"...
I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
".
6528 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. Maddesi ile
Değiştirilen 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53. Maddesinin (b) Fıkrasının
Anayasa'ya Aykırılığı
Yasa Değişikliğine Gidilme Süreci
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 1.10.2012 tarihinde
verdiği 2007/1018 esas ve 2012/1333 karar sayılı kararında görevinden çekilmiş
sayılma cezasının 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda bulunmaması ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda da bu cezanın öngörülmemiş olması sebebiyle
21. Ağustos 1982 tarihli ve 17789 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin
Yönetmeliği'nin 10. maddesi iptal edilmiştir. Bunun ardından ilgili yönetmelik
yeniden düzenlenmiştir. 1 Mart 2014 tarihinde de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun
53. maddesinin "Öğretim elemanları, memur ve diğer personelin disiplin
işlemleri, disiplin amirlerinin yetkileri, devlet memurlarına uygulanan usul ve
esaslara göre Yükseköğretim Kurulunca düzenlenir." şeklindeki hükmü
değiştirilerek iptalini talep ettiğimiz "Öğretim elemanları, memur ve
diğer personele uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, yönetim
görevinden ayırma, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması,
üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezalarıdır.
Hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı, bu bentte sayılan
kişilerin disiplin işlemleri ve disiplin amirlerinin yetkileri, Devlet
memurlarına uygulanan usul ve esaslar da göz önüne alınmak suretiyle
Yükseköğretim Kurulunca düzenlenir" hükmü getirilmiştir.
B) Anayasaya Aykırılık Sorunu
1. Hukuki belirlilik ve suçta ve cezada yasallık ilkeleri ile
yasama yetkisi
Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği üzere Anayasa'nın
2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
"belirlilik" ilkesidir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ya da kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de
gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup bireyin,
kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale
yetkisini verdiğini bilmesini zorunlu kılmaktadır." (AYM'nin 28.11.2013
günlü E: 2013/46, K. 2013/140 sayılı kararı)
Yüksek Mahkeme'ye göre bireyin kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilmesi ve davranışlarını belirlemesi ancak belirlilik ilkesinin varlığı
halinde mümkündür. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. (20.10.2011 günlü E. 2010/28, K. 2011/139 sayılı karar)
Yasayla öngörülme şartı ve belirlilik ilkesi temel hak ve
özgürlüklerin ve özellikle de suç isnadının sözkonusu olduğu durumlarda çok
daha dikkatli şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü bu noktada Anayasa ile
güvence altına alınmış olan suçta ve cezada yasallık ilkesi devreye girer.
Anayasa Mahkemesi'nin ifadesiyle "Anayasa'nın 38. maddesinin birinci
fıkrasında [..] 'Kimse, ...kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz' denilerek 'suçun kanuniliği', üçüncü fıkrasında da 'Ceza ve
ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur' denilerek,
'cezanın kanuniliği' ilkesi getirilmiştir. Buna göre, ceza hukuku bakımından
genel bir değerlendirmeyle kanunilik ilkesi, hiç kimsenin kanunda suç olarak
belirtilmeyen bir fiilden dolayı cezalandırılamamasını ve hiç kimseye kanunda
yer almayan bir cezanın verilememesini ifade etmektedir." (AYM'nin
28.11.2013 günlü, E: 2013/46, K. 2013/140 sayılı kararı)
Disiplin cezaları, kamu görevlilerinin görev, yetki ve
sorumlulukları kapsamında kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve kamu yararının
devamlılığının sağlanması amacıyla yasal olarak düzenlenmiş yaptırımlardır.
Kamu hizmetlerini yürüten kamu görevlilerinin yetki ve sorumlulukları,
görevlerinin kapsamı ve bu görevlerin yürütülüşünde uymaları gereken kurallar
kamu hizmeti ve hizmet gerekleri ile sınırlandırılmış, bu sınırlar dışına
çıkanların ise disiplin cezaları ile cezalandırılmaları öngörülmüştür.
Anayasa Mahkemesi suçta ve cezada yasallık ilkesinin uygulama
alanının sadece ceza hukuku alanına giren suçlar ile ilgili olmadığını ve bu
ilkenin idari yaptırımlarda ve disiplin suçlarında da uygulanması gerektiğini
vurgulamaktadır. Mahkeme bunu açıkça şöyle ifade eder: "Anayasa'da
öngörülen suçta ve cezada yasallık ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas
alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden
birini oluşturmaktadır. Anayasa'nın 38. maddesine paralel olarak Türk Ceza
Kanunu'nun 2. maddesinde yer alan 'suçta ve cezada kanunilik' ilkesi uyarınca,
hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yasada gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır
ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden
bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence
altına alınması amaçlanmaktadır. Anayasa'nın 38. maddesinde idari ve adli
cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından disiplin cezaları da bu maddede
öngörülen ilkelere tâbidir." (20.10.2011 günlü, E. 2010/28, K. 2011/139
sayılı karar).
Nitekim, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Kapsam"
başlıklı 1. maddesinde, "Bu Kanun, Genel ve Katma Bütçeli Kurumlar, İl
Özel İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Belediyelerin kurdukları
birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan
fonlarda, kefalet sandıklarında veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde
çalışan memurlar hakkında uygulanır." denilerek katma/özel bütçeli
yükseköğretim kurumlarında memur statüsünde çalışan kamu görevlileri de
Kanun'un kapsamı içine alınırken; 125. maddesinde ise verilecek disiplin
cezaları "uyarma", "kınama", "aylıktan kesme", "kademe
ilerlemesinin durdurulması" ve "Devlet memurluğundan çıkarma"
olarak sıralanmış ve ayrıca hangi fiillere hangi disiplin cezasının
uygulanacağı maddede tek tek belirtilmiştir.
