Esas Sayısı : 2016/54
Karar Sayısı : 2016/117
“…
TBMM Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu kabul etmiştir.
Madde şu şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C.Anayasası 83/2’nin
birinci cümlesi ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. “
Söz konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların
kaldırılmasıdır. “Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter
demokrasiler için son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa
Konseyi bünyesindeki “Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik
Komisyonu), bu korumun önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu
raporda, milletvekili dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden
koruması için getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona
göre dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal
tehditlerden korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması,
seçmenlerin iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin
cezalandırmaları için yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı
kurmasının önlenmesi ve bu bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi
işlevler görmektedir. Hukuk devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler
ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan Haklan Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında,
milletvekilinin kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin
reddedilmesi üzerine mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu
kararda özetle ve önemle:
“…AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis’in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç unsurunu
teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta ve
böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM’nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)...” şeklinde hüküm kurmuştur.
Yine İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama
bağışıklığından yararlandırılmasını, hakarete uğradığım iddia eden kişinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama
dokunulmazlığına, demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili
dokunulmazlığının, Türkiye gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam
olarak kurtulamamış ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok
özel bir anlam taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu
ise; gündelik siyasetin (politics) hezeyanlarının dışında durarak
anayasal siyasaların (policy) takipçisi olması gereken ve demokratik
konsolidasyonun sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen
anayasa mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması
sürecinde anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da
özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasasındaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (...) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar. “
İlk kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde
düzenlenen “bu
hükmün konulmasından maksadın, çoğunluğun mücadeleci mensuplarını ezmek
düşüncesiyle başvurabileceği birtakım hareketlere hukukî engel koymak” olduğu söylenmiştir.(8) Maddenin 1982 Anayasası döneminde de
“aynen korunmuş” olduğu, 1995 yılında yapılan değişiklik sırasında da “çoğunluğun
yanlış bir karar vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin
zor durumda kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu” ifade edilmiştir.
Buna göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı
AYM’ye başvuru yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam
taşımaktadır. Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı
organlarının üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi
tanınmakla kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik
konsolidasyonun supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması
öngörülmüştür. Bu bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı
yapılan başvurulara, sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik
işlevi dikkate alarak yaklaşması gerekmektedir.
II. Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu
Kapatmış Mıdır?
6718 sayılı anayasa değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya
bir hüküm eklenmesi yani Anayasanın 83 ‘üncü maddesine bir istisna getirilmesi
suretiyle dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85’inci maddesinin
uygulanma kabiliyeti kalmamaktadır.” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak; Anayasa’nın 85’inci
maddesinde geçen “karar” kavramının anlamı, dar ve geniş şekilde anlaşılabilir.
“Karar” kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu ifadeden “parlamento
kararı” anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde yaklaşılması,
Anayasa’nın sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir yaklaşım,
tutarlılık adına, Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar” kavramlarının
da “parlamento kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır. Bu durumda
örneğin, Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri arasında
sayılan “para basılmasına karar vermek”, “genel ve özel af ilânına karar
vermek” gibi yetkilerin “parlamento karan” yoluyla kullanılması gerekecektir.
Oysa doktrinde ve uygulamada, bu maddelerde geçen “karar” kavramlarının
“TBMM’nin irade açıklaması” anlamına geldiği kabul edilmektedir. Bu nedenledir
ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme yönünde bir irade ortaya koymak istediğinde
bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak suretiyle de kullanılabilmektedir. O halde
Anayasa’nın sistematiği gereği “karar” kavramı, her zaman dar anlamda
“parlamento kararı”nın değil, bazen geniş anlamda “irade açıklamasını iade
etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen “karar” kelimesinin de “irade
açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın sistematiğine uygun olacaktır.
Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını,
20/05/2016 tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur.
Dolayısıyla bu bir karardır; bu karar ile birlikte, dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaları için
öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak-, “Anayasa değişikliği”
kavramının anlamının somut olay bakımından incelenmesi gerekir. “6718 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
niteliği, şeklî ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî yaklaşım, usulüne
uygun surette yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar. Maddi yaklaşım ise
normun adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un
“anayasa değişikliği” olarak adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu
değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md.
175/1 ‘e göre anayasa değişiklikleri, gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016
tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında
olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve
izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli
oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi,
herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md.
94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan
Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama
çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin
Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz,
TBMM Genel Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir
irade açıklamasıdır. TBMM Genel Kumlu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde
söz konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento
kararı” olduğunu söylemek gerekecektir.
6718 sayılı Kanun’a maddi açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta
Anayasa yargısının önde gelen ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan
haklarının korunması konusundaki etkili mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve
kavramlara şeklî olarak değil, maddi olarak yaklaştığı dikkate alındığında, bu
yaklaşımın karşılaştırmalı anayasa hukuku yönünden de anlamlı olduğu
söylenebilir. Nitekim aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin geçmiş kararlarında da söz
konusu olmuştur. AYM, ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi,
maddi bir yaklaşımla “eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye
tabi tutmuştur. AYM, benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne
gelen normun isminin “Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına
belirleyici bir önem atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin
içeriğine bakarak, söz konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde
Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı
sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento kararı” ve “kanun” kavramları arasında
maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre parlamento kararı,
meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine ilişkin tasarrufları ifade
etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük, genel, soyut, kural-işlemleri
anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi üyeleriyle ilgili tasarruflarım
parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük tasarruflarım ise kanun şeklinde
düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde meclisin kendisiyle ilgili bir kararı,
“kanun” şeklinde alması, bu karara Cumhurbaşkanının (yürütme erkinin)
katılmasını gerektirecektir. Öte yandan, kanunla düzenlenmesi gereken bir
konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu
düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki olasılık da erkler ayrılığı
ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM, kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile
ilgili bir karar almıştır. Bu karar, erkler ayrılığı ilkesi gereğince
Yürütmemin katılımına açık değildir. Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan
bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili (meclisin özerkliği ile ilgili) olması
nedeniyle maddi anlamda parlamento kararıdır.
Özetle, AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle
ilgili olarak iki önemli değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1) Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş
şekilde anlaşılabilir. Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade
açıklaması” şeklinde kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde
yoluyla açıklanan dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı denetim
yapılmalıdır.
(2) “Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento
kararı” şeklinde yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un “parlamento kararı” niteliği
taşıyıp taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
- Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği
usulüne uygun çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun,
“anayasa değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz
konusu düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
- Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik
itibariyle parlamentonun kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik
taşıdığı görülecektir. Bu norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi
anlamda bir parlamento kararıdır.
Sonuç itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir.
85’inci maddede öngörülen başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi
bir yaklaşım, milletin seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini
yerine getirmesine engel olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı
anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik
devlet ve hukuk devleti ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın
4’üncü maddesi, hem de AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin
vermemektedir.
III. Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını
Hangi Yönlerden ve Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın 85. maddesi, bir milletvekilinin yasama
dokunulmazlığının kaldırılması kararının iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurabilmesini öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması kararını Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını
inceler. Mahkeme’nin bu konudaki içtihadına bakıldığında konuyu, “usule
ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık iddiaları yönlerinden incelediği
görülmektedir.
Usule ilişkin inceleme yaparak iptal kararı verdiği
bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararıdır. AYM,
bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya uygun şekilde kurulmadığını
tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun usulüne uygun kurulmamış olması
ile hiç kurulmamış olması aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel
Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak olan Karma Komisyon Raporunun,
hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel Kurul tarafından kabul edilmiş
olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine aykırı bulmuştur. Bu nedenle de
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararım iptal etmiştir.
Esasa ilişkin inceleme konusunda ise AYM’nin dört
denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir. Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği,
(b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı, (c) İsnat Edilen Eylemin
Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve Haysiyetinin Korunması
kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı kriter, isnadın
ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel tespiti şu şekildedir:
“Bir
sonuca varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda
yapılacak inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin
takdiri, hükme yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini
araştıran ve ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada
yapılacak inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil,
yalnızca suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan
bahsedebiliriz:
Birinci olarak, Selim Sadak’ın
dokunulmazlığının kaldırılması kararma karşı yapılan başvuruda AYM, isnat
edilen suçun, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde öngörülen
“Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi Şahsiyetini,
Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini veya Adliyenin
Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği iddiasına
dayandığım tespit etmiş ve “Selim Sadak’a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa’nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir. “ sonucuna ulaşmıştır.
İkinci olarak; Osman
Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararma karşı yapılan başvuruda AYM, “Osman Köksal’a
yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Tağyir ve Tebdil ve bu yasa ile
kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan mene
cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak kurmak’ isnadının ciddiliği görüşüne
desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak bulunduğu ortadadır. Başka bir
deyimle incelemeler, Cumhuriyet Senatosunun Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi
Osman Köksal’a yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın
ciddî olmadığı sonucuna vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman Köksal’a ilişkin
bölümünün Anayasa’nın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü olarak; benzer
nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararma karşı yapılan
başvuruda AYM, “yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dayanaklık eden soruşturma dosyasından
çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem
Acuner’e yöneltilen ‘Silâhlı isyana teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir
sınıfın öteki sınıflar üzerinde tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu
iktisadi ve sosyal temel düzeni devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk
Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet
Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının
ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan çok uzak
bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve tartışmayı gerektirmeksizin
kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî Üyesi Ekrem Acuner’e
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol
açan isnadın ciddi olmadığı sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel
Kurulunun inceleme konusu 2/7/1971 günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle
Anayasanın 79. maddesinin ereğine ve Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140.
maddesine aykırıdır, kararın Anayasanın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi
gerekir. “
Yukarıdaki örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM,
Selim Sadak kararı örneğinde olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını
içeren fezlekelere dayanan yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını,
“yasama dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette”
görmemektedir. 2) Diğer suç isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten
sonra, Osman Koksal ve Ekrem Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı
ciddi olmadığı tespitini yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararını iptal edebilmektedir.
Buradan çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83.
maddesinin 1. fıkrasında yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip
girmediğini zımnen incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini
düşündüğü suç isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718
sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunun,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu
yaratır.(23) Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya
konulduğu gibi, bu tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa
kavuşturulabilir.(24) Somut olayda AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili
dokunulmazlığını, örneğin yüz kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için
kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar için sorumsuzluğun devam ettiğini
belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik sağlayacaktır. Böyle bir
belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına gelecek, savcılıklara ve derece
mahkemelerine yol gösterici nitelik taşıyacaktır.
IV. Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması Anayasa ve Meclis içtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili sıfatıyla T.C.Anayasası ile taşımakta olduğum yasama
dokunulmazlığı, üç fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: (i) İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 2013/88094 numaralı soruşturmaya dayanan 24.12.2013 tarihli ve
2013/311 numaralı fezleke (ii) Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/65040
numaralı soruşturma dayanan 2015/244 numaralı fezleke (iii) Diyarbakır
Başsavcılığının 28.03.2012 tarihli 2012/530-2 sayılı fezleke.
Usul yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda
Anayasa ve Meclis İçtüzüğü hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar
kurulmadan ve Karma komisyon raporu ‘ oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan,
hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı
kaldırılmıştır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması,
Komisyonlarda ve Meclis Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan
kaldırdığı gibi, Meclisin her bir isnadın ciddiliğim oylama sonucu karara
bağlama yetkisini de ortadan kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları
ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma
hakkım ortadan kaldırılmak suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda
yetkilerini kaldıran aynı tasarruf yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik
devlet ilkesinin eylemli bir şekilde değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu
nedenlerle hakkımdaki her üç fezlekedeki suç isnatları hakkında yasama
dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2. maddesine aykırıdır.
Esas yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımdaki birinci fezleke (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2013/88094 numaralı soruşturmaya dayanan 24/12/2013 tarihli ve 2013/311
numaralı fezleke) hakaret, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü katılma
suçuna; ikinci fezleke (Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/65040 numaralı
soruşturma dayanan 2015/244 numaralı fezleke) Cumhurbaşkanı’na hakaret suçuna
ilişkindir.
Bu iki fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde
güvence altına alman düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında
değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin yukarıda geçen Selim Sadak karan göz
önünde tutulduğunda, bu fezlekelerde yer alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın
kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu
fezlekelerde isnat edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır.
Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte
olduğu dikkate alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için
getirdiği istisnanın bu suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Hakkımdaki üçüncü fezleke (Diyarbakır Başsavcılığının 28.03.2012
tarihli 2012/530-2 sayılı fezleke) görevi kötüye kullanma suçuna ilişkindir.
Somut olayda dosya incelendiğinde, görevi kötüye kullanma suçu isnadının
“ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak
bulunduğu ortadadır. “ Aksi takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik
taşımayan isnatlar karşısında yasama görevlerini yerine getiremez hale
gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ VE TALEP :
T.C. Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama
dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la (i)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/88094 numaralı soruşturmaya dayanan
24.12.2013 tarihli ve 2013/311 numaralı, (ii) Bakırköy Cumhuriyet
Başsavcılığının 2015/65040 numaralı soruşturma dayanan 2015/244 numaralı ve
(iii) Diyarbakır Başsavcılığı’nın 28.03.2012 tarihli 2012/530-2 numaralı
fezlekeler (tarafıma tebliğ edilmemiş başkaca fezlekeler var ise onları da
kapsar nitelikte) yönünden kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi
kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili
kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85
nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve
bağlı sonuçları için ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar
verilmesini arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/55
Karar Sayısı : 2016/48
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir. Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının dışında durarak anayasal siyasaların
(policy) takipçisi olması gereken ve demokratik konsolidasyonun
sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen anayasa
mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması sürecinde
anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da özel bir
yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa
Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
İlk
kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün
konulmasından maksadın, çoğunluğun mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle
başvurabileceği birtakım hareketlere hukukî engel koymak” olduğu
söylenmiştir. Maddenin 1982 Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu,
1995 yılında yapılan değişiklik sırasında da “çoğunluğun yanlış bir karar
vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor durumda
kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu” ifade
edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718 sayılı anayasa
değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83’üncü maddesine bir istisna getirilmesi
suretiyle dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85’inci
maddesinin uygulanma kabiliyeti kalmamaktadır.” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak;
Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen “karar” kavramının anlamı, dar ve geniş
şekilde anlaşılabilir. “Karar” kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu
ifadeden “parlamento kararı” anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde
yaklaşılması, Anayasa’nın sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir
yaklaşım, tutarlılık adına, Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar”
kavramlarının da “parlamento kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır.
Bu durumda örneğin, Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri
arasında sayılan “para basılmasına karar vermek”, “genel ve özel af
ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento kararı” yoluyla
kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu maddelerde geçen
“karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına geldiği kabul
edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme yönünde bir
irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak suretiyle
de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği “karar”
kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş anlamda
“irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen “karar”
kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın sistematiğine
uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı
Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu karar ile birlikte,
dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne
başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak;
“Anayasa değişikliği” kavramının anlamının somut olay bakımından incelenmesi
gerekir. “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un niteliği, şeklî ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî
yaklaşım, usulüne uygun surette yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar.
Maddi yaklaşım ise normun adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kurulu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718 sayılı Kanun’a maddi
açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının önde gelen
ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması konusundaki etkili
mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak değil, maddi olarak
yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın karşılaştırmalı anayasa hukuku
yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin
geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM, ismen “parlamento kararı” olan
çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla “eylemli içtüzük değişikliği”
olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM, benzer şekilde, 1991 yılında
verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin “Olağanüstü Hal Kanun
Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem atfetmemiş; yine maddi bir
yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz konusu normun gerçekte Olağan
Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır. AYM’nin bu
yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento kararı” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule
ilişkin inceleme
yaparak iptal kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması karardır. AYM, bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya
uygun şekilde kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun
usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı anlama
gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak
olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel
Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine
aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını
iptal etmiştir.
Esasa
ilişkin inceleme
konusunda ise AYM’nin dört denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir.
Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği, (b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı,
(c) İsnat Edilen Eylemin Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve
Haysiyetinin Korunması kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı
kriter, isnadın ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel
tespiti şu şekildedir:
“Bir
sonuca varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda
yapılacak inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin
takdiri, hükme yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini
araştıran ve ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada
yapılacak inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil,
yalnızca suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci
olarak,
Selim Sadak’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, isnat edilen suçun, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde
öngörülen “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi
Şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini
veya Adliyenin Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği
iddiasına dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci
olarak;
Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, “Osman Köksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Tağyir ve
Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya
vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak kurmak’
isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak
bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler, Cumhuriyet Senatosunun
Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a yöneltilen ve dokunulmazlığının
kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı sonucuna vardırmaktadır. (...)
Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca
iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü
olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dayanaklık eden soruşturma dosyasından çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan
deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana
teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir sınıfın öteki sınıflar üzerinde
tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu iktisadi ve sosyal temel düzeni
devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl
eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde
ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek
bir nitelikte olmaktan çok uzak bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve
tartışmayı gerektirmeksizin kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî
Üyesi Ekrem Acuner'e yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan
isnadın ciddi olmadığı sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun
inceleme konusu 2/7/1971 günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79.
maddesinin ereğine ve Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır,
kararın Anayasanın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Köksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunun,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu yaratır.
Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu gibi, bu
tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut olayda
AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz
kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar
için sorumsuzluğun devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına
gelecek, savcılıklara ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik
taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C.Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, iki
fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
2015/29168 numaralı soruşturmaya dayanan 19.11.2015 tarihli ve 2015/13 numaralı
fezlekesi (TBMM soruşturma fezlekelerinin 3/396 Esasına kaydedilmiştir) (EK-1)
ve Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/553 Esas ve 2015/448 karar
numaralı durma kararı (TBMM soruşturma fezlekelerinin 3/653 Esasına
kaydedilmiştir) (EK-2)
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her iki fezlekedeki
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımda
düzenlenen (EK-1’de sunulan) ilk fezleke TCK 125/1,2,3-a,4 maddesi ve TCK
299/1-2 maddesini ihlal ettiğim ile ilgili iddiaya, ikinci fezleke ise (EK-2’de
sunulan) yine TCK 125/1,3-a,4 ve TCK 288 maddelerini ihlal ettiğim ile ilgili
iddiaya dayanmaktadır.
Hakkımdaki
ilk fezleke, 06.09.2015 tarihinde gerçekleşen ve 16 askerimizin şehit olduğu
Dağlıca saldırısının ertesi günü düzenlediğim basın toplantısında terör örgütü
ile mücadelelerindeki yanlış politikaları ve saldırı olduğu gün basına yansıyan
beyanları nedeniyle bu saldırıdan ve terör olaylarının artmasından sorumlu
gördüğüm TC Cumhurbaşkanı ve TC Başbakanı hakkındaki eleştirel düşünce
açıklamalarıma ilişkindir.
Hakkımdaki
ikinci fezleke ise milletvekili seçilmeden önce avukatlığını yaptığım Eskişehir
Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı ve birtakım bürokratları hakkında açılmış
bulunan bir dava ile ilgili “Masumiyet Karinesi”ni destekleyen ve Yargıtay’ın
birçok kararında Masumiyet Karinesi lehine beyanların TCK 288 kapsamında
değerlendirilemeyeceği yönündeki kararlarına da uygun düşünce açıklamalarım
(Nitekim anılan dava vekil edenlerin lehine beraatla sonuçlanmıştır.) ve bu
davanın muhbiri konumundaki siyasetçi ve milletvekili olan bir kişinin vekil
edenlerimin aleyhine beyanlarına karşı düşünce açıklamalarıma ilişkindir.
Her
iki fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına
alınan düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır.
AYM’nin yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu
fezlekelerde yer alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını
gerektirecek nitelikte görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekelerde isnat
edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa’nın
83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate
alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu
suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
2015/29168 numaralı soruşturmaya dayanan 19.11.2015 tarihli ve 2015/13 numaralı
fezlekesi (TBMM soruşturma fezlekelerinin 3/396 Esasına kaydedilmiştir) (EK-1)
ve Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/553 Esas ve 2015/448 karar
numaralı durma kararı (TBMM soruşturma fezlekelerinin 3/653 Esasına
kaydedilmiştir) (EK-2) numaralı fezlekeler (tarafıma tebliğ edilmemiş
başkaca fezlekeler var ise onları da kapsar nitelikte) yönünden kaldırılması
yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas
edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe
aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi
uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için ÖNCELİKLE
YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/53
Karar Sayısı : 2016/49
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar
bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi
hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C.Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi ise
şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir. Hukuk devleti
için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine
de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle:
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta), milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının dışında durarak anayasal siyasaların
(policy) takipçisi olması gereken ve demokratik konsolidasyonun sağlanması için
bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen anayasa mahkemeleridir. Bu nedenledir
ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması sürecinde anayasa mahkemesinin kurulmasına
karar verenler, AYM’ye bu konuda da özel bir yetki tanımışlar,
dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru imkanını ayrı bir
maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982 Anayasası’ndaki güncel hâli
şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
İlk
kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün konulmasından
maksadın, çoğunluğun mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle başvurabileceği
birtakım hareketlere hukukî engel koymak” olduğu söylenmiştir. Maddenin 1982
Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu, 1995 yılında yapılan değişiklik
sırasında da “çoğunluğun yanlış bir karar vermesine karşı veya siyasî amaç ve
gerekçeyle milletvekilinin zor durumda kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine
müracaat hakkı tanınmış olduğu” ifade edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718 sayılı anayasa
değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm eklenmesi
yani Anayasanın 83’üncü maddesine bir istisna getirilmesi suretiyle
dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85’inci maddesinin
uygulanma kabiliyeti kalmamaktadır.” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak; Anayasa’nın
85’inci maddesinde geçen “karar” kavramının anlamı, dar ve geniş şekilde
anlaşılabilir. “Karar” kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu
ifadeden “parlamento kararı” anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde
yaklaşılması, Anayasa’nın sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir
yaklaşım, tutarlılık adına, Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar”
kavramlarının da “parlamento kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır.
Bu durumda örneğin, Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri
arasında sayılan “para basılmasına karar vermek”, “genel ve özel af ilânına
karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento kararı” yoluyla kullanılması
gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu maddelerde geçen “karar”
kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına geldiği kabul edilmektedir. Bu
nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme yönünde bir irade ortaya koymak
istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak suretiyle de
kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği “karar” kavramı,
her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş anlamda “irade
açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen “karar”
kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın sistematiğine
uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı
Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu karar ile birlikte,
dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne
başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak; “Anayasa
değişikliği” kavramının anlamının somut olay bakımından incelenmesi gerekir.
“6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un niteliği, şeklî ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî yaklaşım,
usulüne uygun surette yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar. Maddi yaklaşım
ise normun adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kurulu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718 sayılı Kanun’a maddi
açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının önde gelen
ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması konusundaki etkili
mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak değil, maddi olarak
yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın karşılaştırmalı anayasa hukuku
yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin
geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM, ismen “parlamento kararı” olan
çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla “eylemli içtüzük değişikliği”
olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM, benzer şekilde, 1991 yılında
verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin “Olağanüstü Hal Kanun
Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem atfetmemiş; yine maddi bir
yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz konusu normun gerçekte Olağan
Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır. AYM’nin bu
yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
Geçici
madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı denetim yapılmalıdır.
“Karar”
kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento kararı” şeklinde yorumlanması
durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp taşımadığı
konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule
ilişkin inceleme yaparak iptal kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama
dokunulmazlığının kaldırılması karardır. AYM, bu kararında, önce Karma
Komisyonun Anayasa’ya uygun şekilde kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye
göre; Komisyonun usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı
anlama gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına
dayanak olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen
Genel Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine
aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını
iptal etmiştir.
Esasa
ilişkin inceleme konusunda ise AYM’nin dört denetim kriteri ortaya koyduğu
görülmektedir. Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği, (b) Talebin Siyasi Bir Amaç
Taşıyıp Taşımadığı, (c) İsnat Edilen Eylemin Kamuoyundaki Etkisi, (d)
Milletvekilinin Şeref ve Haysiyetinin Korunması kriterleridir. Bunlar içinde
ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı kriter, isnadın ciddiliği kriteridir.
Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel tespiti şu şekildedir:
“Bir
sonuca varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda
yapılacak inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin
takdiri, hükme yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini
araştıran ve ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada
yapılacak inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil,
yalnızca suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci
olarak, Selim Sadak’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda AYM, isnat edilen suçun, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu
maddesinde öngörülen “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin
Manevi Şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza
Kuvvetlerini veya Adliyenin Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme”
suçunun işlendiği iddiasına dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan
suçlama, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte
olmadığından, Selim Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM
kararı Anayasa'nın 83. maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna
ulaşmıştır.
İkinci
olarak; Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda AYM, “Osman Köksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını
Tağyir ve Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata
veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak
kurmak’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte
olmaktan uzak bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler, Cumhuriyet
Senatosunun Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a yöneltilen ve
dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı sonucuna
vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün Anayasa'nın 81.
maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü
olarak; benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması
kararına karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dayanaklık eden soruşturma dosyasından çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan
deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana
teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir sınıfın öteki sınıflar üzerinde
tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu iktisadi ve sosyal temel düzeni
devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl
eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde
ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek
bir nitelikte olmaktan çok uzak bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve
tartışmayı gerektirmeksizin kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî
Üyesi Ekrem Acuner'e yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan
isnadın ciddi olmadığı sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun
inceleme konusu 2/7/1971 günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79.
maddesinin ereğine ve Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır,
kararın Anayasanın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Köksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunun,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu
yaratır. Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu
gibi, bu tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut
olayda AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz
kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar
için sorumsuzluğun devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına
gelecek, savcılıklara ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik
taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C.Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, bir
fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: Burdur Cumhuriyet Savcılığının 30/11/2015
tarihli ve 2015/8270 numaralı fezleke.
Usul
yönünden aykırılık iddiaları Mecliste yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü hükümleri gereğince kurulması gereken
komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon raporu oluşturulup Genel Kurulda
oylanmadan, hakkımdaki fezlekeye dayalı suç isnatları hakkında yasama
dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her üç fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması
Anayasanın
2. maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımdaki
fezleke (Burdur Cumhuriyet Savcılığının 30/11/2015 tarihli ve 2015/8270
numaralı fezleke) yayın yolu ile Cumhurbaşkanı’na hakaret suçuna ilişkindir.
Bu
fezlekeye konu olan eylemin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin
yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu fezlekelerde yer
alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte
görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekelerde isnat edilen suçlar, tamamen
düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki
“yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718
sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçları
kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la Burdur Cumhuriyet Savcılığının 30/11/2015
tarihli ve 2015/8270 numaralı fezleke yönünden kaldırılması yönündeki
maddelerinin numaralı fezleke (tarafıma tebliğ edilmemiş başkaca fezlekeler var
ise onları da kapsar nitelikte) yönünden kaldırılması yönündeki maddelerinin
(kanun maddesi kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda
ilgili kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan
Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal
gereklerinin ve bağlı sonuçları için ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK
İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/57
Karar Sayısı : 2016/50
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C.Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi ise
şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
I.MİLLETVEKİLİ
OLARAK ŞAHSIMIN YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASI ANAYASA VE MECLİS
İÇTÜZÜĞÜNE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir.
Komisyona
göre dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal
tehditlerden korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması,
seçmenlerin iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin
cezalandırmaları için yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı
kurmasının önlenmesi ve bu bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi
işlevler görmektedir. Hukuk devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler
ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İşbu
düzenleme neticesinde, Milletvekili sıfatıyla T.C.Anayasası ile taşımakta
olduğum yasama dokunulmazlığı, hakkımda düzenlenen her iki fezleke nedeniyle
kaldırılmıştır.
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her iki fezlekeye
dayalı suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur.
Savunma
hakkım ortadan kaldırılmak suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda
yetkilerini kaldıran aynı tasarruf yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik
devlet ilkesinin eylemli bir şekilde değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu
nedenlerle hakkımdaki her iki fezlekedeki suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması Anayasaya açıkça aykırıdır.
Anayasa’nın;
hukuk devleti, eşitlik, hak ve özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve
özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın yaratılması, düşünce ve ifade
özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu hükümler dikkate alınmadan
bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin düzenleme,
Anayasa’nın 10 ncu maddesine aykırıdır. Eşitlik kuralı, aynı konumda olanlar
arasında farklılık yaratılmamasını, devlet ve organlarının da buna uygun olarak
hareket etmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü,
10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir. (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./1.mad) Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. (Ek cümle: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek fıkra:
07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa
imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” hükmü ve,
13. maddesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” hükümleri yer almıştır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir. Ancak belirli
kişilere yönelik değil, bütün geneli kapsayacak şekilde dokunulmazlık
kanununun çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığından,
yapılan düzenleme Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 25 nci maddesinde düşünce, 26 ncı
maddesinde ise ifade özgürlüğü düzenlenmiş olup, düşünce özgürlüğü
sınırlanamaz. İfade özgürlüğünün kapsamı ve hangi koşullarda nasıl
sınırlanacağı ise, Anayasanın 26 ncı maddesinde ortaya konulmuştur. Bahsolunan
Anayasa değişikliği ile getirilen düzenleme tamamıyla eşitlik ilkesine ve hukuk
devleti ilkesine aykırı olup, demokratik toplum gereklerine uygun olmayan
biçimde aykırılık yaratmakta, hakkın özüne dokunulmaktadır. Bu açıdan da
yapılan düzenleme Anayasa’nın 13 ncü maddesine aykırıdır.
Kaldı ki, Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca,
yöntemine göre yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlükler konusundaki
uluslararası sözleşmelerin yasalarla çatışması halinde, uluslararası sözleşme
hükümlerinin esas alınacağı hükmü karşısında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
ve BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ndeki; eşitlik, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması bu hakların kötüye kullanılmaması, yine düşünce ve
ifade özgürlüğüne yönelik düzenlemeler de gözetildiğinde, yapılan düzenleme,
uluslararası sözleşme hükümleri ile çatışma yaratmaktadır.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve
özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen
sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
Anayasa’nın; hukuk devleti, eşitlik, hak ve
özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın
yaratılması, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu
hükümler dikkate alınmadan yapılan değişiklik, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi ile
bağdaşmadığından, yapılan bu düzenleme Anayasa’nın 11 nci maddesine de
aykırıdır.
Ayrıca
hakkımdaki her iki fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde
güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında
değerlendirilebileceği açıktır. AYM’ninemsal kararları göz önünde tutulduğunda,
bu fezlekelerde yer alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını
gerektirecek nitelikte görmeyeceği söylenebilir.
Ayrıca,
bu fezlekelerde isnat edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına
dayanmaktadır. Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu”
hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718 sayılı Kanun’un
dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçları kapsamayacağı tespitinde
bulunulmalıdır.
Aksi
takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik taşımayan isnatlar karşısında
yasama görevlerini yerine getiremez hale gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Milletvekili
dokunulmazlığının, Türkiye gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam
olarak kurtulamamış ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok
özel bir anlam taşıdığı kabul edilmektedir.(1)
Bu nedenledir ki, AYM’ye bu konuda da özel bir yetki tanımışlar,
dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru imkanını ayrı bir
maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982 Anayasası’ndaki güncel hâli
şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
Somut olayda TBMM Genel
Kurulu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016
tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir
karardır; bu karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük
süre işlemeye başlamıştır.
6718
sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” Anayasa’nın öngördüğü usulle yapıldığı
söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri, gizli oyla
yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır. Anayasa
değişikliği oylamasında olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı, oylarını,
kabine girmeden ve izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci
maddesindeki “gizli oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir
uygulamaya geçilmesi, herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md.
175’te ve İçtüzük md. 94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve
bu bakımdan Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle
ulaşılan “oylama çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla
yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği”
olduğu söylenemez.
AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin
de, “parlamento kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla
ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve
kendi özerkliğine ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise,
dışa dönük, genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre,
meclisin kendi üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde
alması; dışa dönük tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir.
Aksi halde meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu
karara Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte
yandan, kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla
düzenlenmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını
engellenecektir. Her iki olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık
oluşturur.
Özgür
bir toplumun yurttaşları olarak dünyamıza eleştirel gözlerle bakmak bizim
görevimiz. Ama eğer neyin yanlış olduğunu bildiğimizi düşünüyorsak, o “bilgiyle
harekete geçmeliyiz”. Flozoflar’ın bugüne dek dünyayı türlü yollarla sadece
yorumladıklarına dair ünlü bir gözlem vardır; asıl mesele ise onu
değiştirmektir”.
“BENİM
HALKIM, DEMOKRASİ İLKELERİNİ, BİLİM ÖĞRETİLERİNİ ÖĞRENECEKTİR.” ÖZGÜRLÜK
OLMAYAN BİR ÜLKEDE ÖLÜM VE YIKIM VARDIR. HER İLERLEMENİN VE KURTULUŞUN ANASI
ÖZGÜRLÜKTÜR.” [2]
(M.Kemal ATATÜRK)
Yasanın
uygulanması sanığa, savcıya, mahkemeye, göre değiştirilemez. Tarih sayfaları
adalet duygusunun sarsıldığında toplumların içerisine sürüklendiği büyük
felaketlerle doludur.
Gözle
görülür biçimde eşitsiz toplumlarda doğan kıskançlık ve hınç duygularının
yıpratıcı sonuçları, daha eşit koşullar altında önemli ölçüde hafifler.
Eşitlikçi ülkelerdeki cezaevi nüfusu bu ihtimali göstermektedir.Adil bir toplumun, adaletin bir alışkanlık
olarak yerine getirildiği, insanların iyi davrandıkları dürüst bir toplum
olduklarını varsayarız. “Yargılamada yasalar yok sayılır ya da görmezlikten
gelinirse hukukçular yargılamayı terk etmiş demektir”.
Ülkemizde
yaşananlar yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. Hiç kimse asla bana olmaz
dememelidir. Her an aklımızın ötesinden bile geçirmediğimiz bir ithamla
karşılaşma ve yargılanır olma ihtimaline ilişkin toplumsal kabul ve algı son
derece yüksektir. Elektronik icatların insan yaşamındaki etkisinin giderek
yoğun bir artış göstermesi beraberinde kötü niyetli kurgularında gücünü
artırmıştır.
Büyük
bir yoğunlukla yürütülen zihin karıştırma, delil karartma, yargılamayı
yönlendirme operasyonlarının son derece etkili olduğu açıktır.
Bir tek masumun dahi hakkının ihlal edilmemesi için yılmadan yorulmadan hukuk
konuşmaya çaba göstermeliyiz. Siyasi emeller uğruna ceza hukuku başka ülkelerde
de bir istismar aracı olarak kullanılabilmektedir.
Yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin anayasal dayanağıdır. İnsan olarak
yurttaş, uyruk olarak yurttaş, gözlenen olarak yurttaş, vergi yükümlüsü olarak
yurttaş, asker olarak yurttaş, hak sahibi olarak yurttaş, kurucu olarak
yurttaş, egemen olarak yurttaş, milliyeti paylaşan olarak yurttaş, katılımcı ve
eşit olarak yurttaş varlığımızın ve bir arada yaşama irademizin ortak
paydasıdır. Oysa ülkenin temel değerleri ardı ardına sarsılmakta, adeta
toplumsal yapı yeniden formatlanmaktadır. Bütün bu süreç de toplumsal algı;
adaletin güvenilir liman olmaktan uzaklaştığı yönündedir.
Yurttaşlık
Statüsü bireylere bir siyasi topluluk içinde eşit haklar ve görevler,
özgürlükler ve sınırlamalar, yetkiler ve sorumluluklar yükler.
Hukukçu
olarak, “adaletsizliğin adaletle yıkılacağına” inancımız tamdır. Unutulmamalı
ki; “insanlar arasında yasasız mücadeleden daha korkunç bir şey yoktur.” Bugün
ülkemiz yurttaşlık hukukundan hızla uzaklaşmaktadır. Sanık hakları içi boş
yasal metinler haline gelmektedir.
Bütün
uygar toplumların olduğu gibi bizim de devletimizin temeli saydığımız adalet,
hiç olmaması gereken bir şekilde tam tersine ayrışmamızın lokomotifi haline
getirilmek istenmektedir. Adaletin siyasal beklentilerin etkisine girmesi veya
siyasallaştırılması tek bir yurttaşımızın dahi asla kabul etmemesi gereken bir
durumdur.
Adalete
olan inanç ve güvenden asla ödün verilmemeli, kuşku duyulmamalıdır. Adaletin
toplum vicdanında kuşku yaratacak biçimde algılanması bile adil yargılanma
ilkesinin ihlalidir. Yurttaşlardan beklenen bu asgari özen elbette, öncelikle
adaleti tesis etmekle yükümlü olanlardan beklenmektedir. Kaldı ki, adalet
beklentisi uygulayıcılar için daha da büyük bir sorumluluk gereğidir ve öneme
sahiptir.
İnsan
olarak araştırırız ve sorgularız. Doğamız gereği anlamayı ve çözümlemeyi
hedefleriz. Düşünce kapasitemizi medeni topluluklarda yaşayarak geliştiririz.
Beraber düşünerek, birlikte yaşarız. Şüphesiz siyasal bir rejim öncelikle
yaşamın maddi ihtiyaçlarını güvence altına almalıdır. Ancak bu rejim, aklı ve
yaşam koşullarını yaşanabilir kılmalıdır. Siyasal bir rejim yaşamımızdaki
vazgeçilmez ihtiyaçları ve arzularımızı elbette asla tam anlamıyla tatmin
edemeyecektir. Ancak, insan olarak haklara sahip, barış içerisinde bir arada
yaşayabilme koşullarını sağlayabilmelidir. Siyasal yaşamın bu arayışı
kösteklemek yerine tam tersine önünü açmak zorunluluğu, açık olarak görülebilen
gerçektir.
Yasalara
ve haklara saygılı bir ülkede devlet;bırakınız milletvekillerini; asla
yurttaşına tuzak kurmaz. Tuzak kurmak, çağ dışılığı yaygın bir yürütme yöntemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Trafikte, telefonda, maliyede tuzak kurma
alışkanlığı bürokraside ve adliyede tuzak kurma alışkanlığına dönüşmüştür. Bu
gerçekleri görmemek, gerçeği ortadan kaldırmaz. Tuzağı kuran devlet değil ise
bunu ortaya çıkarmak da devletin asli görevidir. Kamu hizmeti, kamu güvenliği
ve kamu düzeni devletin en önemli varoluş nedenleridir.
Ülkemizde toplumsal uzlaşının ana kurucusu “adalet” beklentisidir. Demokratik
sistemin türlü bahanelerle ve hukuk dışı yöntemlerle baskılanması ve giderek
etkisizleştirilmesi Anayasal düzenin açık bir şekilde askıya alınması sonucunu
doğurur. Nitekim son yıllarda yaşanılan onca gelişme yalnızca ceza adaleti
sistemini değil demokratik kurumlara olan güven ve inancı da çökertmiştir.
Hukuk
devleti, kuralı koyanın koyduğu kurala uyduğu devlet olduğu kadar, bundan da
öte, kuralı uygulayanın kuralı eksiksiz, tam ve gereği gibi uyguladığı
devlettir. Bunun içindir ki, hukuk devleti, kişinin hukuki güvenliğinin tüm
hüküm ve sonuçlarıyla tam olarak sağlandığı devlettir.
Hukuk
devletinde, ceza hukukunun temelini oluşturan kanunilik ilkesinin ve
sonuçlarının, bir şekilde göz ardı edilerek, kanunun suç saymadığı fiillerden
kişilerin soruşturulmaları, haklarında iddianame düzenlenmesi ve kamu davası
açılması ve hüküm kurulması yoluyla kişilerin hukuki güvenliğinin çiğnenmesine
izin verilemez, göz yumulamaz.
Ülkemizin
son on yıl içerisinde geçirdiği süreç gerek siyasal, gerekse hukuk tarihi
açısından çok ve geniş tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Siyasal
beklentiler ve amaçlarla hukuksal sürecin büyük etkileşimi adalete olan inancı
da büyük oranda zayıflatmıştır. Özellikle yargılama sürecine başlamazdan önce
gelişen süreç adım adım kurgulanabilmekte soruşturmalar ya da yargılamalar
adalet arayışının gereği değil, kurgulanan sürecin gereği olarak yürütülebilmektedir.
Böylesi
bir sapmanın ortaya çıkmaması için devletlerin anayasaları vardır. Anayasa,
devletin temel yapısını, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kuralları
gösterir. Devlet yönetimini düzenleyen ana kurallar çoğu kez anayasa denilen
tek bir yasa içinde toplanmıştır. Anayasalar, yalnız devletin temel yapısını,
örgütlenişini ve işleyişini göstermekle kalmazlar. Bunun yanında anayasalar,
ekonomik ve toplumsal alanda siyasal iktidara yön veren temel ilkeleri,
bireylere sağlanan temel hak ve özgürlükleri de gösterirler; temel hak ve
özgürlüklerin güvencesini oluştururlar.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşan Devlet düzenlerinde esas olan Devletin
organı yerindeki kişilerin ve Devletin kurumlarının hesap verebilir ve
denetlenebilir olmasıdır. Demokratik Devlet, Devletin organlarının eylem ve
işlemlerinden vatandaşın haberinin olması ve bu eylem ve işlemlerinin
vatandaşlarca hukuki bir engelle karşılaşmaksızın yargıya götürebilmesi
demektir.
Devletin
en temel görevlerinden biri de adalet dağıtmaktır. Adaletin dağıtımında devlete
düşen en temel görev, tarafsızlığı ve eşitliği sağlamaktır. Bilindiği üzere,
devletin üç temel erkinden biri yargı erkidir. Yargı erkinin yasama ve yürütme
erkleri karşısındaki işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için yargı erkini
kullananların yani hakimlerin bağımsız olması ve bazı güvencelerle donatılması
gerekir. Aksi halde en küçük bir etki bile adaletin varlığına zarar verir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2.maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk
devletidir. Hukuk devletinin varlığından söz edebilmek için varlığı zorunlu
unsurlardan birinin yargı denetimi ve yargı bağımsızlığı olduğu konusunda görüş
birliği bulunmaktadır.
Yargı
bağımsızlığı tam sağlanamadığı için, yargılama erkini kullanan hakimin, yasama
ve yürütme organı yanında mahkeme içi diğer tüm etki edici faktörlerin
baskısından uzak karar vermesi zorunludur. Yargı erkinin etki ve müdahaleden
uzak olarak gerçekleşmesini temin edecek husus ise hakimin ve dolayısıyla
yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Yargının bağımsızlığı bireyin temel
hak ve özgürlüklerinin güvencesini oluşturmaktadır. Aynı şekilde yargı erkinin
bağımsızlığı ve buna bağlı olarak kabul edilen hakim güvencesi hak arama
özgürlüğünün de odağını oluşturmaktadır.
AİHM
içtihatlarına göre, bağımsızlık, mahkemenin yasama ve yürütme organlarının etki
ve baskısı altında kalmaksızın, taraflarla herhangi bir bağının bulunmamasını
ve hakimlerin görevlerini yaparken emir ve talimat almamalarını zorunlu
kılmaktadır. Bir başka anlatımla AİHM’nin içtihatlarına göre, mahkemelerin
bağımsızlığından söz edebilmek için başka bir kişiden, kuruluş veya organdan
talimat alınmaması, özellikle yürütme organı ve uyuşmazlığın taraflarının
etkisinde kalmaması gerekir.
Yargı
bağımsızlığının anlatmak istediği hakimin bağımsızlığıdır. Zira bağımsızlık
makamın değil, tersine süjenin bir vasfıdır. Hakim bağımsızlığı hakimin
kararını verirken özgür olması, hiçbir baskı ve etki altında bulunmaması
gerekir. Hakime baskı yapılmaması yeterli değildir. Ayrıca baskı yapılması
olasılığı da bulunmamalıdır. Ayrıca Devletin diğer erklerinin hakimlere
yargılama yetkisini kullanırken emir ya da talimat vermemeleri ya da
tavsiyelerde bulunmamaları yanında dolaylı bile olsa etki ve baskı yapabilme
olasılıklarının da bulunmaması şarttır. Çağımızda Devletin erklerine karşı
olduğu kadar en az onun kadar hakimin kamuoyuna ve medyaya karşı da
bağımsızlığının güvence altına alınması zorunlu bulunmaktadır.
AİHM söylediği gibi; yargının ne olduğu değil, toplumun yargıyı nasıl
algıladığı önemlidir.
İnsanın
vicdanında/bilincinde adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu yoktur. Bu
nedenle adalet en üst ortak değerimiz, bu yüzden yargı ulusça hepimizin ilgi
alanıdır. Eğer bu ülkede adaletten ve yargıdan kaygı duyuluyorsa, bu sesleri
dinlemek zorundayız. Çünkü yargı; son çözümlemede, hukukun ne dediğini söyleyen
ve “sistemi meşrulaştıran” erktir, güçtür.
Biz
hukukçular ne yazık ki; ülkemizin daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk
düzeni tartışmaları yerine en sıradan yasal hakların kullandırılabilmesi
mücadelesini vermekteyiz. “Bir insanın haksız yere özgürlüğünün kısıtlanmasını
hiçbir bedel ödeyemez. Adaletin herkese hakkını vermesi kadar zamanında vermesi
de önemlidir.”
Korkulması
gereken tek şey yasasız yargılanmaktır. “Adaletin güçsüz olması ile güçlünün
adaletsiz” olması arasında fark yoktur.
Ceza
yargılaması hukukunun fonksiyonu, ceza normları tarafından suç sayılan ve
karşılığında failine ceza tatbikini gösteren fiillerin icra edilip
edilmediğini, eğer icra edilmişse kimin tarafından işlendiğini tespit etmektir.
Böylece, kamu düzeninin korunması ve adalete ulaşılması hedeflenmiştir. Bu
hedefe ulaşabilmek için suç olarak gösterilen fiillerin kim tarafından
işlendiğinin kanıtlanması gerekir. Cezalandırma için takip yetkisine sahip olan
otorite, kim tarafından suçun işlendiğine keyfi şekilde karar verme yetkisine
sahip olmayıp, bunun ispatını usulü dairesinde yapmak zorundadır.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Gizli
oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa değişikliği” olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Şu halde söz konusu düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la hakkımda düzenlenen fezlekeler yönünden
kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul
Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3
ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için
ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep
ederim.”
Esas Sayısı : 2016/58
Karar Sayısı : 2016/51
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
1. MİLLETVEKİLİ
OLARAK ŞAHSIMIN YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASI ANAYASA VE MECLİS
İÇTÜZÜĞÜNE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir.
Komisyona
göre dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal
tehditlerden korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması,
seçmenlerin iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin
cezalandırmaları için yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı
kurmasının önlenmesi ve bu bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi
işlevler görmektedir. Hukuk devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler
ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İşbu
düzenleme neticesinde, Milletvekili sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta
olduğum yasama dokunulmazlığı, hakkımda düzenlenen fezlekeler nedeniyle
kaldırılmıştır.
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki fezlekelere dayalı suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur.
Savunma
hakkım ortadan kaldırılmak suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda
yetkilerini kaldıran aynı tasarruf yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik
devlet ilkesinin eylemli bir şekilde değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu
nedenlerle hakkımdaki fezlekelerdeki suç isnatları hakkında yasama
dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın;
hukuk devleti, eşitlik, hak ve özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve
özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın yaratılması, düşünce ve ifade
özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu hükümler dikkate alınmadan
bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin düzenleme,
Anayasa’nın 10 ncu maddesine aykırıdır. Eşitlik kuralı, aynı konumda olanlar
arasında farklılık yaratılmamasını, devlet ve organlarının da buna uygun olarak
hareket etmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü,
10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./1.mad)
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek
fıkra: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.” hükmü ve 13. maddesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükümleri yer almıştır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir. Ancak belirli
kişilere yönelik değil, bütün geneli kapsayacak şekilde dokunulmazlık
kanununun çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığından,
yapılan düzenleme Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 25 nci maddesinde düşünce, 26 ncı
maddesinde ise ifade özgürlüğü düzenlenmiş olup, düşünce özgürlüğü
sınırlanamaz. İfade özgürlüğünün kapsamı ve hangi koşullarda nasıl
sınırlanacağı ise, Anayasanın 26 ncı maddesinde ortaya konulmuştur. Bahsolunan
Anayasa değişikliği ile getirilen düzenleme tamamıyla eşitlik ilkesine ve hukuk
devleti ilkesine aykırı olup, demokratik toplum gereklerine uygun olmayan
biçimde aykırılık yaratmakta, hakkın özüne dokunulmaktadır, bu açıdan da
yapılan düzenleme Anayasa’nın 13 ncü maddesine aykırıdır.
Kaldı ki, Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca,
yöntemine göre yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlükler konusundaki
uluslararası sözleşmelerin yasalarla çatışması halinde, uluslararası sözleşme
hükümlerinin esas alınacağı hükmü karşısında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
ve BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ndeki; eşitlik, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması bu hakların kötüye kullanılmaması, yine düşünce ve
ifade özgürlüğüne yönelik düzenlemeler de gözetildiğinde, yapılan düzenleme,
uluslararası sözleşme hükümleri ile çatışma yaratmaktadır.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve
özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen
sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
Anayasa’nın; hukuk devleti, eşitlik, hak ve
özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın
yaratılması, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu
hükümler dikkate alınmadan yapılan değişiklik, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi ile
bağdaşmadığından, yapılan bu düzenleme Anayasa’nın 11 nci maddesine de
aykırıdır.
Hakkımdaki
fezlekelere konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına
alınan düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır.
AYM’nin emsal kararları göz önünde tutulduğunda, bu fezlekelerde yer alan suç
isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görmeyeceği
söylenebilir.
Ayrıca,
bu fezlekelerde isnat edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına
dayanmaktadır. Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu”
hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718 sayılı Kanun’un
dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçları kapsamayacağı tespitinde
bulunulmalıdır.
Aksi
takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik taşımayan isnatlar karşısında
yasama görevlerini yerine getiremez hale gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma yapılamaz.
AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama dokunulmazlığını
düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye erişim hakkını
kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına gelmemektedir.
(Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm kurmuştur.
Milletvekili
dokunulmazlığının, Türkiye gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam
olarak kurtulamamış ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok
özel bir anlam taşıdığı kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki, AYM’ye bu konuda
da özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
Somut olayda TBMM Genel
Kurulu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016
tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir
karardır; bu karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye
başlamıştır.
6718
sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” Anayasa’nın öngördüğü usulle yapıldığı
söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri, gizli oyla yapılır.
Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır. Anayasa
değişikliği oylamasında olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı, oylarını,
kabine girmeden ve izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci
maddesindeki “gizli oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir
uygulamaya geçilmesi, herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md.
175’te ve İçtüzük md. 94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve
bu bakımdan Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle
ulaşılan “oylama çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla
yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği”
olduğu söylenemez.
AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem atfetmemiş;
yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz konusu normun
gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır.
AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki olasılık
da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Özgür
bir toplumun yurttaşları olarak dünyamıza eleştirel gözlerle bakmak bizim
görevimiz. Ama eğer neyin yanlış olduğunu bildiğimizi düşünüyorsak, o “bilgiyle
harekete geçmeliyiz”. Flozoflar’ın bugüne dek dünyayı türlü yollarla sadece
yorumladıklarına dair ünlü bir gözlem vardır; asıl mesele ise onu
değiştirmektir”.
“BENİM
HALKIM, DEMOKRASİ İLKELERİNİ, BİLİM ÖĞRETİLERİNİ ÖĞRENECEKTİR.” ÖZGÜRLÜK
OLMAYAN BİR ÜLKEDE ÖLÜM VE YIKIM VARDIR. HER İLERLEMENİN VE KURTULUŞUN ANASI
ÖZGÜRLÜKTÜR.” [3]
(M.Kemal ATATÜRK)
Yasanın
uygulanması sanığa, savcıya, mahkemeye, göre değiştirilemez. Tarih sayfaları
adalet duygusunun sarsıldığında toplumların içerisine sürüklendiği büyük
felaketlerle doludur.
Gözle
görülür biçimde eşitsiz toplumlarda doğan kıskançlık ve hınç duygularının
yıpratıcı sonuçları, daha eşit koşullar altında önemli ölçüde hafifler.
Eşitlikçi ülkelerdeki cezaevi nüfusu bu ihtimali göstermektedir.Adil bir toplumun, adaletin bir alışkanlık
olarak yerine getirildiği, insanların iyi davrandıkları dürüst bir toplum
olduklarını varsayarız. “Yargılamada yasalar yok sayılır ya da görmezlikten
gelinirse hukukçular yargılamayı terk etmiş demektir”.
Ülkemizde
yaşananlar yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. Hiç kimse asla bana olmaz
dememelidir. Her an aklımızın ötesinden bile geçirmediğimiz bir ithamla
karşılaşma ve yargılanır olma ihtimaline ilişkin toplumsal kabul ve algı son
derece yüksektir. Elektronik icatların insan yaşamındaki etkisinin giderek yoğun
bir artış göstermesi beraberinde kötü niyetli kurgularında gücünü artırmıştır.
Büyük
bir yoğunlukla yürütülen zihin karıştırma, delil karartma, yargılamayı
yönlendirme operasyonlarının son derece etkili olduğu açıktır.
Bir tek masumun dahi hakkının ihlal edilmemesi için yılmadan yorulmadan hukuk
konuşmaya çaba göstermeliyiz. Siyasi emeller uğruna ceza hukuku başka ülkelerde
de bir istismar aracı olarak kullanılabilmektedir.
Yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin anayasal dayanağıdır. İnsan olarak
yurttaş, uyruk olarak yurttaş, gözlenen olarak yurttaş, vergi yükümlüsü olarak
yurttaş, asker olarak yurttaş, hak sahibi olarak yurttaş, kurucu olarak
yurttaş, egemen olarak yurttaş, milliyeti paylaşan olarak yurttaş, katılımcı ve
eşit olarak yurttaş varlığımızın ve bir arada yaşama irademizin ortak
paydasıdır. Oysa ülkenin temel değerleri ardı ardına sarsılmakta, adeta
toplumsal yapı yeniden formatlanmaktadır. Bütün bu süreç de toplumsal algı;
adaletin güvenilir liman olmaktan uzaklaştığı yönündedir.
Yurttaşlık
Statüsü bireylere bir siyasi topluluk içinde eşit haklar ve görevler,
özgürlükler ve sınırlamalar, yetkiler ve sorumluluklar yükler.
Hukukçu
olarak, “adaletsizliğin adaletle yıkılacağına” inancımız tamdır. Unutulmamalı
ki; “insanlar arasında yasasız mücadeleden daha korkunç bir şey yoktur.” Bugün
ülkemiz yurttaşlık hukukundan hızla uzaklaşmaktadır. Sanık hakları içi boş
yasal metinler haline gelmektedir.
Bütün
uygar toplumların olduğu gibi bizim de devletimizin temeli saydığımız adalet,
hiç olmaması gereken bir şekilde tam tersine ayrışmamızın lokomotifi haline
getirilmek istenmektedir. Adaletin siyasal beklentilerin etkisine girmesi veya
siyasallaştırılması tek bir yurttaşımızın dahi asla kabul etmemesi gereken bir
durumdur.
Adalete
olan inanç ve güvenden asla ödün verilmemeli, kuşku duyulmamalıdır. Adaletin
toplum vicdanında kuşku yaratacak biçimde algılanması bile adil yargılanma
ilkesinin ihlalidir. Yurttaşlardan beklenen bu asgari özen elbette, öncelikle
adaleti tesis etmekle yükümlü olanlardan beklenmektedir. Kaldı ki, adalet
beklentisi uygulayıcılar için daha da büyük bir sorumluluk gereğidir ve öneme
sahiptir.
İnsan
olarak araştırırız ve sorgularız. Doğamız gereği anlamayı ve çözümlemeyi
hedefleriz. Düşünce kapasitemizi medeni topluluklarda yaşayarak geliştiririz.
Beraber düşünerek, birlikte yaşarız. Şüphesiz siyasal bir rejim öncelikle
yaşamın maddi ihtiyaçlarını güvence altına almalıdır. Ancak bu rejim, aklı ve
yaşam koşullarını yaşanabilir kılmalıdır. Siyasal bir rejim yaşamımızdaki
vazgeçilmez ihtiyaçları ve arzularımızı elbette asla tam anlamıyla tatmin
edemeyecektir. Ancak, insan olarak haklara sahip, barış içerisinde bir arada
yaşayabilme koşullarını sağlayabilmelidir. Siyasal yaşamın bu arayışı
kösteklemek yerine tam tersine önünü açmak zorunluluğu, açık olarak görülebilen
gerçektir.
Yasalara
ve haklara saygılı bir ülkede devlet;bırakınız milletvekillerini; asla
yurttaşına tuzak kurmaz. Tuzak kurmak, çağ dışılığı yaygın bir yürütme yöntemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Trafikte, telefonda, maliyede tuzak kurma
alışkanlığı bürokraside ve adliyede tuzak kurma alışkanlığına dönüşmüştür. Bu
gerçekleri görmemek, gerçeği ortadan kaldırmaz. Tuzağı kuran devlet değil ise
bunu ortaya çıkarmak da devletin asli görevidir. Kamu hizmeti, kamu güvenliği
ve kamu düzeni devletin en önemli varoluş nedenleridir.
Ülkemizde toplumsal uzlaşının ana kurucusu “adalet” beklentisidir. Demokratik
sistemin türlü bahanelerle ve hukuk dışı yöntemlerle baskılanması ve giderek
etkisizleştirilmesi Anayasal düzenin açık bir şekilde askıya alınması sonucunu
doğurur. Nitekim son yıllarda yaşanılan onca gelişme yalnızca ceza adaleti
sistemini değil demokratik kurumlara olan güven ve inancı da çökertmiştir.
Hukuk
devleti, kuralı koyanın koyduğu kurala uyduğu devlet olduğu kadar, bundan da
öte, kuralı uygulayanın kuralı eksiksiz, tam ve gereği gibi uyguladığı
devlettir. Bunun içindir ki, hukuk devleti, kişinin hukuki güvenliğinin tüm
hüküm ve sonuçlarıyla tam olarak sağlandığı devlettir.
Hukuk
devletinde, ceza hukukunun temelini oluşturan kanunilik ilkesinin ve
sonuçlarının, bir şekilde göz ardı edilerek, kanunun suç saymadığı fiillerden
kişilerin soruşturulmaları, haklarında iddianame düzenlenmesi ve kamu davası
açılması ve hüküm kurulması yoluyla kişilerin hukuki güvenliğinin çiğnenmesine
izin verilemez, göz yumulamaz.
Ülkemizin
son on yıl içerisinde geçirdiği süreç gerek siyasal, gerekse hukuk tarihi
açısından çok ve geniş tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Siyasal
beklentiler ve amaçlarla hukuksal sürecin büyük etkileşimi adalete olan inancı
da büyük oranda zayıflatmıştır. Özellikle yargılama sürecine başlamazdan önce
gelişen süreç adım adım kurgulanabilmekte soruşturmalar ya da yargılamalar
adalet arayışının gereği değil, kurgulanan sürecin gereği olarak
yürütülebilmektedir.
Böylesi
bir sapmanın ortaya çıkmaması için devletlerin anayasaları vardır. Anayasa,
devletin temel yapısını, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kuralları
gösterir. Devlet yönetimini düzenleyen ana kurallar çoğu kez anayasa denilen
tek bir yasa içinde toplanmıştır. Anayasalar, yalnız devletin temel yapısını,
örgütlenişini ve işleyişini göstermekle kalmazlar. Bunun yanında anayasalar,
ekonomik ve toplumsal alanda siyasal iktidara yön veren temel ilkeleri,
bireylere sağlanan temel hak ve özgürlükleri de gösterirler; temel hak ve
özgürlüklerin güvencesini oluştururlar.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşan Devlet düzenlerinde esas olan Devletin
organı yerindeki kişilerin ve Devletin kurumlarının hesap verebilir ve denetlenebilir
olmasıdır. Demokratik Devlet, Devletin organlarının eylem ve işlemlerinden
vatandaşın haberinin olması ve bu eylem ve işlemlerinin vatandaşlarca hukuki
bir engelle karşılaşmaksızın yargıya götürebilmesi demektir.
Devletin
en temel görevlerinden biri de adalet dağıtmaktır. Adaletin dağıtımında devlete
düşen en temel görev, tarafsızlığı ve eşitliği sağlamaktır. Bilindiği üzere,
devletin üç temel erkinden biri yargı erkidir. Yargı erkinin yasama ve yürütme
erkleri karşısındaki işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için yargı erkini
kullananların yani hakimlerin bağımsız olması ve bazı güvencelerle donatılması
gerekir. Aksi halde en küçük bir etki bile adaletin varlığına zarar verir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2.maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir
hukuk devletidir. Hukuk devletinin varlığından söz edebilmek için varlığı
zorunlu unsurlardan birinin yargı denetimi ve yargı bağımsızlığı olduğu
konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Yargı
bağımsızlığı tam sağlanamadığı için, yargılama erkini kullanan hakimin, yasama
ve yürütme organı yanında mahkeme içi diğer tüm etki edici faktörlerin
baskısından uzak karar vermesi zorunludur. Yargı erkinin etki ve müdahaleden
uzak olarak gerçekleşmesini temin edecek husus ise hakimin ve dolayısıyla yargının
tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Yargının bağımsızlığı bireyin temel hak ve
özgürlüklerinin güvencesini oluşturmaktadır. Aynı şekilde yargı erkinin
bağımsızlığı ve buna bağlı olarak kabul edilen hakim güvencesi hak arama
özgürlüğünün de odağını oluşturmaktadır.
AİHM
içtihatlarına göre, bağımsızlık, mahkemenin yasama ve yürütme organlarının etki
ve baskısı altında kalmaksızın, taraflarla herhangi bir bağının bulunmamasını
ve hakimlerin görevlerini yaparken emir ve talimat almamalarını zorunlu kılmaktadır.
Bir başka anlatımla AİHM’nin içtihatlarına göre, mahkemelerin bağımsızlığından
söz edebilmek için başka bir kişiden, kuruluş veya organdan talimat alınmaması,
özellikle yürütme organı ve uyuşmazlığın taraflarının etkisinde kalmaması
gerekir.
Yargı
bağımsızlığının anlatmak istediği hakimin bağımsızlığıdır. Zira bağımsızlık
makamın değil, tersine süjenin bir vasfıdır. Hakim bağımsızlığı hakimin
kararını verirken özgür olması, hiçbir baskı ve etki altında bulunmaması
gerekir. Hakime baskı yapılmaması yeterli değildir. Ayrıca baskı yapılması
olasılığı da bulunmamalıdır. Ayrıca Devletin diğer erklerinin hakimlere
yargılama yetkisini kullanırken emir ya da talimat vermemeleri ya da
tavsiyelerde bulunmamaları yanında dolaylı bile olsa etki ve baskı yapabilme
olasılıklarının da bulunmaması şarttır. Çağımızda Devletin erklerine karşı
olduğu kadar en az onun kadar hakimin kamuoyuna ve medyaya karşı da
bağımsızlığının güvence altına alınması zorunlu bulunmaktadır.
AİHM söylediği gibi; yargının ne olduğu değil, toplumun yargıyı nasıl
algıladığı önemlidir.
İnsanın
vicdanında/bilincinde adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu yoktur. Bu
nedenle adalet en üst ortak değerimiz, bu yüzden yargı ulusça hepimizin ilgi
alanıdır. Eğer bu ülkede adaletten ve yargıdan kaygı duyuluyorsa, bu sesleri
dinlemek zorundayız. Çünkü yargı; son çözümlemede, hukukun ne dediğini söyleyen
ve “sistemi meşrulaştıran” erktir, güçtür.
Biz
hukukçular ne yazık ki; ülkemizin daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk
düzeni tartışmaları yerine en sıradan yasal hakların kullandırılabilmesi
mücadelesini vermekteyiz.”Bir insanın haksız yere özgürlüğünün kısıtlanmasını
hiçbir bedel ödeyemez. Adaletin herkese hakkını vermesi kadar zamanında vermesi
de önemlidir.”
Korkulması
gereken tek şey yasasız yargılanmaktır. “Adaletin güçsüz olması ile güçlünün
adaletsiz” olması arasında fark yoktur.
Ceza yargılaması hukukunun
fonksiyonu, ceza normları tarafından suç sayılan ve karşılığında failine ceza
tatbikini gösteren fiillerin icra edilip edilmediğini, eğer icra edilmişse
kimin tarafından işlendiğini tespit etmektir. Böylece, kamu düzeninin korunması
ve adalete ulaşılması hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşabilmek için suç olarak
gösterilen fiillerin kim tarafından işlendiğinin kanıtlanması gerekir. Cezalandırma
için takip yetkisine sahip olan otorite, kim tarafından suçun işlendiğine keyfi
şekilde karar verme yetkisine sahip olmayıp, bunun ispatını usulü dairesinde
yapmak zorundadır.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento kararıdır.
Gizli
oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa değişikliği” olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Şu halde söz konusu düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la hakkımda düzenlenen fezlekeler yönünden
kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul
Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3
ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için
ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep
ederim.”
Esas Sayısı : 2016/59
Karar Sayısı : 2016/52
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
I.
MİLLETVEKİLİ OLARAK ŞAHSIMIN YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASI ANAYASA VE
MECLİS İÇTÜZÜĞÜNE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir.
Komisyona
göre dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal
tehditlerden korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir.) Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İşbu
düzenleme neticesinde, Milletvekili sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta
olduğum yasama dokunulmazlığı, hakkımda düzenlenen fezleke nedeniyle kaldırılmıştır.
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki fezlekeye dayalı suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur.
Savunma
hakkım ortadan kaldırılmak suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda
yetkilerini kaldıran aynı tasarruf yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik
devlet ilkesinin eylemli bir şekilde değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu
nedenlerle hakkımdaki fezlekedeki suç isnatları hakkında yasama
dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın;
hukuk devleti, eşitlik, hak ve özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve
özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın yaratılması, düşünce ve ifade
özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu hükümler dikkate alınmadan
bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin düzenleme,
Anayasa’nın 10 ncu maddesine aykırıdır. Eşitlik kuralı, aynı konumda olanlar
arasında farklılık yaratılmamasını, devlet ve organlarının da buna uygun olarak
hareket etmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü,
10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./1.mad)
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek
fıkra: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.” hükmü ve 13. maddesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükümleri yer almıştır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir. Ancak belirli
kişilere yönelik değil, bütün geneli kapsayacak şekilde dokunulmazlık
kanununun çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığından,
yapılan düzenleme Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 25 nci maddesinde düşünce, 26 ncı
maddesinde ise ifade özgürlüğü düzenlenmiş olup, düşünce özgürlüğü
sınırlanamaz. İfade özgürlüğünün kapsamı ve hangi koşullarda nasıl
sınırlanacağı ise, Anayasanın 26 ncı maddesinde ortaya konulmuştur. Bahsolunan
Anayasa değişikliği ile getirilen düzenleme tamamıyla eşitlik ilkesine ve hukuk
devleti ilkesine aykırı olup, demokratik toplum gereklerine uygun olmayan
biçimde aykırılık yaratmakta, hakkın özüne dokunulmaktadır,bu açıdan da yapılan
düzenleme Anayasa’nın 13 ncü maddesine aykırıdır.
Kaldı ki, Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca,
yöntemine göre yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlükler konusundaki
uluslararası sözleşmelerin yasalarla çatışması halinde, uluslararası sözleşme
hükümlerinin esas alınacağı hükmü karşısında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
ve BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ndeki; eşitlik, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması bu hakların kötüye kullanılmaması, yine düşünce ve
ifade özgürlüğüne yönelik düzenlemeler de gözetildiğinde, yapılan düzenleme,
uluslararası sözleşme hükümleri ile çatışma yaratmaktadır.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve
özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen
sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
Anayasa’nın; hukuk devleti, eşitlik, hak ve
özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın
yaratılması, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu
hükümler dikkate alınmadan yapılan değişiklik, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi ile
bağdaşmadığından, yapılan bu düzenleme Anayasa’nın 11 nci maddesine de
aykırıdır.
Hakkımdaki
fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin
emsal kararları göz önünde tutulduğunda, bu fezlekede yer alan suç
isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görmeyeceği
söylenebilir.
Ayrıca,
bu fezlekede isnat edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır.
Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte
olduğu dikkate alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için
getirdiği istisnanın bu suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Aksi
takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik taşımayan isnatlar karşısında
yasama görevlerini yerine getiremez hale gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma yapılamaz.
AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama dokunulmazlığını
düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye erişim hakkını
kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına gelmemektedir.
(Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm kurmuştur.
Milletvekili
dokunulmazlığının, Türkiye gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam
olarak kurtulamamış ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok
özel bir anlam taşıdığı kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki, AYM’ye bu konuda
da özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
Özgür
bir toplumun yurttaşları olarak dünyamıza eleştirel gözlerle bakmak bizim
görevimiz. Ama eğer neyin yanlış olduğunu bildiğimizi düşünüyorsak, o “bilgiyle
harekete geçmeliyiz”. Flozoflar’ın bugüne dek dünyayı türlü yollarla sadece
yorumladıklarına dair ünlü bir gözlem vardır; asıl mesele ise onu
değiştirmektir”.
“BENİM
HALKIM, DEMOKRASİ İLKELERİNİ, BİLİM ÖĞRETİLERİNİ ÖĞRENECEKTİR.” ÖZGÜRLÜK
OLMAYAN BİR ÜLKEDE ÖLÜM VE YIKIM VARDIR. HER İLERLEMENİN VE KURTULUŞUN ANASI
ÖZGÜRLÜKTÜR.” (M.Kemal ATATÜRK)
Yasanın
uygulanması sanığa, savcıya, mahkemeye, göre değiştirilemez. Tarih sayfaları
adalet duygusunun sarsıldığında toplumların içerisine sürüklendiği büyük
felaketlerle doludur.
Gözle
görülür biçimde eşitsiz toplumlarda doğan kıskançlık ve hınç duygularının
yıpratıcı sonuçları, daha eşit koşullar altında önemli ölçüde hafifler.
Eşitlikçi ülkelerdeki cezaevi nüfusu bu ihtimali göstermektedir.Adil bir toplumun, adaletin bir alışkanlık
olarak yerine getirildiği, insanların iyi davrandıkları dürüst bir toplum
olduklarını varsayarız. “Yargılamada yasalar yok sayılır ya da görmezlikten
gelinirse hukukçular yargılamayı terk etmiş demektir”.
Ülkemizde
yaşananlar yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. Hiç kimse asla bana olmaz
dememelidir. Her an aklımızın ötesinden bile geçirmediğimiz bir ithamla
karşılaşma ve yargılanır olma ihtimaline ilişkin toplumsal kabul ve algı son
derece yüksektir. Elektronik icatların insan yaşamındaki etkisinin giderek
yoğun bir artış göstermesi beraberinde kötü niyetli kurgularında gücünü
artırmıştır.
