Esas Sayısı : 2016/196
Karar Sayısı : 2018/34
“Davacı … vekili
AV. ….tarafından Ankara İli, Çankaya İlçesi, Karakusunlar Mahallesi, 27535 Ada,
1 Parselde bulunan taşınmazın imar planlarında ‘okul alanı’ olarak
belirlenmesi, uzun süre kamulaştırtmaması ve kamulaştırılması amacıyla yapılan
başvuruların reddi üzerine bahsi geçen taşınmazda bulunan hissesi karşılığında
10,000.00 TL’nin tarafına ödenmesi istemiyle MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI, ANKARA
VALİLİĞİ, ÇANKAYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI’na karşı açılan davada gereği düşünüldü.
Anayasanın “Anayasaya
aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi, başlıklı 152. maddesinin
birinci fıkrasında, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.” hükmü 03.04.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce
ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu
davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
a) İptali
istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan
gerekçeli başvuru kararının aslını,
b) Başvuru
kararma ilişkin tutanağın onaylı örneğini,
c) Dava
dilekçesi, iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın ilgili bölümlerinin
onaylı örneklerini, dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine gönderir.
Taraflarca ileri
sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu
konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas
hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir.
Anayasa
Mahkemesi, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay
içinde kararım verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme
davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin
kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak
zorundadır.” hükmüne yer verilmiştir.
Bir mahkemenin
Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve görevine
giren bir dava bulunması ve iptali istenen kuralın da o davada uygulanacak
olması gerektiği hususu, Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanmış yerleşik
kararlarında açıkça vurgulanmıştır.
I- BAKILAN
DAVADA UYGULANACAK KANUN KURALI
6745 sayılı
Kanun’un 34. maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici 11.
maddesinde “Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan
taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren başlar.
Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu
madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da
uygulanır.” hükmü bulunmaktadır.
II- ANAYASAL
DÜZENLEMELER
Anayasanın;
a-) “Cumhuriyetin
nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmüne;
b-)
“Yargı yetkisi” başlıklı 9. maddesinde; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır.” hükmüne;
c-)
Anayasanın 11. maddesine göre “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını,
idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk
kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
d-)
Anayasanın 36. maddesine göre “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
III- ANAYASAYA
AYKIRILIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ:
Anayasanın 2.
maddesi hukuk devleti ilkesini, 9. maddesi ise, yargı yetkisinin Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı düzenlemektedir.
Öte yandan,
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka
uygun ve insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimlerine açık olan devlet ifade eder.
Olayda
uygulanacak hüküm niteliğinde bulunan 6745 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle 2942
sayılı Kanun’a eklenen Geçici 11. maddesi ile kamulaştırılmaksızın hukuken el atmalar
hakkında aynı Kanun’un Ek 1. maddesinin 3. fıkrasına yapılan atıf ile görülen
davaların esası hakkında karar verilmesini engelleyici, Anayasa’nın 2. ve 36.
maddelerinde vurgulanan hukuk devleti ilkesi ile hak arama hürriyetine aykırı
düzenleme yapıldığı, görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesi’nin E. 2013/95
K. 2014/176 sayılı kararında da belirtildiği üzere malikin mülkiyet hakkından
kaynaklanan ve açılan davaların esası incelenmeksizin usulden reddedilmesinin
öngörülmesi nitelikte olduğu, bu sebeple yargı yetkisinin mahkemelerce
kullanılmasını düzenleyen Anayasanın 9. maddesine de aykırı olduğu kanaatine
varılmıştır.
IV- SONUÇ VE
İSTEM:
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, Anayasanın 152. maddesinin birinci fıkrası ile 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40.
Maddesi uyarınca, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir
kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse
veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varması durumunda tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve
kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan karan ile Anayasa Mahkemesine
başvurması öngörüldüğünden ve bakılan davada uygulanacak kuralın;
Anayasanın 2.,
9. ve 36. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından, anılan
düzenlemelerin iptali istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına, dava dosyasının onaylı bir örneği ile iş bu kararın aslının
Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği
karara kadar 5 ay süreyle davanın geri bırakılmasına, bu süre içerisinde
Anayasa Mahkemesince bir karar verilmemesi halinde, mevcut mevzuat hükümleri
ile dosyadaki bilgi ve belgelere göre davanın görülmesine, kararın bir
örneğinin taraflara tebliğine, 19/10/2016 tarihinde karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/41
Karar Sayısı : 2017/34
“Anayasanın 152/1.
maddesinde “Bir davaya bakmakta olan Mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun
hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa,
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır” hükmü
düzenlenmektedir.