Yükseköğretim kurumlarında 657 sayılı Kanuna tabi olarak çalışan
ve hangi fiillerine karşılık hangi disiplin cezasının uygulanacağı 657 sayılı
Kanun'un 125. maddesinde belirlenen memurlar da iptali istenen düzenlemenin
kapsamına alınarak hukuki belirlilikleri hukuki belirsizliğe dönüştürülmenin
yanında, iptali istenen düzenlemelerde öğretim elemanlarına, memurlara ve diğer
personele uygulanacak cezaların "uyarma, kınama, yönetim görevinden
ayırma, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, üniversite öğretim
mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma" olarak sayılıp hangi
fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağının ve bu kişilerin disiplin
işlemleri ve disiplin amirlerinin yetkilerinin "Devlet memurlarına
uygulanan usul ve esaslar da göz önüne alınmak suretiyle Yükseköğretim
Kurulunca [düzenleneceğinin]" hüküm altına alınması hukuki belirlilik ve
suçta yasallık ilkeleriyle bağdaşmadığından, iptali istenen düzenlemeler,
Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa'nın 7. maddesi, yasama yetkisinin
kullanımını Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne vermiş ve bu yetkinin devredilemeyeceğini
öngörmüştür. Yürütme organının ve kamu kurum ve kuruluşlarının düzenleme yapma
yetkileri ise ikincil nitelikli olup bu yetki genel, sınırsız, esasları ve
çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisini ifade etmez. Yasanın idareyi, bu
esasları gözetmeksizin aslında yasayla düzenlenmesi gereken bir konuda
yetkilendirmesi halinde temel esasların ve çerçevenin belirlenmemiş olduğu bir
yetki tanınması sözkonusu olacaktır. Yasada disiplin cezalarının sayılmasıyla
yetinilmesi ve bu cezalara karşılık gelen fiillerin belirlenmeyerek bu konuda
idareye yetki verilmesi Anayasa'nın 38. maddesi uyarınca yasamanın alanında
olan bir yetkinin devridir ki bu durum iptali istenen düzenlemeyi Anayasa'nın
7. maddesine aykırı hale getirir.
2. Üniversitenin özerkliği ve öğretim elemanlarının hakları
Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ettiğimiz Yükseköğretim
Kanunu'nun 6528 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesi ile
değiştirilen 53. maddesine ilişkin olarak üzerinde durulması gereken bir başka
nokta yasa koyucunun hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı
konusunu Yükseköğretim Kurulu'na bırakırken kurul tarafından "Devlet
memurlarına uygulanan usul ve esasların" göz önüne alınacağı ifade
edilmektedir. Bu durumda da Yükseköğretim Kanunu'nun ilişkili olduğu ve Anayasa
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından güvence altına alınan
üniversitelerin özerkliği, bilim ve sanat hürriyeti ve akademik özgürlük
üzerinde durmak ve bu hakların gereklerinin 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nda öngörülen disiplin suçları ile nitel anlamda karşılanıp
karşılanmadığını belirlemek gerekecektir.
a) Üniversitelerin özerkliği ve öğretim elemanlarının konumu
Anayasa'nın yükseköğretim kurumlarını düzenleyen 130. maddesinde
çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin
ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile Devlet ya da vakıflar
tarafından Devletin gözetim ve denetimine tâbi olarak kurulan yükseköğretim
kurumlarının bilimsel özerkliğe sahip oldukları belirtilmektedir. Madde
gerekçesinde ise, yasaya bırakılan konuların“bilimsel özerklik ilkesi göz
önünde bulundurularak düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Üniversiteler, eğitim-öğretim, yayın ve danışmanlık faaliyetinde
bulunur ve bu suretle ülkeye ve insanlığa hizmet etme amacını
gerçekleştirirler.
Anayasa Mahkemesi'ne göre "özerklik, belli sınırlar
içerisinde serbestçe davranabilmeyi anlatır." Bilimsel özerklik ise geniş
bir kavram olup bu ilke ile üniversiteler Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan
ana niteliklere sahip bir hukuk devletinin üniversitesine yaraşır biçimde
öğretim, araştırma ve yayın konularını belirlemek ve yürütmek ve ilgilerini bu
doğrultuda çalışmaya yöneltmek serbestliğine sahip kılınmışlardır. (AYM'nin
30.5.1990 günlü, E. 1990/2, K. 1990/10 sayılı kararı).
