ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı : 2015/10
Karar
Sayısı : 2015/93
Karar
Tarihi : 22.10.2015
R.G.
Tarih-Sayı : 07.11.2015-29525
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:
1- İzmir 1. İş Mahkemesi (E.2015/10)
2- Siirt 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla) (E.2015/80)
İTİRAZLARIN KONUSU: 31.5.2006
tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun
32. maddesinin, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle
değiştirilen ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ".her türlü
borçlanma süreleri hariç." ibaresinin Anayasa'nın 10., 11., 13.,
41., 60. ve 61. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi
talepleridir.
OLAY: Davacıların,
ölüm aylığı bağlanması talebiyle yaptıkları başvurularının reddi üzerine
açtıkları tespit davalarında, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkemeler, iptali için başvurmuşlardır.
I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ
Kanun'un itiraz konusu kuralı da içeren 32. maddesi şöyledir:
"Ölüm sigortasından sağlanan haklar ve yararlanma şartları
MADDE 32 - Ölüm sigortasından sağlanan haklar şunlardır:
a) Ölüm
aylığı bağlanması.
b) Ölüm
toptan ödemesi yapılması.
c) Aylık
almakta olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi.
d) Cenaze ödeneği verilmesi.
(Değişik ikinci fıkra: 17/4/2008-5754/20 md.) Ölüm
aylığı;
a) En az 1800 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi
bildirilmiş veya 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında
sigortalı sayılanlar için, her türlü borçlanma süreleri hariç en
az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm
sigortaları primi bildirilmiş,
b) 47 nci maddede yazılı sebeplerle kazaya uğramış, malûllük,
vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığı almakta iken veya malûllük, vazife
malûllüğü veya yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanmış olup henüz işlemi
tamamlanmamış,
c) Bağlanmış bulunan malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık
aylığı, sigortalı olarak çalışmaya başlamaları sebebiyle kesilmiş,
durumda iken ölen sigortalının hak sahiplerine, yazılı istekte
bulunmaları halinde bağlanır. Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b)
bendine göre sigortalı sayılanların hak sahiplerine aylık bağlanabilmesi için
ölen sigortalının genel sağlık sigortası primi dahil kendi sigortalılığından
dolayı prim ve prime ilişkin her türlü borcunun olmaması veya ödenmesi
şarttır."
II- İLK İNCELEME
A- E.2015/10 Sayılı Başvuru Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN ve Kadir
ÖZKAYA'nın katılımlarıyla 18.2.2015 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B- E.2015/80 Sayılı Başvuru Yönünden
2. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal
Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ'in katılımlarıyla 3.9.2015 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III- BİRLEŞTİRME KARARI
3. 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu'nun 32. maddesinin, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı
Kanun'un 20. maddesiyle değiştirilen ikinci fıkrasının (a) bendinde yer
alan ".her türlü borçlanma süreleri hariç." ibaresinin
iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2015/80
sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2015/10 sayılı dava ile
birleştirilmesine, esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2015/10 sayılı
dosya üzerinden yürütülmesine, 22.10.2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
4. Başvuru kararları ve ekleri, Raportör Volkan
HAS tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun
hükmü, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Anlam ve Kapsam
5. Kanun'un 32. maddesinin ikinci fıkrasında, ölen
sigortalının hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanabilmesi için gerekli koşullar
düzenlenmiştir. Bu kapsamda fıkranın (a) bendinde, en az 1800 gün
malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş veya Kanun'un 4.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için,
her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup,
toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş
sigortalının hak sahiplerine, yazılı istekte bulunmaları halinde ölüm aylığı
bağlanması kabul edilmiştir.
6. Kanun'un 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı
sayılanlar, hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından
çalıştırılan sigortalılardır. Kanun'un 32. maddesinin ikinci fıkrasının
(a) bendine göre, bu sigortalıların ölümü halinde hak sahiplerine ölüm aylığı
bağlanabilmesi için, en az 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortaları primi bildirilmiş olması veya her türlü borçlanma süreleri hariç en
az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortaları primi bildirilmiş olması gerekmekte olup anılan bentte yer
alan "...her türlü borçlanma süreleri hariç..." ibaresi,
itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.
