ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2015/28
Karar Sayısı : 2015/42
Karar Tarihi : 22.4.2015
R.G. Tarih-Sayı :
21.5.2015-29362
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Giresun
2. Asliye Hukuk (İcra Hukuk) Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 16.5.2006 tarihli ve
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun, 10.9.2014 tarihli ve 6552 sayılı
İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun'un 38. maddesiyle
değiştirilen 36. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa'nın 2., 9., 10., 35., 36.
ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi
istemidir.
I- OLAY
Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine başlatılan ilamlı icra takibi
üzerine düzenlenen icra emrinin iptali istemiyle yapılan şikâyet başvurusunda,
itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanaatine varan Mahkeme, iptali
için başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
Kanun'un 6552 sayılı Kanun'un 38. maddeyle değiştirilen 36.
maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kurumun taraf olduğu her türlü davalarda, Kurum
aleyhine hükmedilen asıl alacak ile vekalet ücreti ve yargılama giderleri,
alacaklı veya vekilinin Kuruma ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte
yazılı şekilde yapacağı müracaat üzerine bildireceği banka hesap numarasına,
müracaat tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenir. Bu süre geçmeden Kurum
aleyhine cebri icra yollarına başvurulamaz. Belirtilen sürede ödeme
yapılamaması hâlinde, söz konusu alacaklar genel hükümler dairesinde tahsil
olunur. Mahkeme kararlarında yer alan miktarların kararın kesinleşmesinden önce
ödenmesi hâlinde, söz konusu kararların ilgili mercilerce bozulmasını müteakip
ödenen miktarlar, ödeme tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte
ilgililerden tahsil edilir."
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa'nın 2., 9., 10., 35., 36. ve 138.
maddelerine dayanılmış, Anayasa'nın 13. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü gereğince Zühtü ARSLAN, Serruh KALELİ,
Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN ve Kadir
ÖZKAYA'nın katılımlarıyla 19.3.2015 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Kanun'un 40.
maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun
ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler.
Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi
için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın
bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması
gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya
çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz
yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemede bakılmakta olan uyuşmazlık,
Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum) aleyhine hükmedilen alacak, vekâlet ücreti ve
yargılama giderlerinin tahsili amacıyla başlatılan ilamlı icra takibi üzerine
düzenlenen icra emrinin, Kuruma müracaat edilmeden cebri icra yoluna
başvurulduğu gerekçesiyle iptali istemine ilişkindir. Uyuşmazlıkta, itiraz
yoluna başvuran Mahkemece yapılacak olan inceleme ve değerlendirme, alacaklı
tarafından Kuruma müracaat edilmeden doğrudan cebri icra yoluna başvurulmasının
hukuka uygun olup olmadığı hususuyla sınırlıdır. Alacaklının cebri icra yoluna
başvurmadan önce Kuruma müracaat etmesi zorunluluğu, dava konusu fıkranın ilk
üç cümlesinden kaynaklanmakta olup mahkeme kararlarında yer alan miktarların
kararın kesinleşmesinden önce ödenmesi hâlinde, söz konusu kararların ilgili
mercilerce bozulmasını müteakip ödenen miktarların, ödeme tarihinden itibaren
işleyecek kanuni faizi ile birlikte ilgililerden tahsil edilmesini öngören
dördüncü cümlenin bakılmakta olan davada uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, 16.5.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal
Güvenlik Kurumu Kanunu'nun, 10.9.2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun'un 38.
maddesiyle değiştirilen 36. maddesinin ikinci fıkrasının;
A- Dördüncü cümlesinin, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin
bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu cümleye ilişkin
başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B- Birinci, ikinci ve üçüncü cümlelerinin, ESASININ
İNCELENMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Anlam ve Kapsam
Mahkeme ilamlarının icrasına ilişkin usul ve esaslar, 2004 sayılı
İcra ve İflas Kanunu'nda düzenlenmiştir. Para verilmesi hakkındaki ilamların
icrası ise anılan Kanun'un 32. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre alacaklı,
para borcuna dair olan ilamı icra dairesine vererek takip talebinde
bulunabilir. Bu şekilde takip talebinde bulunulması üzerine icra memuru
borçluya bir icra emri tebliğ eder. Bu emirde, hükmolunan şeyin cinsi ve miktarı
gösterilerek nihayet yedi gün içinde ödenmesi istenir.