130. maddenin yükseköğretim kurumlarının düzenlenişine ilişkin 9.
fıkrasında ise "(...) öğretim elemanlarının görevleri, unvanları, atama,
yükselme ve emeklilikleri, öğretim elemanı yetiştirme, üniversitelerin ve
öğretim elemanlarının kamu kuruluşları ve diğer kurumlar ile ilişkileri,
öğretim düzeyleri ve süreleri, yükseköğretime giriş, devam ve alınacak harçlar,
Devletin yapacağı yardımlar ile ilgili ilkeler, disiplin ve ceza işleri, malî
işler, özlük hakları, öğretim elemanlarının uyacakları koşullar,
üniversitelerarası ihtiyaçlara göre öğretim elemanlarının görevlendirilmesi,
öğrenimin ve öğretimin hürriyet ve teminat içinde ve çağdaş bilim ve teknoloji
gereklerine göre yürütülmesi, Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere Devletin
sağladığı malî kaynakların kullanılması kanunla düzenlenir." hükmüne yer
verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında öğretim elemanlarının
statülerine ilişkin tespitlerde bulunmuş ve üniversitelerde yürütülen bilimsel
ve akademik faaliyetin aktörleri olan öğretim elemanlarının ayrı bir meslek
grubu oluşturduklarının altını çizmiştir. Yüksek Mahkeme, Anayasa'nın 130.
maddesinin, üniversitelerin bir hukuk devletinin üniversitesine yaraşır biçimde,
uygar ve evrensel karakterde öğretim-eğitim, araştırma ve yayın konularında
bilimsel özerkliğe sahip bir kamu tüzelkişisi biçiminde kurulmasını ve
Cumhuriyetin temel organları içinde bu niteliğiyle yer almasını istediğini ve
buna bağlı olarak üniversitelerin öğretim üyeleri ve yardımcılarını kapsayan
kendine özgü önem ve değerde bir meslek sınıfı düşündüğünü ve buna göre
düzenlemeler yaptığını ifade etmektedir (AYM'nin 30.5.1990 günlü, E. 1990/2, K.
1990/10 sayılı kararı). Anayasa Mahkemesi'ne göre "Anayasa'da üniversite,
bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak
nitelendirilip bilimsel ve idari özerkliğe sahip kılınarak diğer kamu
kurumlarından farklı değerlendirilmiş, öğretim üyelerine de kamu görevlisi
olmakla birlikte genel sınıflandırma içinde ayrı bir yer verilerek kendilerine
özgü önem ve değerde bir meslek sınıfı olduğu belirtilmiştir. Öğretim
üyelerinin bu konumları dikkate alındığında bunları diğer kamu görevlileri gibi
değerlendirmek mümkün değildir." (16.7.2010 günlü, E. 2010/29, K. 2010/90
sayılı karar).
Bu durumda öncelikle Anayasa'nın 130. maddesine göre
"disiplin ve ceza" işlerinin "kanunla" düzenlenmesi
gereklidir. Anayasa Mahkemesi de ayrıca öğretim üyelerinin "kendilerine
özgü önem ve değerde bir meslek sınıfı" olduklarını tespit ederek bu
kişilerin diğer kamu görevlileri gibi değerlendirilmelerinin mümkün olmadığını
ifade etmektedir. Bu durumda öğretim elemanlarına uygulanacak disiplin
hükümlerinin de bütün kamu görevlerine uygulanacak hükümlerden farklı olması ve
bu meslek sınıfının özelliklerini gözetmesi gerektiği şüphesizdir. Bu
güvencenin de yasayla sağlanması gerekir. İptali istenen düzenlemenin bu konuda
takdir yetkisini Yükseköğretim Kurulu'na bırakması ve devlet memurlarına
ilişkin usul ve esaslara atıf yapmasının 130. maddede öngörülen yasayla
düzenleme gereğini karşıladığı kabul edilemeyeceğinden, iptali istenen
düzenleme, Anayasa'nın 130. maddesine aykırıdır.
b) Öğretim elemanlarının bireysel özgürlükleri
Özerklik, kurumlara özgü bir nitelik olup gerçekleşmesi sadece
kurumsal güvencelere değil, aynı zamanda üniversite ve araştırma kurumlarının
ayrılmaz bileşenleri olan öğretim elemanlarının hak ve özgürlüklerinin
sağlanmasına bağlıdır. Bu hak ve özgürlüklerin bir kısmı bilfiil üniversite,
araştırma merkezi ya da bilimsel bir kurumda faaliyette bulunması koşulu
aranmaksızın herkese tanınmış özgürlüklerdir. Bunlar (a) düşünce ve düşünceyi
ifade özgürlüğü ile (b) bilim ve sanat özgürlüğüdür. Bunun dışında akademik ve
bilimsel faaliyette bulunan kişilere tanınan ve düşünce özgürlüğü ve bilim ve
sanat özgürlüğü ile sıkı bir bağı olan bir başka özgürlük kategorisi ise (c)
akademik özgürlüktür. Her iki özgürlük grubu da Anayasa ve/veya uluslararası
insan hakları belgeleri ile güvence altına alınmışlardır.
b.a) Düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü
Anayasa'nın 25. maddesinde yer alan ve herhangi bir kısıtı olmayan
düşünce özgürlüğü "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne
sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."
