ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2017/167
Karar Sayısı : 2017/172
Karar Tarihi : 13.12.2017
R.G. Tarih – Sayı :
2.2.2018 – 30320
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Söke 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi
(Aile Mahkemesi sıfatıyla)
İTİRAZIN KONUSU: 22.11.2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun,
A. 318. maddesinin birinci fıkrasının,
B. 319. maddesinin,
Anayasa’nın 2., 5., 12., 13. ve 36. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Evlatlık ilişkisinin geçen zaman içinde
taraflarca sürdürülmesinin olanaksız hale gelmesi sebebiyle açılan evlatlık ilişkisinin
kaldırılması davasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların yer aldığı 318. ve 319.
maddeleri şöyledir:
“2. Diğer noksanlıklar
Madde 318- Evlât edinme esasa ilişkin diğer noksanlıklardan
biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgili evlâtlık ilişkisinin
kaldırılmasını isteyebilir.
Noksanlıklar bu arada ortadan kalkmış veya sadece usule ilişkin
olup ilişkinin kaldırılması evlâtlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek
olursa, bu yola gidilemez.”
“II. Hak düşürücü süre
Madde 319- Dava hakkı,
evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl
geçmekle düşer.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf
Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 1.11.2017 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle sınırlama sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre Anayasa
Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurular itiraz yoluna başvuran
mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı kural ile sınırlıdır.
3. Başvuran Mahkeme, 4721 sayılı Kanun’un 318. maddesinin birinci
fıkrası ile 319. maddesinin iptalini talep etmiştir.
4. İtiraz konusu 318. maddenin birinci fıkrasında, evlat edinmenin
esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakat olması halinde Cumhuriyet
savcısı veya her ilgilinin evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebileceği
öngörülmektedir. Kural, hem Cumhuriyet savcısının hem de her ilgilinin dava
hakkını düzenlemektedir. Bakılmakta olan dava, evlat edinenin açtığı evlatlık
ilişkisinin kaldırılması davasıdır. İtiraz konusu kural, her ilgili ile
birlikte Cumhuriyet savcısının diğer noksanlıklara ilişkin dava hakkı yönünden
ortak ve geçerli kuraldır. Bu nedenle itiraz konusu 318. maddenin birinci
fıkrasına ilişkin esas incelemenin “…her ilgili…”ibaresi yönünden
sınırlı olarak yapılması gerekmektedir.
5. Açıklanan nedenlerle 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun;
A. 318. maddesinin birinci fıkrasının esasının incelenmesine,
esasa ilişkin incelemenin”…her ilgili…” ibaresi yönünden sınırlı
olarak yapılmasına,
B. 319. maddesinin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
6. Başvuru kararı ve ekleri,
Raportör Fatma KARAMAN ODABAŞI tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükümleri, dayanılan
ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 318. Maddesinin Birinci Fıkrasının “… her
ilgili…” İbaresi Yönünden İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
7. Başvuru kararında özetle, 743 sayılı mülga Kanun’da
evlatlık ilişkisinin usulüne uygun olarak kurulmasından sonra gerçekleşebilecek
birtakım olgulara dayalı olarak bu ilişkinin kaldırılmasına ilişkin hükümlere
yer verilmesine rağmen 4721 sayılı Kanun’da bu hususta bir düzenlemeye yer
verilmediği, evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebeplerinin yalnızca ilişkinin
kurulması aşamasındaki yasal koşullardaki eksikliklerle sınırlandırıldığı, bu
şekilde hukuki yolla kurulmuş gerçek olmayan soybağının bir defa usulüne uygun
olarak kurulmasından sonra sonsuza kadar sürmesi sonucunu doğuran bir düzenleme
yapıldığı, evlat edinme ile kurulan soybağının biyolojik soybağı ile eş
tutulduğu, başta her iki tarafın yararına olduğu düşünülen evlatlık ilişkisinin
sonradan tarafların zararına olabileceği göz önüne alınarak bu ilişkinin
sonlandırılmasını sağlayacak hukuki olanağın tanınmadığı, bu durumun kişilerin
dava açma hakkını ölçüsüz bir şekilde sınırlandırdığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 5., 12., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
8. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 41. maddesi yönünden de incelenmiştir.
9. İtiraz konusu kuralda evlat edinmenin esasa ilişkin diğer noksanlıklardan
biriyle sakat olması hâlinde Cumhuriyet savcısı ve her ilgilinin evlatlık
ilişkisinin kaldırılmasını isteyebileceği öngörülmüş olup kural “…her
ilgili…” ibaresiyle sınırlı olarak incelenmiştir.
10. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
11. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması,
genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi
hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki
düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir.
12. Anayasa’nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının ölçütü gösterilmiştir. Buna göre temel hak ve
hürriyetler yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak, özüne dokunulmaksızın, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmamak üzere kanunla sınırlanabilir.
13. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları
ile sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi,
ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın
denetlenmesidir. Bu sebeple kuralın hedeflenen amaca ulaşabilmek için
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
14. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına
alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip
bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak
arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla
birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından
kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca, Anayasa’nın
başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bir hakkın sınırlandırılması da
mümkündür. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
güvencelere aykırı olamaz.
15. Anayasa’nın 41. maddesinde
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır./
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve
aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri
alır, teşkilâtı kurar./ Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek
yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki
kurma ve sürdürme hakkına sahiptir./ Devlet her türlü istismara ve şiddete
karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” denilmiştir. Aileyi Türk
toplumunun temeli olarak tanımlayan Anayasa’nın 41. maddesinde, ailenin birey
ve toplum hayatındaki önemine işaret edilmiş; Devlete, ailenin korunması için
gerekli düzenlemeleri yapma ve teşkilatı kurma ödevi yüklenmiştir. Böylece
aile kurumuna anayasal koruma sağlanmıştır. Bu düzenlemeyle ailenin birlik ve
bütünlüğünün korunması amaçlanmaktadır.