Büyük
bir yoğunlukla yürütülen zihin karıştırma, delil karartma, yargılamayı
yönlendirme operasyonlarının son derece etkili olduğu açıktır.
Bir tek masumun dahi hakkının ihlal edilmemesi için yılmadan yorulmadan hukuk
konuşmaya çaba göstermeliyiz. Siyasi emeller uğruna ceza hukuku başka ülkelerde
de bir istismar aracı olarak kullanılabilmektedir.
Yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin anayasal dayanağıdır. İnsan olarak
yurttaş, uyruk olarak yurttaş, gözlenen olarak yurttaş, vergi yükümlüsü olarak
yurttaş, asker olarak yurttaş, hak sahibi olarak yurttaş, kurucu olarak
yurttaş, egemen olarak yurttaş, milliyeti paylaşan olarak yurttaş, katılımcı ve
eşit olarak yurttaş varlığımızın ve bir arada yaşama irademizin ortak paydasıdır.
Oysa ülkenin temel değerleri ardı ardına sarsılmakta, adeta toplumsal yapı
yeniden formatlanmaktadır. Bütün bu süreç de toplumsal algı; adaletin güvenilir
liman olmaktan uzaklaştığı yönündedir.
Yurttaşlık
Statüsü bireylere bir siyasi topluluk içinde eşit haklar ve görevler,
özgürlükler ve sınırlamalar, yetkiler ve sorumluluklar yükler.
Hukukçu
olarak, “adaletsizliğin adaletle yıkılacağına” inancımız tamdır. Unutulmamalı
ki; “insanlar arasında yasasız mücadeleden daha korkunç bir şey yoktur.” Bugün
ülkemiz yurttaşlık hukukundan hızla uzaklaşmaktadır. Sanık hakları içi boş
yasal metinler haline gelmektedir.
Bütün
uygar toplumların olduğu gibi bizim de devletimizin temeli saydığımız adalet,
hiç olmaması gereken bir şekilde tam tersine ayrışmamızın lokomotifi haline
getirilmek istenmektedir. Adaletin siyasal beklentilerin etkisine girmesi veya
siyasallaştırılması tek bir yurttaşımızın dahi asla kabul etmemesi gereken bir
durumdur.
Adalete
olan inanç ve güvenden asla ödün verilmemeli, kuşku duyulmamalıdır. Adaletin
toplum vicdanında kuşku yaratacak biçimde algılanması bile adil yargılanma
ilkesinin ihlalidir. Yurttaşlardan beklenen bu asgari özen elbette, öncelikle
adaleti tesis etmekle yükümlü olanlardan beklenmektedir. Kaldı ki, adalet
beklentisi uygulayıcılar için daha da büyük bir sorumluluk gereğidir ve öneme
sahiptir.
İnsan
olarak araştırırız ve sorgularız. Doğamız gereği anlamayı ve çözümlemeyi
hedefleriz. Düşünce kapasitemizi medeni topluluklarda yaşayarak geliştiririz.
Beraber düşünerek, birlikte yaşarız. Şüphesiz siyasal bir rejim öncelikle
yaşamın maddi ihtiyaçlarını güvence altına almalıdır. Ancak bu rejim, aklı ve
yaşam koşullarını yaşanabilir kılmalıdır. Siyasal bir rejim yaşamımızdaki
vazgeçilmez ihtiyaçları ve arzularımızı elbette asla tam anlamıyla tatmin
edemeyecektir. Ancak, insan olarak haklara sahip, barış içerisinde bir arada
yaşayabilme koşullarını sağlayabilmelidir. Siyasal yaşamın bu arayışı
kösteklemek yerine tam tersine önünü açmak zorunluluğu, açık olarak görülebilen
gerçektir.
Yasalara
ve haklara saygılı bir ülkede devlet; bırakınız milletvekillerini; asla
yurttaşına tuzak kurmaz. Tuzak kurmak, çağ dışılığı yaygın bir yürütme yöntemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Trafikte, telefonda, maliyede tuzak kurma
alışkanlığı bürokraside ve adliyede tuzak kurma alışkanlığına dönüşmüştür. Bu
gerçekleri görmemek, gerçeği ortadan kaldırmaz. Tuzağı kuran devlet değil ise
bunu ortaya çıkarmak da devletin asli görevidir. Kamu hizmeti, kamu güvenliği
ve kamu düzeni devletin en önemli varoluş nedenleridir.
Ülkemizde toplumsal uzlaşının ana kurucusu “adalet” beklentisidir. Demokratik
sistemin türlü bahanelerle ve hukuk dışı yöntemlerle baskılanması ve giderek
etkisizleştirilmesi Anayasal düzenin açık bir şekilde askıya alınması sonucunu doğurur.
Nitekim son yıllarda yaşanılan onca gelişme yalnızca ceza adaleti sistemini
değil demokratik kurumlara olan güven ve inancı da çökertmiştir.
Hukuk
devleti, kuralı koyanın koyduğu kurala uyduğu devlet olduğu kadar, bundan da
öte, kuralı uygulayanın kuralı eksiksiz, tam ve gereği gibi uyguladığı
devlettir. Bunun içindir ki, hukuk devleti, kişinin hukuki güvenliğinin tüm
hüküm ve sonuçlarıyla tam olarak sağlandığı devlettir.
Hukuk
devletinde, ceza hukukunun temelini oluşturan kanunilik ilkesinin ve
sonuçlarının, bir şekilde göz ardı edilerek, kanunun suç saymadığı fiillerden
kişilerin soruşturulmaları, haklarında iddianame düzenlenmesi ve kamu davası
açılması ve hüküm kurulması yoluyla kişilerin hukuki güvenliğinin çiğnenmesine
izin verilemez, göz yumulamaz.
Ülkemizin
son on yıl içerisinde geçirdiği süreç gerek siyasal, gerekse hukuk tarihi
açısından çok ve geniş tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Siyasal
beklentiler ve amaçlarla hukuksal sürecin büyük etkileşimi adalete olan inancı
da büyük oranda zayıflatmıştır. Özellikle yargılama sürecine başlamazdan önce
gelişen süreç adım adım kurgulanabilmekte soruşturmalar ya da yargılamalar
adalet arayışının gereği değil, kurgulanan sürecin gereği olarak
yürütülebilmektedir.
Böylesi
bir sapmanın ortaya çıkmaması için devletlerin anayasaları vardır. Anayasa,
devletin temel yapısını, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kuralları
gösterir. Devlet yönetimini düzenleyen ana kurallar çoğu kez anayasa denilen
tek bir yasa içinde toplanmıştır. Anayasalar, yalnız devletin temel yapısını,
örgütlenişini ve işleyişini göstermekle kalmazlar. Bunun yanında anayasalar,
ekonomik ve toplumsal alanda siyasal iktidara yön veren temel ilkeleri,
bireylere sağlanan temel hak ve özgürlükleri de gösterirler; temel hak ve
özgürlüklerin güvencesini oluştururlar.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşan Devlet düzenlerinde esas olan Devletin
organı yerindeki kişilerin ve Devletin kurumlarının hesap verebilir ve
denetlenebilir olmasıdır. Demokratik Devlet, Devletin organlarının eylem ve
işlemlerinden vatandaşın haberinin olması ve bu eylem ve işlemlerinin
vatandaşlarca hukuki bir engelle karşılaşmaksızın yargıya götürebilmesi
demektir.
Devletin
en temel görevlerinden biri de adalet dağıtmaktır. Adaletin dağıtımında devlete
düşen en temel görev, tarafsızlığı ve eşitliği sağlamaktır. Bilindiği üzere,
devletin üç temel erkinden biri yargı erkidir. Yargı erkinin yasama ve yürütme
erkleri karşısındaki işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için yargı erkini
kullananların yani hakimlerin bağımsız olması ve bazı güvencelerle donatılması
gerekir. Aksi halde en küçük bir etki bile adaletin varlığına zarar verir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2.maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir
hukuk devletidir. Hukuk devletinin varlığından söz edebilmek için varlığı
zorunlu unsurlardan birinin yargı denetimi ve yargı bağımsızlığı olduğu
konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Yargı
bağımsızlığı tam sağlanamadığı için, yargılama erkini kullanan hakimin, yasama
ve yürütme organı yanında mahkeme içi diğer tüm etki edici faktörlerin
baskısından uzak karar vermesi zorunludur. Yargı erkinin etki ve müdahaleden
uzak olarak gerçekleşmesini temin edecek husus ise hakimin ve dolayısıyla
yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Yargının bağımsızlığı bireyin temel
hak ve özgürlüklerinin güvencesini oluşturmaktadır. Aynı şekilde yargı erkinin
bağımsızlığı ve buna bağlı olarak kabul edilen hakim güvencesi hak arama
özgürlüğünün de odağını oluşturmaktadır.
AİHM
içtihatlarına göre, bağımsızlık, mahkemenin yasama ve yürütme organlarının etki
ve baskısı altında kalmaksızın, taraflarla herhangi bir bağının bulunmamasını
ve hakimlerin görevlerini yaparken emir ve talimat almamalarını zorunlu
kılmaktadır. Bir başka anlatımla AİHM’nin içtihatlarına göre, mahkemelerin
bağımsızlığından söz edebilmek için başka bir kişiden, kuruluş veya organdan
talimat alınmaması, özellikle yürütme organı ve uyuşmazlığın taraflarının
etkisinde kalmaması gerekir.
Yargı
bağımsızlığının anlatmak istediği hakimin bağımsızlığıdır. Zira bağımsızlık
makamın değil, tersine süjenin bir vasfıdır. Hakim bağımsızlığı hakimin
kararını verirken özgür olması, hiçbir baskı ve etki altında bulunmaması
gerekir. Hakime baskı yapılmaması yeterli değildir. Ayrıca baskı yapılması
olasılığı da bulunmamalıdır. Ayrıca Devletin diğer erklerinin hakimlere
yargılama yetkisini kullanırken emir ya da talimat vermemeleri ya da
tavsiyelerde bulunmamaları yanında dolaylı bile olsa etki ve baskı yapabilme
olasılıklarının da bulunmaması şarttır. Çağımızda Devletin erklerine karşı
olduğu kadar en az onun kadar hakimin kamuoyuna ve medyaya karşı da
bağımsızlığının güvence altına alınması zorunlu bulunmaktadır.
AİHM söylediği gibi; yargının ne olduğu değil, toplumun yargıyı nasıl
algıladığı önemlidir.
İnsanın
vicdanında/bilincinde adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu yoktur. Bu
nedenle adalet en üst ortak değerimiz, bu yüzden yargı ulusça hepimizin ilgi
alanıdır. Eğer bu ülkede adaletten ve yargıdan kaygı duyuluyorsa, bu sesleri
dinlemek zorundayız. Çünkü yargı; son çözümlemede, hukukun ne dediğini söyleyen
ve “sistemi meşrulaştıran” erktir, güçtür.
Biz
hukukçular ne yazık ki; ülkemizin daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk
düzeni tartışmaları yerine en sıradan yasal hakların kullandırılabilmesi mücadelesini
vermekteyiz.” Bir insanın haksız yere özgürlüğünün kısıtlanmasını hiçbir bedel
ödeyemez. Adaletin herkese hakkını vermesi kadar zamanında vermesi de
önemlidir.”
Korkulması
gereken tek şey yasasız yargılanmaktır. “Adaletin güçsüz olması ile güçlünün
adaletsiz” olması arasında fark yoktur.
Ceza
yargılaması hukukunun fonksiyonu, ceza normları tarafından suç sayılan ve
karşılığında failine ceza tatbikini gösteren fiillerin icra edilip
edilmediğini, eğer icra edilmişse kimin tarafından işlendiğini tespit etmektir.
Böylece, kamu düzeninin korunması ve adalete ulaşılması hedeflenmiştir. Bu
hedefe ulaşabilmek için suç olarak gösterilen fiillerin kim tarafından
işlendiğinin kanıtlanması gerekir. Cezalandırma için takip yetkisine sahip olan
otorite, kim tarafından suçun işlendiğine keyfi şekilde karar verme yetkisine
sahip olmayıp, bunun ispatını usulü dairesinde yapmak zorundadır.
Somut olayda TBMM Genel
Kurulu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016
tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir
karardır; bu karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük
süre işlemeye başlamıştır.
6718
sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” Anayasa’nın öngördüğü usulle yapıldığı
söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri, gizli oyla
yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır. Anayasa
değişikliği oylamasında olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı, oylarını,
kabine girmeden ve izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci
maddesindeki “gizli oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir
uygulamaya geçilmesi, herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te
ve İçtüzük md. 94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu
bakımdan Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan
“oylama çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu
değişikliğin Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu
söylenemez.
AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento kararıdır.
Gizli
oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa değişikliği” olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Şu halde söz konusu düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la hakkımda düzenlenen fezleke yönünden
kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul
Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3
ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için
ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep
ederim.”
Esas Sayısı : 2016/60
Karar Sayısı : 2016/53
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında,
bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci
cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
I.
MİLLETVEKİLİ OLARAK ŞAHSIMIN YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASI ANAYASA VE
MECLİS İÇTÜZÜĞÜNE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir.
Komisyona
göre dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal
tehditlerden korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması,
seçmenlerin iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin
cezalandırmaları için yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı
kurmasının önlenmesi ve bu bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi
işlevler görmektedir. Hukuk devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler
ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İşbu
düzenleme neticesinde, Milletvekili sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta
olduğum yasama dokunulmazlığı, hakkımda düzenlenen fezleke nedeniyle kaldırılmıştır.
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki fezlekeye dayalı suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur.
Savunma
hakkım ortadan kaldırılmak suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf
Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda
yetkilerini kaldıran aynı tasarruf yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik
devlet ilkesinin eylemli bir şekilde değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu
nedenlerle hakkımdaki fezlekedeki suç isnatları hakkında yasama
dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2. maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın;
hukuk devleti, eşitlik, hak ve özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve
özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın yaratılması, düşünce ve ifade
özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu hükümler dikkate alınmadan
bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin düzenleme,
Anayasa’nın 10 ncu maddesine aykırıdır. Eşitlik kuralı, aynı konumda olanlar
arasında farklılık yaratılmamasını, devlet ve organlarının da buna uygun olarak
hareket etmesini zorunlu kılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü,
10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir. (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./1.mad) Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. (Ek cümle: 07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek fıkra:
07/05/2010-5982 S.K./1. md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa
imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” hükmü ve 13.
maddesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” hükümleri yer almıştır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir. Ancak belirli
kişilere yönelik değil, bütün geneli kapsayacak şekilde dokunulmazlık
kanununun çıkarılmasının hukuk devleti ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmadığından,
yapılan düzenleme Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 25 nci maddesinde düşünce, 26 ncı
maddesinde ise ifade özgürlüğü düzenlenmiş olup, düşünce özgürlüğü
sınırlanamaz. İfade özgürlüğünün kapsamı ve hangi koşullarda nasıl
sınırlanacağı ise, Anayasanın 26 ncı maddesinde ortaya konulmuştur. Bahsolunan
Anayasa değişikliği ile getirilen düzenleme tamamıyla eşitlik ilkesine ve hukuk
devleti ilkesine aykırı olup, demokratik toplum gereklerine uygun olmayan
biçimde aykırılık yaratmakta, hakkın özüne dokunulmaktadır, bu açıdan da
yapılan düzenleme Anayasa’nın 13 ncü maddesine aykırıdır.
Kaldı ki, Anayasa’nın 90/son maddesi uyarınca,
yöntemine göre yürürlüğe konulan temel hak ve özgürlükler konusundaki
uluslararası sözleşmelerin yasalarla çatışması halinde, uluslararası sözleşme
hükümlerinin esas alınacağı hükmü karşısında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
ve BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ndeki; eşitlik, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması bu hakların kötüye kullanılmaması, yine düşünce ve
ifade özgürlüğüne yönelik düzenlemeler de gözetildiğinde, yapılan düzenleme,
uluslararası sözleşme hükümleri ile çatışma yaratmaktadır.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve
özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen
sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
Anayasa’nın; hukuk devleti, eşitlik, hak ve
özgürlüklerin sınırlanması, bu hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği ortamın
yaratılması, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik hükümleri gözetildiğinde, bu
hükümler dikkate alınmadan yapılan değişiklik, Anayasa’nın üstünlüğü ilkesi ile
bağdaşmadığından, yapılan bu düzenleme Anayasa’nın 11 nci maddesine de
aykırıdır.
Hakkımdaki
fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin
emsal kararları göz önünde tutulduğunda, bu fezlekede yer alan suç
isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte görmeyeceği
söylenebilir.
Ayrıca,
bu fezlekede isnat edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır.
Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte
olduğu dikkate alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için
getirdiği istisnanın bu suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Aksi
takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik taşımayan isnatlar karşısında
yasama görevlerini yerine getiremez hale gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci maddesindeki
demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim hakkına aykırı
düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen (Meclis Genel
Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı tamamen ortadan
kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek istemektedir. Bu
aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol bulunmadığı
aşikardır.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…”
şeklinde hüküm kurmuştur.
Milletvekili
dokunulmazlığının, Türkiye gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam
olarak kurtulamamış ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok
özel bir anlam taşıdığı kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki, AYM’ye bu konuda
da özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
Özgür
bir toplumun yurttaşları olarak dünyamıza eleştirel gözlerle bakmak bizim
görevimiz. Ama eğer neyin yanlış olduğunu bildiğimizi düşünüyorsak, o “bilgiyle
harekete geçmeliyiz”. Flozoflar’ın bugüne dek dünyayı türlü yollarla sadece
yorumladıklarına dair ünlü bir gözlem vardır; asıl mesele ise onu
değiştirmektir”.
“BENİM
HALKIM, DEMOKRASİ İLKELERİNİ, BİLİM ÖĞRETİLERİNİ ÖĞRENECEKTİR.” ÖZGÜRLÜK
OLMAYAN BİR ÜLKEDE ÖLÜM VE YIKIM VARDIR. HER İLERLEMENİN VE KURTULUŞUN ANASI
ÖZGÜRLÜKTÜR.” (M.Kemal ATATÜRK)
Yasanın
uygulanması sanığa, savcıya, mahkemeye, göre değiştirilemez. Tarih sayfaları
adalet duygusunun sarsıldığında toplumların içerisine sürüklendiği büyük
felaketlerle doludur.
Gözle
görülür biçimde eşitsiz toplumlarda doğan kıskançlık ve hınç duygularının
yıpratıcı sonuçları, daha eşit koşullar altında önemli ölçüde hafifler.
Eşitlikçi ülkelerdeki cezaevi nüfusu bu ihtimali göstermektedir.Adil bir toplumun, adaletin bir alışkanlık
olarak yerine getirildiği, insanların iyi davrandıkları dürüst bir toplum
olduklarını varsayarız. “Yargılamada yasalar yok sayılır ya da görmezlikten
gelinirse hukukçular yargılamayı terk etmiş demektir”.
Ülkemizde
yaşananlar yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir. Hiç kimse asla bana olmaz
dememelidir. Her an aklımızın ötesinden bile geçirmediğimiz bir ithamla
karşılaşma ve yargılanır olma ihtimaline ilişkin toplumsal kabul ve algı son
derece yüksektir. Elektronik icatların insan yaşamındaki etkisinin giderek
yoğun bir artış göstermesi beraberinde kötü niyetli kurgularında gücünü
artırmıştır.
Büyük
bir yoğunlukla yürütülen zihin karıştırma, delil karartma, yargılamayı
yönlendirme operasyonlarının son derece etkili olduğu açıktır.
Bir tek masumun dahi hakkının ihlal edilmemesi için yılmadan yorulmadan hukuk
konuşmaya çaba göstermeliyiz. Siyasi emeller uğruna ceza hukuku başka ülkelerde
de bir istismar aracı olarak kullanılabilmektedir.
Yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin anayasal dayanağıdır. İnsan olarak
yurttaş, uyruk olarak yurttaş, gözlenen olarak yurttaş, vergi yükümlüsü olarak
yurttaş, asker olarak yurttaş, hak sahibi olarak yurttaş, kurucu olarak
yurttaş, egemen olarak yurttaş, milliyeti paylaşan olarak yurttaş, katılımcı ve
eşit olarak yurttaş varlığımızın ve bir arada yaşama irademizin ortak
paydasıdır. Oysa ülkenin temel değerleri ardı ardına sarsılmakta, adeta
toplumsal yapı yeniden formatlanmaktadır. Bütün bu süreç de toplumsal algı;
adaletin güvenilir liman olmaktan uzaklaştığı yönündedir.
Yurttaşlık
Statüsü bireylere bir siyasi topluluk içinde eşit haklar ve görevler,
özgürlükler ve sınırlamalar, yetkiler ve sorumluluklar yükler.
Hukukçu
olarak, “adaletsizliğin adaletle yıkılacağına” inancımız tamdır.
Unutulmamalı ki; “insanlar arasında yasasız mücadeleden daha korkunç bir şey
yoktur.” Bugün ülkemiz yurttaşlık hukukundan hızla uzaklaşmaktadır. Sanık
hakları içi boş yasal metinler haline gelmektedir.
Bütün
uygar toplumların olduğu gibi bizim de devletimizin temeli saydığımız adalet,
hiç olmaması gereken bir şekilde tam tersine ayrışmamızın lokomotifi haline
getirilmek istenmektedir. Adaletin siyasal beklentilerin etkisine girmesi veya
siyasallaştırılması tek bir yurttaşımızın dahi asla kabul etmemesi gereken bir
durumdur.
Adalete
olan inanç ve güvenden asla ödün verilmemeli, kuşku duyulmamalıdır. Adaletin
toplum vicdanında kuşku yaratacak biçimde algılanması bile adil yargılanma
ilkesinin ihlalidir. Yurttaşlardan beklenen bu asgari özen elbette, öncelikle
adaleti tesis etmekle yükümlü olanlardan beklenmektedir. Kaldı ki, adalet
beklentisi uygulayıcılar için daha da büyük bir sorumluluk gereğidir ve öneme
sahiptir.
İnsan
olarak araştırırız ve sorgularız. Doğamız gereği anlamayı ve çözümlemeyi
hedefleriz. Düşünce kapasitemizi medeni topluluklarda yaşayarak geliştiririz.
Beraber düşünerek, birlikte yaşarız. Şüphesiz siyasal bir rejim öncelikle
yaşamın maddi ihtiyaçlarını güvence altına almalıdır. Ancak bu rejim, aklı ve
yaşam koşullarını yaşanabilir kılmalıdır. Siyasal bir rejim yaşamımızdaki
vazgeçilmez ihtiyaçları ve arzularımızı elbette asla tam anlamıyla tatmin
edemeyecektir. Ancak, insan olarak haklara sahip, barış içerisinde bir arada
yaşayabilme koşullarını sağlayabilmelidir. Siyasal yaşamın bu arayışı
kösteklemek yerine tam tersine önünü açmak zorunluluğu, açık olarak görülebilen
gerçektir.
Yasalara
ve haklara saygılı bir ülkede devlet; bırakınız milletvekillerini; asla
yurttaşına tuzak kurmaz. Tuzak kurmak, çağ dışılığı yaygın bir yürütme yöntemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Trafikte, telefonda, maliyede tuzak kurma
alışkanlığı bürokraside ve adliyede tuzak kurma alışkanlığına dönüşmüştür. Bu
gerçekleri görmemek, gerçeği ortadan kaldırmaz. Tuzağı kuran devlet değil ise
bunu ortaya çıkarmak da devletin asli görevidir. Kamu hizmeti, kamu güvenliği
ve kamu düzeni devletin en önemli varoluş nedenleridir.
Ülkemizde toplumsal uzlaşının ana kurucusu “adalet” beklentisidir. Demokratik
sistemin türlü bahanelerle ve hukuk dışı yöntemlerle baskılanması ve giderek
etkisizleştirilmesi Anayasal düzenin açık bir şekilde askıya alınması sonucunu
doğurur. Nitekim son yıllarda yaşanılan onca gelişme yalnızca ceza adaleti
sistemini değil demokratik kurumlara olan güven ve inancı da çökertmiştir.
Hukuk
devleti, kuralı koyanın koyduğu kurala uyduğu devlet olduğu kadar, bundan da
öte, kuralı uygulayanın kuralı eksiksiz, tam ve gereği gibi uyguladığı
devlettir. Bunun içindir ki, hukuk devleti, kişinin hukuki güvenliğinin tüm
hüküm ve sonuçlarıyla tam olarak sağlandığı devlettir.
Hukuk
devletinde, ceza hukukunun temelini oluşturan kanunilik ilkesinin ve sonuçlarının,
bir şekilde göz ardı edilerek, kanunun suç saymadığı fiillerden kişilerin
soruşturulmaları, haklarında iddianame düzenlenmesi ve kamu davası açılması ve
hüküm kurulması yoluyla kişilerin hukuki güvenliğinin çiğnenmesine izin
verilemez, göz yumulamaz.
Ülkemizin
son on yıl içerisinde geçirdiği süreç gerek siyasal, gerekse hukuk tarihi
açısından çok ve geniş tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Siyasal
beklentiler ve amaçlarla hukuksal sürecin büyük etkileşimi adalete olan inancı
da büyük oranda zayıflatmıştır. Özellikle yargılama sürecine başlamazdan önce
gelişen süreç adım adım kurgulanabilmekte soruşturmalar ya da yargılamalar
adalet arayışının gereği değil, kurgulanan sürecin gereği olarak
yürütülebilmektedir.
Böylesi
bir sapmanın ortaya çıkmaması için devletlerin anayasaları vardır. Anayasa,
devletin temel yapısını, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kuralları
gösterir. Devlet yönetimini düzenleyen ana kurallar çoğu kez anayasa denilen
tek bir yasa içinde toplanmıştır. Anayasalar, yalnız devletin temel yapısını,
örgütlenişini ve işleyişini göstermekle kalmazlar. Bunun yanında anayasalar,
ekonomik ve toplumsal alanda siyasal iktidara yön veren temel ilkeleri,
bireylere sağlanan temel hak ve özgürlükleri de gösterirler; temel hak ve özgürlüklerin
güvencesini oluştururlar.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile oluşan Devlet düzenlerinde esas olan Devletin
organı yerindeki kişilerin ve Devletin kurumlarının hesap verebilir ve
denetlenebilir olmasıdır. Demokratik Devlet, Devletin organlarının eylem ve
işlemlerinden vatandaşın haberinin olması ve bu eylem ve işlemlerinin
vatandaşlarca hukuki bir engelle karşılaşmaksızın yargıya götürebilmesi
demektir.
Devletin
en temel görevlerinden biri de adalet dağıtmaktır. Adaletin dağıtımında devlete
düşen en temel görev, tarafsızlığı ve eşitliği sağlamaktır. Bilindiği üzere,
devletin üç temel erkinden biri yargı erkidir. Yargı erkinin yasama ve yürütme
erkleri karşısındaki işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için yargı erkini
kullananların yani hakimlerin bağımsız olması ve bazı güvencelerle donatılması
gerekir. Aksi halde en küçük bir etki bile adaletin varlığına zarar verir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2.maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir
hukuk devletidir. Hukuk devletinin varlığından söz edebilmek için varlığı
zorunlu unsurlardan birinin yargı denetimi ve yargı bağımsızlığı olduğu
konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Yargı
bağımsızlığı tam sağlanamadığı için, yargılama erkini kullanan hakimin, yasama
ve yürütme organı yanında mahkeme içi diğer tüm etki edici faktörlerin
baskısından uzak karar vermesi zorunludur. Yargı erkinin etki ve müdahaleden
uzak olarak gerçekleşmesini temin edecek husus ise hakimin ve dolayısıyla
yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Yargının bağımsızlığı bireyin temel
hak ve özgürlüklerinin güvencesini oluşturmaktadır. Aynı şekilde yargı erkinin
bağımsızlığı ve buna bağlı olarak kabul edilen hakim güvencesi hak arama
özgürlüğünün de odağını oluşturmaktadır.
AİHM
içtihatlarına göre, bağımsızlık, mahkemenin yasama ve yürütme organlarının etki
ve baskısı altında kalmaksızın, taraflarla herhangi bir bağının bulunmamasını
ve hakimlerin görevlerini yaparken emir ve talimat almamalarını zorunlu
kılmaktadır. Bir başka anlatımla AİHM’nin içtihatlarına göre, mahkemelerin
bağımsızlığından söz edebilmek için başka bir kişiden, kuruluş veya organdan
talimat alınmaması, özellikle yürütme organı ve uyuşmazlığın taraflarının
etkisinde kalmaması gerekir.
Yargı
bağımsızlığının anlatmak istediği hakimin bağımsızlığıdır. Zira bağımsızlık
makamın değil, tersine süjenin bir vasfıdır. Hakim bağımsızlığı hakimin
kararını verirken özgür olması, hiçbir baskı ve etki altında bulunmaması
gerekir. Hakime baskı yapılmaması yeterli değildir. Ayrıca baskı yapılması
olasılığı da bulunmamalıdır. Ayrıca Devletin diğer erklerinin hakimlere
yargılama yetkisini kullanırken emir ya da talimat vermemeleri ya da
tavsiyelerde bulunmamaları yanında dolaylı bile olsa etki ve baskı yapabilme
olasılıklarının da bulunmaması şarttır. Çağımızda Devletin erklerine karşı
olduğu kadar en az onun kadar hakimin kamuoyuna ve medyaya karşı da
bağımsızlığının güvence altına alınması zorunlu bulunmaktadır.
AİHM
söylediği gibi; yargının ne olduğu değil, toplumun yargıyı nasıl algıladığı
önemlidir.
İnsanın
vicdanında/bilincinde adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu yoktur. Bu
nedenle adalet en üst ortak değerimiz, bu yüzden yargı ulusça hepimizin ilgi
alanıdır. Eğer bu ülkede adaletten ve yargıdan kaygı duyuluyorsa, bu sesleri
dinlemek zorundayız. Çünkü yargı; son çözümlemede, hukukun ne dediğini söyleyen
ve “sistemi meşrulaştıran” erktir, güçtür.
Biz
hukukçular ne yazık ki; ülkemizin daha fazla demokrasi ve daha fazla hukuk
düzeni tartışmaları yerine en sıradan yasal hakların kullandırılabilmesi
mücadelesini vermekteyiz.”Bir insanın haksız yere özgürlüğünün
kısıtlanmasını hiçbir bedel ödeyemez. Adaletin herkese hakkını vermesi kadar
zamanında vermesi de önemlidir.”
Korkulması
gereken tek şey yasasız yargılanmaktır. “Adaletin güçsüz olması ile güçlünün
adaletsiz” olması arasında fark yoktur.
Ceza
yargılaması hukukunun fonksiyonu, ceza normları tarafından suç sayılan ve
karşılığında failine ceza tatbikini gösteren fiillerin icra edilip
edilmediğini, eğer icra edilmişse kimin tarafından işlendiğini tespit etmektir.
Böylece, kamu düzeninin korunması ve adalete ulaşılması hedeflenmiştir. Bu
hedefe ulaşabilmek için suç olarak gösterilen fiillerin kim tarafından
işlendiğinin kanıtlanması gerekir. Cezalandırma için takip yetkisine sahip olan
otorite, kim tarafından suçun işlendiğine keyfi şekilde karar verme yetkisine
sahip olmayıp, bunun ispatını usulü dairesinde yapmak zorundadır.
Somut olayda TBMM Genel
Kurulu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016
tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir
karardır; bu karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük
süre işlemeye başlamıştır.
6718
sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” Anayasa’nın öngördüğü usulle yapıldığı
söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri, gizli oyla
yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır. Anayasa
değişikliği oylamasında olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı, oylarını,
kabine girmeden ve izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci
maddesindeki “gizli oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir
uygulamaya geçilmesi, herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md.
175’te ve İçtüzük md. 94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve
bu bakımdan Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle
ulaşılan “oylama çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla
yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği”
olduğu söylenemez.
AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Gizli
oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa değişikliği” olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Şu halde söz konusu düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la hakkımda düzenlenen fezleke yönünden
kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul
Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3
ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için
ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep
ederim.”
Esas Sayısı : 2016/61
Karar Sayısı : 2016/54
“…
I. BAŞVURUYA KONU
YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan
2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17
Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.Teklif,
Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamasıdır. Meclis kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konuları, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis kararı” şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis
kararları, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların
özelliği, herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun
yoluyla düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda,
kanunla düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik
dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların
temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak
güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin
olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik
dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir
defaya mahsus' ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir
grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş,
fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine
uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu
düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya olduğumuzu
kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle
ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi
hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM
İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un
dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş
üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel
Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün
133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu,
kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı
olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde
olduğu takdirde Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın
ertelenmesi şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak
itiraz edilmediği takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme
hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve
bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları
için değil, hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için
öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir.
Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden
vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı
gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi
Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe
ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm
koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu
açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran
bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü (Madde 83) esasen
değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa
değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen
metni kendi hukuk anlayışına göre
nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı yerleşiktir.
Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü
kararında, “Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar
Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide
ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur”
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber,
özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak
kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek
Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi
gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85.
maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde
gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde
gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin
amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de
dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi
bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi Anayasa
Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, “anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin
bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan
kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez
değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına
kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa
değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3. Yasama ve
kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri
anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi
anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu
geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili
kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş,
darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının
görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına
alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran
kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici
maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici
maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan,
ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir
defaya mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının
önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum,
geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in
14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa
da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak
taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla
kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün
dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir.
Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133
gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu
değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir
güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik
bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına
henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın
“kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu
bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel
Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural
ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip
vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. “
14.
Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa
Mahkemesi kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,
Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır.
Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının
kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde
sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü
yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü
erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek
baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak
diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine
Anayasa, 2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve
tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu
ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte olması gerekir”. Dönemin
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş
olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi
muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1
Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren
HDP'nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip
olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak
HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini
yansıtmak için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar
tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan
yasama dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere
şekillendiği açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku
alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı”
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67.
maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
“serbest seçim hakkını”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin
en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşmeye Ek 1 Nolu
Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili
ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No.
58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008,
105”
18. AİHS Ek 1
No'lu protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme
ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin dokunulmazlığının
kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye
zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki hususlar gerekçe
konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale
kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık kaldırma
düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız müdahale
oluşturduğu son derece açıktır.
19.Bu
kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir.
Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç
Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir.
Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları
esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak
oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade
serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest
iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş
olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.YASAMA
DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama
dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u
Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes
Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki
Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır.
Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak
Ayaş Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara
Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te
tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak
tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim
milletvekillerinin Meclis'ten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da
dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin
başkanı Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı,
Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine
biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin
hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim
İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği
bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi
(ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP),
Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik
Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu
partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin
tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili
Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri
vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve
diğer milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa
Mahkemesi tarafından, “PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin
odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra
alınan karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan
kurucuları dahil üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının
üzerinde 7 yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği
karar ile HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık
süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin
bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine
göre,
“Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP ülke çapında
örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Mecliste grubu
bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir. Parlamento
tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM tarihinde
kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz, kendisini
münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla belirlememektedir,
Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi en önemli
anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu demokratik
cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği siyasal
vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü
güvencesinden yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca
bir üslupla dile getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu
doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin
çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde
yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan
kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları,
toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere
konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu
kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında
fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili
bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve
programı çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy
vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil
edilen yurttaşların da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek,
gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve
görüşler, meclis çalışması kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin
tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve
meclis dışında ileri sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP'nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi
hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır.
HDP'nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis'te yürütülecek olan
faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP'yle kendisine oy veren
yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın
hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine
getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir irade beyanında
bulunmuştur. Parti Programı'na göre, “İnsanlık tarihi bir mücadeleler
tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin
en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur.”
HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti
olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının
farkında bir siyasi parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis
çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda,
plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve
örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş merkezden yönetim
sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen
alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini,
demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi
kendini yönetebileceği mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için
mücadele eder ve yaşama geçirir.”
7. HDP'nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim
programında da yer almaktadır. Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl
Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik
merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve
tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli,
çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir.
Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel
demokrasi”yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik
bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu modelin Türkiye'nin “üniter devlet
yapısı” ve “demokratik parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Özerk
yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı
anlamını taşır.”
9.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
Kobani
Eylemlerine Çağrı MYK Açıklaması Üzerine
Fezleke
Numarası:2016/27
Soruşturma
No: 2014/5717
Sayı:
30761917-130.04-32751
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığın 2014/5717-2016/27esas numaralı soruşturma fezlekesi
Suç
Tarihi: 6.10.2014 ve sonrası
Düzenleyen
Savcılık: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat
Edilen Suç: Suç işlemeye tahrik ve TCK 214/3 maddesi delaletiyle suç işlemeye
azmettirme
Tatbiki
İstenilen Kanun Maddeleri: TCK 214/1 son 53/1 maddeleri ile 2911 sayılı yasanın
27. Maddesi delaletiyle 34/1-2.,38,43 Cümlesi
Fezlekenin
Düzenlenme Tarihi:21.03.2016
Deliller:
Şikayet / İhbar dilekçeleri, paylaşım çıktısı örnekleri, Emniyet Genel
Müdürlüğü fezlekeleri, o dönem meydana gelen öldürme olaylarına ilişkin
iddianame örnekleri ve tüm dosya içeriği.
Fezlekeye
Ait Söz ve Eylemlerin Kısa Özet: HDP Merkez Yürütme Kurulu 06 Ekim 2014
Pazartesi günü Kobani gündemiyle yaptığı basın toplantısında basına gönderilen
Halklarımıza acil eylem çağrısı notuyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasal
mevzuata aykırı olan Kobaniye olan ISİD saldırıların protesto edilmesi için
sokağa çıkma çağrısında bulunmuştur. Basına gönderilen açıklamada ‘IŞID
Saldırılarının ve AKP İktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek
üzere halklarımızı sokağa çıkma ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye
çağırıyoruz. Kobanide yaşanan katliam girişimine karşı 7’den 70’e bütün
halklarımızı sokağa alan tutmaya ver harekete geçmeye çağırıyoruz. Bütün
uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri,
kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani’de yaşanan vahşete
harekete geçmelidir. Bundan sonra her yer Kobanidir. Kobani’deki kuşatma ve
vahşi saldırganlık son buluna kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.’
denilmiştir.Bu paylaşımlardan sonra kamuoyunda 6-8 Ekim olayları olarak tabir
edilen yurdumuzun farklı illerinde meydana gelen yasadışı gösterilerde pek
vatandaşımızın yaralandığı veya hayatlarını kaybettikleri, sivil vatandaş ce
kamu mallarına zarar verildiği, birçok işyeri kamu kurumu ve bankanın
yağmalandığı, hayatın durma noktasına geldiğinden bahisle HDP Merkez Yürütme
Kurulu ve HDP milletvekilleri haklarında şikayetçi olduklarını bildirmişlerdir.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız ve resen
gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü
kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine ilişkin yasama
işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça ve ağır
şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı
ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar ile birden çok fezleke
yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda sayılan fezlekeler ile
varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/62
Karar Sayısı : 2016/55
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan
2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra 17
Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu’nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa’nın
değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM’de kabul
edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin,
bu dosyalar bakımından Anayasa’nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya
mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa
değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda
Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili
milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın
kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle,
Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamasıdır. Meclis kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konuları, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis kararı” şeklinde açıklar. TBMM’nin iç yapısına
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları,
yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın yasamaya
karşı yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa’da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile
açıklamak zorundadır. Anayasa’nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği
bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa’ya aykırılık teşkil eder.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik
dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların
temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak
güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin
olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik
dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, ‘bir
defaya mahsus’ ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir
grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili
gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer
milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük
olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis’ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa’nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan faydalanacak,
böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir
Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla
herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun olduğunu, yani şekli olarak
bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu nitelikleri taşımaması
nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya olduğumuzu kanıtlar
niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle
ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi
hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM
İçtüzüğü’nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un
dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş
üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel
Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün
133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul’da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle
anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa’nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa’ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa’da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe
ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm
koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu
açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran
bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen
değiştirmeyerek ‘bir defaya mahsus askıya aldığı’ ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa
değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen
metni kendi hukuk anlayışına göre
nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı yerleşiktir.
Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü
kararında, “Anayasa’da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar
Anayasa’nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide
ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur”
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber,
özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak
kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek
Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi
gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85.
maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa’ya eklenen Geçiçi 20.madde
gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde
gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin
amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de
dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi
bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi Anayasa
Mahkemesi’nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.YASAMA
DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE
İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa’nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler’in açıklamalarına göre, “anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa’nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin
bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan
kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi’den
beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren’in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve ‘istisnai’ düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi
anayasa tarafından sunulan güvenceler ‘bir defaya mahsus’ delinmiştir. Yine bu
geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili
kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş,
darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının
görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına
alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
‘anayasallaşan’ 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa’ya eklenecek olan 20’nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, ‘bir
defaya mahsus’ olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis’e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa’ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi’den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis’ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki ‘terör’ vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin ‘örgüt üyeliği’ ‘örgüt
propagandası’ olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP’li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede ‘terörle mücadelenin’ bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007’den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510’a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye’nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in
14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP’yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı
ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak
taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla
kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına
yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve
ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş
olmaktadır.
9.Mevcut
Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın
kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis
İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu
değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir
güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik
bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına
henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa’nın
“kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu
bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna
gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal
edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip
vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. “
14.
Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa
Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,
Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır.
Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının
kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde
sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü
yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü
erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek
baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak
diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine
Anayasa, 2. maddesiyle, TC’yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir”. Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner’in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim’in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner’in dosyası, Dr.
Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal’ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan’ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği
taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6.
fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava
açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş
olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi
muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1
Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8’ini alarak Meclis’e giren
HDP’nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2’lik kesimle farklı düşüncelere sahip
olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak
HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8’in iradesini
yansıtmak için Meclis’te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar
tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan
yasama dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere
şekillendiği açık olan bir teklifle ‘askıya alınması’, anayasa ve idare hukuku
alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı”
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67.
maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri
için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3.
maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar,
yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler
yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce
açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
“serbest seçim hakkını”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin
en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşmeye Ek 1 Nolu
Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili
ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No.
58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008,
105”
18.
AİHS Ek 1 No’lu protokol’ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde
AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini
yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması
gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme
bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde
kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM
kararları halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların
devletler tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve
anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
önemi sahip olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya
başladıktan sonra, haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle,
siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum
bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü
maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.Yasama
işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü
maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci
maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama
işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli oylama
ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamını yasa önergesini
imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup
milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna
dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili
İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama
kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın
sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın
gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve
gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir
tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla
düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel
Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.YASAMA
DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere’de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento’dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu’nun Parlamento Ordusu’yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa’da 1789 Devrimi’yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye’de yasama dokunulmazlıklarını
kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye’nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69’u
Müslüman, 46’sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet’in ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve
Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915’te
Diyarbakır’daki Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce
vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915’te aynı
amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi’ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında,
diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan
1915’te tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden
alınarak tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim
milletvekillerinin Meclis’ten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da
dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi’nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkanı Seyit Abdülkadir’in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa’nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili
basına verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş,
ardından Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere
yerel özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal’in ve tüm Meclis’in
destek tezahüratları altında Meclis’e Kürt milli giysileriyle giren Dersim
mebusu Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve
kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan
Hayri, aynı konuşma gerekçe gösterilerek ‘bölücülük’ suçlamasıyla idam edilir.
Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler
hakkında tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri
bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı,
Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine
biçilen, Anayasa’ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin
hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim
İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği
bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi
(ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP),
Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik
Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu
partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin
tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP’in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM’e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM’in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP’li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili
Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No’lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri
vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994’te Leyla Zana ve
diğer milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına ve 5’i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz’da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15’er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa
Mahkemesi tarafından, “PKK’ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin
odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra
alınan karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan
kurucuları dahil üyelerinden 46’sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının
üzerinde 7 yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği
karar ile HADEP’in kapatılmasında Türkiye’yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP’ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009’da oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM’in değerlendirmeleri, ÖZDEP’in çizdiği siyasi tahayyülün,
Türkiye Devleti’nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının
demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında
AİHM, ÖZDEP’in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı,
bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP’nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP’li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25’tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda ‘tesadüfen’ muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25
Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü
verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü’nün ilk maddesine
göre,
“Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi’nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis’te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü
çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli
yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer
verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu
görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar
ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili
bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı
çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir.
Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen
yurttaşların da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek,
gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve
görüşler, meclis çalışması kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin
tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve
meclis dışında ileri sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP’nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi
hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır.
HDP’nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis’te yürütülecek olan
faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP’yle kendisine oy veren
yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın
hayata geçirilmesi için HDP’ye oy vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine
getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir irade beyanında
bulunmuştur. Parti Programı’na göre, “İnsanlık tarihi bir mücadeleler
tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan eden
mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur.” HDP de, Türkiye’de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP’nin önüne
koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının
farkında bir siyasi parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis
çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda,
plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve
örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP’nin kemikleşmiş merkezden yönetim
sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen
alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini,
demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi
kendini yönetebileceği mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için
mücadele eder ve yaşama geçirir.”
7. HDP’nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP’nin seçim
programında da yer almaktadır. Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl
Türkiye’sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik
merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve
tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli,
çok inançlı bir Türkiye’de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir.
Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel
demokrasi”yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik
bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu modelin Türkiye’nin “üniter devlet
yapısı” ve “demokratik parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP’nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Özerk
yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı
anlamını taşır.”
9.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
11.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi’ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis’te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
12.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
İptal
kararına esas olmak üzere, ayrıntısına girmeden fezlekelerin açıklaması gerekir
ise;
a.
Adana Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2015/161 fezleke numaralı, 2015/74567
soruşturma numaralı 03.12.2015 tarihinde düzenlenmiş olan fezleke ile
14/10/2015 tarihinde saat 18.30 sularında Adana Kadın Platformu Organizesinde
10 Ekim Ankara katliamında ölenlerin anılması için düzenlenen basın açıklaması
sırasında; “Sivil Toplum Kuruluşlarına HDP’yi siz bombalattınız kendinizi
diyecek kadar aşağılık hale geldiler, yüzsüzleştiler, gerçekten katil
devlettir. Kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın katili onlardır, Devletin ta
kendisidir…” şeklindeki ifadelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devletini Alenen
aşağıladığı gerekçesiyle TCK 301. Maddeye göre fezleke düzenlenmiştir. Bu iddia
gayri ciddidir.
b.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 2015/32 fezleke numaralı,
2015/40081soruşturma numaralı 13.09.2015 tarihinde düzenlenmiş olan fezleke
ile Meral Danış Beştaş, Çağlar Demirel ve İmam Taşçıer’in toplanan kalabalık
ile birlikte sokağa çıkma yasağı bulunan Sur ilçesine girmeye çalıştıkları,
emniyet görevlilerince toplanan kalabalığa hitaben dağılın ihtarı yapıldığı
halde dağılmadıkları, bu suretle silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte
örgüt adına suç işlemek ve dağılın ihtarına rağmen dağılmayan ve şiddet
kullanan grup içerisinde yer almak suretiyle 2911 s.y.muhalefet ettikleri
gerekçesiyle fezleke düzenlenmiştir
c.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 2016/27 fezleke numaralı,
2014/5717 soruşturma numaralı 21/03/2016 tarihinde düzenlenmiş olan fezleke
IŞİD’in Kobane’ye saldırıları neticesinde HDP MYK üyelerinin yapmış açıklamaya
ilişkin olarak TCK-214/3 maddesi yollamasıyla suç işlemeye azmettirme, 2911
s.y. 34/1-2, 38, 43 suçlarından fezleke düzenlenmiştir.
d.
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 26/07/2015 tarihinde düzenlenmiş
olan, 26 Temmuz 2015 günü saat 20.30 sularında Leyla Şaylemez’in Paris’te
öldürülmesinin yıldönümü bahanesi ile (fezlekede bu şekilde ifade edilmiş
olmasına rağmen Leyla Şaylemez Ocak ayında Paris’te öldürülmüştür) kalabalık
bir grubun toplandığı; Meral Danış Beştaş’ın Şaylemez’in mezarı başında konuşma
yaptığı, bu şekilde gerçekleşen olayda şüphelinin eyleminin TMK 7/2 maddesine
temas ettiği, cezalandırılması için fezleke düzenlenmiştir.
13.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon’da ve Genel Kurul’da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/63
Karar Sayısı : 2016/56
“…
I. BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine
alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu’nda
görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda teklifin
birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016
günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa’nın 85.
maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiği tarihten itibaren
yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif, Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle
Anayasa’nın değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin
TBMM’de kabul edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma
izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve
mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa
ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal
etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan
milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından Anayasa’nın 83. maddesiyle tanınan
güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen
bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına
giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak
ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü,
dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis karan niteliği taşımaktadır. Bu
nedenle, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya
yönelik irade açıklamasıdır. Meclis kararlan, organik olarak yasama tarafından
yapılmakta, fakat konulan, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından
kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm
koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis karan” şeklinde açıklar. TBMM’nin iç yapısına
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yatımda, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis karandın Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis
kararlan, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği,
herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın yasamaya
karşı yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa’da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis karan ile
açıklamak zorundadır. Anayasa’nın “Meclis karan” ile açıklanmasını istediği bir
iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa’ya aykırılık teşkil eder. Burada
tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi
şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise,
Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle,
parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak,
savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru gibi adil yargılanma hakkım
ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis kararlan, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel,
soyut, kişilik dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem
kanunların temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler
rejimini kurarak güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen
bir metin olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı,
kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan,
‘bir defaya mahsus ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir
grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili
gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer
milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük
olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5. Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin,
dokunulmazlıkların toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu
gösterir niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının
kamu yaran için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların,
mevzuatta öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir.
Mevcut durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün
uygulanmaması için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen
“terörle mücadele” sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis’ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir, ikinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalamam ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa’nın 83. maddesini
askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dişilik, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de
görüşülmesiyle ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut
dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek
yoktur, zira TBMM İçtüzüğü’nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu
Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme
suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı
işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme
bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma
Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi, şeklinde olduğu ve bu rapora on gün
içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması
şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul’da görüşülmektedir. Buna karşılık
kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde
yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir3.
Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil
kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil
kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması, imkan ve
güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı
değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik
müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması
ve burada olduğu gibi Anayasa’nın bir maddesinin askıya alınması hukuka
uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa’ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu
değişiklikle, Anayasa’da tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki
güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan
genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir
anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak
kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi
sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis karan olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83)
esasen değiştirmeyerek ‘bir defaya mahsus askıya aldığı’ ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis karan niteliği taşıdığı halde
“Anayasa değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı
yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999
günlü kararında, “Anayasa’da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar
Anayasa’nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide
ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur”
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber,
özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak
kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek
Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir.
Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama
kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa’ya eklenen Geçici 20. madde gerekçesinde
belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir
ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin amacı hem
milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın
kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,
dolayısı ile niteliği gereği Meclis karan olan işlemi Anayasa Mahkemesi’nin
denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek,
yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Karan
olduğunu tespit etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde
milletvekillerine tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk
denetimi yapmalıdır.
II. YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ
ANAYASAYA, KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis
karan, Anayasanın 83 ve 85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila
134’üncü maddelerini ihlal etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta
hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma
hakkı, kanunların geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun
genel ilkesi niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda
açıklanan usulün izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup karan
alamama ve benzeri engelleri barındıran Anayasa’nın 83 ve 84. maddeleri ile
İçtüzüğün 131 ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu
açmaktadır. Anayasaya karşı hile anlamına gelen
bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler’in açıklamalarına göre,
“anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî
prensiplerde yapılan değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir
başka anayasal sistem ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı
hile olarak adlandırılır.
1. “Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak
nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarım sınırlandırması ve haklan güvence
altına alması gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa’nın hak alanının
muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan
haklan daraltan, ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve
bunların geçerli bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından
ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin
kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek
ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için
şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2. Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak
ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm
hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir
heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla
beraber, değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin
normal hukuk normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor
değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek
yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve kürsü dokunulmazlığım kapsayan yasama muafiyetleri,
Kanuni Esasi’den beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler
manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise
tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü
baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için
getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur, iktidarı
rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması,
hem de çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne
geçilmesi için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından
önemlidir.
4. 1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak,
yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle
çeşitli düzenlemeler yapılmışta. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan
Evren’in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi
kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı ve ‘istisnai’ düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi
anayasa tarafından sunulan güvenceler ‘bir defaya mahsus’ delinmiştir. Yine bu
geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili
kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş,
darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının
görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına
alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran
kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici
maddelerle ‘anayasallaşan’ 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici
maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan,
ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5. Şimdi Anayasa’ya eklenecek olan 20’nci geçici madde de bu
anlayışı devam ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu
düzenlemeyle, ‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, ‘bir defaya mahsus’ olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır.
Böylece milletvekillerinin keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek,
toplumun iradesini tam olarak Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi
ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla
tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis’e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa’ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi’den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis’ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis karan demokratik hukuk devletinde olması gereken
kamu yaran düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek
düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP
milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki ‘terör’ vurgusu,
ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin ‘örgüt üyeliği’
‘örgüt propagandası’ olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP
milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle
ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP’li
milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen
fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme,
kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve
gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar
oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede ‘terörle mücadelenin’ bir parçası
olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve
ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007’den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510’a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye’nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu
biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu
değişikliği, her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden
yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alman eşitlik
ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına alman ayrımcılık yasağına da
aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi
inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde
kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP’yle birlikte,
toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis
kararı ayrıncılığa da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil
ettikleri halkın hak taleplerim ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik
aracılığıyla kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef
tahtasına yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla
düşünce ve ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece
zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis
İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal
etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131
ilal33 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde
belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma
hakkı, yine bu değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen
vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma
hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut
olan bir güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken,
değişiklik bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya
soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır.
Böylece Anayasa’nın “kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal
edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11. Mevcut Meclis karan yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili
Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının
kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların
ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet
Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu
temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre,
dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi
zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında,
Cumhuriyet Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması
kararına karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması
talebinin, isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir
amaç güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki
etkisiyle beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da
incelemeye tabi tutulmuş olduğu görülmekledir.
13. Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının
iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri
sürmüştür: “Yasama Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili
olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte
olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini
oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali
gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur.”
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı
bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk
devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye
alınmıştır. Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının
kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde
sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü
yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü
erek ki bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek
baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak
diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine
Anayasa, 2. maddesiyle, TC’yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve
tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu
ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte olması gerekir”. Dönemin
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner’in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Koksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim’in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner’in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal’ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15. Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan’ın 28/9/1966 günlü Akşam
gazetesinde çıkan “Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul
Cumhuriyet Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve
tehdit niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142.
maddesinin 1. ve 6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191.
maddeleri gereğince dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması
talebini incelediği kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık
kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu
yararına, parlamento fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve
milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti
koruma” amacına yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması
sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu
tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı
gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer
alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun geçici olarak
uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla getirilen
teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi muğlak bir nedenin yer alması
meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerinde geçerli
oyların %10.8’ini alarak Meclis’e giren HDP’nin, kendi seçmeni dışında kalan
%89.2’lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin çoğunluğu
rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy veren ve
çoğunluktan farklı düşünen %10.8’in iradesini yansıtmak için Meclis’te
bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından tahrik
edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle ‘askıya alınması’, anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı” olarak
nitelenmiştir.
17. Başvuruya konu Meclis karan, “seçme ve seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakk”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir.
Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; ‘‘‘‘vatandaşlar, kanunda gösterilen
şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti
içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkım da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
l’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlan yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol l’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol l’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altım şu şekilde çizmektedir:
“AÎHM, “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru
olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AÎHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol ‘ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak
/Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105”
18. AİHS Ek 1 No’lu Protokol’ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin
gözetilmesinde AÎHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,
etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların
orantısız olmaması gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan
2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne
dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin
hemen hemen tüm milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu
partinin siyasi etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına
gelecektir, düzenleme gerekçesindeki hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük
çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte
değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AÎHS 1 Nolu
Protokol 3. madde bağlamında orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi
ve bu yöndeki AÎHM kararlan halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için
gerekli koşulların devletler tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne
dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve
sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş
milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı olmayan gerekçelerle ve
anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması, usule
ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne
Ek Protokol l’in 3’üncü maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20. Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı,
AİHS’nin 6’ncı maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı
olarak adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen
milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını
hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede,
Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarım da
kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci
maddesinin ve başvuru hakkım düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri
için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları
keyfi işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal
etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının
TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir.
Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları
esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamım yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyanlar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta
açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa
kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade
serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest
iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş
olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III. YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA
1. Yasama muafiyetleri, İngiltere’de Kralın politikalarına
muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif
edilerek Parlamento’dan uzaklaştırılmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil
edilmesi ve Kraliyet Ordusu’nun Parlamento Ordusu’yla iç savaşa sürüklenmesine
kadar varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal
kurumların gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa’da 1789 Devrimi’yle
ortaya çıkan muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok
meclis üyesi hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve
hukuk devletinin güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline
gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye’de yasama
dokunulmazlıklarım kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç, olmuştur.
2. Aslmda Türkiye’nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun
yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir.
Bu tarihi, 69’u Müslüman, 46’sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i
Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet’in ardından 1908’de açılan
Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde
sayılan değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar,
Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor
Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915 ‘te
Diyarbakır’daki Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce
vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915’te aynı
amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi’ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlannda,
diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan
1915’te tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden
alınarak tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin
Meclis’ten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının,
tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan Meclisi’nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer
akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkam Seyit Abdülkadir’in milletvekilliğinin, Kürt
Şerif Paşa’nın Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı
anlaşmayla ilgili basma verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için
girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca
gündemde olan Kürtlere yerel özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa
Kemal’in ve tüm Meclis’in destek tezahüratları altında Meclis’e Kürt milli
giysileriyle giren Dersim mebusu Haşan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk
halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir konuşma
yaparlar. Üç sene sonra Haşan Hayri, aym konuşma gerekçe gösterilerek
‘bölücülük’ suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden
süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen fezlekeleri
hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi yürütenler
yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi yürütenler
için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç isnatlarının
kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt birlikteliği
söylemi bir kenara bırakılmış, Kültlerin
talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları,
hem devleti hukukun sınırlarım zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına
taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kültlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde
çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa’ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5. 1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek
şiddetlendiği bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük
Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim
Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi
(HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve
BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan
diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6. ÖZDEP’in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM’e yapılan başvuruda
mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak,
parti programında şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik
ilkelerin reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program
içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması
AİHM’in göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP’li milletvekilleri hakkında tanzim
edilen fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen
özerklik talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla
birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak suçlan kapsamında değerlendirilmiştir.
Bu durum, fezlekelerde yer alan isnatlann ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığım, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül 1993 Te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit
çalışması yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldın düzenlenmiş, DEP Mardin
Milletvekili Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç
ve 3 kişi de yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte,
legal siyasetin temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8. DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça
gözaltına alınmış, aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan
Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız
milletvekili Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No’lu
Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma”
emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994’te Leyla
Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16
Haziran 1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına
ve 5’i cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının
kaldırılmasına karar vermiştir. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına
alınmış ve 12 Temmuz’da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6
eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şımak milletvekilleri Orhan Doğan
ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15’er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti
Anayasa Mahkemesi tarafından, “PKK’ye yardım yataklık etmek ve yasadışı
eylemlerin odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan
sonra alman karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden
olan kurucuları dahil üyelerinden 46’sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma
kararının üzerinde 7 yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM)
verdiği karar ile HADEP’in kapatılmasında Türkiye’yi haksız bulmuştur.
10. HADEP’ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun
üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik
Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında
kapatma davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009’da oybirliğiyle DTP’nin
kapatılmasına karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken,
Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi
yönünde karar vermiştir. AİHM’in değerlendirmeleri, ÖZDEP’in çizdiği siyasi
tahayyülün, Türkiye Devleti’nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu
olmamasının demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve
devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP’in sadece ifade özgürlüğünü kullanması
nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı
tespit edilmiştir. DDP’nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal
edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11. HADEP’de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla
kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek
ve bu operasyonları “kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü
destekleme göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM,
Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99
(13. 16 ve 47. paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar)
kararlarına referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik
güçlerinin eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların
kişileri kin ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve demek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarım da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP’li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin
dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25’tir.
Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç
kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet
Ağar gibi, o anda ‘tesadüfen’ muhalefette bulunan milletvekilleridir.
Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine
dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine
gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin
denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir. HDP Tüzüğü’nün ilk maddesine göre,
“Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en
güçlü partidir. Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir
ve yine TBMM tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır.
Partimiz, kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi’nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, demek ve kişinin mirasım sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI
KARARI VE FEZLEKELER
1. Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen
kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve
gruplan sindirmek, hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için
çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri,
çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri
korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz
görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü
güvencesinden yararlandığım, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir
üslupla dile getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığım
tespit etmiştir .
2. Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma
sağlayan yasama dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü
dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer
ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması
kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de
sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü
dokunulmazlığı, Meclis’te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen
tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve
partinin perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda
değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla
ilgili başvuruda da ifade edilmiştir . Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal karan
sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek,
yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde,
dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli
seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe,
adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki
gerekçesinden birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen
milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade
edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak
fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve
örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir.
Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında,
seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet
yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın
açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve
davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış
çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve
milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4. Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve
anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi
partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı
çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir.
Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların
da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak
için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP’nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi
hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır.
HDP’nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis’te yürütülecek olan
faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP’yle kendisine oy veren
yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın
hayata geçirilmesi için HDP’ye oy vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi
taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur.
Parti Programı’na göre, “İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları
eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur.” HDP de, Türkiye’de
bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır.
HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti”
dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı
bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu
savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde
de dillendirilmesi, HDP’nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının
farkında bir siyasi parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanım meclis
çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda,
plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve
örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP’nin kemikleşmiş merkezden yönetim
sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen
alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin
kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi kendini
yönetebileceği mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele
eder ve yaşama geçirir.”
7. HDP’nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP’nin seçim programında da
yer almaktadır. Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye’sinin
inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi
devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam
diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok
inançlı bir Türkiye’de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir.
Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel
demokrasi”yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademi
merkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir
yerinden yönetim modeli olduğu ve bu modelin Türkiye’nin “üniter devlet yapısı”
ve “demokratik parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir.
Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini
açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın emir ve talimatlarım yerine
getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi,
HDP’nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla
belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi
sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve
yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır.”
9. Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi
niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir
anayasa değişikliği değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis
Kararıdır ve her yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10. Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden
bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi’ne de
yeterli bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile
ilgi öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis’te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın
elimizden alındığı fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize
sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan
fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız
saklıdır.
TBMM Mardin Milletvekili Mithat Sancar hakkında hazırlanan ve
başvuru saatine dek ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
12. Prof. Dr. Mithat SANCAR hakkındaki birinci fezleke,
17.02.2016 tarihli, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen
2015/6448 soruşturma, 2015/5 fezleke sayılı fezlekedir. Fezleke, 10 Ekim 2015
tarihinde, Ankara’da emek örgütleri tarafından düzenlenmek istenen “Barış
Yürüyüşü ve Mitingi” öncesinde Ankara Garı önünde toplananlara karşı gerçekleştirilen
bombalı saldın sonrasında 11 Ekim 2015 günü Mardin’de düzenlenen protesto
eyleminde ifade ettiği görüşleri sebebiyle düzenlenmiştir. Fezlekede SANCAR’ın
“Cumhurbaşkanımızın bir sözü vardı milli vekil istiyordu. İşte bu
katliam onun anladığı anlamda milli bir katliamdır. Niye Millidir? Bu devletin
geleneklerinde olan her unsur bu katliamda vardır. Çeteler vardır, mafyalar
vardır. Derin devlet vardır. Maşa örgütler vardır ve en önemlisi devlet tepeden
tırnağa vardır. Bu katliamın içinde o nedenle Türkiye‘nin bütün katliamlarının
genleri bu katliamda da vardır. Milli diyen bu katliamın baş sorumlusudur.
Milli bir katliam işlenmiştir. Tam da onun söylediği anlamda millidir.”
sözlerini ifade ettiği, bu sözlerin Devletin Cumhurbaşkanı’na hitaben
söylendiği, hakaret içerdiği iddia edilerek Türk Ceza Kanunun 299/1’inci
maddesi uyarınca soruşturma açılabilmesi için Anayasanın 83’üncü maddesi
uyarınca yasama dokunulmazlığının kaldırılması talep edilmiştir.
13. 4- Prof. Dr. Mithat SANCAR hakkındaki ikinci fezleke,
29.03.2016 tarihli, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen
2016/329 sayılı fezlekedir. Fezlekede, SANCAR’ın aralarında bulunduğu bir grup
kişiyle, Kızıltepe Belediyesi arasında, Ferhat Kurtay Halk Evi adlı binanın
eğitim kurumu olarak kullanılması için “Ön Protokol” düzenlendiği, 02.10. 2015
tarihinde Valiliğe bir grup kişiyle dilekçe vererek, Kızıltepe Belediyesine ait
Ferhat Kurtay Halk evinde, “Ferhat Kurtay İlkokulu” adıyla bir eğitim kurumu
açacaklarım bildirdikleri, Milli Eğitim Müdürlüğü izleme komisyonunca
27.10.2015 tarihinde yapılan denetimde, anasınıfında 39, birinci sınıfta 36
öğrenciye kreş hizmeti ve anadilde eğitim verildiğinin görüldüğü; okula,
dersliklere Ferhat Kurtay, Diyar Bagok, Arin Mirkan, Tekoşer Dersim, Ahmede Xani
isimlerinin verildiğinin saptandığım; bu isimler incelendiğinde, Ahmede
Xani’nin 1650 Hakkari doğumlu mutasavvıf şair olduğu, diğerlerinin PKK ve
irtibatlı örgütlerde çalışan ve öldürülmüş kişiler olduğu, bu isimlerin
dersliklere verilmesi suretiyle, ‘‘‘‘örgüt propagandası suçu” işlendiği
konusunda “yeterli şüphe” bulunduğundan “yasama dokunulmazlığının kaldırılması
konusunda kanunun gereğinin takdiri ve ifası arzolunur.” ifadeleriyle,
dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunulmuştur.
14. Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz
fezlekeler ve belgeler, TBMM’de Komisyon’da ve Genel Kurul’da görüşme ve oylama
tutanakları ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan
yasama işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016
tarihinde TBMM’de kabul edilerek kanunlaşan, şeklen Anayasa değişikliği yapan
kanun görünümündeki düzenlemenin Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı
Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun tespitini,
TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde
20 olarak eklenmesine ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa’ya, hukukun
temel ilkelerine açıkça ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin
gerekleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol l’e ve sair ulusal
ve uluslararası mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi
gereğince iptalini,
Karar ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar
kaldırıldığından yukarıda sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına
gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden
de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/64
Karar Sayısı : 2016/57
“…
BAŞVURUYA
KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan
2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17
Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın
değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul
edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamasıdır. Meclis kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konuları, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara
dair iradesini “Meclis kararı” şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın yasamaya
karşı yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile
açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği
bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle,
parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak,
savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını
ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.Meclis
kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı
bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini
teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence
altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan,
Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut
düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve
geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline
uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında
henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir
irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla,
başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme
olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı
olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin kamuoyunun
da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması arzusu olarak
karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu husus, hukuki bir
kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı
siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün
çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi
hukukilikten ve ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta
genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat
hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir.
Yine birçok milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının
ele alınması talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın
83. maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır.
Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk,
kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle
ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi
hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM
İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un
dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş
üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel
Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün
133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu,
kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı
olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde
olduğu takdirde Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın
ertelenmesi şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak
itiraz edilmediği takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme
hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve
bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları
için değil, hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için
öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir.
Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden
vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle
ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir
maddesinin askıya alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe
ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm
koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu
açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran
bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen
değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa
değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen
metni kendi hukuk anlayışına göre
nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı yerleşiktir.
Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü
kararında, “Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar
Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide
ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur”
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber,
özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak
kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek
Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi
gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85.
maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde
gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde gerekçesindeki
bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin amacı hem
milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın
kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi bertaraf
etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi Anayasa
Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, “anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın temelinde bulunan
siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler, anayasal sistemin
bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile değiştirilmesi anlamına
gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin
bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan
kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den
beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek
görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli
sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için
tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa
tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici
maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış,
siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin
mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine
devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir
defaya mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni
Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta,
muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı
karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt
propagandası' olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri
kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar,
gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın
kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize
edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle,
partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık
2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen
parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası
sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu
isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in
14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı
ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak
taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla
kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına
yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve
ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş
olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün
dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir.
Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133
gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle
gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel
Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural
ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip
vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. “
14.
Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa
Mahkemesi kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,
Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır.
Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının
kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde
sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü
yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü
erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek
baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak
diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine
Anayasa, 2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve
tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu
ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte olması gerekir”. Dönemin
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş
olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de
belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi
muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1
Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren
HDP'nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip
olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak
HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini
yansıtmak için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar
tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan
yasama dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere
şekillendiği açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku
alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı”
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67.
maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
“serbest seçim hakkını”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin
en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşmeye Ek 1 Nolu
Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili
ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No.
58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008,
105”
18.
AİHS Ek 1 No'lu protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde
AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini
yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması
gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme
bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde
kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme
gerekçesindeki hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade
özgürlüğüne doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde
toplu dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde
bağlamında orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM
kararları halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların
devletler tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve
anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
önemi sahip olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya
başladıktan sonra, haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle,
siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.
Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın
83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün
148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu
yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli
oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamını yasa
önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir
grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir
(Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan
Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli
oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli
oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli
oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin
sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar
yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık
oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli
TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket etmelerini
engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama
geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.YASAMA
DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama
dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u
Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve
Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te
Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce
vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı
amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında,
diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan
1915’te tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak
tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim
milletvekillerinin Meclis'ten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da
dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkanı Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili
basına verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş,
ardından Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere
yerel özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in
destek tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim
mebusu Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve
kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan
Hayri, aynı konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir.
Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler
hakkında tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı,
Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine
biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin
hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim
İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği
bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi
(ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP),
Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik
Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu
partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin
tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili
Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik
Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri vermiştir.
Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa
Mahkemesi tarafından, “PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin
odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra
alınan karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan
kurucuları dahil üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının
üzerinde 7 yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği
karar ile HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün,
Türkiye Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının
demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı
paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle
cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit
edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine
benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25
Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü
verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine
göre,
“Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü
güvencesinden yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca
bir üslupla dile getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu
doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin
çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde
yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan
kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları,
toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı
yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri
hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili
bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve
programı çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy
vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil
edilen yurttaşların da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek,
gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve
görüşler, meclis çalışması kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin
tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve
meclis dışında ileri sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP'nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi
hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır.
HDP'nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis'te yürütülecek olan
faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP'yle kendisine oy veren
yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın
hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine
getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir irade beyanında
bulunmuştur. Parti Programı'na göre, “İnsanlık tarihi bir mücadeleler
tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan eden
mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur.” HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda
olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu
hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının
farkında bir siyasi parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis
çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda,
plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve
örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş merkezden yönetim
sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen
alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini,
demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi
kendini yönetebileceği mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için
mücadele eder ve yaşama geçirir.”
8. HDP'nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim
programında da yer almaktadır. Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl
Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik
merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve
tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli,
çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir.
Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel
demokrasi”yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
9. Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik
bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu modelin Türkiye'nin “üniter devlet
yapısı” ve “demokratik parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Özerk
yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı
anlamını taşır.”
10.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
11.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
12.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Mardin Milletvekili Erol DORA’nın hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler aşağıda
sıralanmıştır.
A.
Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 13.11.2015 tarih,
2012/69 fezleke no, 2012/1013 soruşturma no ile kanuna aykırı toplantı ve
gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma iddiası
ile fezleke düzenlenmiştir. Basın açıklamasına katılımın suç olarak isnadı
gayri ciddi ve hukuk dışıdır.
B.
Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 03.02.2016 tarih,
2015/3748 fezleke numarası ile kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri
düzenleme yönetme bunların hareketlerine katılma iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir. Basın açıklamasına katılımın suç olarak isnadı gayri ciddi ve
hukuk dışıdır
C.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
13.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85. maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda
bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin
kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/65
Karar Sayısı : 2016/58
“…
BAŞVURUYA
KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından
Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun
bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza
çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü
izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için, devlet
iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir. Bu
niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde
yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in
dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule
dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri
için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3.
maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar,
yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler
yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce
açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de ihlalini
teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te
Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
FEZLEKE
1
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME
TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/681
|
2016/57
|
31/8/2016
VE
DEVAMI
|
2015/121274
|
01/03/2016
|
İSTANBUL
CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞI
|
CUMHURBAŞKANINA
ALENEN
HAKARET
|
HDP
Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın hakkında tarafımıza ulaşan
fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
https://www.facebook.com/hdpmehmetfirat/ facebook
hesabından 31/08/2015 günü paylaşılan ve 1504 kişinin beğendiği yazıda, düşünce
özgürlüğü sınırları aşılarak , T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a alenen
hakaret suçu işlendiği konusunda suç şüphesini oluşturan yeterli maddi
delillerin elde edildiği kanısına varılması.
Not:
Adı geçen facebook sitesi Dengir Bey adına açılmış olup sayfa ve sayfadaki
paylaşımlar kendisine ait değildir. Ayrıca suç tarihi fezlekede 2016 Ağustos
olarak yazılmıştır (hernekadar şehven yazılmış olsada bunlar (suç tarihi ve
facebook sayfasının Sn Fırat a ait olup olmadığının doğrulanmamış olması)
fezlekelerin nekadar acele ve özensiz hazırlandığının göstergesidir.
FEZLEKE
2
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME
TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/722
|
2016/13
|
13.03.2016
MERSİN
|
2016/15681
|
06/04/2016
|
MERSİN
CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞI
|
ÖRGÜT
PROPAGANDASI
|
ÖZET
Halkların
Demokratik Partisi Mersin İl Başkanlığının 13/03/2016 tarihinde Mersin de
gerçekleştirilen 1. Olağanüstü Kongresinde Dengir Bey’in konuşmasında “....Ama
Türkiye’de oynanan siyasi oyunların yanında bir milletvekilliğimizi kaybetmemiz
önemli olmakla birlikte yüzlerce canımızı vahşice, vahşet bodrumlarında
kaybetmenin yanında bir hiç sayılır...” cümlesi atılı suçu işlediğine ilişkin
yeterli delil sayılmıştır.
ÖZET
19/03/2016
tarihinde Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın
katılımıyla Mersin’de gerçekleştirilen Newroz etkinliğinde Dengir Bey’in yapmış
olduğu konuşmanın değişik kısımlarında terör örgütü propagandası içeren sözler
bulunduğuna dair yeterli delile ulaşılması.
Not:Fezlekede
konuşmadan aşağıda sunulan alıntı yapılmış olup hangi cümlelerin terör
propagandası içerdiği açıkca belirtilmemiş (sadece bir cümle kalın puntolarla
yazılmıştır) ve “konuşmanın değişik kısımları” ibaresi kullanılmıştır.
FEZLEKE
3
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ
VE
YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME
TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/754
|
2016/11
|
19/03/2016MERSİN
|
2016/15684
|
04/04/2016
|
MERSİN
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
|
TERÖR
ÖRGÜTÜ PROPAĞANDASI YAPMAK
|
“Çok
değerli analarımız bacılarımız gençlerimiz aslında bugün burada bir bayram
kutlamak için toplanmıştık. Ancak son zamanlarda ne yazık ki bize bayramlar
malesef zehir haline getiriliyor. Bu günde İstanbul’da Taksimde 4 insanımızın
hayatını kaybetmesi ve 7 kişinin ağır yaralanması acımızı bir kez daha
tazeledi. Ölenlere rahmet, yaralı olanlara bir önce sağlıklarına kavuşması
dileğiyle Sur da, Cizre de ve kürdistanın diğer bütün şehirlerinde göçebe olan
dörtyüz bin kardeşimize burdan selam gönderiyoruz. Orada hayatlarını kaybeden
bütün insanlarımıza rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Aslında ayın 21’i gece ile gündüzün eşit olduğu bir dönemdir. Özellikle
iyiliğin başabaş olduğu dönemdir. 21’inden sonrada her gün biraz daha uzar
gece karanlık biraz daha azalır. O bakımdan ümitlerinizi kaybetmeyin. Önümüz
aydınlık geceyi tercih edenler karanlığın içinde saklananlar elbet birgün sona
erecektir. Dehaklar yalnız Asurlular zamanında olan krallar padişahlar
değildir. Her dönemde Dehaklar vardır. Ama isimleri değişiktir. Fakat her
Dehak’ın Kawası mutlaka vardır, olacaktır. Aslında nevruz bütün insanlığın
bayramıdır, yalnız kürtlerin değil. Bütün insanlık baharın tabiatın yeniden
canlanmasını kötülüğün gömülmesini iyiliğin renklerin güzelliklerin ortaya
çıkmasını ifade eder. İşte şurada kadınlarımızı görüyoruz rengerank elbiseleri
ile barışı kardeşliği ve herşeyin ötesinde acıların sona ermesini temsil
ediyorlar aynı şekilde şuan tabiatta buradaki kadınlarımız gibi rengarenk
çiceklerle donanıyor. Ama birileri bu ülkede barışı kardeşliği ret ederek
insanların birbirini öldürmesini,birbirinden nefret etmesinin üstünden
varlıklarının devamını bunda görüyorlar. Ama şuna emin olunuz ve şundan
kesinlikle inancınızı kaybetmeyin ki mutlaka ama mutlaka Dehak yerine koyanlar
mutlaka helak olmak durumundadırlar. Ben daha fazla zamanınızı almak
istemiyorum. Çok değerli eş genel başkanımız dünya siyasetini ve Türkiye
siyasetini sizlere çok daha detaylı bir şekilde anlatacaktır. O bakımdan bundan
sonra nevrozların barış içerisinden kardeşlik ruhu içerisinde ve ölümleri
görmeden yaşamı yüceltmek üzere hepinizin nevruzunu kutluyor hepinize
mutluluklar ve saygılar sunuyorum. Sağ olun var olun.”
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/66
Karar Sayısı : 2016/59
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü
Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde
Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel
Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler
20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu başvuru,
Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildiği
tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif, Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi
suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise,
maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da
kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve
mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa
ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal
etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan
milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan
güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen
bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına
giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak
ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü,
dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu
nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3. Yasama işlemi, yasama organının belli
bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis kararları, organik
olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları, kapsamları ve oluşma
biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut,
kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken,
bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis kararları, konu bakımından,
herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme olan kanundan
farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir zemin, hem
temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir yapı, hem de
siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli,
kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir.
Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük bir uygulama
öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı
şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş
olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma
amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin
maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5. Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu
yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde kaldırılmasına dair
yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde,
yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte
ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün
olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına
ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan
biri, yürütülen "terörle mücadele" sürecinin, "terörü ve
teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin kamuoyunun da
baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması arzusu olarak karşımıza
çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter
sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi
saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok
vakit alacağı ve Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi
hukukilikten ve ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta
genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat
hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir.
Yine birçok milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının
ele alınması talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın
83. maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel gerekçede, milletvekili
dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat hesabı aynı
zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel Kurulu’nda
görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet
Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa'ya geçici madde eklenmek
suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma hakkı başta olmak
üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya
bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde
amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya
mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine
tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara
alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis kararı
olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa
hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı
niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu
denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile
bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen
metni kendi hukuk anlayışına göre
nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı yerleşiktir.
Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü
kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar
Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide
ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur"
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir.
Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru
yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı
olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan
işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı
hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına
dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve imkanları dikkate
alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki güvenlik
ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların geçmişe
yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi niteliğinde
olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi,
dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1. "Anayasa" adı verilen bir
metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarını
sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir. Bu niteliğinden
dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan
değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran veya askıya
alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik olarak ele
alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde
ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın
sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2. Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet
yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla
ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal
normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü
bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa
hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak
daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde
düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve kürsü dokunulmazlığını
kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal geleneğimizde yer
alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın
iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak, parlamenterlik
görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını
mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin
sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem ifade
özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden
uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler, parlamento
fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4. 1982 Anayasası döneminde, anayasal
kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde olmayan
geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici
maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve
askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı
ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında
yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı
hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya
mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli
Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere
siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan
Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici
maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal
düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen, anayasanın
arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5. Şimdi Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci
geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini
askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan
yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya mahsus' olmak üzere ortadan
kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi şekilde tevkif edilmelerinin
önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis kürsüsünde yansıtarak
parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence altına
almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında fezleke olan
vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta
Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de
doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam olarak hangi vekillerin
dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız
hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını
Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla
delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı
bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten
uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk
devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın siyasi
saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı
olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini ifade eden söz ve
davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte ve
milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis kararı için mecliste
izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen
hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM
İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde
detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle
getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır.
Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda
kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil
işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak
ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan
sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar için
geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11. Mevcut Meclis kararı yasama
dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır. Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek
tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuya dair
içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner'in
dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın
kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp yapılmadığı,
soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13. Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan
usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini değerlendirirken
bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen kararın
geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı
sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere aykırı
tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına
uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur. "
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa'nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir
unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre, "Anayasa hangi
durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu,
Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları
bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer
vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin
çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi
gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve
düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk
devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler
uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte
olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan,
ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15. Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan'ın
28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı Lütfen
Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca komünizm
propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın
kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve
milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti
koruma” amacına yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması
sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu
tatmin" gibi muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale
getirmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak
Meclis'e giren HDP'nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere
sahip olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir.
Ancak HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in
iradesini yansıtmak için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı,
milletvekillerini iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza
soruşturmalarına karşı korumak olan yasama dokunulmazlıklarının tam da bu
iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık olan bir teklifle 'askıya
alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof.
Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama dokunulmazlığıyla ilgili medenî
dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı" olarak nitelenmiştir.
17. Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme
ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı düzenleyen 67’inci
maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına
katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez
unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme
haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta HDP
milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18. AİHS Ek 1 No'lu protokol'ün 3.
maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların
özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve
kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye,
71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler ışığında siyasi hakların
topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir
siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin dokunulmazlığının
kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye
zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki hususlar gerekçe
konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale
kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık kaldırma
düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız müdahale
oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu
Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından yaratılmasını
hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin
kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu vurgulamıştır.
Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı olmayan
gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması,
usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle,
AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20. Başvuruya konu yasama işlemi aynı
zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de ihlalini teşkil
etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında
başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına
kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki
savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen
Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını düzenleyen 85’inci
maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği
açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama
yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci
maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine
getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın
ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1. Yasama muafiyetleri, İngiltere'de Kralın
politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin çeşitli
sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi,
her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2. Aslında Türkiye'nin parlamento tarihi,
toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi
girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115
üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci
Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan,
Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan Meclisi'nde temsil edilen Kürt
Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı Seyit
Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış Konferansı
esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte Kürt milletvekillerinin
Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi
zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun
olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun
Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin
dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5. 1990’lı yıllarda PKK ve devlet
arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla Halkın Emek
Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP),
Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum
Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6. ÖZDEP'in kapatılmasına ilişkin olarak
AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir
değerlendirme yaparak, parti programında şiddet kullanımına, isyana veya diğer
şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini
tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında
demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li
milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti programında siyasi
bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt propagandası, bazı hallerde
örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde
örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak suçları
kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum, fezlekelerde yer alan isnatların
ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve
kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü
ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül 1993’te “faili meçhul
cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP heyetine Batman’da
saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar öldürülmüştür;
Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır. Yine, 1991 ve
1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi olan HEP ve
DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8. DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip
Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler
tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP
milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık
ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve
Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında
"derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin
ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınmış,
ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs
1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde bulunan 13
milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir. 1
Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da tutuklanmıştır.
3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8
Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla
Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13
Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından, "PKK'ye yardım
yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline gelmek" iddiası ile
kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar gereği beyan ve
eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil üyelerinden
46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl geçtikten
sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10. HADEP'ten sonra DEHAP hakkında kapatma
davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005
tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her
etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi,
2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl
siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un
milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in değerlendirmeleri,
ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin mevcut ilkeleri ve
yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir.
Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü
kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı
olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin
ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11. HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan
suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların çözüm olmayacağını
ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma", "kirli savaş"
olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna
mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37. paragraflar),
Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar), Şener/Türkiye n.
26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans vererek, bunların
Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin sert bir eleştirisi
olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete tahrik ettiği, silahlı
direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek
kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli
tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan
bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki
isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar
milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri
bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle
kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de
Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan
milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen, iktidar
tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi
suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet
partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve
Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir. HDP Tüzüğü'nün
ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik sosyalist
partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in gözlemci
üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1. Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu
düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa iktidar,
muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen düşüncelerin
ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik düzenin
temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında farklı
fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan
karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da
geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2. Milletvekillerinin ifade özgürlükleri
ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir
koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır. Kürsü
dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM
üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında bir
yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak
da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin,
Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis çalışmaları
kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi ihtimali
karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün
uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü ve teröristi"
desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği
düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş
olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde
ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları,
parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi
iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine yönelik
eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde
bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik
talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası
olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4. Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke
çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi
partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini ifade
etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri, aynı
zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi talepleridir.
Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden,
bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması kapsamında
değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP'nin perspektifini
belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan
metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis'te
yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP'yle
kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir.
Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu
vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir
irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık tarihi
bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan
eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne
koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7. HDP'nin ileri sürdüğü
bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim programına göre,
özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız,
otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin
tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli,
çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel
yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini
yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve
bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP
amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında,
özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu
modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve "demokratik
parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP'nin temel
amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9. Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne
olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne
getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil dokunulmazlıkların
kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya aykırı,
iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10. Milletvekillerinin çoğu, haklarında
hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen
Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas
olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan
fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken
konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te
yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama
dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız.
Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının parçası olan
dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış
görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Adıyaman Milletvekili Behçet Yıldırım hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A-
20150/20 numaralı fezlekede 21.07.2015 Adıyaman ili merkezinde Suruç
Katliamını protesto etmek amacıyla yapılan basın açıklamasından sonra çıkan
olaylarda Sayın Yıldırım’ın görevlilere grubun dağılması yönünde görüşmelerde
bulunacağını söylediği, basın açıklamasına katıldığından hareketle “ Toplantı
ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet ve terör örgütü propagandası yapmak”
suçlamasıyla Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2015/7044 soruşturma
numarasına dayandırılmıştır.
Sayın
Yıldırım hakkında basın açıklaması yapan grubun içerisinde bulunmak ve
görevlilerle görüşme yapmak somut fiilleri dışında herhangi bir atıf
bulunmamaktadır. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir
toplumda yaşamsal değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü,
hem yeni ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de
bireylere farklı düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi
düşüncelerinin doğru veya yanlış olduğunu sınama olanağını verir. Düşünce ve
düşündüklerine ifade etme özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve
başlıca özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Temel
hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler arasında olduğu kuşkusuz
olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde; “Herkesin görüş
ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir”, yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin
(İHAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne
sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke
sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de
içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir
izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” hükümlerine yer verilmiş,
Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında; “Herkes,
düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle
kınanamaz ve suçlanamaz”, 26. maddesinde İHAS’nin 10/1.maddesindeki
düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir” hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile
Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla
güvence altına alınmıştır.
B-
2015/4 numaralı fezleke; 01.09.2015 Malatya Barış Bloğu’nun çağrıcısı olduğu
HDP;CHP;EMEP gibi siyasi partilerin ve demokratik Kitle örgütlerinin katıldığı
1 Eylül Dünya Barış Günü kapsamında yapılan etkinlikte sayın Yıldırım’ın basına
yaptığı açıklamada ‘’ Bu savaşı hiçbir halk istemiyor ne köylüsü ne4 işçisi ne
emekçisi ne kürdü ne Türk alevisi, sunisi hiç kimse savaş istemiyor. Polis
arkadaşlarda istemiyor, askerde istemiyor bu savaşı. Bu savaşı tek bir diktatör
güç vardır saraydaki diktatördür. Ve ‘’ Ben bir hekimim tüm meslektaşlarımı
göreve davet ediyorum maalesef Sayın Cumhurbaşkanımızın ruh sağlığı yerinde
değil bir an önce sağlığına kavuşması Türkiye’ye barış getirmesi için bütün
hekimleri göreve çağırıyorum.’’ Şeklinde ifadeler kullanıldığı gerekçesi ile
hakkında Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Cumhurbaşkanına Hakaret”
isnadıyla 2015/20490 açılan soruşturmaya dayanmaktadır.
Sayın
Yıldırım’ın barış talebini samimiyetle ifade ettiği ve barış istemeyen
politikacıları eleştirdiği açıklaması TBMM çatısı altında defalarca
yapılmıştır. Toplumsal sorunlara ilişkin görüş ifade edilemediği ve bu
politikaların yürütücülerinin eleştirilemediği toplum demokratik bir toplum
olmaktan uzaktır. Cumhurbaşkanına veya yürüttüğü politik hatta aykırı söz
söylenilememesi hukuk devleti açısından kabul edilemez.
C-
2016/3 sayılı fezleke; 20.07.2015 Adıyaman ilinde çatışmaların durdurulması
için Boğazgözü köyü sınırları içerisinde toplanan gruba Behçet Yıldırım’ın
‘’Maalesef kara bir gün yaşıyoruz. Sabahleyin Suruç’taki vahşetle uyandık.
Suruç’a gittik. 30’u aşkın gencimiz maalesef katledilmiştir. Ondan sonra bize
Adıyaman’da çatışma haberi gelince çatışma alanına halkla birlikte, 2000-2500
kişiye yakın bir kitle ile daha fazla gençler ölmesin, daha fazla asker ölmesin
diye burada toplandık. Bir an önce operasyonlar bitsin Türkiye’yi savaşa sokmak
isteyen güçlere en yanıtımız barışı haykırmak için dağların başındayız, barışı
haykırıyoruz. Gençler ölmesin askerler ölmesin diye elimizden gelen bütün
gayreti göstereceğiz. Şu an çatışma yok ama eğer olursa canlı kalkan olmaya
razıyız. Yeter ki gençler ölmesin, yeter ki asker ölmesin. Amacımız bir an önce
operasyonların, savaşın durdurulması. Bu konuda halkımız duyarlı, gençlerimiz
duyarlı, anneler ağlamasın. Anneler var aramızda. 2500 kişiyle gerekirse nöbet
tutacağız sabaha kadar. Burada kalacağız inşallah başka gençler ölmez. Maalesef
bir askerin şehit olduğunu, iki yaralının olduğunu biliyoruz. Karşı taraftan
gençlerden ölüp ölmediğinden haberimiz yok. İnşallah daha fazla bir şey olmaz.
Temennimiz daha fazla ölüm olmasın, bu amaçla buradayız ’’ şeklinde basın
açıklaması yaptığı ve bahse konu toplantı için 2911 sayılı Kanunun 10’uncu
maddesine göre bildirimde bulunmadığından “ Terör örgütü propagandası yapmak,
Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme ve yönetme bunların
hareketlerine katılma” suçlaması ile Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından açılan 2015/7570 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenlemek bildirim şartına bağlanamaz. Anayasa bu konuda
açıktır. Sayın Yıldırım’ın yukarıdaki açıklamalarının propaganda kapsamında
değerlendirilmesi ise mümkün değildir. Toplumsal barış talebini ve ölümlerden
duyduğu üzüntüyü açıkladığı görüşleri suç olarak nitelendirmek düşünce ve ifade
özgürlüğü ne aykırıdır.
D-
2016/20 sayılı son fezleke ise 21.03.2016 Adıyaman ilinde yaptığı açıklamalar
ile Newroz ve hakkındaki fezlekeler ile ilgili görüşleri için “Terör Örgütü
Propagandası yapmak” suçlaması ile Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başlatılan soruşturmaya dayanmaktadır.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/67
Karar Sayısı : 2016/60
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı
hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama
görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi
amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin
korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı
kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine
isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında
Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık
kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi
girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115
üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci
Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri
gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa
Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde
bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar
vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da
tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle
başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan
Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine
yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde
bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik
talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası
olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının
parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde
alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
şimdiye dek ulaşan fezleke şu aşamada;
Şırnak
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/2850 Sor. No, 2015/5 Fezleke numaralı
13.11.2015 tarihli fezlekede Örgüt propagandası dosyasıdır
Bu
fezleke seçim bölgemizde yürüttüğümüz ve Kürsü Dokunulmazlığı ve İfade
Hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesi gereken faaliyetlere ilişkindir.
Kesinlikle şiddet övgüsü ya da suç unsuru içeren bir konuşma tarafımızca
gerçekleştirilmemiştir.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/68
Karar Sayısı : 2016/61
“…
I-
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü
Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde
Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel
Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci tur
görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu başvuru,
Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildiği
tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif, Anayasa'ya geçici bir madde
eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin
içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM
Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından Anayasa'nın 83.
maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır.
Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve
teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş
olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3. Yasama işlemi, yasama organının belli
bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis kararları, organik
olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları, kapsamları ve oluşma
biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut,
kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken,
bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında, milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis kararıdır. Zira,
kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin varlığına, sağlıklı
işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi
ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama organının kendi
bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes bakımından uyulması
zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir. Yasama
alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof. Dr.
Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan"
olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın
“Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun” biçiminde
açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan, yasama
merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar,
anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis kararları, konu bakımından,
herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme olan kanundan
farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir zemin, hem
temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir yapı, hem de
siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli,
kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir.
Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük bir uygulama
öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı
şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim
edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm
koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama
işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5. Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu
yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde kaldırılmasına dair
yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde,
yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte
ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün
olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına
ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan
biri, yürütülen "terörle mücadele" sürecinin, "terörü ve
teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin kamuoyunun da
baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması arzusu olarak
karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu husus, hukuki bir
kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı
siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün
çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi
hukukilikten ve ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta
genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat
hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir.
Yine birçok milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının
ele alınması talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın
83. maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel gerekçede, milletvekili
dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat hesabı aynı
zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel Kurulu’nda
görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet
Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa'ya geçici madde eklenmek
suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma hakkı başta olmak
üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya
bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde
amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya
mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine
tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara
alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis kararı
olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa
hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı
niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu
denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile
bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen
metni kendi hukuk anlayışına göre
nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki içtihadı yerleşiktir.
Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü
kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama organı
kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında,
kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de
durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın
uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise,
denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur"
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir.
Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı
hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair
Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve imkanları dikkate
alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki güvenlik
ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların geçmişe
yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi niteliğinde
olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi,
dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1. "Anayasa" adı verilen bir
metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarını
sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir. Bu niteliğinden
dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan
değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran veya askıya
alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik olarak ele
alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde
ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın
sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2. Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet
yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla
ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal
normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü
bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa
hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak
daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde
düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve kürsü dokunulmazlığını
kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal geleneğimizde yer
alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın
iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak, parlamenterlik
görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını
mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin
sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem ifade
özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden
uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler, parlamento
fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4. 1982 Anayasası döneminde, anayasal
kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde olmayan
geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici
maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve
askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı
ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında
yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı
hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya
mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli
Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere
siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan
Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici
maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal
düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5. Şimdi Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci
geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini
askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan
yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya mahsus' olmak üzere ortadan
kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi şekilde tevkif edilmelerinin
önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis kürsüsünde yansıtarak
parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence altına
almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında fezleke olan
vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta
Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de
doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam olarak hangi vekillerin
dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız
hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını
Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla
delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı
bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten
uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde
olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri
gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil
eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör'
vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt
üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP
milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle
ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li
milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen
fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme,
kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve
gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar
oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası
olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve
ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı
olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini ifade eden söz ve
davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte ve
milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis kararı için mecliste
izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen
hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır.
TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde
detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle
getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır.
Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda
kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil
işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak
ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan
sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar için
geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11. Mevcut Meclis kararı yasama
dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır. Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek
tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuya dair
içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner'in
dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın
kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp yapılmadığı,
soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13. Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan
usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini değerlendirirken
bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen kararın
geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı
sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere aykırı
tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına
uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur. "
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa'nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir
unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre, "Anayasa hangi
durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu,
Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları
bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer
vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin
çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi
gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve
düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk
devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler
uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte
olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan,
ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15. Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan'ın
28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı Lütfen
Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca komünizm
propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın
kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve
milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti
koruma” amacına yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması
sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu
tatmin" gibi muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale
getirmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak
Meclis'e giren HDP'nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı
düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve
muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen
%10.8'in iradesini yansıtmak için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı,
milletvekillerini iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza
soruşturmalarına karşı korumak olan yasama dokunulmazlıklarının tam da bu
iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık olan bir teklifle 'askıya
alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof.
Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama dokunulmazlığıyla ilgili medenî
dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı" olarak nitelenmiştir.
17. Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme
ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı düzenleyen 67’inci
maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına
katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez
unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme
haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta HDP
milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne
dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve
sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B.
No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03,
8.7.2008, 105"
18. AİHS Ek 1 No'lu protokol'ün 3.
maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve seçilmeye dair
hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini koruması
ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan
müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu
Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından yaratılmasını
hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin
kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu vurgulamıştır.
Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı olmayan
gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından dolayı
suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle,
AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20. Başvuruya konu yasama işlemi aynı
zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de ihlalini teşkil
etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında
başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına
kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki
savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen
Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını düzenleyen 85’inci
maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği
açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama
yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci
maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın
ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1. Yasama muafiyetleri, İngiltere'de Kralın
politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin çeşitli
sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2. Aslında Türkiye'nin parlamento tarihi,
toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi
girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115
üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci
Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan Meclisi'nde temsil edilen Kürt
Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı Seyit
Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış Konferansı
esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet dağıtılmıştır.
Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik bahsini hayata
geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek tezahüratları altında
Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu Hasan Hayri ve
arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili çok alkış
alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma gerekçe
gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte Kürt milletvekillerinin
Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi
zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun
olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri
Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5. 1990’lı yıllarda PKK ve devlet
arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla Halkın Emek
Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP),
Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın
Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum
Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6. ÖZDEP'in kapatılmasına ilişkin olarak
AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir
değerlendirme yaparak, parti programında şiddet kullanımına, isyana veya diğer
şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini
tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında
demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li
milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti programında siyasi
bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt propagandası, bazı hallerde
örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde
örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak suçları
kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum, fezlekelerde yer alan isnatların
ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve
kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü
ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül 1993’te “faili meçhul
cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP heyetine Batman’da
saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar öldürülmüştür;
Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır. Yine, 1991 ve
1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi olan HEP ve
DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8. DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip
Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler
tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP
milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık
ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve
Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında
"derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin
ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınmış,
ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs
1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin
tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te
Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos
1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık
1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana
ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13
Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından, "PKK'ye yardım
yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline gelmek" iddiası ile
kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar gereği beyan ve
eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil üyelerinden
46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl geçtikten
sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10. HADEP'ten sonra DEHAP hakkında kapatma
davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005
tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her
etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi,
2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl
siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un
milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11. HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan
suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların çözüm olmayacağını
ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma", "kirli savaş"
olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna
mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37. paragraflar),
Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar), Şener/Türkiye n.
26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans vererek, bunların
Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin sert bir eleştirisi
olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete tahrik ettiği, silahlı
direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek
kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli
tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan
bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki
isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar
milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri
bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle
kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de
Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan
milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından
işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların
üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet
partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve
Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir. HDP Tüzüğü'nün
ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in gözlemci
üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1. Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu
düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa iktidar,
muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen düşüncelerin
ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik düzenin
temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında farklı
fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan
karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da
geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2. Milletvekillerinin ifade özgürlükleri
ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir
koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır. Kürsü
dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM
üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında bir
yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak
da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin,
Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis çalışmaları
kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün
uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü ve teröristi"
desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği
düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş
olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde
ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı,
siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine
yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde
bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik
talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası
olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4. Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke
çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi
partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini ifade
etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri, aynı
zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi talepleridir.
Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden,
bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması kapsamında
değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5. HDP'nin perspektifini
belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan
metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis'te
yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP'yle
kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir.
Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu
vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir
irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık tarihi
bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan
eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne
koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut liberal
demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7. HDP'nin ileri sürdüğü
bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim programına göre,
özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız,
otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin
tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli,
çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel
yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini
yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve
bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP
amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında,
özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu
modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve "demokratik
parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP'nin temel
amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9. Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne
olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne
getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil dokunulmazlıkların
kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya aykırı,
iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10. Milletvekillerinin çoğu, haklarında
hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen
Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas
olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan
fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken
konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te
yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama
dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız.
Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının parçası olan
dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde alelacele
hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Batman Milletvekili Saadet Becerikli hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
1-
Batman
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/21363 Sor. No, 2015/20 Fezleke Nolu 21.12.2015
Tarihli Fezleke-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
2-
Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/42384 Sor. No, 2016/58 Fezleke Nolu 23.03.2016
Tarihli Fezleke-Görevi Yaptırmamak İçin Direnme, Cumhurbaşkanına Hakaret, Kamu
Görevlisine Görevinden Dolayı Hakaret
3-
Batman
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/14216 Sor. No, 2015/11 Fezleke No 18.08.2015
Tarihli Fezleke-Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme, Suç İşlemeye Alenen
Tahrik Etme
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/69
Karar Sayısı : 2016/62
“…
I. BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN
HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan
2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016
günlerinde Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde
TBMM Genel Kurulu’nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır, ikinci
tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu
başvuru, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu’nda kabul
edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa’nın
değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM’de kabul
edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin,
bu dosyalar bakımından Anayasa’nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya
mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa
değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda
Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili
milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın
kaldırılmasına dair Meclis karan niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa’nın
85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamasıdır. Meclis kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konulan, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis kararı” şeklinde açıklar. TBMM’nin iç yapısına
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis karandır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis
kararları, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği,
herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın yasamaya karşı
yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa’da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis karan ile
açıklamak zorundadır. Anayasa’nın “Meclis karan” ile açıklanmasını istediği bir
iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa’ya aykırılık teşkil eder2.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru gibi adil yargılanma hakkım
ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararlan, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik
dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların
temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak
güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin
olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik
dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, ‘bir defaya
mahsus’ ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup
milletvekili ne uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş,
fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine
uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu
düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis’ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa’nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dişilik, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis karan ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle
ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi
hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM
İçtüzüğü’nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un
dokunulmazlık dosyalanın incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş
üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel
Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün
133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu,
kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı
olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde
olduğu takdirde Genel Kurul’da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa’nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa’ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa’da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe
ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm
koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu
açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu
yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde
83) esasen değiştirmeyerek ‘bir defaya mahsus askıya aldığı’ ve
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis karan
niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, “Anayasa’da açıkça belirtilenler dışında kalan yasama
organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup olmadığının
saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı ve niteliği
üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması gerekmektedir.
Bunlar Anayasa’nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla aynı değer ve
etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur4’’ tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir.
Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa’nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa’ya eklenen Geçici 20. madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek, dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal etmektedir.
Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesi,
ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların geçmişe yürümezliği,
masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi niteliğinde olan ilkelerle
bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi, dokunulmazlığın
kaldırılması sürecindeki grup karan alamama ve benzeri engelleri barındıran
Anayasa’nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134. maddelerinde
düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı hile anlamına
gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler’in açıklamalarına göre,
“anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî
prensiplerde yapılan değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir
başka anayasal sistem ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı
hile olarak adlandırılır.
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarım sınırlandırması ve hakları güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa’nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi’den
beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren’in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve ‘istisnai’ düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi
anayasa tarafından sunulan güvenceler ‘bir defaya mahsus’ delinmiştir. Yine bu
geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili
kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş,
darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının
görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına
alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran
kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici
maddelerle ‘anayasallaşan’ 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici
maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan,
ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa’ya eklenecek olan 20’nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, ‘bir
defaya mahsus’ olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis’e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa’ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi’den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclisten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yaran
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki ‘terör’ vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin ‘örgüt üyeliği’ ‘örgüt
propagandası’ olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP’li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede ‘terörle mücadelenin’ bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007’den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510’a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye’nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alman eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14.
maddesiyle teminat altına alman ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP’yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı
ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak
taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla
kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına
yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve
ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş
olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün
dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir.
Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ilal33
gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu
değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir
güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik
bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına
henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa’nın
“kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu
bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel
Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural
ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararma
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13.
Anayasa
Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur.”
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele
alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan
hukuk devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak
değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC’yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir”1. Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner’in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Koksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim’in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner’in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal’ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan’ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş olduğu
çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi
muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1
Kasım 2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8’ini alarak Meclis’e giren
HDP’nin, kendi seçmeni dışında kalan %89.2’lik kesimle farklı düşüncelere sahip
olması, bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak
HDP tam da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8’in iradesini
yansıtmak için Meclis’te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle ‘askıya alınması’, anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama dokunulmazlığıyla
ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı” olarak
nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis karan, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını
düzenleyen
67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda
gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir
siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma
hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
Tin 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın
kanaatlerini özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol
1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük
yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol l’in 3. maddesi de
ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın
kanaatlerinin özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi,
bir kararında bu hususların altım şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
“serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en
önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşmeye Ek 1 Nolu
Protokol ‘ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan
etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için
hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No.
58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008,
105”
18.
AİHS Ek 1 No’lu protokol’ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde
AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini
yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması
gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme
bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde
kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir, düzenleme
gerekçesindeki hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade
özgürlüğüne doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde
toplu dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde
bağlamında orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM
kararlan halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların
devletler tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve
anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
önemi sahip olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya
başladıktan sonra, haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle,
siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum
bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol l’in 3’üncü
maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen
milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını
hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede,
Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarım da
kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci
maddesinin ve başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri
için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları
keyfî işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.
Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın
83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün
148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu
yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli
oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamım yasa
önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir
grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir
(Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan
Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli
oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli
oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyanda bulunmuş, ancak oylama, gizli
oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin
sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyanlar
yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık
oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli
TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III. YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ
KAYNAĞI VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere’de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento’dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu’nun Parlamento Ordusu’yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa’da 1789 Devrimi’yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye’de yasama dokunulmazlıklarım
kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye’nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69’u
Müslüman, 46’sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyetin ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayılan
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve
Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915’te
Diyarbakır’daki Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır.
Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915’te aynı amaçla tutuklanarak
Ayaş Hapishanesine gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara
Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te
tutuklandıktan soma öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak
tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim
milletvekillerinin Meclisten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da
dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi’nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkam Seyit Abdülkadir’in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa’nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basma
verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından
Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kültlere yerel
özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal’in ve tüm Meclisin destek
tezahüratları altında Meclis’e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Haşan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Haşan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek ‘bölücülük’ suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kültlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarım zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa’ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği
bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi
(ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP),
Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik
Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu
partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin
tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP’in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM’e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM’in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP’li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığım, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7
.4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sim Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut
Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik
Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri vermiştir.
Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994’te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına ve 5’i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz’da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15’er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa
Mahkemesi tarafından, “PKK’ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin
odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alman
karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları
dahil üyelerinden 46’sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7
yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP’in kapatılmasında Türkiye’yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP’ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009’da oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM’in değerlendirmeleri, ÖZDEP’in çizdiği siyasi tahayyülün,
Türkiye Devleti’nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının
demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı
paragraflarında AİHM, ÖZDEP’in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle
cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit
edilmiştir. DDP’nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine
benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP’de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve demek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarım da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP’li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25’tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda ‘tesadüfen’ muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25
Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü
verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü’nün ilk maddesine göre,
“Parti, tüm ezilenlerin ve
sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç
topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin,
işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans)
bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar,
sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte mücadele yürüten
güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan
onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk
iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi
en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi’nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, demek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü
güvencesinden yararlandığım, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir
üslupla dile getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu
doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis’te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle
uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade
edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal karan sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin
çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde
yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan
kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları,
toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı
yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri
hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu
siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini
ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP’nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele
edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP’nin Parti Programı, hem
sokakta hem Meclis’te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen
metin olarak, HDP’yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP’ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarım
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı’na göre, “İnsanlık tarihi bir mücadeleler
tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan eden
mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur.”
HDP de, Türkiye’de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti
olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP’nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi
parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden
bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda,
gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP’nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de
çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir.”
7.
HDP’nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP’nin seçim programında da yer almaktadır.
Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye’sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye’de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel demokrasi “yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim
modeli olduğu ve bu modelin Türkiye’nin “üniter devlet yapısı” ve “demokratik
parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın emir ve talimatlarını yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP’nin temel
amaçlarından biridir.
Bu
ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de uyumludur. Özerkliğin
tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 3. maddesinde şu şekilde
yapılmıştır:
“Özerk yerel yönetim kavramı yerel
makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli
bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları
doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır.”
9.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi’ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararma esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis’te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
İstanbul Milletvekili Selahattin Demirtaş hakkında düzenlenmiş olan ve
tarafımızca ulaşılabilinen fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
1.
Fezleke No: 2011/189 (Muh.),
Tarih:10.03.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 27/01/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: İran’da Kürt tutukluların idam
edilmelerini protesto amaçlı açıklama ve konuşma yapmak
2.
Fezleke No: 2011/3,
07.02.2011 tarih
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 26/08/2010
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisince organize edilen halk
toplantısında konuşma yapmak.
3.
Fezleke No: 2011/36 Soruşturma No: 2010/2506
Tarih:
25.03.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 18/08/2010
Şırnak, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
Fezlekenin Konusu: Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkam
olarak 2010 yılında düzenlenen referandum öncesi Şırnak’ta düzenlenen açık hava
mitingine katılmak.
4.
Fezleke No: 2011/88 (Muh.), Tarih: 21.02.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 27/11/2010
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak, Örgüt üyesi
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
5.
Soruşturma No: 2011/263, Tarih: 07.04.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 23/08/2010
Kızıltepe, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
6.
Soruşturma No: 2010/2051 , Tarih: 04.04.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 27/03/2009
Bismil, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
7.
Soruşturma No: 2010/2890, Tarih: 07.04.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25/08/2010
Midyat, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
8.
Soruşturma No: 2011/95, Tarih: 06.05.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 19/09/2010,
(Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgütün hiyerarşik yapısına dahil
olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek
9.
Fezleke No: 2011/23, Soruşturma No: 2011/8182 ,
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 21/03/2010
Midyat, Şanlıurfa Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak, suçu ve
suçluyu övmek
Fezlekenin Konusu: Newroz bayramı etkinliğinde konuşma
yapmak.
10. Fezleke No: Soruşturma
No: 2011/6041 (Muh.), Tarih: 13.06.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25/03/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
Fezlekenin Konusu: Basın açıklaması yapmak.
11.
Soruşturma No: 2011/6040 (Muh.), Tarih: 13.06.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 24/03/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
12.
Soruşturma No: 2011/6044 (Muh.), Tarih: 13.06.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 08/04/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
13.
Soruşturma No: 2011/6045 (Muh.), Tarih: 13.06.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25/03/2011 Diyarbakır,
(Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
14.
Soruşturma No: 2011/633 (Muh.), Tarih: 25.08.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25/03/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak.
15. Soruşturma No:
2011/1036 (Muh.), Tarih: 06.10.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 19/09/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak.
16.
Soruşturma No: 2011/9428-2 (Muh.), Tarih: 01.11.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28/07/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
17.
Fezleke No: 2011/194 Soruşturma No: 2011/2412, Tarih: 02.11.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28/07/2011
Şırnak, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet etmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
18.
Fezleke No: 2011/230 Soruşturma No: 2011/2306, Tarih: 23.11.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25/05/2010
Yüksekova, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet etmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak.
19. Soruşturma No: 2011/631 (Muh.), Tarih: 14.11.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 04/05/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet etmek, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek
20.
Soruşturma No: 2011/1213
(Muh.), Tarih: 22.12.2011
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 09/10/2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak, örgüte üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek
21. Fezleke No: 2011/3 (Basın) Soruşturma
No: 2011/2886
(Basın)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2005-2007
Ankara, Ankara Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: 2820 Sayılı
Kanuna Muhalefet
Fezlekenin Konusu: TV programlarında konuşma yapmak.
22.
Fezleke No: 2011/248 Soruşturma No: 2011/1133
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 10.05.2011
Yüksekova, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
23.
Fezleke No: 2011/244 Soruşturma No: 2011/2403
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 07.05.2011 Yüksekova,
Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
42.
Fezleke No: 2012/49 Soruşturma No: 2012/315
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 06.01.2012
İstanbul, İstanbul Sultanbeyli Cumhuriyet Savcılığı
İsnat
Edilen Suç: Hakaret
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak
25.
Fezleke No: 2012/1 Soruşturma No: 2011/980
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 15.10.2011
Adana, Adana Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: Örgüt
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin il kongresi etkinliğinde
konuşma yapmak
26. Soruşturma No: 2012/3598 (Muh.), Tarih: 06.04.2012
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 14/03/2012
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Suçu ve suçluyu övmek
Fezlekenin Konusu: Newroz bayramı etkinliğinde konuşma
yapmak
27.
Fezleke No: 2012/106 Soruşturma No: 2012/69
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 19.08.2010
Silopi, Silopi Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet Etmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin mitinginde konuşma yapmak
28.
Fezleke No: 2012/242 Soruşturma No: 2012/68
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 18.09.2011
Cizre, Cizre Cumhuriyet Savcılığı İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet Etmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin mitinginde konuşma yapmak
29.
Fezleke No: 2012/5 Soruşturma No: 2012/1571
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 03.12.2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak
30.
Soruşturma No: 2012/6249 (Muh.) Tarih: 05.07.2012
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 14.04.2012
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Suçu ve suçluyu övmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak
31.
Fezleke No: 2012/29 Soruşturma No: 2012/2511
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 10.04.2012 ve
öncesi Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat
Edilen Suç: Örgüte
üye olmak
32.
Fezleke No: 2012/38 Soruşturma No: 2012/3492
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 07.07.2012
Bingöl, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin mitinginde konuşma yapmak
33.
Fezleke No: 2013/1 Soruşturma No: 2013/211
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 27.10.2012
Batman, Batman Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak
34.
Fezleke No: 2013/57 Soruşturma No: 2012/2690
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 13.11.2012
Nusaybin, Nusaybin Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak, suçu ve
suçluyu övmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin etkinliğinde konuşma yapmak
35.
Fezleke No: 2014/15 Soruşturma No: 2014/180
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 04.08.2013
Viranşehir, Viranşehir Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Görevi yaptırmamak için direnmek, kamu
görevlisine görevinden dolayı hakaret
36.
Soruşturma No: 2011/3844
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28.03.2011
Siirt, Siirt Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
37.
Fezleke No: 2014/6 Soruşturma No: 2014/16487
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2013 Diyarbakır,
(Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak
38.
Fezleke No: 2014/8 Soruşturma No: 2014/16493
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 24.03.2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işlemek, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
Fezlekenin Konusu: Partisinin mitingine katılmak
39.
Fezleke No: 2014/7 Soruşturma No: 2014/16480
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25.03.2011
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işlemek, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
40.
Fezleke No: 2014/9 Soruşturma No: 2014/16569
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 18.03.2012
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işlemek, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek, örgüt propagandası
yapmak
41.
Fezleke No: 2014/10 Soruşturma No: 2014/2102
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 30.06.2007
Diyarbakır, (Özel Yetkili) Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Afişle seçim propagandası yasağına uymamak.
42.
Fezleke No: 2015/16 Soruşturma No: 2015/31544
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 24.03.2011
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat
Edilen Suç: Örgüte
üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 291l’e
muhalefet
Fezlekenin Konusu: 24.03.2011
tarihli etkinliğe katılanlar arasındakilerden bir kısmının yasa dışı slogan
attığı gerekçesi sebebiyle.
43.
Fezleke No: Soruşturma No: 2007/1799
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 11.07.2007-15.07.2007
29.09.2007.30.09.2007 - Diyarbakır İli Dicle İlçesi
İsnat Edilen Suç ve Yeri: Terör örgütü
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır İli Dicle İlçesinde yapılan
seçim mitinginde çalman müzik eserleri yolu ile terör örgütü propagandası
yapmak suçundan fezleke hazırlanmıştır.
44.
Fezleke No: Soruşturma No: 2007/1805
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 23/09/2007 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır İli’nde bulunan süpermarket
açılışında beyan edilen sözlere ilişkin Cumhuriyet gazetesinin haberine
istinaden terör örgütü propagandası yapmak suçundan fezleke hazırlanmıştır.
45. Fezleke No: 2008/1 Soruşturma
No: 2007/14956
İsnat Edilen Suç veYeri: 30.06.2007 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Afişle Seçim Propagandası Yasağına
Uymamak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır İli’nde seçim günü çeşitli
yerlerde Selahattin Demirtaş’ın afişlerinin asılı veya yapıştırılmış halde
bulunmasından Afişle Seçim Propagandası Yasağına Uymamak suçundan fezleke
hazırlanmıştır.
46.
Fezleke No: 2008/2 Soruşturma
No: 2007/15912
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 19.06.2007-04.07.2007
– Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Seçim Döneminde Türkçeden Başka Dilde
Propaganda Yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır İli’nde seçim döneminde
farklı mekanlarda Kürtçe Sözlü şarkılar ile seçim propagandası yapıldığı
gerekçesiyle Türkçe’den başka dilde propaganda Yapmak suçundan fezleke
hazırlanmıştır.
47.
Fezleke No: 2008/ Soruşturma No: 2008/60
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 28.08.2008
İsnat Edilen Suç : PKK terör örgütünün propagandasını
yapmak
Fezlekenin Konusu : TV Kanalının
ana haber bülteninde seçim propagandası için yapılan konuşma içeriği sebebiyle
PKK terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan fezleke hazırlanmıştır.
48. Fezleke No: 2008/14 Soruşturma No: 2008/2807
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 27.10.2008 -
Ankara
İsnat Edilen Suç: Suç ve Suçluyu Övmek
Fezlekenin Konusu: DTP Merkezinde yapılan basın açıklaması
içeriği sebebiyle suç ve suçluyu övmek suçundan fezleke hazırlanmıştır.
49. Fezleke No: 2008/ Soruşturma No: 2008/872
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 22.03.2009 -
Ardahan
İsnat Edilen Suç: 2820 Sayılı
Yasaya Muhalefet
Fezlekenin Konusu: Ardahan İli’nde
düzenlenen Newroz kutlamalarında yapılan ‘Kürtçe içerikli konuşma’nın Siyasi
Partiler Kanunu’na muhalefet etmek suçundan fezleke hazırlanmıştır.
50. Fezleke No: 2008/ Soruşturma No: 2009/73
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 04.06.2009-
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: PKK terör
örgütünün propagandasını yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır DTP
Î1 Binası önünde yapılan konuşma içeriği sebebiyle PKK terör örgütünün
propagandasını yapmak suçundan fezleke hazırlanmıştır.
51. Fezleke No: 2009/11 Soruşturma
No: 2009/1803
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 24.02.2009-Ankara
İsnat Edilen Suç: Türkçeden Başka Bir Dil Kullanmak
Fezlekenin Konusu: DTP’nin Grup toplantısında Türkçe’den
başka bir dil kullanıldığı ve bu yayının TRT’nin bir kanlında kısa süreli
olarak yayınlanmasından ötürü Türkçeden Başka Bir Dil Kullanmak suçu gerekçesi
ile fezleke hazırlanmıştır.
52. Fezleke No: 2009/10 Soruşturma No: 2009/1862
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 2005-2007 yılları arası -Ankara
İsnat Edilen Suç: 2820 Sayılı Kanuna Muhalefet Etmek
Fezlekenin Konusu: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
DTP’ye ilişkin başlattığı soruşturmada yer alan deliller arasında TV programına
katılma ve örgüt propagandası yapma suçundan cezalandırıldığı ve parti yönetim
organında yer alması sebebi ile de 2820 Sayılı Yasaya muhalefet etmek suçundan
fezleke hazırlanmıştır.
53.
Fezleke No: 2009/ Soruşturma No: 2009/326
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 27.10.2008 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: TV kanalı ana
haber bülteninde yer alan habere konu konuşma içeriği ile terör örgütünün
propagandasının yapıldığı gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
54. Fezleke No: 2009/47 Soruşturma No: 2009/6104
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 23.07.2009 - Muş
İsnat Edilen Suç: Suç ve suçluyu
övmek
Fezlekenin Konusu: Muş İli Varto İlçe Belediyesi tarafından
düzenlenen şenlikte “Sayın Öcalan...” ihtivalı konuşma gerekçesi ile suç ve
suçluyu övmek suçlamasından fezleke hazırlanmıştır.
55.
Fezleke No: Soruşturma No: 2010/441
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 28.08.2008 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Tv Kanalında yer alan görüntünün
incelenmesi sonucunda konuşma içeriğinin Terör örgütü propagandası yapmak
suçunu oluşturduğu gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
56. Fezleke No: Soruşturma No: 2009/2239
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 21.06.2009 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: DTP’nin Batman
İl Olağan Kongresi’nde yapılan konuşma içeriğinin Terör örgütü propagandası
yapmak suçunu oluşturduğu gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
57. Fezleke No: 2010/6 Soruşturma No: 2010/662
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 24.02.2009-Ankara
İsnat Edilen Suç: Türkçeden Başka
Bir Dil Kullanmak
Fezlekenin Konusu: DTP’nin Grup
toplantısında Türkçe’den başka bir dil kullanıldığı ve bu yayının TRT’nin bir
kanlında kısa süreli olarak yayınlanmasından ötürü Türkçeden Başka Bir Dil
Kullanmak suçu gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
58.
Fezleke No: Soruşturma No: 2010/406
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 21.03.2010 -
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır
İli’nde yapılan Newroz kutlamalarına katılan BDP Diyarbakır Milletvekilinin
konuşma içeriğinde Terör örgütü propagandası yapmak gerekçesi ile fezleke
hazırlanmıştır.
59. Fezleke No: 2010/6 Soruşturma No: 2010/1108
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 17.03.2010- Van
İsnat Edilen Suç: Terör örgütü propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Van İli’nde yapılan Nevvroz
kutlamalarına katılan BDP Diyarbakır Milletvekili’nin konuşma içeriğinde Terör
örgütü propagandası yapmak gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
60. Fezleke No: 2010/2 Soruşturma No: 2010/2715
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 01.08.2010 -
Erciş
İsnat Edilen Suç: Halkı kin ve
düşmanlığa tahrik etmek
Fezlekenin Konusu: Van İli Erciş
İlçesinde BDP tarafından yapılan açık hava toplantısında 12 Eylül Anayasası’na
ilişkin yapılan konuşma içeriğinin halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği
gerekçesi ile fezleke düzenlenmiştir.
61. Fezleke No: 2010/64 Soruşturma No: 3527
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 04.08.2010 -
Doğubeyazıt
İsnat Edilen Suç: Terör amaçlı propaganda yapmak
Fezlekenin Konusu: Doğubeyazıt
İlçesinde yapılan Anayasa değişikliğini boykot amaçlı konuşma içeriği ile terör
amaçlı propaganda yapmak gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
62. Fezleke No: 2010/64 Soruşturma No: 3527
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 04.08.2010 –
Doğubeyazıt
İsnat
Edilen Suç: Terör amaçlı propaganda yapmak
Fezlekenin Konusu: Doğubeyazıt
İlçesinde yapılan Anayasa değişikliğini boykot amaçlı konuşma içeriği ile terör
amaçlı propaganda yapmak gerekçesi ile fezleke hazırlanmıştır.
63. Fezleke No: 2016/10 Soruşturma No: 2016/2526
İsnat Edilen Suç T. ve Yeri: 22.03.2016- Van
İsnat Edilen Suç: Terör Örgütü
Propagandası yapmak, Suçu ve suçluyu övmek, Devletin birliğini ve bütünlüğünü
bozmak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik
Fezlekenin Konusu: Van ilinde
yapılan yasal mitingde yapmış olduğu konuşmaya dairdir.
64. Fezleke No: 2016/5 Soruşturma No: 2016/10604
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 07.03.2016-
Mersin
İsnat
Edilen Suç: Başbakana hakaret
Fezlekenin Konusu: İlçe
teşkilatının düzenlediği mitingde konuşma
65. Fezleke No: 2016/40 Soruşturma No: 2015/153738
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 03.03.2016-
İstanbul
İsnat Edilen Suç: Halkı kin ve düşmanlığa tahrik
Fezlekenin Konusu: Star Gazetesi’nin seçim süreci boyunca
yapmış yanlı, hakaret içeren ve etik anlayışa sığmayan yayın anlayışı
eleştirilmesi
66.
Fezleke No: 2016/14 Soruşturma No: 2015/3234
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 20.03.2014-
Şırnak
İsnat Edilen Suç: 2911 S. Yasaya
muhalefet, yasa dışı örgüt propagandası, suç ve suçluyu övme
Fezlekenin Konusu: Nevroz
mitinginde konuşma
67.
Fezleke No: 2016/16 Soruşturma No: 2015/8069
İsnat Edilen Suç ve Yeri:
İsnat
Edilen Suç:
Fezlekenin
Konusu:
68.
Fezleke No: Soruşturma No: 2016/428
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 13.11.2012 Mardin
İsnat Edilen Suç: yasa dışı örgüt
propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Miting Konuşması
69.
Fezleke No: 2016/50 Soruşturma No: 2016/10925
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 24.12.2015
İstanbul
İsnat Edilen Suç: Başbakana
hakaret, Halkı kin ve düşmanlığa tahrik
Fezlekenin Konusu: Hava Alanında
gazetecilere verilen demeç
70.
Fezleke No: 2016/55 Soruşturma No: 2015/118223
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 07.09.2015
İstanbul
İsnat Edilen Suç: Cumhurbaşkanı ve
kamu görevlisine hakaret
Fezlekenin Konusu: Miting Konuşması
71.
Fezleke No: Soruşturma No: 2015/1054
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 12.09.2015 Cizre
İsnat Edilen Suç: 2911 s. Yasaya
muhalefet, yasa dışı örgüt propagandası Fezlekenin Konusu: Miting konuşması
72.
Fezleke No: Soruşturma No: 2016/9393
İsnat
Edilen Suç ve Yeri: 28.03.2016
Diyarbakır
İsnat Edilen Suç: Hükümeti alenen
aşağılamak
Fezlekenin Konusu: İMC TY’de yapılan
röportaj
73.
Fezleke No: 2016/11 Soruşturma No: 2016/5123
İsnat Edilen Suç ve Yeri: 09.05.2015
Kayseri
İsnat Edilen Suç: iftira
Fezlekenin Konusu: Savcılık
merciine vermiş olduğumuz suç duyurusu dilekçesi
74.
Fezleke No: 2016/4 Soruşturma No: 2016/ 10602
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 27.02.2016
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Cumhurbaşkanına
hakaret
Fezlekenin Konusu: İlçe örgütünün
düzenlediği etkinlikteki konuşma içeriği sebebiyle.
75.
Fezleke No: 2016/6 Soruşturma No: 2016/1800
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28.09.2013
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
propagandası yapmak, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve
düşmanlığa
tahrik
Fezlekenin Konusu: Karakoçan İlçe’sinde yapılan etkinlik
konuşmasının içeriği sebebiyle.
76.
Fezleke No: 2016/27Soruşturma No: 2014/5717
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 06.10.2014
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat
Edilen Suç: Suç
işlemeye tahrik ve suç işlemeye azmettirme
Fezlekenin Konusu: HDP MYK’sının İŞİD’in Kobane’ye saldırması
sebebiyle yapmış olduğu duyarlılık ve insani yardım koridoru çağrısı sebebiyle.
77.
Fezleke No: 2016/17 Soruşturma No: 2016/594
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28.07.2015
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat
Edilen Suç: Cumhurbaşkanına
Hakaret Suçu
Fezlekenin Konusu: Grup toplantısında yapılan konuşma
içeriği sebebiyle.
78.
Soruşturma No: 2015/3749
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 05.01.2016
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt propagandası yapmak.
Fezlekenin Konusu: Kızıltepe İlçe’sinde düzenlenen
etkinlikteki konuşma içeriği sebebiyle.
79.
Fezleke No: 2015/17 Soruşturma No: 2015/31545
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 08.04.2011
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 sayılı Yasaya muhalefet ve örgüte
üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek.
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır İli’nde Sivil Cuma Namazı ve
sonrasında yürünmek istenmesine ilişkin.
80.
Fezleke No: 2015/19 Soruşturma No: 2015/31548
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 08.03.2013
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı İsnat Edilen Suç: Örgüt
propagandası yapmak.
Fezlekenin Konusu: Sözcü Gazetesinde yer alan bir fotoğraf
sebebi ile.
81.
Fezleke No: 2016/16 Soruşturma No: 2016/6238
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2803.08.2015Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı İsnat Edilen Suç: Cumhurbaşkanına
hakaret suçu
Fezlekenin Konusu: Konuşma içeriğinin Cumhurbaşkanına
hakaret içerdiği iddiası ile hazırlanmıştır.
82.
Fezleke No: 2015/35Soruşturma No: 2015/9499
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 26.11.2015
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Cumhurbaşkanına hakaret suçu
Fezlekenin Konusu: Can Dündar ve Erdem Gül’e ilişkin basın
açıklaması içeriği sebebiyle.
83.
Fezleke No: 2015/21 Soruşturma No: 2015/31550
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28.07.2010
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt
adına suç işlemek, 2911’e muhalafet
Fezlekenin Konusu: Başkalarının yaptığı iddia olunan
eylemler sebebiyle.
84.
Fezleke No: 2015/190 Soruşturma No: 2015/91953
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 17.03.2013
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı isnat Edilen Suç: Suç işlemek
amacıyla örgüt kurmak
Fezlekenin Konusu: 2013 Newroz etkinlikleri sebebiyle
okunan mektup ve yapılan konuşma içeriği sebebiyle.
85.
Fezleke No: 2016/6 Soruşturma No: 2015/3113
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 18.09.2011
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: örgüt propagandası yapmak ve 291l’e
muhalefet.
Fezlekenin Konusu: Cizre İlçesinde yapılan konuşma içeriği
sebebiyle.
86.
Fezleke No: 2015/21 Soruşturma No: 2011/3844
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 28.03.2011 Siirt
Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı Yasaya muhalefet
Fezlekenin Konusu: Etkinliğe katılanlardan bir kısmının
taşıdığı pankartın yasa dışı olduğu iddiası ile fezleke düzenlenmiştir.
87.
Fezleke No: 2015/4Soruşturma No: 2015/3111
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 20.11.2015
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Saylı Yasaya muhalefet
Fezlekenin Konusu: Aday tanıtım toplantısında bir kısım
kimselerin yasadışı slogan attığı iddiası ile.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon’da ve Genel Kurul’da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen Anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Haklan Sözleşmesiyle, Ek Protokol l’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/70
Karar Sayısı : 2016/63
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde
karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş,
bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence
altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu
yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde
kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin
genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş
olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle
kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun
raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında
farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel
Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine
bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların
konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek
Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların
hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler
'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana
kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın
siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince
verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar
bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy
kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın
85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis
kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve
Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın
kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını
düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul
işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü
kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir.
HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş
merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti
programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Şırnak Milletvekili Aycan İRMEZ’in hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A.
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 18.01.2016 tarih, 2016/23 fezleke no,
2015/2970 soruşturma no ile kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri
düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir. Şırnak’ta gerçekleştirilen haksız ve hukuka aykırı göz altıları
protesto etmek amacıyla Şırnak Belediyesi önünde düzenlenen basın açıklamasına
katılımın suç olarak nitelendirilmesi hukuka aykırı ve gayri ciddilik unsuru
barındırmaktadır.
B.
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 12.01.2016 tarih, 2016/9 fezleke no,
2015/2842 soruşturma nolu ile askeri yasak bölgelere girme, terör örgütü
propagandası yapma iddiası ile fezleke düzenlenmiştir. Yetki ve görevim gereği
faaliyet yürütmekte iken “kimlik tespiti “adı altında haksız ve hukuka aykırı
gözaltı işlemin maruz bırakıldığım bir olayın aleyhime fezleke konusu yapılması
hukuka aykırı olup gayri ciddilik unsuru barındırmaktadır.
C.
Silopi Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 10.03.2016 tarih, 2016/91 fezleke numarası
ile örgütün amacını ve propagandasını yapmak iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir. Yetki ve görevim gereği faaliyet yürütmekte iken vekili olduğum
bölgenin halkının taleplerini basın ajansına aktarmaktan ibaret açıklamaların
aleyhime fezleke konusu yapılması hukuka aykırı olup gayri ciddilik unsuru
barındırmaktadır.
D.
Silopi Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 10.03.2016 tarih, 2016/89 fezleke numarası
ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 66/1 maddesine aykırılık iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir. Yetki ve görevim gereği faaliyet yürütmekte iken vekili olduğum
bölgenin halkının taleplerini dinlemek adına Şırnak ilinde iken Anayasal
faaliyetlerimi engellemeye dönük girişimlerin aleyhime fezleke konusu yapılması
hukuka aykırı olup gayri ciddilik unsuru barındırmaktadır.
E.
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 12.01.2016 tarih, 2016/8 fezleke no,
2015/2844 soruşturma no ile Askeri Yasak bölgelere girme iddiası ile fezleke düzenlenmiştir. Yetki ve
görevim gereği faaliyet yürütmekte iken Anayasal faaliyetlerimi engellemeye
dönük girişimlerin aleyhime fezleke konusu yapılması hukuka aykırı olup gayri
ciddilik unsuru barındırmaktadır.
F.
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 02.02.2016 tarih, 2016/15 fezleke no
2015/2893 soruşturma no ile iddiası ile terör örgütü propagandası yapmak
iddiası ile fezleke düzenlenmiştir. Bir cenazeye katılmış olmam ve cenazeye
karşı işlenen insanlık suçunun karşısında durmam Yetki ve görevim gereği faaliyet
yürütmekte iken Anayasal ve insani faaliyetlerimi engellemeye dönük
girişimlerin aleyhime fezleke konusu yapılması hukuka aykırı olup gayri
ciddilik unsuru barındırmaktadır.
G.
Silopi Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından düzenlenen 03.02.2016 tarih, 2016/19 fezleke no ile 5442
sayili il idaresi kanunun 66/1 maddesine aykirilik iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/71
Karar Sayısı : 2016/64
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü
güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında
fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında,
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında;
“vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk
oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi
haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin
vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta
HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların
çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle
birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
26
Temmuz 2015 günü HDP ve DBP Batman İl Başkanlıkları organizesinde ‘Savaşa ve
Siyasi Soykırıma Karşı Barış’ adı altında Belediye Hizmet Binası yakınlarında
gerçekleştirilen ve yolun trafiğe kapatıldığı etkinliğe katıldığı böylece “2911 sayılı Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının 28. Maddesine aykırı davranma” suçunu
işlediği savıyla Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/17165 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/72
Karar Sayısı : 2016/65
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde
karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş,
bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence
altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu
yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde
kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin
genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş
olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle
kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun
raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında
farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel
Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine
bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların
konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek
Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların
hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler
'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana
kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın
siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy
kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın
85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis
kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve
Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın
kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını
düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul
işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü
kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylamayla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir.
HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır.
İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi,
yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok
kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin
merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve
kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk
yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi yönetim sisteminin
inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Tunceli Milletvekili Alican ÖNLÜ’nün hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A.
Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2015/2345 Sor. No, 2016/1 Fezleke No Tehdit ve Hakaret
Suçlaması
B.
Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2015/2072 Sor. No, 2016/3 Fezleke numaralı 21.04.2016 tarihli
fezlekede Görevi yaptırmamak İçin direnme ve Kamu Görevlisine Hakaret
Suçlamaları
C.
Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2015/1734 Sor. No, 2015/2 Fezleke numaralı 02.10.2015 tarihli
Fezlekede Propaganda Suçlaması
D.
Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2015/1711 Sor. No, 2015/5 Fezleke numaralı 14.10.2015 tarihli
fezlekede Propaganda
E.
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2016/30 Sor. No, 2016/18 Fezleke numaralı 10.02.2016 tarihli
fezlekede 01.01.2016 Örgüt Propagandası ve Cumhurbaşkanı’na Hakaret suçlamaları
yöneltilmiştir.
F.
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
2016/29 Sor. No, 2016/17 Fezleke numaralı 10.02.2016 tarihli fezlekede Örgüt
Propagandası suçlaması
G.
Tunceli Cumhuriyet
Başsavcılığı 21.04.2016 Tarihli 2016/443 Sor. No 2016/6 Fezleke No örgüt
Propagandası
H.
Diyarbakır 2. Ağır
Ceza Mahkemesi 2014/235 E. Sayılı dava dosyası Durma Fezlekesi
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/73
Karar Sayısı : 2016/66
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya
koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği
bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi
şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da
rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür.
Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin
kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek
ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için
şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına,
hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte
ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila 133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir.
Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle
ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan,
yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar
için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli,
nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden
beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak
/Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine
dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham
alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği,
kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul,
farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı;
özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda,
mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi,
HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
İstanbul Milletvekili Pervin Buldan hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
1-
FEZLEKE ESAS NO: Ank. Cumh. Başsavcılığı 2015/7993-2016/19 es.
SUÇ
TARİHİ: 1.07.2015
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2 ve TCK 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 22.02.2016
FEZLEKE
ÖZETİ: CNN Türk'te katıldığı canlı yayında "PKK terör örgütü
değildir" şeklinde beyanda bulunması üzerine
2-
FEZLEKE ESAS NO: Erciş Cumh. Başsavcılığı 2015/3957-2015/5 es.
SUÇ
TARİHİ: 28.05.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme,
bunların hareketlerine katılma
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K. 28
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 23.12.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Erciş İlçe Teşkilatı'nın kanunsuz miting havasına dönüştürülen
toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılması üzerine
3-
FEZLEKE ESAS NO: Ank. Cumh. Başsavcılığı 2015/9774-2016/3 es.