şeklinde ifade edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi üniversitelerin düzenlenmesine ilişkin bir
kararında üniversitelere Anayasa'nın 130. maddesi tarafından bilimsel özerklik
tanınmasıyla güdülen ereğin üniversite öğretimi niteliğindeki yükseköğretimi
siyasal çevrelerin ya da çeşitli çıkar veya düşünce kümelerinin dışında tutmak
olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca eğitim ve öğretim özgürlüğünün düşünce
özgürlüğünün bir bölümünü oluşturduğunu ve "[h]er türlü bilimsel görüş ve
düşüncelerin öğrenilmesi ve öğretilmesi[nin], bunun yayılması ve özgürlük
olarak demokratik düzende yerini bulmuş ve "düşünce özgürlüğü"nün
varlığını ortaya koymuştur. "Eğitim ve öğretim özgürlüğü düşünce
özgürlüğünün bir bölümünü oluşturmaktadır. Anlaşılmaktadır ki, Devletin sadece
eğitim ve öğretim özgürlüğünü kabul etmesi yeterli bulunmayıp, bu özgürlükten
bütün kişilerin yararlanabileceği bir düzen kurmakla yükümlü kılınması
öngörülmüştür." (AYM'nin 30.5.1990 günlü, E. 1990/2, K. 1990/10 sayılı
kararı).
Bunun yanında Anayasa'nın 26. maddesine göre herkes, düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, 26.
maddenin 2. fıkrasına göre "millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,
Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret
veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek
sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine
getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir".
26. madde sınırlandırması elbette Anayasa'nın 13. maddesi, Anayasa
Mahkemesi kararları, ifade özgürlüğünü düzenleyen Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 10. maddesi ve yaşayan belge teorisi ışığında bu konudaki Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile birlikte okunmaktadır. Bu okuma ışığında
üniversite çalışanlarının da sahip oldukları düşünceyi ifade özgürlüğünün
hakkın özüne dokunulmaksızın, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir
şekilde ve ölçülülük ilkesini gözeterek sınırlandırılması gerekecektir.
Örneğin bir kişinin -olayda bir öğretim üyesinin- kısmi de olsa
çalışmalarını sansürleme ve savunduğu bir tezi topluma açıklamasının
engellenmesi sonucu doğuran müdahaleler, düşünceleri azınlıkta kalsa ve
temelsiz dahi olsa ifade özgürlüğünün aşırı derecede sınırlandırılması sonucunu
doğururlar. (Hertel/ İsviçre, 25 Ağustos 1998, Başvuru no:
59/1997/843/1049,1998-VI, prg. 50). Ayrıca AİHM'ne göre "İfade özgürlüğü
demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve
her bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. Bu
aynı zamanda çarpıcı, şok edici veya rahatsız edici [düşünceler] için de
geçerlidir. Bunlar, bir 'demokratik toplumun' olmazsa olmazı çokseslilik,
tolerans ve hoşgörünün gerekleridir." Mahkeme, dava konusu kitabın içeriğini
değerlendirirken "yaklaşık olarak 1985 yılından bu yana bölgenin büyük bir
çoğunluğunda olağanüstü hal ilan edilmesini gerektiren, çok ciddi can
kayıplarına yol açan, güvenlik kuvvetleri ile PKK elemanları arasında ciddi
olayların meydana geldiği bölgedeki güvenlik durumunu ciddileştirecek sözler ve
eylemler konusundaki otoritelerin endişesinin bilincinde" olduğunu ifade
etmiştir. Ancak aynı zamanda yerel otoritelerin "akademik ifade özgürlüğü
hakkı (...) ve kendileri açsısından her ne kadar kabul edilemez olursa olsun
güneydoğu Türkiye'deki durumun farklı bir bakış açısından bildirilmesine
ilişkin kamu haklarını yeterli ölçüde dikkate almadığı" sonucuna varmıştır
(Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, Başvuru no: 23536/94 ve 24408/94, 8 Temmuz 1999,
prg. 61 ve 65).
İfade özgürlüğünün bu şekilde ortaya konulması, bu özgürlüğü
kullanan üniversite mensuplarının yaptıkları faaliyetlerin zaten düşünce
üretmek ve bunları ifade etmek olduğu da göz önünde bulundurulduğunda özel
olarak korunmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu koruma da ancak bu
kişilerin ifade özgürlüklerini kullanmaları sebebiyle doğrudan ya da dolaylı
olarak tehdit edilmedikleri bir mesleki güvence ortamının sağlanması ile
gerçekleştirilebilir. Disiplin suçlarının ve soruşturmalarının keyfilikten uzak
bir şekilde yasa ile ve bu gerekler gözetilerek düzenlenmesi bu güvencenin
önemli bir bileşenidir.
b.b) Bilim ve sanat özgürlüğü
Anayasa'nın 27. maddesine göre "Herkes, bilim ve sanatı
serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahiptir." Maddenin 2. fıkra hükmüne göre "Yayma
hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin
değiştirilmesini sağlamak amacıyla
kullanılamaz."
Bilim ve sanat özgürlüğü, hem bilim özgürlüğünü hem de sanat
özgürlüğünü kapsar. Hem bireysel bir özgürlük, hem de kültürel bir hak olarak
değerlendirilen bilim ve sanat özgürlüğü, sadece öğretim elemanlarının değil
herkesin, yani yükseköğretim kurumları açısından tüm üniversite bileşenlerinin
sahip oldukları bir özgürlüktür. Sanat özgürlüğü, Yükseköğretim kurumu
mensupları açısından değerlendirildiğinde, özellikle Fen Edebiyat Fakülteleri,
Güzel Sanatlar Fakülteleri, Konservatuarlar ve ayrıca üniversitedeki
etkinlikler kapsamında faaliyette bulunan yükseköğretim mensuplarının
yararlandıkları bir temel haktır. Bilim özgürlüğü ise içeriği, kullanımı ve
korunması bakımından hiç şüphesiz bilimsel üretime katkıda bulunan öğretim
elemanları açısından ayrıca önem taşır.