16. Anayasanın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında
bir üstünlük sıralaması bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik
tanımak mümkün değildir. Bu nedenle kimi zaman zorunlu olarak birlikte
uygulanan iki Anayasa kuralından biri diğerinin sınırını oluşturabilir. Bu
bağlamda hak arama özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesinde aile kurumunu özel
olarak düzenleyen ve anayasal güvenceye bağlayarak koruma altına alan
Anayasa’nın 41. maddesinin gözetilmesi gerektiği açıktır.
17. Evlât edinme, aile hukuku alanında soybağının kurulması
yoluyla hısımlık yaratan bir kurumdur. Toplumun geleceğinin şekillenmesinde
çocuğun oynayacağı rol göz önüne alındığında, günümüzde genel olarak çocuğun
önde gelen menfaati evlat edinme konusunda temel ilke olarak kabul edilmekte ve
evlat edinmeye ilişkin hukuki düzenlemeler bu yönde geliştirilmektedir. Buradan
hareketle, evlat edinme öncelikle evlât edinen ile küçükler arasında kurulan,
küçüklerin maddi ve manevi gelişimleri, bakım, eğitim ve korunma ihtiyaçları,
gelecekleri, sosyal ilişkileri, inanç ve ahlaki yargılarının biçimlenmesi
konularında yaşamsal yetkiler sunan ve bu ilişkiyi mümkün olduğunca aralarında
doğal soybağı bulunan anne, baba ve çocuk ilişkisinde olduğu gibi
gerçekleştirmeyi amaçlayan bir kurumdur. Ergin kişiler yönünden ise evlâtlık
ilişkisi bakım, yardım ve korunma gibi ihtiyaçların ortaya çıktığı istisnai
durumlar için tesis edilebilmekte ve küçüklerin evlât edinilmesine oranla daha
sıkı koşullarda gerçekleşebilmektedir.
18. Evlat edinmeye ilişkin hukuki düzenlemeler Anayasa’nın 41.
maddesine uygun olarak Devletin ailenin korunmasına ilişkin yükümlülüğünün bir
gereğidir. Bu düzenlemeler çocuğun korunması, özellikle bir aile düzeninden
yoksun çocukların uygun ortamlarda himayesi amacına yönelik olduklarından ve
soybağına ilişkin bulunduklarından kamu düzeniyle yakından ilgilidir.
19. 743 sayılı mülga Kanun’da, hâkimin izni ve belirlenen
şekil şartlarına uygun olarak irade beyanlarının sözleşme ilişkisi çerçevesinde
ortaya konulması yoluyla kurulan evlatlık ilişkisi, 4721 sayılı Kanun’da köklü
değişikliklere uğramış; kuruluş aşamasından itibaren kamusal niteliği ağır
basan, mahkeme kararıyla kurulabilen ve yine belli şartların varlığı halinde
ancak mahkeme kararıyla kaldırılabilen bir müesseseye dönüştürülmüştür. 4721
sayılı Kanun ile evlatlık ilişkisinin meydana getirdiği soybağı ve hısımlık
ilişkisi, mümkün olduğu kadar doğal soybağına benzetilmek ve yaklaştırılmak
istenmiştir. Bu bakımdan anne, baba ve çocuk arasındaki doğal soybağı ilişkisinin
kaldırılması mümkün olmadığı gibi evlatlık yoluyla kurulan soybağı ilişkisinin
de ilke olarak sonlandırılmaması öngörülmüştür.
20. 4721 sayılı Kanun’da evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına
ilişkin hükümlere yer verilmiş ve bu kapsamda rızanın bulunmaması sebebiyle
evlatlık ilişkisinin kaldırılması Kanun’un 317. maddesinde, diğer noksanlıklar
sebebiyle evlatlık ilişkisinin kaldırılması Kanun’un 318. maddesinde
düzenlenmiştir. Kanun’un 318. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen itiraz
konusu kuralda, evlat edinmenin esasa ilişkin diğer noksanlıklarla sakat olması
halinde ilişkinin kaldırılmasının istenebileceği belirtilmektedir. Rızanın
bulunmaması dışında evlat edinmeyi sakatlayacak esasa ilişkin noksanlıkların
neler olduğu kuralda tek tek belirtilmemiştir. Ancak 4721 sayılı Kanun’un evlat
edinmeye ilişkin 305. ve devamı maddelerinde evlat edinmenin şartları emredici
nitelikteki hükümlerle düzenlenmiştir. Bu kapsamda, 4721 sayılı Kanun’da
evlatlık ilişkisinin kaldırılması ancak ilişkinin kuruluşu aşamasına ilişkin
olarak Kanun’da sayılan sebeplerle sınırlı biçimde kabul edilmiştir. Çocuğun ve
ailenin korunması ilkesinden hareketle, evlat edinme ile kurulan soybağının
mümkün olduğu ölçüde doğal soybağına benzetilmesi ve yakınlaştırılması
amaçlandığından, kanun koyucu usulüne uygun olarak kurulmuş bir evlatlık
ilişkisinde sonradan ortaya çıkabilecek olumsuzluklar nedeniyle ilişkinin sonlandırılmasına
olanak veren bir düzenlemeye yer vermemiştir.