SUÇ
TARİHİ: 10.10.2015, 27.10.2015
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Cumhurbaşkanına hakaret
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 299 ve 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 4.01.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: Med Nuçe Aktüel Programında Ankara'daki bombalı saldırılarla ilgili
"…bu işin failleri bu ülkenin Cumhurbaşkanıdır….RTE'nin başkanlık hırsı
yüzünden bombalar patlıyor" şeklindeki açıklamalar ve Özel Dosya
Programında "…Erdoğan ve AKP çetelerin ağzı ile oluk oluk kan döküleceğini
ilan etmiştir.....Bütün katliamların katili devlettir, AKP hükümetidir"
şeklindeki ifadeleri üzerine
4-
FEZLEKE ESAS NO: Siirt Cumh. Başsavcılığı 2011/3844
SUÇ
TARİHİ: 28.03.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme,
bunların hareketlerine katılma
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K. 28
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 15.12.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: Siirt ili Kasaplar Deresinde BDP ve MEYA-DER Diyarbakır tarafından
düzenlenen cenazelerle ilgili etkinliğe katılım ve bu etkinlikte Abdullah
Öcalan lehine sloganlar atılması üzerine
5-
FEZLEKE ESAS NO: Hakkari Cumh. Başsavcılığı 2015/2536-2015/5
SUÇ
TARİHİ: 26.10.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ:08.12.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: Hakkari’de düzenlenen “Demokratik Cumhuriyet” adlı toplantıda “…..Öcalan
bu ülkede sahipsiz değildir…..Sayın Öcalan’ın arkasında Kürt halkı vardır….Bu
savaşı durdurmak istiyorsanız sayın Öcalan’ı serbest bırakın” şeklindeki ifadeleri
üzerine
6-
FEZLEKE ESAS NO: Siirt Cumh. Başsavcılığı 2010/2147
SUÇ
TARİHİ:10.05.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme,
bunların hareketlerine katılma
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K. 28/1 ve TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 27.10.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Siirt İl Teşkilatı tarafından düzenlenen izinsiz oturma eylemine
katılım, eylem sonunda kortejle birlikte trafiği kapatacak şekilde yürüyüşe
geçilmesi üzerine
7-
FEZLEKE ESAS NO: Ağrı Cumh. Başsavcılığı 2015/4829-2015/2
SUÇ
TARİHİ: 29.03.2009-04.04.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü üyesi olmak, Suç işlemeye tahrik etmek, Kanunlara
uymamaya tahrikte bulunmak, Görevi yaptırmamak için direnme, Mala zarar verme,
Terör örgütünün propagandasını yapmak, Kanuna aykırı toplantı ve gösteri
yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 TCK 314/2,214/1-3, 217, 265/1-4, 151/1, 152/2-a
md., 2911 S.K. 10
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 26.10.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: 29 Mart 2009 tarihinde yapılan DTP Ağrı Belediye Başkan adayının yerel
seçimleri kaybetmesi üzerine seçim öncesi Ağrı’da örgüt propagandası içeren
konuşmalar yapılması, propaganda yapılması, mala zarar verme, toplantı ve
gösteri yürüyüşü kanuna aykırı etmek ve söz konusu fiillere azmettirici olarak
iştirak etmesi üzerine
8-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2015/585
SUÇ
TARİHİ:0303.2015
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapma, suç ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 15.06.2015
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır Özgür Kadın Derneği tarafından düzenlenen 8 Mart dünya Kadınlar
günü toplantısında Abdullah Öcalan’ın posterlerinin asılmasına emniyet
görevlilerince izin verilmemesi üzerine tartışması ve posterlerin geri alınarak
asılması ve yaptığı konuşmanın mahiyeti ile örgüt militanlarına sahip çıkma ve
eylemlerini onaylama ve propagandasını yapma şeklinde değerlendirilmesi üzerine
9-
FEZLEKE ESAS NO: Van Cumh. Başsavcılığı 2011/1518-2011/13
SUÇ
TARİHİ: 27.04.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1-a,b,c,d,e, 2. md
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 14.10.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Hakkari İl Teşkilatı tarafından yapılan basın açıklamasında
“…….Kürdistan sınırını belirledik….KCK’nin ilan etmiş olduğu silahları
susturma, çatışmasızlık ortamı var. İşte size coğrafyanın ismi, Kürdistan
coğrafyasıdır. Bugün, bugün bu ülkede Sayın Abdullah Öcalan bu halkın
iradesidir” şeklindeki sözleri üzerine
10-
FEZLEKE ESAS NO: Siirt Cumh. Başsavcılığı 2010/3030
SUÇ
TARİHİ: 08.05.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Halkı kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşe özendirmek veya
kışkırtmak
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 27 md. Delaletiyle 34. Md ve TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 10.10.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Siirt İl Teşkilatı tarafından düzenlenen izinsiz oturma eylemine
katılması, parti yöneticileri ile birlikte el ilanları dağıtarak halkı ve
esnafı izinsiz oturma eylemine davet etmeleri üzerine
11-
FEZLEKE ESAS NO: Polatlı Cumh. Başsavcılığı 2011/8
SUÇ
TARİHİ: 08.01.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suç ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215, 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 19.10.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Polatlı İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen tanışma ve dayanışma
toplantısında yapılan konuşmada “….Bu ülkeye barış gelecekse, bu ülkeye demokrasi
gelecekse bunun tek mimarı vardır. O da şu an İmralı’da olan Sayın
Öcalan’dır….” şeklindeki sözleri üzerine
12-
FEZLEKE ESAS NO: Van Cumh. Başsavcılığı 2012/2642-2012/1
SUÇ
TARİHİ: 17.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Halkı kanuna aykırı toplantı veya yürüyüşe özendirmek veya
kışkırtmak
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 27 md. Delaletiyle 34. Md ve TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 19.03.2012
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Van İl Başkanlığı tarafından düzenlenen YSK’nın 341 sayılı kararına
aykırı olarak düzenlenen açık hava toplantısına katılması üzerine
13-
FEZLEKE ESAS NO: Erzurum Cumh. Başsavcılığı 2012/322-2012/3
SUÇ
TARİHİ: 21.03.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak, Örgüt üyesi olmamakla
birlikte terör örgütü adına suç işlemek
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2 ve TCK 314/3 ve 220/6 md delaleti ile TCK 314/2, TCK
53,63 md
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 28.03.2012
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Ardahan’da düzenlediği Nevroz etkinliğinde “…..bu haalk kendi
iradesini, yani sayın Öcalan’ı arasında görmek istiyor…..Ama ne pahasına olursa
olsun bir otuz yıl daha savaşmak gerekirse yine savaşılır ama bu ülkeye sonunda
barış gelir. Biz özgürlük için, kimliğimiz için, kültürümüz, dilimiz için bir o
kadar daha bedel ödemeye hazırız. Çünkü bizler ölümden korkmuyoruz,
cezaevlerinden korkmuyoruz…” şeklindeki sözler üzerine
14-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2012/366
SUÇ
TARİHİ: 12-13.06.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 30.04.2012
FEZLEKE
ÖZETİ: 12 Haziran 2011’de Iğdır BDP İl binası önünde yaptığı konuşma ve 13
Haziran 2011’de Iğdır BDP İl Başkanlığı önünde düzenlenen etkinlikte yaptığı
konuşmanın içeriğinin örgüt militanlarına sahip çıkma, eylemlerini onaylama,
terör örgütü propagandası yapma niteliğinde olduğu üzerine
15-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2012/674
SUÇ
TARİHİ: 20.03.2012
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 03.12.2012
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır BDP Teşkilatının 20 Mart 2012’deki Nevroz kutlamalarına izin
verilmemesi nedeniyle İl yönetimi ve kendisinin il binası önünde halay çekmesi,
slogan atılması, dağılmamak konusunda eylem ve söylemlerle direnç gösterilmesi
üzerine
16-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2011/2699
SUÇ
TARİHİ: 09.12.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 30.04.2012
FEZLEKE
ÖZETİ: Kendisinin 14.02.2012 tarihinde Cumh. Başsavcılığına dilekçe vererek
“…….KCK adı altında yapılan bu operasyonlarda tutuklanan ve yargılanan başta
parti yöneticileri, milletvekilleri ve belediye ve il genel meclis başkanları
ve üyeleri, belediye meclis üyeleri, kadın ve gençlik meclisi olmak üzere genel
olarak tüm üye ve yöneticilerimizin, insan hakları savunucularının,
sendikacıların, gazetecilerin, akademisyenlerin yürüttükleri faaliyetlere
katıldım ve katılmaya da devam ediyorum. Anılan faaliyetler suç olarak kabul
ediliyor ise, ben de aynı suçu işledim. Kendimi ihbar ediyorum”… şeklinde
beyanda bulunması üzerine
17-
FEZLEKE ESAS NO: Diyarbakır Cumh. Başsavcılığı 2014/16480-2014/7
SUÇ
TARİHİ: 25.03.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: 2911 S.K Muhalefet, Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç
işlemek
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 27 md. Delaletiyle 34. Md,TCK 314/3 ve 220/6 md delaleti ile
TCK 314/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 09.06.2014
FEZLEKE
ÖZETİ: Diyarbakır Belediye Konukevi önünde 21-28 Mart “Kahramanlık Haftası”
etkinlikleri kapsamında yapılan basın açıklamasına ve oturma eylemine katılım
üzerine
18-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2014/1814
SUÇ
TARİHİ: 22.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: 2911 S.K Muhalefet, Suç ve suçluyu övmek
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 28 md. , 5237 S.K 215. md.
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 03.11.2014
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır İl Teşkilatı tarafından düzenlenen kanuna aykırı gösteri
yürüyüşü halini alan Nevroz etkinliğine katılmak ve bu ekinlikte “……2010 yılı
içerisinde özgürlük yürüyüşü yapılacak ve bu özgürlük yürüyüşüAmeddenSerhata
kadar gelecek, biz de Serhat da Sayın Abdullah Öcalan’ı karşılayacağız. Bunun
için size söz veriyorum sayın arkadaşlar, aydınlık günler yakındır….”
şeklindeki konuşması üzerine
19-
FEZLEKE ESAS NO: Erzurum Cumh. Başsavcılığı 2011/230-2011/1
SUÇ
TARİHİ: 06.03.2011-20.03.2011
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak, Silahlı terör örgütüne üye olmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5 md., TCK 53, TCK 220/6 md. delaletiyle TCK 324/2,
53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 08.07.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Doğubayazıt İlçe Teşkilatı’nın 06.03.2011’de düzenlediği “8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü” nedeniyle yapılan açıkhava toplantısında yaptığı
konuşmadaki “…….bu sorunun çözümünün de muhatapları ile birlikte çözüleceğine
inanıyoruz. Muhataplar savaşan taraflardır. Yani bugün bu ülkede yaşanan savaş
PKK ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yapılmaktadır. Muhatap olarak da
özellikle Kürt halkının kendisine önder olarak ilan ettiği Sayın Abdullah
Öcalan’dır. Siz Sayın Öcalan muhatap olmadan, PKK muhatap olmadan bu sorunu
çözemezsiniz….Sayın Öcalan’ı serbest bırakın” şeklindeki sözleri ve yine BDP
Doğubayazıt İlçe Teşkilatı’nın 20.03.2011’de düzenlediği Nevroz kutlamaları
nedeniyle yapılan açık hava toplantısında yaptığı konuşmadaki “………….Söz mü,
Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması sözünü veriyor musunuz? Söz mü? İşte
sayın başbakan, işte sayın cumhurbaşkanı, bu halk Sayın Öcalan’ı kendi arasında
görmek istiyor….” Şeklindeki sözleri üzerine
20-
FEZLEKE ESAS NO: Aydın Cumh. Başsavcılığı 2010/8617-2010/21
SUÇ
TARİHİ: 10.07.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K 125/1-3(a)
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 03.11.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Aydın İli Ovaeymir Belde Teşkilatı binası içinde hoparlör ile
yaptığı konuşma sırasında “……Başbakanın, Cumhurbaşkanının, Genel Kurmay
Başkanlarının çocukları köşklerde, saraylarda askerlik yaparken, bu halkın
yoksul çocukları doğuda ve güneydoğuda çatışma anında birbirlerini
öldürüyorlar. Bu halkın taleplerini duymayacak kadar sağır olan, bu halkın
yaşadığı acıları görmeyecek kadar kör olan, bu halkın taleplerine cevap veremeyecek
kadar mal olan, bu ülkeyi yöneten insanlar artık bu yaşanan sorunları, bu
yaşanan acıları görmek zorundadır” şeklindeki sözleri üzerine
21-
FEZLEKE ESAS NO: IğdırCumh. Başsavcılığı 2010/883-2010/33
SUÇ
TARİHİ: 15.02.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: 2911 S.K Muhalefet
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 28 md.
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 27.08.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Iğdır İl Teşkilatı tarafından Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının yıl
dönümü nedeniyle düzenlenen kanuna aykırı protesto eylemine katılmak ve burda
yaptığı konuşmada “……Protesto etmek amacıyla belli bir mesafeden yürüyüş
gerçekleştireceğiz. Biz ön tarafa geçiyoruz, halkımız da bizimle birlikte
yürüyecek” sözleri üzerine
22-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2010/715-2010/34
SUÇ
TARİHİ: 22.01.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: 2911 S.K Muhalefet
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K 28 md.
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 01.09.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır Belediye Başkanı Mehmet Nuri Güneş ve 14 kişinin gözaltına
alınması üzerine BDP İl Başkanlığı binası önünde yapılan kanuna aykırı bası açıklamasına
katılım ve orda yaptığı konuşmadaki “…..Belediyenin önüne gidiyoruz, halkımızla
birlikte yürüyoruz……Şimdi yürüyüşümüzü yaptık, Belediye binamıza geldik, 5
dakikalık bir oturma eylemimiz var, oturma eylemimizi yaptıktan sonra,
arkadaşlar sessiz bir şekilde dağılacağız. Yarın Adliyenin önünde
arkadaşlarımız serbest bırakılana kadar bekleyeceğiz. Herkes yarın Adliyenin
önüne gelsin, ama burada 5 dakika oturalım ve sessizce dağılalım” şeklindeki
konuşması üzerine
23-
FEZLEKE ESAS NO: Kars Cumh. Başsavcılığı 2010/5644-2010/95
SUÇ
TARİHİ: 27.08.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak, Suç ve suçluyu övmek
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, TCK 215/1 ve 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 27.10.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Kağızman İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen 12 Eylül’de yapılacak
olan referandumla ilgili halkı bilgilendirme toplantısı esnasında yaptığı
konuşmada “……Bugün hala bu ülkede gencecik insanlar toprağın altına
düşüyorlarsa ve annelerimiz ağlıyorsa ve her gün bu ülkede yine şehit cenazeleri
geliyorsa, gelen cenazeler üzerinde işkenceler yapılıyorsa, insanlarımız ölü
olduğu halde bu cesetler yakılıyorsa, kulakları, burunları, kolları, ayakları
koparılıyorsa; her gün dağlarımız, ormanlarımız bombalanıyorsa demek ki bu
Anayasa Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmıyor. İşte bizim boykot etmemizin sebebi
budur arkadaşlar” şeklindeki sözleri üzerine
24-
FEZLEKE ESAS NO: Nazilli Cumh. Başsavcılığı 2010/4990-2011/5
SUÇ
TARİHİ: 10.07.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme,
bunların hareketlerine katılma; Suç ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 2911 S.K. 23/d yollamasıyla 6 ve 10. md, 23/c delaleti ile 7. md
kapsamında 2911 S.K. 28/1 ve 5237 TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ:
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Nazilli İlçe Teşkilatı ile tanışma toplantısı çerçevesinde boş
arazide yaptığı konuşma ile kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne
katılması ve konuşmasında “……bugün askeri operasyonlarla birlikte bu ülkeye
cenazeler geliyor, her iki taraftan da insanlar hayatını kaybediyor, hem asker
ölümleri, hem gerilla ölümleri yaşanıyor….” şeklindeki beyanları üzerine
25-
FEZLEKE ESAS NO: İzmir Cumh. Başsavcılığı 2011/122-2011/1
SUÇ
TARİHİ: 10.07.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2 ve TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 30.06.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Aydın İl Başkanlığı ve Ovaeymir Belde Teşkilatı binası içinde
yaptığı konuşmanın tümünün değerlendirilmesi üzerine
26-
FEZLEKE ESAS NO:Kars Cumh. Başsavcılığı 2011/949
SUÇ
TARİHİ: 19.03.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: TCK 220/8 ve 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 04.05.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Digor İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen Nevroz etkinlikleri
sırasında yaptığı konuşmada “…………..Demokratik Kürdistanı biz kuracağız, biz
Demokratik Özerkliği inşa edeceğiz” sözleri üzerine
27-
FEZLEKE ESAS NO:Aydın Cumh. Başsavcılığı 2011/738-2011/2
SUÇ
TARİHİ: 10.07.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Cumhurbaşkanına hakaret
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 299/1-2-3
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 17.01.2011
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Aydın İli Ovaeymir Belde Teşkilatı binası içinde hoparlör ile
yaptığı konuşma sırasında “……Başbakanın, Cumhurbaşkanının, Genel Kurmay
Başkanlarının çocukları köşklerde, saraylarda askerlik yaparken, bu halkın
yoksul çocukları doğuda ve güneydoğuda çatışma anında birbirlerini
öldürüyorlar. Bu halkın taleplerini duymayacak kadar sağır olan, bu halkın
yaşadığı acıları görmeyecek kadar kör olan, bu halkın taleplerine cevap
veremeyecek kadar mal olan, bu ülkeyi yöneten insanlar artık bu yaşanan
sorunları, bu yaşanan acıları görmek zorundadır” şeklindeki sözleri üzerine
28-
FEZLEKE ESAS NO: Van Cumh. Başsavcılığı 2010/3891-2010/10
SUÇ
TARİHİ: 07.03.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2 ve TCK 53
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 10.08.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: Van’da bazı siyasi parti ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılacağı
8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliğinde yapılan konuşmada “……bizlerin bu
alanlarda kendi sesimizle haykırmasının imkanını sunan Sayın Abdullah Öcalan’a
teşekkür ediyoruz” şeklindeki konuşmaları, örgüt faaliyetleri hakkında
sarfettiği sözler, saygı duruşunda bulunması üzerine
29-
FEZLEKE ESAS NO: Ardahan Cumh. Başsavcılığı 2010/1011
SUÇ
TARİHİ: 20.03.2010
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek, 2820 S.K Muhalefet etmek
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215, 2820 S.K. 81/c delaletiyle 117.
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 15.04.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: BDP Ardahan İl Başkanlığı tarafından düzenlenen Nevroz etkinliğinde
yapılan konuşmada Sayın Abdullah Öcalan olarak hitap etmesi, İmralı’nın muhatap
alınması gerektiğini söylemesi üzerine
30-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2010/716-2010/10
SUÇ
TARİHİ: 28.12.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 03.03.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır BDP’nin açılış töreni sırasında “……Sayın Abdullah Öcalan…Sayın
Öcalan’ın çağrısı üzerine iki barış grubu Habur’dan Türkiye’ye giriş yaptı……bu
sorunun çözümünün kilidinin sayın Öcalan ve PKK olduğunu bir kez daha ortaya
çıkarmıştır….inadına barış, inadına sayın Öcalan diyoruz, sesimizi duy diyoruz
sayın Başbakan” şeklindeki konuşmaları üzerine
31-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2003/401
SUÇ
TARİHİ: 08.03.2008-21.03.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek, Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya
aşağılama
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 4 ve 5 md, 5237 S.K. 215 ve 216
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 20.05.2008
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır Merkez İlçe Başkanlığınca düzenlenen etkinlikte yapılan
konuşma sırasında “…Serhildan zamanıdır, eylem zamanıdır” söylemleri, Abdullah
Öcalan’a sayısız defa “Sayın” demesi üzerine
32-
FEZLEKE ESAS NO: Erzurum Cumh. Başsavcılığı 2008/195
SUÇ
TARİHİ: 22.03.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 18.04.2008
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Patnos ilçe tarafından düzenlenen Nevroz etkinlikleri sırasında
yapılan konuşmanın bir bütün olarak terör örgütünün toplum içinde yayılmasını
ve kökleşmesini sağlamak, propaganda yaptığı iddiası üzerine
33-
FEZLEKE ESAS NO: Hakkari Cumh. Başsavcılığı 2008/443-2008/25
SUÇ
TARİHİ: 09.03.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek, 3713 S.K muhalefet
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215, 53/1, 3713 S.K. 4/a, 5 md
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 28.03.2008
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP İl Teşkilatı tarafından düzenlenen “Dünya Kadınlar Günü” amacıyla
yapılan yürüyüş ve sonrasındaki toplantıda Ordunun Pkk mensuplarına yönelik
hava ve kara operasyonlarını eleştirmesi, Abdullah Öcalan’a “Sayın” şeklinde
hitap etmesi, Öcalan’ı da kapsar bir genel af istemesi üzerine
34-
FEZLEKE ESAS NO: Kars Cumh. Başsavcılığı 2009/6069-2010/1
SUÇ
TARİHİ: 20.02.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek, Suç işlemeye tahrik, Halkı kin ve düşmanlığa
tahrik, Kanunlara uymamaya tahrik
SEVK
MADDESİ: TCK 214/1, 215, 216/1, 217 ve 53/1-2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 08.01.2010
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Kars ili Kağızman ilçesi irtibat bürosunun açılışı sırasında yaptığı
konuşmada “….10 yıldır Sayın Öcalan İmralı Cezaevinde tecrit içinde tecriti
yaşadı…….bu halka yapılan zulüm bu halkın sabrını taşırmıştır artık…..kadınları
ve çocukları coplatarak zalim yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı…TRT Şeş’i
açarak kürt halkına kendi dilinde hakaret etmenin yollarını açtı…Sizlere nasıl
muamele edildiğini gördük, sizler arasında nasıl bir ayırım yapıldığına şahit
olduk…ama artık Kürt halkı eski Kürt halkı değildir….Başbakan bu Cumartesi
Diyarbakır’a gitmeye hazırlanıyor. Biz inanıyoruz ki Diyarbakır halkı sayın
Başbakan’ı Diyarbakır’a sokmayacaktır. Bu ülkede hiç kimse sizin dilinizi,
sizin kültürünüzü, sizin kimliğinizi yasaklayamaz” şeklindeki sözleri üzerine
35-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/2160
SUÇ
TARİHİ: 30.07.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak, Suçu ve suçluyu övmek
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 17.12.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır İl Teşkilatı tarafından düzenlenen “Barış Sürecini
Desteklemek” adı altında düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada “…Berhudan
yoldaşa kurşun sıkıldı” şekline bahsettiği şahsın PKK üyesi Ali Şex Muhammed
olduğu ve çatışmada öldürüldüğü, kendisinden bahsedilmek suretiyle bir terör
örgütünün eylemlerini onaylayarak, kamuoyunda ana sahip çıktığı iddiası üzerine
36-
FEZLEKE ESAS NO: Diyarbakır Cumh. Başsavcılığı 2009/359
SUÇ
TARİHİ: 02.11.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 12.11.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: 02.11.2008 tarihinde “Artık Yeter Kürt Sorununa Demokratik Çözüm” adı
altında düzenlenen oturma eylemi ile ilgili Gün TV’de yaptığı konuşmasında
“….Bu ülkede Kürt coğrafyasında insanlar ayakta, bu ülkede Kürt coğrafyasında
sokaklar yanmakta, yani bunu görmek gerekiyor öncelikle. Çünkü bugün özellikle
Kürt halkının en hassas noktası olan bir iradesi vardır ve bu iradeye karşı,
yönelik bir haksızlık ve hukuksuzluk vardır. Bugün insanlar eğer iradelerine
sahip çıkıyorlarsa ve iradelerine dokunma noktasında tepkilerini dile
getiriyorlarsa bunu çok iyi anlamak gerekiyor bence……Göstermiş oldukları
tepkinin gerçekten bugün iradelerine karşı yapılan haksızlık ve hukuksuzluğun
sonucu olarak algılamak gerekiyor bence, böyle değerlendiriyorum ben…..Ben buna
inanıyorum. Kürt halkı ayakta olduğu sürece, Kürt halkı iradesine sahip çıktığı
sürece bu ülkeye daha çok ve daha yakın bir zamanda barış gelecektir diye
düşünüyorum” şeklindeki konuşmaları üzerine
37-
FEZLEKE ESAS NO: Diyarbakır Cumh. Başsavcılığı 2008/443-2008/25
SUÇ
TARİHİ: 03-04.05.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 10.11.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Diyarbakır tarafından organize edilen açlık grevinde yaptığı
konuşmada “…Ne askerin, ne gerillanın ölmesini istemeyen bir partiyiz”
şeklindeki konuşmasında “gerilla” ifadesinin özgürlük savaşçısı anlamına
gelmesi üzerine
38-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/1738-2009/21
SUÇ
TARİHİ: 20.01.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övmek
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 15.09.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır il binası önünde yaptığı konuşmada “….Kürt halk önderi Sayın
Abdullah Öcalan İmralı Cezaevinde, yirminci kez yirmi günlük hücre içerisinde
hücre cezasına çarptırılmıştır. Bu uygulamayı biz de bugün Iğdırlılar olarak
bir kez daha protesto ediyoruz. Sayın Öcalan üzerindeki uygulamanın derhal
kaldırılmasını talep ediyoruz ve değerli arkadaşlar bu protesto, bu uygulamayı
protesto etmek amacıyla, sizleri bir adım geri alarak, herkes oturduğu yerde
çökerek üç dakikalık protesto eylemi gerçekleştiriyoruz” şeklindeki sözleri
üzerine
39-
FEZLEKE ESAS NO: Hınıs Cumh. Başsavcılığı 2009/827-2009/04
SUÇ
TARİHİ: 20.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Seçim propagandalarında Türkçe’den başka bir dil kullanma
SEVK
MADDESİ: 298 S.K. 58 yollamasıyla 151/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 14.09.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: Tekman DTP seçim mitinginde yaptığı konuşmada, konuşmasını Kürtçe olarak
yapması üzerine
40-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/1087
SUÇ
TARİHİ: 06.06.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak, Suçu ve suçluyu övmek, Halkı
askerlikten soğutmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 215,318
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 1428.08.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır İl Teşkilatının Olağanüstü Kongresinde yaptığı konuşmada
“…..PKK’sız bir çözüm asla kabul edilemez….halk kendisine irade olarak Sayın
Öcalan’ı belirlemiştir……İmralı’yı özellikle altını çizerek belirtmek istiyorum,
İmralı’yı muhatap almak zorundasınız. Bugün Kürt halkı sayın Öcalan’ı irade
olarak gördüğünü ilan etmiş ve bunu 29 Mart yerel seçimlerinde de zaten ortaya
koymuştur. Üç seçenek koyduk, dedik ki muhatap olarak başta İmralı….”şeklindeki
sözleri üzerine
41-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/367
SUÇ
TARİHİ: 21.02.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 18.05.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır ili, Aralık ilçesinde 29 Mart 2009 seçimleri nedeniyle yapılan
seçim toplantısı sırasında yaptığı konuşmada “….15 Şubat 1999 günü Sayın
Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilişinin yıldönümünde
yasal haklarını kullanarak demokratik tepkisini dile getirmek isteyen
halkımızın üzerinde nasıl bir vahşet izlendiğini gördük” şeklindeki sözleri
üzerine
42-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/1168-2009/14
SUÇ
TARİHİ: 06.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 18.05.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Iğdır il binası önünde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle
yapılan konuşmada “…başta İmralı’da yatmakta olan Sayın Abdullah Öcalan olmak
üzere….” Şeklindeki sözleri üzerine
43-
FEZLEKE ESAS NO: ErzurumCumh. Başsavcılığı 2009/740-2009/2
SUÇ
TARİHİ: 27.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütünün propagandasını yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 26.05.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: Tuzluca ilçesi mahalli idareler genel seçimleri ile ilgili düzenlenen
mitingde yapılan konuşmanın bir bütün olarak terör örgütünün toplum içinde
yayılmasını, fikir ve kanaatlerinin kökleşmesini sağlamak ve meşrulaştıracak
şekilde telkin, teşvik ve etkide bulunmaya dönük konuşmalar ve örgüt
propagandası yapıldığı iddiaları üzerine
44-
FEZLEKE ESAS NO: Iğdır Cumh. Başsavcılığı 2009/1331-2009/16
SUÇ
TARİHİ: 25.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 18.05.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: Iğdır ili Hoşhaber Beldesi’nde 29 Mart 2009 seçimleri nedeniyle yaılan
seçim toplantısı sırasında yaptığı konuşmada “…..Kültürümüzle, kimliğimizle,
onlar da bizi kabul edeceklerdir. Başka hiçbir şansları yok, tanımak
zorundalar, Kürtleri tanımak zorundalar, Öcalan’ı tanımak zorundalar”
şeklindeki sözleri üzerine
45-
FEZLEKE ESAS NO: Hakkari Cumh. Başsavcılığı 2009/486-2009/37
SUÇ
TARİHİ: 08.03.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suçu ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 02.04.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Kadın Kolları tarafından düzenlenen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü
nedeniyle yapılan açık hava toplantısında yaptığı konuşmada “…Sevgili kadınlar
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününüz kutlu olsun. Bizleri bu günlere taşıyan
başta sayın Abdullah Öcalan olmak üzere özgürlük hareketine, kadın hareketinin
her artistine binlerce teşekkür ediyoruz. Önlerinde saygıyla eğiliyoruz”
şeklindeki sözleri üzerine
46-
FEZLEKE ESAS NO: Doğubayazıt Cumh.Başsavcılığı 2009/489-2009/41
SUÇ
TARİHİ: 19.02.2009
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör amaçlı propaganda yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 13.03.2009
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP Doğubayazıt seçim bürosunun açılışı sırasında yaptığı konuşmada
Serhat Bölgesi’nin kalesinin Doğubayazıt olduğu söylemesinin Türkiye’nin üniter
yapısını hedef aldığı ve terör örgütü propagandası olduğu şeklindeki iddia
üzerine
47-
FEZLEKE ESAS NO: İstanbul Cumh.Başsavcılığı 2008/2148
SUÇ
TARİHİ: 19.10.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Suç ve suçluyu övme
SEVK
MADDESİ: 5237 S.K. 215
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 05.12.2008
FEZLEKE
ÖZETİ: DTP tarafından düzenlenen “Ne Ergenekon ne AKP, Çözüm işçilerin birliği,
halkların kardeşliğinde” konulu toplantıda yaptığı konuşmada “…..Bakın 2 gün
önce İmralı Cezaevinde yatmakta olan sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanmak
istenen fiziki şiddetin, fiziki işkencenin ve ölüm tehdidinin tek sorumlusu bu
ülkeyi yöneten AKP hükümetidir….Değerli arkadaşlar eğer gerçekten bu ülke
üzerinde Kürt sorunu varsa, bunu demokratik yollarla çözmek istiyorlarsa, bu
ülkede toplumsal barışı sağlamak istiyorlarsa ve hatta hatta Avrupa Birliğine
girmek istiyorlarsa sayın Öcalan’ın barış çığlıklarına kulak vermek
zorundadırlar….O da bugün İmralı Cezaevinde yatmakta olan sayın Abdullah Öcalan
başta olmak üzere genel bir affın çıkarılma isteğimiz vardır” şeklindeki
konuşmaları üzerine
48-
FEZLEKE ESAS NO: Diyarbakır Cumh.Başsavcılığı 2008/84
SUÇ
TARİHİ: 08.06.2008
İSNAT
EDİLEN SUÇ: Terör örgütü propagandası yapmak
SEVK
MADDESİ: 3713 S.K. 7/2, 5237 S.K. 53/1
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ: 23.10.2008
FEZLEKE
ÖZETİ: YAKAYDER ve İHD Diyarbakır Şubesi tarafından düzenlenen “Kayıplar ve
Türkiye Gerçeği” konulu panelde yapmış olduğu konuşmadaki “…..Herkes bir
şekilde bir bedel ödemiştir. Yani aramızda şu anda içimizde bu kirli savaştan
nasibini almayan, bedel ödemeyen hiçbir arkadaşımız yoktur inanıyorum. Kimimiz
yakınlarımızı kaybetmişiz, toprağın altına vermişiz, kimimiz hala
yakınlarımızdan hala haber alamamışız, kimimiz yakınlarımızı cezaevine
göndermişiz ve kimimiz de yakınlarımızı özgürlük mücadelesi dolayısıyla dağlara
yollamışız ve gerçekten bu ülkede yaşanan bu kirli savaştan her birimiz bir
şekilde etkilenmişiz. Bugün kapımıza hem asker cenazeleri geliyor, hem de
gerilla cenazeleri geliyor ama asker aileleri ya da asker anneleri bir türlü
çocuklarının niçin öldüğünün hesabını soramıyorlar. Bu çok önemli arkadaşlar.
Kapılarına gelen cenazelere rağmen bir çocuğum daha olsa bu vatana feda ederim
kelimesinin dışında çocuklarının niçin öldüğünün hesabını sorsalar belki bugün
bu çatışmalar olmayacak” şeklindeki sözleri üzerine
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/74
Karar Sayısı : 2016/67
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına dair
Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan
2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra 17
Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleştirilmiş ve
teklif kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca,
teklifin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa’nın
değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM’de kabul
edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin,
bu dosyalar bakımından Anayasa’nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya
mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa
değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda
Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili
milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın
kaldırılmasına dair Meclis karan niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa’nın
85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade
açıklamasıdır. Meclis kararlan, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konuları, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis karan” şeklinde açıklar. TBMM’nin iç yapısına
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis
kararları, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği,
herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan” olarak
tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa’da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet
Meclisi iradesini Meclis karan ile açıklamak zorundadır. Anayasa’nın “Meclis
kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması
Anayasa’ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili
olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından
özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin
temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa
Mahkemesi’ne başvuru gibi adil yargılanma hakkım ilgilendiren hususlar,
anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik
dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların
temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak
güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin
olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik
dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, ‘bir
defaya mahsus’ ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir
grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili
gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer
milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük
olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis karan olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yaran için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis’ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla
kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe
ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar zamanda
görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki
bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından dile getirilen
dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon görüşmelerinden de
anlaşıldığı üzere, Anayasa’nın 83. maddesini askıya alan böyle bir formülün
değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri
bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe
aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa
değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik dişilik, dolayısıyla herkese
uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir
Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle
esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle
ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi
hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM
İçtüzüğü’nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kumlu Karma Komisyon’un
dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş
üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel
Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün
133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’a okunan Karma Komisyon raporu,
kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı
olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde
olduğu takdirde Genel Kurul’da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın
ertelenmesi şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak
itiraz edilmediği takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme
hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve
bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayak bağı olmaları
için değil, hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için
öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir.
Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden
vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı
gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi
Anayasa’nın bir maddesinin askıya alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa’ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa’da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve
madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak
değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır.
Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama
işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü (Madde
83) esasen değiştirmeyerek ‘bir defaya mahsus askıya aldığı’ ve
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı
niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o
metnin meclislerce şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz.
Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen metni
kendi hukuk anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, “Anayasa’da açıkça belirtilenler
dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı
olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu,
amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa’nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur” tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir.
Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle,
Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi
gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85.
maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa’ya eklenen Geçici 20. madde
gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde
gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin
amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de
dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi
bertaraf etmek, dolayısı ile niteliği gereği Meclis karan olan işlemi Anayasa
Mahkemesi’nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Karan olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis karan, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup karan alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa’nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler’in açıklamalarına göre, “anayasanın özünü” oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır.
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa’nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan haklan daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin
bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan
kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi’den
beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur, iktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren’in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve ‘istisnai’ düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi
Anayasa tarafından sunulan güvenceler ‘bir defaya mahsus’ delinmiştir. Yine bu
geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili
kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş,
darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının
görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır.
Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
‘anayasallaşan’ 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa’ya eklenecek olan 20’nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, ‘bir
defaya mahsus’ olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis’e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığıma siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa’ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi’den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis’ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis karan demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki ‘terör’ vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin ‘örgüt üyeliği’ ‘örgüt
propagandası’ olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP’li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede ‘terörle mücadelenin’ bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007’den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510’a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye’nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alman eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14.
maddesiyle teminat altına alman ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP’yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı
ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak
taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla
kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına
yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve
ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş
olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün
dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir.
Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila 133
gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu
değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir
güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik
bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına
henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa’nın
“kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu
bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis karan yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aylandır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel
Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural
ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi’nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararma
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13. Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının
iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri
sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar
bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur”
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele
alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan
hukuk devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak
değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre, “Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının
kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde
sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü
yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü
erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek
baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak
diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine
Anayasa, 2. maddesiyle, TC’yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve
tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu
ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte olması gerekir” . Dönemin Cumhuriyet Senatosu
içtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner’in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Koksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim’in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner’in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal’ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan’ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş olduğu
çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de
belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi muğlak bir nedenin yer
alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. Kasım 2015 seçimlerinde
geçerli oyların %10.8’ini alarak Meclis’e giren HDP’nin, kendi seçmeni dışında
kalan %89.2’lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin
çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy
veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8’in iradesini yansıtmak için Meclis’te
bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından tahrik
edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle ‘askıya alınması, anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama dokunulmazlığıyla
ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı” olarak
nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis karan, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı düzenleyen
67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda
gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir
siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma
hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. No’lu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
l’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın
kanaatlerini özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protoko
11’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük
yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol l’in 3. maddesi de
ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın
kanaatlerinin özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi,
bir kararında bu hususların altım şu şekilde çizmektedir:
“AİHM, “serbest seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105”
18.
AİHS Ek 1 No’lu protokolün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde
AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini
yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması
gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme
bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde
kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir, düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM
kararları halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların
devletler tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve
anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
önemi sahip olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya
başladıktan sonra, haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle,
siyasi çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum
bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol l’in 3’üncü
maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen
milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını
hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede,
Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarım da
kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci
maddesinin ve başvuru hakkım düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri
için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları
keyfi işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.
Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın
83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün
148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu
yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli
oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamım yasa
önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir
grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir
(Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan
Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli
oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli
oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyanda bulunmuş, ancak oylama, gizli
oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin
sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar
yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık
oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli
TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere’de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento’dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu’nun Parlamento Ordusu’yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa’da 1789 Devrimi’yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye’de yasama
dokunulmazlıklarım kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye’nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69’u
Müslüman, 46’sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusan ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet’in ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve
Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915’te
Diyarbakır’daki Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce
vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915’te aynı
amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi’ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında,
diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan
1915’te tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden
alınarak tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim
milletvekillerinin Meclis’ten ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da
dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi’nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkam Seyit Abdülkadir’in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa’nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basma
verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından
Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel
özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal’in ve tüm Meclis’in destek
tezahüratları altında Meclis’e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Haşan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Haşan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek ‘bölücülük’ suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kültlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarım zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kültlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı,
Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine
biçilen, Anayasa’ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka
aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı
da başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’h yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir
evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP),
Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle
Partisi (DKP), Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi
(DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş,
geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile
kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP’in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM’e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM’in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP’li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçlan kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmak süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sim Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut
Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik
Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri vermiştir.
Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994’te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına ve 5’i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz’da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15’er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa
Mahkemesi tarafından, “PKK’ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin
odağı haline gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alman
karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları
dahil üyelerinden 46’sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7
yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP’in kapatılmasında Türkiye’yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP’ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009’da oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM’in değerlendirmeleri, ÖZDEP’in çizdiği siyasi tahayyülün,
Türkiye Devleti’nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının
demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı
paragraflarında AÎHM, ÖZDEP’in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle
cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit
edilmiştir. DDP’nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine
benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağım ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve demek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarım da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP’li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25’tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda ‘tesadüfen’ muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25
Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü
verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü’nün ilk maddesine göre,
“Parti, tüm
ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç
topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin,
işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans)
bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar,
sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte mücadele yürüten
güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan
onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk
iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adım verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi’nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, demek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN
KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu
belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığım
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis’te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal karan sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin
çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde
yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan
kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları,
toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebim desteklemek, barış çağrısı yapmak
bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında
fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu
siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini
ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP’nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele
edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP’nin Parti Programı,
hem sokakta hem Meclis’te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen
metin olarak, HDP’yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP’ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı’na göre, “İnsanlık tarihi bir
mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan eden
mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur.”
HDP de, Türkiye’de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti
olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP’nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi
parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanım meclis çalışmalarına hapseden
bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda,
gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP’nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli
itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, “merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir.”
7.
HDP’nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP’nin seçim programında da yer almaktadır.
Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye’sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye’de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği “yerel demokrasi”yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim
modeli olduğu ve bu modelin Türkiye’nin “üniter devlet yapısı” ve “demokratik
parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın emir ve talimatlarım yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP’nin temel
amaçlarından biridir.
Bu
ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de uyumludur. Özerkliğin
tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 3. maddesinde şu şekilde
yapılmıştır:
“Özerk yerel
yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde,
kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını
taşır.”
9.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi’ne de yeterli
bilgi verilmemiştir, iptal kararma esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis’te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle
mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine
destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
12.
Fezleke No: 2015/4
Soruşturma
No: 2015/4715
Suçlama Tarihi ve Yeri: 12.09.2015 ve Muş /Merkez İsnat
Edilen Suç: Cumhurbaşkanına
Hakaret
Kısa Özet:
12.09.2015 tarihinde Muş merkezde KESK’in düzenlediği bir
basın açıklamasında Ahmet Yıldırım’m”0 saraydaki padişah bozuntusu, al paraleli vur üçgene
ötekine berikine hepsinin başına da Tayyip Erdoğan’ı koy hepiniz
yargılanacaksınız, Tayyip Erdoğan Tansu Çiller ‘den daha temiz değildir, açık
söylüyorum “şeklindeki konuşmasından dolayı fezleke düzenlenmiştir.
Fezleke
Tarihi: 30.09.2015
2.
Fezleke No: 2015/7
Soruşturma
No: 2015/6267
Suçlama Tarihi ve Yeri: 27.11.2015 ve Muş/Merkez
İsnat Edilen Suç: Kamu Görevlisine Karşı Görevinden Dolayı
Alenen Hakaret
Kısa Özet: 27.11.2015 günü Muş merkezde HDP’nin Nusaybin’de ve
diğer ilçelerde yapılanları kınamak için yapılan basın açıklamasında Muş Valisi
ve ilgili olarak “bu memleket bu coğrafya çok zalim Emniyet Amirleri gördü. Çok faşist
Valiler gördü. Bugünkü valiye rahmet okutan faşistler gördük...” şeklinde bir
konuşma yapmış ve bu konuşmanın içinde karalanmış şekilde işaretlenen faşist
kelime birkaç defa daha tekrarlanmıştır. Bu nedenden dolayı fezleke
düzenlenmiştir.
Fezleke
Tarihi: 15.12.2015
3.
Fezleke No: 2016/58
Soruşturma
No: 2015/42384
Suçlama
Tarihi ve Yeri: 12.11.2015- 13.11.2015 ve Diyarbakır/Silvan
İsnat Edilen Suç: Görevi Yaptırmamak İçin Direnme,
Cumhurbaşkanına Hakaret, Kamu Görevlisine Görevinden Dolayı Hakaret
Kısa Özet: 03.11.2015 tarihinde Diyarbakır Silvan ilçesinde
ilan edilen sokağa çıkma yasağından dolayı ilçede olanları incelemek ve
protesto etmek için ilçeye giden Eş Başkanımız Figen Yüksekdağ ile birlikte
olan İdris Baluken, Feleknaz Uca, Çağlar Demirel, Altan Tan, Ertuğrul Kürkçü,
Hüda Kaya, Saadet Becerikli, Mehmet Ali Aslan ve Ahmet Yıldırım isimli
milletvekillerimizin ilçede bulundukları süre boyunca emniyet güçleri ile
karşılaşmalarda dile getirdikleri sözler hakaret kabul edilmiş, güvenlik
görevlilerinin önünde durmaları görevlerini engelleme olarak değerlendirilmiş,
Cumhurbaşkanı’na hitaben dile getirilenler hakaret olarak kabul edilmiştir. Bu
milletvekillerimizin hepsine aynı kapsamda soruşturma açılmamıştır. Ahmet
Yıldırım için Görevi Yaptırmamak İçin Direnme (TCK’nun
265/1, 43/2-1, 53) nedeniyle fezleke düzenlenmiştir.
Fezleke
Tarihi: 23.03.2016
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon’da ve Genel Kurul’da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikâr olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen Anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol l’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/75
Karar Sayısı : 2016/68
“…
I. BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ
BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan
2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra 17
Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu’nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa’ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa’nın
değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM’de kabul
edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye
yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet
Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalan bulunan milletvekillerinin,
bu dosyalar bakımından Anayasa’nın 83. maddesiyle tartman güvenceden bir defaya
mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis karan niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa’nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik bade
açıklamasıdır. Meclis kararlan, organik olarak yasama tarafından yapılmakta,
fakat konulan, kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan
ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma
iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut
durumlara dair iradesini “Meclis karan” şeklinde açıklar. TBMM’nin iç yapışma
veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi
kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe
dönük bir Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan
Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir, içe dönük Meclis
kararlan, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği,
herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, “yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan” olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa’da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
karan ile açıklamak zorundadır. Anayasa’nın “Meclis karan” ile açıklanmasını
istediği bir badenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa’ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence
altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesine başvuru gibi adil
yargılanma hakkım ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik
dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların
temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak
güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin
olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik
dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, ‘bir
defaya mahsus’ ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup
milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş,
fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine
uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu
düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların
toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir
niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu
yaran için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta
öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut
durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması
için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen “terörle mücadele”
sürecinin, “terörü ve teröristi” desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis’ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa’nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dişilik, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu nitelikleri
taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis karan ile karşı karşıya olduğumuzu
kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan
saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM
Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü’nde,
Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık
dosyalarım incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul’da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa’nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa’ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa’da
tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok
sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe
ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm
koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu
açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran
bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü (Madde 83) esasen
değiştirmeyerek ‘bir defaya mahsus askıya aldığı’ ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis karan niteliği taşıdığı halde
“Anayasa değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa
Mahkemesi, bir metnin anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce
şu veya bu nitelikte sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin
amacı ancak AYM’nin incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu kılar” şeklindeki
içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6,
26.3.1999 günlü kararında, “Anayasa’da açıkça belirtilenler
dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı
olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu,
amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa’nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur” tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir.
Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa’nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa’ya eklenen Geçici 20. madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararın anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek, dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama
işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Karan olduğunu tespit
etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine
tanınan hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR
MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis karan, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa’nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul,
hukuka uygun değildir. Kemal Gözler’in açıklamalarına göre, “anayasanın özünü”
oluşturan, anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır.
1.
“Anayasa” adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi
için, devlet iktidarım sınırlandırması ve haklan güvence altına alması
gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa’nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan haklan daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri
koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin
bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan
kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü dokunulmazlığım kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi’den
beri anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek
görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli
sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için
tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir
anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli
düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren’in
cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu
iktidarın tesisi bakımından esaslı ve ‘istisnai’ düzenlemeler yapılmış;
seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl
içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa
tarafından sunulan güvenceler ‘bir defaya mahsus’ delinmiştir. Yine bu geçici
maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış,
siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin
mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine
devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
‘anayasallaşan’ 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle Anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa’ya eklenecek olan 20’nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, ‘bir
defaya mahsus’ olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis’e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa’ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni
Esasi’den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta,
muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis’ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı
karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yaran
düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas
hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini
parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki ‘terör’ vurgusu, ifade özgürlüğü
kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin ‘örgüt üyeliği’ ‘örgüt
propagandası’ olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP’li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri
kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar,
gerekçede ‘terörle mücadelenin’ bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın
kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize
edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesiyle,
partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı, 2007’den 24 Aralık
2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510’a ulaşmıştır. Aslen
parti programında yer alan, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası
sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu
isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alman eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14.
maddesiyle teminat altına alman ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kültlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP’yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis karan ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis karan için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün
dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir.
Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ilal 33
gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen
dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu
değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık
Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu
değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir
güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik
bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına
henüz başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa’nın
“kanun önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu
bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis karan yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu
kriterlerine de aylandır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme
geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak
tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel
Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal
edilmiştir. Venedik Komisyonu kriterlerine göre, dokunulmazlıkların
kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere
göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi
olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı
çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi,
hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesinin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet
Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararma
karşı yapılan başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin,
isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç
güdülerek yapılıp yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle
beraber, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi
tutulmuş olduğu görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip
vermeme derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: “Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur.”
14.
Yine yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa
Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi,
Anayasallık denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır.
Buna göre, “Anayasa
hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak
bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt bir değerlendirme
hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna
yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama görevini
yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş
olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir- böyle bir
görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle, TC’yi bir
hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler
uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte
olması gerekir”1. Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan,
ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner’in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Koksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim’in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner’in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal’ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan’ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan
“Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin” başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma”
getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş olduğu
çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin
süreci olduğu” yazılmışta. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya
alınmasının hukuki gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği
de belirsizdir. Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için
getirilmiş bir kurumun geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm
vekillerinin imzasıyla getirilen teklifin gerekçesinde “kamuoyunu tatmin” gibi
muğlak bir nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. Kasım
2015 seçimlerinde geçerli oyların %10.8’ini alarak Meclis’e giren HDP’nin,
kendi seçmeni dışında kalan %89.2’lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması,
bu düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam
da kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8’in iradesini
yansıtmak için Meclis’te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar
tarafından tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan
yasama dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere
şekillendiği açık olan bir teklifle ‘askıya alınması’, anayasa ve idare hukuku
alanında sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, “yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı” olarak
nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal
etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına
katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez
unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme
haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkım da kapsar. Başta HDP
milletvekilleri olmak üzere
dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi
faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin
2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece
seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından
ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol T in 3.
maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek
sözleşmece taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın
kanaatlerini özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak
şartlan yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol T in 3. maddesi bu konuda
sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa
hükmüyle AİHS’e Ek Protokol l’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen
yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altım şu şekilde çizmektedir:
“AİHM, “serbest
seçim hakkı”nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli
ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AÎHM, Sözleşmeye Ek 1 Nolu
Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne dayanan etkili
ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati
öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika,
Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No.
58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008,
105”
18.
AİHS Ek 1 No’lu protokol’ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde
AİHM seçme ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması, etkinliğim
yitirmemesi ve meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması
gerektiğini belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme
bu ilkeler ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde
kısıtlanmasına yol açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir, düzenleme
gerekçesindeki hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade
özgürlüğüne doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde
toplu dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde
bağlamında orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM
kararlan halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından yaratılmasını
hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin
kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu vurgulamıştır.
Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı olmayan
gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından dolayı
suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın 67’inci maddesiyle,
AİHS’ne Ek Protokol l’in 3’üncü maddesinin ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil yargılanma hakkı olarak
adlandırılan bu hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen
milletvekilinin, hem Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını
hem de, dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede,
Meclisin organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarım da
kapsamaktadır. Dokunulmazlığın kal din İmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci
maddesinin ve başvuru hakkım düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri
için yargılama öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları
keyfi işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21.
Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın
83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün
148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu
yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli
oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamım yasa
önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir
grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir
(Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan
Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli
oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli
oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyanda bulunmuş, ancak oylama, gizli
oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin
sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyanlar
yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık
oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli
TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli
oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III. YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE
TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri, İngiltere’de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento’dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu’nun Parlamento Ordusu’yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa’da 1789 Devrimi’yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız
ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla
daraltılmışsa da Türkiye’de yasama dokunulmazlıklarım kaldırma tehdidi, her
zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslmda Türkiye’nin parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak
parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69’u
Müslüman, 46’sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile
başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet’in ardından 1908’de açılan Meclis-i
Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayılan
değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah
ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve
Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çnacıyan, 21 Nisan 1915’te Diyarbakır’daki
Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır.
Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915’te aym amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesine gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakmlannda öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
soma öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis’ten ve
aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi’nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkam Seyit Abdülkadir’in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa’nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basma
verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından
Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kültlere yerel
özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal’in ve tüm Meclis’in destek
tezahüratları altında Meclis’e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Haşan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Haşan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek ‘bölücülük’ suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kültlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti
hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan
faaliyetlere itmiş, hem de Kültlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli
isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı,
Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine
biçilen, Anayasa’ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin
hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim
İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği
bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi
(ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP),
Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik
Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu
partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin
tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP’in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM’e yapılan başvuruda mahkeme, ifade
ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM’in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP’li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçlan kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum, fezlekelerde
yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığım, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması
yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldın düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili
Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmak süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994’te Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına
alınmış, aynı gün TBMM’de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan,
Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sim Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut
Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No’lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında “derhal sorguya alma” emri
vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin ardından 4 Mart 1994’te Leyla Zana ve
diğer milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994’te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993’te kurulan DEP’in kapatılmasına ve 5’i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994’te Selim Sadak da gözaltına
alınmış
ve 12 Temmuz’da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994’te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994’te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15’er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi
tarafından, “PKK’ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek” iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alman karar gereği
beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46’sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP’in
kapatılmasında Türkiye’yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP’ten sonra DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti
kendisini feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum
Partisi’nin neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009’da oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına
karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan
Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar
vermiştir. AİHM’in değerlendirmeleri, ÖZDEP’in çizdiği siyasi tahayyülün,
Türkiye Devleti’nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının
demokratik kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı
paragraflarında AİHM, ÖZDEP’in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle
cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit
edilmiştir. DDP’nin kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine
benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden
askeri operasyonların çözüm olmayacağım ifade etmek ve bu operasyonları
“kuşatma”, “kirli savaş” olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve demek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarım da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP’li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı
kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet vekilleri bakımından 25’tir. Bunlardan 18
tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında
dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o
anda ‘tesadüfen’ muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25
Aralık süreci olarak bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü
verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve
meşru bir partidir. HDP Tüzüğü’nün ilk maddesine göre,
“Parti,
tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve
inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin,
gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey,
Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin;
aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte
mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan
kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği,
demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.”
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adım verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi’nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, demek ve kişinin mirasım sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN
KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu
değil, bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri
korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz
görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce
özgürlüğü konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere
kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından
birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya
da önemsiz görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca
devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden,
şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli
olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş
olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü
güvencesinden yararlandığım, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir
üslupla dile getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu
doğurmadığım tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis’te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir13. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı
sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek,
yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde,
dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli
seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe,
adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, “terörü ve teröristi” desteklediği iddia edilen milletvekillerinin
dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP
milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu
fiiller AIHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin
çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde
yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan
kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları,
toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı
yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri
hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde
siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu
siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini
ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP’nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele
edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP’nin Parti Programı, hem
sokakta hem Meclis’te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen
metin olarak, HDP’yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP’ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarım
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı’na göre, “İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur.” HDP de, Türkiye’de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP’nin önüne koyduğu
hedefler nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi
parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden
bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda,
gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP’nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de
çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, “merkezi
idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının
önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği
mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama
geçirir.”
7.
HDP’nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP’nin seçim programında da yer almaktadır.
Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye’sinin inşası bakımından yaşamsaldır.
İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi,
yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok
kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye’de yetkilerin
merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve
kendi kendini yönetebileceği “yerel demokrasi”yi geliştirmek, özerk yerel ve
bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP
amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim
modeli olduğu ve bu modelin Türkiye’nin “üniter devlet yapısı” ve “demokratik
parlamenter sistemi” ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın emir ve talimatlarım yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP’nin temel
amaçlarından biridir.
Bu
ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de uyumludur. Özerkliğin
tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 3. maddesinde şu şekilde
yapılmıştır:
“Özerk
yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı
anlamını taşır.”
9.
Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu
başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği
değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her
yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi’ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararma esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis’te yapılan konuşmaların
tekrarından ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında
olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de
“terörle mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması”
sürecine destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden
alındığı fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis
kararının çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici
muhtemel fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza bugüne
kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
A.
Hakkımdaki bir fezleke 2016/1 sayılı fezlekedir. 4 Ekim
2015 tarihinde Hakkâri ili Yüksekova ilçesi Gür kavak Köyü yakınlarında bulunan
Varagöz mevkiinde beraberindeki 50 kişilik grupla birlikte askeri operasyonları
engellemek amacıyla gerçekleştirilen canlı kalkan eylemine katıldığı böylece ‘Örgüte
Bilerek ve İsteyerek Yardım Ettiği’ savıyla Yüksekova Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan 2015/2242 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır. Sayın
Zeydan milletvekili seçildiği günden itibaren TBMM’de Kürt sorununun demokratik
ve barışçı yollarla çözülmesini savunmuş, çatışmaların sona erdirilmesi
gerektiğini ifade etmiştir. TBMM çatısı altında ve meclis kürsüsünde savunduğu
düşünceler doğrultusunda çatışmalı ortamların sona erdirilmesi amacıyla 4 Ekim
2015 tarihinde Hakkâri ili Yüksekova ilçesi Gürkavak Köyü yakınlarında bulunan
Varagöz mevkiinde beraberindeki 50 kişilik grupla birlikte gerçekleştirilen
etkinliğe katılması mutlak sorumsuzluk kapsamındadır. Dolayısıyla
dokunulmazlığının bu nedenle kaldırılması Anayasanın 83/1 maddesine açıkça
aykırılık oluşturmaktadır.
B.
Hakkımdaki bir diğer fezleke 2015/9 sayılı fezlekedir. 5 Ağustos 2015 tarihinde
Hakkari il merkezinde belediye başkam, başkan yardımcısı, HDP il başkam ve 1500
kişilik grupla birlikte Suriye’deki çatışmalarda yaşamını yitiren YPG (Halk
Savunma Birlikleri) üyesi Cumhur Turan’ın cenaze törenine katıldığı, böylece ‘Kanuna
Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketine
Katılma’
suçunu işlediği savıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/2698
sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
Anayasanın Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
başlıklı 34. maddesinde; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız
ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve
usuller kanunda gösterilir. “ hükmüne yer verilmiştir. Benzeri bir
hüküm 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının, “Toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı” başlıklı 3. maddesinde de yer almaktadır. “Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü” düzenlenmesi konusundaki genel ilke Anayasa ve 2911 sayılı
Yasada belirtilmiştir. O da; “izin alınmadan,
silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”dır.
Bu hak da ancak “milli
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın, genel
ahlakın ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması”
amacıyla ve kanunla sınırlanabilecektir. Bunun dışındaki her türlü sınırlama
Anayasanın ve Yasanın anılan hükümlerine aykırı olacaktır. Toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle de
güvence altına alınmıştır. İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
“Herkesin
görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir “, hükmüne yer verilmiştir.
2911
sayılı Yasa, toplantı ve gösteri hakkının kullanılmasını, bildirim koşuluna
bağlamıştır. Ancak bu düzenleme, Anayasadaki izinsiz toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkım ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim Yasa izin değil
bildirim koşulu getirmektedir (Md. 10). Örneğini ekte sunduğumuz fezleke
incelendiğinde de görüleceği gibi, cenaze töreni defin işleminden sonra sona
ermiş, grup kendiliğinden dağılmıştır. Dolayısıyla bir cenaze törenine
katıldığı için sayın Zeydan’ın dokunulmazlığının bu nedenle kaldırılması
Anayasanın 34 maddesi yanında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. Maddesi
ile 2911 sayılı Yasaya da açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
C.
Hakkımdaki bir diğer fezleke 2015/3 sayılı fezlekedir. 9 Temmuz 2015 tarihinde
Hakkari il merkezinde DBP İl Başkanlığı önünde gerçekleştirilen ve Hakkari
milletvekilleri, belediye başkam, HDP il başkanları ve 2500 kişilik grupla
birlikte gerçekleştirilen Basın Açıklamasına katıldığı, açıklama sırasında
yasadışı sloganlar atıldığı, böylece ‘Terör Örgütü Propagandası Yapmak’ suçunu işlediği
savıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/2154 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır. Örneğini ekte sunduğumuz fezlekede esasen doğrudan
Sayın Zeydan’a yöneltilmiş bir suçlama yoktur. Etkinlikteki sinevizyon
gösterisi ve atılan sloganlar gerekçe gösterilerek Sayın Zeydan suçlanmaktadır.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir toplumda
yaşamsal değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, hem yeni
ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de bireylere farklı
düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi düşüncelerinin doğru veya
yanlış olduğunu sınama olanağım verir. Düşünce ve düşündüklerine ifade etme
özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve başlıca özelliklerinden
biri olarak kabul edilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler
arasında olduğu kuşkusuz olan İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi’nin 19.
maddesinde; “Herkesin
görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir “, yine İnsan Haklan Avrupa
Sözleşmesinin (İHAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım
özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve
verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir”
hükümlerine yer verilmiş, Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat
hürriyeti” başlığı altında; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine
sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”, 26.
maddesinde İHAS’nin 10/1.maddesindeki düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce
ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan
yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükümlerine
yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile Anayasa’nın
25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla güvence
altına alınmıştır. 9 Temmuz 2015 tarihinde Hakkari il merkezinde
gerçekleştirilen etkinlikte ifade edilen düşüncelerin düşünce ve ifade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Bir
açıklamaya katıldığım için dokunulmazlığın kaldırılması Anayasanın 25, 26 ve 34
maddesi yanında, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesinin (İHAS) 10/1. maddesi, İnsan
Haklan Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesi ile 2911 sayılı Yasaya da açıkça
aykırılık oluşturmaktadır.
D.
Hakkımdaki bir diğer fezleke 2015/4 sayılı fezlekedir. 9 Ekim 2015 tarihinde
Hakkari il merkezinde DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) İl Başkanlığı önünde
gerçekleştirilen ve Hakkari milletvekilleri, belediye başkan vekilleri ve
yardımcısı, HDP il başkanları ve 2500 kişilik grupla birlikte gerçekleştirilen
Basın Açıklamasına katıldığı, açıklama sırasında yasadışı sloganlar atıldığı,
böylece ‘Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme,
Yönetme, Bunların Hareketine Katılma’ suçunu işlediği savıyla Hakkari
Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/2571 sayılı soruşturmaya
dayanmaktadır. Örneğini ekte sunduğumuz fezlekede esasen doğrudan yöneltilmiş
bir suçlama yoktur. Etkinlikte atılan sloganlar gerekçe gösterilerek Sayın
Zeydan suçlanmaktadır.
Örneğini
ekte sunduğumuz fezleke incelendiğinde de görüleceği gibi, etkinlik sonunda
grup herhangi bir sorun yaşanmadan kendiliğinden dağılmıştır. Dolayısıyla bir
protesto etkinliğine katıldığım için dokunulmazlığın kaldırılması Anayasanın
25, 26 ve 34. maddesi yanında İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesinin (İHAS) 10/1.
maddesi, İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesi ile 2911 sayılı
Yasaya da açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
E.
Bir diğer fezleke 2015/1 sayılı fezlekedir. 26 Temmuz 2015 tarihinde Hakkâri
ili Yüksekova ilçesi Oslo Otel önünde “Türk Silahlı Kuvvetlerinin
gerçekleştirdiği hava operasyonları ile ülke genelinde gerçekleştirilen gözaltı
operasyonlarına tepki vermek” amacıyla Basın Açıklaması yaptığı,
açıklamada kullandığı ifadelerle ‘Terör Örgütü Propagandası Yapmak’ suçunu işlediği
savıyla Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/1681 sayılı soruşturmaya
dayanmaktadır.
Ancak
fezlekede, konuşmalarının tamamı değil yalnızca içerisinden, deyim yerindeyse
cımbızlanarak seçilen iki cümleye yer verilmiştir. Dolayısıyla hangi görüş
ışığında bu düşünceyi ifade ettiği tam olarak anlaşılamamaktadır. TBMM’de Kürt
sorununun demokratik ve barışçı yollarla çözülmesini savunmuş, çatışmaların
sona erdirilmesi gerektiğini ifade etmişimdir. TBMM çatısı altında ve meclis
kürsüsünde savunduğum düşünceler doğrultusunda çatışmak ortamların, hava
operasyonlarının ve siyasilere yönelik yaygın gözaltına almaların sona
erdirilmesi amacıyla gerçekleştirilen etkinliğe katılması mutlak sorumsuzluk
kapsamındadır. Dolayısıyla dokunulmazlığının bu nedenle kaldırılması Anayasanın
83/1 maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Ayrıca
açıklamaların düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir toplumda
yaşamsal değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, hem yeni
ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de bireylere farklı
düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi düşüncelerinin doğru veya
yanlış olduğunu sınama olanağını verir. Düşünce ve
düşündüklerine ifade etme özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve
başlıca özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler
arasında olduğu kuşkusuz olan İnsan Haklan Evrensel Bildirgesinin 19.
maddesinde; “Herkesin
görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir “, yine İnsan Haklan Avrupa
Sözleşmesinin (İHAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve
anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve
verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir”
hükümlerine yer verilmiş, Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat
hürriyeti” başlığı altında; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine
sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz.
Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”, 26.
maddesinde İHAS’nin 10/1. maddesindeki düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce
ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan
yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükümlerine
yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile Anayasa’nın
25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla güvence
altına alınmıştır. 26 Temmuz 2015 tarihinde Basın Açıklaması yoluyla ifade
edilen düşüncelerin de düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerekir.
Salt
düşüncelerim açıkladığı için Sayın Zeydan’ın dokunulmazlığının kaldırılması
Anayasanın 25 ve 26. maddesi yanında, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesinin (İHAS)
10/1. maddesine de açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
F.
Hakkımdaki son fezleke 2016/3 sayılı fezlekedir. 11 Kasım 2015 tarihinde
Hakkari il merkezi Hakkari Üniversitesi Eğitim Fakültesi önünde HDP Hakkari
milletvekilleriyle birlikte 30 kişilik grupla birlikte, sokağa çıkma
yasaklarının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirilen Basın Açıklamasına
katıldığı, böylece ‘Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketine Katılma’ suçunu işlediği
savıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2016/524 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
Ayrıca
açıklamaların düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir toplumda
yaşamsal değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, hem yeni
ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de bireylere farklı
düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi düşüncelerinin doğru veya
yanlış olduğunu sınama olanağım verir. Düşünce ve düşündüklerine ifade etme
özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve başlıca özelliklerinden
biri olarak kabul edilmektedir.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler
arasında olduğu kuşkusuz olan İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi’nin 19.
maddesinde; “Herkesin
görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir “, yine İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesinin
(İFLAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım
özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve
verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir”
hükümlerine yer verilmiş, Anayasanın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat
hürriyeti” başlığı altında; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine
sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”, 26.
maddesinde İHAS’nin 10/1. maddesindeki düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce
ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan
yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükümlerine
yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Haklan Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile Anayasanın
25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla güvence
altına alınmıştır. 26 Temmuz 2015 tarihinde Basın Açıklaması yoluyla ifade
edilen düşüncelerin de düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerekir.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon’da ve Genel Kurul’da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen Anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa’ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Haklan Sözleşmesiyle, Ek Protokol l’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85. maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/76
Karar Sayısı : 2016/69
“…
I. BAŞVURUYA
KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif,
Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3. Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları, kapsamları
ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel,
soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken,
bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis
kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı
bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini
teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence
altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan,
Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut
düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve
geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline
uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında
henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir
irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla,
başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5. Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır.
Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel
gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili
yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında
TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde,
Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık
dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi
hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca,
Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa'ya
geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan
savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki
bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar” şeklindeki
içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6,
26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında
kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup
olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı
ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması
gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla
aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu
bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne
başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması
bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği
görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu
ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki
gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir
başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II. YASAMA
DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE
İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa" adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak
nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence
altına alması gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının
muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan
hakları daraltan, ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve
bunların geçerli bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından
ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2. Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve
kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri
anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4. 1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5. Şimdi
Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir
defaya mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının
önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis
kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek
değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6
milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento
dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum,
geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in
14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa
da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis
kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131
ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma
usulü ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11. Mevcut Meclis
kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de
aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe
paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12. Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13. Anayasa
Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14. Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15. Anayasa
Mahkemesi, Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova
Savcısı Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru
konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67.
maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18. AİHS Ek 1
No'lu protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme
ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda
atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir.
Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç
Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir.
Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları
esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak
oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade
serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest
iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş
olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III. YASAMA
DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1. Yasama
muafiyetleri, İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama
dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç olmuştur.
2. Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan
Meclisi'nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkanı Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili
basına verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş,
ardından Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere
yerel özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in
destek tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim
mebusu Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve
kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan
Hayri, aynı konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir.
Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler
hakkında tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte
Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun
sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere
itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların
fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli
Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen,
Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı
olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da
başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5. 1990’lı
yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede
sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP),
Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle
Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi
(DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden
sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü”
faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6. ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül
1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir
DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet
Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8. DEP
milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış,
aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle,
Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de
benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi
tarafından, "PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı
haline gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan
karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları
dahil üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7
yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10. HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11. HADEP de
bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet
tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu
sayı muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç
isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı
kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna
uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP ülke çapında
örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Mecliste grubu
bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir. Parlamento
tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM tarihinde
kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz, kendisini
münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla belirlememektedir,
Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi en önemli
anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu
demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği
siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1. Aykırı
düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir.
Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin
mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, "terörü ve teröristi" desteklediği iddia edilen
milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade
edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak
fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve
örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir.
Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında,
seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet
yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın
açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı
yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri
hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4. Halkların
Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal
iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir
siyasi partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı
çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir.
Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen
yurttaşların da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek,
gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve
görüşler, meclis çalışması kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin
tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve
meclis dışında ileri sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele
edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem
sokakta hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen
metin olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti”
dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı
bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu
savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde
de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi
parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden
bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda,
gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de
çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi
idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının
önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği
mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama
geçirir."
7.
HDP'nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır.
Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim
modeli olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9. Yüksek Mahkeme
önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından
ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu
açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle
mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine
destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Diyarbakır Milletvekili Nursel AYDOĞAN’ın hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12.08.2011 tarih ve 2011/608 soruşturma
numaralı fezlekesinde 13.06.2011 tarihinde terör örgütü propagandası yapmak
suçlaması iddia edilmektedir.
B.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 15.09.2011 tarih ve 2011/23986
soruşturma, 2011/4 fezleke numaralı fezlekesinde; 18.07.2011 tarihinde kanuna
aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme bunların hareketlerine
katılma, suçu ve suçluyu övmek suçlamaları iddia edilmektedir.
C.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 01.11.2011 tarih ve B.M 2011/9430-2
sayılı fezlekesinde; 21.05.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet
suçlaması iddia edilmektedir.
D.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 26.10.2011 tarih ve 2011/1107 muhabere
numaralı fezlekesinde; 05.10.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya aykırılık ve
örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi
olmak suçlamaları iddia edilmektedir.
E.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/11/2011 tarih ve 2011/2733 soruşturma
sayılı fezlekesinde; 21.08.2011 tarihinde terör örgütünün propagandasını
yapmak,2911 sayılı yasaya muhalefet etmek ve örgüte üye olmamakla birlikte
örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi olmak suçlamaları iddia
edilmektedir.
F.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16.11.2011 tarih ve B.M. 2011/10072-2
sayılı fezlekesinde 26.04.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
suçlaması iddia edilmektedir.
G.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 17.11.2011 tarih ve B.M. 2011/10078-2
sayılı fezlekesinde 09.09.2011 tarihinde suçu ve suçluyu övmek iddiası yer
almaktadır.