Bilim özgürlüğü bilimsel araştırma özgürlüğünü kapsar. Bu da
araştırma konusunun seçimi, konunun ele alınış biçimi, araştırma yönteminin
seçilmesi, araştırmanın yapılması ve sonuçların değerlendirilmesi gibi
aşamalardan oluşan bir süreçtir. Bu süreç içerisinde yapılan seçimler ve
değerlendirmeler, etik kurallar ve bilimsellik ölçütleri açısından
değerlendirilebilecek olup bunun dışında kalan değerlendirmeler bilim
özgürlüğünün özüne dokunacaktır.
Bilim özgürlüğünün bir başka bileşeni olan ve üniversite öğretim
elemanlarının faaliyetleri kapsamına giren öğretme özgürlüğü ise bu kişilerin
ders içeriklerini ve ders işleme yöntemlerini hiçbir müdahale ve baskıya maruz
kalmaksızın kendilerinin belirlemelerini ifade eder. Buna göre üniversitede
yönetim kademesinde olan ve öğretim elemanlarının amiri statüsünde bulunan
kişilerin disiplin soruşturmaları vasıtasıyla öğretim elemanları üzerinde baskı
kurmamalarını güvenceye almak gerekecektir. Bu da ancak bu konuda özel yasal
düzenlemeler yapılarak sağlanabilir.
Bilim özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin
uluslararası antlaşmalarda da yer alır. Nitekim Türkiye'nin de onayladığı
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 15.
maddesinde herkesin bilimsel ilerlemeden ve uygulamalarından ve kendisinin
yarattığı herhangi bir bilimsel, edebi ya da sanatsal üründen doğan maddi ve
manevi çıkarların korunmasından yararlanma hakkının olduğu kabul edilmiştir.
Ayrıca taraf devletlerin bu hakkın tam olarak kullanılmasını sağlama yönünde
alacakları tedbirlerin, bilim ve kültürün korunması, geliştirilmesi ve
yayılması için gerekli olan tedbirleri kapsayacağı ifade edilmiştir. Bu maddede
açıkça taraf devletlerin "bilimsel araştırma ve yaratıcı faaliyetler için
gerekli özgürlüğe saygı göstermekle yükümlü (...)" oldukları hüküm altına
alınmıştır.
b.c)Akademik özgürlük
Üniversite öğretim elemanlarının da kuşkusuz herkes gibi
yararlandıkları düşünceyi yayma ve bilim ve sanat özgürlüğün yanında kurumsal
ve akademik oluşumlar bünyesinde faaliyet gösteren bireylere uluslararası
düzenlemelerce tanınmış olan akademik özgürlük yer almaktadır. Anayasa,
akademik özgürlüğü ayrı bir özgürlük tipi olarak düzenlemediğinden akademik
özgürlük düşünce özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğü kapsamında
değerlendirilmektedir. Ancak Anayasa'nın akademik özgürlüğü bu isimle
düzenlememiş olması, anayasa koyucunun bu konuya özel bir önem ve değer
atfetmediği anlamına gelmemektedir. Nitekim 130. maddesinin 4. fıkrasına göre
"Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında
bulunabilirler". Serbestçe araştırma ve yayında bulunma hakkının 130.
maddede ayrıca düzenlenmiş olması, Anayasa'nın bu hakka düşünceyi ifade özgürlüğü
ve bilim ve sanat özgürlüğü dışında yer verdiği anlamına gelir. Yani Anayasa,
bilimsel ve akademik faaliyetin serbestçe yapılabilmesini ayrıca güvence altına
almıştır.
Akademik özgürlük, UNESCO'nun 11 Kasım 1997 tarihli Yükseköğretim
Personelinin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı ve Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi'nin 2006 yılında aldığı Akademik İfade Özgürlüğü Hakındaki 1762 sayılı
tavsiye kararında da özel olarak düzenlenmiş ve güvence altına alınmıştır. Bu
kararların doğrudan hukuki bağlayıcılıkları olmamakla beraber Avrupa Konseyi
üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin organlarının bu kararlar
doğrultusunda davranma sorumluluğunun bulunduğunun kabulü gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de son yıllarda verdiği
kararlarında düşünce özgürlüğünün kapsamına akademik özgürlüğü de sokmakta ve
bu özgürlüğe ayrı bir önem atfetmektedir. Akademik özgürlüğe açıkça gönderme
yaptığı Sorguç/Türkiye kararında "Akademik özgürlüğün öneminin altını
çizerek akademisyenin içinde çalıştığı kurum ve sistem hakkında kendini özgürce
ifade etme serbestisi ile herhangi bir sınırlama olmadan bilgi ve gerçeği yayma
özgürlüğü" olduğu ortaya konmuştur (AİHM, Sorguç/Türkiye, Başvuru no:
17989, 23 Haziran 2009, prg. 35). AİHM aynı değerlendirmeyi yakın tarihli Hasan
Yazıcı/Türkiye kararında da yinelemiştir (AİHM, Hasan Yazıcı/Türkiye, Başvuru
no: 40877/07, 15 Nisan 2014, prg. 55). Strazburg Mahkemesi Sorguç kararında
ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin Akademik İfade Özgürlüğü
Hakkındaki 1762 sayılı tavsiye kararına uygulanan hukuk kapsamında açıkça
atıfta bulunmuştur. Zikredilen 4.1 sayılı hükme göre "akademik özgürlük,
araştırma ve öğretimde ifade ve eylem özgürlüğünü, bilgiyi iletme özgürlüğünü
ve hiçbir sınırlandırma olmaksızın bilgiyi ve hakikati araştırma ve yayma
özgürlüğünü güvence altına almalıdır". Tavsiye kararının 4.3 hükmü ise
"Tarih[in] akademik özgürlüğe ve üniversitelerin özerkliğine yapılan
müdahalelerin entelektüel alanda gerilemeye ve dolayısıyla ekonomik ve sosyal
durgunluğa neden olduğunu göster[diğini]" ortaya koymaktadır.
