ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2017/180
Karar Sayısı : 2018/109
Karar Tarihi : 6/12/2018
R.G. Tarih – Sayı : 23/1/2019
– 30664
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 125
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 19/10/2017 tarihli ve
7039 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun’un;
A. 6. maddesiyle 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus
Hizmetleri Kanunu’nun 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasına “…dış
temsilciliklere…” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…il ve ilçe
müftülüklerine…” ibaresinin,
B. 11. maddesiyle değiştirilen 5490 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…kimlik verilerini…”
ibaresinin,
Anayasa’nın 2., 10., 13., 20., 24., 90. ve 136. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. 7039 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle eklenen ibarenin de
bulunduğu 5490 sayılı Kanun’un 22. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Evlendirme yetkisi
MADDE 22- …
(2) Evlendirme memuru; belediye bulunan yerlerde belediye başkanı
veya bu işle görevlendireceği memur, köylerde muhtardır. Bakanlık, il nüfus ve
vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış temsilciliklere, il
ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi
verebilir. Eşlerden birinin yabancı olması halinde evlendirmeye, (...) belediye
evlendirme memurlukları ile nüfus müdürleri yetkilidir.”
B. 7039 sayılı Kanun’un 11. maddesiyle değiştirilen 5490
sayılı Kanun’un 45. maddesi şöyledir:
“Kimlik Paylaşımı Sisteminin kullanılması
MADDE 45-
(1) Bakanlık, merkezî veri tabanında tutulan verileri bu Kanunda
belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde kurumlarla; kimlik verilerini, kamu
hizmeti sunan tüzel kişilikler, 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık
Kanunu çerçevesinde faaliyette bulunan sigorta ve emeklilik şirketleri,
19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu çerçevesinde faaliyette
bulunan bankalar, Risk Merkezi ve 5411 sayılı Kanunun 73 üncü maddesinin son
fıkrası uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş şirketler, 21/11/2012
tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri
Kanunu kapsamındaki finansal kiralama şirketleri ile finansman şirketleri;
yerleşim yeri ve diğer adres bilgilerini ise Bakanlıkça belirlenen adrese
dayalı kamu hizmeti sunan kuruluşlar, 5684 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyette
bulunan sigorta ve emeklilik şirketleri, 5411 sayılı Kanun çerçevesinde
faaliyette bulunan bankalar, Risk Merkezi ve 5411 sayılı Kanunun 73 üncü
maddesinin son fıkrası uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş şirketler,
6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu
kapsamındaki finansal kiralama şirketleri ve finansman şirketleri ile
paylaşabilir.
(2) Veri paylaşımından yararlanacakları belirlemeye, paylaşımın
kapsamına ve hangi yöntemle yapılacağına karar vermek üzere Genel Müdürlük
bünyesinde Veri Paylaşımı Kurulu oluşturulur. Veri Paylaşımı Kurulunun çalışma
usul ve esasları Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.
(3) Birinci fıkrada belirtilenler kendi iş ve işlemlerine esas
olmak üzere sadece ilgili kişilerin bilgilerini alabilirler ve aldıkları
bilgileri tanımlanmış hizmetlerin yerine getirilmesi dışında başka hiçbir
amaçla kullanamaz; ilgilisi veya 44 üncü maddede belirtilenler dışında kimseye
veremez. Sistemin bütün aşamalarında görev yapan yetkililer de bu kurallara
uymakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, kamu görevlilerinin görevlerinden
ayrılmalarından sonra da devam eder. Bu fıkra hükümlerine aykırı davrananlar
hakkında 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu
hükümlerine göre işlem yapılır.
(4) Birinci fıkrada belirtilenler Kimlik Paylaşımı Sisteminden
alabilecekleri verileri çevrimdışı olarak talep edemezler. Ancak kamusal
hizmetin planlanması ve yürütülmesinde zorunlu bir ihtiyaç olduğunun tespit
edilmesi, kullanım amacı ve yasal dayanağının belirtilmesi hâlinde ihtiyaç ile
orantılı olarak veri talepleri asgari düzeyde çevrimdışı karşılanabilir.
(5) Genel Müdürlük, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak
işlenmesini, erişilmesini önlemek ve muhafazasını sağlamak amacıyla uygun
güvenlik tedbirlerini alır ve veri talebinde bulunan kurum ve kamu hizmeti
sunan tüzel kişilerin de bu tedbirleri almasını takip eder.
(6) Genel Müdürlükten alınan bilgilerin iş ve işlemlerde
kullanılmasının hukukî sonuçları bilgiyi alan kurum ve tüzel kişiliğin sorumluluğundadır.
(7) Kimlik Paylaşımı Sistemi üzerinden nüfus kayıt örneği,
yerleşim yeri belgesi ve kimlik kartı örneğine erişebilen kurum ve tüzel
kişiler bu belgeleri ilgilisinden ve nüfus müdürlüğünden talep etmeksizin
Kimlik Paylaşımı Sisteminden temin ederler.
(8) Bu Kanun ile kurulan veri tabanlarının istatistik amaçlı
kullanımında 10/11/2005 tarihli ve 5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanunu
hükümleri uygulanır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer
TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 4/1/2018 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine; yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Fatih ŞAHİN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Kanun hükümleri,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 6. Maddesiyle 5490 Sayılı Kanun’un 22. Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasına “…dış temsilciliklere…” İbaresinden
Sonra Gelmek Üzere Eklenen “…il ve ilçe müftülüklerine…”
İbaresininİncelenmesi
1. Kuralın Anlam ve Kapsamı
3. 5490 sayılı Kanun’un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
İçişleri Bakanlığının evlendirme işlemlerinin nüfus ve vatandaşlık
hizmetlerinin bütünlüğü içinde yürütülmesi için gereken her türlü tedbiri alıp
uygulayacağı belirtilmiştir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında; evlendirme
memurunun belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle
görevlendireceği memur, köylerde ise muhtar olduğu ifade edildikten sonra
Bakanlığın il nüfus ve vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış
temsilciliklere, il ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi ve
görevi verebileceği hükmüne yer verilmiştir. Aynı fıkrada eşlerden birinin
yabancı olması hâlinde evlendirmeye belediye evlendirme memurlukları ile nüfus
müdürlerinin yetkili olduğu da hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural,
anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…il ve ilçe
müftülüklerine…” ibaresidir.