Para borçlarına dair ilamların icrası, 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 146. maddesi uyarınca on yıllık genel zamanaşımına tabidir. Aynı
Kanun'un 149. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zamanaşımı, alacağın muaccel
olmasıyla işlemeye başlamaktadır. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu'nun hâlen yürürlükte bulunan 433. maddesi uyarınca, kişiler ve aile
hukukuna, taşınmaz mala ve bununla ilgili aynî haklara ilişkin kararlar dışında
adli yargı ilk derece mahkemelerince verilen kararların temyiz edilmesi, hükmün
icrasını engellemez. Dolayısıyla para verilmesine ilişkin hükümlerin
içeriğindeki borç, kararın tebliği üzerine muaccel olmakta ve para borçlarına
dair ilamlar da hükmün tebliğiyle icra edilebilir hâle gelmektedir.
Kurum aleyhine hükmedilen ve para borcu ihtiva eden ilamların
icrası 2004 sayılı Kanun'a tabi olduğundan yukarıda yapılan açıklamalar Kurum
aleyhine hükmedilen para alacakları yönünden de geçerli ise de itiraz konusu
kurallarla, Kurum aleyhine hükmedilen alacak, vekâlet ücreti ve yargılama
giderlerinin icrasına ilişkin özel bir düzenleme sevk edilerek yukarıda
açıklanan hukuksal duruma bir istisna getirilmiştir. Buna göre, Kurum aleyhine
hükmedilen alacak, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin, alacaklı veya
vekilinin Kuruma ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte yazılı şekilde
yapacağı müracaat üzerine bildireceği banka hesap numarasına, müracaat
tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesi öngörülmektedir. Bu süre geçmeden
Kurum aleyhine cebri icra yollarına başvurulamayacağı ifade edilmek suretiyle
birinci cümlede belirtilen idareye müracaat, Kurum aleyhine ilamlı icraya
başvurmadan önce tüketilmesi zorunlu bir yol hâline getirilmektedir. Belirtilen
sürede ödeme yapılamaması hâlinde, söz konusu alacakların genel hükümler dairesinde
tahsil olunacağı düzenlenmektedir.
B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Başvuru kararında, mahkemelerce Kurum aleyhine hükmedilen asıl
alacak ile vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin ödenebilmesi için öncelikle
idareye müracaat zorunluluğu getirilmesinin cebri icra hukukunun temel amacıyla
çeliştiği, Kurum alacaklarına bu şekilde bir ayrıcalık tanınmasının eşitlik ve
hukuk devleti ilkelerini zedelediği, hak arama özgürlüğünün kesinleşmiş mahkeme
ilamlarının icrasını da kapsadığı, mahkeme ilamının icrasını şarta bağlayan
itiraz konusu düzenlemenin hak arama özgürlüğü ile mülkiyet hakkını ihlal
ettiği, ayrıca düzenlemenin mahkeme kararlarının uygulanmasını belli bir süre
ertelemesi nedeniyle yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 9., 10., 35., 36. ve 138. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa'nın
13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa'nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve
yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanun ile düzenleneceği
belirtilmiştir. Hukuk devletinde, kanun koyucunun yargılama hukukuna ilişkin
kuralları belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri hakkında Anayasa kurallarına bağlı olmak
koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisi bulunduğu gibi mahkeme
ilamlarının nasıl icra edileceğine ilişkin kuralları belirleme hususunda da
takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisini
kullanırken anayasal ilkeler ile Anayasayla güvence altına alınan temel hak ve
özgürlükleri gözetmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle
mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan
mülkiyet hakkı, bireye emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik
planlar yapma olanağı tanıyan temel bir hak olup maddi varlığı bulunan taşınır
ve taşınmaz malvarlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve
alacakları da içermektedir.
Anayasa'nın 35. maddesiyle Devlete, bireylerin mülkiyet hakkına
saygı gösterme ve haksız müdahalede bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün
yanında, üçüncü kişilerden gelebilecek müdahaleleri önleme şeklindeki pozitif
bir yükümlülük de yüklenmektedir. Mülkiyet hakkı, genel olarak, bir kimsenin
başkasına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla
bir şey üzerinde dilediği biçimde yararlanma, tasarruf etme, başkasına
devretme, kullanım biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok etme
yetkilerini kapsamaktadır. Bu bağlamda, malikin bu yetkilerini kullanmasını
engelleyen düzenlemeler, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
Mahkemelerce Kurum aleyhine hükmedilen asıl alacak ile vekâlet
ücreti ve yargılama giderlerinin alacak hakkı niteliğinde olduğu ve bu nedenle
mülkiyet hakkının kapsamında kaldığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu
alacağın elde edilmesini makul olmayacak düzeyde geciktiren düzenlemeler,
mülkiyetten yararlanma ve mülkiyet üzerinde tasarruf etme yetkilerini
sınırlandıracağından mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşır.
Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir." denilmiştir.
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti
olduğunu vurgularken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı
denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Yargı denetimi demokratik hukuk
devletinin "olmazsa olmaz" koşuludur. Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu,
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri
önünde dava hakkı tanınması hak arama özgürlüğünün de bir gereğidir.
Mahkeme kararlarının uygulanması da, yargılama sürecini tamamlayan
ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Kararın uygulanmaması
hâlinde yargılamanın da bir anlamı kalmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının
uygulanması "mahkemeye erişim hakkı" kapsamında
değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar
vermiş olması yeterli olmayıp ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması
da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin
aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemelerin
bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi
hâllerinde, "mahkemeye erişim hakkı" da anlamını yitirir.
Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve gecikmeksizin uygulanmasını sağlayacak
etkili tedbirlerin alınması hukuk devletinin asgari gereklerindendir.
Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa'nın 138.
maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak
görülmekte ve Devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama
yükümlülüğü getirilmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında
düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun
genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de
bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan
kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse
adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır.
İtiraz konusu kuralla, Kurum aleyhine hükmedilen asıl alacak ile
vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin Kuruma yazılı şekilde yapılacak olan
müracaat tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesi öngörülmekte, ayrıca
alacaklının cebri icra yoluna başvurulabilmesi için Kuruma müracaat etmiş
bulunması ve anılan otuz günlük süre içinde Kurumun ödemede bulunmamış olması
şartı getirilmektedir.
Cebri icra, borçların devlet gücü yardımıyla yerine getirilmesini
ifade etmekte olup iyi örgütlenmiş bir toplumda cebri icraya başvurulması
istisnai bir nitelik taşımaktadır. Modern toplumlarda kanunlar çerçevesinde zor
kullanma yetkisinin devletin tekelinde olması nedeniyle alacaklının kişisel güç
kullanarak borçludan alacağını tahsil etmesi yasaklanmış, bunun yerine zor
kullanma tekelini elinde bulunduran devletin, güç kullanmak suretiyle
alacaklının alacağını borçludan tahsil ederek alacaklıya ödemesi usulü
benimsenmiştir. Bu nedenle, hukuk devletinde cebri icra; hukuki düzene
güvenerek borç ilişkisine giren ve zor kullanması yasaklanan birey yönünden
devletten talep edebileceği bir hak, zor kullanma yetkisini elinde bulunduran
devlet yönünden ise bir yükümlülük niteliği taşımaktadır.
Cebri icra, hukuk düzenine güvenerek borç ilişkilerine giren
alacaklının, ihtiyari ödeme yoluyla alacağına kavuşamadığı durumlarda bir hak
niteliği taşısa da cebri icra süreci, borç ilişkisinin her iki tarafı açısından
da yıpratıcı ve masraflı birtakım işlemlerin gerçekleştirilmesini
gerektirmektedir. Cebri icrada, devletin cebri icra organlarınca borçlunun
mallarına el konulmakta, bu mallar satılmakta ve elde edilen para ile
alacaklının alacağı ödenmektedir. Cebri icra işlemleri, borçlu yönünden
fazladan bazı masrafların ortaya çıkmasına ve borç yükünün gereksiz yere
artmasına neden olabilmektedir. Bu süreç, farklı bazı sorunları beraberinde
getirebileceği gibi borç ihtilaflarının birer toplumsal yara teşkil ettiği
gözetildiğinde, bu yaraların kapanması yerine daha da derinleşmesine sebebiyet
verebilmektedir. Bu nedenle mümkün olduğunca ihtiyari ödeme yolunun
işletilmesi, cebri icranın ise ancak son çare olarak başvurulması gereken bir
mekanizma olarak öngörülmesi zorunludur.