Bu şekilde ifade edilen akademik özgürlüğün gerçekleştirilmesi hiç
şüphesiz üniversitenin tüm bileşenlerinin ve özellikle de öğretim elemanlarının
üniversitedeki konumlarının güvence altına alınması ile mümkündür.
Anayasa'nın 90. maddesinde göre insan haklarına ilişkin
sözleşmeler ile yasalar arasında ihtilaf bulunması halinde sözleşme
hükümlerinin öncelikli değerlendirileceği ifade edilmektedir. Sözleşme
hükümlerinin ise AİHM kararları ile somutlandırıldığı şüphesizdir; bu itibarla
yasa koyucu ve idare bu kararlar ile bağlıdır. Bu sebeple akademik özgürlüğün
Anayasa'da münferit bir hak olarak öngörülmemiş olmakla birlikte AİHM
içtihadına göre bir hak olduğu tartışmasızdır. Bu itibarla üniversite öğretim
elemanlarının bu haklarını kullanabilmeleri için kamu görevlerine sağlanan
güvencelerin ötesinde bir özgürlük alanına sahip olmaları gerektiği kabul
edilmelidir. Bu sebeple öğretim elemanlarının disiplin işlerinde devlet
memurlarına uygulanan usul ve esasların göz önüne alınması ve uygulamada
akademik özgürlükle bağdaşmayan hükümler içeren 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'na atıf yapılmasının yasallık koşulunu gerçekleştirmediğinin kabulü
gerekir.
3. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na yapılan atfın
öğretim elemanlarının hak ve özgürlükleri açısından elverişliliği ve
yeterliliği sorunu
2547 sayılı Kanun'un değişik 53. maddesi'nde üniversite
mensuplarına ilişkin disiplin kuralları belirlenirken devlet memurlarına
uygulanan usul ve esasların göz önüne alınacağının belirtilmesi ile yasallık
ilkesini yerine getirdiğini ifade etmek kanımızca mümkün değildir. Çünkü
Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında da ifade ettiği üzere üniversitelerin sahip
oldukları "Bilimsel özerklik, kuruluştan işleyişe değin, bilimin
gerektirdiği özgürlük ortamının tüm çalışmalarla yönetimde bir yaşam biçimi
olarak sağlanmasıdır. Devletin gözetim ve denetim hakkı, yürütmenin
üniversitede söz sahibi olması, çalışmalara el atıp bunları yönlendirip
yönetmesi biçiminde algılanamaz. Üniversiteler, en üst düzeydeki bilim
kuruluşlarıdır. Özgür toplumun bilim alanındaki simgeleridir. Yönetim yapısı ve
biçimi, üniversitenin niteliğini açıklar. Bilgi edinme, bilgi üretme ve insan
yetiştirme amacının ortaya çıkardığı yapının, araştırma, deneyim ve tüm
çabalarla gerçeği bulma ereğine özgün bir kurum olduğu gözardı edilemez.
Özetlenen bu özellikleriyle üniversite, bilimi yaşama katan, usun öncülüğünü,
düşüncenin aydınlığını somutlaştıran kurumlardır. Varlığının temeli kendi
toplumu olmakla birlikte, amaç ve işlevinin gerektirdiği atılımlar ve
devingenlikle onun önünde yürürler. Kurumlaşmış gelenek ve ilkeleriyle toplumun
itici gücüdürler. Anayasa gerekleriyle uyumsuz bir üniversite yapısına geçerlik
tanınamaz. Üniversitede devlet yönetimindeki sıralama türünde bir yönetim biçimi,
düşünce üretimine, özgür düşünce ve özgür çalışmaya elverişli bir ortama
engeldir." (29.6.1992 günlü, E. 1991/21, K. 1992/42 sayılı karar).
Oysa devlet memurlarına ilişkin usul ve esaslar yukarıda da
belirtildiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda hüküm altına
alınmaktadır. Bu yasadaki düzenlemeler tüm devlet memurlarına ve kendi
yasalarında ayrıca hüküm bulunmaması durumunda diğer kamu personeline
uygulanmakta olup bunlar, üniversitenin özerkliğinin gerektiği özgürlük ortamı
düşünülerek hazırlanmamıştır. Bu yasada öngörülen disiplin hükümlerinde
bilakis, "sıralama türünde bir yönetim biçimi"nin yani hiyerarşi
ilişkisinin gözetildiği görülmektedir. Kamu personel rejiminde uygulanan
hiyerarşi yetkisi üstün astın tüm işlem ve eylemlerini denetleme olanağı
sunmakta, astın yürüttüğü faaliyetin üstün emir ve direktiflerine uygun
olmasını temel almaktadır. Hatta astın, kendi statüsünü ilgilendiren konular
haricinde üstün yaptığı denetime karşı yargıya başvurma hakkı dahi
bulunmamaktadır. Bu tür bir yaklaşımın yükseköğretim kurumlarında benimsenmesi
hiç şüphesiz bilimin ve sanatın serbestçe icra edilmesini, öğretilmesini ve
akademik özgürlüğü tehlikeye atacaktır. Bu düzenlemelere yakından bakıldığında
öğretim elemanlarının disiplin işlerinde uygulanması kabil olmayan ve hatta
uygulanması halinde yukarıda bahsettiğimiz temel hak ve özgürlüklere müdahale
teşkil edebilecek hükümlere rastlanmaktadır.