4. Evlilik hukuku 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî
Kanunu’nda düzenlenmiştir. Kanun’un 124. ve 125. maddelerinde evlenme
ehliyetine ilişkin koşullar, 129 ila 133. maddelerinde de evlenmeye engel
durumlar düzenlenmiştir. Diğer taraftan evlilik, şekle tabi bir hukuki işlem
olduğu için Kanun’da evlenme ehliyeti ve engellerinin yanı sıra evlenme
başvurusu ve törenine ilişkin olarak da ayrıntılı düzenlemelere yer
verilmiştir.
5. Anılan Kanun’un 134. maddesinde, evlenecek erkek ve kadının,
içlerinden birinin oturduğu yer evlendirme memurluğuna birlikte başvurması
öngörülmüş; 135. maddesinde, başvurunun yazılı veya sözlü olarak yapılabileceği
belirtilmiş; 136. maddesinde de erkek ve kadından her birinin nüfus cüzdanı ve
nüfus kayıt örneğini, önceki evliliği sona ermiş ise buna ilişkin belgeyi,
küçük veya kısıtlı ise ayrıca yasal temsilcisinin imzası onaylanmış yazılı izin
belgesini ve evlenmeye engel hastalığının bulunmadığını gösteren sağlık
raporunu evlendirme memurluğuna vermek zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır.
6. Kanun’un 137. ve 139. maddelerinde; evlilik başvurusunun usulüne
uygun olarak yapılıp yapılmadığını veya evleneceklerden her birinin evliliğin
maddi şartlarına sahip olup olmadığını incelemek suretiyle taraflara evlenme
izni verme yetki ve görevi evlendirme memuruna verilmiştir. Kanun’un 141.
maddesinde, evlendirme töreninin evlendirme dairesinde veya tarafların istemi
üzerine evlendirme memurunun uygun bulacağı diğer bir yerde evlendirme
memurunun ve ayırt etme gücüne sahip ergin iki tanığın önünde açık olarak
yapılacağı belirtilmiştir. Kanun’un 142. maddesinde de evleneceklerden her
birine evlendirme memurunca sorulan birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerine
dair soruya taraflarca olumlu sözlü cevap verilmesiyle evlenmenin gerçekleşeceği
hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 143. maddesinin ikinci fıkrasında ise aile
cüzdanı gösterilmeden evlenmenin dinî töreninin yapılamayacağı ifade
edilmiştir.
7. 4721 sayılı Kanun’da evlendirme işlemleri sıkı şekil şartlarına
tabi tutulmuş, bu şekil şartlarının denetiminde ve evlenme töreninin
gerçekleştirilmesinde evlendirme memuru yetkili ve görevli kılınmıştır.
Evlendirme memurluğu görevini ifa edecek görevliler ise 4721 sayılı Kanun ile
5490 sayılı Kanun’da belirlenmiştir.
8. 4721 sayılı Kanun’un 134. ve 5490 sayılı Kanun’un 22. maddelerine
göre evlendirme memuru kural olarak belediye başkanı veya görevlendireceği
memur ile muhtarlardır. Ancak İçişleri Bakanlığı dava konusu kural uyarınca il
ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi
verebilecektir.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
9. Dava dilekçesinde özetle; tamamen İslam dinine ait dinî hizmetleri
yürütmekle görevli olan müftülüklere evlendirme memurluğu yetkisi verilmesinin
evlenme törenine dinî bir nitelik kazandırdığı, sadece bir inanç grubu için
evlenme törenine dinî nitelik tanınmasının bireylerin inanç özgürlüğünü güvence
altına alan ve devletin tüm inanç grupları karşısında tarafsız olmasını
gerektiren laiklik ilkesine aykırı olduğu, toplumdaki
diğer inanç gruplarına böyle bir imkân tanınmamasının din ve vicdan özgürlüğü
bakımından ayrımcılık oluşturduğu, Lozan
Anlaşması’nın 43. maddesinde Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk
vatandaşlarının inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu herhangi bir
işlem yapmaya zorlanamayacakları güvence altına alınmasına rağmen müftülüklerde
nikâh kıydırmak istemeyenler yönünden yeterli güvenceler getirilmeyerek
bireylerin din ve vicdan özgürlüklerine ölçüsüz şekilde müdahale edildiği,
yapılan düzenlemenin bireylerin toplum ya da aile baskısı dolayısıyla
nikâhlarını müftülüklerde kıydırmak gibi bir zorunluluk hissetmelerine
sebebiyet verdiği, nikâhını müftüye kıydıranlar ve belediye memuruna
kıydıranlar şeklinde toplumun yeni bir ayrışma noktasıyla karşı karşıya
bırakıldığı, müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesinin Anayasa’nın 174.
maddesinde Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemeyecek inkılap kanunları arasında
sayılan evlenme töreninin evlendirme memuru önünde yapılacağı hükmüyle
bağdaşmadığı, Anayasa’nın 136. maddesinde genel idare içinde yer alan Diyanet
İşleri Başkanlığının özel kanununda gösterilen görevleri yerine getireceği
öngörülmesine karşın dava konusu kuralla müftülüklere özel kanununda
gösterilmeyen bir görev verildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10.,
24., 90. ve 136. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
10. Anayasa’nın 24. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında
“Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir./14 üncü madde
hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir./Kimse,
ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve
suçlanamaz.” denilmek suretiyle din ve vicdan özgürlüğü güvence altına
alınmıştır.
11. Anılan maddenin son fıkrasında ise “Kimse, Devletin sosyal,
ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına
dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne
suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan
şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Böylece Anayasa koyucu din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almakla
birlikte dinin veya din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin siyasi
çıkar ya da nüfuz sağlamak amacıyla kullanılmasını men etmiştir.