Cebri icranın son çare olarak başvurulması gereken bir yol olduğu
düşünüldüğünde, buna başvurmadan önce borçluların vadesi gelmiş borçlarını
rızaen ödemelerini sağlamak amacıyla uygun bir süre öngörülmesi kanun koyucunun
takdirindedir. Ancak öngörülen sürenin Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen
ilkelere uygun olması gerekmektedir. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca, temel
hak ve özgürlüklere yapılacak müdahaleler, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
İtiraz konusu kuralın gerekçesinde, kuralla,
vatandaşların alacağını talepten itibaren otuz gün gibi kısa bir sürede tahsil
etmesinin ve vatandaşların icra takibi açmak külfetinden kurtarılmasının
amaçlandığı belirtilmektedir. Öte yandan, ilamlı takibe dayanan cebri icra
masraflarının borçlu üzerinde bırakılacağı ve Kurum aleyhine başlatılan ilamlı
takibe ilişkin vekâlet ücreti dâhil her türlü masrafa nihai olarak Kurumun
katlanmak durumunda kalacağı gözetildiğinde, düzenlemenin, Kurumun gereksiz
cebri icra masraflarına maruz kalmasını önleyici bir fonksiyonunun da bulunduğu
açıktır.
Kanun koyucunun, alacaklıları icra takibi yapma külfetinden
kurtarmak ve Kurumun da gereksiz cebri icra masrafı ödemesini önlemek amacıyla
düzenleme yapmasının kamu yararına dönük olduğu anlaşılmaktadır. Kanun
koyucu, zaten Kurum tarafından ödenecek paraya ilişkin olarak alacaklıyı cebri
icra külfetinden kurtarmak ve Kurumun gereksiz yere icra masrafı ödemesini
engellemek amacıyla, alacaklı veya vekilinin Kuruma müracaatta bulunarak
ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte banka hesap numarasını
bildirmesini ve otuz gün içinde, bildirilen banka hesap numarasına para
yatırılması suretiyle ödemenin yapılmasını öngörmüştür. Kurumun, aleyhine
hükmedilen asıl alacak ile vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin alacaklının
bildireceği hesap numarasına yatırılacak olmasında alacaklının menfaatini
zedeleyen herhangi bir yön bulunmamaktadır. Ayrıca davacının hesap numarasını
Kuruma bildirmesi yükümlülüğü, idarenin paranın yatırılacağı davacıya ait
hesabı bilemeyeceği ve bu nedenle alacağın tahsilinin gecikmesinden sorumlu
tutulmayacağı gerçeği karşısında makul ve ölçülü bir külfet olarak
görülmelidir.
İdarenin rızaen ödemede bulunmak istemesi durumunda dahi
alacaklının hemen alacağına kavuşamayacağı, idare tekniği bakımından birtakım
işlemlerin yapılmasından sonra alacağını elde edebileceği açıktır. Ayrıca
alacaklının doğrudan cebri icra yoluna başvurması hâlinde de takip
talebinde bulunulması, icra emrinin tebliği ve ödeme için Kuruma yedi günlük
süre verilmesi gibi zorunlu birtakım işlemlerin yapılması nedeniyle alacaklıya
fiilen ödeme yapılmasının belli bir sürenin geçmesinden sonra söz konusu
olabileceği tabiidir. Bu hususlar dikkate alındığında, itiraz konusu
kuralla Kurumun borcunu ödeyebilmesi için getirilen otuz günlük sürenin,
alacaklıyı aşırı külfet altına sokacak derecede uzun olmadığı ve makul
görülmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Nitekim 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, idari yargı
organlarınca kurum aleyhine hükmedilen tazminatların ödenebilmesi için de
itiraz konusu kurala benzer olarak idareye azami otuz günlük süre tanınmıştır.
Ayrıca söz konusu otuz günlük süre, Kurum yönünden sonuna kadar
kullanılabilecek bir hak olmayıp ödemenin yapılması gereken azami süreyi
göstermektedir. Kurumun, ödemeyi otuz günlük süre içerisinde en uygun olan
zamanda yapması gerekmektedir.