H.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 16.11.2011 tarih ve B.M. 2011/10100-2
numaralı fezlekesinde; 02.07.2011 tarihinde 2911 sayılı kanuna muhalefet etmek
suçlaması iddia edilmektedir.
İ.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20.12.2011 tarih ve 2011/1098 muhabere
numaralı fezlekesinde; 22.05.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya aykırılık
suçlaması iddia edilmektedir.
J. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 19.12.2011 tarih ve B.M. 2011/10734-2
sayılı fezlekesinde 02.05.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet suçlaması
iddia edilmektedir.
K.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının30.12.2011 tarih ve B.M. 2011/12501-2
sayılı fezlekesinde; 20.12.2010 tarihinde 2911 sayılı kanuna muhalefet etme
suçlaması iddia edilmektedir.
L.
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının 15.03.2012 tarih ve 2012/3426 soruşturma ve
2012/15 sayılı fezlekede; 08.03.2012 tarihinde suçu ve suçluyu övmek suçlaması
iddia edilmektedir.
M.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 09.05.2012 tarih ve 2012/1573 soruşturma,
2012/6 sayılı fezlekede; 04.01.2012 tarihinde terör örgütü propagandası yapmak
ve örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi
olmak suçlamaları iddia edilmektedir.
N.
Cizre Cumhuriyet Başsavcılığının 28.04.2012 tarih ve 2012/933 soruşturma,
2012/243 fezleke sayılı fezlekesinde; 2911 sayılı kanuna muhalefet etmek
suçlaması iddia edilmektedir.
O.
Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/720 soruşturma, 2012/105 fezleke sayılı
fezlekesinde; 2911 sayılı kanuna mukavemet etmek suçlaması iddia edilmektedir.
P.
Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 22.05.2012 tarih ve 2012/2555 soruşturma,
2012/23 fezleke sayılı fezlekesinde; 01.05.2012 tarihinde terör amaçlı
propaganda yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
Q.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 07.06.2012 tarih ve 2012/2119 soruşturma,
2012/22 fezleke numaralı fezlekesinde; 14.01.2012 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
R.
Siirt Cumhuriyet Başsavcılığının 29.06.2012 tarih ve 2012/2255 soruşturma
numaralı fezlekesinde; 21.03.2012 tarihinde 2911 sayılı kanuna muhalefet etmek
suçlaması iddia edilmektedir.
S.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 03.07.2012 tarih ve 2012/2339 soruşturma,
2012/23 fezleke sayılı fezlekesinde 04.03.2012 tarihinde terör örgütü propagandası
yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
T.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 23.07.2012 tarih ve 2012/2492 soruşturma,
2012/25 fezleke sayılı fezlekesinde; 10.04.2012 tarihi ve öncesinde terör
örgütü üyesi olmak suçlaması iddia edilmektedir.
U.
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının 17.02.2016 tarih ve 2016/188 soruşturma,
2016/19 fezleke sayılı fezlekesinde; 07.01.2016 tarihinde toplantı gösteri
yürüyüşleri yasasına muhalefet etme suçlaması iddia edilmektedir.
V.
Silvan Cumhuriyet Başsavcılığının 19.07.2012 tarih ve 2012/3 bakanlık muhabere
numaralı fezlekesinde; 20.06.2011 tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
suçlaması iddia edilmektedir.
W.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12.11.2012 tarih ve 2012/2963 soruşturma,
2012/37 fezleke sayılı fezlekesinde; 06.08.2012 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak suçlaması iddia edilmektedir.,
X.
Van Cumhuriyet Başsavcılığının 20.12.2012 tarih ve 2012/748 soruşturma, 2012/18
fezleke sayılı fezlekesinde; 06.03.2012 tarihinde terör örgütü propagandası
yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
Y.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 03.01.2013 tarih ve 2012/3824 soruşturma,
2013/2 fezleke sayılı fezlekesinde; 15.08.2012 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
Z.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 26.02.2013 tarih ve 2013/328 soruşturma,
2013/4 fezleke sayılı fezlekesinde; 08.12.2012 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak ve örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek
suretiyle örgüt üyesi olmak suçlamaları iddia edilmektedir.
AA.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 27.06.2013 tarih ve 2013/1727 soruşturma,
2013/5 fezleke sayılı fezlekede; 21.03.2012 tarihinde terör örgütü propagandası
yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
BB.
Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığının 18.11.2013 tarih ve 2013/1951 soruşturma,
2013/194 fezleke sayılı fezlekesinde, 21.07.2013 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
CC.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20.02.2014 tarih ve 2013/3314 soruşturma,
2014/2 fezleke sayılı fezlekesinde; 23.11.2013 tarihinde terör örgütü
propagandası yapmak suçlaması iddia edilmektedir.
DD.
Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/1283 soruşturma, 2014/2 fezleke sayılı
fezlekesinde; 04.05.2012 tarihinde terör örgütü propagandası yapmak suçlaması
iddia edilmektedir.
EE.
Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi 10.10.2012 tarih ve 2011/198 dosya sayılı
fezlekesinde; 23.04.2011, 04.05.2011, 16.05.2011, 18.05.2011 tarihlerinde terör
örgütünün propagandasını yapmak, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek, örgüte üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suretiyle örgüt üyesi olmak
suçlamaları iddia edilmektedir.
FF.
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının 04.06.2014 tarih ve 2014/2758 soruşturma,
2014/22 fezleke sayılı fezlekesinde; 21.06.2013 tarihinde kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme bunların hareketlerine
katılma suçlaması iddia edilmektedir.
GG.
Halfeti Asliye Ceza Mahkemesi 13.05.2014 tarih ve 2005/24 soruşturma, 2014/47
Esas, 2014/47 Karar sayılı kararında; 04.04.2004 tarihinde kanuna aykırı
toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme bunların hareketlerine
katılma, müessir fiil, kamu malına zarar verme suçlamaları iddia edilmektedir.
HH.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 14.07.2015 tarih ve 2015/23490
soruşturma, 2015/10 fezleke sayılı fezlekesinde; 09.08.2014 tarihinde silahlı
terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçlaması iddia edilmektedir.
İİ.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 01.10.2015 tarih ve 2015/31046 soruşturma,
2015/15 fezleke sayılı fezlekesinde; 18.03.2012 tarihinde örgüte üye olmamakla
birlikte örgüt adına suç işlemek ve 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
suçlamaları iddia edilmektedir.
1.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız ve resen
gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü
kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine ilişkin yasama
işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça ve ağır
şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı
ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar ile birden çok fezleke
yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda sayılan fezlekeler ile
varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/77
Karar Sayısı : 2016/70
“…
I. BAŞVURUYA
KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif,
Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3. Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları, kapsamları
ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel,
soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken,
bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis
kararları, konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı
bir düzenleme olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini
teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence
altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan,
Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut
düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve
geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline
uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında
henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir
irade beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla,
başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme
olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı
olduğu açıktır.
5. Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel
gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili
yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında
TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde,
Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık
dosyalarını incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa'ya
geçici madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan
savunma hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki
bir değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8. Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar” şeklindeki
içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar Sayısı: 1999/6,
26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler dışında
kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı olup
olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu, amacı
ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde tutulması
gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan kararlarla
aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti ilkesinin zorunlu
bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne
başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması
bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği
görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu
ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki
gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir
başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II. YASAMA
DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE
İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa" adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak
nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence
altına alması gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının
muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan
hakları daraltan, ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve
bunların geçerli bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından
ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2. Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve
kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri
anayasal geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama
muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak
yansımasını sağlamak, parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan
uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir.
Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız
edebilecek görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de
çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi
için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4. 1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından
esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim
kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5. Şimdi
Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam
ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle,
‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir
defaya mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin
keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis
kararı demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek
değil, iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6
milyona yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento
dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum,
geçici maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği,
her yasada olması gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak,
Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in
14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale
getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı
gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun
bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu
kesimine yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı
ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis
kararı için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın
kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis
İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131
ve devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11. Mevcut Meclis
kararı yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de
aykırıdır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe
paralel biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12. Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13. Anayasa
Mahkemesi, İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14. Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15. Anayasa
Mahkemesi, Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova
Savcısı Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığınca komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit
niteliği taşıma ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve
6. fıkraları, 482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince
dava açılmak üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği
kararında, usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka
aykırı bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru
konusu işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma
hakkı”nı düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67.
maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18. AİHS Ek 1
No'lu protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme
ve seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda
atıf yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı
maddesinin de ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir.
Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç
Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir.
Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları
esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak
oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade
serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest
iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş
olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III. YASAMA
DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1. Yasama
muafiyetleri, İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları
karşısında milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek
Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine
ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar
varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların
gelişimlerini doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan
muafiyetler, Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi
hapsedilince yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin
güçlenmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle
muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama
dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan
bir kılıç olmuştur.
2. Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan
Meclisi'nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır.
Cemiyetin başkanı Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın
Paris Barış Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili
basına verdiği demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş,
ardından Cemiyet dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere
yerel özerklik bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in
destek tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim
mebusu Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve
kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan
Hayri, aynı konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir.
Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler
hakkında tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte
Kürt milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun
sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere
itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların
fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli
Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen,
Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı
olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da
başlatılan isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5. 1990’lı
yıllarda PKK ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede
sırasıyla Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP),
Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle
Partisi (DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi
(DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden
sadece DEHAP kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü”
faaliyet yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6. ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül
1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir
DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet
Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de
yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin
temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8. DEP
milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nden çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış,
aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle,
Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de
benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi
tarafından, "PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı
haline gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan
karar gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları
dahil üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7
yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10. HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11. HADEP de
bugünkü isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet
tarihinde yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu
sayı muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç
isnatları nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı
kaldırılan milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna
uygun olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP ülke çapında
örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Mecliste grubu
bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir. Parlamento
tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM tarihinde
kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz, kendisini
münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla belirlememektedir,
Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi en önemli
anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu
demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği
siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1. Aykırı
düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak
istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek,
hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara
başvurabilir. Demokratik düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil,
bu çoğunluk karşısında farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır.
İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi
ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli
bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü
konusunda verdiği en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında,
düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu
vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz
görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve
toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve
endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir.
Mahkeme, siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin
mevcut düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama
dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile
güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden
sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında
olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu
tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı,
Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması
anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin
perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu
husus, Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da
ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin
Altan’ın dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul
edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın
kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin
saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete,
eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade
etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden
birinin, "terörü ve teröristi" desteklediği iddia edilen
milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade
edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak
fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve
örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir.
Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında,
seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet
yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın
açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları
fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı
yapmak bu kapsamda örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri
hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4. Halkların
Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal
iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir
siyasi partiye mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı
çerçevesinde, görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir.
Siyasi partinin talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen
yurttaşların da siyasi talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek,
gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve
görüşler, meclis çalışması kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin
tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve
meclis dışında ileri sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele
edeceğini ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem
sokakta hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen
metin olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi
parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden
bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda,
gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de
çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi
idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının
önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği
mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama
geçirir."
7.
HDP'nin ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır.
Seçim programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim
modeli olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9. Yüksek Mahkeme
önüne gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi
olmadıkları gibi, bütün taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli
bilgi verilmemiştir. İptal kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi
öncelikle vurgulamak gerekir ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama
sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere
ilişkindir. Öte yandan Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından
ibaret olan bu konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu
açıklamaya dahi gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle
mücadele kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine
destek mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Şanlıurfa Milletvekili Osman BAYDEMİR’in hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 14.06.2016 tarih,
2016/43 fezleke no, 2013/4552 soruşturma no ile kamu görevlisine karşı
görevinden dolayı hakaret iddiası ile fezleke düzenlenmiştir.
B.
İdil Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 24.12.2015 tarih, 2015/32
fezleke no, 2015/1125 soruşturma no ile Cumhurbaşkanına hakaret ve tehdit
iddiası ile fezleke düzenlenmiştir.
C.
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 10.03.2016 tarih, 2016/17
fezleke no, 2016/29 soruşturma no ile terör örgütü propagandası yapma, halkı
kin ve düşmanlığa tahrik, gizliliğin ihlali, adil yargılamayı etkilemeye
teşebbüs ile örgütün amacını ve propagandasını yapmak iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir.
D.
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 10.02.2016 tarih, 2016/18
fezleke no, 2016/30 soruşturma no ile terör örgütü propagandası yapma, halkı
kin ve düşmanlığa tahrik Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile fezleke
düzenlenmiştir.
E.
Gaziantep 4. Asliye ceza mahkemesi 2015/538 e. No 2007/4002 savcılık esas
numarası ile kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme
bunların hareketlerine katılma iddiası ile açılan dava fezleke düzenlenmek
üzere adalet bakanlığına gönderilmiştir.
1.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız ve resen
gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü
kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine ilişkin yasama
işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça ve ağır
şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı
ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar ile birden çok fezleke
yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda sayılan fezlekeler ile
varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/78
Karar Sayısı : 2016/71
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır.
İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul
edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel
Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından
Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun
bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza
çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü
izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke
tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel
Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki
Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde,
Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter
sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman
alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların
korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada
harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek
gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve seçilmeye
dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini
koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk
alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu
görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını
da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar
ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi
niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM tarihinde
kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz, kendisini
münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla belirlememektedir,
Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi en önemli
anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu
demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği
siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını
yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3. maddesinde
şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım hakkında düzenlenmiş olan ve tarafımızca
ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
Fezleke
numarası: 2015/3576
Suç
tarihi: 14/05/2015
Fezlekeye
konu söz ve eylemlerin özeti: Siirt DBP İl Teşkilatı Kadın Meclisi tarafından
İran’da çalıştığı otelde kendisine yönelik tecavüz girişiminden kaçmaya
çalışırken düşüp ölen Ferinaz Xosrawani için düzenlenen gürültü çıkarma
eyleminde yolun trafiğe kapatılması ve atılan “Jin Jiyan Azadi”, “Susma,
sustukça sıra sana gelecek” gibi sloganlar gerekçe gösterilmiştir.
İsnat
edilen suç: 1)Yapılmakta olan toplantı ve yürüyüşte huzur ve sükunu bozma veya
bozulmasına sebebiyet verme. 2) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit
içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı
teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak.
Fezlekenin
düzenlenme tarihi: 16/12/2015
Fezleke
numarası: 2016/1258
Suç
tarihi: 08/01/2016
Fezlekeye
konu söz ve eylemlerin özeti: Siirt Tutuklu Hükümlü Aileleri Demokratik Hukuk
ve Dayanışma Derneği (Tuhad Der) tarafından Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin
kaldırılması amacıyla yapılan basın açıklamasına katılarak 2911 Sayılı Yasa’ya
muhalefet suçunu işlediği ve “… süreç boyunca yüzlerce sivil kadın, çocuk,
polis, asker, gerilla, hayatını kaybetmiştir… Bakın polis öldüğünde, asker
öldüğünde o polisin aileleri geride bıraktıkları çocukların da o yolu takip
edeceklerine söz veriyorlar. Bakın Kürdistan’da da öldürülen her bir gencin
ailesi de aynı şeyi söylüyor… Bu işte bir terslik vardır ve olan zavallı halka
oluyor. Zavallı halkın çocuklarına oluyor.” sözleri “Terör örgütü propagandası
olarak görülmüştür.
İsnat
edilen suç: 1) Terör örgütü prapagandası yapmak. 2) Gösteri yürüyüşleri
kanununa muhalefet.
Fezlekenin
düzenlenme tarihi: 25/03/2016
Fezleke
numarası: 2015/5123
Suç
tarihi: 31/08/2015
Fezlekeye
konu söz ve eylemlerin özeti:Silvan’da sokağa çıkma yasakları gerekçesiyle
çıkan çatışmalarda yaşamını yitiren Faruk Aydın’ın cenazesinin defnedilmesi
törenine katılmak ve bu törende atılan “Bıji serok Apo” ile “Şehit namırın”
sloganlarını atmak gerekçe olarak gösterilmektedir.
İsnat
edilen suç: Terör örgütü propagandası yapmak.
Fezlekenin
düzenlenme tarihi: 11/12/2015
Fezleke
numarası: 2015/6543
Suç
tarihi: 2013-2014
Fezlekeye
konu söz ve eylemlerin özeti: Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller
Enstitüsü müdür olduğu dönemde yüksek lisans alımlarında açık ilanla başvuru
karşılığında alınan para ile ilgili berat etmesine rağmen aynı gerekçelerle suç
isnat edilmektedir.
İsnat
edilen suç: Zimmet
Fezlekenin
düzenlenme tarihi: 16/12/2015
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının, Anayasa hukukun temel ilkelerine açıkça ve
ağır şekilde aykırı olduğu, parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuata
aykırı olduğundan kararın Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin iptal kararında açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/79
Karar Sayısı : 2016/72
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme
olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından
dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon
görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya alan
böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında,
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında;
“vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk
oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi
haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin
vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta
HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri,
TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş,
oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda
bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden
tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal
edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar.
12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan
Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere
tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed
Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların
çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete tahrik
ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları takip
eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne ilişkin
önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş
içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller
hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini tespit etmek
kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle
birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Van Milletvekili Dirayet Taşdemir hakkında düzenlenmiş olan ve tarafımızca
ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
ÖZET:
Konuşmada geçen “nice şehit ve kahramanın ruhunu şadedeceğiz”, “bugün kürdistan
mücadelesi kaç senedir devam etti, bizi öldürdüler baya şehit verdik”, “lider
apo 2016’da aramızda olsun” ifadeleri, özgür kürdistan’dan bahsedilmesi pkk’nin
propagandası olarak kabul edilmiş.
FEZLEKE
1
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/464
|
2015/3
|
28.5.2015
DOĞUBEYAZIT
AĞRI
|
2015/3809
|
16/12/2015
|
DOĞUBEYAZIT
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
|
TERÖR
ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK
Sevk
maddesi: 3713 sayılı tmk’nın 7. Maddesinin 2. Fıkrası
|
FEZLEKE
2
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/498
|
2016/2
|
21.07.2015 AĞRI
|
2016/183
|
07.01.2016
|
AĞRI
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
|
TERÖR
ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK
2911
SAYILI YASAYA MUHALEFET ETMEK
TERÖR
ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMAMAKLA BİRLİKTE ÖRGÜT ADINA SUÇ İŞLEMEK
|
ÖZET: Dirayet Taşdemir’in, taşınan dövizlere
atfıta bulunarak, kanuna aykırı hale gelen gösteri ve yürüyüşe bizzat katılarak
yolu trafiğe kapatan grupla birlikte hareket ettiği, otuma eylemine katıldığı
ifade ediliyor.
Yapılan yürüyüş için dilekçe verilmesi
gerektiği belirtilmesine rağmen dilekçe verilmeksizin yürüyüş yapıldığı, bunun
2911 sayılı kanuna aykırı olduğubelirtilmiş
“halkımızın özyönetimini selamlıyoruz”
ifadesine dikkat çekilerek, bunun PKKnin hedefi olduğu belirtilmiş.
2911 sayılı yasanın 33/1-b maddesi kapsamına
giren eylemi nedeniyle aynı zamanda hakkında tck 220/6 maddesinin de tatbikinin
gerekeceği ifade edilm.
FEZLEKE
3
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/635
|
2016/7
|
11.11.2015 AĞRI
|
2016/774
|
04.04.2016
|
AĞRI
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
|
2911
SAYILI YASAYA MUHALEFET ETMEK
|
ÖZET: Silvan katliamını kınama nedeniyle
yapılan eylemde yolu trafiğe kapatanlarla birlikte hareket edilmesinin, oturma
eylemine katılınmış olmasının 2911 sayılı yasaya muhalefet olduğu ifade
ediliyor.
FEZLEKE
4
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/746
|
2016/6
|
26.02.2016-02.03.2016
ERZURUM
|
2016/100
|
12.05.2016
|
TEKMAN
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
|
TERÖR
ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMAK
|
ÖZET:
KJA üyesi Berjin Demirkaya’nın cenazesine katılma
12. Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/80
Karar Sayısı : 2016/73
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemi söz konusu olduğundan, bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın
kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle,
Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
meclisinin kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığı ile ilgili alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemeyecektir. Bu itibarla,
başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme
olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı
olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıkların kamu yararı için
benimsenmiş olduğunu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların kaldırılmasının,
mevzuatta öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğunu teslim
edilmektedir. Mevcut durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal
usulün uygulanmaması için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen
"terörle mücadele" sürecinin, "terörü ve teröristi"
desteklemekle suçlanan milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten
uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkar. Tamamen
siyasi bir değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkincil olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukuki ve ciddi
olmaktan son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, genel gerekçede
dokunulmazlıklarının ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu niteliklerinin bulunmaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması, Anayasa'nın 83’üncü maddesinin askıya alınması hukuka
uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Anayasa hükmünü
esasen değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olmak gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi mümkün ve gereklidir. Anayasa tarafından
öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin
kalmadığı Anayasa'nın madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de
dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. madde
bertaraf edilmeye çalışılarak, bir Meclis kararının Anayasa Mahkemesi
denetiminden kaçırılması mümkün değildir.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak bir hukuka uygunluk denetlemesi yoluna
gitmelidir.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
1.
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmaz. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi,
dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddesi ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş anayasal kuralların etrafından dolaşma yolunu
açmaktadır. Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir.
Kemal Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır. Ancak bir Anayasa değişikliğiyle meydana gelebilecek anayasaya
karşı hile, bu yasama işlemiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal kaideler, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, anayasal kuralların normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır; bu özgün değiştirilme usulü de Anayasal ilkelerle
sabittir.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvencedir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir.
Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiş güvencelerdir. Sancılı bir
tarihle kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek
görüşleri savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli
sebeplerle yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için
tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvence altına alınmıştır. Geçici
maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici
maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolaşan,
ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, halkların iradesini tam olarak
Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilerek,
tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı
bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının
siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa
Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den
bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Prof. Dr. Hikmet
Sami Türk de bu konudaki görüşünü “Anayasa’ya eklenmek istenen Geçici Madde
20, Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında
belirtilen “insan haklarına saygılı, ... demokratik, ... hukuk devleti”
ilkelerine aykırıdır. Anayasa’nın 4. maddesi gereğince bu nitelikler
değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesi teklif edilemeyeceği gibi; onları
zedeleyecek Anayasa değişikliği de yapılamaz” şeklinde ifade etmiştir.
Hukuk devleti genellikle düzenin ve iyi idarenin sağlanması için, devletin her
türlü kararı alabildiği yönetimi anlatmak için kullanılan polis devleti kavramı
karşıtlığı ile tanımlanır. Terimdeki polis, yönetim aygıt ve gücünü
anlatmaktadır. Anayasa Mahkemesi'ne göre de “hukuk devleti, insan haklarına
saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam
ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya
uyan bir devlettir. Kanun koyucu organ da dahil olmak üzere, devletin bütün
organları üstünde, hukukun mutlak bir hakimiyetinin bulunması gerekir. Hukuk
devleti bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu bir devlet düzenidir”.
Devlet, kendi koyduğu kurallarla kendini kayıtlamak, hukuk içinde hareket etmek
zorundadır. Devletin, kendini koyduğu kurallarla bağlı sayması öncelikle
konulan kuralların birbirleriyle çelişmemesini ifade eder. Özellikle kurucu
kuralların varlığı kabul ediliyorsa bunun altında yer alan kuralların ona
aykırı olmaması gerekir. Aksi takdirde temel kuruluş zayıflayacaktır. Kural
koyucularla birlikte, kural uygulayıcılar da hukukla bağlıdır. Hukuk devleti,
devletin zorbalığını önlemede bir araç olmanın yanı sıra daha iyi, ileri veya
adil olduğu düşünülen bir toplumsal siyasal yapıya geçiş için yapılan
mücadelenin ihmal edilmemesi gereken araçlarından biridir.
7.
Anayasa'nın bir
maddesinin geçici olarak askıya alınması, yerine uygulanacak olan maddeyle hak
alanının daraltılması, Anayasa yapım tekniğiyle bağdaşmadığı gibi, Anayasa'nın
ikinci maddesiyle güvence altına alınmış hukuk devletinin de açık ihlalidir.
Kendi gücünü hukuk çerçevesinde tutarak sınırlamayı taahhüt eden iktidar, bu
yolla karşısında duran en önemli muhalefet olan HDP'yi Meclis dışına iterek ve
Meclis aritmetiğini yeniden şekillendirecek bir imkan yaratmaya çalışmakta ve
hukuk devleti ilkesini hiçe saymaktadır.
8.
Mevcut Meclis kararı
bir hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın
siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
9.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
10.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
11.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İç tüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
12.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki
fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus
olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış
olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde
eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
13.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyalarının ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saikle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
14.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
15.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
16.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden
beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına
karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir
amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
17.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
18.
Teklifin
gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyu talebi" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün, hatta muhtemeldir. Ancak tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
19.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlalidir. Anayasa 67. maddenin başlangıcında;
“vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk
oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi
haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin
vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta
HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkı değildir. Aynı
zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi faaliyette de
bulunma hakkıdır. Kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak
ve talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek
protokol 1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek
sözleşmece taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararında:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
20.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanacağı
sonuçlara yol açacaktır. muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi
etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme
gerekçesindeki hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade
özgürlüğüne doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde
toplu dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde
bağlamında orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
21.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçe ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmaları
sebebiyle suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
22.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil eder. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır. Yapılan düzenlemeyle, milletvekili yargılaması için getirilen
dokunulmazlığın kaldırılması ve başvuru imkanı ortadan kaldırılarak, Anayasanın
36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, hak arama
özgürlüğü ihlal edilmiştir.
23. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkeleri ihlal edilmiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarmış, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine
getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın
ihlal edilmemesi için Başkandan bazı uyarılar olmuşsa da tedbirler almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları). Gizli oylama
her milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe
kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan
kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket
etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle
yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebinin örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini
ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP delege
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra DEHAP
hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9
Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse
düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve
Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir.
37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel
Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar verilmiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. 42 ve devamı paragraflarda AİHM, ÖZDEP'in sadece ifade
özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru hedef
ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da AİHM
11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren de DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihadı ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve
siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suçlar
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan ve derin devletle bağlantısı olan milletvekilleridir. Buradan
anlaşılan, hepimizin de 17-25 Aralık sürecinde tanık olduğu gibi, iktidarın
işlediği kaçakçılık, rüşvet gibi adi suçların üzerine gidilmezken,
dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve
milletvekillerinin kontrol edilmesi eğilimidir. Daha çok devlet aleyhine tehdit
olarak gördüğü suçlar üzerinden muhalefeti sindirme hamlesi göze çarpmaktadır.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
Ülke
çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununun demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜ BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI:
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzen, bu çerçevede çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında ayrıksı fikirlerini
ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan
karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, rahatsızlık ve endişe verici düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usulü seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlen(m)emiş olması; iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun
olması, Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü
çerçevesinde değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli
yerlerdeki siyasi konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer
verilen düşüncelerin tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu
görevlilerinin fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar
ve gösteri yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik ilanını desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmek için
seçildiklerinden, bu kapsamda söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilebilir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “Etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti
programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Ankara'nın, Saray'ın emirlerini yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP'nin temel
amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
TBMM açık ve ağır
şekilde, anayasaya karşı hile yoluyla Anayasa’ya aykırı anayasa değişikliği
yapan bir kanun görünümündeki Meclis kararı ile milletvekilinin savunma hakkını
ortadan kaldırmasa idi hem Karma Komisyon'da hem de Genel Kurul huzurunda
açıklayacağı üzere, milletvekili hakkında düzenlenen fezlekelerin tamamı gayri
ciddi olup, söz konusu iddialar yasama sorumsuzluğu kapsamındaki düşünce ve
ifade özgürlüğündendir.
11.
Sayın milletvekili
hakkındaki fezlekelerden ne kendisinin, ne üyesi bulunduğu Halkların Demokratik
Partisi grubunun ne de ne de TBMM üyelerinin tam olarak bilgisi bulunmaktadır.
12.
İptal kararına esas
olmak üzere, ayrıntısına girmeden fezlekelerin açıklaması gerekir ise,
öncelikle hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ilişkin olduğunu belirtmek gerekir.
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir;
1)
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı
Soruşturma
No :
2015/4336
Fezleke
No :
2015/2
Suç
Tarihi ve Yeri : 26/09/2015 Bingöl/Merkez
Suç
:Terör
Örgütü propagandası yapmak , Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret
Fezleke
düzenlenme tarihi : 07/10/2015
Fezleke
Özeti :
26/09/2015 tarihinde Elazığ-Bingöl karayolunda çıkan çatışmada yaşamını yitiren
4 PKK’linin Bingöl Devlet Hastanesi Morguna getirilen cenazelerinin otopsi ve
ailelerine teslim işlemleri yapıldığı sırada Bingöl Emniyet Müdürlüğü morg
önünde aşırı polis yığınağı yapmış ve bir polis amiri morg kapısında bekleyen
aile üyeleri ve ailelere yardımcı olan ikinci sıra milletvekili adayı ile
tartışmış, onları itip kakmıştır. Duruma müdahale eden milletvekilimiz durumu
yatıştırmıştır. Morg kapısında ikinci defa çıkan gerilime müdahale etmeye
çalışan milletvekilimize, bir terörle mücadele polis amiri kendisini gayet iyi
tanıdığı halde parmak sallayarak ve defaatle “sen kimsin” diye saygısızlıkta
bulunmuş, tahrik etmiş, buna milletvekilimiz “ben milletvekiliyim, siz kimsiniz,
niye ortamı geriyorsunuz” şeklinde cevap vermiştir. Durum bundan ibarettir.
2)
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı
Soruşturma No :
2015/4336
Fezleke No :
2016/1
Suç Tarihi ve Yeri : 01/09/2015 Bingöl/Merkez
Suç :
Cumhurbaşkanına hakaret
Fezleke düzenlenme tarihi : 19/01/2016
Fezleke
Özeti :01/09/2015
tarihinde Bingöl il merkezi saat kulesi önünde Dünya Barış Günü’nü kutlamak
amacıyla toplanan kitleye hitaben konuşma yapan Milletvekilinin konuşmasında
geçen “yetmişsekiz milyon insanız bir Erdoğan’ı bir oğlu Bilal’i doyuramadık,
doymuyorlar…Saray savaş istiyor…”sözleri Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak
değerlendirilmiştir.
13.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü kabul edilen,
Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine ilişkin yasama işleminin
tamamının, Anayasa, hukukun temel ilkeleri, parlamenter sistemin gerekleri ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve
uluslararası mevzuata aykırılığı sebebiyle iptaline karar verilmesini talep
ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/81
Karar Sayısı : 2016/74
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme
olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından
dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon
görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya alan
böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların
kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve
imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin
zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde,
benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf yapılan
AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları halkın
kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından
yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin
temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu
vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı
olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu Hasan
Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili
çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma
gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer kaderi
paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir.
Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt
propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek
değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de
yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime
katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis
kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere dair
sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
·
Sırrı Süreyya
Önder 3/167 Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi Sesli,Yazılı veya Görüntülü
Bir İleti ile Hakaret Etme
·
Sırrı Süreyya
Önder 3/197 Kızıltepe Cum. Başsavcılığı Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma, Halkı Kin ve
Düşmanlığa Tahrik Etme
·
Sırrı Süreyya
Önder 3/231 Kızıltepe Cum. Başsavcılığı 2911 sayılı Kanuna Aykırı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketlerine Katılma
·
Sırrı Süreyya
Önder 3/300 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Yayın Yoluyla Alenen Hakaret
Etme
·
Sırrı Süreyya
Önder 3/356 Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Örgütü Propagandası Yapmak
·
Sırrı Süreyya
ÖNDER 3/394 Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak
·
Sırrı Süreyya
ÖNDER 3/432 Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Örgütü Propagandası Yapmak
·
Sırrı Süreyya
ÖNDER 3/761 Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kamu Görevlisine Görevinden Dolayı
Hakaret etme, Tehdit etme
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/82
Karar Sayısı : 2016/75
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile
açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği
bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi
hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca,
Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme
veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber
düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları
bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı
mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği
nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis
kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek, dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak
ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca komünizm
propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi seçmeni
dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının
Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları
(Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır.
Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek
olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları
kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri
hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip
Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına
alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa Mahkemesi, 7
Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde bulunan 13
milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir. 1
Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da tutuklanmıştır.
3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8
Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla
Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayriciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı
gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da
geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının
usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında
konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç
ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın
işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
başvuru saatine dek ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
a) Fezleke No: 2016/58 Soruşturma
No: 2015/42384
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 12-13/11/2015
Silvan, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Görevi
yaptırmamak için direnme
Fezlekenin Konusu: Sokağa
çıkma yasaklarını protesto amaçlı açıklama ve yürüyüş yapmak.
b)
Fezleke No: 2016/18 Soruşturma No: 2015/47474
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 10/11/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Sokağa
çıkma yasaklarını protesto amaçlı basın açıklaması yapmak.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/83
Karar Sayısı : 2016/76
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan
2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016
günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde
TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci
tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu
başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu'nda kabul
edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez
değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına
kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa
değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde
olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici
maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve
askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı
ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında
yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı
hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya
mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli
Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere
siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan
Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici
maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal
düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından
yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin
temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu
vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı
olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz
önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse
düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve
Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir.
37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel
Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının
usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında
konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç
ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın
işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır.
HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti”
dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı
bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu
savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde
de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan Yüksek
Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü hakkında hazırlanan ve başvuru saatine dek
ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
a.
Tarsus
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı sayı verilmemiş olan 24.08.2012 tarihli
fezlekede isnat 2012 yılında yasal bir mitingde yapılan konuşmadır. Yasama sorumsuzluğu
kapsamındaki söz ve ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirileceği açık olup, konuşma içeriğinde, barış sürecinin
başlaması ve Abdullah Öcalan’ın muhatap kabul edilmesi dile getirilmektedir.
Keza 2013 yılında AKP Hükümetleri eliyle Çözüm Süreci tekrardan başlamış ve Abdullah Öcalan da
muhatap kabul edilmiştir. Burada örgüte övgü
ya da destek söz konusu olmadığı gibi örgüt üyeliği iddiası da gayri
ciddidir.
b.
Nusaybin
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2012/115 nolu 25.12.2012 tarihli fezlekede
isnat 2012 yılında yapılan basın açıklamasında yaptığı konuşma gerekçe
gösterilerek “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”tir.
c.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2013/1 nolu 19.02.2013 tarihli fezlekede
isnat, Sn Kürkçü’nün TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi olarak yaptığı cezaevi incelemesi sonrasında
komisyon raporuna yazdığı görüşün basın yayın organlarınca
haber yapılması üzerine “terörle mücadele eden görevlileri hedef gösterme” iddiasıdır ve gayri
ciddidir.
d.
Ankara
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2014/5 Basın Fezleke nolu 02.04.2014
tarihli fezlekede isnat 2013 yılında Ankara’da Newroz kutlamalarına katılmak
gerekçesiyle 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek iddiasıdır ve gayri ciddidir.
e.
Tarsus
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı sayı verilmemiş olan 12.10.2012 tarihli
fezlekede isnat, Sn Kürkçü’nün 2012 yılında yasal bir toplantıda yaptığı konuşma nedeniyle örgüt
propagandası yapmak” biçimindedir.
f.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2015/27 nolu 20.11.2015 tarihli fezlekede
isnat 09.10.2015 tarihinde yaptığı konuşma nedeniyle “Terörle mücadele eden görevlileri hedef gösterme” iddiasıdır ve gayri ciddidir.
g.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/5 nolu 14.03.2016 tarihli fezlekede
isnat 05.12.2015 tarihinde yaptığı konuşmadır. Konuşmada Cumhurbaşkanının Çözüm Sürecini siyasal amaçlarla sonlandırdığı vurgulanarak,
tarafsız olması ve ülkede barış hakim kılacak çalışmalar yapması gerektiği açıklanmakta, siyasal
sürece olan müdahaleleri de diktatörlük kavramı ile
karşılanmaktadır. “Cumhurbaşkanına hakaret” edildiği iddiası gayri ciddidir.
h.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/5 nolu 14.03.2016 tarihli fezlekede
isnat 05.12.2015 tarihinde taziyede yaptığı konuşmadır. Yasama sorumsuzluğu kapsamındaki söz ve ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirileceği açık olup, konuşmada
polisin gerçekleştirdiği yargısız infaz
kınanarak herkesin yaşama hakkı olduğu vurgulanmakta, öldürülen
genç kızın
ideallerine saygı gösterilmektedir. Suçu ve suçluyu övmek iddiası gayri ciddidir.
i.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/6 nolu 15.03.2016 tarihli fezlekede
isnat 05.12.2015 tarihinde yaptığı yukarıda 2016/5 nolu (Bkz g bendi)
fezlekedeki aynı konuşma
ve isnattır.
j.
İstanbul
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/86 nolu 18.03.2016 tarihli fezlekede
isnat 09.07.2014 tarihinde izinsiz gösteriye
katılmadır. Güvenlik güçleri tarafından dağılma çağrısının yapılmadığı bu
gösteride Sn Kürkçü, Torunlar’a ait inşaat firmasında işlenen iş cinayetlerinin
kınanmasını takip etmek ve milletvekili olarak çalışanların yanında durmayı
amaçlamıştır. İzinsiz gösteriye katılma ve görevlilere mukavemet iddiası gayri
ciddidir.
k.
Diyarbakır
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/9 sayılı 29.01.2016 tarihli fezlekede
isnat Demokratik Toplum Kongresi toplantısı sonrasında yapılan basın açıklaması
nedeniyle Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve örgüt üyeliği iddiasıdır. Açıklama içeriğinde, Kürt yurttaşların siyasal statü
sorunlarının nasıl çözülebileceği açıklanmaktadır.
l.
Diyarbakır
Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı 2016/58 sayılı 23.03.2016 tarihli fezlekede
isnat dahi yoktur. Görev yaptırmamak için direnme iddiası gayri
ciddidir.
12.
Açıklanan nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve
belgeler, TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları
ve görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama
işleminin iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/84
Karar Sayısı : 2016/77
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde
karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde
kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin
genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş
olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle
kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun
raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında
farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel
Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması, imkan
ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman
kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik
müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine
bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların
konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın
siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın
85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis
kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve
Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın
kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını
düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul
işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü
kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları
ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in
sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan
meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması
davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar
vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir.
HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş
merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti
programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
1- Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/4342 Soruşturma No, 2016/51 Fezleke No, 29.03.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Silahlı Örgüte Üye Olmak, Örgüt Propagandası
Yapmak, 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
Fezleke
Konusu: 31 Aralık 2015 tarihinde Saat:10.00’da düzenlenen yürüyüşe ve devamla
yapılmış olan basın açıklamasına katılmış olmak.
2- İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/100720 Soruşturma No, 2016/95 Fezleke No,
23.03.2016 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: İzinsiz-Yasadışı Toplantı ve Gösteriye
Katılmak, Örgüt Propagandası Yapmak, Suçu ve Suçluyu Övme
Fezleke
Konusu: 15.02.2015 tarihinde Saat:12.00’da Fatih/Saraçhane Parkında
gerçekleştirilmek istenen yürüyüşe katılmış olmak.
3- Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/74574 Soruşturma No, 2015/160 Fezleke No,
03.12.2015 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Aşağılamak
Fezleke
Konusu: 12.10.2015 tarihinde Saat:14.30’da Adana Uğur Mumcu Meydanında 10 Ekim
Ankara katliamını kınamak amacıyla yapılan basın açıklaması ve cenaze törenine
katılmış olmak.
4- Erciş
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/3534 Soruşturma No, 2015/6 Fezleke No, 23.12.2015
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Seçim Yasakları Süresince Propaganda Yapmak
Fezleke
Konusu: 27.10.2015 tarihinde Erciş ilçesi otobüs terminali açılışına katılarak
konuşma yapmış olmak.
5- Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/9498 Soruşturma No, 2015/34 Fezleke No, 23.12.2015
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Cumhurbaşkanına Hakaret
Fezleke
Konusu: Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem
Gül’ün tutuklanmaları hakkında yapılan yazılı açıklama.
6- Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/6114 Soruşturma No, 2015/26 Fezleke No, 04.12.2015
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Almanya’da yapmış olduğu herhangi bir şiddet övgüsü içermeyen konuşma,
buna dair savcılıkça mükerrer soruşturma açılmıştır.
7- Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/8020 Soruşturma No, 2016/5 Fezleke No, 11.01.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Almanya’da yapmış olduğu herhangi bir şiddet övgüsü içermeyen konuşma,
buna dair savcılıkça mükerrer soruşturma açılmıştır.
8- Adana
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/71913 Soruşturma No, 2015/162 Fezleke No,
08.12.2015 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Silahlı Örgüt Kurmak veya Yönetmek,
Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: 2012-2013 yılları arasında katıldığı belirtilen anmalar, mitingler,
kutlamalar örgüt faaliyeti olarak nitelendirilmiş olmakla iddia dayanağı
oluşturulmaksızın fezleke hazırlanmıştır.
9- Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/5717 Soruşturma No, 2016/27 Fezleke No, 21.03.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Suç İşlemeye Tahrik ve Azmettirme
Fezleke
Konusu: 06.10.2014 tarihinde HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun yapmış olduğu
toplantı sonrası Işıd’in Kobane’ye yönelik saldırılarını protesto etmek için
duyarlılık çağrısında bulunulması suç isnadına dönüştürülmüştür.
10- Van
Cumhuriyet Başsavcılığı Sayı: B.M. 2016/1078, Suç İsnadı: 298 Sayılı Seçim
Kanununa Muhalefet, Örgüt Propagandası Yapmak, Suç ve Suçluyu Övmek
Fezleke
Konusu: 28.10.2015 tarihinde Van Kent Parkının açılışına katılarak yaptığı şiddet
içermeyen kürsü dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gereken konuşma.
11- Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/6642 Soruşturma No, 2015/23 Fezleke No, 16.11.2015
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Cumhurbaşkanına Hakaret
Fezleke
Konusu: 24.07.2015 tarihinde çözüm süreci kapsamında ilan edilen ateşkesin
bitirilmesine yönelik getirdiği eleştiriler suç olarak nitelendirilmiştir.
12- Kayseri
Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/5123 Soruşturma No, 2016/11 Fezleke No, 09.03.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kamu Görevlisi Aleyhine İftira
Fezleke
Konusu: Parti il ve ilçelerine yönelik saldırılar karşısında eksik güvenlik
önlemlerine dikkat çeken, sorumlulukları hatırlatan şikayet dilekçesi zorlama
bir yorumla iftira olarak değerlendirilmesi sonucu fezleke hazırlanmıştır.
13- Van
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/6339 Soruşturma No, 2015/16 Fezleke No, 23.10.2015
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: 11.04.2015 tarihli aday tanıtım toplantısında yaptığı konuşma içeriği
dahi alıntılanmadan fezlekeye konu edilmiştir.
14- Şanlıurfa
Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/107 Soruşturma No, 2016/1 Fezleke No, 06.01.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Nerede ve ne şekilde yapıldığı belirtilmeyen BİMER başvuruları gerekçe
gösterilerek beyan dahi edilmemiş bir sözün alıntılanması iddiasıyla dayanaksız
hazırlanan fezleke, mükerrerdir.
15- Suruç
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/2388 Soruşturma No, 2015/160 Fezleke No,
15.12.2015 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Nerede ve ne şekilde yapıldığı belirtilmeyen BİMER başvuruları gerekçe
gösterilerek beyan dahi edilmemiş bir sözün alıntılanması iddiasıyla dayanaksız
hazırlanan fezleke, mükerrerdir.
16- Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/47354 Soruşturma No, 2016/9 Fezleke No, 29.01.2016
Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etmek ve
Silahlı Örgüte Üye Olmak
Fezleke
Konusu: Farklı tarihlerde farklı milletvekilleri tarafından hükümete yönelik
yapılan eleştirilerin kürsü dokunulmazlığı kapsamında olmasına rağmen bir araya
getirilerek suçmuş, Diyarbakır Sur ilçesinde yaşanan eylemler ile
bağlantılıymış gibi iddialar ile fezleke hazırlanmıştır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler, TBMM’de
Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve görüntüleri
incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin iptali için
başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda
bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin
kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/85
Karar Sayısı : 2016/78
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır.
İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul
edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel
Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke
tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek
Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’ olasılığına
karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya mahsus' olmak
üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi şekilde tevkif
edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis kürsüsünde
yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence
altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında fezleke
olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü açılmaktadır.
Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler
de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam olarak hangi
vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir bilgiye
ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi saiklerle
kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı
da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir
hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet vekilleri bu
şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve seçilmeye
dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini
koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk
alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu
görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir.
Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi
(DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP),
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik
Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını
da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar
ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi
niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde
ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları
eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu
mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP,
“etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına
karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal
yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun
sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de
dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta,
fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu
ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını
yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/86
Karar Sayısı : 2016/79
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş,
bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence
altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır.
Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk,
kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal
kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu
iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler
sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk
düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir.
Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı
bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin
daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı
hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama
görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık
olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız
çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis
kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar,
yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler
yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce
açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından
doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme
özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet
kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır.
İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi,
yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok
kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin
merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve
kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk
yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin
inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran hakkında hazırlanan ve başvuru saatine
dek tarafımıza ulaşan fezlekeler aşağıdaki gibidir:
a) Fezleke No: 2015/16 Soruşturma
No: 2015/19287
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 17/08/2015
Batman, Batman Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Bir cenazeye karşı yapılan kötü muameleyi eleştiren basın
açıklaması
b)
Dosya No: 2015/836 E Karar No:2015/783 (Yargılamanın durdurulması kararı)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2013
Batman, Batman 4. Asliye Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: Kanuna Aykırı
Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden
Dağılmama
c) Fezleke No: 2015/20 Soruşturma No: 2015/21363
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 10/10/2015
Batman, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet
Fezlekenin Konusu. 10 Ekim Ankara katliamını protesto etmek
d) Dosya No: 2015/215 E Karar No: 2015/461
(Yargılamanın Durdurulması Kararı)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 15/08/2013
Batman, Batman 5. Asliye Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet
Fezlekenin Konusu: Oturma eylemine katılmak.
e) Fezleke No: 2015/5 Soruşturma No: 2015/392
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 19/09/2015
Batman, Batman Cumhuriyet Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Adına Suç
İşlemek Suretiyle Örgüte Üye Olma, Görevi Yaptırmamak İçin Direnme, Suçluyu
Kayırma, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet Etme, Askeri Yasak
Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununa Muhalefet Etme
Fezlekenin Konusu: Batman-Sason’da çatışmaları engellemek amacıyla canlı kalkan
eylemine katılmak
f) Dosya No: 2015/837 E Karar No: 2015/784
(Yargılamanın durdurulması kararı)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 16/09/2013
Batman, Batman 4. Asliye Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: Kanuna Aykırı
Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden
Dağılmama
Fezlekenin Konusu: “Anadilde
Eğitimin Bulunmadığı Bir Anayasa Kabul Edilemez. Anadilde Eğitim Doğal Bir
Haktır. Bu Hak Uluslararası Sözleşmelerde Garanti Altına Alınmıştır” pankartı
taşıyarak yürümek
g) Dosya No: 2015/345
E Karar No: 2015/377
(Yargılamanın durdurulması kararı)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 23/05/2014
Batman, Batman 5. Asliye Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: Kanuna Aykırı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine
Katılma
Fezlekenin Konusu: İran
Devleti’nin 59 Kürt Siyasi Mahkumu İdam etme kararını protesto etmek için
yürümek
h) Fezleke No: 2016/18 Soruşturma No: 2016/30
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 01/01/2016
Şırnak, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası
Yapmak
ı) Fezleke No: 2016/14 Soruşturma No: 2016/2832
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 18/10/2015
Batman, Batman Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
Fezlekenin Konusu: Seçim
çalışmaları esnasında kaldırım yerine yoldan yürüyüş yapmak
i) Fezleke No: 2016/17 Soruşturma No: 2016/29
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 31/12/2015
Şırnak, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
j) Fezleke No: 2016/20 Soruşturma No: 2016/5261
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 07/01/2016
Batman, Batman Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
k) Fezleke No: 2016/27 Soruşturma No: 2016/5806
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 12/12/2015
Batman, Batman Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
l) Fezleke No: 2016/21 Soruşturma No: 2016/861
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 29/03/2016
Şırnak, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Suçu ve Suçluyu
Övmek, Halkı Kanunlara Uymamaya Tahrik, Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Sn
Başaran’ın vermiş olduğu bir demeç.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar ile
birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda sayılan
fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda
bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin
kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/87
Karar Sayısı : 2016/80
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu
Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan faydalanacak,
böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir
Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla
herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun olduğunu, yani şekli olarak
bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu nitelikleri taşımaması
nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya olduğumuzu kanıtlar
niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi
şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da
rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları
bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı
mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği
nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis
kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına,
hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik
bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet
etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları, 482.
maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak üzere
yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule dair
bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine
oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak için
Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi
paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu
olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak
/Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan
Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en
önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine
dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham
alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği,
kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul,
farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı;
özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda,
mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi,
HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir hakkında hazırlanan ve başvuru saatine dek
ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
1- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/44477 Sor. No, 2016/5 Fezleke No 20.01.2016 Tarihli Fezleke-Örgüte Üye
Olma-Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme
2- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/32338 Sor. No, 2015/23 Fezleke No 13.11.2015 Tarihli Fezleke-Kamu
Görevlisine Görevinden Dolayı Hakaret
3- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/25457 Sor. No, 2015/22 Fezleke No 10.11.2015 Tarihli Fezleke-Örgüt
Propagandası
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/88
Karar Sayısı : 2016/81
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel Kurulu’nda
görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet
Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal
kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu
iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler
sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk
düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir.
Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı
bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin
daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı
hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama
görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve
sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B.
No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03,
8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından
doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş,
HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine
dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham
alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği,
kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul,
farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı;
özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda,
mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi,
HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
|
Savcılık/
Mahkeme
|
Soruşturma No
|
Fezleke No
|
Suç ve Tarihi
|
Suçun Konusu
|
1
|
Diyarbakır
|
2016/1264
|
2016/8
|
Cumhurbaşkanına
Hakaret/14.11.2015
|
DTK’nın Sümerpark Genel Kurul
Toplantısı
|
2
|
Hakkari
|
2015/2154
|
2015/3
|
Propaganda/09.07.2015
|
Saat 17.00 De DBP’nin organize
ettiği yürüyüş ve basın açıklaması
|
3
|
Hakkari
|
2015/2679
|
2015/7
|
Kanuna Aykırı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine
Katılma/12.11.2015
|
Cölemerg Öğrenci Derneğinin
Organizasyonu
|
4
|
Diyarbakır
|
2015/25138
|
2015/8
|
Propaganda/09.01.2015
|
Paris’te katledilen kadınların
yıl dönümü ile ilgili basın açıklaması
|
5
|
Diyarbakır
|
2015/25137
|
2015/7
|
Propaganda/08.03.2015
|
8 Mart kutlama açıklaması
|
6
|
Diyarbakır
|
2015/25139
|
2015/9
|
Propaganda/15.02.2015
|
15 Şubat Protestosu
|
7
|
Silopi
|
2015/987
|
2015/111
|
Kanuna Aykırı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine
Katılma/26.01.2014
|
Rojava’ya destek ve bunun için
sınıra yürüyüş
|
8
|
Silopi
|
2014/1858
|
2014/45
|
Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine Katılma/26.01.2014
|
Rojava’ya destek ve bunun için
sınıra yürüyüş
|
9
|
Şırnak
|
2014/458
|
2014/18
|
Propaganda/Kanuna Aykırı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme Yönetme Bunların Hareketlerine
Katılma/05.01.2014
|
Tahliye sonrası halka hitaben
açıklama
|
10
|
Hakkari
|
2016/524
|
2016/3
|
Propaganda/Kanuna Aykırı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen
Dağılmama/11.11.2015
|
Cölemerg Öğrenci Derneğinin
Organizasyonu
|
11
|
Şırnak
|
2015/3234
|
2016/14
|
2911 Sayılı Kanuna Muhalafet,
Propaganda ve Suçu ve Suçlu Övme 20.03.2014
|
Newroz Konuşması
|
12
|
Ankara 23.
Asliye Ceza
|
2011/773 Esas
|
2011/1067 Karar
|
Halkı Kin ve Düşmanlığa Alanen
Tahrik Etme/09.12.2011
|
DTP 2. Olağanüstü Kongre
Konuşması
|
13
|
Diyarbakır
|
2016/8940
|
2016/60
|
Propaganda/09.01.2016
|
KjA Paris Katliamı Yıl Dönümü
|
14
|
Diyarbakır
|
2016/3516
|
2016/48
|
Propaganda/06.01.2016
|
MedNuçe Konuşması
|
15
|
Diyarbakır
|
2016/3541
|
2016/52
|
Propaganda/29.12.2015
|
İMC Programı
|
16
|
Diyarbakır
|
2015/47354
|
2016/9
|
Örgüt Üyeliği
|
25.08.2015 Basın Açıklaması/
14.11.2015 MedNüçe Açıklaması
18.12.2015 Basın
Toplantısı/26.12.2015 DTK Genel Kurulu Konuşma
|
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/89
Karar Sayısı : 2016/82
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, doğrudan
Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama organının kendi
bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes bakımından uyulması
zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir. Yasama
alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof. Dr.
Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan"
olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın
“Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun” biçiminde
açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan, yasama
merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır.
Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük
tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın
iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak
zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların
korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada
harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek
gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir
değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu
görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin
kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek
ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için
şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü
güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında
fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon
ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir.
Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle
ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan,
yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar
için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar.
12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan
Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere
tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed
Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların
çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete tahrik
ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları takip
eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne ilişkin
önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş
içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller
hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini tespit etmek
kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle
birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Bitlis Milletvekili Mizgin Irgat hakkında hazırlanan ve başvuru saatine dek
ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
1- Güroymak Cumhuriyet Başsavcılığı B.M
2016/76 Sayılı Fezleke-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
2- Tatvan Cumhuriyet Başsavcılığı B.M
2016/61 Sayılı 04.03.2016 Tarihli Fezleke-Örgüt Propagandası, Suçu ve Suçluyu
Övme
3- Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı B.M
2015/3503 Sayılı 16.11.2015 Tarihli Fezleke-Örgüt Propagandası, Suçu ve
Suçluyu Övme
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı
ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/90
Karar Sayısı : 2016/83
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan
2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016
günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde
TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci
tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu
başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu'nda kabul
edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez
değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına
kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa
değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde
olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici
maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve
askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı
ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında
yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı
hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya
mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli
Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere
siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan
Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici
maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal
düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından
yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin
temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu
vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı
olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma
gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz
önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse
düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve
Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir.
37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel
Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının
usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında
konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç
ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın
işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan Yüksek
Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/91
Karar Sayısı : 2016/84
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya
koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini "Meclis
kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan,
komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi
şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da
rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal gerekliliklerin,
zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması ve burada
olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması hukuka uygunlukla
bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür.
Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin
kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek
ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için
şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından
göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri,
yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek
sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici
maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün
tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı
delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına,
hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte
ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir.
Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle
ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan,
yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar
için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli,
nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden
beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak
/Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan,
Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak
üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed
Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP heyetine
Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması
davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar
vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır.
Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade
özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan
bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde
ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/92
Karar Sayısı : 2016/85
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi
gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük bir
uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak olan
ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke
tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının
TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması
gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci
oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV-
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından
da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır.
Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna
göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında
bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu
olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen
düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan hakkında hazırlanan ve başvuru saatine dek
ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
1- Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı
2012/86 B.M. Sayı 04.01.2012 Tarihli fezlekede Siyasi Partiler Kanunu’na(113/1)
Muhalefet suçlaması
2- Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/23459 Sor. No 2015/2 Fezleke No 02.11.2015 Tarihli fezlekede Örgüt
Propagandası suçlaması
3- Şanlıurfa 1. Sulh Ceza Mahkemesi
2012/833 E. Sayılı Dava dosyası Durma fezlekesi-Suçu ve Suçluyu Övme Suçlaması
4- Siverek 1.Asliye Ceza Mahkemesi 2012/202
E. Sayılı dava dosyasında Durma Fezlekesi-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
5- Şırnak Asliye Ceza Mahkemesi 2012/419 E.
Sayılı dava dosyasında Durma Fezlekesi-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
6- Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/188
Sor. No 2016/19 Fezleke Nolu 17.02.2016 tarihli-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/93
Karar Sayısı : 2016/86
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme
olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından
dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon
görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya alan
böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir .
Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil
kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil
kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması, imkan ve
güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı
değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden
ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman
alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan kaldırılması ve burada olduğu
gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması hukuka uygunlukla
bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur "
tespitini yapmıştır. Bu tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça
öngörüldüğü yasama dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle
geçerli olması gerekir. Şeklen anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber,
özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak
kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek
Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca denetlenmesi
gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir başvuru yolu olan 85.
maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde
gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru yolunun madde
gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu yöntemin
amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu, hem de
dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85. maddeyi
bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi Anayasa
Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır ..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü
güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında
fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir" . Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol açacaktır.
Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar.
12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan
Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere
tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed
Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan
meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması
davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar
vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların
çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle
birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
1-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/47476 Soruşturma No, 2016/4 Fezleke No,
Suç İsnadı: Cumhurbaşkanına Hakaret
Fezleke
Konusu: Bir televizyon kanalında kürsü dokunulmazlığı kapsamında hükümete
yöneltmiş olduğu eleştiriler suçlama konusu edilmiştir.
2-
Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı Sayı: B.M. 2016/202, Fezleke Tarihi 13.04.2016,
Suç İsnadı: Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme,
Bunların hareketlerine katılma
Fezleke
Konusu: 2011 yılında BDP üyelerine yönelik yapılan operasyonu protesto amacıyla
gerçekleşen basın açıklamasında yaşanan olaylara dahilimiz varmışçasına fezleke
hazırlanmıştır.
3-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/42384 Soruşturma No, 2016/58 Fezleke
No, 23.03.2016 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Görevi Yaptırmamak İçin Direnme,
Cumhurbaşkanına Hakaret, Kamu Görevlisine Görevinden Doğru Hakaret
Fezleke
Konusu: Silvan ilçesinde yaşanan olayları protesto amaçlı gerçekleştirilen
yürüyüşe izin verilmemesi üzerine yaşanan tartışmalar suçmuş gibi gösterilmiş
ve zorlama bir yaklaşımla fezleke hazırlanmıştır.
4-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/25457 Soruşturma No, 2015/22 Fezleke
No, 10.11.2015 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: HDP’nin 07 Haziran öncesi düzenlemiş olduğu mitingde hiçbir suç unsuru
içermeyen, kürsü dokunulmazlığımız kapsamındaki konuşmalar fezlekeye
dönüştürülmüştür.
5-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/31046 Soruşturma No, 2015/15 Fezleke
No, 01.10.2015 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüte Üye Olmamakla Beraber Örgüt
Adına Suç İşlemek, 2911 Sayılı yasaya Muhalefet
Fezleke
Konusu: 18.03.2012 tarihli Newroz mitinginde miting otobüsü üzerinde zafer
işareti yapmamız örgüt propagandası olarak değerlendirilmiştir.
6-
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/2591 Soruşturma No, 2014/19 Fezleke No,
03.06.2014 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların hareketlerine katılma
Fezleke
Konusu: Basın açıklaması yapılmasına izin verilmemesi üzerine tamamen barışçıl
bir şekilde yapılan oturma eylemi suç olarak değerlendirilmiştir.
7-
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/3279 Soruşturma No, 2014/23 Fezleke No,
08.07.2014 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların hareketlerine katılma
Fezleke
Konusu: Halepçe Katliamı anmasına katılmamız başka herhangi bir gerekçe
gösterilmeden suç sayılmıştır.
8-
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/4888 Soruşturma No, 2014/24 Fezleke No,
20.11.2014 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kişileri Hedef Göstermek
Fezleke
Konusu: Bingöl İl binamıza yapılan saldırıya katılan şahısları belirten tweetim
zorlama bir yaklaşımla suç olarak değerlendirilmiştir.
9-
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/2758 Soruşturma No, 2014/22 Fezleke No,
04.06.2014 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların hareketlerine katılma
Fezleke
Konusu: Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhakefet ettiğimiz fezlekede
belirtilmişse de buna dair herhangi bir çalışma yürütülmemiş, dayanak
sunulmamıştır.
10-
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/3699 Soruşturma No, 2013/61 Fezleke No,
24.10.2013 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların hareketlerine katılma
Fezleke
Konusu: Tarafımca anlaşılamayacak şekilde fezlekede bir satırdan ibaret ‘ gece
vakti yer güzergahı olarak ayrılmamış yerde izinsiz toplantı yapıldığı…’
iddiası.
11-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/3146 Soruşturma No, 2012/35 Fezleke No,
12.11.2012 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Yapılan bir basın açıklamasında sarf ettiğim herhangi bir şiddet övgüsü
içermeyen açıklamalar sırf Kürt ve Kürdistan kelimeleri geçiyor diye propaganda
suçlaması yöneltilmiştir.
12-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/3492 Soruşturma No, 2012/38 Fezleke No,
21.11.2012 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Yapılan bir basın açıklamasında sarf ettiğim herhangi bir şiddet övgüsü
içermeyen açıklamalar sırf Kürt ve Kürdistan kelimeleri geçiyor diye propaganda
suçlaması yöneltilmiştir.
13-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/2043 Soruşturma No, 2012/21 Fezleke No,
05.06.2012 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezleke
Konusu: Newroz etkinliğinde yapmış bulunduğum şiddet övgüsü içermeyen konuşma.
14-
Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı 2012/5388 Soruşturma No, 2012/20 Fezleke No,
02.05.2012 Fezleke Tarihi, Suç İsnadı: Suçu ve Suçluyu Övme, Halkı Kin ve
Düşmanlığa Tahrik
Fezleke
Konusu: Partimiz olağan genel kurulu toplantısında yapmış olduğum şiddet övgüsü
içermeyen konuşma.
15-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Sayı: B.M. 2011/11172-2, 17.01.2012 Fezleke
Tarihi, Suç İsnadı: Cezaevine Yasak Eşya Sokmaya Çalışmak
Fezleke
Konusu: Bakanlık izni ile gerçekleştirdiğim cezaevi ziyaretleri öncesinde
alenen de fark edilebilecek olan ve tek başına anlam ifade etmeyen bir hafıza
kart okuyucusunun montum cebinde kalmış olması ve kontrollerde fark edilmesine
rağmen teşebbüs olarak zorlama kanıyla değerlendirilmesiyle fezleke
hazırlanmıştır.
16-
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Muhabere No 2011/1265, 23.12.2011 Fezleke
Tarihi, Suç İsnadı: Örgüte Üye Olmamakla Beraber Örgüt Adına Suç İşlemek, 2911
Sayılı Yasaya Muhalefet
Fezleke
Konusu: Söz konusu tarihte yapılan yürüyüşe izin verilmemesi üzerine kolluk
görevlileri ile yaptığımız konuşma suç isnadı olarak karşımıza konmuştur.
17-
Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi 2012/142 Esas, 2012/148 Karar, 02.07.2012 Karar
Tarihi, Suç İsnadı: Kamu Görevlisinin Resmi Belgede Sahteciliği (Yargılamanın
Durdurulması Kararı)
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/94
Karar Sayısı : 2016/87
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes bakımından
uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar,
anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin incelemesi
için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA
DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE
İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi,
dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile değiştirilmesi
anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa
değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini
değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen
kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi,
ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere
aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim
kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur.
"
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın
ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın
ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması
işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin
zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde,
benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin
çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in kapatılmasına
ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü
üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet kullanımına,
isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir
çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin
uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir
kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti
programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi olan
HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit
etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir.
Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini
açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını yerine
getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi,
HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/95
Karar Sayısı : 2016/88
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II-
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde
yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur."
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in
dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule
dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi,
her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda1 mahkeme,
ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti
programında şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik
ilkelerin reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program
içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması
AİHM'in göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim
edilen fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen
özerklik talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla
birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında
değerlendirilmiştir. Bu durum, fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine
ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle
hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya
koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya
aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
1)SORUŞTURMA
NO : 2016/100
FEZLEKE
NO : 2016/16
SUÇ
: Örgüt propagandası yapmak
SUÇ
TARİHİ VE YERİ : 26/02/2016- 02/03/2016, Erzurum/Tekman
GEREKÇE
: Parti Kadın Hareketi’nden Berjin Demirkaya’nın cenazesine katılmak, bu
cenazede tarafımızca herhangi bir şiddet övgüsü içeren konuşma vb. bir durum
yaşanmamıştır.
2)SORUŞTURMA
NO : 2016/775 Sor. No
FEZLEKE
NO : 2016/16
SUÇ
: 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek
SUÇ
TARİHİ VE YERİ : 11/11/2015- Ağrı/Merkez
GEREKÇE:
Silvan’daki sokağa çıkma yasağı protesto etmek için yapılan Kürsü
Dokunulmazlığı ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gereken basın
açıklamasına katılmak
3)SORUŞTURMA
NO : 2016/181
FEZLEKE
NO : 2016/1
SUÇ
: Örgüt propagandası yapmak, 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek, terör
örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek
SUÇ
TARİHİ VE YERİ: 21/07/2015, 06/10/2015, 02/12/2015- Ağrı/Merkez
GEREKÇE
:
1.
21/07/2015:
Suruç katliamını kınamak için yapılan basın açıklaması
2.
06/10/2015:
“AKP savaş isityor, barışı biz inşa edeceğiz şiariyla özgürlük yürüyüşü”nde
“komployu kınıyoruz halkımızın öz yönetimini selamlıyoruz” yazılı pankartın
taşınması
3.
02/12/2015: İbrahim
Çeçen Üniversitesi kampüsünde ADÖ-DER ve DEM-GENÇ’in organize ettiği basın
açıklaması ve yürüyüşe katılmak
4)SORUŞTURMA
NO : 2015/3809
FEZLEKE
NO : 2016/3
SUÇ
: Örgüt propagandası yapmak
SUÇ
TARİHİ VE YERİ : 28/05/2015- Ağrı/Doğubeyazıt
GEREKÇE
: Milletvekilliği genel seçimlerinde yapılan açık hava toplantısında yapılan
konuşma. Kürsü Dokunulmazlığı ve İfade Hürriyeti çerçevesinde değerlendirilebilecek
açıklama nedeniyle fezleke hazırlanması açıkça hukuka aykırıdır.
Bu
açıklamaların tamamı Kürsü Dokunulmazlığı ve İfade Hürriyeti çerçevesinde
değerlendirilebilecek açıklamalardır. Herhangi bir şiddet eylemine katılmak ya
da şiddet övgüsü yapmak söz konusu değildir.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin iptali
için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/96
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde
karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde
kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin
genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş
olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle
kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun
raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında
farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel
Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması, imkan
ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman
kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik
müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine
bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların
konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın
siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın
iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira
gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın
85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis
kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve
Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın
kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını
düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul
işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü
kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları
ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in
sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan
meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması
davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar
vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir.
HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
V. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım hakkında hazırlanan ve başvuru saatine dek
ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
a) Fezleke No: 2012/7 Soruşturma No: 2012/1213
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 29.02.2012 Mardin/Merkez- Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandasını Yapmak
Fezlekenin Konusu: Tutuklu bulunduğu Mardin E Tipi Kapalı Cezaevinde
milletvekili olarak seçilen Gülser Yıldırım’ın, sürmekte olan açlık grevleri
ile ilgili Cezaevi Müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçedeki ifadelerinden dolayı
hakkında fezleke hazırlanmıştır.
b) Fezleke No: 2015/70 Soruşturma No: 2015/1246
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 01.01.2015 Nusaybin
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandasını Yapmak, Suçu ve Suçluyu Övmek
Fezlekenin Konusu: Nusaybin’in Zeynel Abidin Mahallesinde kurulan çadır ve imza
kampanyasına yapılan operasyonun ardından ilgili yerde Sn Gülser Yıldırım’ın
operasyonu eleştirmesi fezleke konusu olmuştur.
c) Fezleke No: 2015/71 Soruşturma No:
2015/1245
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 22.01.2015 Mardin/Nusaybin
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak, Suçu ve Suçluyu Övmek
d) Fezleke No: 2015/106 Soruşturma No: 2015/2372
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 15.08.2015 Mardin/Nusaybin
İsnat Edilen Suç: Suçu ve Suçluyu Övmek, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik etme,
Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Sn Yıldırım’ın konuşması
e) Fezleke No: 2016/10 Soruşturma No:
2016/228
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 05.09.2015 Mardin/Nusaybin
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Lokman Süne’nin cenaze merasimi sırasında yaptığı konuşma
f) Fezleke No: 2015/104 Soruşturma No: 2015/2173
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 06.05.2015, Mardin/Nusaybin
İsnat Edilen Suç: Suçu ve suçluyu övmek, Örgüt propagandası yapmak
Fezlekenin Konusu: Sn Yıldırım’ın bir etkinlikte yaptığı konuşma
g) Fezleke No: 2016/11 Soruşturma No: 2016/69
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2014 Mardin/Dargeçit
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’ın Dargeçit Belediyesi
Basın Bülteni adlı derginin 52. Sayfasında “HES ve barajlara karşı yürütülen
mücadelenin Kürt halkının mücadelesinin bir parçası olduğunu” ve özetle baraj
ve karakol yapımının çözüm olmayacağını ifade etmesi fezleke konusu olmuştur.
h) Soruşturma No: 2011/1674 Esas
No:2012/228 (yeni esas no 2015/1121)
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2009 Mardin, 2. Asliye Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: Defter ve Kayıtları Tutmamak
Konu: Sn Gülser
Yıldırım hakkında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 18.08.2011 tarih ve
2011/1674 esas sayılı iddianamesi ile diğer 15 sanık hakkında 2820 sayılı
yasaya muhalefet suçundan kamu davası açıldığı, Mahkemenin 2012/228 esasına
kaydı yapılan dosyada yargılama sonucunda 29.01.2015 tarihinde Gülser
Yıldırım’ın milletvekili olduğu gerekçesiyle dosyanın tefrik edilerek
mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmesine dair karar verilmiştir.