B- İtirazların Gerekçeleri
7. Başvuru kararlarında
özetle, itiraz konusu kuralla askerlik, tutukluluk veya gözaltı
hâli, doğum gibi nedenlerden dolayı fiilen çalışılamayan dönemlerin, prim
ödenmek suretiyle sigortalılık süresine eklenmesini öngören hizmet
borçlanmasının ölüm aylığı bakımından mümkün olmadığı, bu durumun askerlik
hizmetini yerine getiren vatandaş ile askerlikten kaçmak suretiyle çalışmaya
devam eden vatandaş, tutuklu olarak yargılandıktan sonra beraat etmiş birey ile
hakkındaki yakalama emrine rağmen teslim olmayarak kaçan ve bu süre zarfında
çalışan birey, doğum yaparak neslin devamı noktasında fedakârlığa katlanan
kadın ile doğum yapmayarak çalışmaya devam eden kadın, itiraz konusu kuralın
yürürlüğe girmesinden önce ölen sigortalı ile yürürlük tarihinden sonra ölen
sigortalı arasında eşitsizliğe neden olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa'nın
10., 11., 13., 41., 60. ve 61. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
8. Anayasa'nın 41. maddesinin ikinci fıkrasında
Devletin, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması
ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri alacağı, teşkilâtı kuracağı hükme bağlanmıştır. Anayasa'nın 61. maddesinin dördüncü fıkrasında da Devletin,
korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri
alacağı öngörülmüştür.
9. Sosyal hukuk devletinin somut göstergelerinden biri
olan sosyal güvenlik hakkının yer aldığı Anayasa'nın 60. maddesinin birinci
fıkrasında, "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir." denilmektedir.
Bu hüküm bireylere yaşlılık, hastalık, kaza, ölüm ve malullük gibi sosyal
riskler karşısında asgari ölçüde bir yaşam düzeyi sağlamayı amaçlamaktadır.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında da "Devlet, bu güvenliği
sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." denilerek
bu görevin, Devlet tarafından oluşturulacak kuruluşlar yoluyla yerine
getirilmesi öngörülmektedir.
10. Kuralın, ölüm aylığı ile ilgili olması gözetilerek, ölen
sigortalının eşi ve çocukları yönünden Anayasa'nın 41. ve 61. maddelerine
aykırılığı ileri sürülmüş ise de ölüm aylığının bağlanmasının teknik
koşullarına ilişkin olması ve ölüm aylığının sosyal güvenlik hakkı
kapsamında yer alması nedeniyle, söz konusu kural Anayasa'nın bu konuya ilişkin
özel hüküm niteliği taşıyan ve çalışanların çocukları ve eşleri yönünden de
geçerli olan sosyal güvenlik hakkının yer aldığı 60. maddesi yönünden
incelenmiştir.
11. Sosyal hukuk devletinin temel kavramlarından biri olan sosyal
güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin,
kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir
azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve
asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin
gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak,
kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı
asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır. Sosyal hukuk devletinde
kişinin korunması, sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanmasıyla
olanaklıdır.
12. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) da ülkemizde Devlet
tarafından, sosyal güvenliğin sağlanması amacıyla kurulan kurum olup kanunların
görevlendirdiği alanlarda iş kazaları, meslek hastalıkları, hastalık, analık,
malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları kollarında hizmet vermektedir. SGK'nın
sistemi de çalışanların ücretlerinden kesilen işçi payı ile işverence ödenen
paydan oluşan sigorta primi esasına dayanmaktadır. Bu Kurum, görevlerini yerine
getirebilmek için önceden prim (gelir) elde etmek ve bu gelirleri finansman
yöntemlerine göre değerlendirerek 5510 sayılı Kanun'a göre, iş kazalarıyla
meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortalarının gerektirdiği her türlü yardım ve ödemeleri karşılamakla
yükümlüdür.
13. SGK'nın bu yükümlülükleri arasında yer alan "ölen
sigortalının hak sahibi kimselerine aylık bağlanması"nın dayanağı olan
ölüm sigortası, uzun vadeli yardım yapan bir sigorta koludur. Ölen sigortalının
hak sahiplerine ölüm sigortasından aylık bağlanabileceği durumlar, 5510 sayılı
Kanun'un 32. maddesinde belirtilmiştir.
14. Ölüm aylığı, sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal yapısıyla
doğrudan ilgilidir. SGK'nın amacına uygun olarak hizmet verebilmesi, sahip
olduğu parasal kaynaklara bağlı olduğundan, temel kaynağı prim olan bu Kurumda
sigortalıların kuralda belirtilen süre kadar prim ödemek suretiyle SGK ile
ilişkilerini devam ettirmelerini ve SGK'nın sağlayacağı haklardan bu suretle
yararlanmalarını öngören düzenleme, sistemin doğal bir sonucudur.