Bunlara bir kaç örnek vermek gerekirse 657 sayılı yasanın 125/A
bendinde düzenlenen uyarma cezası yaptırımına tabi olan "özürsüz veya
izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini
terketmek" fiili, akademik özgürlük ve araştırma ile uyumsuz niteliktedir.
Bir öğretim elemanının, üniversitedeki görevlerini aksatmamak koşulu ile
yapacağı bilimsel çalışmalar için kaynak toplama, saha araştırması yapma,
toplantılara katılma vb. sebepler ile görev mahalli dışında bulunması akademik
etkinliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hükmün devlet memurları ile aynı şekilde
uygulanması akademik özgürlüğün özüne dokunacak sonuçlar yaratabilecektir.
Bunun gibi, "devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve
davranışta bulunmak" fiilinin de somut olarak neyi ifade ettiği
anlaşılamamaktadır. "Devlet memuru vakarı" her yönetici tarafından
yorumlanmaya açık bir olgudur. Bu sebeple devlet memurları açısından dahi
belirlilik ilkesi uyarınca sorun yaratmaktadır. İfade özgürlüğünün bireyin
tutum ve davranışlarını da kapsar ve akademik özgürlük muhalif bir duruşu
benimseme hakkını da içinde barındırır. Bu duruş devletin memurundan beklediği
vakara aykırı olabileceğinden bu hükmün öğretim elemanlarına uygulanması bu
kişilerin ifade özgürlüklerini ölçüsüzce sınırlandırabilecektir.
Akademik özgürlük ve bilim ve sanat özgürlüğü, üniversite
özerkliğinden farklı kavramlar olup üniversitenin diğer idari makamlardan
bağımsızlığı öğretim elemanlarının akademik özgürlüklerini doğrudan güvence
altına almaz. Hatta bu özgürlüğü tehdit dahi edebilir. Bu nedenle öğretim
elemanlarının özgürlükleri yöneticilere karşı da korunmalıdır. Örneğin 657
sayılı yasanın 125/B/j hükmünde yer alan "Verilen emirlere itiraz
etmek" fiili, kamu personel hukukunda hizmetin sürekliliğinin sağlanması
amacıyla disiplin suçu olarak düzenlenmiş olabilir. Ancak örneğin bir öğretim
elemanının akademik çalışmalarını ya da verdiği öğretim hizmetini etkileyecek
ve bu alanlardaki özgürlüğünü sınırlayacak olan emirlere itiraz etmesinin bir
disiplin suçu oluşturması şüphesiz bilim ve sanat özgürlüğünü ve akademik
özgürlüğü ölçüsüzce sınırlandıracaktır.
Bunun gibi 657 sayılı yasanın 125/B/k hükmünde yer alan
"Görev mahallinde genel ahlak ve edep dışı davranışlarda bulunmak ve bu
tür yazı yazmak, işaret, resim ve benzeri şekiller çizmek ve yapmak" fiili
de örneğin sanat alanında akademik özgürlüğü sınırlandıracak niteliktedir. Bazı
tiyatro oyunlarının icrası ya da sanatsal performanslar kimi kişilerce
"genel ahlak ve edep dışı davranış" olarak değerlendirilebilirler. Ya
da bilim ve sanat özgürlüğünün kapsamında yer alan resim, heykel, afiş, grafik
vb. çalışmaların "genel ahlak ve edep dışı yazı yazmak, işaret, resim ve
benzeri şekiller çizmek ve yapmak" kapsamında yer aldığı da
düşünülebilecektir.
Bütün bunlar ifade özgürlüğünü, bilim ve sanat özgürlüğünü ve
akademik özgürlüğü, bu hak ve özgürlüklerin niteliklerine aykırı şekilde
sınırlandıran hükümlerdir. Bu tür değerlendirmelerin Anayasa Mahkemesi'nin
belirttiği bilimin yaşama katılması, usun öncülüğü ve düşüncenin aydınlığı gibi
hususlar ile uyumlu olmadığı aşikardır.
Üniversiteler akademik özgürlüğün ve bilim ve sanat özgürlüğünün
kullanım mekanlarını oluşturduğundan buralarda faaliyette bulunan öğretim
elemanlarına ilişkin disiplin kurallarının da bu haklar göz önünde
bulundurularak belirlenmesi gerekir. Bunun için de disiplin kurallarının
yapılan faaliyetin gerekleri uyarınca yasayla düzenlenmesi gerekir. Öğretim
elemanları bir kurumsal yapı içinde faaliyet gösteriyor olsalar da bu
faaliyetleri, belirli bir kamu hizmetini gören bir idari kurumun örgütlenmesi
içinde yer alan bir kamu görevlisinin konumundan farklıdır. Bu itibarla da 657
sayılı Devlet Memuru Kanunu'nda yer alan bazı düzenlemeler ya da bunlara özdeş
hükümler bilim ve sanat özgürlüğünün özüne dokunacak nitelikte olup öğretim
elemanlarına ilişkin disiplin düzenlemeleri açısından referans kabul edilemez.