ı) Fezleke No: 2016/27 Soruşturma No: 2014/5717
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 6 Ekim 2014 ve sonrası- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı
Parlamenter Suçları Soruşturma Bürosu
İsnat Edilen Suç: Suç işlemeye tahrik ve TCK 214/3 maddesi delaletiyle suç
işlemeye azmettirme
Fezlekenin Konusu: HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun 6 Ekim Pazartesi günü Kobanî
gündemiyle halka yaptığı acil eylem çağrısı gerekçesiyle MYK Üyesi Gülser
Yıldırım dâhil olmak üzere 7 parlamenter hakkında fezleke düzenlenmiştir.
i) Fezleke No: 2016/7 Soruşturma No: 2016/340
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2015 Mardin/ Merkez
İsnat Edilen Suç: Silahlı Örgüt Kurma veya Yönetme
Fezlekenin Konusu: Mardin-Dargeçit’te süren sokağa çıkma yasağı esnasında Mardin
Milletvekili Gülser Yıldırım ile telefon vasıtasıyla iletişime geçilmiş olduğu
iddiasıyla fezleke düzenlenmiştir.
j) Fezleke No: 2016/407 Esas No: 3/753
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 25.01.2016 Mardin/ Kızıltepe
İsnat Edilen Suç: Örgüt Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: “Cizre Olaylarını Protesto” adlı mitingde asılan bayraklar,
yazılı posterler ve pankartlar sebebi ile Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım
hakkında fezleke düzenlenmiştir. İlgili mitingde Yıldırım’ın da platforma çıkıp
konuşma yaptığından bahsedilmiş ancak ilgili açıklamaya/sözlere yer
verilmemiştir.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/97
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat hesabı
aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp yapılmadığı,
soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini
değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen
kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi,
ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere
aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim
kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur.
"
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın
ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın
ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması
işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin
zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde,
benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir. Özellikle
muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun geçici
olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama dokunulmazlıklarının
tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık olan bir teklifle
'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız çalışmaya imza
atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama dokunulmazlığıyla
ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı" olarak
nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun üstünlüğüne
dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve
sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B.
No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03,
8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan
müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini
önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın
ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin
çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in kapatılmasına
ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü
üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet kullanımına,
isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir
çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin
uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir
kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti
programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in gözlemci
üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin tekrarı,
siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine
yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde
bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik
talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası
olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine
dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini
savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis
kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafaımıza
başvuru saatine dek ulaşılabilen fezleke aşağıdaki gibidir:
İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı 15.04.2016 Tarih B.M. 2016/1723 Sayılı Fezlekede Örgüt
Propagandası suçlaması
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/98
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru
yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı
olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan
işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde
yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek
sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici
maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün
tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı
delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in
dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule
dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi,
her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/99
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder2. Burada
tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi
şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise,
Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle,
parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak,
savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını
ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi
kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması konusunu
düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde
tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi
girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115
üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci
Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan
mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap,
Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından
görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak
görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu
görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir.
Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla Halkın
Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi
(DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP),
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik
Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri
gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa
Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde
bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar
vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da
tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle
başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan
Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan
ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının
parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde
alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda
açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/100
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme
yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı
yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da
belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile
açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği
bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder.
Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini
hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler
dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı
olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu,
amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları
da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan'
19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle
anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık
teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize
edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle,
partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık
2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen
parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası
sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu
isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış
olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde
eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş
ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş
olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur
tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen
düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla
belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi
sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve
yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin çoğu,
haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda
açıklanmasını, talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/101
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır.
İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul
edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel
Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis
gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten
son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının
toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki
gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir
başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle
anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların
kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve
imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila
134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya
karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla getirilen
teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir nedenin yer
alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerinde
geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi seçmeni dışında
kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin
çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy
veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak için Meclis'te
bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından tahrik
edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B.
No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03,
8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir.
Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi
(DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP),
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik
Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te
Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını
da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar
ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi
niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
VI. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını
yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3. maddesinde
şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır. Anayasa 85. maddedeki süreyi de dikkate
alarak hak kaybına neden olmamak amacıyla başvuru tarihi itibariyle tarafımıza
fiziki olarak ulaşan bir fezleke bilgisi olmamasına karşın böyle bir başvuru
yapmak gereği doğmuştur.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/102
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar
zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de
hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından dile
getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon
görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya alan
böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı
olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal
kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu
iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler
sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk
düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir.
Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı
bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin
daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref
ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı
hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama
görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık
olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız
çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis
kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından
doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik bahsini
hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek tezahüratları
altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu Hasan Hayri ve
arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili çok alkış
alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma gerekçe
gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme
özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet
kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
VII. HAK VE
ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin fillerine
yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri yürüyüşlerinde
bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir. Özerklik
talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt propagandası
olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının
parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde
alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
TBMM
Diyarbakır Milletvekili Çağlar Demirel hakkında hazırlanan ve başvuru saatine
dek ulaşılabilen fezlekeler aşağıdaki gibidir:
a) Fezleke No: 2016/54 Soruşturma
No: 2016/3528
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 17/12/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Sokağa
çıkma yasaklarına karşı basın açıklaması yapmak.
b)
Fezleke No: 2016/58 Soruşturma No: 2015/42384
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 12-13/11/2015
Silvan, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Görevi
yaptırmamak için direnme, Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret
Fezlekenin Konusu: Sokağa
çıkma yasaklarını protesto amaçlı açıklama ve yürüyüş yapmak.
c) Fezleke No: 2016/4 Soruşturma
No: 2015/47476
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 10/10/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Cumhurbaşkanına
hakaret
Fezlekenin Konusu: 10
Ekim Ankara katliamını protesto amaçlı TV’de demeç vermek.
d)
Fezleke No: 2016/15 Soruşturma No: 2016/2728
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 07/11/2015
Dicle, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Basın
açıklaması ve konuşma yapmak.
e)
Dosya No: 2014/235 (Diyarbakır 2. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde görülmekte olan 2014/235 sayılı dosyaya binaen, mahkemenin
“dokunulmazlığın kaldırılması” talebiyle 08.03.2016 tarihinde
hazırladığı fezleke
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 2011
Diyarbakır, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi
İsnat Edilen Suç: Örgüte Üye
Olmak
f) Fezleke No: 2015/18 Soruşturma No: 2015/23718
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 24/05/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: Örgüt
Propagandası Yapmak
Fezlekenin Konusu: Diyarbakır
Koşuyolu parkında HDP’nin organize ettiği “Kadınlar Yeni Yaşam İçin Buluşuyor”
konulu etkinlikte konuşma yapmak.
g)
Fezleke No: 2015/32 Soruşturma No: 2015/40081
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 13/09/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet, Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşlemek
Fezlekenin Konusu: Sokağa
çıkma yasaklarını protesto amaçlı yürüyüşe katılmak.
h)
Fezleke No: 2015/25 Soruşturma No: 2015/33643
İsnat Edilen Suç Tarihi ve Yeri: 01/08/2015
Diyarbakır, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı
İsnat Edilen Suç: 2911 Sayılı
Yasaya Muhalefet, Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşlemek
Fezlekenin Konusu: Basın açıklaması yapmak.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/103
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama organının
kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes bakımından uyulması
zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir. Yasama
alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof. Dr.
Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan"
olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın
“Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun” biçiminde
açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan, yasama
merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle
kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde gerçekleştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür.
Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin
kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek
ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için
şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından
göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri,
yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek
sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici
maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün
tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı
delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi
itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik
taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline
getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir.
Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle
ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan,
yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar
için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere
göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin
bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan
uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem
Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın
ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın
ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması
işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin
zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde,
benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar
da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları, 482.
maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak üzere
yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule dair
bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme,
seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette
bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler
ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin
vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta
HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin dokunulmazlığının
kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük ölçüde yitirmeye
zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki hususlar gerekçe
konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale
kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık kaldırma
düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız müdahale
oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini
talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca
uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden
tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal
edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı
görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği
ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan,
Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak
üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed
Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne
gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında
öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra
öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması
davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar
vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de
yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime
katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek Mahkeme
önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil dokunulmazlıkların
kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya aykırı,
iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
1- Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1631
Sor. No, 2016/3 Fezleke No Tarihli Fezleke-Silahlı Örgüte Üye Olma-2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
2- Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı B.M
2016/106 Sayılı 11.03.2016 Tarihli Fezleke-Seçim Kanuna Muhalefet
3- Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/2893
Sor. No, 2016/15 Fezleke No 02.02.2016 Tarihli Fezleke-Örgüt Propagandası-Suçu
ve Suçluyu Övme, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme
4- Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/2504
Sor. No, 2016/1 Fezleke No, 01.02.2015 Tarihli Fezleke-2911 Sayılı Kanuna
Muhalefet
5- Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/3234
Sor. No, 2016/14 Fezleke No, 31.01.2016 Tarihli Fezleke- Örgüt Propagandası,
Suçu ve Suçluyu Övme, 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet, Devletin Birliğini ve Ülke
Bütünlüğünü
6- Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/1858
Sor. No, 2014/45 Fezleke No, 27.02.2014 Tarihli-911 Sayılı Kanuna Muhalefet
7- Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/987
Sor. No, 2015/111 Fezleke No, 26.03.2015 Tarihli-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
8- Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı B.M
2016/20 29.01.2016 Tarihli Fezleke-Örgüte Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme
9- Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/373
Sor. No, 2015/102 Fezleke No, 25.12.2015 Tarihli-Örgüt Propagandası
10- Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/2504
Sor. No, 2016/1 Fezleke No, 10.03.2016 Tarihli-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
11- Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/10472 Sor. No, 2015/1 Fezleke No, 24.04.2015 Tarihli-Örgüte Silah Sağlama
12- Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 2014/458
Sor. No, 2014/18 Fezleke No, 27.02.2014 Tarihli-Örgüt Propagandası, 2911 Sayılı
Kanuna Muhalefet
13- Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/987
Sor. No, 2014/111 Fezleke No, 26.03.2015 Tarihli-2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
14- Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1920
Sor. No, 2016/ Fezleke No Sayılı 04.04.2016 Tarihli Fezleke-Silahlı Örgüte Üye
Olma
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/104
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu
usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına
alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma
hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir
Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça belirtilenler
dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi denetimine bağlı
olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar bunların konusu,
amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin gözönünde
tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı tutulan
kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk devleti
ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu tespitin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları
da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan'
19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle
anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık
teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize
edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle,
partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık
2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen
parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası
sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu
isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış
olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde
eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş
ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına yönelmiş
olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur
tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen düşüncelerin
ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik düzenin
temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında farklı
fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan
karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da
geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla
belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi
sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve
yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
1- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/6566 Sor. No, 2016/14 Fezleke No 04.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
2- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/18343 Sor. No, 2016/6 Fezleke No 21.01.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
3- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2011/14450 Sor. No, 2015/39 Fezleke No 28.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
4- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38735 Sor. No, 2016/2 Fezleke No 07.01.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
5- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/21245 Sor. No, 2016/1 Fezleke No 07.01.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
6- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38899 Sor. No, 2016/44 Fezleke No 14.03.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
7- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/45949 Sor. No, 2016/55 Fezleke No 28.03.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
8- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38843 Sor. No, 2016/26 Fezleke No 22.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
9- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/40081 Sor. No, 2015/32 Fezleke No 24.12.2015 Tarihli Fezleke-Silahlı
örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşlemek ve 2911 Sayılı Kanuna
Muhalefet
10- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/47476 Sor. No, 2016/4 Fezleke No –Cumhurbaşkanına Hakaret
11- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/47474 Sor. No, 2016/18 Fezleke No 05.02.2016 Tarihli Fezleke-Örgüt Propagandası
12- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38804 Sor. No, 2016/30 Fezleke No 29.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
13- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/30366 Sor. No, 2016/37 Fezleke No 03.03.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
14- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/39213 Sor. No, 2016/10 Fezleke No 27.01.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
15- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2013/10596 Sor. No, 2016/25 Fezleke No 18.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı Kanuna
Muhalefet
16- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38917 Sor. No, 2016/22 Fezleke No 09.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
17- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/18329 Sor. No, 2016/21 Fezleke No 08.02.2016 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
18- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2012/31341 Sor. No, 2015/31 Fezleke No 09.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
19- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2014/7368 Sor. No, 2015/30 Fezleke No 14.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
20- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38965 Sor. No, 2015/28 Fezleke No 26.11.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
21- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2012/18852 Sor. No, 2015/37 Fezleke No 21.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
22- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/17257 Sor. No, 2015/33 Fezleke No 21.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
23- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38759 Sor. No, 2015/34 Fezleke No 21.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
24- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2012/5150 Sor. No, 2015/38 Fezleke No 22.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
25- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/39217 Sor. No, 2015/36 Fezleke No 21.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
26- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
2015/38929 Sor. No, 2015/35 Fezleke No 21.12.2015 Tarihli Fezleke-5809 Sayılı
Kanuna Muhalefet
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/105
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır.
İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul
edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel
Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis
gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten
son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama dokunulmazlıklarının
toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin, yukarıdaki
gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün bir
başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme öncelikle
anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların
kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve
imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila
134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya
karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının
önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini
engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi
olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi
olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde
siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp
görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer
gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine
müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla getirilen
teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir nedenin yer
alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015 seçimlerinde
geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi seçmeni dışında
kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin
çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy
veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak için Meclis'te
bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından tahrik
edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz. Mathieu-Mohin
ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B.
No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03,
8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir.
Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi
(DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP),
Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik
Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini
feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te
Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını
da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar
ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi
niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok
sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt,
grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu
oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde
ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları
eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu
mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP,
“etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına
karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal
yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun
sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de
dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir. Sokakta,
fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde, bu
ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını
yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde
alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Van Milletvekili Lezgin BOTAN hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler aşağıda
sıralanmıştır.
A.
Sayın Botan
hakkındaki bir fezleke, 2016/1 sayılı fezlekedir. 6 Kasım 2015 günü PKK/KCK
üyesi Azad Welat kod adlı Azad Bilal Günay’ın cenaze törenine katıldığı böylece
“terör örgütü propagandası yapmak” suçunu işlediği savıyla Erciş
Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/3619 sayılı soruşturmaya
dayanmaktadır.
B.
Sayın Botan hakkındaki
bir diğer fezleke, 2016/1 sayılı fezlekedir. 27 Nisan 2015 günü Van ili
Beşyol kavşağında hastane caddesi üzerinde bulunan HDP seçim irtibat bürosunun
açılışı sırasında yaptığı konuşmayla “suçu ve suçluyu övme, devletin birliğini
ve ülke bütünlüğünü bozmak, terör örgütü propagandası yapmak, cumhurbaşkanı ve
eşine hakaret” suçunu işlediği savıyla Van Cumhuriyet Başsavcılığınca
başlatılan 2015/11283 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
C.
Sayın Botan
hakkındaki bir diğer fezleke, 12 Ekim 2015 günü Van ili HDP seçim irtibat
bürosunun açılışı sırasında yaptığı konuşmayla “terör örgütü propagandası
yapmak, cumhurbaşkanına hakaret” suçunu işlediği savıyla Van Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan B.M. 2015/7359 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır..
D.
Sayın Botan hakkındaki
bir diğer fezleke, 2016/2 sayılı fezlekedir. 2016 yılı Kasım ayında Silvan
ilçesindeki sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek amacıyla Van ili Feqiye
Teyran Parkında yaptığı konuşmayla “suç işlemeye alenen tahrik etme, suçu ve
suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, halkı kanunlara
uymamaya tahrik etme” suçunu işlediği savıyla Van Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan 2015/16150 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
E.
Sayın Botan
hakkındaki bir diğer fezleke, 21 Mayıs 2015 tarihinde Van ili Çatak
ilçesinde Çatak Kaymakamını hedef göstererek yaptığı konuşmayla “hakaret, suç
örgütlerinin isimlerini kullanarak tehditte bulunmak” suçunu işlediği
savıyla Çatak Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan B.M. 2015/222 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/106
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş,
bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence
altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır.
Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk,
kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini
sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran
veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik
olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş,
doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa değişikliklerinin kontrolünün,
anayasanın sağladığı güvencelerin zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento
çoğunluğunun, azınlık aleyhinde otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu
da aynı şekilde ileri sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların
hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler
'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana
kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle,
partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık
2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen
parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası
sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu
isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila 133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince
verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar
bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem Anayasanın
85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının Meclis
kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları (Komisyonlar ve
Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır. Dokunulmazlığın
kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve başvuru hakkını
düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama öncesi usul
işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini önünü
kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları
oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE
sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta,
fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi
mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir.
HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır.
İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi,
yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok
kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin
merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve
kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk
yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin
inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
şimdiye dek ulaşan fezleke şu aşamada;
1-
Van Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 14.04.2016 tarih ve 2016/1916 B.M sayılı fezlekesinde;
15.02.2016 tarihinde Van Merkez’de yapılan basın açıklamasında kullanılan
ifadelerden ötürü Suçu suçluyu övmek, devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü
bozmak, yasa dışı örgüt propagandası yapmak suçlamaları iddia edilmektedir.
2-
Van Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 02.03.2016 tarih ve B.M. 2016/1082 sayılı fezlekesinde;
21.02.2016 tarihinde taziye ziyaretinde bulunulması gerekçesi ile terör örgütü
propagandası yapmak, suçu ve suçluyu övmek, toplantı ve gösteri yürüyüşleri
kanununa muhalefet etmek suçlamaları iddia edilmektedir.
3-
Erciş Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 28.01.2016 tarih ve 2015/3619 soruşturma, 2016/1 Fezleke
numaralı fezlekesinde; 06.11.2015 tarihinde taziye ziyaretinde bulunulması
gerekçesi ile görevi yaptırmamak için direnme, kamu görevlisine karşı
görevinden dolayı hakaret, terör örgütü propagandası yapmak suçlamaları iddia
edilmektedir.
4-
Van Cumhuriyet
Başsavcılığının 26.02.2016 tarih ve B.M. 2016/1078 sayılı fezlekesinde; Van
ilinde 28.10.2015 tarihinde gerçekleşen park açılışında yapılmış olan
konuşmadan ötürü 298 Sayılı kanuna mukavemet, terör örgütü propagandası yapmak,
suç ve suçluyu övmek suçlamaları iddia edilmektedir.
5-
Başkale Cumhuriyet
Başsavcılığının 04.09.2015 tarih ve 2015/703 soruşturma, 2015/29 fezleke
numaralı fezlekesinde; 01.09.2015 terör örgütü propagandası yapmak suçlaması
iddia edilmektedir.
6-
Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığının 15.12.2015 tarih ve 2015/52000 soruşturma, 2015/24 fezleke
sayılı fezlekesinde; 26.07.2015 tarihinde suçu ve suçluyu övmek suçlaması iddia
edilmektedir.
7-
Van Cumhuriyet
Başsavcılığının 21.12.2015 tarih ve B.M. 2015/6914 sayılı fezlekesinde;
28.11.2015 tarihinde terör örgütü propagandası yapmak, Cumhurbaşkanına hakaret
suçlamaları iddia edilmektedir.
8-
Erciş Cumhuriyet
Başsavcılığının 25.02.2016 tarih ve 2016/555 Soruşturma, 2016/2 fezleke
numaralı fezlekesinde; 12.10.2015 tarihinde devletin birliği ve ülke
bütünlüğünü bozmaya teşebbüs, terör örgütü propagandası yapmak suçlamaları
iddia edilmektedir.
Bu
fezlekelerin tamamında seçim bölgemizde yürüttüğümüz ve Kürsü Dokunulmazlığı ve
İfade Hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesi gereken faaliyetlere ilişkindir.
Kesinlikle şiddet övgüsü ya da suç unsuru içeren bir konuşma ya da bir faaliyet
tarafımızca gerçekleştirilmemiştir. Hükümetin seçim odaklı kutuplaşmaya dayalı
siyasal kampanyasında şahsım hedef haline getirilmeye çalışılmış, söz konusu
fezlekeler de tamamen siyasal saiklerle hazırlanmıştır. Normal bir siyasi
atmosferde soruşturma açılmasına bile gerek duyulmayacak eylemler gerekçe
gösterilerek ülke birliği ve bütünlüğünü bozma gibi suçlamalar tarafıma
yöneltilmiştir. Hukuken de vicdanen de bunun kabulü mümkün değildir.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/107
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından
Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun
bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza
çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü
izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde
yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in
dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule
dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri
için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3.
maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar,
yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler
yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce
açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi,
her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya
aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Hakkâri Milletvekili Nihat Akdoğanın hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
A.
Sayın Akdoğan
hakkındaki ilk fezleke 2015/3 sayılı fezlekedir. 9 Temmuz 2015 tarihinde
Hakkari il merkezinde DBP İl Başkanlığı önünde gerçekleştirilen ve Hakkari
milletvekilleri, belediye başkanı, HDP il başkanları ve 2500 kişilik grupla
birlikte gerçekleştirilen Basın Açıklamasına katıldığı, açıklama sırasında
yasadışı sloganlar atıldığı, böylece ‘Terör Örgütü Propagandası Yapmak’
suçunu işlediği savıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/2154
sayılı soruşturmaya dayanmaktadır. Örneğini ekte sunduğumuz fezlekede esasen
doğrudan vekile yöneltilmiş bir suçlama yoktur. Etkinlikteki sinevizyon
gösterisi ve atılan sloganlar gerekçe gösterilerek Sayın Akdoğan
suçlanmaktadır.
Düşünce
ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir toplumda yaşamsal
değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, hem yeni ve farklı
düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de bireylere farklı düşünceler
arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi düşüncelerinin doğru veya yanlış
olduğunu sınama olanağını verir. Düşünce ve düşündüklerine ifade etme
özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve başlıca özelliklerinden
biri olarak kabul edilmektedir.
Temel
hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler arasında olduğu kuşkusuz
olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde; “Herkesin görüş
ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir”, yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin
(İHAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne
sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke
sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de
içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir
izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” hükümlerine yer verilmiş,
Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında; “Herkes,
düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle
kınanamaz ve suçlanamaz”, 26. maddesinde İHAS’nin 10/1.maddesindeki
düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir” hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile
Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla
güvence altına alınmıştır. 9 Temmuz 2015 tarihinde Hakkari il merkezinde
gerçekleştirilen etkinlikte ifade edilen düşüncelerin de Sayın Akdoğan’ın orada
bulunmasının da düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerekir.
Bir
açıklamaya katıldığı için Sayın Akdoğan’ın dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın
25, 26 ve 34 maddesi yanında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin (İHAS) 10/1.
maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesi ile 2911 sayılı
Yasaya da açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
B-
Sayın Akdoğan hakkındaki bir diğer fezleke 2015/4 sayılı fezlekedir. 9 Ekim
2015 tarihinde Hakkari il merkezinde DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) İl
Başkanlığı önünde gerçekleştirilen ve Hakkari milletvekilleri, belediye başkan
vekilleri ve yardımcısı, HDP il başkanları ve 2500 kişilik grupla birlikte
gerçekleştirilen Basın Açıklamasına katıldığı, açıklama sırasında yasadışı
sloganlar atıldığı, böylece ‘Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketine Katılma’ suçunu işlediği savıyla
Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/2571 sayılı soruşturmaya
dayanmaktadır. Fezlekede esasen doğrudan Sayın Akdoğan’a yöneltilmiş bir
suçlama olmamasını yanında isnad olarak belirtilen TCK 28/1 Maddesinde
“Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır
bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi
hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili
sayılır.” Denmektedir. Fezleke o kadar özensiz hazırlanmıştır ki isnad edilen
suçun maddi ceza hukuku bakımından değerlendirilmesi dahi yapılmamıştır. 2911
kapsamında dahi aykırılık olmayan, kanuna aykırılığı kitleye duyurulmayan.
Basın açıklamasının ardından kendiliğinden dağılınan bir eylemde daha sonradan
2911 kapsamında aykırılık iddia edilemez.
Dolayısıyla
bir protesto etkinliğine katıldığı için Sayın Akdoğan’ın dokunulmazlığının
kaldırılması Anayasanın 25, 26 ve 34. maddesi yanında İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesinin (İHAS) 10/1. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19.
maddesi ile 2911 sayılı Yasaya da açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
C-
Sayın Akdoğan hakkında bir değer fezleke de 2015/6 sayılı fezlekedir.
10.10.2015 tarihinde Hakkari merkezinde 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Tren
Garı’nda yapılan katliamı protesto etmek amacıyla KESK öncülüğünde yapılan
yürüyüş ve basın açıklamasına katılımın kanuna aykırı olarak yorumlanması ile
“Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüş düzenleme yönetme bunların hareketlerine
katılma suçun işlenmesi ve Örgüt propagandası yapması.” İsnadıyla Hakkari Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2015/2569 sayılı soruşturma numarası ile işlem başlatılmıştır.
HDP
üyelerinin de hayatını kaybettiği patlamayı protesto etmek HDP vekilinin gerek
mecliste gerek sokakta söyledikleri ile paraleldir.
2911
sayılı kanun kapsamında dahi bir müdahale olmayan Türkiye’nin dört bir yanında
yapılan protesto gösterilerini suç kapsamında nitelemek hukuk ile açıklanabilir
bir durum değildir. Sayın Akdoğan’ın bu açıklamaya katılması suçun oluşması
için yeterli görülmüştür.
D-
2015/8 sayılı fezleke ile 03.11.2015 tarihinde Hakkari şehir merkezinde bir
cenaze aracının etrafında toplanan ve olaysız dağılan grubun içerisinde olduğu
savıyla “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüş düzenleme yönetme bunların
hareketlerine katılma suçun işlenmesi.” Suçundan Hakkari Cumhuriyet
Başsavcılığı 2015/2691 soruşturma numarası ile soruşturma başlatılmıştır.
Yukarıda
da belirttiğimiz üzere sayın akdoğan hakkındaki tek isnat Hakkari Devlet
Hastanesi’nin önünde bulunmasıdır, başkaca bir somut vakıa isnat edilmemiştir.
E-
Sayın Akdoğan hakkındaki diğer bir fezleke de 2016/3 sayılı fezlekedir. 11
Kasım 2015 tarihinde Hakkari il merkezi Hakkari Üniversitesi Eğitim Fakültesi
önünde HDP Hakkari milletvekilleriyle birlikte 30 kişilik grupla birlikte,
sokağa çıkma yasaklarının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirilen Basın
Açıklamasına katıldığı, böylece ‘Kanuna Aykırı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Düzenleme, Yönetme, Bunların Hareketine Katılma’ suçunu
işlediği savıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2016/524 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
Sayın
Akdoğan TBMM’de sokağa çıkma yasaklarına karşı çıkmıştır. TBMM çatısı altında
ve meclis kürsüsünde savunduğu düşünceler doğrultusunda sokağa çıkma
yasaklarının protesto edilmesi amacıyla gerçekleştirilen etkinliğe katılması
mutlak sorumsuzluk kapsamındadır. Dolayısıyla dokunulmazlığının bu nedenle
kaldırılması Anayasanın 83/1 maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Ayrıca
açıklamalarının düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi
gerekir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü, demokratik bir
toplumda yaşamsal değerdedir. Düşünce ve düşündüklerini ifade etme özgürlüğü,
hem yeni ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına olanak sağlar, hem de
bireylere farklı düşünceler arasında seçim yapma ve yanı sıra kendi
düşüncelerinin doğru veya yanlış olduğunu sınama olanağını verir. Düşünce ve
düşündüklerine ifade etme özgürlüğü, öteden beri demokratik toplumun temel ve
başlıca özelliklerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Temel
hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler arasında olduğu kuşkusuz
olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde; “Herkesin görüş
ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama,
alma ve yayma özgürlüğünü içerir”, yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin
(İHAS) 10/1. maddesinde; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne
sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke
sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de
içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir
izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” hükümlerine yer verilmiş,
Anayasa’nın 25. maddesinde “düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında; “Herkes,
düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle
kınanamaz ve suçlanamaz”, 26. maddesinde İHAS’nin 10/1.maddesindeki
düzenlemeye benzer şekilde; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir” hükümlerine yer verilmiştir.
Görüldüğü
gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası ile
Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade/düşünce özgürlüğü en geniş anlamıyla
güvence altına alınmıştır. 26 Temmuz 2015 tarihinde Basın Açıklaması yoluyla
ifade edilen düşüncelerin de düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
Salt
düşüncelerini açıkladığı için Sayın Akdoğan’ın dokunulmazlığının kaldırılması
Anayasanın 25 ve 26. maddesi yanında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin (İHAS)
10/1. maddesine de açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
F-
2015/7 sayılı fezlekede 12.11.2015 tarihinde yukarıda açıkladığımız yürüyüşe
yapılan ngellemeyi protesto için yapılan 5 dakikalık oturma eylemi kaynak
gösterilerek “ Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme yönetme ve
bunların hareketlerine katılma” isnadıyla Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından 2015/2679 soruşturmaya dayanmaktadır.
G-
2016/2 sayılı fezleke ise 13.01.2016 Hakkâri şehir merkezinde Hakkari Devlet
Hastanesi’nden alınan cenazenin defin işlemleri için yola çıkan kalabalığın
arasında olduğu gerekçesiyle “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüş düzenleme
yönetme bunların hareketlerine katılma suçun işlenmesi” isnadıyla Hakkari
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/501 sayılı soruşturmasına dayanmaktadır.
H-
Sayın Akdoğan hakkında hazırlanan son fezleke 2016/5 sayılı fezlekedir.
28.08.2015-06.2015-19.06.2015-25.07.2015-23.08.2015-1209.2015-13.01.2019
tarihlerine özgülenen açıklamalar ile “yardım yataklık, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme yönetme ve bunların hareketlerine katılma, terör
örgütü propagandası yapma” suçlarının işlndiği savıyla Hakkari Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2016/874 sayılı soruşturmasına dayanmaktadır.
Son
derece ciddiyetten uzak hazırlanan fezlekeyi şişirmek için çeşitli tarihlerde
yapılan silahlı eylemler sıralanmış, Sayın Akdoğan’ın bu gruplar arasında
olmadığı belirtilmiştir. Belediye, adliye ve parti binasında olduğu söylenen
Akdoğan’ın vekli olduğu ildeki varlığı operasyonları güçleştirerek devlet
zafiyetine neden olduğu kanısına ulaşılmasına neden olmuştur. Bütün fezlekeler
de olduğu gibi suç yaratmak soyut yorum zorlamasıyla mümkün olduğundan böyle
bir mantıkla hukuk tartışmak mümkün değildir.
Fezlekenin
diğer bölümlerinde sayın vekilin haber sitelerinden derlenen TBMM çatısı
altında da ifade ettiği açıklamaları bulunmaktadır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/108
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar
zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de
hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili tarafından dile
getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi, Komisyon
görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya alan
böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı
olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede anayasal
kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu
iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler
sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk
düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir.
Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı
bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin
daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref
ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı
hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama
görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği açık
olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında sayısız
çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu Meclis
kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından
doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik bahsini
hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek tezahüratları
altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu Hasan Hayri ve
arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili çok alkış
alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma gerekçe
gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme
özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet
kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine
yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi
projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı
bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde,
parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin
açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal
konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini
sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını,
düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin
tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden,
bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması kapsamında
değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır.
İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi,
yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok
kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin
merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve
kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk
yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin
inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
A-
2016/3 numaralı fezleke 27 Ekim 2015 tarihinde Van İpekyolu gazetesinde
yayımlanan demeç üzerine Beşir ATALAY’a hakaret iddiasıyla hakkında Van
Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/15086 numarasıyla açılan soruşturmaya
dayandırılmıştır.
B-
2016/4 sayılı fezleke 20/12/2015 tarihinde Van ilinde yapılan bir basın
açıklamasında bulunmak gerekçe gösterilerek 2911 sayılı yasaya muhalefet
gerekçesi ile Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan 2016/13 sayılı
soruşturmaya dayandırılmıştır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/109
“…
I-
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi
hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca,
Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde
olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor,
dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme
veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber
düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları
bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı
mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği
nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis
kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak
ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de, dokunulmazlığının
Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları
(Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal
etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının
TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması
gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci
oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler, Konvansiyon
döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince yeniden tesis
edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi, yargının
bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla
daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her
zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır.
Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek
olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları
kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri
hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip
Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına
alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa Mahkemesi, 7
Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde bulunan 13
milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir. 1
Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da tutuklanmıştır.
3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8
Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla
Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu gibi
en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV-
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar
ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim
edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir.
Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu
vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir
irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık tarihi
bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan
eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne
koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
şimdiye dek ulaşan fezleke şu aşamada;
FEZLEKE 1
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/667
|
2016/39
|
11
Ocak 2016 Diyarbakır/Merkez
|
2016/947
|
09.Mar.16
|
Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı
|
Terör
Örgütü Propagandası Yapmak
|
ÖZET
Demokratik
İslam Kongresi (DİK) organizesinde, Yenişehir ilçesi Büyükşehir Belediyesi
önünde saat 12:50 sıralarında toplanan gruba hitaben yaptığı konuşmada örgüt
üyelerine yönelik yapılan operasyonları katliam olarak nitelendirdiği, örgüt
mensupları tarafından Diyarbakır ili Sur ilçesinde kazılan hendekler ve kurulan
bombalı tuzaklamalar ile örgüt mensuplarınca yapılan saldırıları meşru görerek
terör örgütüne yönelik yapılan operasyonları halka yönelik olarak yapıldığı
algısını oluşturmaya çalıştığı, konuşması ve basın açıklaması bir bütün olarak
değerlendirildiğinde terör örgütünün, Devletin güvenlik güçleri ile girdikleri
silahlı çatışmayı haklı gösterdiği bu itibarla konuşma metni ve basın
açıklamasının bir bütün halinde terör yöntemlerini kullanmaya özendirici ve
terörizmi yüceltici nitelikte olduğu bu şekilde silahlı terör örgütünün
propagandasını yaptığı gerekçesiyle fezleke düzenlenmiştir. Tarafımca
yapılan basın açıklamasının bir bölümü aşağıya alınmıştır:
“Fakat
bugün burada Diyarbakır’da, ablukanın hemen dibinde, sokaklarında gençlerin,
çocukların ölülerinin alınamadığı, camilerinde, okullarında hala cenazelerin
bekletildiği, insanların yollarda yaralı, kan kaybından hayatını kaybettiği,
evlerinde sofra başlarında, abdest alırken namaz kılarken durdukları yerde
hedef alındığı, infaz edildiği bir mahallenin dibindeyiz ve işte biz Türkiye’de
bu kadar özgürüz ve mahallelere giremiyoruz. İşte bugün büyüklerimizle, din
alimlerimizle, kadınlarımız, gençlerimizle birlikte biz de ablukalara karşı,
infazlara karşı, ölümlere karşı, sokağa çıkma yasaklarına karşı duruşumuzu
göstermek, tarafımızı göstermek için buraya geldik…..Sivillerimizle
katledilmeye devam eden bir halk burada ölümlere, infazlara özgürlük, adalet
mücadelesi verirken Türkiye medyası, Türkiye basını bütün siyasiler ve medya,
yazarlar, her akşam televizyonlarda konuşan danışman diye bilinen, stratejist
diye bilinen, yazar diye bilinen insanlar milyonlarca halkımızın zihnini
büyümeye, uyuşturmaya, çarpıtmaya devam ediyorlar. Kürt halkı burada yediden
yetmiş yediye değil, anne karnından yaşlısına kadar katledilirken bütün dünyaya
ve Türkiye halklarına burada teröristlerle savaş veriliyor diye
kandırılabiliyorlar, inandırılabiliyorlar. Biz buradaki katliamlara şahidiz.
Kimiz kimi öldürdüğünün çok iyi farkındayız.”
FEZLEKE 2
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/678
|
2016/27
|
6
Ekim 2014 ve
sonrası
|
2014/5717
|
21.Mar.16
|
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı
|
Suç
İşlemeye Tahrik ve TCK 214/3 Maddesi Delaletiyle Suç İşlemeye Azmettirme
|
ÖZET
Samsun’da
ikamet eden 62 kişi ve biri Kocaeli Ceza İnfaz Kurumunda kalmak üzere farklı
illerden 12 kişinin ihbar ve şikayeti üzerine açılan soruşturmaya göre isnat
edilen suç, HDP Merkez Yürütme Kurulu tarafından 6 Ekim 2014 tarihinde www.twitter.com sosyal paylaşım
sitesi üzerinden yayınlanan ve aşağıda yer alan açıklamadır:
“IŞİD
saldırılarının ve AKP iktidarının Kobane’ye ambargo tutumunu protesto etmek
üzere halkımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye
çağırıyoruz. Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı 7’den /0’e bütün
halklarımızı sokağa alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bütün
uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri,
kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani’de yaşanan vahşete karşı
harekete geçmelidir. Bundan böyle her yer Kobani’dir. Kobani’deki kuşatma ve
vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.”
FEZLEKE
3
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/732
|
2016/58
|
12-13
Kasım 2015 Diyarbakır/Silvan
|
2015/42384
|
23.Mar.16
|
Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığı
|
Görevi
Yaptırmamak İçin Direnme, Cumhurbaşkanına Hakaret, Kamu Görevlisine
Görevinden Dolayı Hakaret
|
ÖZET
Silvan
ilçesi Tekel Mescid ve Konak mahallelerinde 3 Kasım 2015 tarihinde başlayan
sokağa çıkma yasağı ve akabinde düzenlenen operasyonları protesto etmek
amacıyla 12 Kasım 2015 tarihinde ilçe merkezine giriş yapan HDP Eş Genel
Başkanı Figen Yüksekdağ Şenoğlu, Milletvekilleri Hüda Kaya, Saadet Becerekli ve Mehmet Ali
Aslan, Ertuğrul Kürkcü, Ahmet Yıldırım, Altan Tan, Feleknas Uca, Çağlar
Demirel, İdris Baluken'in yürüyüşe devam etmeleri, güvenlik güçleriyle arbedeye
girmeleri ve görevlerini yapmalarına engel olmaları ve Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ Şenoğlu’nun konuşmaları fezlekeye konu
edilmiştir.
FEZLEKE
4
|
FEZLEKE
NO
|
SUÇ
TARİHİ VE YERİ
|
SORUŞTURMA
NO
|
FEZLEKE
DÜZENLEME TARİHİ
|
DÜZENLEYEN
SAVCILIK
|
SUÇ
|
3/737
|
2016/23
|
15.Şub.16
|
2016/2897
|
11.Mar.16
|
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı
|
Cumhurbaşkanına
Hakaret
|
ÖZET
Cihan Haber Ajansına yaptığı, Zaman Gazetesinde yayınlanan
açıklamalarda Cumhurbaşkanına yönelik iftira niteliği taşıyan ifadeler
bulunulduğu, haberin ekran görüntülerinin alındığı ve haberin içeriğine ilişkin
"Ne bakan ne hükümet dinleyen, direkt saraya bağlı özel
paralel yapıları var. Gerçek paralel yapılar var. Gerçek paralel yapı
Beştepe'de… Sarayda, danışmanlardan kapıcıya kadar bu ittifakın temsilcilerinin
hüküm sürdüğünü söyleyen Kaya; korkunç, vahim ötesi bir duruma geldik”
beyanı fezlekeye konu edilmiştir. Bu fezlekelerin tamamı
yürüttüğümüz Kürsü Dokunulmazlığı ve İfade Hürriyeti çerçevesinde
değerlendirilmesi gereken faaliyetlere ilişkindir. Kesinlikle şiddet
övgüsü, hakaret ya da suç unsuru içeren bir konuşma ya da bir faaliyet
tarafımızca gerçekleştirilmemiştir. Bir vekilin sadece siyasal eleştiri
niteliğindeki konuşmalarının soruşturmaya konu edilmesinin demokratik bir hukuk
devletinde kesinlikle yeri yoktur. Kaldı ki Türkiye’deki yargı makamları,
ulusal ve uluslararası mevzuat gereğince bu konuşmaların cezai bir yaptırıma
tabi olamayacağı açıkken hazırlanan bu fezlekelerin bir bütün halinde siyasal
faaliyetimizi engelleme yönünde olduğu açıktır. Hükümet politikalarına karşı
geliştirmiş olduğumuz siyasal tutum ve muhalefet nedeniyle siyasi iktidarın
baskı ve zorlamasıyla işbu soruşturmalar açılmış ve hukuki temelden yoksun işbu
fezlekeler hazırlanmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve görüntüleri
incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin iptali için
başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/110
“…
I. BAŞVURUYA KONU YASAMA
İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1. 2/1028 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28 Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu
gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs 2016 günlerinde Anayasa
Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda
teklifin birinci tur görüşmelerine başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs
2016 günü gerçekleşmiş ve teklif kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten
itibaren yedi gün içinde gerçekleştirilmiştir.
2. Teklif, Anayasa'ya geçici bir madde eklenmesi
suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini öngörmektedir. Teklifin içeriği ise,
maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte soruşturmaya veya soruşturma ya da
kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve
mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa
ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal
etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan
milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan
güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen
bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına
giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak
ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü,
dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu
nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3. Yasama işlemi, yasama organının belli bir sonuç
doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis kararları, organik olarak yasama
tarafından yapılmakta, fakat konuları, kapsamları ve oluşma biçimleri
bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama organı, genel, soyut, kişilik dışı
bir norm koyma iradesini kanun biçiminde ortaya koyarken, bireysel, belli kişi
ve somut durumlara dair iradesini "Meclis kararı" şeklinde açıklar.
TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu
verilmesi gibi kararların yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması da içe dönük bir Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve
faaliyetlerine hakim olan Meclisin varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir
güvence olan yasama dokunulmazlıkları, doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe
dönük Meclis kararları, yasama organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu
kararların özelliği, herkes bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri
ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair
alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu,
"yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak
tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet
Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis
kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması
Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili
olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından
özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin
temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa
Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar,
anayasal güvenceye alınmıştır.
4. Meclis kararları, konu bakımından, herkesi
ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme olan kanundan farklıdır.
Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir zemin, hem temel hak ve özgürlükler
rejimini kurarak güvence altına alan bir yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen
bir metin olduğundan, Anayasanın genel, uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı,
kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan,
'bir defaya mahsus' ve geriye dönük bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı
bir grup milletvekiline uygulanacak olan ve aynı şartlarda, aynı fiili
gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke tanzim edilmemiş olan diğer
milletvekillerine uygulanmayacak bir irade beyanının, norm koyma amacına dönük
olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya konu yasama işleminin maddi içeriği
bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5. Nitekim kanun teklifinin gerekçesi de bu yasama
işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir biçimde kaldırılmasına dair yasama
işlemi olduğunu gösterir niteliktedir. Teklifin genel gerekçesinde, yasama
dokunulmazlıklarının kamu yararı için benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve
dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş usulle kaldırılmasının mümkün olduğu
teslim edilmektedir. Mevcut durumda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin
normal usulün uygulanmaması için iki gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri,
yürütülen "terörle mücadele" sürecinin, "terörü ve
teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin kamuoyunun da
baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması arzusu olarak
karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu husus, hukuki bir
kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı
siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün
çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi
hukukilikten ve ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta
genel gerekçede dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat
hesabı bile yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir.
Yine birçok milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının
ele alınması talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın
83. maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6. Genel gerekçede, milletvekili dokunulmazlıklarının
TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır.
Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel Kurulu’nda görüşme yapılmasına
gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını incelemek üzere isim çekme
suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık komisyonunun raporu üzerine yapacağı
işlem ile konunun Genel Kurul’da görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme
bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon
raporu, kovuşturmanın ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde
yazılı olarak itiraz edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması
şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık
kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde
yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir.
Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil
kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu usul ve şekil
kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması, imkan ve
güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit zaman kaybı
değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle demokratik
müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7. Anayasa'ya geçici madde eklenmek suretiyle yapılan
bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma hakkı başta olmak üzere birçok
hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir değerlendirme veya bir kriter
sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle beraber düşünüldüğünde amacın
genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları bir defaya mahsus
olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı mercilerine tevdi
edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği nazara alındığında
yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis kararı olduğu
görülmektedir.
8. Başvuru konusu düzenleme ilgili Anayasa hükmünü (
Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya mahsus askıya aldığı' ve
milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin meclis kararı
niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi
gözeterek, yapılan yasama işleminin dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair
Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan hak ve imkanları dikkate
alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II. YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ
KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI
BAKIMINDAN:
Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve 85’üncü maddeleriyle,
TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal etmektedir. Başvuruya konu
yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesi, ceza
sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların geçmişe yürümezliği,
masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi niteliğinde olan ilkelerle
bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi, dokunulmazlığın
kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri engelleri barındıran
Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134. maddelerinde
düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı hile anlamına
gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in açıklamalarına göre,
"anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın temelinde bulunan siyasî ve
felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi
ve bir başka anayasal sistem ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya
karşı hile olarak adlandırılır..
1. "Anayasa" adı verilen bir metnin gerçekten
Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için, devlet iktidarını sınırlandırması ve
hakları güvence altına alması gereklidir. Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın
hak alanının muhafazasını ve geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken,
korunan hakları daraltan, ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı
olduğu ve bunların geçerli bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls
tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş,
anayasa değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2. Bu çerçevede anayasal kurallar, devlet yapısının ve
temel hak ve özgürlükleri koruma rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili
olarak tüm hukuk düzeninin bağlı olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar,
tıpkı bir heykeli taşıyan kaide gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir
taban olmakla beraber, değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa
hükümlerinin normal hukuk normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha
zor değiştirilmesini, anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde
düşünülerek yapılmasını mecburi kılmaktadır.
3. Yasama ve kürsü dokunulmazlığını kapsayan yasama
muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal geleneğimizde yer alan bir
güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir. Halkın
iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak, parlamenterlik
görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde yapılmasını
mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış deneyimlerin
sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem ifade
özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama faaliyetlerinden
uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler, parlamento fonksiyonunun
sıhhati açısından önemlidir.
4. 1982 Anayasası döneminde, anayasal kaidelerden
farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü niteliğinde olmayan geçici
maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu geçici maddelerle,
darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve askeri vesayetin
kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi bakımından esaslı ve 'istisnai'
düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için seçim kanunlarında yapılan
değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere uygulanamayacağı hükmünün
askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan güvenceler 'bir defaya mahsus'
delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana kadar Milli Güvenlik
Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek siyasetçilere siyaset
yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek
Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu geçici maddelerle
teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni
ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye
bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5. Şimdi Anayasa'ya eklenecek olan 20'nci geçici madde
de bu anlayışı devam ettirmektedir. Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan
bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’ olasılığına karşı bir güvence olan yasama
dokunulmazlıkları, 'bir defaya mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır.
Böylece milletvekillerinin keyfi şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek,
toplumun iradesini tam olarak Meclis kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi
ve milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla
tesis edilen hüküm yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale
edilmekte, tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet
Bakanlığı ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine
gönderilmek suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının
kaldırıldığına dair sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir.
Yasama dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı
bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç
olarak Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın
askıya alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma
tehdidiyle karşı karşıya bırakılmaktadır.
6. Mevcut Meclis kararı demokratik hukuk devletinde
olması gereken kamu yararı düşünülerek değil, iktidarın siyasi saikleri
gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona yakın insanın iradesini temsil
eden HDP milletvekillerini parlamento dışına atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör'
vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt
üyeliği' 'örgüt propagandası' olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP
milletvekillerini ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle
ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li
milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen
fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme,
kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve
gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar
oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası
olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve
ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7. Bu durum, geçici maddeyle gerçekleştirilen ve
aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir yasama
işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken objektiflik ve genellik
ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan
eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına alınan ayrımcılık
yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi
düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin yoğun olarak
yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir siyasi parti
olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8. Bir kısım milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan,
temsil ettikleri halkın hak taleplerini ifade eden söz ve davranışları, bu
değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak
hedef tahtasına yerleştirilerek, cezalandırılmalarının önü açılmaktadır.
Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de
böylece zedelenmiş olmaktadır.
9. Mevcut Meclis kararı için mecliste izlenen yol
Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması konusunu düzenleyen hükümleri
de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük
madde 131 ila133 gayet açıktır.
10. İçtüzüğün 131 ve devamı
maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü ve bu
usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır.
Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda
kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil
işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak
ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan
sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar için
geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11. Mevcut Meclis kararı yasama
dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır. Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel biçimde tek
tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili komisyonlardan
geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir. Buna rağmen
siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuya
dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii üyesi Ekrem Acuner'in
dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği, dokunulmazlığın
kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp yapılmadığı,
soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13. Anayasa Mahkemesi, İçtüzükte yer
alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini
değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen
kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi,
ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere aykırı
tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim kurallarına
uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur. "
14. Yine yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa'nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık denetiminde esaslı bir
unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre, "Anayasa hangi
durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını belirtmemiştir. Ancak bu,
Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt bir değerlendirme hakları
bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer
vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki bu, yasama görevini yürüteceklerin
çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak o görevi
gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir- böyle bir görüş ve
düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk
devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel ölçütler
uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen nitelikte
olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer alan,
ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15. Anayasa Mahkemesi, Çetin Altan'ın
28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı Lütfen
Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca komünizm
propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16. Başvuru konusu işlemin
gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento fonksiyonlarının
korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir nedenin
yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17. Başvuruya konu Meclis kararı, “seçme
ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı düzenleyen 67’inci
maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin başlangıcında; “vatandaşlar,
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak
veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına
katılma hakkına sahiptir.” denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez
unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme
haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar. Başta HDP
milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin
önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık durumuna düşeceklerdir.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da vurgulandığı gibi siyasi
haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme hakkından ibaret
değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi paralelinde siyasi
faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu olan kendisine oy
veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve talepleri için siyasi
faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol 1’in 3. maddesi açık
seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece taraflar, yasama
organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak
şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt
ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce açıklayacaklar,
devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları
yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi bu konuda sözleşmeci
taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut geçici yasa hükmüyle
AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz verilen yükümlülük
yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması
engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu hususların altını
şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18. AİHS Ek 1 No'lu protokol'ün 3.
maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve seçilmeye dair
hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve meşruiyetini koruması
ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19. Bu kararda atıf yapılan AİHS Ek 1
Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler tarafından yaratılmasını
hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin
kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu vurgulamıştır.
Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı olmayan
gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından dolayı
suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın 67’inci
maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20. Başvuruya konu yasama işlemi aynı
zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de ihlalini teşkil
etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama
işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü
maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi
uyarınca “gizli oylama”yla yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin
TBMM’de yapılan birinci ve ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine
riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin tamamını yasa önergesini
imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup
milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna
dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili
İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama
kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın
sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın
gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve
gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir
tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla
düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel
Kurul tutanakları).
Gizli oylama her
milletvekilinin kendi vicdanıyla baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını
sağlamak içindir. Gizliliğin ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir
nedendir. Milletvekillerinin serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen
baskılar ve gizliliğin ihlal edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli
değildir, yapılan düzenleme yok hükmündedir.
III. YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ
KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1. Yasama muafiyetleri, İngiltere'de Kralın
politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin çeşitli
sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu kurumsallaşmıştır.
Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan etkilemektedir.
Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler, Konvansiyon döneminde
kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince yeniden tesis edilmiştir.
Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi, yargının bağımsız ve
tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla daraltılmışsa
da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her zaman
muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2. Aslında Türkiye'nin parlamento tarihi, toplumun ve
bunun yansıması olarak parlamentonun tek tipleştirilmesi girişimlerinin de
tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış
1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir. İkinci Meşrutiyet'in ardından
1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı halktan mebus yer alıyordu.
Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut,
Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev yapmaktaydılar. 12 Ermeni
mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21
Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış,
yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan
1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek
yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik
Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan sonra öldürülmüş, Hampartsum
Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam edilmiştir. Ermenilerin
ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten ve aktif siyasetten
dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve uğradıkları büyük
acıların da habercisi olmuştur.
3. Ayan Meclisi'nde temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti
de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı Seyit Abdülkadir'in
milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış Konferansı esnasında
Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler nedeniyle
düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet dağıtılmıştır.
Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik bahsini hayata
geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek tezahüratları altında
Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu Hasan Hayri ve arkadaşları,
Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle ilgili çok alkış alan bir
konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı konuşma gerekçe gösterilerek
'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe mutabakatına giden
süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen fezlekeleri
hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi yürütenler
yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi yürütenler
için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç isnatlarının
kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt birlikteliği
söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4. Her süreçte Kürt milletvekillerinin Meclis dışı
bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını zorlayan ve kimi zaman bu
sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin yoğun olarak
yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir. Takriri Sükun
Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk düzeninin
dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5. 1990’lı yıllarda PKK ve devlet arasındaki
çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla Halkın Emek Partisi
(HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Demokrasi
ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi (DKP), Halkın Demokrasi
Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi
(DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP kendisini feshetmiş,
geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri iddiası ile
kapatılmıştır.
6. ÖZDEP'in kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan
başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme
yaparak, parti programında şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde
demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit
etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik
kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li
milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti programında siyasi
bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt propagandası, bazı hallerde
örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde
örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunmak suçları
kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum, fezlekelerde yer alan isnatların
ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve
kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü
ortaya koymaktadır.
7. 4 Eylül 1993’te “faili meçhul cinayetler” üzerine
delil tespit çalışması yürüten bir DEP heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş,
DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar öldürülmüştür; Batman Milletvekili
Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır. Yine, 1991 ve 1994 arasındaki
çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi olan HEP ve DEP’in 50’den fazla
üyesi öldürülmüştür.
8. DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2
Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler
tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP
milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık
ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları kaldırılmış ve
Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında
"derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin
ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınmış,
ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs
1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde bulunan 13
milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir. 1
Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da tutuklanmıştır.
3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8
Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla
Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik
Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9. HADEP de benzer kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003
tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından, "PKK'ye yardım yataklık
etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline gelmek" iddiası ile
kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar gereği beyan ve
eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil üyelerinden
46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl geçtikten
sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile HADEP'in
kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10. HADEP'ten sonra DEHAP hakkında
kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9 Kasım
2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse düzenlediği her
etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi,
2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir. 37 kişiye 5 yıl
siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un
milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11. HADEP de bugünkü isnatları
hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri operasyonların çözüm
olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma", "kirli
savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak dosyalara
girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12. Cumhuriyet tarihinde yalnızca 5
iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet
vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle
kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de
Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan
milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen, iktidar
tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi
suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet
partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13. HDP kanuna uygun olarak kurulmuş
ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm
ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç
topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin,
işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans)
bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar,
sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte mücadele yürüten
güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan
onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk
iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP ülke çapında örgütlüdür ve
anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Mecliste grubu bulunan, ana
muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir. Parlamento tarihimizde, Kadın
Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM tarihinde kadın temsiliyetini en
yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz, kendisini münhasıran bir toplumsal,
kültürel ya da etnik toplulukla belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına
dair çözüm önerileri bulunduğu gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan
Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz
programatik dönüşüm temelinde çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir.
Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği
bir partidir. HDP, demokratik sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak
kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist
Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda sayılan ve sayılmayan, devlet
tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik örgüt, grup, dernek ve kişinin
mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz yüzedir.
IV. HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN
DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE FEZLEKELER
1. Aykırı düşüncelerin ifadesi, bu düşünceleri
benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa iktidar, muhalefette
bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen düşüncelerin ifadesini
kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik düzenin temel
özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında farklı fikirler
ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan,
zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması açısından
değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları
rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da geçerlidir.
Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli kararlardan olan
Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik toplumun temel
dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün sadece olağan
karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, siyasal konularda ifade
özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut düzenini sorgulayan
açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden yararlandığını, düşüncelerin
sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile getirilmesinin tek başına bu
güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını tespit etmiştir.
2. Milletvekillerinin ifade özgürlükleri ise, nispi bir
koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile değil, mutlak bir koruma sağlayan
kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi,
yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis
çalışması kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında bir yerdeki “oy ve
sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu olarak da
adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen düşüncelerin, Meclis
dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis çalışmaları kapsamında
ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce açıklamaları bu
kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın dokunulmazlığının
kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine, Prof. Dr. Bahri
Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın dokunulmazlığının usul
eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi ihtimali karşısında konuyu ele
aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması kararlarında, hınç ve öfke
bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli ayıbın işlenmemesi, iyi
niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması, Kamu oyunun tahrik
edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünün
uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü ve teröristi"
desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiği
düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında tanzim edilmiş
olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı çerçevesinde
ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4. Halkların Demokratik Partisi (HDP), ülke çapında
örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu siyasi
partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini ifade
etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri, aynı
zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi talepleridir.
Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için seçildiklerinden,
bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması kapsamında
değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu görüşlerin,
rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri sürülebilmeleri
şarttır.
5. HDP'nin perspektifini belirleyen,
siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini ortaya koyan metin ise
Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta hem Meclis'te
yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin olarak, HDP'yle
kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme niteliğindedir.
Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş, HDP de bu
vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine dair bir
irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık tarihi
bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde cereyan
eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet
arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak
faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü,
dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların
eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve
demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde,
toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne
koyduğu hedefler nedeniyledir.
6.
Yine HDP, mevcut liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir
siyasi parti olarak, siyasi faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına
hapseden bir parti değildir. Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda,
parklarda, gündelik ilişkilerde, bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin
gerekliliğini vurgulayan HDP'nin kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de
çeşitli itirazları vardır. HDP, parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi
idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının
önünde önemli bir engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği
mekanizmaların geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama
geçirir."
7. HDP'nin ileri sürdüğü bu ilkeler,
HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim programına göre, özyönetim,
21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter,
bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde
toplanması ve tek adam diktatörlüğüne yönelmek değil, çok kimlikli, çok
kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel
yönetimlere devridir. Halkların doğrudan yönetime katılacağı ve kendi kendini
yönetebileceği "yerel demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve
bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP
amaç olarak önüne koymuştur.
8. Yine seçim programında,
özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli olduğu ve bu
modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve "demokratik
parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Valilerin ve
kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu gibi yetkilerini açıkça aşarak
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve talimatlarını yerine getirdiği
merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, HDP'nin temel
amaçlarından biridir.
Bu
ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de uyumludur. Özerkliğin
tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3. maddesinde şu şekilde
yapılmıştır:
"Özerk yerel
yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde,
kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını
taşır."
9. Yüksek Mahkeme önüne gelen metnin ne olduğunu
kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek Mahkeme önüne getirdiğimiz
metin bir anayasa değişikliği değil dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin
bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis
kararıdır.
10. Milletvekillerinin çoğu,
haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru konusu Meclis kararı ile
Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere dair sınırlı
beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün itibariyle
bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair de itiraz
ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel
YİĞİTALP’in hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
F. Sayın Yiğitalp hakkındaki bir fezleke, 2016/53
sayılı fezlekedir. 12 Aralık 2015 günü Diyarbakır ili Sur ilçesinde
yürütülen operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarını protesto amacıyla Yenişehir
ilçesi AZC plaza önünde gerçekleştirilen etkinliğe katıldığı böylece “silahlı
terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, terör örgütü
propagandası yapmak, görevi yaptırmamak için direnmek, 2911 sayılı Yasaya
muhalefet etmek” suçunu işlediği savıyla Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan 2016/4344 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
G. Sayın Yiğitalp hakkındaki bir diğer fezleke, 2016/49
sayılı fezlekedir. 25 Aralık 2015 günü Diyarbakır ili Sur ilçesinde
yürütülen operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarını protesto amacıyla KJA (Özgür
Kadın Kongresi) organizesinde Bağlar ilçesi DBP (Demokratik Bölgeler Partisi)
il binası önünde gerçekleştirilen etkinliğe katıldığı böylece “terör
örgütü propagandası yapmak” suçunu işlediği savıyla Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan 2016/4083 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
H. Sayın Yiğitalp hakkındaki bir diğer fezleke, 2016/46
sayılı fezlekedir. 25 Kasım 2015 günü 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle KJA (Özgür Kadın Kongresi) organizesinde
Sur ilçesinde bulunan Dicle Fırat Kültür ve Sanat Merkezinde gerçekleştirilen
Basın Açıklamasında yaptığı konuşmayla “terör örgütü propagandası yapmak”
suçunu işlediği savıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan
2016/7006 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
12. Açıklanan nedenlerle, başvuru
dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler, TBMM’de Komisyon'da
ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve görüntüleri incelendiğinde,
Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin iptali için başvuruda
bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM :
Açıkladığımız ve resen gözetilecek
nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek kanunlaşan, şeklen
anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin Dokunulmazlığın
Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun tespitini,
TBMM’de 20 Mayıs 2016 günü kabul
edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine ilişkin yasama işleminin
tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça ve ağır şekilde aykırı
olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı ihlal
etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar ile birden çok fezleke yönünden
dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda sayılan fezlekeler ile varsa Adalet
Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da Savcılıklarda bekleyen diğer
soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam ettiğinin kararda açıklanmasını
talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/111
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini öngörmektedir.
Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM
Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon
Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin
dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından Anayasa'nın 83.
maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun bırakılmasıdır.
Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza çıksa ve
teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü izlenmiş
olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme
olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu işlemin,
yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın 85.
maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen özgün
bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek
Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya
karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat
altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu
kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık
bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir
tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet
etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye özetlenebilir-
böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa, 2. maddesiyle,
TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu duruma göre
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli, nesnel
ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden beklenen
nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde yer
alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar
konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar kaldırılırken
siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin şeref ve
haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu kararda da
vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı olduğu
değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak olması
gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin
kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer
mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra DEHAP
hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini feshetmiştir. 9
Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin neredeyse
düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış ve
Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar vermiştir.
37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel
Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir. AİHM'in
değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye Devleti'nin
mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik kuralları ihlal
etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM, ÖZDEP'in sadece
ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun amaçlanan meşru
hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin kapatılması davasında da
AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece olağan
karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması
açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen,
onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından da
geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu edilmiştir.
Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda örgüt
propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Milletvekili bir siyasi partiye mensupsa, bu
siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde, görüşlerini
ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları
eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu
mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP,
“etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına
karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal
yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun
sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de
dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir ki;
hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11. Başvuru
konusu Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı
fezlekelere dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının
çıktığı gün itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel
fezlekelere dair de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Iğdır Milletvekili Mehmet Emin ADIYAMAN’ın hakkında tarafımıza ulaşan
fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
A. Sayın Adıyaman hakkındaki bir fezleke,
Aralık Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/7 sayılı fezlekesidir. 8 Nisan 2016
tarihinde yasadışı örgüt üyesi Hikmet Çark’ın Aralık ilçesi Yukarıçamurlu
Köyündeki cenazesine katıldığı böylece “örgütün veya amacının
propagandası yapmak” suçunu işlediği savıyla Aralık Cumhuriyet
Başsavcılığınca başlatılan 2016/259 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
B. Sayın Adıyaman hakkındaki bir diğer
fezleke, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesidir. 25 Kasım 2015
tarihinde Nusaybin’de devam eden sokağa çıkma yasaklarının protesto edilmesi
amacıyla Mardin ili Kızıltepe ilçesi MEGAMDER isimli Halk Evi önünde gerçekleştirilen
etkinliğe katıldığı böylece “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Yasasının 28. Maddesine aykırı davranma” suçunu işlediği savıyla Kızıltepe
Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/3748 sayılı soruşturmaya
dayanmaktadır.
C.
Sayın
Adıyaman hakkındaki bir diğer fezleke, Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığının
fezlekesidir. Ağrı Dağı bölgesinin bir kısmının 05-20/08/2015tarihleri
arasında ‘Geçici Güvenlik Bölgesi’ ilan edildiği, Iğdır-Doğubayazıt karayolunun
Pamuk Geçici bölgesinde çıkan silahlı çatışma devam ederken askeri
operasyonları engellemek amacıyla gerçekleştirilen canlı kalkan eylemine
katıldığı böylece “terör örgütüne yardım etme” suçunu işlediği
savıyla Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan B.M. 2016/220 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/112
Karar Sayısı : 2016/105
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu maddenin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar
bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi
hükmü uygulanmaz.
Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet
komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması
amacıyla, yetkili merciine iade edilir. ”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. ”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir.(l) Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi ilkelerine
de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle:
“AİHM bir milletvekili
hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in işleyişine zarar
verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini kabul
etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)...” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının
dışında durarak anayasal siyasaların (policy) takipçisi olması gereken ve demokratik
konsolidasyonun sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen
anayasa mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması
sürecinde anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da
özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına (...) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu
kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili
veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe
aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa
Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar. ”
İlk kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün konulmasından maksadın, çoğunluğun
mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle başvurabileceği birtakım hareketlere
hukukî engel koymak” olduğu söylenmiştir. Maddenin 1982
Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu, 1995 yılında yapılan değişiklik
sırasında da “çoğunluğun yanlış
bir karar vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor
durumda kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu ”
ifade edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718
sayılı anayasa değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83 ’üncü maddesine bir istisna getirilmesi suretiyle
dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85 ’inci maddesinin uygulanma
kabiliyeti kalmamaktadır. ” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun kaldırıldığını
ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı gibi, 85’inci
maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku yoktur.
Dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak; Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen
“karar” kavramının anlamı, dar ve geniş şekilde anlaşılabilir. “Karar”
kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu ifadeden “parlamento kararı”
anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde yaklaşılması, Anayasa’nın
sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir yaklaşım, tutarlılık adına,
Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar” kavramlarının da “parlamento
kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır. Bu durumda örneğin,
Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılan
“para basılmasına karar
vermek”, “genel ve özel af ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento
kararı” yoluyla kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu
maddelerde geçen “karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına
geldiği kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme
yönünde bir irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak
suretiyle de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği
“karar” kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş
anlamda “irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen
“karar” kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın
sistematiğine uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul
ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu
karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa
Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak-, “Anayasa değişikliği” kavramının
anlamının somut olay bakımından incelenmesi gerekir. “6718 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un niteliği, şeklî
ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî yaklaşım, usulüne uygun surette
yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar. Maddi yaklaşım ise normun
adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü usulle
yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri, gizli
oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna uyulmamıştır.
Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren milletvekillerinin bir kısmı,
oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın
175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi, yürürlükte olmasına rağmen; bu tür
bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan
md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de “eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına
gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir
usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık
oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın anladığı anlamda “anayasa değişikliği”
olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel Kurulu’nun yaptığı açık oylama
sonucunda kabul edilen metnin bir irade açıklamasıdır. TBMM Genel Kumlu, açık
oyla bir karar almıştır. Şu halde söz konusu normun, anayasa değişikliği adıyla
kabul edilen bir “parlamento kararı” olduğunu söylemek gerekecektir.
6718
sayılı Kanun’a maddi açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının
önde gelen ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması
konusundaki etkili mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak
değil, maddi olarak yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın
karşılaştırmalı anayasa hukuku yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim
aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin
de, “parlamento kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla
ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve
kendi özerkliğine ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise,
dışa dönük, genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre,
meclisin kendi üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde
alması; dışa dönük tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir.
Aksi halde meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu
karara Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte
yandan, kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla
düzenlenmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını
engellenecektir. Her iki olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık
oluşturur.
Somut
olayda TBMM, kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar
almıştır. Bu karar, erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına
açık değildir. Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in
kendisiyle ilgili (meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi
anlamda parlamento kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento karan” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa değişikliği”
olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu düzenleme sadece bir
parlamento karandır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin seçilmiş
temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel olacak
bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule ilişkin inceleme yaparak iptal kararı verdiği bir
örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması karardır. AYM, bu
kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya uygun şekilde kurulmadığını tespit
etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç
kurulmamış olması aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun
görüşmelerine ve kararına dayanak olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal
açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını
Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama
dokunulmazlığının kaldırılması kararım iptal etmiştir.
Esasa ilişkin inceleme konusunda ise AYM’nin dört
denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir. Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği,
(b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı, (c) İsnat Edilen Eylemin
Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve Haysiyetinin Korunması
kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı kriter, isnadın
ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel tespiti şu
şekildedir:
Bir sonuca
varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda yapılacak
inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin takdiri, hükme
yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini araştıran ve
ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada yapılacak
inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil, yalnızca
suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci olarak, Selim Sadak’ın dokunulmazlığının
kaldırılması kararma karşı yapılan başvuruda AYM, isnat edilen suçun, 765
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde öngörülen “Türklüğü,
Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi Şahsiyetini,
Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini veya Adliyenin
Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği iddiasına
dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim Sadak'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83. maddesine
aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci olarak; Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması
kararma karşı yapılan başvuruda AYM, “Osman Koksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasını Tağyir ve Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet
Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle
gizlice ittifak kurmak’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir
nitelikte olmaktan uzak bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler,
Cumhuriyet Senatosunun Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı
sonucuna vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün
Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dayanaktık eden soruşturma dosyasından
çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem
Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir
sınıfın öteki sınıflar üzerinde tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu
iktisadi ve sosyal temel düzeni devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk
Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet
Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının
ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan çok uzak
bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve tartışmayı gerektirmeksizin
kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî Üyesi Ekrem Acuner'e
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddi olmadığı
sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun inceleme konusu 2/7/1971
günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79. maddesinin ereğine ve
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır, kararın Anayasanın 81.
maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Koksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunim,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu
yaratır. Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu
gibi, bu tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut
olayda AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz
kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar
için sorumsuzluğun devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına
gelecek, savcılıklara ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik
taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, iki
fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: (i) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2013/171112 numaralı soruşturmaya dayanan 26.12.2013 tarihli ve 2013/313
numaralı, (ii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/106616 numaralı
soruşturmaya dayanan 19.02.2016 tarihli ve 2016/50 sayılı fezlekeler
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her iki fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımdaki
birinci fezleke (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/171112 numaralı
soruşturmaya dayanan 26.12.2013 tarihli ve 2013/313 numaralı fezleke)
Cumhuriyet Gazetesi’nde yöneticisi olduğum dönemde gerçekleştirilen bir
inceleme sonucu 213 sayılı Yergi Usul Kanuna muhalefet hususunu içermektedir.