12. Din ve vicdan özgürlüğü; herkesin din veya inancını açığa
vurmasını, bunları değiştirmesini, kişilerin diledikleri inanç ve kanıya sahip
olmalarını veya olmamalarını güvenceye almaktadır. Bu bağlamda Anayasa’nın 24.
maddesiyle; kişinin herhangi bir inanca sahip olması veya olmaması, inancını
serbestçe değiştirebilmesi, inancını açıklamaya zorlanamaması, bunlardan dolayı
kınanamaması ve baskı altına alınamaması güvence altına alınarak din
özgürlüğünün içsel alanı; aynı şekilde öğretim, uygulama, tek başına veya
topluca ibadet ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açığa vurma hakkı
ile de din özgürlüğünün dışsal alanı tanınıp koruma altına alınmıştır.
13. Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 13., 14., 68., 81., 103., 136.
ve 174. maddelerinde yer alan laiklik ilkesi ise devletin dinî inançlar
karşısındaki konumunu belirleyen siyasal bir ilke olarak düzenlenmiştir.
Laiklik, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte; onu bireysel ve
kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne
imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal sistemde, dinî konulardaki bireysel
tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzları devletin müdahalesi
dışında ancak koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi, din ve vicdan
özgürlüğünün güvencesidir. Öte yandan devlet, bireylerin din ve vicdan
özgürlüklerini diğer bireylerin müdahalelerine karşı da korumak zorundadır.
Demokratik ve laik devletin temel amaçlarından biri, toplumsal çeşitliliği
koruyarak bireylerin ve toplulukların sahip oldukları inançlarıyla barış içinde
bir arada yaşayabilecekleri bir hukuksal ve siyasal düzeni tesis etmektir.
14. Farklı dinî inançlara sahip olanlar ile herhangi bir dinî inanca
sahip olmayanlar laik devletin koruması altındadır. Nitekim Anayasa’nın 2.
maddesinin gerekçesinde yapılan tanıma göre “Hiçbir zaman
dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe
sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer
vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir.” Devlet,
din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşebileceği ortamı hazırlamak için gerekli
önlemleri almak zorundadır.
15. Bu anlamda laiklik, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler
yüklemektedir. Negatif yükümlülük, bireylerin din özgürlüğüne zorunlu nedenler
olmadıkça müdahale edilmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise
devletin din özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları
gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması
ödevini beraberinde getirmektedir. Laikliğin devlete yüklediği pozitif
yükümlülüğün kaynağı, Anayasa’nın 24. maddesinin yanı sıra 5. maddesidir.
Anayasa’nın 5. maddesine göre devletin temel amaç ve görevlerinden biri kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.
16. Laik devlet, dinler karşısında tarafsız olmakla birlikte toplumun
dinî ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayıtsız değildir. Laiklik ilkesi,
doğup geliştiği Batı’da dinin toplumsal ve kamusal alandan tamamen dışlanması sonucunu
doğurmamış; dinî ihtiyaçların karşılanmasına yönelik devlet politikalarını
beraberinde getirmiştir. Nitekim Anayasa’da, resmî bir dine yer verilmemekle
birlikte genel idare içinde bir kamu kuruluşu olarak Diyanet İşleri
Başkanlığının kurulması öngörülmüştür.
17. Anayasa’nın 136. maddesinde, Diyanet İşleri Başkanlığının laiklik
ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve
milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen
görevleri yerine getireceği hüküm altına alınmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı;
Anayasa’nın atıfta bulunduğu özel kanunu olan 22/6/1965 tarihli ve 633 sayılı
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 1. maddesi
uyarınca İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri
yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek
amacıyla kurulmuştur. Dava konusu kuralla evlendirme memurluğu yetkisi verilen
il ve ilçe müftülükleri ise Başkanlığın taşra teşkilatını oluşturmaktadır.
18. Evlendirme memurları, mevzuatta belirlenen usul ve esaslar
dâhilinde evlendirme işlemlerini yapma yetkisi ve görevi verilen kişilerdir.
5490 sayılı Kanun’un 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, evlendirme
memurunun belediye bulunan yerlerde belediye başkanı veya bu işle
görevlendireceği memur, köylerde ise muhtar olduğu; İçişleri Bakanlığının il
nüfus ve vatandaşlık müdürlüklerine, nüfus müdürlüklerine ve dış
temsilciliklere evlendirme memurluğu yetkisi ve görevi verebileceği hüküm
altına alınmakta iken dava konusu kuralla Diyanet İşleri Başkanlığının taşra
teşkilatı olan il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi ve
görevi verilebilmesine imkân tanınmıştır. Kuralın yer aldığı 7039 sayılı
Kanun’un genel gerekçesinde, vatandaşların evlendirme işlemlerini
kolaylaştırmak, daha kolay ve hızlı bir şekilde hizmet almalarını sağlamak
amacıyla il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisinin verildiği
ifade edilmiştir.
19. Evlenmenin maddi ve şeklî şartları ile evlilik işlemlerinde uyulması
gereken usul ve esaslar Türk Medenî Kanunu’nda düzenlenmiştir. Dolayısıyla
kişiler bakımından hukuki sonuç doğuran resmî evlilik işlemleri anılan Kanun
hükümlerine göre gerçekleştirilmektedir. Kanun’un 143. maddesinin birinci
fıkrasında, evlenme töreni biter bitmez evlendirme memurunun eşlere bir aile
cüzdanı vereceği belirtilmiş; ikinci fıkrasında da aile cüzdanı gösterilmeden
evlenmenin dinî töreninin yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Anılan kural
Anayasa’nın 174. maddesinde Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne
çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden inkılap
kanunları arasında sayılmıştır. Böylece evlilik işlemlerinin
evlendirme memuru tarafından gerçekleştirilmesi, dinî törenin ise resmî evlilik
işlemlerinden sonra yapılması öngörülmüştür.
20.Dava konusu kuralla müftülüklere verilen evlendirme memurluğu
yetkisi, resmî evlilik işlemlerinin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Müftülük
görevlileri resmî evlilik işlemlerini Türk Medenî Kanunu’nun “Evlilik Hukuku”
başlıklı kısmında belirlenen usul ve esaslara göre gerçekleştirmekle
yükümlüdür. Bir başka deyişle il ve ilçe müftülükleri de kendilerine evlenme
talebiyle başvuran kişilerin evlilik işlemlerini belediyeler, muhtarlıklar,
nüfus müdürlükleri ve dış temsilcilikler gibi Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre gerçekleştirecektir. Evlilik işlemlerinin gerçekleştirilmesi bakımından
müftülükler ile diğer evlendirme memurları arasında herhangi bir fark
bulunmamaktadır.
21.Anayasa Mahkemesinin 21/10/1971 tarihli ve E.1970/53, K.1971/76
sayılı kararında belirtildiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, dinî bir
teşkilat değil Anayasa’nın 136. maddesinde ifade edildiği gibi genel idare
içinde yer almış bir kamu kuruluşudur. Başkanlık bünyesinde görev yapan
personel de kamu görevlisi olup 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’na tabidir. Bu açıdan bakıldığında il ve ilçe müftülüklerinde
görev yapan personel, diğer evlendirme memurlarından farklı bir statüde
değildir.
22.Yapılan açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde dava konusu
kuralın evlilik işlemlerini gerçekleştirecek mercinin belirlenmesine yönelik
olduğu ve Türk Medenî Kanunu’nda düzenlenen evlilik hukuku hükümlerinde
herhangi bir değişiklik öngörmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla anayasal bir
kurum olan ve genel idare içinde faaliyette bulunan Diyanet İşleri
Başkanlığının taşra teşkilatı olan il ve ilçe müftülüklerine evlendirme
memurluğu yetkisi verilmesinin resmî evlilik işlemlerine dinî bir nitelik kazandırması
söz konusu değildir. Bu itibarla kuralda Anayasa’nın 24. maddesinin son
fıkrasında yer alan “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel
düzeninin kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılamayacağı” hükmüne
aykırı bir husus bulunmamaktadır.
23. Türk Medenî Kanunu’nun 143. maddesinde ifade edilen “evlenmenin
dinî töreni” ise toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından resmî evlilik
işlemleri gerçekleştirildikten sonra ayrıca yapılmaktadır. Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komitesinin 22 No.lu genel görüşünde “Dini veya inancı dışa
vurma özgürlüğü, ‘gerek alenen gerekse özel alanda bireysel olarak veya
topluluk halinde’ kullanılabilir. Dini veya inancı dışa vurma özgürlüğü,
ibadet, dinsel ritüellerin yerine getirilmesi, uygulama ve öğretme gibi çok
geniş bir davranış yelpazesini kapsar. İbadet kavramı, bir inancın doğrudan
ifade edilmesini sağlayan törensel ve ayinsel eylemleri kapsadığı gibi, bu
uygulamalara özgü olan ibadet yerlerinin inşası, ayinsel ifade/duaların ve
nesnelerin kullanılması, sembollerin sergilenmesi ve bayram ya da dinlenme
günlerine uyulmasını da kapsar.” ifadelerine yer verilmiştir. Bu kapsamda
evlenmenin dinî töreni sadece İslam dini mensupları için değil belli bir inanca
sahip tüm bireyler açısından din ve vicdan özgürlüğünün bir yansımasıdır.
24. Türk Medenî Kanunu’nun 143. maddesinin ikinci fıkrasında da resmî
evlilik işlemlerinin gerçekleştirilmesi şartıyla bireylerin evlenmenin dinî
törenini yapmaları güvence altına alınmıştır. Anılan fıkrada özellikle dinî
tören terimine yer verilerek sadece belli bir inanç grubuna değil
farklı inanç gruplarına mensup bireylere de bu Kanun hükümlerine göre evlilik
işlemleri tamamlandıktan sonra kendi dinî inançlarına göre tören düzenleme
imkânı tanınmıştır.
25. Dava konusu kuralla İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak
esasları ile ilgili işleri yürütmek amacıyla faaliyette bulunan Diyanet İşleri
Başkanlığının taşra teşkilatı olan müftülüklere evlendirme memurluğu yetkisi
verilerek toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan İslam dinine mensup bireylerin
resmî evlilik işlemleri gerçekleştikten sonra aynı ortamda evlenmenin dinî
törenini de yaptırmalarına imkân tanındığı görülmektedir. Böylece evlendirme
memurluğu yetkisi verilen müftülük görevlileri, Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre resmî evlilik işlemlerini gerçekleştirdikten sonra tarafların talebine
göre aynı ortamda evlenmenin dinî törenine de iştirak edebilecektir. Bu yönüyle
kuralın İslam dinine mensup bireylerin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında olan
evlenmenin dinî töreninin yapılmasını kolaylaştırmaya yönelik bir düzenleme
olduğu anlaşılmaktadır.
26. Anayasa’da ifadesini bulan laiklik ilkesi bir yandan dinin
devletin esaslarını belirlemesini engellemekte, diğer yandan da dinî
hizmetlerin devlet eliyle verilmesine imkân tanımaktadır. Bu açıdan
bakıldığında il ve ilçe müftülüklerine evlendirme memurluğu yetkisi verilmesi,
resmî evlilik işlemlerinde herhangi bir değişiklik öngörmediğinden hukuk
düzeninin din kurallarına dayandırılmasına sebebiyet vermediği gibi evlenmenin
dinî töreninin yapılmasını kolaylaştırmak suretiyle bireylerin din ve vicdan
özgürlüğünü koruyucu bir işlev de görmektedir.
27. Diğer taraftan 5490 sayılı Kanun’un 22. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, evlendirme işlemlerini gerçekleştirecek evlendirme memurunun
belirlenmesi bakımından bireylere seçenek tanınmakta olup evlilik işlemlerinin
sadece müftülüklerde yapılması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Dolayısıyla
kural, İslam dini dışındaki inanç sahipleri veya İslam dini inancına sahip olmakla
birlikte müftülüklerde evlilik işlemlerini yaptırmak istemeyenler yönünden
zorlayıcı bir hüküm içermemektedir.
28. Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre gerçekleştirilen resmî evlilik
işlemleri herhangi bir dinî unsur veya ritüel barındırmadığından kişilerin
evlilik işlemlerinin herhangi bir aşamasında dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamalarını gerektiren bir durum da bulunmamaktadır. Evlendirme memurlarının
evlilik talebiyle başvuruda bulunan çiftlerin inançlarını sorgulama yetkisi
yoktur. Bu itibarla kuralın bireylerin dinî inanç ve kanaatlerini açıklama
yönünde bir baskı oluşturduğu da söylenemez.