Bunun gibi öğretim elemanlarının üstleriyle ilişkileri de aynı
şekilde akademik özgürlükleri göz önünde bulundurularak düzenlenir ve bu
itibarla devlet memurlarının genel olarak tabi oldukları kurallardan ayrılır.
Öğretim elemanlarının bilimsel araştırmalarında ve yürüttükleri derslerde
inceleyecekleri konular ve izledikleri yöntemler açısından serbest olmaları
bilim ve sanat özgürlüğünün bir gereğidir. Bu itibarla da bir dekanın, enstitü
müdürünün ya da bölüm başkanının öğretim elemanının üstü konumunda olsa dahi bu
kişilere akademik faaliyetleri konusunda emir ve talimat vermeleri mümkün
değildir.
Bu değerlendirme ışığında disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza
uygulanacak fiil ve hallerin genel norm niteliğindeki 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nda düzenlendiğini ve bu sebeple de yasallık ilkesinin karşılandığını
ifade etmek mümkün değildir.
Yükseköğretim elemanlarının disiplin suçu oluşturabilecek
fiillerinin ve bunlara verilebilecek cezaların yükseköğretim kamu hizmetinin
gerekleri, yapılan faaliyetin nitelikleri, akademik özgürlük, bilim ve sanat
özgürlüğü ve bilimsel çalışmanın etik kuralları ve esasları göz önünde
bulundurularak yasayla belirlenmesi gerekeceğinden; iptali istenen
düzenlemeler, düşünce ve kanaat hürriyetine, düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetine, bilim ve sanat hürriyetine ve akademik özgürlüğe Anayasa'nın ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin gerektirdiği güvenceleri sağlamaktan uzak
olduğu ve bu özgürlükleri disiplin cezası yönüyle ortadan kaldırmayı hedeflediği
için Anayasa'nın 25., 26., 27., 90., ve 130. maddelerine aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6528 sayılı Milli
Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesi ile değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanunu'nun 53. maddesinin (b) fıkrası, Anayasa'nın 2., 7., 25., 26., 27., 38.
90. ve 130. maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Bir yasal düzenlemenin yürürlüğünün durdurulması için açıkça
Anayasa'ya aykırı olması ve uygulanması halinde telafisi güç ya da imkansız
zararlar meydana getirmesi şartları aranır. İptalini talep ettiğimiz 1.3.2014
tarihli ve 6528 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7. maddesi bu şartların
her ikisini de karşılamaktadır.
İptali talep edilen yasal düzenlemede öğretim elemanları, memur ve
diğer personele uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, yönetim
görevinden ayırma, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, üniversite
öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma cezaları şeklinde
sıralanmıştır. Hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı ise
belirlilik ilkesine aykırı olarak yasada yer almamakta, bu konunun düzenlenmesi
idari tasarrufa bırakılmaktadır.
Bu düzenleme ile, yukarıda da gerekçelendirdiğimiz üzere yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesi, belirlilik ilkesi, suçta ve cezada yasallık
ilkesi ihlal edilmektedir. Bu düzenleme ayrıca düşünceyi ifade özgürlüğü, bilim
ve sanat özgürlüğü ve akademik özgürlüğe idari düzenlemeler ile müdahale
edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu itibarla Anayasa'ya açıkça aykırıdır.
Bunun yanında, ilgili hükmün telafisi güç ya da imkansız zarara
yol açıp açmayacağını değerlendirmek gerekir. Yükseköğretim Kurulu'nca
çıkarılmış olan ve dayanağını dava konusu yasal düzenlemede bulan Yükseköğretim
Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği
yükseköğretim mensuplarına ilişkin disiplin soruşturmalarında uygulanmaktadır.
Yukarıda açıkladığımız üzere yasal dayanağı açıkça Anayasa'ya aykırı olan ve bu
nedenle sebep unsuru aslında sakat olan bu yönetmelik yürütülen disiplin
soruşturmalarına dayanak oluşturmaktadır. Bu disiplin soruşturmaları sonucunda
da yasada düzenlenmemiş olan, yönetmelikte yer alan fiiller sebebiyle
üniversite mensuplarına disiplin cezaları uygulanmakta ve bu cezalar arasında
üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma yer
almaktadır. Bu cezaların uygulanması sebebiyle ilgili kişiler mesleklerini icra
edememekte, çalışma, akademik faaliyette bulunma, bilimsel araştırma yapma,
öğretme imkanları ortadan kalkmaktadır. Bu sonuçların telafisi imkansız
zararlara karşılık geldiği aşikardır.
Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümezliği ilkesi de göz
önünde bulundurulduğunda, yasanın uygulanması halinde meydana gelecek olan bu
zararları önleyebilmek için dava konusu hükmün yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en
önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa'ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
14.03.2014 tarihli ve 28941 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan,
01.03.2014 tarihli ve 6528 sayılı "Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun"un;
7. maddesi ile değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun
53. maddesinin (b) bendi, Anayasa'nın 2., 7., 25., 26., 27., 38., 90. ve 130.
maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.""