21. Anayasa’nın 41. maddesi ile bağlantılı olarak, evlatlık
ilişkisinin kaldırılması sebeplerinin ilişkinin kuruluşundaki birtakım
noksanlıklarla sınırlandırılması ve evlatlık ilişkisinin usulüne uygun olarak
kurulmasından sonraki süreçte ortaya çıkabilecek olumsuzluklar nedeniyle
ilişkinin sonlandırılmasının istenememesi tarafların hak arama
hürriyetine bir sınırlandırma getirmektedir. Nitekim evlatlık
ilişkisinin kaldırılması sebeplerini kuruluşundaki noksanlıklarla sınırlandıran
itiraz konusu kural; usulüne uygun kurulmuş bir evlatlık ilişkisi ile
oluşturulan soybağının, aralarında doğal soybağı bulunan anne, baba ve çocuk
ilişkisinde olduğu gibi kalıcı olmasını, bunun bilincinde olan taraflarca
ilişkinin ve oluşturulan aile ortamının istikrarlı bir şekilde sürdürülmesini,
evlat edinilenin himaye edileceği kalıcı bir aile ortamının sağlanmasını ve
bunun sonucunda toplumsal huzurun korunmasını amaçlayan koruyucu bir düzenleme
olup kamu yararına yöneliktir. İtiraz konusu kuralın çocuğu ve aileyi korumayı
hedeflediği dikkate alındığında, müdahalenin demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmadığı açıktır. Bu nedenle evlatlık ilişkisinin
kaldırılmasına ilişkin dava açma hakkının kapsamına ilişkin itiraz konusu
kural, Anayasa’nın 41. maddesindeki ailenin ve çocuğun korunmasına ilişkin
hükümlere uygundur. Bununla birlikte düzenlemenin ölçülü bir sınırlama
niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir.
22. İtiraz konusu kural kapsamında hak arama hürriyetine getirilen
sınırlandırma yalnızca evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını talep hakkıyla
sınırlı olup ilişkinin devamı sürecinde yaşanan bazı olumsuzluklar sebebiyle
tarafların başvurabilecekleri başka hukuki imkânlar bulunmaktadır. Bu bakımdan
evlatlık ilişkisi devam etmekle birlikte evlat edinenin miras hukukuna ilişkin
düzenlemeler kapsamında şartların gerçekleşmesi halinde evlatlığı mirasçılıktan
çıkarmasına bir engel bulunmadığı gibi evlatlığın menfaatlerinin korunması
bakımından velayet hakkının kullanımı yönünden hakimden gerekli önlemlerin
alınmasının istenmesine, şartların gerçekleşmesi halinde velayetin
kaldırılmasına da bir engel bulunmamaktadır. Velayet kaldırılsa dahi evlatlık
ilişkisi devam edeceğinden evlat edinenin bakım ve eğitim giderlerini karşılama
yükümlülüğü de kural olarak devam edecektir. Bu bakımdan itiraz konusu
düzenleme hak arama hürriyetinin özüne dokunacak bir sınırlama
getirmemekte, hakkın kullanımını ortadan kaldırmamakta veya
güçleştirmemektedir. Bu nedenle itiraz konusu kural ile getirilen sınırlamanın
ölçüsüz olduğu söylenemez.
23. Diğer taraftan Anayasa’nın 41. maddesi
kapsamında getirilen düzenlemenin birey hakları ile kamu yararı
arasında açık bir dengesizlik yarattığı da söylenemez. İtiraz konusu kural,
evlat edinme ile kurulan soybağının aralarında doğal soybağı bulunan anne, baba
ve çocuk ilişkisinde olduğu gibi kalıcı olmasını, ilişkinin ve oluşturulan aile
ortamının istikrarlı bir şekilde sürdürülmesini amaçladığından itiraz konusu
kuralın gerekli, ulaşılmak istenen amaç ile orantılı ve amacı gerçekleştirmeye
elverişli olduğu açıktır.
24. Açıklanan nedenlerle kural “…her ilgili…” ibaresi
yönünden Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 41. maddelerine aykırı değildir. İtirazın
reddi gerekir.
25. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Celal Mümtaz AKINCI ile Hasan
Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
26. Kuralın Anayasa’nın 5. ve 12. maddeleri ile ilgisi
görülmemiştir.
B. Kanun’un 319. Maddesinin İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
27. Başvuru kararında özetle, evlatlık ilişkisinin
kaldırılmasına ilişkin dava açma hakkının ilişkinin kaldırılması sebebinin
öğrenilmesinden itibaren bir yıllık süre ile sınırlandırıldığı, evlatlık
ilişkisinin usulüne uygun olarak kurulmasından sonra gerçekleşebilecek bazı
sebeplerle ilişkinin kaldırılmasının mümkün olması halinde dava açmak için süre
sınırlaması getirilmesinin, Kanun’un 318. maddesinin birinci fıkrası için ifade
edilen aynı gerekçelerle Anayasa’ya aykırılık oluşturacağı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 5., 12., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
28. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 41. maddesi yönünden de incelenmiştir.
29. İtiraz konusu kuralda, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına
ilişkin dava hakkının, ilişkinin kaldırılmasını gerektiren sebebin
öğrenilmesinden itibaren bir yıl geçmekle düşeceği öngörülmektedir.
30. Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez
unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde
güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki işlem ve kuralların sürekli
dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar
ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile
hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge
gözetilmelidir.
31. Anayasa’nın 41. maddesi, ailenin Türk toplumunun temeli
olduğunu, eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirttikten sonra “Devlet,
ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilatı kurar.” diyerek aile kurumunu özel olarak düzenlemiş ve anayasal
güvenceye bağlayarak koruma altına almıştır.