Hakkımdaki
ikinci fezleke (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/106616 numaralı
soruşturmaya dayanan 19.02.2016 tarihli ve 2016/50 sayılı fezleke)
Cumhurbaşkanı’na hakaret suçuna ilişkindir.
Bu
ikinci fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına
alınan düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır.
AYM’nin yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu
fezlekelerde yer alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını
gerektirecek nitelikte görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekelerde isnat
edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa’nın
83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate
alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu
suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Böyle bir sonuç,
evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci maddesindeki
demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim hakkına aykırı
düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen (Meclis Genel
Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı tamamen ortadan
kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek istemektedir. Bu
aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol bulunmadığı
aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP:
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda (i) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
2013/171112 numaralı soruşturmaya dayanan 26.12.2013 tarihli ve 2013/313
numaralı, (ii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/106616 numaralı
soruşturmaya dayanan 19.02.2016 tarihli ve 2016/50 numaralı fezlekeler
(tarafıma tebliğ edilmemiş başkaca fezlekeler var ise onları da kapsar
nitelikte) yönünden kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi
kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili
kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85
nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı
sonuçları için ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini
arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/113
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u kabul etmiştir. Madde şu şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C.Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi ise
şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır. “Milletvekili
dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için son derece
kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki “Avrupa Hukuk
Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun önemine yönelik
2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir. Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“
AİHM bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu
Meclis'in işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını
engelleyebileceğini kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç
doğrultusunda takibat gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada
milletvekili görevi ile alakalı olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi
kalmamaktadır. Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının dışında durarak anayasal siyasaların
(policy) takipçisi olması gereken ve demokratik konsolidasyonun
sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen anayasa
mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması sürecinde
anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da özel bir
yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
İlk
kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün
konulmasından maksadın, çoğunluğun mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle
başvurabileceği birtakım hareketlere hukukî engel koymak” olduğu
söylenmiştir. Maddenin 1982 Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu,
1995 yılında yapılan değişiklik sırasında da “çoğunluğun yanlış bir karar
vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor durumda
kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu” ifade
edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718 sayılı anayasa
değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83’üncü maddesine bir istisna getirilmesi
suretiyle dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85’inci
maddesinin uygulanma kabiliyeti kalmamaktadır.” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak;
Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen “karar” kavramının anlamı, dar ve geniş
şekilde anlaşılabilir. “Karar” kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu
ifadeden “parlamento kararı” anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde
yaklaşılması, Anayasa’nın sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir
yaklaşım, tutarlılık adına, Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar”
kavramlarının da “parlamento kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır.
Bu durumda örneğin, Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri
arasında sayılan “para basılmasına karar vermek”, “genel ve özel af
ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento kararı” yoluyla
kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu maddelerde geçen
“karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına geldiği kabul
edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme yönünde bir
irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak suretiyle
de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği “karar”
kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş anlamda
“irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen “karar”
kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın sistematiğine
uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı
Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu karar ile birlikte,
dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne
başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak;
“Anayasa değişikliği” kavramının anlamının somut olay bakımından incelenmesi
gerekir. “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un niteliği, şeklî ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî
yaklaşım, usulüne uygun surette yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar.
Maddi yaklaşım ise normun adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kurulu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718 sayılı Kanun’a maddi
açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının önde gelen
ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması konusundaki etkili
mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak değil, maddi olarak
yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın karşılaştırmalı anayasa hukuku
yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin
geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM, ismen “parlamento kararı” olan
çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla “eylemli içtüzük değişikliği”
olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM, benzer şekilde, 1991 yılında
verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin “Olağanüstü Hal Kanun
Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem atfetmemiş; yine maddi bir
yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz konusu normun gerçekte Olağan
Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır. AYM’nin bu
yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi
üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento kararı” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule
ilişkin inceleme
yaparak iptal kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması karardır. AYM, bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya
uygun şekilde kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun
usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı anlama
gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak
olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel
Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine
aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını
iptal etmiştir.
Esasa
ilişkin inceleme
konusunda ise AYM’nin dört denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir.
Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği, (b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı,
(c) İsnat Edilen Eylemin Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve
Haysiyetinin Korunması kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla
uyguladığı kriter, isnadın ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin
ilkesel tespiti şu şekildedir:
“Bir
sonuca varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda
yapılacak inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin
takdiri, hükme yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini
araştıran ve ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada
yapılacak inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil,
yalnızca suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci
olarak,
Selim Sadak’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, isnat edilen suçun, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde
öngörülen “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi
Şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini
veya Adliyenin Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği
iddiasına dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci
olarak;
Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, “Osman Köksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Tağyir ve
Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya
vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak kurmak’
isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak
bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler, Cumhuriyet Senatosunun
Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a yöneltilen ve dokunulmazlığının
kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı sonucuna vardırmaktadır. (...)
Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca
iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü
olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dayanaklık eden soruşturma dosyasından çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan
deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana
teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir sınıfın öteki sınıflar üzerinde
tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu iktisadi ve sosyal temel düzeni
devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl
eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde
ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek
bir nitelikte olmaktan çok uzak bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve
tartışmayı gerektirmeksizin kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî
Üyesi Ekrem Acuner'e yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan
isnadın ciddi olmadığı sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun inceleme
konusu 2/7/1971 günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79. maddesinin
ereğine ve Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır, kararın
Anayasanın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Köksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunun,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu yaratır.
Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu gibi, bu
tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut olayda
AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz
kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar
için sorumsuzluğun devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına
gelecek, savcılıklara ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik
taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla müvekkilin T.C.Anayasası ile taşımakta olduğu yasama dokunulmazlığı,
iki fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: (i) Konya
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/4287 sayı numaralı 18.03.2016 tarihli ve
2016/76 numaralı fezleke; ikinci fezleke (ii) Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının 2015/6030
numaralı soruşturma dayanan 21.08.2015 tarihli ve 2015/6030 Basın Soruşturma ve
2015/14 numaralı fezlekelerdir.
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her üç fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Müvekkil
hakkındaki birinci fezleke (i) Konya Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 2016/4287 sayı numaralı 18.03.2016 tarihli ve 2016/76 fezleke
numaralı soruşturma dosyası basın yolu ile Cumhurbaşkanına hakaret ve Kamu
Görevlisine Hakaret suçuna; ikinci
fezleke (ii) Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/6030 numaralı soruşturma dayanan 21.08.2015 tarihli ve
2015/6030 Basın Soruşturma ve 2015/14 numaralı fezleke Cumhurbaşkanı’na hakaret suçuna ilişkindir.
Bu
iki fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına
alınan düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır.
AYM’nin yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu
fezlekelerde yer alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını
gerektirecek nitelikte görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekelerde isnat
edilen suçlar, tamamen düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa’nın
83/1’inci maddesindeki “yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate
alındığında, 6718 sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu
suçları kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la (i) Konya
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2016/4287 sayı numaralı 18.03.2016 tarihli ve
2016/76 fezleke numaralı soruşturma dosyası üzerinden düzenlenen fezleke, ikinci fezleke (ii) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/6030 numaralı
soruşturma dayanan 21.08.2015 tarihli ve 2015/6030 Basın Soruşturma ve 2015/14
numaralı fezlekeler (tarafıma tebliğ
edilmemiş başkaca fezlekeler var ise onları da kapsar nitelikte) yönünden
kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul
Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3
ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için
ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep
ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/114
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa,
TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma
Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar bakımından
Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus olarak yoksun
bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği biçiminde karşımıza
çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi usulü
izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar bakımından
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir. Açıkçası bu
teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı niteliği
taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu başvuru
yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme
olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı, Anayasa'ya
eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir başvuru
yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru yolu,
hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı olan 85.
maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan işlemi
Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa Mahkemesi'nin
bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii üyesi Ekrem
Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır. Şu
duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81, 2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya
(BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak /Türkiye(BD) B. No:
10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin organları
(Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının
TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması
gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci
oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince yeniden
tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi, yargının
bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla
daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her
zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde temsil
edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı Seyit
Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış Konferansı
esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet yürüttükleri
iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle
başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan
Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı muhalefet
vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları nedeniyle
kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri de
Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette bulunan
milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen, iktidar
tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık, rüşvet gibi
suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması tehdidiyle muhalefet
partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü sorununu
demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği
siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy vermiş,
HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine
dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham
alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği,
kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul,
farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı;
özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda,
mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi,
HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Siirt Milletvekili Besime Konca hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler aşağıda
sıralanmıştır.
1- Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1256
Sor. Nolu Fezleke-Örgüt Propagandası
2- Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1259
Sor. Nolu 25.03.2016 Tarihli Fezleke-örgüt Propagandası ve 2911 Sayılı Kanuna
Muhalefet
3- Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1257
Sor. Nolu Fezleke-Örgüt Propagandası ve 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
4- Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/1051
Sor. Nolu Fezleke-Görevi Yaptırmamak İçin Direnme ve Kamu Görevlisine Hakaret
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/115
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu
Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların
kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir.
İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın ertelenmesi
şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz edildiği ya da
rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde Genel Kurul'da
görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi şeklindeki Karma
Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği takdirde, Genel
Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter sistemin
işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman alır. Bu
usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların korunması,
imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada harcanan vakit
zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek gerekçesiyle
demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle anayasal
gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil, dokunulmazlıkları
bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların doğrudan yargı
mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin, maddi içeriği
nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir Meclis
kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm yokmuşçasına,
hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte, tutuklanmalarının önü
açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı ve Başbakanlıkta
bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek suretiyle, tam
olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair sağlıklı bir
bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının siyasi
saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi
içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den bugüne
tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik
bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet
etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize edilmekte
ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir.
Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle
ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan,
yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar
için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım belirli,
nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk devletinden
beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet Senatosu
İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle ilişkilendirilerek
dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen, dokunulmazlıklar
kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması gereği, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti ile beraber bu
kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle derin bir bağı
olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi amaçlardan uzak
olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür. Ekrem Acuner'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın ciddi olmamasından
bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın ciddi olmadığına karar
verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması işleminde siyasi bir amaç
güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin zarar görüp görmediğinin
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde, benzer gerekçelerle
dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve
yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki karar da, Nihat Erim'in
başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin
yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve
arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet
Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple
başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza
kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu iki senatörle ilgili
kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına kanaat getirerek,
dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine
oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak için
Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi
paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu
olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve Sadak
/Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi, yargının
bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı zamanla
daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi, her
zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan Doğan
ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri
gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran 1994'te Anayasa
Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i cezaevinde
bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar
vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12 Temmuz'da
tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle
başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır milletvekilleri
Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim
Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis cezasına
çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları "kuşatma",
"kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme göstergesi olarak
dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n. 53047/99 (6. ve 37.
paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47. paragraflar),
Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına referans
vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin eylemlerinin
sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin ve nefrete
tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne katılmamıştır. Bunları
takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle beraber ifade özgürlüğüne
ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP kararlarını da kapsayan bir
kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu içtihatlar ışığında, bugün
HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi ve siyasi niteliklerini
tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde çözeceği
siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle Kürt
yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını yürüteceğine
dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre, "İnsanlık
tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel evrelerde ve düzeylerde
cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve
adalet arayışı olmuştur." HDP de, Türkiye'de bu mücadelelerden ilham
alarak faaliyet yürüten bir parti olma iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği,
kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk milleti” dayatmalarına karşı çoğul,
farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı;
özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda,
mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi,
HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
bugüne kadar ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
1.
Sayın Özkan
hakkındaki bir fezleke, 2016/16 sayılı fezlekedir. 2 Mart 2016 günü Erzurum
ili Tekman ilçe merkezinde HDP ilçe yönetiminin organize ettiği Emekçi Kadınlar
Günü etkinliklerine katıldıktan sonra Özgür Kadın Kongresi üyesi olduğu bilinen
ve Şırnak ili Cizre ilçesinde yaşanan çatışmalarda yaşamını yitiren Berjin
Demirkaya’nıntaziyesinekatıldığı böylece “terör örgütü propagandası
yapmak” suçunu işlediği savıyla Tekman Cumhuriyet Başsavcılığınca
başlatılan 2016/100 sayılı soruşturmaya dayanmaktadır.
2.
Sayın Özkan
hakkındaki bir diğer fezleke, 2016/6 sayılı fezlekedir. 7 Haziran tarihinde
gerçekleştirilen seçimler sonrasında 20 Temmuz 2015 günü (8 Haziran 2015
olmalı)saat 17.00 sıralarında Muş ili Belediye Meydanında HDP organizesinde
kutlama amacıyla düzenlenen etkinlik sırasında yaptığı konuşmayla“halkı kin ve
düşmanlığa alenen tahrik etme, terör örgütü propagandası yapmak” suçunu
işlediği savıyla Muş Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2016/1038 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
3.
Sayın Özkan
hakkındaki bir diğer fezleke, 2016/8 sayılı fezlekedir. 25 Eylül 2015
tarihinde yasadışı örgüt üyesi Özgür Akınel’in cenazesine katılarak burada
yaptığı konuşmayla“terör örgütü propagandası yapmak” suçunu işlediği
savıyla Malazgirt Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2015/705 sayılı
soruşturmaya dayanmaktadır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/116
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele" sürecinin,
"terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan milletvekillerinin
kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta taçlandırılması
arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir değerlendirme olan bu
husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi, dokunulmazlıkların kaldırılması
sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya koyar niteliktedir. İkinci
olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve Meclis gündeminin
dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve ciddiyetten son derece
uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede dokunulmazlıkların ne
kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile yapılmıştır. Her iki
gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok milletvekili
tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması talebi,
Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83. maddesini askıya
alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması yönündedir. Bu
haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri dokunulmazlıktan
faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu durum
aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken soyutluk, kişilik
dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden de yoksun
olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa da, bu
nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı karşıya
olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu nedenlerle
anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi, ortadan
kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya alınması
hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin incelemesi
için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9. Yüksek
Mahkeme öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün izlenmesi,
dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve benzeri
engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131 ila 134.
maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır. Anayasaya karşı
hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal Gözler'in
açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan, anayasanın
temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile değiştirilmesi
anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme derecelerini
değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama Meclisince verilen
kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar bulunduğu gibi,
ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci kümeye girenlere
aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık öteki biçim
kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde olur.
"
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın, isnadın
ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir. İsnadın
ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın kaldırılması
işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve haysiyetinin
zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. Aynı dönemde,
benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da Anayasa
Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir kanaat
oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir. Her iki
karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi kurmuş olduğu
partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in dosyası,
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma ile ilgili
olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman Köksal'ın
dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir. Siyasi nitelik
arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması talep edilen bu
iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın ciddi olmadığına
kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne doğrudan
müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu dokunulmazlık
kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında orantısız
müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi işlemlerini
önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında milletvekillerinin
çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan uzaklaştırmasından doğan,
parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet Ordusu'nun Parlamento
Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme sonucu
kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini doğrudan
etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını zorlayan
ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini ateşlemiştir.
Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu, devletin kurulu hukuk
düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve diğer mevzuata aykırı
kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak yasalaşmasıdır. Koçgiri
İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan isyanlara örnek olarak
gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in kapatılmasına
ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve örgütlenme özgürlüğü
üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında şiddet kullanımına,
isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin reddedilmesine yönelik bir
çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde önerilen siyasi projenin
uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in göz önüne aldığı bir
kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen fezlekelerde, parti
programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik talebi örgüt
propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına
faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi olan
HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü beraberliğine
dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye hedefini
savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu gibi Meclis
kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Diyarbakır Milletvekili Altan TAN’ın hakkında tarafımıza ulaşan fezlekeler
aşağıda sıralanmıştır.
|
Sayı No
|
Fezleke No
|
Suç
Tarihi
|
Fezleke Özeti
|
İsnat Edilen Suç
|
Fezleke
Tarihi
|
1
|
3 / 132
|
2011 / 1095
|
22.05.2011
|
Gerilla Cenazesini Mezarlığa Kadar
Yürüyüşle Götürmek Gerekçesi İle
|
Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt
Adına
Suç İşlemek Suretiyle Örgüt Üyesi Olmak ve 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
|
24.10.2011
|
2
|
3 / 162
|
2012 / 370 - 2
|
27.05.2011
|
Sivil Cuma Namazına Katılmak ve Şeyh
Said Efendi İle İlgili İsyancıyı Öven Hayırla Yad Eden İçerikte Konuşmalar
Yapmak
Gerekçesi İle
|
Suçu ve Suçluyu Övmek
|
18.01.2012
|
3
|
3 / 118
|
2011 / 609
|
13.06.2011
|
Yasa Dışı Bir Yürüyüşte Bulunması
Gerekçesi İle
|
Yasadışı PKK Terör Örgütünün
Propagandasını
Yapmak
|
12.08.2011
|
4
|
3 / 129
|
2011 / 9427 - 2
|
25.06.2011
|
Hatip DİCLE'nin Vekilliğinin Düşmesi
İle İlgili Yasa Dışı Bir
Yürüyüşte Bulunması Gerekçesi İle
|
2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
|
01.11.2011
|
5
|
3 / 135
|
2011 / 9431 - 2
|
24.03.2011
|
Hatip DİCLE'nin Vekilliğinin Düşmesi
İle İlgili Yaptığı Bir
Konuşma Gerekçesi İle
|
2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
|
01.11.2011
|
6
|
3 / 145
|
2011 / 10084 - 2
|
29.06.2011
|
Şeyh Said Efendi İle İlgili İsyancıyı
Öven Hayırla Yad Eden
İçerikte Konuşmalar Yapmak Gerekçesi İle
|
Suçu ve Suçluyu Övmek
|
16.11.2011
|
7
|
3 / 519
|
2016 / 6
|
18.09.2011
|
Şırnak'ta Demirtaşın Yaptığı Yasa Dışı
Konuşmada Miting
Alanında Bulunmak Gerekçesi İle
|
Yasadışı PKK Terör Örgütünün
Propagandasını
Yapmak
|
05.01.2016
|
8
|
3 / 134
|
2011 / 1101
|
05.10.2011
|
BDP İl Binası Önündeki Mitinge Katılım
Gerekçesi İle
|
Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt
Adına
Suç İşlemek Suretiyle Örgüt Üyesi Olmak ve 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
|
26.10.2011
|
9
|
3 / 354
|
2015 / 15
|
18.03.2012
|
Diyarbakır Merkezde Yapılan Yürüyüşte
Güvenlik Güçlerini İttiği, Darp Etmeye Çalıştığı ve Güvenlik Güçlerine
Hakaret Ettiği Gerekçesi İle
|
Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt
Adına Suç İşlemek Suretiyle Örgüt Üyesi Olmak ve 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
ve Görevi
Yaptırmamak İçin Direnme
|
01.10.2015
|
10
|
3 / 186
|
2012 / 21
|
21.03.2012
|
Şanlıurfa Nevruzunda Yaptığı Konuşma
Gerekçesi İle
|
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek
|
15.05.2012
|
11
|
3 / 161
|
2012 / 1024 - 2
|
21.12.2012
|
Diyarbakır Eğitim-Sen'in düzenlediği
Kanunsuz Yürüyüşe
Katılmak Gerekçesi İle
|
2911 Sayılı Yasaya Muhalefet
|
10.02.2012
|
12
|
3 / 1360
|
2013 / 8
|
08.03.2013
|
Kandilde Karayılanla Resim Çekilmek
Suretiyle Terör
Örgütünün Propagandasını Yapmak
|
Yasadışı PKK Terör Örgütünün
Propagandasını
Yapmak
|
25.09.2013
|
13
|
3 / 678
|
2016 / 27
|
06.10.2014
|
HDP MYK Toplantısı
|
Suç İşlemeye Tahrik ve Suç İşlemeye
Azmettirme
|
21.03.2016
|
14
|
3 / 432
|
2015 / 19
|
2013
|
Kandilde Karayılanla Resim Çekilmek
Suretiyle Terör
Örgütünün Propagandasını Yapmak
|
Yasadışı PKK Terör Örgütünün
Propagandasını
Yapmak
|
07.10.2015
|
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, yukarıda özetlediğimiz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ
VE İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını,
talep
ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/117
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya işleyişine
dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların yanında,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir Meclis
kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla düzenlenememeleridir.
Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla düzenleme yapılamaz. Prof.
Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın yasamaya karşı yetkisiz olduğu
alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa Anayasa'da belirtilen konularda
Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis kararı ile açıklamak zorundadır.
Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını istediği bir iradenin “kanun”
biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil eder. Burada tartışılan,
yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu yetkisini hangi şekilde
kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda ise, Anayasa
ve İçtüzük tarafından özel usuller öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda
halkın iradesinin temsilinin sağlanması güvence altına alınarak, savunma hakkı,
Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil yargılanma hakkını ilgilendiren
hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin yapılması
yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir başvuru
yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim imkanı
olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis kararı olan
işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir biçimde
yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle kazanılmış
deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri savunanların hem
ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek
sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici
maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün
tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı
delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini ilgilendirmektedir.
Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek terörize edilmesi ve suç
haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri hedeflenmektedir. HDP
milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici çoğunluğunu, örgüt
propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri kapsamında
değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu isnatlar, gerekçede 'terörle
mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6 milyona yakın kişiyi temsil eden
milletvekillerinin söz ve ifadeleri kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve
Cumhurbaşkanı'nın hedef göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine
ilişkin fezleke sayısı, 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20
Mayıs 2016 itibariyle 510'a ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan,
Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle de güvence altına
alınmış özerklik talebi ve savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici maddeyle
gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının kaldırılması
yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması gereken
objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10. maddesinde
teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle teminat altına
alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir. Meclisin bu kararıyla
ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte, özellikle Kürtlerin
yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık bulan bir
siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir tavır da
sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün,
hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem Acuner'in
dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak, İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir kovuşturma
ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir. Osman
Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule
dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.” denmektedir.
Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde oy kullanma, aday
olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma hakkını da kapsar.
Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları kaldırılan
milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı sanık
durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında da
vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP, milletvekillerinin
tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya mecbur tutmuş, oylama
sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının kullandıkları oyun rengini
kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir video EKTE sunulmuştur.)
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP milletvekilleri, TBMM
Başkanından gizli oylama kurallarının yerine getirilmesini talep etmiş, oylama
sürerken gizli oylamanın sağlanmasını istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş,
ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu
esnada düzenin sağlanması ve gizli oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı
uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan
adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016
tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi,
her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği demeçler
nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen' muhalefette
bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak bilinen,
iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu kaçakçılık,
rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın kaldırılması
tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin talepleri,
aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademimerkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Van Milletvekili Bedia Özgökçe Ertan hakkında düzenlenmiş olan ve tarafımızca
ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
· Van Cumhuriyet Başavcılığının
hazırladığı 2016/1915 soruşturma numaralı 13.04.2016 tarihinde düzenlenmiş
olan fezleke ile 05.03.2016 tarihinde saat DBP Van İl Başkanlığı’nca düzenlenen
dünya kadınlar günü mitinginde yaptığı konuşma içeriğindeki “sayın Öcalan” ve
“… çocuklarımızın, halkımızın öldürülmesini istemiyoruz” beyanlar sebebi ile
suç ve suçluyu övme suçu ile devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma suçlarının
işlendiği gerekçesi ile fezleke düzenlenmiştir. Bu iddia gayri ciddidir.
· Van Cumhuriyet Savcılığının
hazırladığı ……soruşturma numaralı ……. tarihinde düzenlenmiş olan fezleke ile
………….. tarihinde ……………. sebebi ile 2911 Sayılı Kanuna muhalefet gerekçesi ile
fezleke düzenlenmiştir. Bu iddia gayri ciddidir
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/118
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler içermesi
gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük bir
uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak olan
ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz fezleke
tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı
karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin
temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip olduğunu
vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra, haklı
olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi çalışmalarından
dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması Anayasanın
67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin ihlalini
oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin
talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası açılmış
ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel demokrasi"yi
geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı ademi merkeziyetçi
yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu konuşmaların
mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi gerek olmadığı
kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele kampanyasının parçası olan
dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek mahiyetinde alelacele
hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Van Milletvekili Adem Geveri hakkında düzenlenmiş olan ve tarafımızca ulaşan
fezlekeler aşağıda sıralanmıştır.
FEZLEKE
NO: 2016/1
SORUŞTURMA NO: 2015/11283
ESAS
NO: 3/518
TAKDİM:
22.01.2016
SUÇ
TARİHİ: 27/04/2015 Van/Merkez
FEZLEKEYE
KONU VE SÖZ; ‘‘HDP Van Milletvekili Adem (Özcaner) Gever’in;‘‘Ahmedi Hani’nin
bize bir vasiyeti vardı neydi o birliktelik, bende bir evladınız olarak azadi
hareket ve Hdp ile Kürdistan için bir ittifak yaptık, biz adil bir sistem
kuracağız, hak, adalet ve özgürlük gerilladır, Öcalandır’’ şeklinde beyanlarda
bulunarak Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, terör örgütü
propagandası yapmak ile suçluyu övme suçlarını işlediği;
SUÇ;
Suçu ve Suçluyu Övme, Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak, Terör
Örgütü Propagandası Yapmak, Cumhurbaşkanına ve Eşine Hakaret
FEZLEKE
NO; B.M 2015/6874
ESAS
NO; 3/569
TAKDİM;
07.01.2016
SUÇ
TARİHİ; 28/09/2015 Van/Merkez
FEZLEKEYE
KONU VE SÖZ; ‘‘Yıllardır kürtler üzerinde fiziki kırım, coğrafik kırım var.
Çocuklar asimile edilmektedir, biz nasıl yıllardır tek dil üzerinden eğitimi,
tek millet tek bayrak söylemini protesto ediyorsak…’’ şeklinde beyanlarda
bulunarak yukarıda yazılı Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik, Devletin Birliğini ve
Ülke Bütünlüğünü Bozmak suçlarını işlediği anlaşılmış ise de;
SUÇ;
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik, Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak
FEZLEKE
NO; 2016/19
SORUŞTURMA NO; 2016/188
ESAS
NO; 3/601
TAKDİM;
29.02.2016
SUÇ
TARİHİ; 07/01/2016 Şırnak/Merkez
FEZLEKEYE
KONU VE SÖZ; ‘‘… diğer milletvekili şüphelilerin de yukarıda belirtilen
nedenlerle kanuna aykırı olan toplantıya katılmak suretiyle müsnet 2911 sayılı
Yasaya muhalefet etmek suçunu işledikleri değerlendirilmektedir.’’
Şüpheliler
Adem GEVERİ, İbrahim AYHAN ve Nursel AYDOĞAN için; Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Yasasına Muhalefet Etme suçlarından gayri ciddi fezlekeler
hazırlanmıştır.
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuatı
ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/119
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın
değiştirilmesi usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve
dosyalar bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama
işlemidir. Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair
Meclis kararı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi
uyarınca işbu başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı,
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu
açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi
parlamenter sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal
olarak zaman alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil,
hakların korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu
esnada harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf
etmek gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü (Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA, KANUNA
VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan değişiklikler,
anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem ile
değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal geleneğimizde
yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz değildir.
Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle
yasama faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan
muafiyetler, parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM
toplanana kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler
feshedilerek siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı
tarafından göreve getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam
etmeleri, yine bu geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi
gerçekleştirerek sivil siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin
sorumsuzlukları da geçici maddelerle güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle
'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle
ya da böyle anayasayı delen, anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına
aykırılık teşkil eden maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama
dokunulmazlığının siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak
iptal eden Anayasa Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak
Kanuni Esasi'den bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya
alınmakta, muhalefet vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle
karşı karşıya bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi karşılık
bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine yönelik bir
tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da hizmet
etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan
kaldırılmaktadır. Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma
Komisyon ve Genel Kurulda kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp
edilmektedir. Böylece fiil işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence,
geçmişteki fiillerle ilgili olarak ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya
mahsus olduğundan, yasalaştıktan sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz
başlanmamış olanlar için geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun
önünde eşitliği” düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk
garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik
ilkesi zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele
alınması, siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu
kriterlere göre milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların
kaldırılması kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler
içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik
taşıyanlar bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır.
Birinci kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna
karşılık öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul
etmek yerinde olur. "
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma ihtimalinden
bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları, 482.
maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak üzere
yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında, usule dair
bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı bulmuş ve
esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu düşüncelerin
çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da kendisine oy
veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak için Meclis'te
bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından tahrik
edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve seçilme
hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın iradesi
paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz konusu
olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce
açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest
seçimler yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini
özgürce açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların kaldırılmasının
TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla yapılması
gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve ikinci
oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve
bir video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum, Dolmabahçe
mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında tanzim edilen
fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet kanadından görüşmeyi
yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi risk alarak görüşmeyi
yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam da bu görüşmeler, suç
isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile birlikte, Türk - Kürt
birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle
başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır. Diyarbakır
milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan
Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin sindirilmesi
hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları
tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu
kesimlerle birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere
bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi
partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması açısından
da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği en önemli
kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün demokratik
toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu özgürlüğün
sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına alınmıştır.
Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu kapsar. Buna
göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile Meclis dışında
bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu
olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri sürülen
düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez. Meclis
çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu düşünce
açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP,
parti programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir
engel olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10.
Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
Tarafımıza
şimdiye dek ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
1-
Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 2015/3308 Sor. No, 2016/1 Fezleke No 04.01.2016
Tarihli fezleke-Örgüt Propagandası ve 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
2-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2015/2950 Sor. No, 2016/3 Fezleke No 04.01.2016 Tarihli
fezleke-Örgüt Propagandası ve 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
3-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2015/2893 Sor. No, 2016/15 Fezleke No 02.02.2016 Tarihli
fezleke-Örgüt Propagandası
4-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2015/2970 Sor. No, 2016/11 Fezleke No 18.01.2016 Tarihli
fezleke-Cumhurbaşkanına Hakaret ve 2911 Sayılı Kanuna Muhalefet
5-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2016/29 Sor. No, 2016/17 Fezleke Nolu fezleke-Örgüt Propagandası
6-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2016/30 Sor. No, 2016/18 Fezleke No 10.02.2016 Tarihli
fezleke-Örgüt Propagandası
7-
Şırnak Cumhuriyet
Başsavcılığı 2015/2844 Sor. No, 2016/8 Fezleke No 12.01.2016 Tarihli
fezleke-Askeri Yasak Bölgelere Girme
Bu
fezlekelerin tamamı seçim bölgemizde yürüttüğümüz ve Kürsü Dokunulmazlığı ve
İfade Hürriyeti çerçevesinde değerlendirilmesi gereken faaliyetlere ilişkindir.
Kesinlikle şiddet övgüsü ya da suç unsuru içeren bir konuşma tarafımızca
gerçekleştirilmediği gibi toplantı ve gösterilerde tarafımıza isnat
edilebilecek bir unsuru bulunmamaktadır. Soruşturma dosyaları siyasal Saiklerle
hazırlanmış olup hukuken tarafımıza atfedilebilecek bir durum kesinlikle söz
konusu değildir
12.
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının Anayasa'ya, hukukun temel ilkelerine açıkça
ve ağır şekilde aykırı olmasından ve parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası
mevzuatı ihlal etmesinden dolayı Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin kararda açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/120
“…
I.
BAŞVURUYA KONU YASAMA İŞLEMİNİN HUKUKİ TAVSİFİ BAKIMINDAN:
1.
2/1028 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 28
Nisan 2016 günü Anayasa Komisyonu gündemine alınmış, 28 Nisan 2016 ve 2 Mayıs
2016 günlerinde Anayasa Komisyonu'nda görüşüldükten sonra 17 Mayıs 2016
tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda teklifin birinci tur görüşmelerine
başlanmıştır. İkinci tur görüşmeler 20 Mayıs 2016 günü gerçekleşmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İşbu başvuru, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca, teklifin TBMM
Genel Kurulu'nda kabul edildiği tarihten itibaren yedi gün içinde
gerçekleştirilmiştir.
2.
Teklif, Anayasa'ya
geçici bir madde eklenmesi suretiyle Anayasa'nın değiştirilmesini
öngörmektedir. Teklifin içeriği ise, maddenin TBMM'de kabul edildiği tarihte
soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden,
Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına,
Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekillerinin, bu dosyalar
bakımından Anayasa'nın 83. maddesiyle tanınan güvenceden bir defaya mahsus
olarak yoksun bırakılmasıdır. Yani teklif, şeklen bir Anayasa değişikliği
biçiminde karşımıza çıksa ve teklifin yasalaşmasına giden yolda Anayasanın değiştirilmesi
usulü izlenmiş olsa da, içerik olarak ilgili milletvekilleri ve dosyalar
bakımından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair bir yasama işlemidir.
Açıkçası bu teklifin kabulü, dokunulmazlığın kaldırılmasına dair Meclis kararı
niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 85. maddesi uyarınca işbu
başvuru yapılmıştır.
3.
Yasama işlemi,
yasama organının belli bir sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasıdır. Meclis
kararları, organik olarak yasama tarafından yapılmakta, fakat konuları,
kapsamları ve oluşma biçimleri bakımından kanunlardan ayrılmaktadır. Yasama
organı, genel, soyut, kişilik dışı bir norm koyma iradesini kanun biçiminde
ortaya koyarken, bireysel, belli kişi ve somut durumlara dair iradesini
"Meclis kararı" şeklinde açıklar. TBMM'nin iç yapısına veya
işleyişine dair olan, komisyon kurulması, güvenoyu verilmesi gibi kararların
yanında, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da içe dönük bir
Meclis kararıdır. Zira, kendi gündemine ve faaliyetlerine hakim olan Meclisin
varlığına, sağlıklı işlemesine dair bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları,
doğrudan Meclisi ilgilendirmektedir. İçe dönük Meclis kararları, yasama
organının kendi bünyesiyle ilgilidir. Bu kararların özelliği, herkes
bakımından uyulması zorunlu kuralları içermemeleri ve kanun yoluyla
düzenlenememeleridir. Yasama alanının özerk varlığına dair alanda, kanunla
düzenleme yapılamaz. Prof. Dr. Erdoğan Teziç bu durumu, "yasamanın
yasamaya karşı yetkisiz olduğu alan" olarak tanımlamaktadır. Bilhassa
Anayasa'da belirtilen konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesini Meclis
kararı ile açıklamak zorundadır. Anayasa'nın “Meclis kararı” ile açıklanmasını
istediği bir iradenin “kanun” biçiminde açıklanması Anayasa'ya aykırılık teşkil
eder. Burada tartışılan, yasama merciinin yetkili olup olmadığı değil, bu
yetkisini hangi şekilde kullanacağıdır. Yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda ise, Anayasa ve İçtüzük tarafından özel usuller
öngörülmüş, bu usullerle, parlamentoda halkın iradesinin temsilinin sağlanması
güvence altına alınarak, savunma hakkı, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru gibi adil
yargılanma hakkını ilgilendiren hususlar, anayasal güvenceye alınmıştır.
4.
Meclis kararları,
konu bakımından, herkesi ilgilendiren, genel, soyut, kişilik dışı bir düzenleme
olan kanundan farklıdır. Anayasa ise, hem kanunların temelini teşkil eden bir
zemin, hem temel hak ve özgürlükler rejimini kurarak güvence altına alan bir
yapı, hem de siyasi rejimi belirleyen bir metin olduğundan, Anayasanın genel,
uzun erimli, kolay değişmeyen, kalıcı, kişilik dışı ve soyut düzenlemeler
içermesi gerekir. Bu nitelikleri taşımayan, 'bir defaya mahsus' ve geriye dönük
bir uygulama öngören, yalnızca kapsadığı bir grup milletvekiline uygulanacak
olan ve aynı şartlarda, aynı fiili gerçekleştirmiş, fakat hakkında henüz
fezleke tanzim edilmemiş olan diğer milletvekillerine uygulanmayacak bir irade
beyanının, norm koyma amacına dönük olduğu düşünülemez. Bu itibarla, başvuruya
konu yasama işleminin maddi içeriği bakımından anayasal düzenleme olmadığı, yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili bir Meclis kararı olduğu açıktır.
5.
Nitekim kanun
teklifinin gerekçesi de bu yasama işleminin, dokunulmazlıkların toplu bir
biçimde kaldırılmasına dair yasama işlemi olduğunu gösterir niteliktedir.
Teklifin genel gerekçesinde, yasama dokunulmazlıklarının kamu yararı için
benimsenmiş olduğu ifade edilmekte ve dokunulmazlıkların, mevzuatta öngörülmüş
usulle kaldırılmasının mümkün olduğu teslim edilmektedir. Mevcut durumda
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin normal usulün uygulanmaması için iki
gerekçe gösterilmiştir. Bunlardan biri, yürütülen "terörle mücadele"
sürecinin, "terörü ve teröristi" desteklemekle suçlanan
milletvekillerinin kamuoyunun da baskısıyla Meclis'ten uzaklaştırılarak adeta
taçlandırılması arzusu olarak karşımıza çıkıyor. Tamamen siyasi bir
değerlendirme olan bu husus, hukuki bir kriter sunmadığı gibi,
dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinin dayandığı siyasi saikleri de ortaya
koyar niteliktedir. İkinci olarak, normal prosedürün çok vakit alacağı ve
Meclis gündeminin dokunulmazlıklarla kilitleneceği gibi hukukilikten ve
ciddiyetten son derece uzak bir gerekçe ileri sürülmüş, hatta genel gerekçede
dokunulmazlıkların ne kadar zamanda görüşüleceğine ilişkin saat hesabı bile
yapılmıştır. Her iki gerekçe de hukuki bir kriter getirmemektedir. Yine birçok
milletvekili tarafından dile getirilen dokunulmazlık dosyalarının ele alınması
talebi, Komisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere, Anayasa'nın 83.
maddesini askıya alan böyle bir formülün değil, köklü bir düzenlemenin
yapılması yönündedir. Bu haliyle, aynı fiilleri bugün ika eden milletvekilleri
dokunulmazlıktan faydalanacak, böylece eşitliğe aykırı bir sonuç ortaya
çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda, bir Anayasa değişikliğinin taşıması gereken
soyutluk, kişilik dışılık, dolayısıyla herkese uygulanabilirlik özelliklerinden
de yoksun olduğunu, yani şekli olarak bir Anayasa değişikliği görünümünde olsa
da, bu nitelikleri taşımaması nedeniyle esasen bir Meclis kararı ile karşı
karşıya olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
6.
Genel gerekçede,
milletvekili dokunulmazlıklarının TBMM’de görüşülmesiyle ilgili yapılan saat
hesabı aynı zamanda yanıltıcıdır. Mevcut dosyaların hepsi hakkında TBMM Genel
Kurulu’nda görüşme yapılmasına gerek yoktur, zira TBMM İçtüzüğü'nde, Anayasa ve
Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon’un dokunulmazlık dosyalarını
incelemek üzere isim çekme suretiyle oluşturduğu beş üyeli hazırlık
komisyonunun raporu üzerine yapacağı işlem ile konunun Genel Kurul’da
görüşülmesi hakkında farklı bir düzenleme bulunmaktadır. İçtüzüğün 133. maddesi
uyarınca, Genel Kurul’da okunan Karma Komisyon raporu, kovuşturmanın
ertelenmesi şeklinde olduğu ve bu rapora on gün içinde yazılı olarak itiraz
edildiği ya da rapor, dokunulmazlığın kaldırılması şeklinde olduğu takdirde
Genel Kurul'da görüşülmektedir. Buna karşılık kovuşturmanın ertelenmesi
şeklindeki Karma Komisyon raporu, on gün içinde yazılı olarak itiraz edilmediği
takdirde, Genel Kurul’a gelmeden kesinleşir. Tıpkı muhakeme hukuku gibi parlamenter
sistemin işleyişi, bazı şekil kurallarına bağlıdır ve bunlar doğal olarak zaman
alır. Bu usul ve şekil kuralları, ayakbağı olmaları için değil, hakların
korunması, imkan ve güvenceler sağlanması için öngörülmüştür. Bu esnada
harcanan vakit zaman kaybı değil, hukukun gereğidir. Süreden tasarruf etmek
gerekçesiyle demokratik müesseselerden ve usullerden vazgeçilemez. Bu
nedenlerle anayasal gerekliliklerin, zaman alacağı gerekçesiyle ihmal edilmesi,
ortadan kaldırılması ve burada olduğu gibi Anayasa'nın bir maddesinin askıya
alınması hukuka uygunlukla bağdaştırılamaz.
7.
Anayasa'ya geçici
madde eklenmek suretiyle yapılan bu değişiklikle, Anayasa'da tanınan savunma
hakkı başta olmak üzere birçok hukuki güvence yok sayılmaktadır. Hukuki bir
değerlendirme veya bir kriter sunmayan genel gerekçe ve madde gerekçesiyle
beraber düşünüldüğünde amacın genel bir anayasal norm koymak değil,
dokunulmazlıkları bir defaya mahsus olarak kaldırmak olduğu açıktır. Dosyaların
doğrudan yargı mercilerine tevdi edilmesi sonucunu doğuran bu yasama işleminin,
maddi içeriği nazara alındığında yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde
bir Meclis kararı olduğu görülmektedir.
8.
Başvuru konusu
düzenleme ilgili Anayasa hükmünü ( Madde 83) esasen değiştirmeyerek 'bir defaya
mahsus askıya aldığı' ve milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
ilişkin meclis kararı niteliği taşıdığı halde “Anayasa değişikliği” görünümünde
gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin “Anayasa Mahkemesi, bir metnin
anayasaya uygunluğunu denetlerken, o metnin meclislerce şu veya bu nitelikte
sayılmış olması ile bağlı tutulamaz. Anayasa denetiminin amacı ancak AYM’nin
incelemesi için önüne getirilen metni kendi hukuk
anlayışına göre nitelendirebilmesini zorunlu
kılar”
şeklindeki içtihadı yerleşiktir. Anayasa Mahkemesi, Esas: 1999/14, Karar
Sayısı: 1999/6, 26.3.1999 günlü kararında, "Anayasa'da açıkça
belirtilenler dışında kalan yasama organı kararlarının Anayasa Mahkemesi
denetimine bağlı olup olmadığının saptanmasında, kararı oluşturan yöntem kadar
bunların konusu, amacı ve niteliği üzerinde de durulması, etki ve değerlerinin
gözönünde tutulması gerekmektedir. Bunlar Anayasa'nın uygunluk denetimine bağlı
tutulan kararlarla aynı değer ve etkide ise, denetiminin yapılması hukuk
devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur" tespitini yapmıştır. Bu
tespitin, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yolunun açıkça öngörüldüğü yasama
dokunulmazlığının kaldırılması bakımından evleviyetle geçerli olması gerekir. Şeklen
anayasa değişikliği görünümünde olmakla beraber, özü itibariyle yasama
dokunulmazlıklarının toplu ve geçici olarak kaldırılmasından ibaret olan bu
işlemin, yukarıdaki gerekçelerle, Yüksek Mahkemece tavsif edilerek, Anayasa'nın
85. maddesi uyarınca denetlenmesi gereklidir. Anayasa tarafından öngörülen
özgün bir başvuru yolu olan 85. maddenin uygulama kabiliyetinin kalmadığı,
Anayasa'ya eklenen Geçiçi 20.madde gerekçesinde belirtilmişse de, Anayasal bir
başvuru yolunun madde gerekçesindeki bir ifadeyle ortadan kaldırılması mümkün
değildir. Bu yöntemin amacı hem milletvekillerine anayasayla tanınmış bir
başvuru yolu, hem de dokunulmazlığın kaldırılması kararının anayasal denetim
imkanı olan 85. maddeyi bertaraf etmek,dolayısı ile niteliği gereği Meclis
kararı olan işlemi Anayasa Mahkemesi'nin denetiminden kaçırmaktır.
9.
Yüksek Mahkeme
öncelikle anayasaya karşı hileyi gözeterek, yapılan yasama işleminin
dokunulmazlıkların kaldırılmasına dair Meclis Kararı olduğunu tespit etmeli ve
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde milletvekillerine tanınan
hak ve imkanları dikkate alarak hukuka uygunluk denetimi yapmalıdır.
II.
YASAMA DOKUNULMAZLIĞININ KALDIRILMASINA DAİR MECLİS KARARININ ANAYASAYA,
KANUNA VE İÇTÜZÜĞE AYKIRILIĞI BAKIMINDAN:
Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki bu Meclis kararı, Anayasanın 83 ve
85’üncü maddeleriyle, TBMM İç Tüzüğünün 131 ila 134’üncü maddelerini ihlal
etmektedir. Başvuruya konu yasama işlemi, başta hukuk devleti ve hukuki
güvenlik ilkesi, ceza sorumluluğunun kişiselliği, savunma hakkı, kanunların
geçmişe yürümezliği, masumiyet karinesi olmak üzere hukukun genel ilkesi
niteliğinde olan ilkelerle bağdaşmamaktadır. Yine yukarıda açıklanan usulün
izlenmesi, dokunulmazlığın kaldırılması sürecindeki grup kararı alamama ve
benzeri engelleri barındıran Anayasa'nın 83 ve 84. maddeleri ile İçtüzüğün 131
ila 134. maddelerinde düzenlenmiş kuralları dolanma yolunu açmaktadır.
Anayasaya karşı hile anlamına gelen bu usul, hukuka uygun değildir. Kemal
Gözler'in açıklamalarına göre, "anayasanın özünü" oluşturan,
anayasanın temelinde bulunan siyasî ve felsefî prensiplerde yapılan
değişiklikler, anayasal sistemin bütünüyle çökmesi ve bir başka anayasal sistem
ile değiştirilmesi anlamına gelir, bu da anayasaya karşı hile olarak
adlandırılır..
1.
"Anayasa"
adı verilen bir metnin gerçekten Anayasa olarak nitelendirilebilmesi için,
devlet iktidarını sınırlandırması ve hakları güvence altına alması gereklidir.
Bu niteliğinden dolayı, Anayasa'nın hak alanının muhafazasını ve
geliştirilmesini sağlayan değişikliklere açıkken, korunan hakları daraltan,
ortadan kaldıran veya askıya alan hükümlere kapalı olduğu ve bunların geçerli
bir değişiklik olarak ele alınamayacağı John Rawls tarafından ileri
sürülmüştür. Bu görüş, doktrinde ciddi bir karşılık bulmuş, anayasa
değişikliklerinin kontrolünün, anayasanın sağladığı güvencelerin
zayıflatılmasının önüne geçmek ve parlamento çoğunluğunun, azınlık aleyhinde
otoriterleşmesini engellemek için şart olduğu da aynı şekilde ileri
sürülmüştür.
2.
Bu çerçevede
anayasal kurallar, devlet yapısının ve temel hak ve özgürlükleri koruma
rejiminin ve bu iki temel unsurla ilişkili olarak tüm hukuk düzeninin bağlı
olduğu ilkeler sistemidir. Anayasal normlar, tıpkı bir heykeli taşıyan kaide
gibi, tüm hukuk düzenini taşıyan güçlü bir taban olmakla beraber,
değiştirilemez değildir. Ancak bu niteliği, Anayasa hükümlerinin normal hukuk
normlarına kıyasla farklı bir usule tabi tutularak daha zor değiştirilmesini,
anayasa değişikliklerinin daha özenli ve üzerinde düşünülerek yapılmasını
mecburi kılmaktadır.
3.
Yasama ve kürsü
dokunulmazlığını kapsayan yasama muafiyetleri, Kanuni Esasi'den beri anayasal
geleneğimizde yer alan bir güvenceler manzumesidir. Yasama muafiyetleri imtiyaz
değildir. Halkın iradesinin meclise tam ve özgür olarak yansımasını sağlamak,
parlamenterlik görevinin her türlü baskı ve kaygıdan uzak, güvenceli bir
biçimde yapılmasını mümkün kılmak için getirilmiştir. Sancılı bir tarihle
kazanılmış deneyimlerin sonucudur. İktidarı rahatsız edebilecek görüşleri
savunanların hem ifade özgürlüklerinin korunması, hem de çeşitli sebeplerle yasama
faaliyetlerinden uzak tutulmalarının önüne geçilmesi için tanınan muafiyetler,
parlamento fonksiyonunun sıhhati açısından önemlidir.
4.
1982 Anayasası
döneminde, anayasal kaidelerden farklı olarak, yani kalıcı bir anayasa hükmü
niteliğinde olmayan geçici maddeler rejimiyle çeşitli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu geçici maddelerle, darbeci general Kenan Evren'in cumhurbaşkanı ilan
edilmesi ve askeri vesayetin kurumsallaşması gibi kurulu iktidarın tesisi
bakımından esaslı ve 'istisnai' düzenlemeler yapılmış; seçimlerin sıhhati için
seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde gerçekleşen seçimlere
uygulanamayacağı hükmünün askıya alınması gibi anayasa tarafından sunulan
güvenceler 'bir defaya mahsus' delinmiştir. Yine bu geçici maddelerle, TBMM toplanana
kadar Milli Güvenlik Konseyi yetkili kılınmış, siyasi partiler feshedilerek
siyasetçilere siyaset yasağı getirilmiş, darbenin mimarı tarafından göreve
getirilmiş olan Yüksek Yargı mensuplarının görevlerine devam etmeleri, yine bu
geçici maddelerle teminat altına alınmıştır. Darbeyi gerçekleştirerek sivil
siyasal düzeni ortadan kaldıran kişilerin sorumsuzlukları da geçici maddelerle
güvenceye bağlamıştır. Geçici maddelerle 'anayasallaşan' 19 hükmün tamamı bu
mahiyettedir. Bütün geçici maddeler, öyle ya da böyle anayasayı delen,
anayasanın arkasından dolanan, ruhuna ve lafzına aykırılık teşkil eden
maddelerdir.
5.
Şimdi Anayasa'ya
eklenecek olan 20'nci geçici madde de bu anlayışı devam ettirmektedir.
Anayasa’nın 83’üncü maddesini askıya alan bu düzenlemeyle, ‘siyasi linç’
olasılığına karşı bir güvence olan yasama dokunulmazlıkları, 'bir defaya
mahsus' olmak üzere ortadan kaldırılmaktadır. Böylece milletvekillerinin keyfi
şekilde tevkif edilmelerinin önüne geçmek, toplumun iradesini tam olarak Meclis
kürsüsünde yansıtarak parlamenter işleyişi ve milletvekillerinin ifade
özgürlüğünü güvence altına almak gibi amaçlarla tesis edilen hüküm
yokmuşçasına, hakkında fezleke olan vekiller yargıya havale edilmekte,
tutuklanmalarının önü açılmaktadır. Hatta Meclis'e ulaşmamış, Adalet Bakanlığı
ve Başbakanlıkta bulunan fezlekeler de doğrudan yargı mercilerine gönderilmek
suretiyle, tam olarak hangi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığına dair
sağlıklı bir bilgiye ulaşmak imkansız hale getirilmektedir. Yasama dokunulmazlığının
siyasi saiklerle kaldırılmasını Anayasa'ya aykırı bularak iptal eden Anayasa
Mahkemesi içtihadı da bu yolla delinmektedir. Sonuç olarak Kanuni Esasi'den
bugüne tanınmış bir hak, kalıcı bir ilke olmaksızın askıya alınmakta, muhalefet
vekilleri bu şekilde Meclis'ten uzaklaştırılma tehdidiyle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
6.
Mevcut Meclis kararı
demokratik hukuk devletinde olması gereken kamu yararı düşünülerek değil,
iktidarın siyasi saikleri gözetilerek düzenlenmiştir. Esas hedef 6 milyona
yakın insanın iradesini temsil eden HDP milletvekillerini parlamento dışına
atmaktır. Zira gerekçedeki 'terör' vurgusu, ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmesi gereken ifadelerin 'örgüt üyeliği' 'örgüt propagandası'
olarak telakki edilmesi itibariyle en çok HDP milletvekillerini
ilgilendirmektedir. Demokratik taleplerin örgütlerle ilişkilendirilerek
terörize edilmesi ve suç haline getirilmesiyle yine HDP'li milletvekilleri
hedeflenmektedir. HDP milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerin ezici
çoğunluğunu, örgüt propagandası, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi, ifade ve toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlükleri kapsamında değerlendirilebilecek isnatlar oluşturmaktadır. Bu
isnatlar, gerekçede 'terörle mücadelenin' bir parçası olarak anılmakta, 6
milyona yakın kişiyi temsil eden milletvekillerinin söz ve ifadeleri
kriminalize edilmektedir. Yine iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın hedef
göstermesiyle, partimize üye olan milletvekillerine ilişkin fezleke sayısı,
2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 iken, 20 Mayıs 2016 itibariyle 510'a
ulaşmıştır. Aslen parti programında yer alan, Türkiye'nin altına imza attığı
uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış özerklik talebi ve
savunusu, yine bu isnatların başında gelmektedir.
7.
Bu durum, geçici
maddeyle gerçekleştirilen ve aslında toplu biçimde yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde bir yasama işlemi olan bu değişikliği, her yasada olması
gereken objektiflik ve genellik ilkelerinden yoksun kılarak, Anayasa’nın 10.
maddesinde teminat altına alınan eşitlik ilkesine ve AİHS’in 14. maddesiyle
teminat altına alınan ayrımcılık yasağına da aykırı hale getirmektedir.
Meclisin bu kararıyla ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetilmekte,
özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde kendine yoğun bir siyasi
karşılık bulan bir siyasi parti olan HDP'yle birlikte, toplumun bu kesimine
yönelik bir tavır da sergilenmektedir. Bu cihetle Meclis kararı ayrımcılığa da
hizmet etmektedir.
8.
Bir kısım
milletvekillinin yüz kızartıcı olmayan, temsil ettikleri halkın hak taleplerini
ifade eden söz ve davranışları, bu değişiklik aracılığıyla kriminalize
edilmekte ve milletvekilleri siyasi olarak hedef tahtasına yerleştirilerek,
cezalandırılmalarının önü açılmaktadır. Dolayısıyla düşünce ve ifade
özgürlüğünün, hak arama özgürlüğünün temeli de böylece zedelenmiş olmaktadır.
9.
Mevcut Meclis kararı
için mecliste izlenen yol Meclis İçtüzüğünün dokunulmazlığın kaldırılması
konusunu düzenleyen hükümleri de ihlal etmiştir. Bu konuda Meclis İçtüzüğü rafa
kaldırılmıştır. TBMM İçtüzük madde 131 ila133 gayet açıktır.
10.
İçtüzüğün 131 ve
devamı maddelerinde detaylı biçimde belirlenen dokunulmazlıkları kaldırma usulü
ve bu usulle getirilen savunma hakkı, yine bu değişiklikle ortadan kaldırılmaktadır.
Fezlekesi görüşülen vekilin Hazırlık Komisyonu, Karma Komisyon ve Genel Kurulda
kendisini savunma hakkı bu değişiklikle gasp edilmektedir. Böylece fiil
işlendiği tarihte mevcut olan bir güvence, geçmişteki fiillerle ilgili olarak
ortadan kaldırılırken, değişiklik bir defaya mahsus olduğundan, yasalaştıktan
sonraki fiiller veya soruşturmasına henüz başlanmamış olanlar için
geçerliliğini koruyacaktır. Böylece Anayasa'nın “kanun önünde eşitliği”
düzenleyen 10’uncu maddesi de ihlal edilmektedir. Bu bir hukuk garabetidir.
11.
Mevcut Meclis kararı
yasama dokunulmazlıklarıyla ilgili Venedik Komisyonu kriterlerine de aykırıdır.
Yasama dokunulmazlığının kaldırılması gündeme geldiğinde, İçtüzüğe paralel
biçimde tek tek dosyaların ele alınarak tartışılması, akabinde ilgili
komisyonlardan geçmesi ve nihayet Meclis Genel Kuruluna gelmesi gerekmektedir.
Buna rağmen siyasi saiklerle bu temel kural ihlal edilmiştir. Venedik Komisyonu
kriterlerine göre, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, eşitlik ilkesi
zedelenmeden, şeffaf kriterlere göre her bir davanın ayrı ayrı ele alınması,
siyasi mülahazalar güdülmemesi olmazsa olmaz ilkelerdendir. Bu kriterlere göre
milletvekilliği dokunulmazlığı çerçevesi dokunulmazlıkların kaldırılması
kararının alınmasına dair ciddi, hususi ve objektif kriterler içermelidir.
12.
Anayasa
Mahkemesi'nin bu konuya dair içtihadına bakıldığında, Cumhuriyet Senatosu Tabii
üyesi Ekrem Acuner'in dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan
başvuruda, yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebinin, isnadın ciddiliği,
dokunulmazlığın kaldırılması talebinin siyasi bir amaç güdülerek yapılıp
yapılmadığı, soruşturma konusu fiilin kamuoyundaki etkisiyle beraber, üyenin
şeref ve haysiyetinin korunması bakımından da incelemeye tabi tutulmuş olduğu
görülmektedir.
13.
Anayasa Mahkemesi,
İçtüzükte yer alan usul kurallarının iptale sebebiyet verip vermeme
derecelerini değerlendirirken bir kriter ileri sürmüştür: "Yasama
Meclisince verilen kararın geçerliği üzerinde etkili olabilecek nitelik taşıyanlar
bulunduğu gibi, ayrıntı sayılabilecek nitelikte olanlar da vardır. Birinci
kümeye girenlere aykırı tutumun iptal nedenini oluşturacağını, buna karşılık
öteki biçim kurallarına uymamanın iptali gerektirmeyeceğini kabul etmek yerinde
olur."
14.
Yine yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ele alındığı bir Anayasa Mahkemesi
kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasallık
denetiminde esaslı bir unsur olarak değerlendirmeye alınmıştır. Buna göre,
"Anayasa hangi durumlarda yasama dokunulmazlığının kaldırılacağını
belirtmemiştir. Ancak bu, Yasama Meclislerinin konu üzerinde sınırsız ve salt
bir değerlendirme hakları bulunduğu anlamına gelmez. Çünkü yasama
dokunulmazlığı hukuki kurumuna yer vermekle Anayasa koyucunun güttüğü erek -ki
bu, yasama görevini yürüteceklerin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve
kaygılardan korunmuş olarak o görevi gereği gibi yapmalarını sağlamak diye
özetlenebilir- böyle bir görüş ve düşünüşle bağdaşmaz. Öte yandan yine Anayasa,
2. maddesiyle, TC'yi bir hukuk devleti olarak nitelendirmiş ve tanımlamıştır.
Şu duruma göre yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtakım
belirli, nesnel ölçütler uyarınca davranılması ve bu ölçütlerin hukuk
devletinden beklenen nitelikte olması gerekir". Dönemin Cumhuriyet
Senatosu İçtüzüğünde yer alan, ancak zamanla hukuk devleti ilkesiyle
ilişkilendirilerek dokunulmazlıklar konusunda genel bir kriter olarak yerleşen,
dokunulmazlıklar kaldırılırken siyasi amaç gütmeme ilkesi, isnadın ciddi olması
gereği, üyenin şeref ve haysiyetinin korunması yönünden de tetkik mecburiyeti
ile beraber bu kararda da vurgulanmıştır. Yine bu ilkelerin, hukuk devletiyle
derin bir bağı olduğu değerlendirilmiş, bilhassa isnadın ciddi ve siyasi
amaçlardan uzak olması gereği tespit edilirken, hukuki kriterler öngörülmüştür.
Ekrem Acuner'in yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin kararın,
isnadın ciddi olmamasından bahisle oybirliğiyle iptaline karar verilmiştir.
İsnadın ciddi olmadığına karar verilmiş olduğu için, dokunulmazlığın
kaldırılması işleminde siyasi bir amaç güdülüp güdülmediği ve üyenin şeref ve
haysiyetinin zarar görüp görmediğinin değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
Aynı dönemde, benzer gerekçelerle dokunulmazlığı kaldırılan Osman Köksal da
Anayasa Mahkemesine müracaat etmiş ve yine isnatların ciddi olduğu yönünde bir
kanaat oluşmadığından, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi iptal edilmiştir.
Her iki karar da, Nihat Erim'in başbakanlık koltuğunda oturduğu ve ülkeyi
kurmuş olduğu partilerüstü hükümetin yönettiği dönemde alınmıştır. Ekrem
Acuner'in dosyası, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları ile ilgili olarak,
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından başlatılan bir
kovuşturma ile ilgili olarak Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Osman Köksal'ın dosyası da aynı sebeple başlatılan bir kovuşturmayla ilgilidir.
Siyasi nitelik arz eden dönemin ceza kanununun 146. maddesiyle yargılanması
talep edilen bu iki senatörle ilgili kararlarında Anayasa Mahkemesi, isnadın
ciddi olmadığına kanaat getirerek, dokunulmazlık kaldırma işlemini hukuka uygun
bulmamıştır.
15.
Anayasa Mahkemesi,
Çetin Altan'ın 28/9/1966 günlü Akşam gazetesinde çıkan "Bornova Savcısı
Lütfen Dinleyin" başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca
komünizm propagandası ve görev dolayısı ile hakaret ve tehdit niteliği taşıma
ihtimalinden bahisle, Türk Ceza Kanununun 142. maddesinin 1. ve 6. fıkraları,
482. maddesinin son fıkrası ve 273. ve 191. maddeleri gereğince dava açılmak
üzere yasama dokunulmazlığının kaldırılması talebini incelediği kararında,
usule dair bir gerekçeyle dokunulmazlık kaldırılması işlemini hukuka aykırı
bulmuş ve esasa girmeye gerek görmemiştir.
16.
Başvuru konusu
işlemin gerekçesinde, dokunulmazlığın kamu yararına, parlamento
fonksiyonlarının korunmasına yönelik olduğu ve milletvekillerine “nispi koruma” getiren bir kurum
olmasının “muhalefeti koruma” amacına
yönelmiş olduğu çarpıtılarak, dokunulmazlığın kaldırılması sürecinin açıkça “kamuoyunu tatmin süreci olduğu”
yazılmıştır. Kamuoyunu tatmin, bir anayasa hükmünün askıya alınmasının hukuki
gerekçesi olamayacağı gibi, kamuoyundan kimin kastedildiği de belirsizdir.
Özellikle muhalefette yer alan vekillerin korunması için getirilmiş bir kurumun
geçici olarak uygulanmaması için iktidar partisinin tüm vekillerinin imzasıyla
getirilen teklifin gerekçesinde "kamuoyunu tatmin" gibi muğlak bir
nedenin yer alması meseleyi iyice netameli hale getirmektedir. 1 Kasım 2015
seçimlerinde geçerli oyların %10.8'ini alarak Meclis'e giren HDP'nin, kendi
seçmeni dışında kalan %89.2'lik kesimle farklı düşüncelere sahip olması, bu
düşüncelerin çoğunluğu rahatsız etmesi mümkün ve muhtemeldir. Ancak HDP tam da
kendisine oy veren ve çoğunluktan farklı düşünen %10.8'in iradesini yansıtmak
için Meclis'te bulunmaktadır. Temel amacı, milletvekillerini iktidar tarafından
tahrik edilebilecek keyfi ceza soruşturmalarına karşı korumak olan yasama
dokunulmazlıklarının tam da bu iradeyi ortadan kaldırmak üzere şekillendiği
açık olan bir teklifle 'askıya alınması', anayasa ve idare hukuku alanında
sayısız çalışmaya imza atmış Prof. Dr. Kemal Gözler tarafından, "yasama
dokunulmazlığıyla ilgili medenî dünyada bilenen bütün ilkelere aykırı"
olarak nitelenmiştir.
17.
Başvuruya konu
Meclis kararı, “seçme ve seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı”nı
düzenleyen 67’inci maddesinin de ihlal etmektedir. Anayasa 67. maddesinin
başlangıcında; “vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak,
seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.”
denmektedir. Seçimler ve siyasi haklar Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi haklar, seçimlerde
oy kullanma, aday olma ve seçilme haklarının yanında siyasi faaliyette bulunma
hakkını da kapsar. Başta HDP milletvekilleri olmak üzere dokunulmazlıkları
kaldırılan milletvekillerinin önemli bir kısmı siyasi faaliyetlerinden dolayı
sanık durumuna düşeceklerdir. Anayasa Mahkemesinin 2012/1272 B. Nolu kararında
da vurgulandığı gibi siyasi haklar sadece seçimlerde oy kullanma, aday olma ve
seçilme hakkından ibaret değildir. Aynı zamanda kendisine oy veren halkın
iradesi paralelinde siyasi faaliyette bulunmayı da kapsar. Kısacası burada söz
konusu olan kendisine oy veren kitlenin iradesi doğrultusunda kitlenin hak ve
talepleri için siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Bu konuda AİHS’e ek protokol
1’in 3. maddesi açık seçik şu hususu vurgulamaktadır; “yüksek sözleşmece
taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler
yapmayı taahhüt ederler” yani parlamenterler halkın kanaatlerini özgürce
açıklayacaklar, devletlerde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını
sağlayacak şartları yerine getirecekler. Yani AİHS Ek Protokol 1’in 3. maddesi
bu konuda sözleşmeci taraflara yani devletlere yükümlülük yüklemiştir. Mevcut
geçici yasa hükmüyle AİHS’e Ek Protokol 1’in 3. maddesi de ihlal edilmekte, söz
verilen yükümlülük yerine getirilmemektedir. Dahası halkın kanaatlerinin
özgürce açıklanması engellenmiş olmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir kararında bu
hususların altını şu şekilde çizmektedir:
“AİHM,
"serbest seçim hakkını"nı Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan
demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM,
Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol’ün 3. maddesinin koruduğu hakların, hukukun
üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması
ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (bkz.
Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, Başvuru No. 9267/81,
2.3.1987,47:Zdanoka/Letonya (BD), B. No. 58278/00,16.3.2006, 103; Yumak ve
Sadak /Türkiye(BD) B. No: 10226/03, 8.7.2008, 105"
18.
AİHS Ek 1 No'lu
protokol'ün 3. maddesinde yer alan hükümlerin gözetilmesinde AİHM seçme ve
seçilmeye dair hakların özüne dokunulmaması,etkinliğini yitirmemesi ve
meşruiyetini koruması ve kullanılan araçların orantısız olmaması gerektiğini
belirtir(Kavakçı-Türkiye, 71097/01, 1 Nisan 2007). Mevcut düzenleme bu ilkeler
ışığında siyasi hakların topluca ve özüne dokunacak düzeyde kısıtlanmasına yol
açacaktır. Muhalif bir siyasi partinin hemen hemen tüm milletvekillerinin
dokunulmazlığının kaldırılması, söz konusu partinin siyasi etkinliğinin büyük
ölçüde yitirmeye zorlanması anlamına gelecektir. düzenleme gerekçesindeki
hususlar gerekçe konusu fezlekelerin büyük çoğunluğunun ifade özgürlüğüne
doğrudan müdahale kapsamında oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde toplu
dokunulmazlık kaldırma düzenlemesinin AİHS 1 Nolu Protokol 3. madde bağlamında
orantısız müdahale oluşturduğu son derece açıktır.
19.
Bu kararda atıf
yapılan AİHS Ek 1 Nolu Protokolün 3. maddesi ve bu yöndeki AİHM kararları
halkın kanaatlerinin özgürce açıklanması için gerekli koşulların devletler
tarafından yaratılmasını hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir
demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati önemi sahip
olduğunu vurgulamıştır. Seçilmiş milletvekilinin, çalışmaya başladıktan sonra,
haklı olmayan gerekçelerle ve anayasaya aykırı yöntemlerle, siyasi
çalışmalarından dolayı suçlanması, usule ilişkin haklarından mahrum bırakılması
Anayasanın 67’inci maddesiyle, AİHS’ne Ek Protokol 1’in 3’üncü maddesinin
ihlalini oluşturmaktadır.
20.
Başvuruya konu
yasama işlemi aynı zamanda, Anayasanın 36’ncı, AİHS’nin 6’ncı maddesinin de
ihlalini teşkil etmektedir. Adil
yargılanma hakkı olarak adlandırılan bu
hak, dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilen milletvekilinin, hem
Anayasanın 85’inci maddesi kapsamında başvuru yapmasını hem de,
dokunulmazlığının Meclis kararıyla kaldırılmasına kadar geçen sürede, Meclisin
organları (Komisyonlar ve Genel Kurul) önündeki savunmalarını da kapsamaktadır.
Dokunulmazlığın kaldırılmasını düzenleyen Anayasanın 83/2’inci maddesinin ve
başvuru hakkını düzenleyen 85’inci maddesinin, milletvekilleri için yargılama
öncesi usul işlemlerini düzenlediği açıktır. Bu usul kuralları keyfi
işlemlerini önünü kapatarak adil yargılama yapılmasını güvence altına
almaktadır.
21. Yasama işlemi, İçtüzüğün 148’inci maddesini de
ihlal etmektedir. Anayasanın 83’üncü maddesinde, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının TBMM İç Tüzüğünün 148’inci maddesi uyarınca “gizli oylama”yla
yapılması gerekir. Başvuruya konu yasama işleminin TBMM’de yapılan birinci ve
ikinci oylamaları esnasında gizli oylama ilkesine riayet edilmemiştir. AKP,
milletvekillerinin tamamını yasa önergesini imzalamaya ve oylamaya katılmaya
mecbur tutmuş, oylama sırasında bir grup milletvekili arkadaşlarının
kullandıkları oyun rengini kontrol etmiştir (Buna dair örnek iki fotoğraf ve bir
video EKTE sunulmuştur.) HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken ve diğer HDP
milletvekilleri, TBMM Başkanından gizli oylama kurallarının yerine
getirilmesini talep etmiş, oylama sürerken gizli oylamanın sağlanmasını
istemiş, defalarca uyarıda bulunmuş, ancak oylama, gizli oylamanın gerekleri
yerine getirilmeden tamamlanmıştır. Bu esnada düzenin sağlanması ve gizli
oylamanın ihlal edilmemesi için Başkan bazı uyarılar yapmışsa da hiçbir tedbir
almadığı görülmüş ve bu ortamda yapılan adeta açık oylamayla düzenlemenin kabul
edildiği ilan edilmiştir (20 Mayıs 2016 tarihli TBMM Genel Kurul tutanakları).
Gizli oylama her milletvekilinin kendi vicdanıyla
baş başa kalarak oyunu serbestçe kullanmasını sağlamak içindir. Gizliliğin
ihlali, irade serbestliğini ortadan kaldıran bir nedendir. Milletvekillerinin
serbest iradeleriyle hareket etmelerini engelleyen baskılar ve gizliliğin ihlal
edilmiş olması sebebiyle yapılan oylama geçerli değildir, yapılan düzenleme yok
hükmündedir.