Sonuç olarak, Kurum aleyhine hükmedilen asıl alacak ile vekâlet
ücreti ve yargılama giderlerinin Kuruma yazılı şekilde yapılacak olan müracaat
tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesinin öngörülmesi ve alacaklının
cebri icra yoluna başvurulabilmesi için Kuruma müracaat ettiği hâlde otuz
günlük süre içinde Kurumun ödemede bulunmamış olması şartının getirilmesi, söz
konusu sürenin makul olması nedeniyle mahkeme kararının ifasının geciktirildiği
anlamına gelmediği gibi alacaklının mülkiyet ve adil yargılanma haklarına
ölçüsüz bir müdahale niteliği de taşımamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin
2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinin, benzer hüküm içeren (2) numaralı
fıkrasıyla ilgili olarak verdiği 4.7.2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84
sayılı kararı da bu yöndedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2., 13.,
35., 36. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa'nın 9. ve 10. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
VI- SONUÇ
16.5.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu
Kanunu'nun, 10.9.2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun'un 38. maddesiyle
değiştirilen 36. maddesinin ikinci fıkrasının birinci, ikinci ve üçüncü
cümlelerinin Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve itirazın REDDİNE, Celal Mümtaz
AKINCI ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 22.4.2015
tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Başkanvekili
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
KARŞI GÖRÜŞ
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun, 10.9.2014 tarihli
ve 6552 sayılı Kanun'un 38. maddesiyle değiştirilen 36. maddesinin ikinci
fıkrasının iptali istenmiş; fıkranın ilk üç cümlesinin esasının incelenmesine,
dördüncü cümlesi açısından ise davada uygulanacak kural olmadığı için
başvurunun reddine karar verilmiştir.
6552 sayılı Kanun'un 38. maddesiyle değiştirilen, 5502 sayılı
Kanun'un 36. maddesinin ikinci fıkrası şu şekildedir:
"Muafiyetler
MADDE 36- .
Kurumun taraf olduğu her türlü davalarda, Kurum aleyhine
hükmedilen asıl alacak ile vekalet ücreti ve yargılama giderleri, alacaklı veya
vekilinin Kuruma ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte yazılı şekilde
yapacağı müracaat üzerine bildireceği banka hesap numarasına, müracaat tarihinden
itibaren otuz gün içinde ödenir. Bu süre geçmeden Kurum aleyhine cebri icra
yollarına başvurulamaz. Belirtilen sürede ödeme yapılamaması hâlinde, söz
konusu alacaklar genel hükümler dairesinde tahsil olunur. Mahkeme kararlarında
yer alan miktarların kararın kesinleşmesinden önce ödenmesi hâlinde, söz konusu
kararların ilgili mercilerce bozulmasını müteakip ödenen miktarlar, ödeme
tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte ilgililerden tahsil
edilir."
Mahkememiz çoğunluğu, hükmü Anayasa'nın aykırı görmemiş, iptal
talebini reddetmiştir.
Yapılan değişiklikle Soysal Güvenlik Kurumunun taraf olduğu gerek
idari, gerekse hukuk davalarında, Kurumun mahkum edildiği asıl alacak, vekalet
ücreti ve yargılama giderleri için alacaklının hemen icra takibine geçememesi,
önce Kuruma müracaat etmesi, elindeki belgeleri ibraz etmesi, banka hesap
numarasını bildirmesi zorunluluğu getirilmiş, bu bildirimin yapılmasından
itibaren de Kurumun bildirilen hesap numarasına otuz gün içinde ödeme
yapabileceği, bu sürenin geçmesinden önce alacaklının Kurum aleyhine icra
takibine başvuramayacağı kabul edilmiştir.
Yapılan değişikliğin gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:
"Maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları ile Kurumun taraf olduğu
ve konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen
miktar ile Kurumun taraf olduğu ayrım yapılmaksızın adli ve idari her türlü
davalarda Kurum aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti ve yargılama
giderlerinin doğrudan icra takibine konu edilememesi, alacaklı veya
vekilinin Kuruma ödemeye dayanak makbuz ve belgelerle birlikte yazılı şekilde
yapacağı müracaat üzerine bildireceği banka hesap numarasına müracaat
tarihinden itibaren otuz gün içinde ödemelerin yapılacağı, bu sürede ödeme
yapılamazsa icra takibi başlatılabileceği düzenlenmektedir. Değişiklikle,
vatandaşların alacağını talepten itibaren otuz gün gibi kısa bir sürede tahsil
etmesi sağlanarak, vatandaşların icra takibi açmak külfetinden kurtarılması da
sağlanmakta ve bu konuda İdari Yargılama Usulü Kanununa paralel bir düzenleme
getirilmektedir."
İptali istenen hükümler para alacaklarına ilişkin ilamların
icrasına ilişkindir. Kural olarak para (ve teminat) alacaklarına ilişkin
ilamların ne şekilde icra edileceği, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 32
vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Bilindiği gibi borçluya karşı bir para alacağı
nedeniyle ilamlı icra takibi yapabilmek için alacaklının elinde bir ilam veya
ilam niteliğinde belge bulunması gereklidir. Takip için
alacaklı ilamı icra dairesine vererek takip talebinde bulunur. Bunun
üzerine icra dairesi bir icra emri düzenleyerek, borçluya tebliğ eder. Bu
emirde, hükmolunan şeyin cinsi ve miktarı gösterilerek yedi gün içinde ödenmesi
istenir. Para (ve teminat) alacaklarına ilişkin ilamların icraya konulabilmesi
için kesinleşmiş olmasına gerek yoktur (HUMK m. 443,1; HMK geç. m. 3), hemen
icraya konulabilir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinde, kanun koyucunun yargılama hukukuna ilişkin
kuralları belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri hakkında gerekli görülen düzenlemeleri yapma
yetkisi bulunduğu gibi, mahkeme ilamlarının nasıl icra edileceğine ilişkin
kuralları belirleme hususunda da takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak
yapılacak düzenlemelerin, hukuk devleti ilkesine, temel hak ve özgürlüklere
uygun olması gereklidir.
Borçluya karşı dava açılıp, alacaklının haklı olduğu ve alacağının
miktarı mahkeme kararı ile tespit edildikten sonra, borçlunun artık bu
borcunu hemen ödemesi gerekir. Borçlunun mahkeme kararı ile tespit edilen
borcunun muacceliyetini sağlamak için kendisine tekrar bir bildirimde
bulunulması zorunlu değildir. Borçlu, dava açılmadan önce temerrüde
düşürülmemişse, en son dava açılması ile dava konusu borç için temerrüde düşmüş
olur. Bu durum, dava açılmasının maddi hukuk bakımından doğan sonuçlarından
biridir. Borcun muacceliyetini sağlamak için tekrar kendisine icra emri
tebliğine yahut öncesinde tekrar bir bildirimde bulunmaya, borcu talep etmeye
gerek yoktur. İlama bağlı bir borç, borçlu tarafından kendi rızası ile kural
olarak hemen ödenmelidir; ödenmesini sağlamak için kural olarak alacaklının
tekrar harekete geçmesine gerek yoktur. Keza, ilama bağlı alacağın
ödenmesi için ayrıca kayıt veya şart da getirilemez. Zira borçlunun borçlu
olduğu, borcunu ödemesi gerektiği mahkeme kararı ile tespit edilmiştir. O
nedenle borçlunun icra emrine itiraz etmesi ve takibi durdurması da mümkün
değildir. Sadece İİK m. 32,1'de belirtildiği şekilde, m. 33,
33/a gereğince icra mahkemesinden, temyiz halinde
Yargıtay'dan (m.36) veya yargılamanın yenilenmesi yoluna
başvurulmuşsa mahkemeden icranın geri bırakılması kararı getirilmesi halinde
icra durdurulabilir.
Şu halde mahkeme kararı ile borçlu olduğu tespit edilen kimsenin
borcunu alacaklıya götürüp ödemesi gerekir. Bu konuda harekete geçme, borcunu
götürüp ödeme yükümlülüğü borçlu üzerindedir. Mahkeme kararı ile hüküm altına
alınan borç kural olarak götürülecek borç durumundadır. O nedenle, ilamda
belirtilen para alacağının, icra emrinin borçluya tebliği ile icra kabiliyetini
haiz hale geldiğini söylemek mümkün değildir.
Yukarıda yapılan açıklamalar, kural olarak SGK için de geçerlidir.
Buna göre Kurumun da, aleyhine hükmedilen para borcuna ilişkin ilamı
alacaklının icraya koymasını beklemeden, kendi rızası ile harekete geçip,
götürüp alacaklıya ödemesi gereklidir. Borcunu ödemeyecek olursa alacaklı, İİK
m. 32 vd. gereğince borçlu olarak Kuruma karşı icra takibine
başlayabilir. Kanun koyucu, bu noktada 6552 sayılı Kanun'un 38.
maddesiyle, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 36. maddesinin ikinci
fıkrasını değiştirerek, Kurum aleyhine hükmedilen alacak, vekalet ücreti ve
yargılama giderlerinin icrasına ilişkin istisna getirerek yukarıda belirtilen
ve iptali istenen düzenlemeyi öngörmüştür.
Buna göre, Kurum aleyhine hükmedilen alacak, vekalet ücreti ve
yargılama giderlerinin, alacaklı veya vekilinin Kuruma, ödemeye dayanak makbuz
ve belgelerle birlikte yazılı şekilde yapacağı müracaat üzerine, bildireceği
banka hesap numarasına, müracaat tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesi
yapılabilecektir. Bu süre geçmeden Kurum aleyhine cebri icra yollarına
başvurulamayacaktır.