32. İtiraz konusu kuralda evlatlık ilişkisinin kaldırılması için
öngörülen süre, hak düşürücü nitelikte olup yargılamanın her aşamasında hakim
tarafından resen dikkate alınacaktır. Bu nedenle Kanun’da öngörülen süre geçmiş
ise dava, hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddedilecektir.
33. Kuralda öngörülen dava açma süresi, yargılama usulüne ilişkin
olup kamu düzeniyle yakından ilgili bulunan soybağını ilgilendiren davalarda
dava açma süresini belirleme yetkisi Anayasa’daki kurallara bağlı kalmak ve
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla kanun
koyucunun takdirindedir.
34. Kanun koyucu, soybağı davalarında dava açma süresine ilişkin
hükümleri düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Ölçülülük ilkesi nedeniyle kanun koyucu, sınırlamadan
beklenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi
sağlamakla yükümlüdür.
35. İtiraz konusu kural ile getirilen süre sınırlaması,
evlatlık ilişkisinde çocuğun, ailenin ve kurulan soybağının devamlı olarak dava
tehdidi altında kalmasının engellenmesini, evlat edinme ilişkisine istikrar
kazandırılmasını, aile ve çocuğun korunmasını, ailenin ve toplumun huzurunun
bozulmasının önlenmesini amaçlamaktadır. Bu bakımdan itiraz konusu kural,
ailenin ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alma yönünde Devlete
yüklenen görevin gereği olup Anayasa’nın 41. maddesine uygun bir düzenlemedir.
36. İtiraz konusu kuralda, evlatlık ilişkisinin kaldırılması için
bir yıllık süre sınırlaması getirilmekle birlikte, ilişkinin kaldırılması
sebebinin öğrenilmesi bu sürenin başlangıcı olarak belirlenmiştir. Sürenin,
sebebin öğrenilmesinden itibaren başlaması, özellikle küçük yaşta evlat edinilenlerin
gerek kendilerinin ve gerek vesayet makamınca istek üzerine veya resen atanacak
kayyım aracılığıyla dava açabilecekleri zamana kadar dava haklarının ve hak
arama hürriyetlerinin korunmasını sağlayacak nitelikte bir düzenlemedir.
Ayrıca evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden itibaren
başlayan bir yıllık süre gerekli hazırlıkların yapılabilmesi ve dava hakkının
kullanılabilmesi bakımından yeterli, ölçülü ve makul bir süre olup hak arama
hürriyeti kapsamında mahkemeye erişim hakkını ölçüsüz bir şekilde
sınırlandırmamaktadır.
37. Öte yandan evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına ilişkin dava
hakkının bir yıl süre ile sınırlandırılması, evlat edinme ile ilgili olarak
ortaya çıkacak ihtilafların bir an önce ortadan kaldırılmasını, kamu düzeniyle
yakından ilgili bulunan evlatlık ilişkisinde çocuğun, ailenin ve kurulan
soybağının korunmasını, ilişkiye kalıcılık ve istikrar kazandırılmasını
amaçladığından ve ilişkinin sürekli dava tehdidi altında kalmasını
önlediğinden, itiraz konusu kuralın gerekli, ulaşılmak istenen amaç ile
orantılı ve amacı gerçekleştirmeye elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 41.
maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
39. Kuralın Anayasa’nın 5. ve 12. maddeleri ile ilgisi
görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun;
A. 318. maddesinin birinci fıkrasının “…her ilgili…” ibaresi
yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Celal Mümtaz AKINCI ile Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. 319. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
13.12.2017 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun evlat
edinmeye ilişkin hükümleri, Kanun’un 305-320. maddelerinde yer almaktadır.
Evlatlık ilişkisinin kaldırılması nedenleri, Kanun’un 317 ve 318. maddelerinde
tahdidi olarak belirlenmiş ve bunlar “rızanın bulunmaması” ve “diğer
noksanlıklar” şeklinde iki hal ile sınırlandırılmıştır. Buna göre, Türk
hukukunda, evlatlık ilişkisi bir kez kurulduğunda, sonradan ortaya çıkabilecek
olumsuzluklara, haklı nedenlere, hatta çocuğun üstün çıkarlarının gerektirmesi
haline bağlı olarak dahi sona erdirilememektedir.
2. İtiraz yoluyla Kanun’un 318. maddesinin birinci fıkrasının
iptalini isteyen Mahkeme, yapay bir ilişki olan evlatlık ilişkisinin, hiçbir
şekilde değiştirilemez bir olgu olan doğal (biyolojik) ana-baba ve çocuk
ilişkisiyle aynı imiş gibi düzenlenmesinin, Anayasa’nın 2., 5., 12., 13. ve 36.
maddelerine aykırı olduğunu öne sürmüştür.
3. Öncelikle, evlatlık ilişkisinin hiçbir nedenle sona
erdirilememesine yol açan kuralın eksik düzenleme değil, yasa koyucunun
bilinçli bir takdiri olduğuna işaret etmek gerekir. Kuralın iptali halinde yasa
koyucunun evlatlık ilişkisini, doğal soybağı ile eş tutan bir sistem dahilinde
yaptığı düzenlemenin bozulacağı, bu şekilde Anayasa Mahkemesinin yasa koyucu
gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis etmiş
olacağı ve yasa koyucuyu, benimsediği sistemi terk etmeye mecbur bırakacağı
ileri sürülebilecek ise de bu kaygıların geçerli olmadığı
belirtilmelidir. Zira yasa koyucunun, kuralın iptali halinde dahi önünde
çeşitli seçenekler bulunacak ve çocuğun üstün yararı gözetilerek, evlat edinen
ve evlat edinilen yönünden farklı hükümler getirebilecektir. Öte yandan, Medeni
Kanunda benimsenen sistem Anayasa’ya aykırılık içeriyorsa, değiştirilmesi
tabidir. Bu nedenle, Anayasa’ya aykırı sonuçlara yol açan veya kişilerin
anayasal güvence altında olan temel haklarını kullanılmaz hale getiren bir
düzenlemenin iptal edilmesinin, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisi içinde
bulunduğu tartışmasızdır.