15. Anayasa'nın 60. maddesinde, Devlete herkesin
sosyal güvenlik hakkını sağlayacak gerekli tedbirleri alma ve teşkilat kurma
görevinin yanında bu görevleri yerine getirmek için gelir elde etmek, bu
gelirleri finansman yöntemlerine göre değerlendirmek ve sonuçta risklere maruz
kalanlara dağıtmak yükümlülüğü de verilmiştir.
16. Diğer taraftan, Anayasa'nın 65. maddesindeki "Devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin
amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde
yerine getirir." hükmü gözetildiğinde, Kanun'un 4. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için, 1800 gün prim
bildirme koşulunun, seçimlik olarak yarısı oranında 900 güne indirilmiş olması,
buna karşılık en az 5 yıl sigortalılık süresinin öngörülmesi ve bu alternatif
hâlde borçlanılamayacağının hükme bağlanılması, Devletin mali kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde kanun koyucunun takdirindedir. Söz konusu sigortalılar
açısından, diğer sigortalılara göre ölüm aylığının bağlanmasındaki şartların
kolaylaştırılması karşısında, bu şartlardan yararlanmak suretiyle ölüm aylığı
bağlanılması nedeniyle oluşacak maliyetin, SGK'nın aktüeryal dengelerini
olumsuz etkilememesi için kanun koyucunun, bu durumla sınırlı olarak
borçlanmanın mümkün olmadığı yönündeki düzenlemeyi getirdiği anlaşılmaktadır.
17. Bununla birlikte, bir düzenlemenin kamu yararına yönelik
olarak yapılmış olması, onun Anayasa'ya uygunluğu bakımından tek başına yeterli
değildir. Temel hak ve hürriyetler bakımından meşru amaçla getirilen
sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen kriterlere aykırı olamaz.
Bu anlamda itiraz konusu kural yönünden kanun koyucunun, Anayasa'nın 60.
maddesi uyarınca sosyal güvenlik hakkı kapsamında bulunan ölüm aylığından
yararlanma şartlarını tespit etme ve düzenleme yetkisinin Anayasa'nın 13. maddesine
aykırılık taşımaması gerekir.
18. Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa'da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Dokunulamayacak "öz", her temel hak ve özgürlük açısından
farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne
dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı
bir nitelik taşımaması gerekir.
19. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan
sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin
gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka
deyişle, öze dokunan sınırlamalar, "demokratik toplum düzeninin
gerekleri" ve "ölçülülük" ilkelerine
evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan
sınırlamalar yönünden "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkeleri
bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
20. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden
gözetilmesi öngörülen "demokratik toplum düzeninin gerekleri" kavramı,
öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek
en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. "Demokratik
toplum düzeninin gerekleri"nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade
etmektedir.
21. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük
ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve
özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için
gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle öngörülen kamu yararı amacını
gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü
bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
22. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma
amaçları ile sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük
denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için
seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple, kuralın hedeflenen amaca
ulaşabilmek için elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
23. Belirtilen nitelikleri gereği, Anayasa'nın 13. maddesinde yer
alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, "temel hak ve hürriyetlerin
özü", "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve
"ölçülülük ilkesi" kavramları, bir bütünün parçaları olup,
"demokratik bir hukuk devleti"nin özgürlükler rejiminde
gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır.
24. Ölüm aylığının bağlanabilmesi için ölen sigortalının
bildirilen prim gün sayısının esas alınarak düzenleme yapılmasında ve bu
çerçevede ölüm aylığı bağlanabilmesi için kural olarak 1800 gün prim bildirimi
koşulu öngörülmesinin yanı sıra bu koşula alternatif olarak, hizmet akdi
ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılan sigortalılar
yönünden her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı
bulunulması ve toplam 900 gün prim bildirimi koşulunun getirilmesi, söz konusu
kişilerin hak sahiplerine sunulan bir seçimlik hak niteliğinde olup, 1800
günlük prim süresi yönünden borçlanma sürelerinin esas alınmasına bir engel
oluşturmamaktadır. Bu durumda ölüm aylığına hak kazanma şartlarının
belirli bir ölçü ve denge gözetilerek belirlenmesi, sosyal güvenlik hakkını
ortadan kaldıran veya onu kullanılamayacak ölçüde sınırlayan bir düzenleme
olarak nitelendirilemez.