III.
YASAMA DOKUNULMAZLIKLARININ KAYNAĞI VE TÜRKİYE'DEKİ UYGULAMA
1.
Yasama muafiyetleri,
İngiltere'de Kralın politikalarına muhalefetin itirazları karşısında
milletvekillerinin çeşitli sebeplerden tevkif edilerek Parlamento'dan
uzaklaştırmasından doğan, parlamentonun süresiz tatil edilmesine ve Kraliyet
Ordusu'nun Parlamento Ordusu'yla iç savaşa sürüklenmesine kadar varan çekişme
sonucu kurumsallaşmıştır. Tarihsel olaylar, anayasal kurumların gelişimlerini
doğrudan etkilemektedir. Fransa'da 1789 Devrimi'yle ortaya çıkan muafiyetler,
Konvansiyon döneminde kaldırılmış, ancak pek çok meclis üyesi hapsedilince
yeniden tesis edilmiştir. Demokrasi kültürünün ve hukuk devletinin güçlenmesi,
yargının bağımsız ve tarafsız bir erk haline gelmesiyle muafiyetlerin kapsamı
zamanla daraltılmışsa da Türkiye'de yasama dokunulmazlıklarını kaldırma
tehdidi, her zaman muhalefetin ensesinde sallanan bir kılıç olmuştur.
2.
Aslında Türkiye'nin
parlamento tarihi, toplumun ve bunun yansıması olarak parlamentonun tek
tipleştirilmesi girişimlerinin de tarihidir. Bu tarihi, 69'u Müslüman, 46'sı
Gayrimüslim 115 üyeyle toplanmış 1877 Meclis-i Mebusanı ile başlatmak gerekir.
İkinci Meşrutiyet'in ardından 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 11 farklı
halktan mebus yer alıyordu. Çeşitli dönemlerde sayıları değişse de, Türk, Kürt,
Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah ve Asuri mebuslar görev
yapmaktaydılar. 12 Ermeni mebustan Kirkor Zohrab ve Ohannes Vartkes
Serengülyan, Isdepan Çıracıyan, 21 Nisan 1915'te Diyarbakır'daki Divan-ı
Harp'te yargılanmak üzere tutuklanmış, yolda çetelerce vurulmuşlardır. Nazaret
Dağavaryan, Garabed Paşayan, 24 Nisan 1915'te aynı amaçla tutuklanarak Ayaş
Hapishanesi'ne gönderilmiş, biri Siverek yakınlarında, diğeri Ankara Elmadağ
yakınlarında öldürülmüşlerdir. Onnik Tertsakyan 17 Nisan 1915’te tutuklandıktan
sonra öldürülmüş, Hampartsum Boyacıyan ise evinden alınarak tutuklanmış ve idam
edilmiştir. Ermenilerin ardından tüm gayrimüslim milletvekillerinin Meclis'ten
ve aktif siyasetten dışlanmaları, toplumdan da dışlanmalarının, tehcirin ve
uğradıkları büyük acıların da habercisi olmuştur.
3.
Ayan Meclisi'nde
temsil edilen Kürt Teali Cemiyeti de benzer akıbeti paylaşır. Cemiyetin başkanı
Seyit Abdülkadir'in milletvekilliğinin, Kürt Şerif Paşa'nın Paris Barış
Konferansı esnasında Ermenilerle imzaladığı anlaşmayla ilgili basına verdiği
demeçler nedeniyle düşürülmesi için girişimlerde bulunulmuş, ardından Cemiyet
dağıtılmıştır. Kurtuluş Savaşı boyunca gündemde olan Kürtlere yerel özerklik
bahsini hayata geçirmek için, Mustafa Kemal'in ve tüm Meclis'in destek
tezahüratları altında Meclis'e Kürt milli giysileriyle giren Dersim mebusu
Hasan Hayri ve arkadaşları, Kürt ve Türk halklarının birliği ve kardeşliğiyle
ilgili çok alkış alan bir konuşma yaparlar. Üç sene sonra Hasan Hayri, aynı
konuşma gerekçe gösterilerek 'bölücülük' suçlamasıyla idam edilir. Bu durum,
Dolmabahçe mutabakatına giden süreçte müzakereleri yürüten isimler hakkında
tanzim edilen fezlekeleri hatırlatmaktadır. Çözüm sürecinde de devlet
kanadından görüşmeyi yürütenler yasal güvencelerden faydalanmış, ancak siyasi
risk alarak görüşmeyi yürütenler için böyle bir teminat verilmediği gibi, tam
da bu görüşmeler, suç isnatlarının kaynağı haline gelmiştir. 1924 Anayasası ile
birlikte, Türk - Kürt birlikteliği söylemi bir kenara bırakılmış, Kürtlerin talepleri
bastırılmıştır.
4.
Her süreçte Kürt
milletvekillerinin Meclis dışı bırakılmaları, hem devleti hukukun sınırlarını
zorlayan ve kimi zaman bu sınırların dışına taşan faaliyetlere itmiş, hem de
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde çeşitli isyanların fitilini
ateşlemiştir. Takriri Sükun Kanunu, Şark Islahat Planı, Tunceli Kanunu,
devletin kurulu hukuk düzeninin dışındaki faaliyetlerine biçilen, Anayasa'ya ve
diğer mevzuata aykırı kılıflardır; olağanüstü halin hukuka aykırı olarak
yasalaşmasıdır. Koçgiri İsyanı, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim İsyanı da başlatılan
isyanlara örnek olarak gösterilebilir.
5.
1990’lı yıllarda PKK
ve devlet arasındaki çatışmaların giderek şiddetlendiği bir evrede sırasıyla
Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi
Partisi (DEP), Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP), Demokratik Kitle Partisi
(DKP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP),
Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve BDP kurulmuştur. Bu partilerden sadece DEHAP
kendisini feshetmiş, geriye kalan diğer partilerin tümü “bölücü” faaliyet
yürüttükleri iddiası ile kapatılmıştır.
6.
ÖZDEP'in
kapatılmasına ilişkin olarak AİHM'e yapılan başvuruda mahkeme, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü üzerinden bir değerlendirme yaparak, parti programında
şiddet kullanımına, isyana veya diğer şekillerde demokratik ilkelerin
reddedilmesine yönelik bir çağrı görmediğini tespit etmiştir. Program içinde
önerilen siyasi projenin uygulanmasında demokratik kurallara uyulması AİHM'in
göz önüne aldığı bir kriterdir. HDP'li milletvekilleri hakkında tanzim edilen
fezlekelerde, parti programında siyasi bir hedef olarak belirlenen özerklik
talebi örgüt propagandası, bazı hallerde örgüt üyeliği, devletin birliğini ve
ülke bütünlüğünü bozmak, bazı hallerde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt
adına faaliyette bulunmak suçları kapsamında değerlendirilmiştir. Bu durum,
fezlekelerde yer alan isnatların ciddiyetine ilişkin ağır şüpheler
uyandırmakta, fezlekelerin siyasi hınç ve kinle hazırlandığını, hukuki olmaktan
ziyade siyasi mülahazalar güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
7.
4 Eylül 1993’te
“faili meçhul cinayetler” üzerine delil tespit çalışması yürüten bir DEP
heyetine Batman’da saldırı düzenlenmiş, DEP Mardin Milletvekili Mehmet Sincar
öldürülmüştür; Batman Milletvekili Nizamettin Toğuç ve 3 kişi de yaralanmıştır.
Yine, 1991 ve 1994 arasındaki çatışmalı süreçte, legal siyasetin temsilcisi
olan HEP ve DEP’in 50’den fazla üyesi öldürülmüştür.
8.
DEP milletvekilleri
Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 2 Mart 1994'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden
çıkışta sivil polisler tarafından yaka paça gözaltına alınmış, aynı gün TBMM'de
yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana,
Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın
dokunulmazlıkları kaldırılmış ve Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt
milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri vermiştir. Orhan
Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994'te Leyla Zana ve diğer
milletvekilleri gözaltına alınmış, ardından tutuklanmışlardır. 16 Haziran
1994'te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993'te kurulan DEP'in kapatılmasına ve 5'i
cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar vermiştir. 1 Temmuz 1994'te Selim Sadak da gözaltına alınmış ve 12
Temmuz'da tutuklanmıştır. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski
milletvekiliyle başlayan DEP davası, 8 Aralık 1994'te sonuçlanmıştır.
Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri
Orhan Doğan ve Selim Sadak, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15'er yıl ağır
hapis cezasına çarptırılmışlardır.
9.
HADEP de benzer
kaderi paylaşmış, 13 Mart 2003 tarihinde parti Anayasa Mahkemesi tarafından,
"PKK'ye yardım yataklık etmek ve yasadışı eylemlerin odağı haline
gelmek" iddiası ile kapatılmıştır. Parti kapatıldıktan sonra alınan karar
gereği beyan ve eylemleriyle partinin kapatılmasına neden olan kurucuları dahil
üyelerinden 46'sı siyasetten men edilmiştir. Kapatma kararının üzerinde 7 yıl
geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği karar ile
HADEP'in kapatılmasında Türkiye'yi haksız bulmuştur.
10.
HADEP'ten sonra
DEHAP hakkında kapatma davası açılmış, bunun üzerine parti kendisini
feshetmiştir. 9 Kasım 2005 tarihinde kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin
neredeyse düzenlediği her etkinlik suç sayılarak hakkında kapatma davası
açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 2009'da oybirliğiyle DTP'nin kapatılmasına karar
vermiştir. 37 kişiye 5 yıl siyaset yasağı getirilirken, Genel Başkan Ahmet Türk
ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi yönünde karar vermiştir.
AİHM'in değerlendirmeleri, ÖZDEP'in çizdiği siyasi tahayyülün, Türkiye
Devleti'nin mevcut ilkeleri ve yapılarıyla uyumlu olmamasının demokratik
kuralları ihlal etmediği yönündedir. Kararın 42 ve devamı paragraflarında AİHM,
ÖZDEP'in sadece ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırıldığı, bunun
amaçlanan meşru hedef ile orantılı olmadığı tespit edilmiştir. DDP'nin
kapatılması davasında da AİHM 11. maddenin ihlal edildiğine benzer gerekçelerle
karar vermiştir.
11.
HADEP de bugünkü
isnatları hatırlatan suçlamalarla kapatılmıştır. Devam eden askeri
operasyonların çözüm olmayacağını ifade etmek ve bu operasyonları
"kuşatma", "kirli savaş" olarak nitelemek örgütü destekleme
göstergesi olarak dosyalara girmiştir. Buna mukabil AİHM, Birdal/Türkiye n.
53047/99 (6. ve 37. paragraflar), Ulusoy/Türkiye n. 52709/99 (13. 16 ve 47.
paragraflar), Şener/Türkiye n. 26680/95 (44. ve 45. paragraflar) kararlarına
referans vererek, bunların Hükümet politikalarının ve güvenlik güçlerinin
eylemlerinin sert bir eleştirisi olduğu kanısına varmış, bunların kişileri kin
ve nefrete tahrik ettiği, silahlı direnişe teşvik ettiği görüşüne
katılmamıştır. Bunları takip eden ve dernek kurma ve toplantı özgürlüğüyle
beraber ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitler içeren, DEP ve DTP
kararlarını da kapsayan bir kemikleşmiş içtihattan bahsetmek mümkündür. Bu
içtihatlar ışığında, bugün HDP'li vekiller hakkındaki isnatların da gayrıciddi
ve siyasi niteliklerini tespit etmek kolaydır.
12.
Cumhuriyet tarihinde
yalnızca 5 iktidar milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bu sayı
muhalefet vekilleri bakımından 25'tir. Bunlardan 18 tanesi siyasi suç isnatları
nedeniyle kaldırılmıştır. Adi suç kapsamında dokunulmazlığı kaldırılan
milletvekilleri de Sedat Bucak, Mehmet Ağar gibi, o anda 'tesadüfen'
muhalefette bulunan milletvekilleridir. Kamuoyunda 17-25 Aralık süreci olarak
bilinen, iktidar tarafından işlendiğine dair güçlü verilerin bulunduğu
kaçakçılık, rüşvet gibi suçların üzerine gidilmezken, dokunulmazlığın
kaldırılması tehdidiyle muhalefet partilerinin ve milletvekillerinin
sindirilmesi hedeflenmektedir.
13.
HDP kanuna uygun
olarak kurulmuş ve Yüksek Mahkemenin denetimine tabi yasal ve meşru bir
partidir. HDP Tüzüğü'nün ilk maddesine göre,
"Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve
yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin,
emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT
(Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip
edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle
birlikte mücadele yürüten güçlerin her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığı
ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya
geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir."
HDP
ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı hedeflemektedir.
Mecliste grubu bulunan, ana muhalefet partisinden sonraki en güçlü partidir.
Parlamento tarihimizde, Kadın Grubu bulunan tek siyasi partidir ve yine TBMM
tarihinde kadın temsiliyetini en yüksek düzeyde sağlamıştır. Partimiz,
kendisini münhasıran bir toplumsal, kültürel ya da etnik toplulukla
belirlememektedir, Türkiye’nin tüm sorunlarına dair çözüm önerileri bulunduğu
gibi en önemli anayasal sorunlarımızdan olan Kürt yurttaşların siyasal statü
sorununu demokratik cumhuriyet adını verdiğimiz programatik dönüşüm temelinde
çözeceği siyasal vaadine ve iddiasına sahiptir. Bu vaadi ve iddiası nedeniyle
Kürt yurttaşlarımızın evleviyetle tercih ettiği bir partidir. HDP, demokratik
sosyalist partilerin dünya çapındaki ortak kuruluşu Sosyalist Enternasyonal’in
gözlemci üyesi, Avrupa Sosyalist Partisi'nin de üyesidir. Bu haliyle yukarıda
sayılan ve sayılmayan, devlet tarafından baskı görmüş çok sayıda demokratik
örgüt, grup, dernek ve kişinin mirasını sahiplenen HDP, bugün aynı baskıyla yüz
yüzedir.
IV-
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI KARARI VE
FEZLEKELER
1.
Aykırı düşüncelerin
ifadesi, bu düşünceleri benimsemeyen kesimce baskılanmak istenebilir. Bilhassa
iktidar, muhalefette bulunan kişi ve grupları sindirmek, hoşuna gitmeyen
düşüncelerin ifadesini kısıtlamak için çeşitli yollara başvurabilir. Demokratik
düzenin temel özelliklerinden biri, çoğunluğu değil, bu çoğunluk karşısında
farklı fikirler ileri süren muhalifleri korumaktadır. İfade özgürlüğü, sadece
olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin
açıklanması açısından değil, bilakis, devlete ve toplumun belli bir kesimine
aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe veren düşüncelerin açıklanması
açısından da geçerlidir. Nitekim AİHM de, düşünce özgürlüğü konusunda verdiği
en önemli kararlardan olan Handyside-İngiltere kararında, düşünce özgürlüğünün
demokratik toplumun temel dayanaklarından birisi olduğu vurgulanmış ve bu
özgürlüğün sadece olağan karşılanan zararsız ya da önemsiz görülen bilgiler ve
düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir
kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, şaşırtıcı ve endişe verici
düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğunu belirtmiştir. Mahkeme,
siyasal konularda ifade özgürlüğünün daha geniş olduğunu, devletin mevcut
düzenini sorgulayan açıklamaların düşünce özgürlüğü güvencesinden
yararlandığını, düşüncelerin sert, saldırgan ve hatta düşmanca bir üslupla dile
getirilmesinin tek başına bu güvencenin dışında kalma sonucunu doğurmadığını
tespit etmiştir.
2.
Milletvekillerinin
ifade özgürlükleri ise, nispi bir koruma sağlayan yasama dokunulmazlığı ile
değil, mutlak bir koruma sağlayan kürsü dokunulmazlığı ile güvence altına
alınmıştır. Kürsü dokunulmazlığı, kişi, yer ve fiil yönünden sorumsuzluğu
kapsar. Buna göre, TBMM üyeleri, meclis çalışması kapsamında olması kaydı ile
Meclis dışında bir yerdeki “oy ve sözlerinden” de sorumlu tutulamazlar. Yasama
sorumsuzluğu olarak da adlandırılan kürsü dokunulmazlığı, Meclis'te ileri
sürülen düşüncelerin, Meclis dışında harfiyen tekrarlanması anlamına gelmez.
Meclis çalışmaları kapsamında ileri sürülmüş ve partinin perspektifiyle uyumlu
düşünce açıklamaları bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bu husus, Çetin Altan'ın
dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili başvuruda da ifade edilmiştir. Yine,
Prof. Dr. Bahri Savcı, iptal kararı sonrasında, Çetin Altan’ın
dokunulmazlığının usul eksiklikleri giderilerek, yeniden kabul edilmesi
ihtimali karşısında konuyu ele aldığı makalesinde, dokunulmazlığın kaldırılması
kararlarında, hınç ve öfke bulunmaması, usuli seyrin saptırılmaması, bir usuli
ayıbın işlenmemesi, iyi niyete, ciddiliğe, adalete, eşitliğe uygun olması,
Kamu oyunun tahrik edilmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
3.
Dokunulmazlıkların
kaldırılması usulünün uygulanmamasının iki gerekçesinden birinin, "terörü
ve teröristi" desteklediği iddia edilen milletvekillerinin dokunulmazlığı
istismar ettiği düşüncesi olduğu ifade edilmiştir. HDP milletvekilleri hakkında
tanzim edilmiş olan ciddiyetten uzak fezlekelere konu fiiller AİHM içtihadı
çerçevesinde ağırlıklı olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde
değerlendirilebilecek fiillerdir. Milletvekillerinin çeşitli yerlerdeki siyasi
konuşmaları, parti programında, seçim bildirgesinde yer verilen düşüncelerin
tekrarı, siyasi iktidara, devlet yetkilerini kullanan kamu görevlilerinin
fillerine yönelik eleştirileri, basın açıklamaları, toplantılar ve gösteri
yürüyüşlerinde bulunmaları gibi söz ve davranışları fezlekelere konu
edilmiştir. Özerklik talebini desteklemek, barış çağrısı yapmak bu kapsamda
örgüt propagandası olarak ele alınmış ve milletvekilleri hakkında fezleke
düzenlenmiştir.
4.
Halkların Demokratik
Partisi (HDP), ülke çapında örgütlüdür ve anayasal temelde siyasal iktidarı
hedeflemektedir. Milletvekili bir siyasi partiye
mensupsa, bu siyasi partiye oy verenler parti tüzüğü ve programı çerçevesinde,
görüşlerini ifade etmesi amacıyla bu kişiye oy vermişlerdir. Siyasi partinin
talepleri, aynı zamanda genel hatlarıyla temsil edilen yurttaşların da siyasi
talepleridir. Meclise bu fikirleri iletmek, gerçekleştirmeye çalışmak için
seçildiklerinden, bu çerçevede söylenen söz ve görüşler, meclis çalışması
kapsamında değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğin tecelli edebilmesi için, bu
görüşlerin, rahatsız edici olsalar da mecliste ve meclis dışında ileri
sürülebilmeleri şarttır.
5.
HDP'nin
perspektifini belirleyen, siyasal alanda hangi hedefler için mücadele edeceğini
ortaya koyan metin ise Parti Programıdır. HDP'nin Parti Programı, hem sokakta
hem Meclis'te yürütülecek olan faaliyetlerin ana hattını belirleyen metin
olarak, HDP'yle kendisine oy veren yurttaşlar arasında adeta bir sözleşme
niteliğindedir. Yurttaşlar bu programın hayata geçirilmesi için HDP'ye oy
vermiş, HDP de bu vaatlerin yerine getirilmesi taahhüdüyle çalışmalarını
yürüteceğine dair bir irade beyanında bulunmuştur. Parti Programı'na göre,
"İnsanlık tarihi bir mücadeleler tarihidir. Farklı ve tarihsel
evrelerde ve düzeylerde cereyan eden mücadelelerin en önemli evrensel
ortaklıkları eşitlik, özgürlük ve adalet arayışı olmuştur." HDP de,
Türkiye'de bu mücadelelerden ilham alarak faaliyet yürüten bir parti olma
iddiasındadır. HDP, “etnik kimliği, kültürü, dili ve diniyle tek tip Türk
milleti” dayatmalarına karşı çoğul, farklılıkların eşit ve gönüllü
beraberliğine dayalı bir toplumsal yaşamı; özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye
hedefini savunur. Bu savununun sokaklarda, mitinglerde, toplantılarda olduğu
gibi Meclis kürsüsünde de dillendirilmesi, HDP'nin önüne koyduğu hedefler
nedeniyledir.
6. Yine HDP, mevcut
liberal demokrasinin sınırlılıklarının farkında bir siyasi parti olarak, siyasi
faaliyeti ve kendi alanını meclis çalışmalarına hapseden bir parti değildir.
Sokakta, fabrikalarda, okullarda, plazalarda, parklarda, gündelik ilişkilerde,
bu ilkeler için mücadelenin ve örgütlenmenin gerekliliğini vurgulayan HDP'nin
kemikleşmiş merkezden yönetim sistemine de çeşitli itirazları vardır. HDP, parti
programından aynen alıntılarsak, "merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel
olarak görür. Halkın kendi kendini yönetebileceği mekanizmaların
geliştirilmesini savunur, bunun için mücadele eder ve yaşama geçirir."
7.
HDP'nin
ileri sürdüğü bu ilkeler, HDP'nin seçim programında da yer almaktadır. Seçim
programına göre, özyönetim, 21. yüzyıl Türkiye'sinin inşası bakımından
yaşamsaldır. İhtiyacımız, otoriter, bürokratik merkeziyetçi devlet yapısının
pekiştirilmesi, yetkilerin tek elde toplanması ve tek adam diktatörlüğüne
yönelmek değil, çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı bir
Türkiye'de yetkilerin merkezden yerel yönetimlere devridir. Halkların doğrudan
yönetime katılacağı ve kendi kendini yönetebileceği "yerel
demokrasi"yi geliştirmek, özerk yerel ve bölgesel bir modele dayalı
ademimerkeziyetçi yönetim sisteminin inşasını HDP amaç olarak önüne koymuştur.
8.
Yine
seçim programında, özyönetimin, özerk ve demokratik bir yerinden yönetim modeli
olduğu ve bu modelin Türkiye'nin "üniter devlet yapısı" ve
"demokratik parlamenter sistemi" ile uyumlu olduğu açıkça
belirtilmiştir. Valilerin ve kaymakamların, sokağa çıkma yasaklarında olduğu
gibi yetkilerini açıkça aşarak Hükümetin ve Cumhurbaşkanı'nın emir ve
talimatlarını yerine getirdiği merkeziyetçi sisteme karşı, yerel demokrasinin
güçlendirilmesi, HDP'nin temel amaçlarından biridir.
Bu ilkeler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile de
uyumludur. Özerkliğin tanımı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın 3.
maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
"Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü
kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme
ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır."
9.
Yüksek Mahkeme önüne
gelen metnin ne olduğunu kendisi niteleyecektir. İş bu başvuru ile Yüksek
Mahkeme önüne getirdiğimiz metin bir anayasa değişikliği değil
dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin bir Meclis Kararıdır ve her yönüyle
anayasaya aykırı, iptali gerekli bir Meclis kararıdır.
10. Milletvekillerinin
çoğu, haklarında hazırlanan fezlekelerden bilgi sahibi olmadıkları gibi, bütün
taleplere rağmen Parti Grup Yönetimi'ne de yeterli bilgi verilmemiştir. İptal
kararına esas olmak üzere, fezlekeler ile ilgi öncelikle vurgulamak gerekir
ki; hazırlanan fezlekelerin tamamı yasama sorumsuzluğu kapsamında
değerlendirilmesi gereken konuşmalara ve faaliyetlere ilişkindir. Öte yandan
Yüksek Mahkeme’ye Meclis'te yapılan konuşmaların tekrarından ibaret olan bu
konuşmaların mutlak yasama dokunulmazlığı kapsamında olduğunu açıklamaya dahi
gerek olmadığı kanısındayız. Bir kısım fezleke de “terörle mücadele
kampanyasının parçası olan dokunulmazlıkların kaldırılması” sürecine destek
mahiyetinde alelacele hazırlanmış görünmektedir.
11.
Başvuru konusu
Meclis kararı ile Anayasal savunma hakkımızın elimizden alındığı fezlekelere
dair sınırlı beyanlarımızı mahkemenize sunuyoruz. Meclis kararının çıktığı gün
itibariyle bilgimiz dâhili olan fezlekelere ve harici muhtemel fezlekelere dair
de itiraz ve savunma hakkımız saklıdır.
HDP
Batman Milletvekili Mehmet Ali Arslan hakkında düzenlenmiş olan ve tarafımızca
ulaşan fezlekeler aşağıda sıralanmıştır;
Fezleke
numarası : 3/632
Suçun
tarihi : 21/09/2015 23/09/2015
Yeri
: Şırnak merkez
Suç
:Askeri yasak bölgelere girme.(canlı kalkan olunmasından dolayı)
Fezleke
düzenlenme tarihi : 12/01/2016
Fezleke
numarası : 3/633
Suçun
tarihi : 18/10/2015
Yeri
: Batman merkez
Suç
: 2911 sayılı kanuna muhalefet
Fezleke
düzenlenme tarihi: 11/02/2016
Fezleke
numarası : 3/732
Suçun
tarihi : 12/11/2015 13/ 11/2015
Yeri
: Diyarbakır Silvan
Suç
: Görev yaptırmamak için direnme, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret
(sokağa çıkma yasağını protesto etmek için yürüyüş)
Fezleke
düzenlenme tarihi : 23/03/2016
Fezleke
numarası : 3/743
Suçun
tarihi : 12/12/2015
Yeri
: Batman
Suç
: Kanuna aykırı toplantı gösteri düzenleme yönetme bunların
hareketlerine katılma kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret.
Fezleke
düzenlenme tarihi : 04/04/2016
Fezleke
numarası : 3/686
Suçun
tarihi : 16/01/2016
Yeri
: Batman
Suç
: Taziyeye katılımından dolayı örgüt adına suç işleme
Fezleke
düzenlenme tarihi : 22/03/2016
Fezleke
numarası : 3/489
Suc
: 2911 sayılı kanuna muhalefet
Açıklanan
nedenlerle, başvuru dilekçemiz, ekinde sunduğumuz fezlekeler ve belgeler,
TBMM’de Komisyon'da ve Genel Kurul'da görüşme ve oylama tutanakları ve
görüntüleri incelendiğinde, Anayasaya aykırılığı aşikar olan yasama işleminin
iptali için başvuruda bulunmak zorunlu olmuştur.
SONUÇ VE
İSTEM :
Açıkladığımız
ve resen gözetilecek nedenlerle, 20 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşan, şeklen anayasa değişikliği yapan kanun görünümündeki düzenlemenin
Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararı Niteliğinde Meclis Kararı” olduğunun
tespitini,
TBMM’de
20 Mayıs 2016 günü kabul edilen, Anayasaya Geçici Madde 20 olarak eklenmesine
ilişkin yasama işleminin tamamının, Anayasa hukukun temel ilkelerine açıkça ve
ağır şekilde aykırı olduğu, parlamenter sistemin gerekleri ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesiyle, Ek Protokol 1’e ve sair ulusal ve uluslararası mevzuata
aykırı olduğundan kararın Anayasanın 85.maddesi gereğince iptalini,
Karar
ile birden çok fezleke yönünden dokunulmazlıklar kaldırıldığından yukarıda
sayılan fezlekeler ile varsa Adalet Bakanlığına gönderilmiş fezleke ya da
Savcılıklarda bekleyen diğer soruşturmalar yönünden de dokunulmazlığın devam
ettiğinin iptal kararında açıklanmasını talep ederiz.”
Esas Sayısı : 2016/121
AÇIKLAMALAR
:
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu
maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya
veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve
Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında
bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin
yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin
kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir. Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle :
“AİHM
bir milletvekili hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in
işleyişine zarar verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini
kabul etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır. Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM
öncelikli olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan,
diğer sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin
dokunulmazlıklarından daha geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza
hem hukuk davalarına uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler
için olduğu gibi milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir.
Milletvekilleri sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma
yapılamaz. AİHM'nin daha önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama
dokunulmazlığını düzenleyen bir kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye
erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına
gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik Krallık kararı)…” şeklinde hüküm
kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının dışında durarak anayasal siyasaların
(policy) takipçisi olması gereken ve demokratik konsolidasyonun
sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen anayasa
mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması sürecinde
anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da özel bir
yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına (…) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis
Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili
milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya
İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar.”
İlk
kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün
konulmasından maksadın, çoğunluğun mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle
başvurabileceği birtakım hareketlere hukukî engel koymak” olduğu
söylenmiştir. Maddenin 1982 Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu,
1995 yılında yapılan değişiklik sırasında da “çoğunluğun yanlış bir karar
vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor durumda
kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu” ifade
edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718 sayılı anayasa
değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83’üncü maddesine bir istisna getirilmesi
suretiyle dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85’inci maddesinin
uygulanma kabiliyeti kalmamaktadır.” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak;
Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen “karar” kavramının anlamı, dar ve geniş
şekilde anlaşılabilir. “Karar” kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu
ifadeden “parlamento kararı” anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde
yaklaşılması, Anayasa’nın sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir
yaklaşım, tutarlılık adına, Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar”
kavramlarının da “parlamento kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır.
Bu durumda örneğin, Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri
arasında sayılan “para basılmasına karar vermek”, “genel ve özel af
ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento kararı” yoluyla
kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu maddelerde geçen
“karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına geldiği kabul
edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme yönünde bir
irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak suretiyle
de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği “karar”
kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş anlamda
“irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen “karar”
kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın sistematiğine
uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul ettiği 6718 sayılı
Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu karar ile birlikte,
dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa Mahkemesi’ne
başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak;
“Anayasa değişikliği” kavramının anlamının somut olay bakımından incelenmesi
gerekir. “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un niteliği, şeklî ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî
yaklaşım, usulüne uygun surette yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar.
Maddi yaklaşım ise normun adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kurulu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718 sayılı Kanun’a maddi
açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının önde gelen
ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması konusundaki etkili
mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak değil, maddi olarak
yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın karşılaştırmalı anayasa hukuku
yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin
geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM, ismen “parlamento kararı” olan
çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla “eylemli içtüzük değişikliği” olarak
görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM, benzer şekilde, 1991 yılında verdiği
bir kararında, önüne gelen normun isminin “Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde
Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem atfetmemiş; yine maddi bir
yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz konusu normun gerçekte Olağan
Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna varmıştır. AYM’nin bu
yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı yöndedir.
Doktrin de, “parlamento
kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla ayrım yapmıştır. Bu
ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve kendi özerkliğine
ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise, dışa dönük,
genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre, meclisin kendi üyeleriyle
ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde alması; dışa dönük
tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir. Aksi halde
meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu karara
Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte yandan,
kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla düzenlenmesi
halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını engellenecektir. Her iki
olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturur.
Somut olayda TBMM,
kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar almıştır. Bu karar,
erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık değildir.
Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in kendisiyle ilgili
(meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi anlamda parlamento
kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararına karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento kararı” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento kararıdır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık iddiaları
yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule
ilişkin inceleme
yaparak iptal kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması karardır. AYM, bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya
uygun şekilde kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun
usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı anlama
gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak
olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel
Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine
aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını
iptal etmiştir.
Esasa
ilişkin inceleme
konusunda ise AYM’nin dört denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir.
Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği, (b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı,
(c) İsnat Edilen Eylemin Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve
Haysiyetinin Korunması kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı
kriter, isnadın ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel
tespiti şu şekildedir:
“Bir
sonuca varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda
yapılacak inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin takdiri,
hükme yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini araştıran
ve ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada yapılacak
inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil, yalnızca
suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.” Bu ilkenin uygulandığı davalardan
örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci
olarak,
Selim Sadak’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, isnat edilen suçun, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde
öngörülen “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi
Şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini
veya Adliyenin Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği
iddiasına dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci
olarak;
Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması kararına karşı yapılan başvuruda
AYM, “Osman Köksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını Tağyir ve
Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisini İskata veya
vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle gizlice ittifak kurmak’
isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak
bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler, Cumhuriyet Senatosunun Cumhurbaşkanınca
seçilmiş üyesi Osman Köksal'a yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına
yol açan isnadın ciddî olmadığı sonucuna vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman
Köksal'a ilişkin bölümünün Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi
gerekir.”
Üçüncü
olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dayanaklık eden soruşturma dosyasından çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan
deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana
teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir sınıfın öteki sınıflar üzerinde
tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu iktisadi ve sosyal temel düzeni
devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl
eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde
ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek
bir nitelikte olmaktan çok uzak bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve
tartışmayı gerektirmeksizin kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî
Üyesi Ekrem Acuner'e yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan
isnadın ciddi olmadığı sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun
inceleme konusu 2/7/1971 günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79.
maddesinin ereğine ve Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır,
kararın Anayasanın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Köksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunun,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına,
sorguya çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği
düşünülemez. Bu tür bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni
dayanağını öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte
bireysel başvuru kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu
yaratır. Oysa, hem AYM kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu
gibi, bu tür belirsiz hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut
olayda AYM’nin, 6718 sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz
kızartıcı suçlara dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar
için sorumsuzluğun devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik
sağlayacaktır. Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına
gelecek, savcılıklara ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik
taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C.Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/6646 numaralı soruşturmaya dayanan 07.09.2015
tarihli ve 2015/18 numaralı fezleke nedeniyle kaldırılmıştır.
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki bir fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımdaki
fezleke (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/6646 numaralı soruşturmaya
dayanan 07.09.2015 tarihli ve 2015/18 numaralı fezleke) Cumhurbaşkanı’na
hakaret suçuna ilişkindir.
Bu
fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin
yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu fezlekelerde yer
alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte
görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekelerde isnat edilen suçlar, tamamen
düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa’nın 83/1’inci maddesindeki
“yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718
sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçları
kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP :
T.C.
Anayasası’nın 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
2015/6646 numaralı soruşturmaya dayanan 07.09.2015 tarihli ve 2015/18 numaralı
fezlekeler (tarafıma tebliğ edilmemiş başkaca fezlekeler var ise onları da
kapsar nitelikte) yönünden kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi
kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili
kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85
nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve
bağlı sonuçları için ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar
verilmesini arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/122
Karar Sayısı : 2016/115
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu şekildedir:
“Bu maddenin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet
komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması
amacıyla, yetkili merciine iade edilir. “
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden önce
veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı
olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. “
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki
“Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun
önemine yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir.(l) Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle:
“AİHM bir milletvekili
hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in işleyişine zarar
verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini kabul
etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM öncelikli
olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan, diğer
sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin dokunulmazlıklarından daha
geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza hem hukuk davalarına
uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler için olduğu gibi
milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir. Milletvekilleri
sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma yapılamaz. AİHM'nin daha
önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama dokunulmazlığını düzenleyen bir
kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye erişim hakkını kısıtlamak için yararlandığı
takdir payını aştıkları anlamına gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen A.-Birleşik
Krallık kararı)...” şeklinde hüküm kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından
yararlandırılmasını, hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına,
demokratik bir toplumda büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının
dışında durarak anayasal siyasaların (policy) takipçisi olması gereken ve demokratik
konsolidasyonun sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen
anayasa mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması
sürecinde anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da
özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına (...) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu
kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili
veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa Mahkemesi,
iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar. “
İlk kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün konulmasından maksadın, çoğunluğun
mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle başvurabileceği birtakım hareketlere
hukukî engel koymak” olduğu söylenmiştir. Maddenin 1982
Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu, 1995 yılında yapılan değişiklik
sırasında da “çoğunluğun yanlış
bir karar vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor
durumda kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu “
ifade edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak yaklaşması
gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718
sayılı anayasa değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83 ’üncü maddesine bir istisna getirilmesi suretiyle
dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85 ’inci maddesinin uygulanma
kabiliyeti kalmamaktadır. “ denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak; Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen
“karar” kavramının anlamı, dar ve geniş şekilde anlaşılabilir. “Karar”
kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu ifadeden “parlamento kararı”
anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde yaklaşılması, Anayasa’nın
sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir yaklaşım, tutarlılık adına,
Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar” kavramlarının da “parlamento
kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır. Bu durumda örneğin,
Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılan
“para basılmasına karar
vermek”, “genel ve özel af ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento
kararı” yoluyla kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu
maddelerde geçen “karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına
geldiği kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme
yönünde bir irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak
suretiyle de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği
“karar” kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş
anlamda “irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen
“karar” kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın
sistematiğine uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul
ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu
karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa
Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak-, “Anayasa değişikliği” kavramının
anlamının somut olay bakımından incelenmesi gerekir. “6718 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un niteliği, şeklî
ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî yaklaşım, usulüne uygun surette
yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar. Maddi yaklaşım ise normun
adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kumlu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718
sayılı Kanun’a maddi açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının
önde gelen ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması
konusundaki etkili mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak
değil, maddi olarak yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın
karşılaştırmalı anayasa hukuku yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim
aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin
de, “parlamento kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla
ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve
kendi özerkliğine ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise,
dışa dönük, genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre,
meclisin kendi üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde
alması; dışa dönük tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir.
Aksi halde meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu
karara Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte
yandan, kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla
düzenlenmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını
engellenecektir. Her iki olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık
oluşturur.
Somut
olayda TBMM, kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar
almıştır. Bu karar, erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına
açık değildir. Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in
kendisiyle ilgili (meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi
anlamda parlamento kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento karan” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento karandır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule
ilişkin inceleme
yaparak iptal kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması karardır. AYM, bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya
uygun şekilde kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun
usulüne uygun kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı anlama
gelmektedir. Bu nedenle AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak
olan Karma Komisyon Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel
Kurul tarafından kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine
aykırı bulmuştur. Bu nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararım
iptal etmiştir.
Esasa
ilişkin inceleme
konusunda ise AYM’nin dört denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir.
Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği, (b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı,
(c) İsnat Edilen Eylemin Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve
Haysiyetinin Korunması kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla
uyguladığı kriter, isnadın ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin
ilkesel tespiti şu şekildedir:
Bir sonuca
varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda yapılacak
inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin takdiri, hükme
yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini araştıran ve
ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada yapılacak
inceleme ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil, yalnızca
suçlamanın ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci olarak, Selim Sadak’ın dokunulmazlığının
kaldırılması kararma karşı yapılan başvuruda AYM, isnat edilen suçun, 765
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde öngörülen “Türklüğü,
Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi Şahsiyetini,
Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini veya Adliyenin
Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği iddiasına
dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci olarak; Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması
kararma karşı yapılan başvuruda AYM, “Osman Koksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasını Tağyir ve Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet
Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle
gizlice ittifak kurmak’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir
nitelikte olmaktan uzak bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler,
Cumhuriyet Senatosunun Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı
sonucuna vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün
Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dayanaktık eden soruşturma dosyasından
çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem
Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir
sınıfın öteki sınıflar üzerinde tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu
iktisadi ve sosyal temel düzeni devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk
Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet
Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının
ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan çok uzak
bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve tartışmayı gerektirmeksizin
kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî Üyesi Ekrem Acuner'e
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddi olmadığı
sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun inceleme konusu 2/7/1971
günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79. maddesinin ereğine ve
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır, kararın Anayasanın
81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Koksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini
yaparak, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunim,
milletvekillerinin söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı
açıktır. Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce
açıklamalarından dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan
milletvekillerinin oy, söz ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına, sorguya
çekilmesine, tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği düşünülemez. Bu tür
bir çelişki, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni dayanağını
öngörülemez hale getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte bireysel başvuru
kapsamında, müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu yaratır. Oysa, hem AYM
kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu gibi, bu tür belirsiz
hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut olayda AYM’nin, 6718
sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz kızartıcı suçlara
dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar için sorumsuzluğun
devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik sağlayacaktır.
Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına gelecek, savcılıklara
ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, iki
fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: (i) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2013/171112 numaralı soruşturmaya dayanan 26.12.2013 tarihli ve 2013/313
numaralı, (ii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/106616 numaralı
soruşturmaya dayanan 19.02.2016 tarihli ve 2016/50 sayılı fezlekeler
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her iki fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Hakkımdaki
fezleke (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 22.02.2016 tarihli ve
2016/1247-2016/21 sayılı fezlekesi ) hakaret, kanuna aykırı toplantı ve gösteri
yürüyüşü katılma suçuna; ilişkindir.
Bu
fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alman
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM'nin
yukarıda geçen Selim Sadak kararı göz önünde tutulduğunda, bu fezlekede yer
alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte
görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekede isnat edilen suçlar, tamamen
düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasamın 83/1 'inci maddesindeki
“yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718
sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçları
kapsamayacağı tespitinde bulunulmalıdır.
Hakkımdaki
fezleke (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 22.02.2016 tarihli ve
2016/1247-2016/21 sayılı fezlekesi ) görevi kötüye kullanma suçuna ilişkindir.
Somut olayda dosya incelendiğinde, görevi kötüye kullanma suçu isnadının “ciddiliği görüşüne
desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan uzak bulunduğu ortadadır.’’ Aksi takdirde
milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik taşımayan isnatlar karşısında yasama
görevlerini yerine getiremez hale gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasa’nın özüne ve sözüne, 2’nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim
hakkına aykırı düşecektir. Özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen
(Meclis Genel Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı
tamamen ortadan kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek
istemektedir. Bu aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol
bulunmadığı aşikardır.
SONUÇ VE TALEP :
T.C.
Anayasasının 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla (i) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
22.02.2016 tarihli ve 2016/1247-2016/21 sayılı fezleke yönünden kaldırılması
yönündeki maddelerinin (kanun maddesi kapsamında Genel Kurul Kararı da ihdas
edildiğinden, aynı zamanda ilgili kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe
aykırı olduğundan Anayasa’nın 85 nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi
uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve bağlı sonuçları için ÖNCELİKLE
YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini arz ve talep ederim.”
Esas Sayısı : 2016/123
Karar Sayısı : 2016/116
“…
TBMM
Genel Kurulu, 20/05/2016 tarihinde 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u kabul etmiştir. Madde şu
şekildedir:
“Bu maddenin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet
başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri
hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması
amacıyla, yetkili merciine iade edilir. ”
Bu
değişikliğin atıf yaptığı madde olan T.C. Anayasası 83/2’nin birinci cümlesi
ise şu şeklidedir:
“Seçimden önce
veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı
olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. ”
Söz
konusu düzenlemenin konusu, milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı”, gelişmekte olan parlamenter demokrasiler için
son derece kritik bir kurumdur. Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi bünyesindeki “Avrupa
Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu” (Venedik Komisyonu), bu korumun önemine
yönelik 2014 yılında bir rapor yayımlamıştır. Bu raporda, milletvekili
dokunulmazlığının, parlamentonun, kendisini dış faktörlerden koruması için
getirilmiş özel bir güvence olduğu ifade edilmiştir. Komisyona göre
dokunulmazlık, özellikle parlamentoda kalan azınlıkların yargısal tehditlerden
korunması, parlamento çalışmalarının sürekliliğinin sağlanması, seçmenlerin
iradelerinin korunması, azınlıkta kalan siyasetçilerin cezalandırmaları için
yargı organları üzerinde çoğunluk tarafından baskı kurmasının önlenmesi ve bu
bakımdan yargı bağımsızlığının korunması gibi işlevler görmektedir.(l) Hukuk
devleti için önem taşıyan bu işlevler, erkler ayrılığı ilkesi ve demokrasi
ilkelerine de etkinlik kazandırabilecektir.
İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) de, KART-TÜRKİYE davasında, milletvekilinin
kendi hakkındaki dokunulmazlığın kaldırılması talebinin reddedilmesi üzerine
mahkemeye erişim hakkı ihlali iddiasını reddetmiştir. Bu kararda özetle ve
önemle:
“AİHM bir milletvekili
hakkında yürütülen soruşturmaların üyesi olduğu Meclis'in işleyişine zarar
verebileceğini ve huzur içinde çalışmasını engelleyebileceğini kabul
etmektedir. Bu andan itibaren, izlenen meşru amaç doğrultusunda takibat
gerektiren olayların niteliğinin, ki bu davada milletvekili görevi ile alakalı
olmayan bir eylem söz konusudur, bir önemi kalmamaktadır.
Bununla
birlikte, AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili dokunulmazlığını oluşturan
muafiyetlerin milletvekili niteliğine bağlı olduğu ve şahsi ayrıcalık değil,
aksine kişiyi değil yerine getirdiği görevi koruyan siyasi hukuk ilkesi olduğu
ölçüde meşru olduğu değerlendirmesine katılmaktadır. Tamamen bu anlamda, suç
unsurunu teşkil eden olayların meydana geldiği tarih göreli bir önem taşımakta
ve böylece seçimlerden önce meydana gelmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır.
AİHM öncelikli
olarak Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlığın birçok açıdan, diğer
sözleşmeci ülkelerinin parlamento üyelerine, Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi üyelerine ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin dokunulmazlıklarından daha
geniş olduğunu tespit eder. Dokunulmazlık hem ceza hem hukuk davalarına
uygulanmakta olup, milletvekili olmadan önceki eylemler için olduğu gibi
milletvekilliği sırasındaki eylemler için de geçerlidir. Milletvekilleri
sorgulanamaz, tutuklanamaz, haklarında adli kovuşturma yapılamaz. AİHM'nin daha
önce de ifade ettiği üzere, mutlak bir yasama dokunulmazlığını düzenleyen bir
kaide, kendi başına, devletlerin bir mahkemeye erişim hakkını kısıtlamak için
yararlandığı takdir payını aştıkları anlamına gelmemektedir. (Bkz. sözü edilen
A.-Birleşik Krallık kararı)...” şeklinde hüküm kurmuştur.
Yine
İHAM, bir parlamenterin hakaret etmesi nedeniyle yasama bağışıklığından yararlandırılmasını,
hakarete uğradığını iddia eden kişinin mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği
sonucuna varmıştır. Yani İHAM, yasama dokunulmazlığına, demokratik bir toplumda
büyük bir önem atfetmektedir.
Doktrinde
de; benzer yönde tespitler yapılmakta, milletvekili dokunulmazlığının, Türkiye
gibi otoriter bir geçmişi olan ve bu geçmişten tam olarak kurtulamamış
ülkelerde, demokratik konsolidasyonun sağlanması için, çok özel bir anlam
taşıdığı kabul edilmektedir. Bu özel anlamın kurumsal koruyucusu ise; gündelik
siyasetin (politics) hezeyanlarının
dışında durarak anayasal siyasaların (policy) takipçisi olması gereken ve demokratik
konsolidasyonun sağlanması için bir tür hakem işlevi görmesi lazım gelen
anayasa mahkemeleridir. Bu nedenledir ki, 1961 Anayasası’nın hazırlanması
sürecinde anayasa mahkemesinin kurulmasına karar verenler, AYM’ye bu konuda da
özel bir yetki tanımışlar, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı AYM’ye
başvuru imkanını ayrı bir maddede düzenlemişlerdir. Söz konusu maddenin 1982
Anayasası’ndaki güncel hâli şu şekildedir:
“Yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına (...) karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu
kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili
veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe
aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa
Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar. ”
İlk kez 1961 Anayasası’nın 81’inci maddesinde düzenlenen “bu hükmün konulmasından maksadın, çoğunluğun
mücadeleci mensuplarını ezmek düşüncesiyle başvurabileceği birtakım hareketlere
hukukî engel koymak” olduğu söylenmiştir. Maddenin 1982
Anayasası döneminde de “aynen korunmuş” olduğu, 1995 yılında yapılan değişiklik
sırasında da “çoğunluğun yanlış
bir karar vermesine karşı veya siyasî amaç ve gerekçeyle milletvekilinin zor
durumda kalmasına karşı Anayasa Mahkemesine müracaat hakkı tanınmış olduğu ”
ifade edilmiştir.
Buna
göre, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı AYM’ye başvuru
yolu getirilmiş olması, Türkiye’de özel ve kritik bir anlam taşımaktadır.
Anayasa’da yasama çoğunluğunun, azınlıkta kalanların ve yargı organlarının
üzerinde baskı kurması ihtimaline karşılık dokunulmazlık güvencesi tanınmakla
kalınmamış, dokunulmazlığın kaldırılması durumunda, demokratik konsolidasyonun
supabı AYM’nin devreye girerek özel bir denetim yapması öngörülmüştür. Bu
bakımdan AYM’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı yapılan başvurulara,
sıradan bir teknik vaka olarak değil; bu amacı ve kritik işlevi dikkate alarak
yaklaşması gerekmektedir.
II.
Anayasa Değişikliği, Anayasa’nın 85’inci Maddesindeki Yolu Kapatmış Mıdır?
6718
sayılı anayasa değişikliği kanununun gerekçesinde; “Anayasaya bir hüküm
eklenmesi yani Anayasanın 83 ’üncü maddesine bir istisna getirilmesi suretiyle
dokunulmazlığın kaldırılması halinde Anayasanın 85 ’inci maddesinin uygulanma
kabiliyeti kalmamaktadır. ” denmektedir. Bu gerekçe,
dokunulmazlıkların kaldırılması kararlarına karşı özel başvuru yolunun
kaldırıldığını ima etmektedir. Oysa bu gerekçe, AYM için bağlayıcı olmadığı
gibi, 85’inci maddenin halihazırda yürürlükte olduğu konusunda bir kuşku
yoktur. Dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı yargı yolu hala açıktır. Bu
bağlamda, somut olay bakımından “karar” ve “anayasa değişikliği” kavramlarının
anlamlarının açıklanması gerekmektedir.
Birinci olarak; Anayasa’nın 85’inci maddesinde geçen
“karar” kavramının anlamı, dar ve geniş şekilde anlaşılabilir. “Karar”
kelimesinin dar olarak anlaşılması durumunda, bu ifadeden “parlamento kararı”
anlaşılacaktır. Konuya böyle daraltıcı şekilde yaklaşılması, Anayasa’nın
sistematiği açısından sorunlar yaratır. Böyle bir yaklaşım, tutarlılık adına,
Anayasa’nın farklı maddelerinde geçen “karar” kavramlarının da “parlamento
kararı” şeklinde anlaşılmasını gerekli kılacaktır. Bu durumda örneğin,
Anayasa’nın 87’inci maddesinde TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılan
“para basılmasına karar
vermek”, “genel ve özel af ilânına karar vermek” gibi yetkilerin “parlamento
kararı” yoluyla kullanılması gerekecektir. Oysa doktrinde ve uygulamada, bu
maddelerde geçen “karar” kavramlarının “TBMM’nin irade açıklaması” anlamına
geldiği kabul edilmektedir. Bu nedenledir ki; TBMM Genel Kurulu, af ilan etme
yönünde bir irade ortaya koymak istediğinde bu irade, pek ala “kanun” çıkartmak
suretiyle de kullanılabilmektedir. O halde Anayasa’nın sistematiği gereği
“karar” kavramı, her zaman dar anlamda “parlamento kararı”nı değil, bazen geniş
anlamda “irade açıklaması”nı iade etmektedir. Bu nedenle, 85’inci maddede geçen
“karar” kelimesinin de “irade açıklaması” olarak anlaşılması, Anayasa’nın
sistematiğine uygun olacaktır. Somut olayda TBMM Genel Kurulu, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması yönünde kararını, 20/05/2016 tarihinde kabul
ettiği 6718 sayılı Kanunla ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bir karardır; bu
karar ile birlikte, dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin de Anayasa
Mahkemesi’ne başvurmaları için öngörülen 7 günlük süre işlemeye başlamıştır.
İkinci olarak-, “Anayasa değişikliği” kavramının
anlamının somut olay bakımından incelenmesi gerekir. “6718 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un niteliği, şeklî
ve maddi yaklaşımla incelenebilir. Şeklî yaklaşım, usulüne uygun surette
yapılan değişikliğin adlandırmasına bakar. Maddi yaklaşım ise normun
adlandırmasına değil, içeriğine bakar.
Konuya
şeklî olarak yaklaşıldığında, 6718 sayılı Kanun’un “anayasa değişikliği” olarak
adlandırıldığı doğrudur. Ne var ki; bu değişikliğin Anayasa’nın öngördüğü
usulle yapıldığı söylenemez. Anayasa md. 175/1’e göre anayasa değişiklikleri,
gizli oyla yapılır. Ancak 20/05/2016 tarihinde yapılan oylamada buna
uyulmamıştır. Anayasa değişikliği oylamasında olumlu oy veren
milletvekillerinin bir kısmı, oylarını, kabine girmeden ve izleyicilere
göstererek kullanmıştır. Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “gizli oy” ifadesi,
yürürlükte olmasına rağmen; bu tür bir uygulamaya geçilmesi, herhangi bir
teklif ve oylama çoğunluğu bulunmadan md. 175’te ve İçtüzük md. 94/1’de
“eylemli” bir değişiklik yapmak anlamına gelir ve bu bakımdan Anayasa’ya
aykırıdır. Haliyle, Anayasa’ya aykırı bir usulle ulaşılan “oylama çoğunluğu” da
Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla açık oyla yapılan bu değişikliğin Anayasa’nın
anladığı anlamda “anayasa değişikliği” olduğu söylenemez. Kuşkusuz, TBMM Genel
Kurulu’nun yaptığı açık oylama sonucunda kabul edilen metnin bir irade
açıklamasıdır. TBMM Genel Kumlu, açık oyla bir karar almıştır. Şu halde söz
konusu normun, anayasa değişikliği adıyla kabul edilen bir “parlamento kararı”
olduğunu söylemek gerekecektir.
6718
sayılı Kanun’a maddi açıdan yaklaşılması da mümkündür. Hatta Anayasa yargısının
önde gelen ülkelerinden Almanya AYM’sinin ve insan haklarının korunması
konusundaki etkili mekanizmalardan İHAM’ın normlara ve kavramlara şeklî olarak
değil, maddi olarak yaklaştığı dikkate alındığında, bu yaklaşımın
karşılaştırmalı anayasa hukuku yönünden de anlamlı olduğu söylenebilir. Nitekim
aynı eğilim, Türkiye AYM’sinin geçmiş kararlarında da söz konusu olmuştur. AYM,
ismen “parlamento kararı” olan çok sayıda düzenlemeyi, maddi bir yaklaşımla
“eylemli içtüzük değişikliği” olarak görmüş ve incelemeye tabi tutmuştur. AYM,
benzer şekilde, 1991 yılında verdiği bir kararında, önüne gelen normun isminin
“Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi” olmasına belirleyici bir önem
atfetmemiş; yine maddi bir yaklaşımla düzenlemenin içeriğine bakarak, söz
konusu normun gerçekte Olağan Dönem Kanun Hükmünde Kararnamesi olduğu sonucuna
varmıştır. AYM’nin bu yaklaşıma dayanarak ulaştığı sonuç, İHAM ile aynı
yöndedir.
Doktrin
de, “parlamento kararı” ve “kanun” kavramları arasında maddi bir yaklaşımla
ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre parlamento kararı, meclisin iç yapısına ve
kendi özerkliğine ilişkin tasarrufları ifade etmektedir. Buna karşın kanun ise,
dışa dönük, genel, soyut, kural-işlemleri anlatmaktadır. Bu ayrıma göre,
meclisin kendi üyeleriyle ilgili tasarruflarını parlamento kararı şeklinde
alması; dışa dönük tasarruflarını ise kanun şeklinde düzenlemesi gerekmektedir.
Aksi halde meclisin kendisiyle ilgili bir kararı, “kanun” şeklinde alması, bu
karara Cumhurbaşkanı’nın (yürütme erkinin) katılmasını gerektirecektir. Öte
yandan, kanunla düzenlenmesi gereken bir konunun parlamento kararı yoluyla
düzenlenmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın bu düzenlemeye katılmasını
engellenecektir. Her iki olasılık da erkler ayrılığı ilkesine aykırılık
oluşturur.
Somut
olayda TBMM, kendisiyle, yani “meclisin özerkliği” ile ilgili bir karar
almıştır. Bu karar, erkler ayrılığı ilkesi gereğince Yürütme’nin katılımına açık
değildir. Dolayısıyla ismen anayasa değişikliği olan bu norm, Meclis’in
kendisiyle ilgili (meclisin özerkliği ile ilgili) olması nedeniyle maddi
anlamda parlamento kararıdır.
Özetle,
AYM’nin Anayasanın 85. maddesindeki denetim yetkisiyle ilgili olarak iki önemli
değerlendirme yapması gerekmektedir.
(1)
Geçici madde 20’de geçen “karar” kelimesi dar veya geniş şekilde anlaşılabilir.
Kanaatimizce karar kavramının geniş anlamda “irade açıklaması” şeklinde
kavranması gerekir. Bu ihtimalde geçici 20’nci madde yoluyla açıklanan
dokunulmazlığın kaldırılması kararma karşı denetim yapılmalıdır.
(2)
“Karar” kavramının “dar” anlamda yani sadece “parlamento karan” şeklinde
yorumlanması durumunda; “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un “parlamento kararı” niteliği taşıyıp
taşımadığı konusu üzerinde durulmalıdır.:
-
Şeklî açıdan yaklaşıldığında, bu normun anayasa değişikliği usulüne uygun
çıkartılmadığı görülür. Gizli oyla çıkartılmamış olan bu normun, “anayasa
değişikliği” olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Şu halde söz konusu
düzenleme sadece bir parlamento karandır.
-
Maddi açıdan yaklaşıldığında; söz konusu normun içerik itibariyle parlamentonun
kendi özerkliğiyle ilgili, içe dönük bir nitelik taşıdığı görülecektir. Bu
norm, ismen anayasa değişikliği olsa da, maddi anlamda bir parlamento
kararıdır.
Sonuç
itibariyle AYM, bu düzenlemeyi incelemeye yetkilidir. 85’inci maddede öngörülen
başvuru yolunun kapatılmış olduğu söylenemez. Aksi bir yaklaşım, milletin
seçilmiş temsilcilerinin, milletvekilliği faaliyetini yerine getirmesine engel
olacak bir tedbirin, yargısal denetime tabi olmadığı anlamına gelir. Böyle bir
yaklaşım, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerinin içeriğini boşaltır. Oysa hem Anayasa’nın 4’üncü maddesi, hem de
AYM’nin geçmiş yıllarda oluşturduğu içtihat buna izin vermemektedir.
III.
Anayasa Mahkemesi Dokunulmazlığın Kaldırılması Kararını Hangi Yönlerden ve
Hangi Kriterlerle İnceler?
Anayasanın
85. maddesi, bir milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması
kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilmesini öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasını inceler. Mahkeme’nin bu konudaki
içtihadına bakıldığında konuyu, “usule ilişkin” ve “esasa ilişkin” aykırılık
iddiaları yönlerinden incelediği görülmektedir.
Usule ilişkin inceleme yaparak iptal
kararı verdiği bir örnek, Çetin Altan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması
karardır. AYM, bu kararında, önce Karma Komisyonun Anayasa’ya uygun şekilde
kurulmadığını tespit etmiştir. Mahkeme’ye göre; Komisyonun usulüne uygun
kurulmamış olması ile hiç kurulmamış olması aynı anlama gelmektedir. Bu nedenle
AYM, Genel Kurulun görüşmelerine ve kararına dayanak olan Karma Komisyon
Raporunun, hukuksal açıdan geçersiz olmasına rağmen Genel Kurul tarafından
kabul edilmiş olmasını Anayasa’ya ve İçtüzük hükümlerine aykırı bulmuştur. Bu
nedenle de yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararım iptal etmiştir.
Esasa ilişkin inceleme konusunda ise AYM’nin dört
denetim kriteri ortaya koyduğu görülmektedir. Bunlar; (a) İsnadın Ciddiliği,
(b) Talebin Siyasi Bir Amaç Taşıyıp Taşımadığı, (c) İsnat Edilen Eylemin
Kamuoyundaki Etkisi, (d) Milletvekilinin Şeref ve Haysiyetinin Korunması
kriterleridir. Bunlar içinde ise AYM’nin sıklıkla uyguladığı kriter, isnadın
ciddiliği kriteridir. Mahkeme’nin bu kritere ilişkin ilkesel tespiti şu
şekildedir:
Bir sonuca
varmak için suçlamanın dayanaklarına inilmesi zorunludur. Bu konuda yapılacak
inceleme, delillerin takdiri niteliğinde değildir. Delillerin takdiri, hükme
yönelen bir tartışma ve ölçme olup, suçun işlenip işlenmediğini araştıran ve
ceza yargılaması yapan yargı yerlerine özgü bir yetkidir. Burada yapılacak inceleme
ise, yüklenen suçun işlenip işlenmediği yönünden değil, yalnızca suçlamanın
ciddi olup olmadığı yönündedir.”
Bu
ilkenin uygulandığı davalardan örnek vermek gerekirse şunlardan bahsedebiliriz:
Birinci olarak, Selim Sadak’ın dokunulmazlığının
kaldırılması kararma karşı yapılan başvuruda AYM, isnat edilen suçun, 765
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesinde öngörülen “Türklüğü,
Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin Manevi Şahsiyetini,
Bakanlıkları, Devletin Askeri veya Eğitim Muhafaza Kuvvetlerini veya Adliyenin
Manevi Şahsiyeti Alenen Tahkir ve Tezyif Etme” suçunun işlendiği iddiasına
dayandığını tespit etmiş ve “Selim Sadak'a yapılan suçlama, yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığından, Selim
Sadak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM kararı Anayasa'nın 83.
maddesine aykırıdır; iptali gerekir.” sonucuna ulaşmıştır.
İkinci olarak; Osman Köksal’ın dokunulmazlığının kaldırılması
kararma karşı yapılan başvuruda AYM, “Osman Koksal'a yönetilen ‘Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasını Tağyir ve Tebdil ve bu yasa ile kurulmuş Türkiye Büyük Millet
Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs gayesiyle
gizlice ittifak kurmak’ isnadının ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir
nitelikte olmaktan uzak bulunduğu ortadadır. Başka bir deyimle incelemeler,
Cumhuriyet Senatosunun Cumhurbaşkanınca seçilmiş üyesi Osman Köksal'a
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddî olmadığı
sonucuna vardırmaktadır. (...) Kararın, Osman Köksal'a ilişkin bölümünün
Anayasa'nın 81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Üçüncü olarak;
benzer nitelikteki Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması kararına
karşı yapılan başvuruda AYM, “yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dayanaktık eden soruşturma dosyasından
çıkarılıp yukarıya aynen aktarılan deliller gözden geçirilirse bunların Ekrem
Acuner'e yöneltilen ‘Silâhlı isyana teşvik, tahrik, teşebbüs etmek; sosyal bir
sınıfın öteki sınıflar üzerinde tahakkümünü oluşturmayı, ülke içinde kurulu
iktisadi ve sosyal temel düzeni devirmeyi erek tutan cemiyet kurmak ve Türk
Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl eylemek suçlarından sanık Dr. Hikmet
Kıvılcımlı ve arkadaşlarının eylemlerinde ilgi ve iştiraki görülmek’ isnadının
ciddiliği görüşüne desteklik edebilecek bir nitelikte olmaktan çok uzak
bulunduğu herhangi bir açıklamayı, yorumu ve tartışmayı gerektirmeksizin
kolayca görülür. Böylece Cumhuriyet Senatosu Tabiî Üyesi Ekrem Acuner'e
yöneltilen ve dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açan isnadın ciddi olmadığı
sonucuna varılır. Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunun inceleme konusu 2/7/1971
günlü, 106 sayılı kararı bu nedenle Anayasanın 79. maddesinin ereğine ve
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünün 140. maddesine aykırıdır, kararın Anayasanın
81. maddesi uyarınca iptal edilmesi gerekir.”
Yukarıdaki
örneklerden şu sonuçlara varmak mümkündür: 1) AYM, Selim Sadak kararı örneğinde
olduğu gibi, ifade suçlarının işlendiği isnadını içeren fezlekelere dayanan
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararlarını, “yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasını gerektirir nitelikte ciddiyette” görmemektedir. 2) Diğer suç
isnatları bakımından dosyayı değerlendirdikten sonra, Osman Koksal ve Ekrem
Acuner karar örneklerinde görüldüğü gibi, isnadı ciddi olmadığı tespitini yaparak,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararını iptal edebilmektedir.
Buradan
çıkan sonuca göre, AYM, suç isnadının, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasında
yer alan “yasama sorumsuzluğu” kapsamına girip girmediğini zımnen
incelemektedir. Yasama sorumsuzluğu kapsamına girmediğini düşündüğü suç
isnatları bakımından ise dosya incelemesi yapmaktadır. 6718 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu, Anayasanın 83. maddesinin 1. fıkrasındaki yasama
sorumsuzluğu hükmünü kaldırmamıştır. Dolayısıyla, 6187 sayılı Kanunim, milletvekillerinin
söz ve düşünce açıklamasına dayalı suç isnatları kapsamadığı açıktır.
Anayasanın milletvekillerine bir yandan oy, söz ve düşünce açıklamalarından
dolayı sorumsuzluk güvencesi getirip, diğer yandan milletvekillerinin oy, söz
ve düşünce açıklamalarından dolayı tutulmasına, sorguya çekilmesine,
tutuklanmasına ve yargılanmasına imkan verdiği düşünülemez. Bu tür bir çelişki,
ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanuni dayanağını öngörülemez hale
getirir. Böyle bir öngörülemezlik, gelecekte bireysel başvuru kapsamında,
müdahalenin kanuniliği yönünden ihlal sonucu yaratır. Oysa, hem AYM
kararlarında hem de İHAM kararlarında ortaya konulduğu gibi, bu tür belirsiz
hükümler içtihatlarla açıklığa kavuşturulabilir. Somut olayda AYM’nin, 6718
sayılı kanunun milletvekili dokunulmazlığını, örneğin yüz kızartıcı suçlara
dayalı isnatlar için kaldırdığı; fakat söze dayalı suçlar için sorumsuzluğun
devam ettiğini belirlemesi, konuyla ilgili öngörülebilirlik sağlayacaktır.
Böyle bir belirleme, bir tür bir “pratik uyuşum” anlamına gelecek, savcılıklara
ve derece mahkemelerine yol gösterici nitelik taşıyacaktır.
IV.
Milletvekili olarak şahsımın yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasa ve
Meclis İçtüzüğüne uygun mudur?
Milletvekili
sıfatıyla T.C. Anayasası ile taşımakta olduğum yasama dokunulmazlığı, iki
fezleke nedeniyle kaldırılmıştır: (i) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
2013/171112 numaralı soruşturmaya dayanan 26.12.2013 tarihli ve 2013/313
numaralı, (ii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/106616 numaralı
soruşturmaya dayanan 19.02.2016 tarihli ve 2016/50 sayılı fezlekeler
Usul
yönünden aykırılık iddiaları
Mecliste
yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda Anayasa ve Meclis İçtüzüğü
hükümleri gereğince kurulması gereken komisyonlar kurulmadan ve Karma komisyon
raporu oluşturulup Genel Kurulda oylanmadan, hakkımdaki her üç fezlekeye dayalı
suç isnatları hakkında yasama dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Yasama
dokunulmazlığının kaldırılması usulünün uygulanmaması, Komisyonlarda ve Meclis
Genel Kurulu’nda savunma hakkımı tamamen ortadan kaldırdığı gibi, Meclisin her
bir isnadın ciddiliğini oylama sonucu karara bağlama yetkisini de ortadan
kaldırmıştır. Bu aşamada evrensel hukuk kuralları ile T.B.M.M. İçtüzüğü 134 ncü
maddesine açıkça aykırılık oluşmuştur. Savunma hakkım ortadan kaldırılmak
suretiyle yasama dokunulmazlığını kaldıran tasarruf Anayasanın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesinin, Meclisin bu konuda yetkilerini kaldıran aynı tasarruf
yine Anayasanın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesinin eylemli bir şekilde
değiştirilmesi sonucu doğurur. Bu nedenlerle hakkımdaki her iki fezlekedeki suç
isnatları hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması Anayasanın 2.
maddesine aykırıdır.
Esas
yönünden aykırılık iddiaları
Müvekkilimiz
hakkındaki Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/14873 E. numaralı
soruşturmaya dayanan 27/11/2015 tarihli fezleke Cumhurbaşkanı’na hakaret suçuna
ilişkindir.
Bu
fezlekeye konu olan eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alman
düşünceyi açıklama ve yayma kapsamında değerlendirilebileceği açıktır. AYM’nin
yukarıda geçen Selim Sadak karan göz önünde tutulduğunda, bu fezlekelerde yer
alan suç isnatlarının, dokunulmazlığın kaldırılmasını gerektirecek nitelikte
görmeyeceği söylenebilir. Ayrıca, bu fezlekede isnat edilen suçlar, tamamen
düşünce açıklamalarına dayanmaktadır. Anayasa'nın 83/1’inci maddesindeki
“yasama sorumsuzluğu” hükmünün yürürlükte olduğu dikkate alındığında, 6718
sayılı Kanun’un dokunulmazlıklar için getirdiği istisnanın bu suçlan kapsamayacağı
tespitinde bulunulmalıdır. Aksi takdirde milletvekilleri, bu tür ciddi nitelik
taşımayan isnatlar karşısında yasama görevlerini yerine getiremez hale
gelebileceklerdir.
Böyle
bir sonuç, evrensel hukuk kurallarına, Anayasalın özüne ve sözüne, 2’nci maddesindeki
demokratik devlet ilkesine ve 67’inci maddesindeki serbest seçim hakkına aykırı
düşecektir özellikle vurgulamak gerekir ki, iptali talep edilen (Meclis Genel
Kurulu Kararı yerine geçecek nitelikteki) madde savunma hakkı tamamen ortadan
kaldırmakta ve karşısında hak arama hürriyetini engellemek istemektedir. Bu
aşamada Sayın Mahkemenize başvurmaktan başka hukuki bir yol bulunmadığı
aşikardır.
SONUÇ
VE TALEP:
T.C.
Anayasasının 83/1 maddesinde yer alan yasama dokunulmazlığının, T.B.M.M Genel
Kurulu’nun 20/05/2016 tarihli 6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la Bursa Cumhuriyet Basavcılığı’nın
2015/14873 E. numaralı soruşturmaya dayanan 27/11/2015 tarihli fezleke
(müvekkilimize tebliğ edilmemiş başkaca fezlekeler var ise onları da kapsar
nitelikte) yönünden kaldırılması yönündeki maddelerinin (kanun maddesi
kapsamında Genel Kurul Karan da ihdas edildiğinden, aynı zamanda ilgili
kararın) T.C. Anayasaya, kanuna veya içtüzüğe aykırı olduğundan Anayasa’nın 85
nci maddesi ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 3 ncü maddesi uyarınca incelenerek, yasal gereklerinin ve
bağlı sonuçlan için ÖNCELİKLE YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULARAK İPTALİNE karar verilmesini
arz ve talep ederiz.
1 8.12.1999 gün ve 23885/94 sayılı
kararı.
2 Kemal Gözler, Türk Anayasa
Hukuku, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s. 381.