4. İkinci olarak, itiraz yoluyla gelen Mahkeme her ne kadar
kuralın, Anayasa’nın 17. maddesine aykırılığını öne sürmemiş ise de esas
incelemenin, 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca Anayasa’nın 17. maddesi
yönünden de yapılması gerekir. Anayasa Mahkemesi, aşağıda belirtilen
kararlarında, soybağı ve babalık gibi müesseseleri Anayasa’nın 17. maddesiyle
doğrudan ilgili görmüş olup, yapay bir soybağı olan evlatlık ilişkisinin de
Anayasa’nın 17. maddesiyle ilişkili olduğu kabul edilmelidir.
5. Anayasa Mahkemesinin Esas: 2011/116, Karar: 2012/39
sayılı iptal kararının gerekçesinde aşağıdaki hususlar belirtilmiştir:
“Anayasa'nın 'Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî
varlığı' başlıklı 17. maddesinde, 'Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir' denilmektedir. Buna göre kişinin yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara karşı her türlü engelin
ortadan kaldırılması da devlete görev olarak verilmiştir.”
“Anayasa'nın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36. maddesinde,
herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı
ya da davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Maddeyle
güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir.”
“İtiraz konusu kuralda, çocuğa dava açmak için tanınan bir yıllık
sürenin haklı bir sebeple kullanılamaması durumunda bunun yerine bir aylık, çok
sınırlı bir ek süre öngörülmüştür. Hak düşürücü niteliğinden dolayı da çok
sınırlı olan bu sürenin geçmesinden sonra çocuk, babası ile arasında soybağını
kurma ve buna bağlı haklara sahip olma olanağını yitirecektir. Bu nedenle,
çocuğun maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkını ve hak arama özgürlüğünü
sınırlayan itiraz konusu kuralda öngörülen süre adil, ölçülü ve makul
değildir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2.,
17. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
6. Keza Anayasa Mahkemesinin Esas: 2010/71, Karar: 2011/143
sayılı kararda şu iptal gerekçelerine yer verilmiştir:
“Anayasa'nın 'Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî
varlığı' başlıklı 17. maddesinde, 'Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir' denilmektedir. Buna göre kişinin yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara karşı her türlü engelin
ortadan kaldırılması da devlete görev olarak verilmiştir. Güçlüler karşısında
güçsüzleri koruyacak olan devlet gerçek eşitliği sağlayacak, toplumsal dengeyi
koruyacak ve böylece sosyal niteliğine ulaşacaktır. Bu itibarla kişilerin
yaşayışlarına ilişkin yasal düzenlemeler 'yaşama hakkı ile maddî ve manevî
varlığını koruma hakları'nı önemli ölçüde zedeleyecek veya ortadan kaldıracak
kuralları içermemelidir.”
“Anayasa'nın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36.
maddesinde, herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları
önünde davacı ya da davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğu
belirtilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
İtiraz konusu kuralda, çocuk hakkındaki bir yıllık babalık davası
açma süresinin çocuğa doğumdan sonra hiç kayyım atanmamışsa, çocuğun ergin
olduğu tarihte işlemeye başlayacağı öngörülmektedir. Kuralda öngörülen dava
açma süresi, yargılama usulüne ilişkin olup, soybağı davalarında dava açma
süresini belirleyip belirlememe yetkisi, Anayasa'da belirlenen kurallara bağlı
kalmak ve adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla yasa
koyucunun takdirindedir.
Yasa koyucu, soybağı davalarında dava açma süresine ilişkin
hükümleri düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık'
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. 'Elverişlilik', getirilen kuralın,
ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, 'gereklilik', getirilen
kuralın, ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve 'orantılılık'
ise getirilen kural ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü
ifade etmektedir.
Ölçülülük ilkesi nedeniyle Devlet, sınırlamadan beklenen kamu
yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla
yükümlüdür. Anayasa'da düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkı ile Devlet'in herkesin maddi ve manevi varlığını
geliştirmesi için gerekli şartları hazırlama görevi göz önüne alındığında; kişi
evlilik dışı dünyaya gelse bile, ana babasını bilmek, babasının nüfusuna
yazılmak, bunun getireceği haklardan yararlanmak, ana ve babasından kendisine
karşı olan görevlerini yerine getirmelerini istemek gibi kişiliğine bağlı temel
haklara sahiptir.