Bakılan davada,
davacının Adana İli, Sarıçam İlçesi, Bayramhacılı Mahallesi 340 parsel numaralı
taşınmazına davalı idare tarafından kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydı ile 1.000 TL kamulaştırmasız el atma
bedelinin ödenmesi ile ilgili dava konusu uyuşmazlığa 2942 sayılı Kamulaştırma
Yasasına eklenen geçici 11. maddesinde belirtilen cümlesi uygulanacak yasal
hüküm durumunda bulunmaktadır.
Anayasa’nın 2.
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.
Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı,
bu hak ve Özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine
açık olan devlettir.
Hukuk devletinde
kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin sağlanması ve korunması esas olduğundan,
kişilere etkili hak arama olanağı sağlayan güvencelerin de tanınması
gerekmektedir. Bu çerçevede Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.
maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, herkese, adaleti bulma, hakkı
olanı elde etme ve haksızlığı giderme olanağı sağlanmıştır. Böylece kişilerin
hukuki güvenlikleri etkin bir koruma mekanizmasına kavuşturulmuştur.
Bir uyuşmazlığı
Mahkeme önüne götürme Mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme,
yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz
koşuludur. Hak arama özgürlüğünün bir gereği olan Mahkemeye erişim hakkı,
yargılama sonunda verilen kararın etkili bir şekilde aynen ve gecikmeksizin
uygulanmasını da gerektirmektedir.
Kişilerin, Devlete
güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmeleri, temel hak ve
özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün
sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliğinin ve hukukun
üstünlüğünün sağlanması için Devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun
açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların
gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve
gecikmeksizin uygulanmasını sağlayacak etkili tedbirlerin alınması hukuk
devletinin asgari gereklerindendir.
Bu nedenle, davaya
taraf olan kişinin Anayasal güvencelerinin etkin olarak korunması ve hukuka
uygunluğunun sağlanması için, idarenin kendisi hakkında karar verebileceği
konuyu yargı mercileri önüne uyuşmazlık şeklinde getirebilmesiyle olanaklıdır.
İLGİLİ ANAYASA
MADDELERİ
1- CUMHURİYETİN
TEMEL NİTELİKLERİ Başlıklı
ANAYASANIN 2.
MADDESİ; Anayasanın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti” toplumun huzuru Milli
Dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde
tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri
arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı
kamu yaran düşüncesi olmaksızın başka bir deyimle yalnızca özel çıkar veya
yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının
konulamıyacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa
kuralı Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olur ve dava açıldığında iptali gerekir.
(Any.Mah. 22.6.1972, Es. 1972/14, K. 1972/34; R.G.ll.1.1973).
Hukuk devletinin
temel unsuru bütün Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır.
Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu haklan koruyucu, adil bir
hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün
faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk
devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde
hukukun mutlak bir hakimiyeti olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde
kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması
lazımdır. Zira kanunun da üstünde Kanun Koyucunun bozamıyacağı temel hukuk
prensipleri ve Anayasa vardır. (Any.Mah. 11.10.1963, Es.1963/124, Ka.1963/243,
AMKD.sy.l,sh.429; aynı yönde: Any.Mah.3.7.1986, Es.1963/3, Ka. 1986/15,
R.G.10.12.1986 - Sayı:19307).
Hukuk devleti,
kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp bunlara saygı gösteren ve bu hakları
koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran, bunları devam ettirmeye kendini zorunlu
sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, başka bir deyimle
devlet organlarının tüm işlemlerinin bağımsız yargı denetiminden geçirilmesini
ve böylece hukuka ve Anayasa’ya uygun olmalarını sağlayan devlet demektir.
