“ANAYASA
MAHKEMESİNE BAŞVURU ŞEKLİ VE NEDENİ: Anayasanın 152/1. maddesinde “Bir davaya
bakmakta olan Mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu
konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır” hükmü düzenlenmektedir.
Bakılan davada, davacılara
ait Adana İli, Çukurova İlçesi, Kurttepe Mahallesi 4 pafta, 1185 parsel sayılı taşınmaza
kamulaştırma yapılmaması suretiyle taşınmaza el atıldığından bahisle
uğranıldığı ileri sürülen 2.466.000,00-TL zararın (yapılacak keşif ile
belirlenecek değere göre ıslah edilmek kaydı ile) yasal faiziyle birlikte
tazmini ile ilgili dava konusu uyuşmazlığa 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasına
eklenen geçici 11. maddesinde belirtilen cümlesi uygulanacak yasal hüküm
durumunda bulunmaktadır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçman, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinde
kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin sağlanması ve korunması esas olduğundan,
kişilere etkili hak arama olanağı sağlayan güvencelerin de tanınması
gerekmektedir. Bu çerçevede Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.
maddesinin 1. fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunda ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, herkese, adaleti bulma, hakkı
olanı elde etme ve haksızlığı giderme olanağı sağlanmıştır. Böylece kişilerin
hukuki güvenlikleri etkin bir korunma mekanizmasına kavuşturulmuştur.
Bir uyuşmazlığı
Mahkeme Önüne götürme, Mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme,
yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz
koşuludur. Hak arama özgürlüğünün bir gereği olan Mahkemeye erişim hakkı,
yargılama sonunda verilen kararın etkili bir şekilde aynen ve gecikmeksizin
uygulanmasını da gerektirmektedir.
Kişilerin, Devlete
güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarım geliştirebilmeleri, temel hak ve
özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün
sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliğinin ve hukukun
üstünlüğünün sağlanması için Devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun
açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların
gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve
gecikmeksizin uygulanmasını sağlayacak etkili tedbirlerin alınması hukuk
devletinin asgari gereklerindendir.
Bu nedenle, davaya
taraf olan kişinin Anayasal güvencelerinin etkin olarak korunması ve hukuka
uygunluğunun sağlanması için, idarenin kendisi hakkında karar verebileceği
konuyu yargı mercileri önüne uyuşmazlık şeklinde getirebilmesiyle olanaklıdır.
İLGİLİ ANAYASA
MADDELERİ
1- CUMHURİYETİN
TEMEL NİTELİKLERİ Başlıklı
ANAYASANIN 2.
MADDESİ; Anayasanın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti” toplumun huzuru Milli
Dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 2.
maddesinde tanımlandığı üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti
ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. Bu
ilkenin anlamı kamu yaran düşüncesi olmaksızın başka bir deyimle yalnızca özel
çıkar veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının
konulamıyacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu yaran bulunmayan bir yasa
kuralı Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olur ve dava açıldığında iptali gerekir.
(Any.Mah. 22.6.1972, Es.1972/14, K. 1972/34; R.G.11.1.1973).
Hukuk devletinin
temel unsuru bütün Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır.
Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir
hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün
faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk
devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde
hukukun mutlak bir hakimiyeti olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde
kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması
lazımdır. Zira kanunun da üstünde Kanun Koyucunun bozamıyacağı temel hukuk
prensipleri ve Anayasa vardır. (Any.Mah. 11.10.1963, Es.1963/124. Ka.1963/243,
AMKD.sy.l,sh.429; aynı yönde: Any.Mah.3.7.1986, Es.1963/3, Ka. 1986/15,
R.G.10.12.1986-Sayı:19307).
Hukuk devleti,
kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp bunlara saygı gösteren ve bu hakları
koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran, bunları devam ettirmeye kendini zorunlu
sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, başka bir deyimle
devlet organlarının tüm işlemlerinin bağımsız yargı denetiminden geçirilmesini
ve böylece hukuka ve Anayasa’ya uygun olmalarını sağlayan devlet dermektir.