İtiraz konusu kural ile çocuğun babalık davasını açma hakkının
hiç kayyım atanmamışsa ergin olduğu tarihten itibaren bir yıllık süre ile
sınırlandırılmasının gerekçesinin, davalı babanın sürekli olarak dava tehdidi
altında kalmamasını sağlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Davalı
babanın veya ailesinin uzun süre dava tehdidi altında bulunmaması, diğer yandan
da çocuğun ana babasını bilme, babasının nüfusuna yazılma ve hak arama
özgürlüklerinin zarar görmemesi amacıyla, her iki taraf açısından yasa
koyucunun süre koyma konusundaki takdir yetkisini makul bir süre olarak
belirlemesi gerekmektedir. Hak düşürücü niteliğinden dolayı itiraz konusu
kuralda öngörülen sürenin geçmesinden sonra çocuğun babası ile arasındaki
soybağını kurma olanağını yitirmesi hususu göz önüne alındığında, çocuk
hakkında hiç kayyım atanmamışsa ergin olduğu tarihten itibaren işleyecek olan
bir yıllık dava açma süresi yeterli ve makul olmadığı gibi, ölçülü de değildir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2., 17. ve
36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
7. Konuya ilişkin uluslararası düzenlemelere bakıldığında,
evlatlık ilişkisinin kurulduktan sonra bir daha ortadan kaldırılmamasını
öngören her hangi bir sözleşme veya AİHM kararı bulunmadığı görülmektedir. Pek
çok ülkede, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisindeki gibi, evlatlık ilişkisine daha
çok iradeye dayalı bir nitelik kazandırılmış ve bu ilişkinin haklı sebeplerin
varlığı halinde kaldırılabilmesi öngörülmüştür.
8. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun kabulünden sonra 2008
yılında akdedilen “Çocukların Evlat Edinilmesine Dair Avrupa Konseyi
Sözleşmesi” nin 8. maddesinde, her ne kadar sonraki evlat edinme (ikinci bir
evlatlık ilişkisi kurulması) ilke olarak yasaklanmış ise de, bunun da istisnası
öngörülmüş ve “sonraki evlat edinmenin ciddi nedenlerle adil bulunması
ve eski evlat edinmenin hukuka göre sona erdirilemediği durumlarda” yetkili
merciin kararıyla yeni bir evlatlık ilişkisi kurulması yolu açılmıştır.
Görüleceği gibi burada, ilk evlatlık ilişkisinin sona erdirilmesi konusunda
yetkili mercilere oldukça geniş bir takdir alanı bırakılmış, yani istisna hükmü
geniş tutulmuştur.
Aynı sözleşmenin evlat edinmenin geri alınması ve iptali kenar
başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrasında “evlat edinme, yalnızca
yetkili makamın kararı ile geri alınabilir ya da iptal edilebilir. En üstün
tutulacak unsur her zaman çocuğun çıkarıdır” denilmiş, aynı maddenin
ikinci fıkrasında da evlat edinmenin, “çocuğun ergenlik yaşına
varmasından önce, hukukun izin verdiği ciddi nedenlerle” geri
alınabileceği belirtilmiştir.
Buna göre, sözleşmede de evlatlık ilişkisi bir kez kurulduktan
sonra, çocuğun veya ailenin çıkarına hizmet etmese bile, taraflar hayatta
olduğu sürece muhafazasına her hangi bir mutlak değer atfedilmediği açıktır.
Aksine, ciddi sebeplerin varlığı ve çocuğun üstün yararının gerektirmesi
halinde bunun mümkün olması gerektiği, ancak ilgili düzenlemelerin kanunla
yapılmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
9. Mahkememizin, iptal isteminin reddine ilişkin çoğunluk
gerekçesinde Anayasa’nın 17. maddesindeki dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez
nitelikteki temel hakka kanunla yapılmış olan müdahale yönünden inceleme
yapılmadığı gibi, Anayasa’nın 36. maddesindeki hak arama hürriyeti yönünden
sınırlamanın ölçüsüz olmadığı değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, evlatlık
ilişkisinin devamı süresince tarafların başvurabilecekleri başka hukuki
imkanlar bulunduğu, evlat edinenin, şartları mevcutsa, mirasçılıktan çıkartma,
evlatlığın da velayet haklarının kullanımı bakımından hakimin müdahalesini
isteme gibi haklarını kullanabilecekleri, bu nedenle hak arama özgürlüğünün
özüne dokunulduğunun ve getirilen sınırlamanın ölçüsüz olduğunun
söylenemeyeceği ifade edilmiştir.
10. Ancak, bu değerlendirme, Anayasa Mahkemesinin yukarıda 6. ve
7. paragraflarda belirtilen kararlarına uymadığı gibi, burada söz konusu olan
hakların kapsamının da farklı olduğu hususu gözardı edilmektedir. İptali
istenen kuralla müdahale edilen, mirastan mahrum bırakma veya velayetin
alınmasını isteme hakkı değil, doğrudan doğruya evlatlık ilişkisinden doğan
soybağını mahkeme önüne getirebilme hakkıdır. Diğer hakların kullanılması,
tarafların maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin yeterli bir güvence
oluşturmayabilir. Özellikle evlatlık ilişkisinin, çocuğun cinsel istismarı,
suça itilmesi, angarya ve kötü muamele hatta işkence gibi çok ağır durumların
ortaya çıktığı ve telafi edilemez biçimde zarar gördüğünün açık olduğu hallerde,
sadece mirastan mahrumiyet veya velayetin alınması yollarıyla dengelenmesi
mümkün değildir. Bu nedenle kural, Anayasa’nın 17. maddesine aykırıdır.
11. Mevcut düzenlemelere göre velayet ilişkisinin
kaldırılması için mahkemeye başvurma imkanı bulunmayışı, adil yargılanma hakkı
kapsamındaki mahkemeye erişim hakkına yapılmış, ölçüsüz ve zorunlu olmayan bir
müdahaledir. Bu nedenle kural, Anayasa’nın 36. maddesine de aykırıdır.
12. Konunun, Anayasa’nın 41. maddesiyle ilgisi
bulunmamaktadır. Ailenin ve çocuğun korunmasına yönelik maddenin, evlatlık
ilişkisinin geri alınamamasına veya yapay bir soybağı ilişkisi olan evlatlık
ilişkisine biyolojik soybağı niteliği kazandırılmasına dayanak teşkil edecek
her hangi bir yönü yoktur.
13. Açıklanan nedenlerle iptal istemine konu kanun
hükmünün, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
düşünülmektedir.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
İtiraz yoluyla iptali istenen kural, 4721 sayılı Türk Medeni
Kanununun 318. maddesinde düzenlenen; “Evlat edinme esasa ilişkin diğer
noksanlıklardan biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgili evlatlık
ilişkisinin kaldırılmasını isteyebilir” hükmü olup, Mahkememizce kural,
maddedeki ‘her ilgili’ ibaresi yönünden incelenmiş ve çoğunluk tarafından iptal
istemi reddedilmiştir. Kuralın reddi görüşüne aşağıda yazılı gerekçelerle
iştirak etmemekteyiz.
4721 sayılı Kanun 2001 yılında kabul edilirken evlatlık kurumu
mülga 743 sayılı Kanundan farklı bir biçimde, anne-çocuk arasındaki doğal
soybağına benzetilmiş ve bir kez kurulduktan sonra bu bağın artık
çözülemeyeceği esası kabul edilmiştir. Yine, önceki düzenlemeden farklı olarak
evlatlık kurumu sözleşme ilişkisi olarak ele alınmayıp, küçüğün yararını esas
alan ve mahkeme kararıyla kurulabilen bir aile hukuku kurumu olarak
değerlendirilmiştir. Bu nedenle, mülga kanunda yer alan, tarafların rızaları
ile ilişkiye son vermeleri veya haklı nedenlerin bulunması durumunda mahkeme
kararıyla evlatlık ilişkisinin kaldırılması (743/m.258) gibi dava yollarına yer
verilmemiştir.
TMK’nın 317. maddesinde evlatlık ilişkisini sona erdiren ‘rıza
yokluğu’ nedeni düzenlenmiş ve 318. maddede ise 305. maddeyle bağlantılı olarak
yalnızca evlatlık ilişkisinin kurulması anına kadar olan şartlara ilişkin
‘diğer nedenler’ ortadan kaldırma nedeni olarak sayılmıştır. Dolayısıyla,
305/2. maddedeki ‘küçüğün yararı’ esası dahi evlatlık bağının kurulma anıyla
sınırlı olarak dava nedeni teşkil edebilir. Bu anlamda örneğin, küçüğün
emeğinin sömürülmesi amacıyla evlatlık ilişkisinin kurulmak istenildiği
sonradan anlaşılmışsa bu durumun 318. maddeye göre dava nedeni oluşturması
mümkündür. Buna karşın başlangıçta küçüğün menfaatine aykırı bir amaç
bulunmamakla birlikte sonraki yıllarda evlat edinenin küçüğe uzun süre eziyet
ettiği tespit edildiği bir durumda evlatlık bağının çözülmesi için bir dava
yolu öngörülmemiştir. Esasen kimi durumda haklı nedenler evlat edinen yönünden
de oluşabilir. Önceki kanunda yer alan, evlatlık bağının haklı nedenlere dayalı
olarak ortadan kaldırılması yolunun yeni kanuna alınmaması karşısında bu
tercihin bilinçli olarak yapıldığı da anlaşılmaktadır. İsviçre hukukuyla
benzeşen bu düzenlemeye karşın Alman hukukunda çocuğun yararının gerektirdiği
haklı nedenlere dayalı olarak evlatlık bağının kaldırılması yolu bulunmaktadır.
Doktrinde, olması gereken hukuk açısından hukukumuzda da haklı nedenlere dayalı
dava yolunun bulunması gerektiği ifade edilmektedir (bkz. Murat Aydoğdu, Çağdaş
Hukuki Gelişmeler Işığında Evlat Edinme, İzmir 2006, s. 736; A. Cemal Ruhi,
Türk Hukukunda Evlat Edinme ve Evlat Edinme ile İlgili Yabancı Mahkeme
Kararlarının Türkiye’de Tanınması, 2.B. Ankara 2003, s. 69). Hukukumuzda
evlatlığın asıl ailesiyle olan soybağının devam ediyor olması karşısında,
evlatlık bağının çözülmesinin hukuk düzeni yönünden yol açacağı bir sakınca da
bulunmamaktadır.
Toplumsal ihtiyaçlara göre belirli bir hukuki kurumun düzenlenmesi
yasama organının takdiri içerisindedir. Buna karşın yasama organı bu
düzenlemeler sırasında tamamen sınırsız olmayıp, Anayasal ilkelere uygun
davranılması gerekmektedir. Bu anlamda evlatlık kurumuna ilişkin sistem tercihi
de elbette yasama organının takdirine girmektedir. Fakat incelenen kuralın
anayasal ilkeler yönünden değerlendirilmesi de Mahkemenin yargı yetkisi
içerisindedir. Başka bir ifadeyle söz konusu yasal düzenlemeler diğer anayasal
ilkelere aykırı düşmemeli ve bu arada Anayasanın 13. maddesi uyarınca kişilik
haklarına ölçüsüz bir müdahale oluşturulmamalıdır. Örneğin benzer bir kuralı
incelerken AYM “Yasa koyucu soybağı davalarında dava açma süresine ilişkin
hükümleri düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır” demek suretiyle bu hususa işaret etmiştir; AYM 27.10.2011,
2010/71 E.-2011/143 K.