29. Anayasa’nın 136. maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığının özel
kanununda gösterilen görevleri yerine getireceğinin ifade edilmesi, özel kanunu
dışında başka bir kanunla Diyanet İşleri Başkanlığına görev verilmesine engel
değildir. Dolayısıyla 5490 sayılı Kanun’la il ve ilçe müftülüklerine evlendirme
memurluğu yetkisi ve görevi verilmesinin Anayasa’nın 136. maddesini ihlal eden
bir yönü bulunmamaktadır.
30. Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen kanun önünde eşitlik ilkesi
hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil
hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan
kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım
yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Kanun önünde eşitlik, herkesin
her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi
zedelenmez.
31. Toplumu oluşturan bireylerin din ve vicdan özgürlüğü alanındaki
yaygın ve müşterek ihtiyaçlarının karşılanmasını kolaylaştıran tedbir ve
uygulamalar eşitlik ilkesine aykırı olarak görülemez. Bu bağlamda toplumun
büyük çoğunluğunu oluşturan İslam dinine mensup bireylerin inançları, ibadet ve
ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı
kurulmuş ve Başkanlığa anayasal bir statü tanınmıştır. Dava konusu kural, İslam
dinine mensup bireyler tarafından din ve vicdan özgürlüğü kapsamında bir
ihtiyaç olarak görülen dinî törenin yapılmasını kolaylaştırmaya yönelik bir
düzenleme niteliğindedir.
32. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de objektif ve
gerekli olduğu takdirde çoğunluk dininin mensuplarına farklı muamelenin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık teşkil etmeyeceğini kabul etmektedir.
Mahkemenin Büyük Dairesi, Lautsi/İtalya davasında
Hristiyanlığın sembollerinden olan çarmıha gerilmiş İsa figürünün sınıflarda
asılı olmasının çoğunluk dini olan Hristiyanlığın okul ortamında baskın bir
görünürlüğe sahip olması anlamına geldiğini kabul etmiştir. Ancak Mahkeme bu
durumun tek başına çoğulculuk ilkelerinden uzaklaşma ve ideoloji aşılama
anlamına gelmediği sonucuna ulaşmıştır (B. No: 30814/06, 18/3/2011, §§
71,76).
33. Dava konusu kural İslam dini dışındaki inanç sahipleri aleyhine
bir düzenleme getirmemektedir. Kanun’da evlilik işlemlerini gerçekleştirecek
evlendirme memuru konusunda bireylere seçenek tanınmakta olup gayrimüslim
azınlıklar da dâhil olmak üzere toplumdaki herhangi bir inanç grubu yönünden
evlilik işlemlerinin müftülüklerde yaptırılması gibi bir zorunluluk
bulunmamaktadır. Kuralla müftülüklere verilen evlendirme memurluğu yetkisi,
Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre gerçekleştirilen resmî evlilik işlemlerine
yönelik olup medeni nikâh esaslarında herhangi bir değişiklik
öngörülmemektedir. Evliliğin hukuki sonuç doğurabilmesi için Türk Medenî Kanunu
hükümlerine göre resmî evlilik işlemlerinin gerçekleştirilmesi zorunlu olup bu
konuda herhangi bir dinî gruba ayrıcalık tanınmamaktadır. Diğer taraftan anılan
Kanun’un 143. maddesinde ayırım gözetmeksizin bireylere, resmî evlilik
işlemleri gerçekleştikten sonra kendi inançlarına göre dinî tören yapma imkânı
da sağlanmıştır. Dolayısıyla gerek resmî evlilik işlemleri gerekse de
evlenmenin dinî töreni bakımından farklı inanç grupları arasında herhangi bir
ayrımcılık yapılması söz konusu değildir.
34. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 10., 24. ve 136.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Recep KÖMÜRCÜ ile
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe farklı gerekçeyle katılmışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
B. Kanun’un 11. Maddesiyle Değiştirilen 5490 Sayılı Kanun’un 45.
Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…kimlik verilerini…”
İbaresinin İncelenmesi
1. Kuralın Anlam ve Kapsamı
35. 5490 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı (1)
numaralı fıkrasında İçişleri Bakanlığının (Bakanlık), merkezî veri tabanında
tutulan verileri Kanun’da belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde kurumlarla;
kimlik verilerini, kamu hizmeti sunan tüzel kişilikler,3/6/2007 tarihli ve 5684
sayılı Sigortacılık Kanunu çerçevesinde faaliyette
bulunan sigorta ve emeklilik şirketleri, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu çerçevesinde faaliyette bulunan bankalar, Risk Merkezi ve 5411
sayılı Kanun’un 73. maddesinin son fıkrası uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla
kurulmuş şirketler, 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama,
Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu kapsamındaki
finansal kiralama şirketleri ile finansman şirketleri; yerleşim yeri ve diğer
adres bilgilerini ise Bakanlıkça belirlenen adrese dayalı kamu hizmeti sunan
kuruluşlar, 5684 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyette bulunan sigorta ve
emeklilik şirketleri, 5411 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyette bulunan
bankalar, Risk Merkezi ve 5411 sayılı Kanunun 73. maddesinin son fıkrası
uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş şirketler, 6361 sayılı Kanun
kapsamındaki finansal kiralama şirketleri ve finansman şirketleri ile
paylaşabileceği hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural, anılan fıkrada yer
alan “…kimlik verilerini…” ibaresidir.
36. Buna göre Bakanlık, merkezî veri tabanında tutulan kimlik
verilerini 5490 sayılı Kanun’da belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde, kamu
hizmeti sunan tüzel kişilikler, 5684 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyette bulunan
sigorta ve emeklilik şirketleri, 5411 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyette
bulunan bankalar, Risk Merkezi ve 5411 sayılı Kanun’un 73. maddesinin son
fıkrası uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş şirketler, 6361 sayılı Kanun
kapsamındaki finansal kiralama şirketleri ve finansman şirketleri ile
paylaşabilecektir.