(Any.Mah. 13.1.1977, Es. 1976/45, Ka. 1977/1; AMKD.sy.15.sy.44; R;G.28.3.1978-Sayı: 16242)
Anayasa
Mahkemesinin kimi kararlarında da açıklandığı üzere, hukuk devleti demek, insan
haklarına saygılı ve bu hakları koruyan toplum yaşamında adalete ve eşitliğe
uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan işlem ve eylemleri
yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Aslında yargı denetimi, hukuk
devleti ilkesinin öteki öğelerinin de güvencesini oluşturan temel öğedir. Çünkü
insan haklarına saygılı olmayan ve davranışlarında hukuka ve Anayasa’ya uymayan
bir yönetimi, bu tutumundan caydıran ve onu meşruluk ve hukukilik sının içinde
kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir. (Any. Mah. 27.1.1977,
Es. 1976/43,Ka. 1977/14, AMKD.sy. l5,sh.ll7; R.G.21.4.1977-Sayı: 15916).
Yasaların üstünde
yasa koyucunun uymak zorunda bulunduğu Anayasa ve temel hukuk ilkeleri vardır.
Anayasa’da öngörülen devletin amacı ve varlığıyla bağdaşmayan, hukukun ana
ilkelerine dayanmayan yasalar kamu vicdanında olumsuz tepkiler yaratır...
Hukuk devletinin
amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin
sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. (Any.Mah. 20.10.1988, Es. 1988/19, Ka.
1988/33; R.G. 11.12.1988, Sayı-20016) tespit ve yorumları bulunmaktadır.
Anayasa 2.
madde içeriğindeki Hukuk Devlet kavramı açısından bilimsel görüş;
Yürütme
işlemlerinin yargısal denetimi, hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
olmakla birlikte, tek başına hukukun üstünlüğünü ve vatandaşların hukuki
güvenliğini sağlamaya yeterli değildir. Çünkü bu denetim, nihayet yürütme
işlemlerinin “kanunlara” uygunluğunu sağlayabilecektir. Oysa kanunların kendisi
Anayasaya aykırı olduğu takdirde, vatandaşların Anayasal haklarının çiğnenmesi
yine önlenemeyecektir. Şu halde hukuk devletinin tam anlamıyla gerçekleşebilmiş
sayılabilmesi için, sadece yürütme organının işlemlerinin kanunlara
uygunluğunun değil, yasama işlemlerinin de Anayasa uygunluğunun yargı
organlarınca denetlenebilmesi gerekir...
Hukuk devleti
denilince, ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme işlemlerinin yargı
denetimi altında bulunması akla gelmektedir. Hukuk devleti bakımından önemli
olan nokta, yürütmenin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı organlarınca
denetlenip denetlenememesidir. Bu denetim sağlandıktan sonra, denetimi yapan
Mahkemenin genel Mahkeme veya İdare Mahkemesi oluşu, hukuk devleti açısından
önem taşımaz. Nitekim hukuk devleti, adli idareyi benimseyen Anglo-Sakson
ülkelerinde olduğu kadar, idari yargıyı benimseyen Kara Avrupası ülkelerinde de
mevcuttur. (Özbudun, sh.96 ve) şeklindedir.
2- DEVLETİN TEMEL
AMAÇ VE GÖREVLERİ Başlıklı
5. MADDESİ;
Anayasanın 5. maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.” hükmünü içermektedir.
Anayasanın 5.
maddesinin gerekçesinde: ...Devletin... milletin huzurunu sağlamak ve
fertlerini mutlu kılmak görevi ile de yükümlüdür. Devlet, ferdin hayat
mücadelesini kolaylaştıracaktır. Ferdin insan haysiyetine uygun bir ortam
içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Bu sosyal devletin görevidir... olarak
belirtilmektedir.
Anayasa 5.
madde içeriğindeki kavramlar açısından bilimsel görüş; 1982 Anayasa’sı, 5. madde ile,
devletin amaç ve görevlerini açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymuştur. Bu
maddede devletin görevleri üç grupta toplanmıştır.
1- Türk milletinin
bağımsızlığını ye bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak,
2- Kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak,
3- Kişi hak ve
hürriyetleri için sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasi, sosyal ve ekonomik engelleri kaldırmak, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartlan hazırlamaya çalışmak.
(Dal,sh. 141) şeklindedir.
3- YARGI YETKİSİ
Başlıklı
9. MADDESİ; Yargı
yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız Mahkemelerce kullanılır.