Evlatlık bağının çözülmezliği ilkesinin esas alınması noktasında
anayasal ilkelere bir aykırılığın bulunduğunu düşünmemekteyiz. Bu anlamda
evlatlık kurumunun sözleşme hukuku alanından çıkartılıp aile hukuku alanına
dahil edilmesi ve rızaya bağlı olarak ilişkinin ortadan kaldırılmasına imkan
tanınmamasının da anayasal bir sorun teşkil etmeyeceği söylenmelidir. Esasında
özellikle küçüklerin evlat edinilmesi durumunda, reşit olduktan sonra bu
konudaki rızasına hukuki bir değer tanınmaması, küçüğün kişilik hakkını
sınırlayan bir müdahaledir. Fakat, aile kurumunun ve bakılıp gözetilmesi,
eğitimi gibi nedenlerle küçüğün menfaatlerinin korunmasına olan ihtiyaç
dolayısıyla böyle bir sınırlamanın demokratik toplumda gerekli ve ölçülü
olduğunu kabul etmek gerekir.
Buna karşın evlat edinenin bir süre sonra evlatlığa sürekli eziyet
etmesi gibi bir örnekte, belki velayetin kaldırılması ve cezai yaptırım
uygulanması gibi hukuki yollara başvurulabilir ise de evlatlığa bu ilişkiyi
çözdürme imkanı tanınmamasının, gereklilik ve ölçülülük testi bakımından soruna
neden olacağı söylenmelidir. Gerçekten böyle bir örnekte, velayet yetkisi bu
kişiden alınmış olsa dahi yıllarca eziyet veya cinsel istismara uğramış bir
evlatlığın, bu ağır suçun faili ile aile bağını sürdürmek zorunda
bırakılmasının demokratik toplumun zorlayıcı bir ihtiyacını karşıladığını ve
ölçülü olduğunu kabul etmek mümkün görünmemektedir. Bu düşünceye karşı, “kanun
koyucunun evlatlık ilişkisini doğal soybağı ilişkisiyle bir tutmak istediği ve
bu tercihin de takdir alanı içinde olduğu” itirazında bulunulabilir. Yukarıda
açıklandığı üzere kanun koyucunun bir hukuki rejim yönündeki tercihiyle ilgili
bir sorun görmemekteyiz. Fakat tercih edilen hukuki rejimin, tarafların kişilik
haklarını ölçüsüz biçimde sınırlandırmaması da gerekir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi Anayasanın 17. maddesinde yer alan
“maddi ve manevi varlığını koruma” hakkının devredilmez, vazgeçilmez temel
haklardan olduğunu ve bu haklara karşı her türlü engelin ortadan
kaldırılmasının da devlete görev olarak verildiğini” ifade ettikten sonra,
TMK’nın 303. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin mazeret
nedeniyle aşılması durumunda, mazeretin ortadan kalkmasından sonra verilen ek
bir aylık süreyi değerlendirmiş ve çocuğun maddi-manevi varlığını geliştirme ve
hak arama haklarıyla bağlantılı olarak, kuralda belirlenen kısıtlı sürenin
ölçülü olmaması nedeniyle 4. fıkranın çocuk yönünden iptaline karar vermiştir;
AYM 15.3.2012, 2011/116 E. – 2012/39 K.; RG. 21.07.2012-28360.
Mahkememiz TMK’nın 319. maddesinde evlatlık ilişkisinin
kaldırılmasına yönelik dava hakkı için öngörülen 5 yıllık hak düşürücü süreyi
iptal ederken de haklı nedenlerin 5 yıldan sonra öğrenilmiş olmasına ilişkin
mazeret nedenlerini dahi incelemeye gerek görmeden davanın reddini gerektiren
kuralı, Anayasanın 2, 13 ve 36. maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir; AYM
27.12.2012, 2012/35 E.- 2012/203 K.
Doğal soybağı ilişkisi anne ve çocuk arasında doğumla, baba ile
ise evlilik ve tanıma ile kazanılmaktadır (TMK m.282). Anne ve baba ile doğumla
oluşan doğal soybağı ilişkisinin çözülememesi yerinde olduğu gibi, doğuştan
kazanılan bu bağın hukuken ortadan kaldırılması da mümkün olmamalıdır.
Evlatlık hukukuna bağlı soybağı ilişkisinin bu kuruma benzetilmek istenilmesi
de yasal bir tercih konusudur. Ancak, küçüğün menfaatleri gereği hukuk
düzenince türetilen bir kurum yoluyla kabul
edilen evlatlık bağının, haklı nedenlerin varlığı halinde dahi çözülmesinin
yasaklanması kişilik haklarını zedeleyecektir. Özellikle belirttiğimiz örneklerdeki
gibi bir durumda evlatlığın, üzerinde kalıcı psikolojik travma oluşturabilen
eylemlerin failiyle arasındaki mevcut soybağını sürdürmeye mahkum edilmesi,
Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına ölçüsüz bir müdahale oluşturmaktadır. Yine aynı örnekler
bakımından haklı nedenlerin varlığına karşın, evlatlığa bu ilişkiyi sona
erdirebilecek idari veya yargısal bir yolun tanınmaması hak arama hürriyetini
de ölçüsüz biçimde sınırlandırmaktadır.
Açıkladığımız hukuki gerekçeler karşısında, haklı nedenlerin
varlığı halinde dahi evlatlık bağının ortadan kaldırılması yolunun tanınmaması
nedeniyle kuralın Anayasanın 17, 36 ve 13. maddelerine aykırı düştüğü ve
evlatlık ile evlat edinilenin kişilik haklarını ölçüsüz biçimde sınırlandırdığı
kanaatinde olduğumuzdan, çoğunluğun oy ve gerekçelerine katılamamaktayız.
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|