37. Kimlik Paylaşım Sistemi (KPS), merkezî veri tabanında bulunan
vatandaşlara ait kişisel verilere kamu kurumları ve diğer tüzel kişilerin
güncel ve güvenli bir şekilde online erişmesine imkân
sağlamak üzere kurulmuş bir sistemdir. KPS veri tabanındaki veriler; Türk
vatandaşlığının ispatında ve belgelendirilmesinde esas olduğu kadar kişinin
kimliği, medenî hâli ve aile bağlarının belirlenmesinde de temel resmî
bilgilerdir. Bu veriler aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.
38. KPS’nin kullanılmasına ilişkin usul ve esaslar Kanun’un 45.
maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, KPS veri
tabanında bulunan verilerin paylaşılabileceği kurumlar ve tüzel kişilikler
sayılmış; (2) numaralı fıkrasında veri paylaşımından yararlanacakları
belirleme, paylaşımın kapsamı ve hangi yöntemle yapılacağı konusunda
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) bünyesinde
oluşturulan Veri Paylaşımı Kurulunun yetkili olduğu belirtilmiştir.
39. Maddenin (3) numaralı fıkrasında veri paylaşımında bulunan kurum
ve tüzel kişiliklerin kendi iş ve işlemlerine esas olmak üzere sadece ilgili
kişilerin bilgilerini alabileceği belirtildikten sonra bu bilgilerin
tanımlanmış hizmetlerin yerine getirilmesi dışında başka bir amaçla
kullanılması ve bu bilgilerin ilgilisi veya Kanun’un 44. maddesinde
belirtilenler dışında herhangi bir kimseye verilmesi yasaklanmıştır. Fıkrada,
sistemin bütün aşamalarında görev yapan yetkililer de bu kurallara uymakla
yükümlü kılınmış; bu yükümlülüğün kamu görevlilerinin görevlerinden
ayrılmalarından sonra da devam etmesi öngörülmüştür. Fıkra hükümlerine aykırı
davrananlar hakkında ise 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin
Korunması Kanunu hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
40. Maddenin (4) numaralı fıkrasında KPS’den alınabilecek verilerin
çevrim dışı olarak talep edilemeyeceği ancak kamusal hizmetin planlanması ve
yürütülmesinde zorunlu bir ihtiyaç olduğunun tespit edilmesi, kullanım amacı ve
yasal dayanağının belirtilmesi hâlinde ihtiyaç ile orantılı olarak veri
taleplerinin asgari düzeyde çevrim dışı karşılanabileceği belirtilmiştir.
41. Maddenin (5) numaralı fıkrasında, Genel Müdürlük kişisel verilerin
hukuka aykırı olarak işlenmesini ve bunlara erişilmesini önlemek ile
muhafazasını sağlamak amacıyla uygun güvenlik tedbirlerini almak ve veri
talebinde bulunan kurum ve kamu hizmeti sunan tüzel kişilerin de bu tedbirleri
almasını takip etmekle yükümlü tutulmuştur. Maddenin (6) numaralı fıkrasında da
Genel Müdürlükten alınan bilgilerin iş ve işlemlerde kullanılmasından doğacak
hukuki sonuçlardan bilgiyi alan kurum ve tüzel kişilik sorumlu kılınmıştır.
42. Diğer taraftan kişisel verilerin işlenmesinde gerçek ve tüzel
kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenleyen 6698 sayılı
Kanun’un 2. maddesinde Kanun hükümlerinin kişisel verileri işlenen gerçek
kişiler ile bu verileri tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir
veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla işleyen
gerçek ve tüzel kişiler hakkında uygulanacağı ifade edilmiştir. Dolayısıyla KPS
üzerinden veri paylaşımında da 6698 sayılı Kanun’da yer alan tüm ilke ve
kurallar ile güvencelere uyulması zorunludur.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
43. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla özel nitelikli
bilgiler de dâhil olmak üzere bireylerin kişisel bilgilerinin rızaları
olmaksızın kamu kurumları ve özel şirketlerle paylaşılmasına imkân tanındığı,
verilerin paylaşılmasında herhangi bir sınırlama getirilmediği gibi özel
nitelikli verilerin paylaşılmasını önleyecek herhangi bir tedbir de
öngörülmediği, kimlik verilerinin bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş şirketlerle
paylaşılmasının bu verilerin kişilerin açık rızası olmaksızın yabancı finans kurumları
da dâhil pek çok şirketle paylaşılmasına sebebiyet vereceği, bireylerin özel
nitelikli verileri de dâhil olmak üzere kişisel verilerinin yabancı şirketleri
kapsayacak şekilde şirket ve kurumlarla paylaşılmasına imkân tanınmasının
demokratik bir toplumda gerekli olmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13.
ve 20. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
44. Anayasa’nın 20. maddesinin ilk fıkrasında, herkesin özel hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; son fıkrasında da “Herkes,
kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu
hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel
veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla
düzenlenir.” denilerek kişisel verilerin korunması, özel hayatın
gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.
45. Özel hayatın korunması her şeyden önce özel hayatın gizliliğinin
korunması, başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir. Kişinin özel
hayatında yaşananların yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği
kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel haklarından biridir
ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde yer
almış, tüm demokratik ülkelerin mevzuatlarında açıkça belirlenen istisnalar
dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur.
46. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, kişinin insan onurunun
korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi
olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında
korumayı amaçlamaktadır. Bilişim teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda
geleneksel yöntemlerle mümkün olmayan çok sayıda verinin toplanabilmesi, daha
önce birbirinden ilişkisiz şekilde tutulan pek çok verinin merkezî olarak bir
araya getirilebilmesi, verilerin veri eşleştirme ve veri madenciliği gibi ileri
teknolojik imkânlarla analize tabi tutulmak suretiyle veriden yeni veriler
üretme kapasitesinin artması, verilere erişim ve veri transferinin
kolaylaşması, kişisel verilerin ticari işletmeler için kıymetli bir varlık
niteliği kazanması neticesinde özel sektör unsurlarınca oluşturulan risklerin
daha yaygın ve önemli boyutlara ulaşması, terör ve suç örgütlerinin kişisel
verileri ele geçirme yönündeki faaliyetlerinin artması gibi etkenler günümüzde
kişisel verilerin en üst seviyede korunmasını zorunlu kılmaktadır.