25. Ölüm aylığı bağlanması hususunda, hizmet akdi ile bir
veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılan sigortalılar yönünden
1800 günlük prim bildirilme koşuluna alternatif olarak sunulan hakta borçlanma
yasağının öngörülmesi suretiyle getirilen sınırlama ile SGK'nın aktüeryal
dengelerinin korunmasının, sosyal güvenliğin sürdürülebilirliğinin
sağlanmasının, bu bakımdan sistemi zedeleyecek ya da işlemez hale getirebilecek
mali yükün altına girilmesinin engellenmesinin ve bu suretle kamu
yararının gerçekleştirilmesinin amaçlandığı gözetildiğinde, söz konusu
sınırlamanın, "demokratik toplum düzeninin gerekleri"ne
aykırılık taşımadığı açıktır.
26. Diğer yandan, Kanun'un 4. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendi kapsamındaki sigortalılar yönünden, borçlanma imkânının tamamen ortadan
kaldırılmamış olması, borçlanma yasağının "5 yıl
sigortalılık" ve "900 gün prim bildirilmiş
olma" şartlarından yararlanmak suretiyle ölüm aylığı
bağlanılmasının talep edilmesi durumuyla sınırlı olması, buna karşılık "1800
gün prim bildirilmiş olma"koşulunun geçerlilik kazanması hâlinde
borçlanmanın bu sigortalılar yönünden de mümkün olması nedeniyle, sosyal
güvenlik hakkına yapılan müdahalenin, ölçülü olduğu ve bireylere aşırı bir
külfet yüklemediği sonucuna ulaşılmaktadır.
27. Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Kanun önünde
eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
28. Askerlik hizmetini yerine getirme, tutukluluk veya gözaltı
hâli ya da doğum gibi sebeplerle de olsa çalışma yaşamına ara vermiş bireyler
ile çalışma yaşamına ara vermeksizin çalışmaya devam etmek suretiyle Kanun'un
aradığı koşulları yerine getiren bireyler,ölüm aylığına hak kazanma yönünden
eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması
yapılamaz. Sosyal güvenlik hakkı kapsamında yer alan ölüm aylığının
bağlanabilmesi için çalışılan sürelerin esas alınması, eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturmaz.
29. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca kanun koyucu,
Anayasa'ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla dilediği konuda
düzenleme yapma hususunda takdir yetkisine sahiptir. Kanun koyucunun, kamu yararını gerçekleştirmek
amacıyla çözümlenmesi gereken bir sorun olarak gördüğü konuları bir tarih
belirleyerek çözüme kavuşturması da takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Bu
bağlamda ölüm aylığı bağlanması koşullarını düzenleyen itiraz konu kuralın,
kanun koyucunun belirlediği yürürlük tarihinden sonra gerçekleşen sigortalı
ölümleri yönünden uygulanmasında, eşitlik ilkesine aykırılık
bulunmamaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 10., 13. ve 60.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
31. Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Celal Mümtaz AKINCI bu
görüşe katılmamışlardır.
32. Kuralın Anayasa'nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
V- HÜKÜM
31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu'nun 32. maddesinin, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun'un
20. maddesiyle değiştirilen ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ".her
türlü borçlanma süreleri hariç." ibaresinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve itirazın REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ile Celal
Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA¸ 22.10.2015 tarihinde karar
verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
"Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı" Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce (TBMM) 17.4.2008 tarih ve
5754 sayılı Kanun olarak kabul edilmiş ve 8.5.2008 tarih ve 26870 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu Kanun'un 20. maddesiyle 31.5.2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 32. maddesinin değiştirilen
ikinci fıkrasındaki itiraz mahkemesince iptali istenen ".her
türlü borçlanma süreleri hariç." ibaresinin, "Kanun
Tasarısı"nda yer almadığı ve TBMM Genel Kurulunda verilen bir
önergenin kabulüyle Kanun metnine eklendiği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 88. maddesinde "Kanun teklif etmeye Bakanlar
Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir." denilmektedir.
