden
incelenmesine gerek görülmemiştir.
B. Kanun’un, 538 Sayılı Kanun’un 114. Maddesiyle
Değiştirilen 278. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının (2) Numaralı
Bendinin İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
32. Başvuru kararında özetle Kanun’un 277. ve devamı maddelerinde
düzenlenen iptal davası yönünden akdin yapıldığı sırada borçlunun ivaz olarak
pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitlerin bağışlama olarak kabul edilmesine
ilişkin kuralın da (1) numaralı bent için ifade edilen gerekçelerle Anayasa’nın
2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
33. İtiraz konusu kuralda, akdin yapıldığı sırada kendi verdiği
şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği
akitlerin bağışlama gibi kabul edileceği öngörülmüştür.
34. Düzenleme uyarınca 2004 sayılı Kanun’un 277. ve devamı maddelerinde
öngörülen iptal davası yönünden, tasarrufu gerçekleştiren kişilerin yakınlık
derecesinden veya tasarrufu gerçekleştirdikleri sıradaki gerçek iradelerinden
bağımsız olarak borçlunun, akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine
göre ivaz olarak çok düşük bir bedel kabul ettiği akitler bağışlama olarak
kabul edilecek ve 2004 sayılı Kanun’un 278. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında belirtildiği şekilde haciz, aciz veya iflas hâlinde, haczin veya
aciz vesikası verilmesinin sebebi olan veya iflas masasına kabul olunan
alacaklardan en eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan
süreçte ve haciz, aciz veya iflastan önceki iki sene içinde yapılmış olması
hâlinde iptal edilebileceklerdir.
35. Borçlunun mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin
henüz kısıtlanmadığı bir dönemde mülkiyet hakkının kapsamında olduğuna kuşku
bulunmayan mal varlığı değerleri üzerinde ivazlı veya ivazsız olarak istediği
gibi tasarrufta bulunması mülkiyet hakkının bir gereğidir. Ancak borçlunun haciz,
aciz hâli ve iflastan önceki yakın süreçte gerçekleştirmesi mümkün şüpheli
tasarrufların önlenebilmesi, alacaklıların korunması ile ispat yönünden
yaşanacak güçlüklerin giderilmesi bakımından borçlunun haciz, aciz hâli ve
iflastan kısa bir süre öncesine denk gelen zamanda gerçekleştirdiği ivazlı
tasarruflardan, akdin yapıldığı sırada ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul
ettiği tasarruflar bağışlama olarak kabul edilmiştir. Bu kapsamda itiraz konusu
kural sonuçları ve amacı itibarıyla 2004 sayılı Kanun’un 278. maddesinin
üçüncü fıkrasının (1) numaralı bendinin “… neseben veya …” ibaresiyle
sınırlı olarak Anayasa’ya aykırılık sorununun incelendiği bölümde açıklanan
aynı gerekçelerle mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmekte olup ivazlı olmasına
rağmen ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul edilen tasarruf işlemlerini
bağışlama sonucuna bağlayan düzenlemenin mülkiyet hakkının kullanımının
düzenlenmesine yönelik olduğu ve kamu yararı amacı taşıdığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte düzenlemenin ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının da ayrıca incelenmesi gerekir.
36. İtiraz konusu kural kapsamında kalan tasarrufların temel
özelliği, ivazlı olmalarına rağmen karşı tarafın elde ettiği menfaat ile
eşdeğer bir menfaatin borçlunun mal varlığına girmemiş olmasıdır. Bu şekilde
yapılan kazandırma, edimde bulunulan lehine karşılıksız kaldığı ölçüde
borçlunun mal varlığının aktifi azalmış olacaktır. Bu durumun alacaklıların
aleyhine olduğu kuşkusuzdur. Buna rağmen akdin yapıldığı sırada ivaz olarak
aşağı bir fiyatın kabul edildiği tüm akitler bağışlama olarak kabul edilmemiş,
edimler arasındaki orantısızlığın ciddi olduğu ve objektif olarak makul
karşılanmasının beklenemeyeceği durumlarla sınırlı olarak tasarruf işlemi
bağışlama gibi kabul edilmiştir.
37. Yine ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul edilmesi sebebiyle
bağışlama olarak nitelendirilen tasarrufların iptal edilebilmesi ve iptal
davası açılması, 2004 sayılı Kanun’un 278. maddesinin üçüncü fıkrasının
(1) numaralı bendinin “… neseben veya …” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılık sorununun incelendiği bölümdedetaylı olarak açıklanan
belli şartların gerçekleşmesine bağlanmış ve süre yönünden de ayrıca
sınırlandırılmıştır.
38. İtiraz konusu kural, alacaklıya ispat kolaylığı
sağlayarak borçlunun gerçekleştirilen tasarruf işleminde ivaz olarak pek aşağı
bir fiyat kabul edildiğinin alacaklı tarafından ortaya konulmasını tasarrufun
bağışlama sayılması bakımından yeterli görmüştür. Ancak bu durumun aksinin
iddia ve ispatı mümkün olup borçlu veya tasarruf işleminin tarafı olan üçüncü
kişinin tasarruf işleminin gerçek değere yakın veya gerçek değer üzerinden
yapıldığını ortaya koyması, bu yönde iddia ve savunmada bulunması, buna ilişkin
bilgi, belge ve delillerini sunmak suretiyle tasarrufun iptal edilmesini önlemesi
mümkündür. Bu bakımdan gerçek anlamda ivaz olarak pek aşağı bir fiyatın kabul
edildiği akitleri bağışlama gibi kabul eden, şeklen bağışlama gibi görünen
tasarruflar yönünden ise tasarrufun karşılıklı ve birbirine uygun edimlerle
gerçekleştirildiği yönünde iddia, savunma ve ispat olanakları sunan itiraz
konusu kuralın kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasındaki adil
dengeyi bozduğu ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu söylenemez.
39. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 35. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.
V. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
40. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural
tekrarlanarak Mahkemenin gerekli gördüğü
hâllerde, Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının
yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği
belirtilmektedir.
41. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun
18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114. maddesiyle değiştirilen 278. maddesinin
üçüncü fıkrasının, 9/11/1988 tarihli ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle
değiştirilen (1) numaralı bendinde yer alan “...neseben veya…” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte
görüldüğünden Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin
(3) numaralı fıkrası gereğince iptal
hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra
yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VI. HÜKÜM
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun,
18/2/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114. maddesiyle değiştirilen 278.
maddesinin üçüncü fıkrasının;
A. 9/11/1988 tarihli ve 3494 sayılı Kanun’un 53. maddesiyle
değiştirilen (1) numaralı bendinde yer alan “...neseben veya…” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın
153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK
DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
B. (2) numaralı bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE,
11/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|