Gerekçe: Yargı
yetkisi, fert, hak ve hürriyetleri sorununun ortaya çıktığı günden beri kabul
edildiği üzere bağımsız organlar tarafından bağımsız Mahkemelerce yerine
getirilecektir.
Anayasa’nın 2.
Maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu haklan
koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü
sayan, bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun işlem ve
eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Aslında yargı denetimi
unsuru, hukuk devleti ilkesinin diğer öğelerinin güvencesini oluşturan temel
öğedir. Çünkü, insan haklarına saygılı olmayan ve davranışlarında hukuka ve
Anayasa’ya uymayan bir yönetimi bu tutumundan caydıran ve onu meşruluk ve
hukukilik sının içinde kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve
yetkisidir. (Any. Mah 2.5.1976, Es. 1976/1, Ka. 1976/8; E.G. 16.8.1976)
4- MÜLKİYET HAKKI Başlıklı
35. MADDESİNDE;
Herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yaran
amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.
Gerekçe: Madde,
birbirine yakın ve birbiriyle ilgili iki temel hakkı, mülkiyet ve miras haklarını
birlikte düzenlemiştir. Bu birlikte düzenleme 18 inci yüzyıldan beri geleneğin
sonucudur.
Anayasa hem
mülkiyet hakkını hem miras hakkını Anayasal bir müessese olarak teminat altına
almaktadır.
Maddede mülkiyet ve
miras haklarının, diğer temel haklan gibi ve onlar derecesinde düzenlenmiş ve
Anayasa güvencesine bağlamıştır.
Madde bundan sonra
mülkiyet ve miras haklarının kamu yararı amacı ile sınırlandırabileceğine
işaret etmiş; daha sonra mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı
olamayacağını hükme bağlamıştır.
Mülkiyet hakkı
Devletten önce de var olan bir gerçek olması itibariyle
(Maunz-Durig-Herzog-Scholz, Gmudgesetz, Kommentar, Art. 14, N.5) ekonomik ve
sosyal haklar arasında değil de, kişinin temel hakları arasında düzenlenmesi
düşünebilirse de, Komisyon şimdiki düzenlemenin yerinde olduğu sonucuna
varmıştır.
Mülkiyetin Anayasa
güvencesi altına alınması, yine Anayasanın komünizmi, faşizmi ve din temeline
dayanan Devlet kurmayı yasaklayan hükümleriyle birlikte karşılaştırılınca,
mülkiyetin bu şekilde himayesinin bir ölçüde ekonomik sistem tercihi bakımından
da bir gösterge teşkil etmektedir. Kısaca, özel mülkiyetin özellikle üretim
araçları üzerindeki özel mülkiyetin yok edilmesi, inkar edilmesi de
önlenmiştir. Kamu yararına bulunduğu hallerde büyümenin gerçekleşmesi suretiyle
toplumunun refahını arttıracağı genellikle kabul edilmektedir.
(Maunz-Durig-Herzog-Scholz,. Art. 14. No.7)
Mülkiyeti Anayasa
teminatı altına alan bu madde doğrudan devlete hitabetmektedir. Mülkiyetin
şahıslara karşı korunması Medeni Kanun ve 5917 sayılı Gayri Menkule Tecavüzün
Meni Hakkında Kanun gibi mevzuatla sağlanmaktadır. Mülkiyetin münferit
himayesini fert Mahkemelerden ve idareden talep etmektedir. Mülkiyetin müessese
olarak güvence altına alınması ise kanun koyucu, başka açıdan Devlet, Anayasaya
uygunluk denetimini yapacak olan Anayasa yargısı, tarafından sağlanacaktır.
(MangoIdt-Klein I, S. 422)
Mülkiyetin Anayasa
teminatı altına alınması kimlerin yararlanacağı ise bir problem doğurmaz. Malik
sıfatım taşıyan gerçek ve tüzelkişiler, bu Anayasal güvenceden yararlanırlar ve
onu dermeyan edebilirler.
Gerçek kişilerin
fiil ehliyetlerinin farklı olması sebebiyle bu temel hakkın sahipliği
bakımından bir ayırım yapılamaz. Başka deyişle mülkiyete sahip olmak bakımından
hiçbir ehliyet ayrımı gözetilemez.
Kişinin,
şahsiyetini geliştirebilmesinde mülkiyetin, Anayasaca güvence altına
alınmasının azımsanmayacak rolü vardır. Çünkü klasikleşmiş bir kabule göre,
insan şahsiyetinin bir parçası “ekonomik şahsiyet” olarak adlandırılmaktadır.
Anayasanın “ Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir” diyen 16 ncı maddesinin 1 inci fıkrası ile mülkiyet güvencesi
getiren 43 üncü madde arasında bu açıdan irtibat vardır. Başka deyişle,
mülkiyet hakkım Anayasa teminatı altında tutan 43 üncü madde, 16 ncı maddenin 1
inci fıkrasına nazaran özel hüküm niteliğindedir.
Mülkiyetin
korunması, hürriyeti de güvence altına alır. (Maunz-Durig-Herzog- Scholz,. Art.
14. No. 15/16)
Mülkiyetin,
güvencesi ile ilgili 43 üncü madde, konut dokunulmazlığını güvence altına alan
21 inci madde birlikte uygulanır.
48 inci maddede
düzenlenen devletleştirmenin mülkiyetin Anayasa güvencesi altına alınması ile
çelişir bir yanı yoktur. Bu noktaya yukarıda temas edilmemiştir.
Mülkiyetin anayasal
güvencesi ile 13 üncü maddedeki temel hakları kötüye kullananların o haklan
kaybedecekleri hükmü arasında bir uyumsuzluk bulunmamaktadır. Türk Ceza
Kanunundaki müsadere hükümleri ile Anayasanın 30 uncu maddesindeki müsadere
hükümleri 13 üncü madde anlamında “o hakkın kaybedilmesi” değildir. Kanun
koyucu 13 üncü maddedeki şartlarda mülkiyet hakkının kaybedilmesinin şartları ve
karar verecek mercileri özel bir kanunla düzenleyebilir.
Mülkiyet Anayasal
güvence altına alınması tek tek menkul ve taşınmaz mallan, para ile
değerlendirebilen hakları ve mal varlığını toplu olarak ve tabii olarak üretim
araçlarını içeren bir teminattır.
Bu teminat, hukuk
devletinin gereğidir.
Bu teminat,
mülkiyetin kamu yaran amacıyla sınırlanmasına engel değildir. Ağır
vergilendirme, peşin olmayan ödemelerle kamulaştırma ve devletleştirmelerin,
mülkiyet güvencesine aykırı düşer.
Miras hakkı,
mülkiyet hakkının bir devamıdır, özel bir şekildir. Bu nedenle mülkiyet ve
miras aynı maddede ardarda düzenlenerek Anayasal güvence altına alınmıştır.
Miras hakkının ağır
vergilendirme yolu ile muhtevasız hale getirilmesi, mira hakkının ortadan
kaldırılması önlenmek istenmiştir.
M.G.K. ANY. KOM.
DEĞİŞİKLİK GEREKÇESİ: Danışma Meclisince kabul edilen 43 üncü maddenin birinci
fıkrasında yer alan “Bu haklar, diğer temel haklar gibi Anayasanın güvencesi
altındadır.” cümlesi maddeden çıkarılmış ve madde redaksiyona tabi tutulmuştur.
Anılan hükmün maddeden çıkarılmasının nedeni, Anayasada sayılan tüm temel hak
ve hürriyetler gibi mülkiyet ve miras hakkının da herhangi bir açıklamaya gerek
olmaksızın Anayasanın güvencesi altında olmasıdır. Kaldı ki, diğer temel hak ve
hürriyetler için ilgili maddelerinde bu kurala yer verilmemiştir.
Mülkiyet ve miras
haklarının önemi ve Türk toplumunun köklü gelenekleri göz önünde tutularak “bu
haklar ancak kamu yaran amacıyla, kanunla sınırlanabilir” hükmü aynen
korunmuştur. Metindeki bu “ancak” ibaresi sınırlayıcı nitelikte görülmemiş,
temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin 13 üncü maddede belirtilen
genel sınırlama sebeplerinin tümü anılan 13üncü maddenin son fıkrasında yer
alan açık hükümlere göre, bu haklar bakımından da geçerli olduğundan, maddede
yer alan bu hüküm, sınırlama sebepleri arasında öncelikle uygulanabilecek bir
sebebi belirtir nitelikte kabul edilmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin değişik kararlarında çağımızda mülkiyet hakkı temel bir hak
olmakla birlikte kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı
belirtilmiştir. Toplum yaran ise, yerine göre mülkiyet hakkının tümüyle kişinin
elinden alınmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, Anayasa’da kamulaştırma ve
devletleştirme kurumlan düzenlenmiştir. (Any.Mah.19.2.1985, Es.1984/15,
ka.1985/5, R.G. 11.6.1985-Sayı:18781)
Anayasa, 1961
Anayasasından farklı olarak, mülkiyet hakkına, ekonomik haklar arasında değil,
kişi haklan arasında yer vermiştir. Bu değişiklik, Anayasanın Milli Güvenlik Konseyinde
yapılan görüşmesi sırasında oluşmuştur. Mülkiyet hakkı, devletten önce var
olan, devlete karşı da korunması gereken, kişi haklan ağır basan haklardan
sayılmıştır. (Gözübüyük, sy.156)
1961 Anayasası
mülkiyet hakkım sosyal ve ekonomik haklar arasında düzenlemişti. Bu bir yerde
mülkiyete değişik yorumlarla, mahiyetinden değişik yaklaşmalara neden
olabiliyordu. 1982 Anayasası mülkiyet hakkını kişinin haklan bakımından değeri
olan bir hak değil, ferdi niteliği ve tabii haklar arasında oluşu yeniden vurgulanmıştır...
Anayasa mülkiyet hakkını özel mülkiyet olarak düşünmüştür. Bu mülkiyet
anlayışı, teşebbüs serbestisini üretim vasıtaları üzerindeki özel mülkiyeti
de ihtiva etmektedir. Bu nedenle faşişt, komünist veya dini esaslara dayanan
bir sistem tercihi Anayasa’nın diğer hükümleri ile olduğu kadar mülkiyet
hakkındaki hükümleri ile de mümkün değildir.
5- HAK ARAMA
HÜRRİYETİ başlıklı
36. MADDESİNDE;
“Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünden davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir…”
ANAYASA MADDELERİ
ÇERÇEVESİNDE DAVA KONUSUNUN VE UYGULAMASI BULUNAN YASA MADDESİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ: Anayasanın 2. maddesi yönünden Yasanın
uygulanması açısından 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 6745 sayılı Yasanın
34. maddesiyle 20/08/2016 günü kabul edilen maddesinin birinci fıkrası
kapsamında kalan tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren başlar. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin
yapılmaması halinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı
maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen
idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından
sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.” yasal hükmünün bu
kısmının süre belirtmek gerekirse uyuşmazlığımızı da etkileyecek şekilde 2021
yılma kadar dava açılmasının Önlenmesine yol açtığı, bu nedenle dava konusuna
uygulanacak Yasanın değerlendirilmesi devletin yükümlülükleriyle
bağdaşmamaktadır.
Anayasa 5. madde
yönünden; yasal düzenlemelerin hukuk devletinde adaletli ve adaletin yerine
getirilmesi açısından başvuru yollarını sınırlayıcı düzenlemelerde Yasa koyucu
tarafından kaçınılması gerekliliğini öngörmektedir.
Anayasa 9. madde
yönünden; yargı yetkisinin kullanılamaması genel hukuk ilkelerine göre uygun
olmayan sınırlamalar dışındaki bir uygulamanın kabul edilmediği sonucu
bulunmaktadır.
Anayasa 35. madde
yönünden; Açık bir biçimde mülkiyet hakkının özüne dokunulması ve bu hususta
denge gözetilmeden kişi haklarına aykırılığın oluşturulmaması gerektiği
vurgulanmaktadır.
Anayasa 36. maddesi
yönünden; idari itiraz veya dava yolu tanımadan önlenmesine yol açıcı yasal
düzenleme getirilmesi nedeniyle Anayasa’nın bu hükmüne aykırılık mevcuttur.
Anayasa’nın 90.
maddesi uyarınca uygun bulunan ve iç hukukun bir parçası halini alan Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 nolu Ek Protokolünün “Mülkiyetin korunması”
başlıklı 1. maddesinde, “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
düzenlemesi yer almıştır.
Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM), mülkiyet hakkı ihlali iddialarıyla açılmış olan,
Hakan Arı-Türkiye, Hüseyin Kaplan-Türkiye davalarında Mahkeme, imar planında
kamusal kullanıma ayrılan ve kullanımı kısıtlanan taşınmazların yukarıda sözü
edilen hukuki düzenlemeler sonucunda, kamu yararının gerekleri ile temel haklarının
korunması arasında hüküm sürmesi gereken adil dengenin gözetilip
gözetilmediğini irdelemiştir. Kararlarda, ilgililerin imara açık taşınmazlarında
inşaat ruhsatı elde etme haklarının meşru haklan olduğu, oysa bu nitelikteki
taşınmazların imar yasağına tabi tutulması sonucunda mülkiyet hakkının akıbeti
konusunda bir belirsizliğe itildiği ve mülkiyet hakkından yararlanmanın
engellendiği sonucuna ulaşmıştır.
SONUÇ : Dava konusu kamulaştırmama
nedeniyle tazminat isteminin; uzun yıllar sonuç alamamasına neden olan yasal
düzenlemeyle mülkiyet hakkının kullanımının kısıtlanmasıyla beraber tamamiyle
kurumların insiyatifıne bağlı olarak bir gelişme gösterdiği Anayasa’ya
aykırılık yönündeki itiraz konusu kısımla beraber 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nda 20/08/2016 gün 6745 sayılı Yasayla satınalma usulü başlıklı 8.
maddesi ek madde 1 (... yapılacak ödemelerin toplam tutarının idari olarak ayrılan
ödeneğinin toplamını aşması halinde, ödemeler, en fazla 10 yıl da ve geçici 6.
maddenin 8. fıkrasına göre yapılır, kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan
taşınmazların bedel tespiti başlıklı geçici 6. maddesindeki hükümler özellikle
son fıkra “Bu madde uyarınca ödenecek bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal,
hak ve alacakları haczedilemez” beraber değerlendirildiğinde taşınmazın
kısıtlılığı hatta kullanılamaz hale getirdiği açıktır.
Kamu hizmetinin
yürütülmesi toplum yararı ile kişilerin maddi ve manevi menfaatleri arasındaki
dengenin gözetilmesinde kamu hizmetinin verimliliğinin ön planda tutulması
mutlak olmakla beraber bu dengenin tamamiyle bir taraf yönünde gözetilmemesi
sonucunu doğurmaması
gerekliliği kamu vicdanı ve adalet açısından zorunluluktur. Bu bağlamda kurumların
kamu hizmeti nedeniyle imar planlarında bir kısım taşınmazları kısıtlaması
gerekliliği kişilerin toplum yararına bu menfaatlerinden vazgeçmesinde toplum
düzeninin oluşmasındaki mülkiyet hakkının kullanılmasının engellenmesinin
mülkiyet sahipleri açısından da en azından tazmini gerekeceği tabi olmakla bu
dengeyi gözeten ve hak arama özgürlüğünü yıllara yayılı olarak ortadan
kaldırmayan mevzuat hükümleri getirilmesi kurumların sonuç itibariyle de taşınmazın
mülkiyetini uhdelerine de aldığı düşünüldüğünde Anayasa’ya aykırılık teşkil
ettiği görüşüyle Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulması gerektiği sonucuna
varılmıştır.
HÜKÜM : Açıklanan
nedenlerle, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasanın geçici madde 11’in “Bu Kanunun Ek
1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı
fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
başlar. Bu Kanunun Ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde
kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır.”
ibaresinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 5-9-35 ve 36. maddelerine aykırı
olduğu düşüncesi ile iptali istemi ilgili Anayasa Mahkemesine gidilmesine, dava
dosyasının tüm belgeleri ile onaylı suretlerinin dosya oluşturularak karar aslı
ile birlikte, Anayasa Mahkemesine sunulmasına bu karar ile dosya suretinin
Yüksek Mahkemeye ulaşmasından itibaren 5 ay süre ile karar verilinceye kadar
davanın bekletilmesine karardan bir suretinin taraflara tebliğine 28/11/2016
günü karar verildi.”