Anayasa'nın 88. maddesinin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir yasalaştırma
söz konusuysa, bu konudaki ihlâl Anayasa'nın 148. maddesi anlamında bir
"şekil sakatlığı"na değil, doğrudan 88. maddesine aykırı düşer ve
yapılacak anayasal denetimin, "şekil bakımından" değil, "esas
bakımından" söz konusu olması gerekir. 88. maddenin ikinci fıkrasındaki
"Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme
usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir" hükmünün de, bu açıklama
çerçevesinde yorumlanması ve bu düzenlemenin aynı maddenin birinci fıkrasındaki
anayasal hüküm doğrultusunda anlaşılması ve hüküm ifade etmesi gerekir. Yani,
birinci fıkraya aykırı bir durum söz konusu ise artık ortada doğrudan bir
Anayasa ihlâli söz konusu olacak ve Anayasa'nın bu hükmünün bir tekrarından
ibaret olan TBMM İçzüğü'nün 35. maddesinin ihlâli nedeniyle, Anayasa'nın
148. maddesinde belirtilen (ve son oylamaya ilişkin olmadığından kanunun
iptalini gerektirmeyen) bir şekil sakatlığından ve şekil denetiminden değil;
88. maddenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu esası ilgilendiren bir
sakatlıktan ve esas denetimden söz edilebilecektir.
Davanın somutu ile ilgili olarak düzenleme öngören TBMM
İçtüzüğü'nün "Komisyonların yetkisi, toplantı yeri ve zamanı"
başlıklı 35. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "Komisyonlar,
kendilerine havale edilen kanun tasarı ve/veya tekliflerini aynen veya
değiştirerek kabul veya reddedebilirler; birbirleriyle ilgili gördüklerini
birleştirerek görüşebilirler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca
kendilerine ayrılan salonlarda toplanırlar.
Ancak, komisyonlar, 92 nci maddedeki özel durum dışında kanun
teklif edemezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle
uğraşamazlar. Başkanlık Divanının kararı olmaksızın Genel Kurulun toplantı
saatlerinde görüşme yapamazlar ve kanun tasarı ve tekliflerini bölerek ayrı
ayrı metinler halinde Genel Kurula sunamazlar."
İçtüzüğün 35. maddesinin yukarıdaki açık metninden de açıkça
anlaşılacağı üzere, komisyonların kendilerine havale edilen kanun tasarı ve
tekliflerini görüşme yetkileri sınırlandırılmış olup, komisyonların İçtüzüğün
92 nci maddesindeki özel durum dışında (genel veya özel af ilanını içeren kanun
tasarı ve teklifleri) kanun teklif etme yetkileri yoktur. Yukarıda belirtilen
yasa değişiklikleri Bakanlar Kurulunca önerilen Tasarı metninde olmadığı halde
TBMM Genel Kurulunda Tasarı metnine ilave edilerek kanunlaştırıldığından; bu
durum Anayasa'nın 88. maddesinin birinci fıkrasına (dolayısiyle de bu hükmün
açıklaması mahiyetinde bulunan TBMM İçtüzüğü'nün 35 inci maddesine) açıkça
aykırı düşmektedir.
Anayasa'nın 88. maddesinin birinci fıkrasının açık âmir hükmü
karşısında, TBMM İçtüzüğü'nün 87 nci maddesi gerekçe gösterilerek, görüşülmekte
olan bir tasarı veya teklifin konusu olmayan "başka" kanunlarda ek ve
değişiklik getiren "yeni bir kanun teklifi mahiyetindeki"
değişikliklerin "Genel Kurul" tarafından da yapılamayacağı açıktır.
Anayasa'nın 148. maddesindeki "Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı.
hususları ile sınırlıdır." hükmünün de bu belirlemeye etkisinin
olamayacağı kuşkusuzdur. Gerçekten, 88 nci maddenin birinci fıkrasına açıkça
aykırı bir yasama faaliyeti sözkonusu olduğundan, Genel Kurulca öngörülen
çoğunlukla yapılacak bir "son oylama"nın belirtilen Anayasa'ya
aykırılığı düzelteceği kabul edilemez. Ancak 88 inci maddenin birinci fıkrasına
uygun bir yasama faaliyeti içerisinde 148 inci maddedeki "şekil
denetimi" kuralı işletilebilir. Davanın somutunda ise yukarıda açıklandığı
üzere, aksi yönde bir yasama faaliyeti bulunduğu görüldüğünden; 148 inci
maddenin bu davanın somutunda uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. (Bu konudaki
bir inceleme için bkz.: Torba Yasalar ve Yasama sürecindeki İçtüzük
Hükümlerinin Şekil Denetimi Sorunu, Hıfzı DEVECİ, TBB Dergisi, 2015 (117) s.