(Any.Mah. 13.1.1977, Es. 1976/45. Ka. 1977/1; AMKD.sy.15.sy.44; R.G.28.3.1978 Sayı:16242)
Anayasa
Mahkemesinin kimi kararlarında da açıklandığı üzere, hukuk devleti demek, insan
haklarına saygılı ve bu hakları koruyan toplum yaşamında adalete ve eşitliğe
uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan işlem ve eylemleri
yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Aslında yargı denetimi, hukuk
devleti ilkesinin öteki öğelerinin de güvencesini oluşturan temel öğedir. Çünkü
insan haklarına saygılı olmayan ve davranışlarında hukuka ve Anayasa’ya uymayan
bir yönetimi, bu tutumundan caydıran ve onu meşruluk ve hukukilik sının içinde
kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir, (Any. Mah.
27.1.1977, Es. 1976/43, Ka. 1977/14, AMKD.sy.l5,sh.l 17;
R.G.21.4.1977-Sayı:15916).
Yasaların üstünde
yasa koyucunun uymak zorunda bulunduğu Anayasa ve temel hukuk ilkeleri vardır.
Anayasa’da öngörülen devletin amacı ve varlığıyla bağdaşmayan, hukukun ana
ilkelerine dayanmayan yasalar kamu vicdanında olumsuz tepkiler yaratır...
Hukuk devletinin
amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin
sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. (Any. Mah. 20.10.1988, Es. 1988/19,
Ka.1988/33; R.G. 11.12.1988, Sayı-20016) tespit ve yorumlan bulunmaktadır.
Anayasa 2. madde
içeriğindeki Hukuk Devlet kavramı açısından bilimsel görüş;
Yürütme
işlemlerinin yargısal denetimi, hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
olmakla birlikte, tek başına hukukun üstünlüğünü ve vatandaşların hukuki
güvenliğini sağlamaya yeterli değildir. Çünkü bu denetim, nihayet yürütme
işlemlerinin “kanunlara” uygunluğunu sağlayabilecektir. Oysa kanunların kendisi
Anayasaya aykırı olduğu takdirde, vatandaşların Anayasal haklarının çiğnenmesi
yine önlenemeyecektir. Şu halde hukuk devletinin tam anlamıyla gerçekleşebilmiş
sayılabilmesi için, sadece yürütme organının işlemlerinin kanunlara
uygunluğunun değil, yasama işlemlerinin de Anayasa uygunluğunun yargı
organlarınca denetlenebilmesi gerekir...
Hukuk
devleti denilince, ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme
işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir. Hukuk devleti
bakımından önemli olan nokta, yürütmenin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı
organlarınca denetlenip denetlenememesidir. Bu denetim sağlandıktan sonra,
denetimi yapan Mahkemenin genel Mahkeme veya İdare Mahkemesi oluşu, hukuk
devleti açısından önem taşımaz. Nitekim hukuk devleti, adli idareyi benimseyen
Anglo-Sakson ülkelerinde olduğu kadar, idari yargıyı benimseyen Kara Avrupası
ülkelerinde de mevcuttur, (özbudun, sh.96 ve) şeklindedir.
2- DEVLETİN TEMEL
AMAÇ VE GÖREVLERİ Başlıklı
5. MADDESİ;
Anayasanın 5. maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartlan hazırlamaya çalışmaktır.” hükmünü içermektedir.
Anayasanın 5.
maddesinin gerekçesinde; ...Devletin... milletin huzurunu sağlamak ve
fertlerini mutlu kılmak görevi ile de yükümlüdür. Devlet, ferdin hayat
mücadelesini kolaylaştıracaktır. Ferdin insan haysiyetine uygun bir ortam
içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Bu sosyal devletin görevidir... olarak
belirtilmektedir.
Anayasa 5. madde
içeriğindeki kavramlar açısından bilimsel görüş; 1982 Anayasa’sı, 5. madde ile,
devletin amaç ve görevlerini açık ve anlaşılabilir bir şekilde ortaya
koymuştur. Bu maddede devletin görevleri üç grupta toplanmıştır.
1- Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak,
2- Kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak,
3- Kişi hak ve
hürriyetleri için sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasi, sosyal ve ekonomik engelleri kaldırmak, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartlan hazırlamaya çalışmak.
(Dal,sh. 141) şeklindedir.
3- YARGI YETKİSİ
Başlıklı
9. MADDESİ; Yargı
yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız Mahkemelerce kullanılır.
Gerekçe: Yargı
yetkisi, fert, hak ve hürriyetleri sorununun ortaya çıktığı günden beri kabul
edildiği üzere bağımsız organlar tarafından bağımsız Mahkemelerce yerine
getirilecektir.
Anayasa’nın 2. maddesinde
yer alan hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu haklan koruyucu
adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun işlem ve eylemleri
yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Aslında yargı denetimi unsuru,
hukuk devleti ilkesinin diğer öğelerinin güvencesini oluşturan temel öğedir.
Çünkü, insan haklarına saygılı olmayan ve davranışlarında hukuka ve Anayasa’ya
uymayan bir yönetimi bu tutumundan caydıran ve onu meşruluk ve hukukilik sının
içinde kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir. (Any. Mah
2.5.1976, Es. 1976/1, Ka.1976/8; E.G.16.8.1976)
4- MÜLKİYET HAKKI
Başlıklı
35. MADDESİNDE;
Herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yaran
amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.
Gerekçe: Madde,
birbirine yakın ve birbiriyle ilgili iki temel hakkı, mülkiyet ve miras
haklarını birlikte düzenlemiştir. Bu birlikte düzenleme 18 inci yüzyıldan beri
geleneğin sonucudur.
Anayasa hem
mülkiyet hakkını hem miras hakkını Anayasal bir müessese olarak teminat altına
almaktadır.
Maddede mülkiyet ve
miras haklarının, diğer temel hakları gibi ve onlar derecesinde düzenlenmiş ve
Anayasa güvencesine bağlamıştır.
Madde bundan sonra
mülkiyet ve miras haklarının kamu yararı amacı ile sınırlandırabileceğine
işaret etmiş; daha sonra mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı
olamayacağını hükme bağlamıştır.
Mülkiyet hakkı
Devletten önce de var olan bir gerçek olması itibariyle
(Maunz-Durig-Herzog-Scholz, Gmudgesetz, Kommentar, Art. 14, N.5) ekonomik ve
sosyal haklar arasında değil de, kişinin temel hakları arasında düzenlenmesi
düşünebilirse de, Komisyon şimdiki düzenlemenin yerinde olduğu sonucuna
varmıştır.
Mülkiyetin Anayasa
güvencesi altına alınması, yine Anayasanın komünizmi, faşizmi ve din temeline
dayanan Devlet kurmayı yasaklayan hükümleriyle birlikte karşılaştırılınca,
mülkiyetin bu şekilde himayesinin bir ölçüde ekonomik sistem tercihi bakımından
da bir gösterge teşkil etmektedir. Kısaca, özel mülkiyetin özellikle üretim
araçları üzerindeki özel mülkiyetin yok edilmesi, inkar edilmesi de
önlenmiştir. Kamu yararına bulunduğu hallerde rayiç bedel ödenmek suretiyle
kamulaştırma ve devletleştirme mümkündür ve Anayasa 47 ve 48 inci maddelerde
düzenlenmiştir.
Mülkiyeti Anayasa
teminatı altında bulundurmanın ülke ekonomisinin ihtiyacı olan uluslararası
ilişkileri geliştireceği, yabancı sermayenin ülkemizde yatırım yapmasını
mümkün kılacağı, bu ilişkilerde ülke menfaatlerine öncelik tanınması durumunda
ise ekonomik büyümenin gerçekleşmesi suretiyle toplumunun refahını arttıracağı
genellikle kabul edilmektedir. (Maunz-Durig-Herzog-Scholz,. Art. 14. No.7)
Mülkiyeti Anayasa
teminatı altına alan bu madde doğrudan devlete hitabetmektedir. Mülkiyetin
şahıslara karşı korunması Medeni Kanun ve 5917 sayılı Gayri Menkule Tecavüzün
Meni Hakkinda Kanun gibi mevzuatla sağlanmaktadır. Mülkiyetin münferit
himayesini fert Mahkemelerden ve idareden talep etmektedir. Mülkiyetin müessese
olarak güvence altına alınması ise kanun koyucu, başka açıdan Devlet, Anayasaya
uygunluk denetimini yapacak olan Anayasa yargısı, tarafından sağlanacaktır.
(Mangoîdt-Klein I, S. 422)
Mülkiyetin Anayasa
teminatı altına alınması kimlerin yararlanacağı ise bir problem doğurmaz. Malik
sıfatını taşıyan gerçek ve tüzelkişiler, bu Anayasal güvenceden yararlanırlar
ve onu dermeyan edebilirler.
Gerçek kişilerin
fiil ehliyetlerinin farklı olması sebebiyle bu temel hakkın sahipliği
bakımından bir ayırım yapılamaz. Başka deyişle mülkiyete sahip olmak bakımından
hiçbir ehliyet ayrımı gözetilemez.
Kişinin,
şahsiyetini geliştirebilmesinde mülkiyetin, Anayasaca güvence altına
alınmasının azımsanmayacak rolü vardır. Çünkü klasikleşmiş bir kabule göre,
insan şahsiyetinin bir parçası “ekonomik şahsiyet” olarak adlandırılmaktadır.
Anayasanın “ Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığım koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir” diyen 16 ncı maddesinin 1 inci fıkrası ile mülkiyet güvencesi
getiren 43 üncü madde arasında bu açıdan irtibat vardır. Başka deyişle,
mülkiyet hakkını Anayasa teminatı altında tutan 43 üncü madde, 16 ncı maddenin
1 inci fıkrasına nazaran özel hüküm niteliğindedir.
Mülkiyetin
korunması, hürriyeti de güvence altına alır. (Maunz-Durig-Herzog- Scholz,. Art.
14. No. 15/16)
Mülkiyetin,
güvencesi ile ilgili 43 üncü madde, konut dokunulmazlığını güvence altına alan
21 inci madde birlikte uygulanır.
48 inci maddede
düzenlenen devletleştirmenin mülkiyetin Anayasa güvencesi altına alınması ile
çelişir bir yanı yoktur. Bu noktaya yukarıda temas edilmemiştir.
Mülkiyetin anayasal
güvencesi ile 13 üncü maddedeki temel haklan kötüye kullananların o haklan
kaybedecekleri hükmü arasında bir uyumsuzluk bulunmamaktadır. Türk Ceza
Kanunundaki müsadere hükümleri ile Anayasanın 30 uncu maddesindeki müsadere
hükümleri 13 üncü madde anlamında “o hakkın kaybedilmesi” değildir. Kanun
koyucu 13 üncü maddedeki şartlarda mülkiyet hakkının kaybedilmesinin şartları ve
karar verecek mercileri özel bir kanunla düzenleyebilir.
Mülkiyet Anayasal
güvence altına alınması tek tek menkul ve taşınmaz mallan, para ile
değerlendirebilen haklan ve mal varlığını toplu olarak ve tabii olarak üretim
araçlarını içeren bir teminattır.
Bu teminat, hukuk
devletinin gereğidir.
Bu teminat,
mülkiyetin kamu yaran amacıyla sınırlanmasına engel değildir. Ağır
vergilendirme, peşin olmayan ödemelerle kamulaştırma ve devletleştirmelerin,
mülkiyet güvencesine aykırı düşer.
Miras hakkı, mülkiyet
hakkının bir devamıdır, özel bir şekildir. Bu nedenle mülkiyet ve miras aynı
maddede ardarda düzenlenerek Anayasal güvence altına alınmıştır.
Miras hakkının ağır
vergilendirme yolu ile muhtevasız hale getirilmesi, miras hakkının ortadan
kaldırılması önlenmek istenmiştir.
M.G.K. ANY. KOM.
DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ: Danışma Meclisince kabul edilen 43 üncü maddenin birinci
fıkrasında yer alan “Bu haklar, diğer temel haklar gibi Anayasanın güvencesi
altındadır.” cümlesi maddeden çıkarılmış ve madde redaksiyona tabi tutulmuştur.
Anılan hükmün maddeden çıkarılmasının nedeni, Anayasada sayılan tüm temel hak
ve hürriyetler gibi mülkiyet ve miras hakkının da herhangi bir açıklamaya gerek
olmaksızın Anayasanın güvencesi altında olmasıdır. Kaldı ki, diğer temel hak ve
hürriyetler için ilgili maddelerinde bu kurala yer verilmemiştir.
Mülkiyet ve miras
haklarının önemi ve Türk toplumunun köklü gelenekleri göz önünde tutularak “bu
haklar ancak kamu yaran amacıyla, kanunla sınırlanabilir’’ hükmü aynen
korunmuştur. Metindeki bu “ancak” ibaresi sınırlayıcı nitelikte görülmemiş,
temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin 13 üncü maddede belirtilen
genel sınırlama sebeplerinin tümü anılan 13üncü maddenin son fıkrasında yer
alan açık hükümlere göre, bu haklar bakımından da geçerli olduğundan, maddede
yer alan bu hüküm, sınırlama sebepleri arasında öncelikle uygulanabilecek bir
sebebi belirtir nitelikte kabul edilmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin değişik kararlarında çağımızda mülkiyet hakkı temel bir hak
olmakla birlikte kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı
belirtilmiştir. Toplum yaran ise, yerine göre mülkiyet hakkının tümüyle kişinin
elinden alınmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, Anayasa’da kamulaştırma ve
devletleştirme kurumlan düzenlenmiştir. (Any.Mah. 19.2.1985, Es.1984/15,
Ka.1985/5; R.G. 11.6.1985-Sayı: 18781)
Anayasa, 1961
Anayasasından farklı olarak, mülkiyet hakkına, ekonomik haklar arasında değil,
kişi haklan arasında yer vermiştir. Bu değişiklik, Anayasanın Milli Güvenlik
Konseyinde yapılan görüşmesi sırasında oluşmuştur. Mülkiyet hakkı, devletten
önce var olan, devlete karşı da korunması gereken, kişi hakları ağır basan
haklardan sayılmıştır. (Gözübüyük, sy.156)
1961 Anayasası
mülkiyet hakkını sosyal ve ekonomik haklar arasında düzenlemişti. Bu bir yerde
mülkiyete değişik yorumlarla, mahiyetinden değişik yaklaşmalara neden
olabiliyordu. 1982 Anayasası mülkiyet hakkını kişinin haklan bakımından değeri
olan bir hak değil, ferdi niteliği ve tabii haklar arasında oluşu yeniden vurgulanmıştır...
Anayasa mülkiyet hakkını özel mülkiyet olarak düşünmüştür. Bu mülkiyet
anlayışı, teşebbüs serbesti sini üretim vasıtaları üzerindeki özel mülkiyeti de
ihtiva etmektedir. Bu nedenle faşist, komünist veya dini esaslara dayanan bir
sistem tercihi Anayasa’nın diğer hükümleri ile olduğu kadar mülkiyet hakkındaki
hükümleri ile de mümkün değildir.
5- HAK ARAMA
HÜRRİYETİ Başlıklı
36. MADDESİNDE; “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.’...’
ANAYASA MADDELERİ
ÇERÇEVESİNDE DAVA
KONUSUNUN VE
UYGULAMASI BULUNAN YASA
MADDESİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ Anayasanın 2. maddesi yönünden; Yasanın uygulanması açısından
2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 6745 sayılı Yasanın 34. maddesiyle
20/08/2016 günü kabul edilen’ geçici madde 11 “Bu kanunun ek 1 inci maddesinin
birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı ‘fıkrada belirtilen
süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar. Bu süre
içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri
tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194
sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra
taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava
açılabilir.” yasal hükmünün bu kısmının süre belirtmek gerekirse uyuşmaz
lığımızı da etkileyecek şekilde 2021 yılma kadar dava açılmasının önlenmesine
yol açtığı, bu nedenle dava konusuna uygulanacak Yasanın değerlendirilmesi
devletin yükümlülükleriyle bağdaşmamaktadır.
Anayasa 5. madde
yönünden; yasal düzenlemelerin hukuk devletinde adaletli ve adaletin yerine
getirilmesi açısından başvuru yollarını sınırlayıcı düzenlemelerde Yasa koyucu
tarafından kaçınılması gerekliliğini öngörmektedir.
Anayasa 9. madde
yönünden; yargı yetkisinin kullanılamaması genel hukuk ilkelerine göre uygun
olmayan sınırlamalar dışındaki bir uygulamanın kabul edilmediği sonucu
bulunmaktadır.
Anayasa 35. madde
yönünden; Açık bir biçimde mülkiyet hakkının özüne dokunulması ve bu hususta
denge gözetilmeden kişi haklarına aykırılığın oluşturulmaması gerektiği
vurgulanmaktadır.
Anayasa 36. maddesi
yönünden; idari itiraz veya dava yolu tanımadan önlenmesine yol açıcı yasal
düzenleme getirilmesi nedeniyle Anayasa’nın bu hükmüne aykırılık mevcuttur.
Anayasa’nın 90.
maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu Ek Protokolünün “Mülkiyetin korunması”
başlıklı 1. maddesinde, “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
düzenlemesi yer almıştır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM), mülkiyet hakkı ihlali iddialarıyla açılmış olan,
Hakan Arı-Türkiye, Hüseyin Kaplan-Türkiye davalarında Mahkeme, imar planında
kamusal kullanıma ayrılan ve kullanımı kısıtlanan taşınmazların yukarıda sözü
edilen hukuki düzenlemeler sonucunda, kamu yararının gerekleri ile temel
haklarının korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengenin gözetilip
gözetilmediğini irdelemiştir. Kararlarda, ilgililerin imara açık
taşınmazlarında inşaat ruhsatı elde etme haklarının meşru haklan olduğu, oysa
bu nitelikteki taşınmazların imar yasağına tabi tutulması sonucunda mülkiyet
hakkının akıbeti konusunda bir belirsizliğe itildiği ve mülkiyet hakkından
yararlanmanın engellendiği sonucuna ulaşmıştır.
ADANA3. İDARE
MAHKEMESİ ESAS NO: 2015/919
SONUÇ : Dava konusu
kamulaştırmama nedeniyle tazminat isteminin; uzun yıllar sonuç alamamasına
neden olan yasal düzenlemeyle mülkiyet hakkının kullanımının kısıtlanmasıyla
beraber tamamiyle kurumların insiyatifine bağlı olarak bir gelişme gösterdiği
Anayasa’ya aykırılık yönündeki itiraz konusu kısımla beraber 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’nda 20/08/2016 gün 6745 sayılı Yasayla satınalma usulü
başlıklı 8. maddesi ek madde 1 (... yapılacak ödemelerin toplam tutarının idari
olarak ayrılan ödeneğinin toplamını aşması halinde, ödemeler, en fazla 10 yıl
da ve geçici 6. maddenin 8. fıkrasına göre yapılır, kamulaştırılmaksızın kamu
hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti başlıklı geçici 6. maddesindeki
hükümler özellikle son fıkra “Bu madde, uyarınca ödenecek bedelin tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez” beraber değerlendirildiğinde
taşınmazın kısıtlılığı hatta kullanılamaz hale getirdiği açıktır.
Kamu hizmetinin
yürütülmesi (toplum yaran) ile kişilerin maddi ve manevi menfaatleri arasındaki
dengenin gözetilmesinde kamu hizmetinin verimliliğinin ön planda tutulması
mutlak olmakla beraber bu dengenin tamamiyle bir taraf yönünde gözetilmemesi
sonucunu doğurmaması gerekliliği kamu vicdanı ve adalet açısından
zorunluluktur. Bu bağlamda kurumların kamu hizmeti nedeniyle imar planlarında
bir kısım taşınmazları kısıtlaması gerekliliği kişilerin toplum yararına bu
menfaatlerinden vazgeçmesinde toplum düzeninin oluşmasındaki mülkiyet hakkının
kullanılmasının engellenmesinin mülkiyet sahipleri açısından da en azından
tazmini gerekeceği tabi olmakla bu dengeyi gözeten ve hak arama özgürlüğünü
yıllara yayılı olarak ortadan kaldırmayan mevzuat hükümleri getirilmesi kurumların
sonuç itibariyle de taşınmazın mülkiyetini uhdelerine de aldığı düşünüldüğünde
Anayasaya aykırılık teşkil ettiği görüşüyle Anayasa Mahkemesine başvuruda
bulunulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
HÜKÜM : Açıklanan
nedenlerle, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasanın geçici madde 11’in “Bu Kanunun Ek
1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı
fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
başlar. Bu Kanunun Ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında
kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır.” ibaresinin
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 2-5-9-35 ve 36. maddelerine aykırı olduğu
düşüncesi ile iptali istemi ilgili Anayasa Mahkemesine gidilmesine, dava
dosyasının tüm belgeleri ile onaylı suretlerinin dosya oluşturularak karar aslı
ile birlikte, Anayasa Mahkemesine sunulmasına bu karar ile dosya suretinin
Yüksek Mahkemeye ulaşmasından itibaren 5 ay süre ile karar verilinceye kadar
davanın bekletilmesine karardan bir suretinin taraflara tebliğine 25/11/2016
günü karar verildi.”