Belirtilen düzenleme çerçevesinde alacaklının Kurum aleyhine
takibe geçebilmesi için, önce Kuruma başvurması, elindeki belgeleri ibraz
etmesi, hesap numarasını bildirmesi gerekmektedir. Böylece, alacaklıya tekrar
harekete geçme külfeti yüklenmektedir. Bu durum, elinde ilam olan alacaklının
hukuki konumu ile ve kesin hükme güven ile bağdaşmamaktadır.
Keza, Kurum lehine otuz günlük ek bir ödeme süresi öngörülmekte,
alacaklı için de bu sürenin beklenmesi zorunluluğu getirilmektedir. Borçlu
için, ilama bağlı bir borç nedeniyle alacaklının rızası olmaksızın kanunla ek
bir ödeme süresi getirilmesi, alacaklının hakları açısından sınırlama
teşkil etmektedir. Yine otuz günlük bekleme süresi getirilerek ilamın icraya
konulması ve alacaklının alacağına kavuşması, ilama bağlı alacağın niteliği ile
bağdaşmayan bir kayıt veya şart niteliği taşımaktadır.
Belirtilen bu durumlar, hukuk devleti ilkesine ve o nedenle
Anayasa'nın 2. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa'nın 10. maddesinin 1. ve 4. fıkralarına göre :
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
Kanun koyucu, şüphesiz kamu yararının gerekli olduğu hallerde,
eşitlik ilkesine istisna getirebilir. Ancak getirilen bu istisnaların da
zorunlu ve ölçülü olması gereklidir.
İptali istenen düzenleme ile kanun koyucu, Kuruma karşı para borcu
nedeniyle icra takibine geçilmeden önce alacaklının Kuruma başvurmasını,
başvurudan sonra Kurumun otuz içinde borcunu ödeyebilmesini kabul etmiş,
böylece Kurum lehine önemli bir farklılık ve ayrıcalık getirmiştir. Buna göre
Kurum alacaklı olduğunda alacaklısına karşı hemen takibe geçebilirken, borçlu
olması halinde alacaklı Kurum aleyhine hemen icra takibine geçemeyecek, önce
Kuruma başvuracak, başvuru tarihinden itibaren otuz gün içinde ödeme
yapılmasını bekleyecektir. Görüldüğü gibi, Kurumun alacaklı olması ile borçlu olması
hali farklı değerlendirilmiş, buna bağlı olarak Kurumun alacalısı olan
kişilerle, borçlusu olan kişiler arasında da farklılık yaratılmıştır. Bu durum,
takip sonunda alacaklı lehine takip giderleri ve vekalet ücretine de
hükmedilmesi nedeniyle daha da belirgin hale gelmektedir. Kurum lehine bu
şekilde bir farklılık yaratılması, keza Kurumun alacaklıları ile borçluları
arasında belirtildiği şekilde ayrıcalık yapılması eşitlik ilkesine aykırıdır.
SGK'nın bir kamu kurumu olması, alacaklılarına karşı bu şekilde bir külfet
yüklenmesini haklı kılmamaktadır. Gerekçede her ne kadar, " ... vatandaşların
alacağını talepten itibaren otuz gün gibi kısa bir sürede tahsil etmesi
sağlanarak, vatandaşların icra takibi açmak külfetinden kurtarılması da
sağlanmakta." deniliyorsa da, bu gerekçe de isabetli değildir.
Zira, vatandaşın ilama bağlı alacağını tahsil etmek için külfete katlanması
istenmiyorsa, borçlu borcunu hemen ödeyebilir. Böylece hem alacaklı hemen
alacağına kavuşmuş olur, hem de borçlu kendisine karşı takip yapılmasını
engelleyerek gereksiz yere takip giderlerine katlanmaktan kurtulur. Yapılan
düzenleme ile alacaklıya tekrar borçlu Kuruma başvurma külfeti yüklenmektedir.
Otuz günlük süre sonunda borç ödenmezse alacaklı tekrar takip yapmak zorunda
kalacaktır. Otuz günlük süreye uymamanın borçlu Kurum açısından herhangi
bir yaptırımı da yoktur. O nedenlerle, getirilen düzenleme eşitlik ilkesine de
aykırıdır.
Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle
mülkiyet hakkı teminat altına alınmıştır. Alacaklı tarafından, Kurum aleyhine
açılan dava sonunda hükmedilen asıl alacak ile vekâlet ücreti ve yargılama
giderlerinin alacak hakkı niteliğinde olduğu ve bu nedenle alacaklının mülkiyet
hakkı kapsamında kabul edilmesi gereklidir. Bu alacağın elde edilmesini
geciktiren düzenlemeler, mülkiyetten yararlanma ve mülkiyet üzerinde tasarruf
etme yetkilerini sınırlandıracağından mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
İptali istenen kurallarla, Kurum aleyhine hükmedilen asıl alacak
ile vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin Kuruma yazılı şekilde yapılacak
olan müracaat tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesi öngörülmekte, ayrıca
alacaklının cebri icra yoluna başvurulabilmesi için Kuruma müracaat etmiş
bulunması ve anılan otuz günlük süre içinde Kurumun ödemede bulunmamış olması
şartı getirilmektedir. İlama bağlanmamış bir alacak için bu şekilde, dava
açılmadan yahut takibe geçilmeden önce dava veya cebri icra sürecini bertaraf
edecek, ihtiyari ödemeyi sağlayacak yolların öngörülmesi hiç şüphesiz
yararlıdır. Ancak, ilama bağlanmış bir alacağın ödenmesini sağlamak için
alacaklının borçludan tekrar talepte bulunmasını istemek, alacaklıya süre
vermek, ilamı bir tarafa bırakıp, bir ölçüde tekrar başa dönüş anlamına
gelmektedir. O nedenle de, borçluya verilen bu süre alacaklının alacağına
kavuşmasını engellemekte ve mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir.
Ayrıca, icra emrinde dahi borcun ödenmesi için yedi günlük süre verilirken,
burada otuz günlük bir süre verilmesi ölçülü de değildir. O nedenle, getirilen
düzenlemeler, Anayasa'nın 35. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir" denilerek hak arama özgürlüğü düzenlenmiştir. Yargı
denetimi, demokratik hukuk devletinin vazgeçilemez şartlarından biridir.
Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya
da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
ispatlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu,
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri
önünde dava hakkı tanınması hak arama özgürlüğünün de bir gereğidir. Mahkeme
kararlarının uygulanması da, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın
sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Kararın uygulanmaması hâlinde
yargılamanın ve hak arama özgürlüğünün de bir anlamı kalmaz. Bu nedenle yargı
kararlarının uygulanması "mahkemeye erişim hakkı" kapsamında
değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar
vermiş olması yeterli olmayıp ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması
da gerekir. Mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak
şekilde uygulanamaz hâle getiren veya gereksiz yere geciktiren düzenlemelerin
bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi,
"mahkemeye erişim hakkı"nın engellenmesi sonucunu doğurur.
İptali istenen kurallarla, Kurum lehine, alacaklı aleyhine
getirilen düzenlemeler, Kurum alacaklısı açısından, mahkeme kararının gereğinin
yerine getirilmesinin geciktirilmesi sonucunu doğurmaktadır. O nedenle de
Anayasa'nın 36. maddesine aykırıdır.
Anayasa'nın 138. maddesinde, mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiş
ve 4. fıkrasında şöyle denilmiştir: "Yasama ve yürütme organları
ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare,
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez." Görüldüğü gibi, mahkeme kararlarının
geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında
mahkemelerin bağımsızlığı kapsamında kabul edilmekte ve bu duruma bağlı olarak
yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulamak, Devlete bir
yükümlülük olarak yüklenmektedir.
Yukarıda incelendiği üzere, iptali istenen kurallarla, ilama bağlı
asıl alacak ile vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin Kuruma yazılı şekilde
yapılacak olan müracaat tarihinden itibaren otuz gün içinde ödenmesi, ayrıca
alacaklının cebri icra yoluna başvurulabilmesi için Kuruma müracaat etmesi ve
anılan otuz günlük süre içinde Kurumun ödemede bulunmamış olması şartları
getirilmiştir. Bu durum, açık bir şekilde Kurum aleyhine verilen mahkeme
kararlarının gereğinin yerine getirilmesinin geciktirilmesi anlamına
gelmektedir. O nedenle, dava konusu düzenlemeler, Anayasa'nın 138. maddesine de
aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 10.9.2014 tarihli , 6552 sayılı İş
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun'un 38. maddesiyle, 5502
sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun değiştirilen 36. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci, ikinci ve üçüncü cümlelerinin, Anayasa'nın 2., 10., 35.,
36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde
olduğumuzdan, Mahkememiz çoğunluğunun görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|