47. Belirtilen sebeplerle kişisel verilerin en üst seviyede korunması
zorunlu olmakla birlikte bu hak mutlak ve sınırsız olmayıp Anayasa’nın 13. ve
20. maddeleri gereğince belirli koşullarda, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamak üzere kanunla sınırlanabilir.
48. Türkiye’nin imzaladığı 1981 tarihli ve 108 sayılı Kişisel
Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair
Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 9. maddesinde de devlet güvenliği, kamu
güvenliği, devletin ekonomik menfaatlerinin korunması ve suçlarla mücadele
edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması ile
verilerin istatistiki veya bilimsel amaçlarla kullanılması durumlarında kişisel
verilerin korunmasına sınırlamalar getirilebileceği öngörülmüştür.
49. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda
öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Dolayısıyla kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin yaşama
geçirilebilmesi için bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin açık,
anlaşılabilir ve kişilerin söz konusu haklarını kullanabilmelerine elverişli
olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını
ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmî makamların keyfî müdahalelerine
karşı korunması mümkün hâle getirilebilir.
50. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın 13.
maddesi uyarınca kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına getirilen
sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
51. Dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük
açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın
özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir
nitelik taşımaması gerekir.
52. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen ölçülülük ilkesi,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate alınması
gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter
arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir
sınırlamanın başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem
olarak temel haklara en az müdahaleye imkân veren ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
53. Demokratik toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde
güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen
görev temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde
kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda devlet, özellikle
temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara ölçüsüz müdahale
teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve başkalarından gelebilecek tehditlere
karşı bireyleri korumalıdır.
54. 6698 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre kişisel veri, kimliği
belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade
etmektedir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği
üzere “... adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece
kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası,
sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses
kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler,
etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık
bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm
veriler”kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122,
K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2013/84, K.2014/183,
4/12/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015;
E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).
55. Dava konusu kuralla Bakanlık merkezî veri tabanında kayıtlı olan
adı, soyadı, doğum tarihi gibi bireylerin kimliğini ortaya koyan kimlik
verilerinin, kamu hizmeti sunan tüzel kişilikler, 5684 sayılı Kanun
çerçevesinde faaliyette bulunan sigorta ve emeklilik şirketleri, 5411 sayılı
Kanun çerçevesinde faaliyette bulunan bankalar, Risk Merkezi ve 5411 sayılı
Kanun’un 73. maddesinin son fıkrası uyarınca bilgi paylaşımı amacıyla kurulmuş
şirketler, 6361 sayılı Kanun kapsamındaki finansal kiralama şirketleri ile
finansman şirketleri ile paylaşılabilmesine imkân tanınmaktadır. Bu yönüyle
kuralın kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına bir müdahale içerdiği
açıktır.
56. Toplumun genel ve ortak gereksinimlerini karşılamak üzere topluma
sunulan sürekli ve düzenli etkinlikler olarak tanımlanan kamu hizmeti, Devlet
veya diğer kamu tüzel kişileri tarafından yerine getirildiği gibi bunların
gözetim ve denetimleri altında özel hukuk kişileri tarafından da yerine
getirilmektedir. Bu çerçevede kamu kurumlarının olduğu gibi kamu hizmeti sunan
diğer tüzel kişilerin de doğru ve güvenilir bilgiye en kısa sürede ulaşması,
kamu hizmetinin etkin ve verimli bir şekilde gerçekleşmesi için büyük bir önem
taşımaktadır. Dava konusu kuralın da kamu hizmeti sunan tüzel kişilerle
özellikle finans sektöründe faaliyette bulunan sigorta ve emeklilik şirketleri,
bankalar, finansal kiralama ve finansman şirketlerinin kendi iş ve işlemlerinde
kullanmak üzere ihtiyacı olan verilere en hızlı ve güvenilir şekilde
ulaşmalarını sağlamak amacıyla düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anılan kuruluşlar
faaliyetlerinde, kendi iş ve işlemlerine esas olmak üzere ihtiyacı olan kimlik
verilerine KPS üzerinden otomatik olarak online şekilde erişebilecektir.
Böylece vatandaşların kamu hizmeti sunan tüzel kişilerle, sigorta, emeklilik,
bankacılık, finansal kiralama iş ve işlemleri en kısa sürede sonuçlanacağı gibi
kimlik bilgileri merkezî veri tabanında yer alan kimlik bilgileriyle kontrol edileceğinden
sahte belgelerle işlem yapılmasının da önüne geçilebilecektir. Bu açıdan
bakıldığında kuralın toplumsal bir ihtiyacın karşılanmasına yönelik olarak kamu
yararı amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
57. Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kimlik verilerinin
kimlerle paylaşılabileceği genel olarak belirtilmiş, (2) numaralı fıkrasında
veri paylaşımından yararlanacakları belirleme konusunda Genel Müdürlük
bünyesinde oluşturulan Veri Paylaşım Kurulu yetkili kılınmıştır. Maddenin (3)
numaralı fıkrasında verilerin veri paylaşımından yararlanacak kuruluşların
kendi iş ve işlemlerine esas olmak üzere ilgili kişilerin bilgilerini
alabilecekleri ve aldıkları bilgileri tanımlanmış hizmetlerin yerine
getirilmesi dışında başka hiçbir amaçla kullanamayacakları
belirtilerek kimlik verilerinin paylaşımına ve kullanım amacına yönelik çeşitli
sınırlamalar getirilmiştir. Diğer taraftan kişisel verileri işleyen gerçek ve
tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenleyen temel
kanun olan 6698 sayılı Kanun’un 4. maddesinde, kişisel verilerin hukuka ve
dürüstlük kurallarına uygun şekilde belirli, açık ve meşru amaçlar için
işlenmesi, işlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması, ilgili
mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar
muhafaza edilmesi öngörülmüş; 5. maddesinde verilerin işlenme şartları, 6.
maddesinde özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları, 7. maddesinde
verilerin silinmesi, yok edilmesi veya anonim hâle getirilmesi, 8. maddesinde
kişisel verilerin aktarılması, 9. maddesinde verilerin yurt dışına aktarılması,
10. maddesinde veri sorumlusunun yükümlülükleri, 11. maddesinde de ilgili
kişinin hakları düzenlenmiştir. Anılan Kanun hükümlerinin KPS üzerinden
yapılacak veri paylaşımlarında da geçerli olduğunda herhangi bir tereddüt
bulunmadığından KPS veri tabanından veri paylaşımı yapanların 6698 sayılı
Kanun’da belirtilen usul ve esaslara da uymak zorunda oldukları açıktır.
58. Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında; sistemin bütün
aşamalarında görev yapan yetkililerin veri paylaşımına ilişkin olarak Kanun’da
belirtilen kurallara uymakla yükümlü olduğu, bu yükümlülüğün kamu
görevlilerinin görevlerinden ayrılmalarından sonra da devam edeceği,
yükümlülüklerine aykırı davrananlar hakkında 6698 sayılı Kanun hükümlerine göre
işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 6698 sayılı Kanun’un 17. maddesinde,
kişisel verilere ilişkin suçlar bakımından 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 135 ila 140. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı ve
Kanun’un 7. maddesi hükmüne aykırı olarak kişisel verileri silmeyen veya anonim
hâle getirmeyenlerin 5237 sayılı Kanun’un 138. maddesine göre cezalandırılacağı
hükme bağlanmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 136. maddesi uyarınca da kişisel
verileri hukuka aykırı olarak başkasına vermek, yaymak veya ele geçirmek suç
olarak düzenlenmiştir.
59. 5490 sayılı Kanun ve 6698 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemeler
birlikte değerlendirildiğinde KPS üzerinden paylaşılacak kimlik verilerinin
amacı dışında kullanılmasını ve ifşa edilmesini önleyecek yasal güvencenin
sağlandığı görülmektedir. Bu bağlamda kişisel verilerin korunması hakkına
sınırlama getirilirken Kanun’da sınırlama aracının sınırlama amacına uygun ve
orantılı şekilde kullanılmasını sağlayacak yasal güvencelere yer
verildiği, böylece hem kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının özünün
zedelenmesinin önlendiği hem de bu hak ile kamusal hizmetlerin yürütülmesi
arasındaki makul dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava
konusu kuralda kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının özüne dokunan ya
da bu hakkı ölçüsüz şekilde sınırlandıran bir husus bulunmadığı gibi kuralın
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil eden bir yönü de
bulunmamaktadır.
60. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
61. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralların bu hâliyle
uygulanmasının telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına sebebiyet
vereceği belirtilerek kuralların yürürlüklerinin durdurulması talep edilmiştir.
19/10/2017 tarihli ve 7039 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 6. maddesiyle 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus
Hizmetleri Kanunu’nun 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasına “…dış
temsilciliklere…” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…il ve ilçe
müftülüklerine…” ibaresine,
B. 11. maddesiyle değiştirilen 5490 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…kimlik verilerini…”
ibaresine
yönelik iptal talepleri 6/12/2018 tarihli ve E.2017/180,
K.2018/109 sayılı kararla reddedildiğinden bu ibarelere ilişkin
yürürlüğün durdurulması talebinin REDDİNE 6/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
V. HÜKÜM
19/10/2017 tarihli ve 7039 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 6. maddesiyle 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus
Hizmetleri Kanunu’nun 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasına “…dış
temsilciliklere…” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…il ve ilçe
müftülüklerine…” ibaresinin,
B. 11. maddesiyle değiştirilen 5490 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…kimlik verilerini…”
ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE
6/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
FARKLI GEREKÇE
1. Dava konusu kural olan “…il ve ilçe müftülüklerine…”
ibaresinin Anayasaya aykırı olmadığına Mahkememiz tarafından oybirliğiyle karar
verilmiştir. Kural, evlilik işlemlerini gerçekleştirecek yetkililerin
belirlenmesine düzenleyerek, il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu
yetkisi ve görevi verilebilmesine imkân tanımaktadır. Kuralla, resmî evlilik
işlemlerini içeren Medeni Kanun hükümlerinde herhangi bir değişiklik
getirilmemektedir.
2. Kuralın da yer aldığı 7039 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde,
vatandaşların evlendirme işlemlerini kolaylaştırmak ve daha kolay ve hızlı bir
şekilde hizmet almalarını sağlamak amacıyla il ve ilçe müftülüklerine de
evlendirme memurluğu yetkisinin verildiği ifade edilmiştir. Dava konusu kuralın
gerekçesinde de evlendirme memurları arasına il ve ilçe müftülüklerinin eklendiği
belirtilmiştir. Müftülük görevlileri 657 sayılı Devlet Memurlarına tabi kamu
görevlisi olup, diğer evlendirme memurlarıyla aynı konumda bulunmaktadırlar.
3. İptali talep edilen kural, 4721 sayılı Kanun’un 143. maddesinde
“evlenmenin dini töreni” olarak ifade edilen ve toplumun büyük bir
çoğunluğunu meydana getiren İslam inancına sahip bireylerin önemli bir
bölümünce de yerine getirilen uygulamayı kolaylaştırarak resmi evlendirme ile
evlenmenin dini törenini birbirine bağlayan bir çeşit köprü olarak
yorumlanmamalıdır. Kural, laiklik ilkesinin ve din ve vicdan özgürlüğünün
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler bağlamında değerlendirilmemelidir. Zira
kural, evlenmenin dini töreninden ziyade kanunun genel gerekçesinde de
vurgulandığı gibi resmi evlendirme işlemlerini kolaylaştırma amacını
taşımaktadır.
4. Burada din hizmetleri sınıfında görev yapan kamu görevlilerine
dini bir özellik ve işlev taşımayan bir görev verilmiştir. Müftülüklere böyle
bir yetki verilmesi yasa koyucunun takdir yetkisi içindedir.
5. Yukarıda belirtilen gerekçeyle Mahkeme kararına katılmaktayız.
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|