55-90)
Esasen Anayasa Mahkemesinin 25.12.2008 tarih ve E.2008/71,
K.2008/183 sayılı kararına (RG 9.4.2009, Sayı:27195) konu iptal davası
başvurusunun içeriğinden de, bu şekildeki bir uygulamanın TBMM İçtüzüğü'nün 35.
maddesine aykırı düştüğünün TBMM Başkanlığınca saptandığı ve ilgili komisyona
kabul edilen tasarı metninin iade edilmesine karşılık, ilgili komisyonca iade
edilen tasarı metninin yeniden bir üst yazı ile Genel Kurulun onayına sunulmak
üzere TBMM Başkanlığına geri gönderildiği ve akabinde yasalaştığı
anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; anılan kuralın Anayasa'nın 88. maddesine
aykırı düşmesi nedeniyle iptali gerektiği kanaatine vardığımızdan; çoğunluğun
aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun
32. maddesinin, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle
değiştirilen ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan "her türlü
borçlanma süreleri hariç" ibaresinin Anayasa'nın 10., 11.,
13., 41., 60. ve 61. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
Sosyal güvenlik hukukunda, prim ödemeye engel ve prim ödeme
yoksunluğuna neden olan durumlardan kaynaklanan adaletsizliğin giderilebilmesi
için borçlanma yolu öngörülmüştür. Bu yolla aynı koşullara sahip
kişilerden askerliğini yapmayıp asker kaçağı durumunda çalışanlar, keza neslin
devamı için doğum yapma fedakarlığına katlanmak yerine doğum yapmayıp
çalışanlar ile aynı suçtan yargılananlardan dürüst davranmayıp kaçan ve bu
sürede çalışmaları nedeniyle adlarına prim ödenenlerle, kutsal vatani
hizmetlerini ifa edenler, yine neslin devamı için kutsal annelik görevini
yerine getiren doğum yapan kadınlar ile haklarında çıkarılan tutuklama kararına
saygı duyup kaçmayan ve tutuklanan kişilerin fedakarlıkları ve
dürüstlüklerinden dolayı çalışamamaları dolayısıyla adlarına prim ödenememesi,
ölümleri halinde ölüm aylığına müstahak olacak hak sahibi yakınlarının
haksızlığa ve adaletsizliğe uğramalarına neden olmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer verilen sosyal hukuk devleti,
mahkememizin birçok kararında; "eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak
gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü
devlet" olarak tanımlanmış, devamla, "Çağdaş
devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa'nın sözüne
ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç
edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin
sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasa'nın Cumhuriyetin nitelikleri
arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan
sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda
yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna
yaraşır asgarî yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal
devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması
gerekir." denilmiştir. Anayasa'nın 60. maddesinde ise "Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri
alır ve teşkilatı kurar." denilerek herkesin sosyal
güvenlik hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir.
Bu kapsamda devlet, "sosyal devlet" ilkesi gereği
evlenmemiş dul kadınlara, herhangi bir geliri olmayan yaşlılara aylık
bağlarken, askerlik hizmeti, annelik kutsal görevi ya da hukuka ve adalete
güven gereği kaçmayan tutuklanan ve bu süreçte adlarına prim ödenemeyen
sigortalıların ölümleri halinde geriye kalan hak sahiplerinin, sigortalının
prim ödeyememe yoksunluğuna sebebiyet veren haklı ve meşru mazeretlerinin kabul
edilmemesine neden ve bu sürelerin borçlanılmasına engel olan "her
türlü borçlanma süreleri hariç" ibaresi, kutsal askerlik ve
annelik görevini yapanlar, tutuklama kararına saygı gösterip kaçmayıp
tutuklanan ve sonra da beraat edenler ile benzer durumdaki sigortalıların ölümü
halinde hak sahiplerinin, askerlik, annelik, tutukluluk gibi haklı
mazeretlerinin kabulüne ve bu sürelerin borçlanılmasına imkan vermediği,
bu ve benzer durumda olanların adaletsizliğe uğramalarına ve sonuçta mağdur
olmalarına neden olduğu ve dolayısıyla Anayasa'nın 2. ve 60. maddelerine aykırı
olduğu kanısında olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmadım.