ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı
: 2014/164
Karar
Sayısı : 2015/12
Karar
Tarihi : 14.1.2015
R.G.
Tarih-Sayı : 22.5.2015-29263
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Eskişehir 1. Sulh Ceza
Hâkimliği
(E.2014/164,
E.2014/174)
İTİRAZLARIN KONUSU : 1- 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un, 18.6.2014 tarihli
ve 6545 sayılı Kanun'un 48. maddesiyle değiştirilen 10. maddesinin,
2- 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b)
bentlerinin,
Anayasa'nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Şüpheliler hakkında tutuklama kararı verilmesi talebinin ve
verilen tutuklama kararına yapılan itirazın incelenmesi sırasında itiraz konusu
kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için
başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
1- 5235 sayılı Kanun'un itiraz konusu "Sulh ceza
hâkimliği" başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"Madde 10- (Değişik:
18/6/2014-6545/48 md.)
Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere,
yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak,
işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza
hâkimliği kurulmuştur.
İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza
hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır.
Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet
komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Sulh ceza hâkimliğinde bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar
personel bulunur.
Sulh ceza hâkimliği, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi
durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur.
Sulh ceza hâkimliği bulundukları il veya ilçenin adı ile anılır.
Sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve
ilçeler ile bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırlarıdır.
Ağır ceza mahkemeleri ile büyükşehir belediyesi bulunan illerde,
büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki il ve ilçenin adı ile anılan sulh
ceza hâkimliğinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet
Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.
Coğrafi durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak bir sulh ceza
hâkimliğinin kaldırılmasına veya yargı çevresinin değiştirilmesine, Adalet
Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar
verilir."
2- 5271 sayılı Kanun'un itiraz konusu kuralların da yer
aldığı "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" başlıklı
268. maddesi şöyledir:
"Madde 268- (1) Hâkim veya
mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci
maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde
kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile
zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit
edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde
hükmü saklıdır.
(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde
görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı
incelemeye yetkili olan mercie gönderir.
(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:
a) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği
kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza
hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son
numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin
bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev
yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır
ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın
ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.
b) (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh
ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi
durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini
reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak
inceleyemez.
c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara
yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza
mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların
incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması
hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için
birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın
ağır ceza mahkemesine aittir.
d) Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi,
mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme
kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları
yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir.
e) Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay
ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara
yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire
başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi;
son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler."
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararlarında, Anayasa'nın 2., 19., 36. ve
37. maddelerine dayanılmış, Anayasa'nın 142. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
A- E.2014/164 Sayılı Başvuru Yönünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca
Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin
YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN,
Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın
katılımlarıyla 22.10.2014 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle "bakılmakta olan dava" sorunu
görüşülmüştür.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Kanun'un 40. maddesine göre,
mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun
hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o
hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu
kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde
yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali
istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak
yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde
veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte
bulunan kurallardır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemedeki bakılmakta
olan davada, Mahkemeye şüpheli hakkında tutuklanma tedbirinin uygulanması
istemiyle talepte bulunulduğu ve Mahkemenin de bu talebi değerlendirdikten
sonra itiraz konusu kuralın iptali istemiyle itiraz yoluna başvurduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda itiraz yoluna başvuran Mahkemenin önünde herhangi
bir dosya veya evrakın bulunmadığı ileri sürülebilirse de tutuklama tedbiri
gibi önemli ve acil karar vermeyi gerektiren durumlarda "bakılmakta
olan dava" kavramının geniş yorumlanması gerekmektedir. Bu nedenle,
itiraz yoluna başvurulduğu sırada ilgili mahkemenin önünde usulüne uygun
açılmış bir davanın varlığı yeterli görülmelidir. Dolayısıyla, itiraz
yoluna başvuran mahkemenin aynı kararda hem Anayasa'ya aykırı gördüğü kuralları
uygulayarak davayı sonuçlandırması hem de Anayasa Mahkemesine başvurması
istisnai ve zorunlu durumlarda kabul edilebilir. Aksinin kabulü hâlinde,
Anayasa'ya aykırı olduğu düşünülen bir kuralın itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi
önüne getirilmesi engellenmiş olacaktır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemedeki bakılmakta
olan davada, tutuklama tedbiri gibi son derece önemli ve acil bir konu karara
bağlanmış ve itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına
varılarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Bu nedenle, itiraz yoluna
başvuran Mahkemede bakılmakta olan bir davanın varlığı kabul edilerek işin
esasının incelenmesine karar verilmiştir.
Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL,
M. Emin KUZ ile Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
B- E.2014/174 Sayılı Başvuru Yönünden
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra
Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU,
Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN,
M. Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın katılımlarıyla 13.11.2014 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA karar
verilmiştir.
V- BİRLEŞTİRME KARARI
4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 268.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un
74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin iptaline
karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin davanın,
aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2014/164 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, E.2014/174 sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas
incelemenin E.2014/164 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 13.11.2014
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararları ve ekleri, Raportör Mustafa ÇAL
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- 5235 Sayılı Kanun'un 6545 Sayılı Kanun'un 48.
Maddesiyle Değiştirilen 10.
Maddesinin İncelenmesi
Başvuru kararında, itiraz konusu kuralla, tüm Türkiye'de
yürütülen soruşturmaların akıbetinin sınırlı sayıdaki hâkimlikler vasıtasıyla
siyasi iktidarın inisiyatifine bırakıldığı, sulh ceza hâkimliği
kurumunun kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların denetim makamı
olarak belirlenmesinin mağdurların hak arama özgürlüğünü kısıtladığı gibi kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkıyla bağdaşmadığı, ayrıca bu kurumun yargı
bağımsızlığı ilkesine ve doğal hâkim ilkesine aykırılık oluşturduğu
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, itiraz konusu kural
ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 142. maddesi yönünden de incelenmiştir.
İtiraz konusu kuralla, kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller
saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi
gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları
incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliğinin kurulduğu hükme bağlanmış
ve müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimlerin, adli
yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde
görevlendirilemeyeceği ve sulh ceza hâkimliğinin, her il merkezi ile bölgelerin
coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet
Bakanlığınca kurulacağı ifade edilmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir.
Anayasa'nın 142. maddesinde de, mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır.
Hukuk devletinde, suçlara ve ceza yargılamasına ilişkin kurallar,
Anayasa'nın konuya ilişkin kuralları ile ceza hukukunun ana ilkeleri başta
olmak üzere, ülkenin sosyal ve kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik
hayatın gereksinmeleri göz önüne alınarak saptanacak ceza siyasetine göre
belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi
eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile
karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul
edilebileceği konusunda takdir hakkına sahip olduğu gibi ceza yargılamasına
ilişkin kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, yapısı, görev
ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri hakkında da Anayasa kurallarına
bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir.
6545 sayılı Kanun'un 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanun'un 10.
maddesinde yapılan değişiklikle, iki yıla kadar hapis cezaları ile adli para
cezalarını gerektiren suçlara ilişkin davalara bakmakla ve güvenlik
tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasıyla görevli bulunan sulh ceza
mahkemeleri kaldırılarak yerlerine sulh ceza hâkimlikleri kurulmuş ve daha önce
sulh ceza mahkemelerince yerine getirilen "yürütülen soruşturmalarda hâkim
tarafından verilmesi gereken kararları alma" görevi sulh ceza
hâkimliklerine verilmiştir.
6545 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde, ".soruşturma
aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları vermek üzere sulh ceza
hâkimlikleri oluşturulmakta, böylelikle koruma tedbirlerine ilişkin
ihtisaslaşmasının sağlanması, temel hak ve hürriyetlerin daha etkin bir şekilde
güvence altına alınması ve yargılama faaliyetlerinin daha adil bir noktaya
taşınması amaçlanmaktadır."; itiraz konusu kuralın madde
gerekçesinde ise "Bu düzenleme sonrasında zaman içinde sulh ceza
hâkimliklerinin birbirleriyle olan etkileşimlerinin sağlanmasıyla birlikte
koruma tedbirleri alanında verilen kararlarda ülke genelinde bir standart
yakalanması amaçlanmaktadır." denilmek suretiyle sulh ceza
hâkimliklerinin kuruluş amacı ifade edilmiştir.
Uygulamada sulh ceza mahkemelerinin üzerindeki aşırı iş yükü,
davaların asıl iş, soruşturma sırasında hâkimlerce verilmesi gereken kararların
alınması görevinin ise tâli bir iş olarak görülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu
durum, sulh ceza mahkemelerinin soruşturma sırasında verilmesi gereken
kararlara yeterince eğilememeleri sorununu gündeme getirmiş ve bu konuda çok
ciddi hak ihlallerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca tutuklama gibi kararları
vererek şüpheli hakkında ihsasa varacak derecede görüş açıklayan hâkimlerin,
sonradan aynı kişiler hakkındaki davanın esasına da katılması Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) de dâhil olmak üzere hukuk çevrelerince
eleştirilmiştir.
2012 yılında tüm bu sorunları aşmak üzere öncelikle bu ihlallerin
en ağır şekilde yaşandığı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi
uyarınca görevli mahkemelerin (özel yetkili mahkemelerin) görev alanına giren
işler yönünden uygulamada "özgürlük hâkimliği" olarak
adlandırılan hâkimlikler oluşturulmuş ve bu hâkimlerin özel yetkili
mahkemelerin görev alanına giren konulara ilişkin olarak soruşturma sırasında
hâkimlerce verilmesi gereken kararları vermesi sağlanmıştır. Bu düzenlemede,
tutuklama, arama, iletişimin tespiti gibi soruşturma aşamasında hâkim veya
mahkemelerce verilmesi gereken kararları özel yetkili mahkemelerin değil,
özgürlük hâkimlerinin vermesi ve özgürlük hâkimlerine bu işler dışında davanın
esasını çözme ve benzeri başka hiçbir iş ve görev verilmemesi öngörülmüştür.
Söz konusu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin 4.7.2013 tarihli ve E. 2012/100, K.
2013/84 sayılı kararıyla Anayasa'ya aykırı bulunmamıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinde kanunların
kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa'ya
aykırılık sorunu çözümlenirken "kamu yararı" konusunda
Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla
yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun koyucunun kamu yararı anlayışının
isabetli olup olmadığı yönündeki bir değerlendirme anayasallık denetiminin
kapsamı dışında kalmaktadır. İtiraz konusu kuralla da yukarıda belirtilen
gerekçeler dikkate alınarak daha önce sulh ceza mahkemelerince yerine getirilen
"soruşturma sırasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları alma"
görevi sulh ceza hâkimliklerine verilmiştir. Soruşturma safhasında hâkim
tarafından verilmesi gereken kararların, bu konularda uzmanlaşmış hâkimlerce
verilmesini sağlamak amacıyla sadece bu işlere bakmakla görevli sulh ceza
hâkimliklerinin kurulmasında kamu yararının sağlanması amacının gözetildiği
anlaşılmaktadır. Bu sebeple, düzenlemenin hukuk
devleti ilkesiyle çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 37. maddesinde, "Hiç
kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir
kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu
doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz." denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği
gibi, tabii hâkim ilkesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce
davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır.
Tabii hâkim ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin
meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına; başka bir
anlatımla, sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel
oluşturur.
Bununla birlikte kanuni hâkim güvencesi, yeni kurulan mahkemelerin
veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara
ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz.
Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan
bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin, kurulma
veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakmaları kanuni hâkim
güvencesine aykırılık teşkil etmez. Aksi takdirde, yer değiştirme esasına göre
görev yapan hâkimlerin atandığı yerdeki derdest davalara bakmalarının tabii
hâkim ilkesine aykırı görülmesi sonucu doğar ki, anılan ilkenin bunu amaçladığı
söylenemez.
Soruşturma safhasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararların
bu konularda uzman hâkimlerce verilmesini sağlama amacına yönelik olarak sulh
ceza hâkimliklerinin kurulmasını ve "soruşturma sırasında hâkim
tarafından verilmesi gereken kararları almak"la görevli ve yetkili
kılınmasını öngören itiraz konusu kural, belirli bir suçun işlenmesinden sonra
buna ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamadığı gibi kuralın,
yürürlüğe girmesini müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması nedeniyle
kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Anayasa'ya aykırılık itirazına ilişkin kararda sulh ceza
hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığı ileri sürülmüştür. Bağımsızlık ve
tarafsızlık, bir mercie mahkeme vasfını kazandıran temel unsurlardandır.
Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı
açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne
anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre "Hiçbir organ, makam,
merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz."
Bağımsızlık, mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken, yasamaya, yürütmeye,
davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız
olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir.
AİHM kararlarında da vurgulandığı üzere, mahkemelerin bağımsız
olup olmadığı değerlendirilirken üyelerinin atanma şekli ve görev süresi,
dışarıdan yapılacak baskılara karşı garanti mekanizmalarının oluşturulup
oluşturulmadığı ve kuruluşlarıyla bağımsız bir görüntü sergileyip
sergilemediğine bakılması gerekmektedir (Langborger/İsveç, B.No. 11179/84,
K.T. 22.6.1989, § 32).
Sulh ceza hâkimleri de diğer tüm hâkimler gibi Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) atanmakta ve Anayasa'nın 139. maddesinde
öngörülen hâkimlik teminatına sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla sulh ceza
hâkimlerinin mahkemelerin bağımsızlığı yönünden diğer hâkimlerden farklı bir
konuma yerleştirildikleri ve bağımsızlık güvencelerinin zayıflatıldığı
kanaatini oluşturacak herhangi bir neden görülmemektedir.
Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında
bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu
üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla
ilgili yasal ve idari düzenlemelerin, bunların nesnel olarak tarafsız olmadığı
izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin
bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık
ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak, kurumsal yönden de taraf görüntüsü
verecek bir yapılanma oluşmamalıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, sulh ceza
hâkimliklerinin tâbi olduğu Anayasa ve kanun hükümlerinde yer alan ve
bağımsızlığı öngören düzenlemeler ile burada görev alacak hâkimlerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığını temin eden güvenceler karşısında, nesnel açıdan
tarafsızlığın bulunmadığı ileri sürülemez.
Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin,
görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan
hâkimin, davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve önyargısız durması, hiçbir
telkin ve baskı altında kalmadan, hukuk kuralları çerçevesinde vicdani
kanaatine göre karar vermesi gerekir. Anayasa ve kanunlar karşısında
hâkimlerden beklenen de budur. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince
disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tâbi kılınmıştır. Adalet
sistemindeki tüm hâkimler gibi, Anayasa ve kanun hükümleri ile yasama, yürütme
ve diğer yargı organlarına ve topluma karşı bağımsızlıkları ve mesleki
teminatları sağlanmış olan sulh ceza hâkimlerinin de, görevleri sırasında
tarafsız hareket etmeleri için gereken güvenceleri haiz oldukları
anlaşılmaktadır. Görülmekte olan davada taraflı davranıldığı iddiası ise ilgili
usul kanunlarında karşılığı bulunan ve anayasal denetimin kapsamı dışında kalan
bir husustur. Dolayısıyla iptali istenin kuralın, sulh ceza hâkimlerinin
sübjektif tarafsızlığını temin etmediği söylenemez.
Yukarıda açıklandığı üzere, sulh ceza hâkimliklerinin itiraz
konusu kuralla, diğer tüm mahkemelerde olduğu gibi Anayasa'nın öngördüğü
biçimde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uygun olarak
teşkilatlandırıldıkları anlaşılmakta olup bunların yapılanması ve işleyişinde,
tarafsız davranamayacakları sonucuna ulaşılmasını gerektiren herhangi bir
unsura yer verilmemiştir. Ayrıca, somut, nesnel ve inandırıcı delillerle
hâkimin tarafsızlığını yitirdiğinin ortaya konulması durumunda davaya bakmasını
engelleyen usul hükümleri bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa'nın 2., 37. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Kuralın Anayasa'nın 19. ve 36. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
B- 5271 Sayılı Kanun'un 268. Maddesinin (3)
Numaralı Fıkrasının 6545 Sayılı Kanun'un 74. Maddesiyle Değiştirilen (a) ve (b)
Bentlerinin İncelenmesi
Başvuru kararında, itiraz konusu kurallarla sınırlı sayıdaki sulh
ceza hâkimlerinden oluşan bir sistem kurulduğu, bunlardan biri tarafından
verilen kararlara itirazın aynı sistem içindeki bir merci tarafından kesin
olarak karara bağlanacağı, bu yolun itirazlar bakımından etkili bir yol olarak
kabul edilemeyeceği, suç sonrası yapılan düzenleme ile itiraz kanun yolunun
etkisiz hâle getirilmesinin hukuk devleti ve tabii hâkim ilkesi ile kişi
özgürlüğü ve güvenliği ve adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığı belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, itiraz konusu kural
ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 142. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kanun'un 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının itiraz konusu (a)
bendinde sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesinin; o
yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak
kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe;
ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa,
yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh
ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza
hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza
hâkimliğine ait olacağı öngörülmüştür.
Maddenin (3) numaralı fıkrasının itiraz konusu (b) bendinde ise
itiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama
kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usulün uygulanacağı,
ancak ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliğinin, tutuklama
kararını itiraz mercii olarak inceleyemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir." hükmüne yer verilmiştir.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı,
kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden biridir.
Kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve
hukuka aykırı olduğu ileri sürülen bir kararın, kural olarak başka bir yargı
yeri tarafından incelenmesini sağlayan hukuki yoldur. Kanun yolunun amacı,
yargı yerleri tarafından verilen kararların, kural olarak başka bir yargı yeri
tarafından denetlenmesine imkân tanınmak suretiyle daha güvenceli bir yargı
hizmeti sunmaktır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı
içerisindedir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir.
Anayasa'nın 142. maddesinde, "yargılama
usullerinin" kanun ile düzenlenmesi öngörülmektedir. Kanun yoluna
ilişkin düzenlemeler de yargılama usulü kapsamındadır. Buna göre, kanun yolu
usulünün ve merciinin belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirine
bırakılmıştır. Ancak, kanun koyucu bu takdir yetkisini kullanırken hukukun
genel ilkelerine ve Anayasa'daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine
ve adil yargılanma hakkına uygun hareket etmelidir. Anayasa'nın 36. maddesi
kapsamında korunan kanun yoluna başvurma hakkının etkili bir şekilde
sağlanabilmesi için kanun yolu merciinin, incelenen kararı gerektiğinde
değiştirme yetkisine de sahip olması gerekir.
İtiraz konusu kuralla, sulh ceza hâkimliklerince
verilecek olan kararlara karşı itiraz yoluna başvurulabileceği belirtilerek
kişilere kanun yoluna başvurma hakkı tanınmış ve itirazı incelemeye yetkili
merciler gösterilmiştir. Sulh ceza hâkimliklerince verilen
kararlara karşı yapılan itirazların yüksek görevli veya bir diğer mahkemece
incelenmesini gerektiren anayasal bir norm bulunmamaktadır. Ceza yargılama
usulündeki kanun yolunda temel ilke, cezai nitelikte kararların ilk kararı
veren mahkemeden bağımsız ve ayrı bir merci tarafından etkili bir şekilde
denetlenmesi olup bu merciin yüksek görevli veya üst düzeyde bir merci olması
zorunlu değildir.
Bir il veya ilçenin adını taşıyan mahkemelerin,
iş durumunun gerekli kıldığı hâllerde, birden fazla kurulan "daire"lerinin,
yargılama faaliyetleri ve kanun yolu başvurularının incelenmesi yönünden aynı
mahkeme olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Yargı yerlerinin bir isim
altında daireler hâlinde çalışmaları, mahkemelerin teşkilatlanmasına
ilişkin "idari nitelikte" bir tercihten ibarettir.
5271 sayılı Kanun'un itiraz kanun yoluna ilişkin 268. maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca, itiraz mercii olarak belirlenen sulh ceza hâkimliklerinin,
itiraz edilen kararı denetleyerek işin esası hakkında karar verme yetkileri
bulunmaktadır. Dolayısıyla öngörülen kanun yolunun etkili olduğu
anlaşılmaktadır.
Öte yandan, bir mahkemece verilen karara karşı yapılan itirazların
aynı yerde bulunan ve bir sonraki numarayı taşıyan diğer bir mahkemece
incelenerek karara bağlanması, gerek adli ve askeri ceza yargılama hukukunda,
gerekse medeni yargılama hukukunda yerleşik bir uygulamadır. Örneğin, 5271
sayılı Kanun'un 268. maddesi uyarınca, ağır ceza mahkemesi kararlarına yapılan
itirazlar, numara olarak kendisini izleyen ağır ceza mahkemesi tarafından
incelenmekte ve sonuçlandırılmaktadır. Bu tür düzenlemelerin bazıları Anayasa
Mahkemesinin denetiminden de geçmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 1.11.2012
tarihli ve E.2011/64, K. 2012/168 sayılı kararında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun
353. maddesi gereğince icra ceza mahkemelerinin verdiği disiplin hapsine
ilişkin kararlara karşı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin
bulunması halinde numara olarak kendisini izleyen daireye itiraz edilebileceği
yönündeki kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki iddia reddedilmiş
olduğundan bu konu Anayasa Mahkemesi tarafından açıklığa kavuşturulmuş
bulunmaktadır.
Dolayısıyla kanun yolu mercii ile ilgili düzenlemenin Anayasa ve
ceza muhakemesi hukuku ilkelerine aykırı olduğu söylenemez. Anayasallık
denetiminde kanun koyucunun kanun yolu yöntemi ve merciinin belirlenmesi
hususundaki takdir yetkisi, ancak kamu yararı amacının var olup olmamasıyla
sınırlı olarak incelenebilir. Başka bir ifadeyle, düzenlemenin yerindeliğinin
incelenmesi mümkün olmadığı gibi, itiraz konusu kural bakımından,
benimsenen itiraz yönteminin isabet derecesi ile ceza yargılaması hukukunun
amaçlarına ne derecede uyduğu hususu denetlenemez. Müstakilen bu işle
görevlendirilmeleri nedeniyle koruma tedbirleri konusunda ihtisas kazanacağı
değerlendirilen sulh ceza hâkimlerinin kararlarına itirazın da diğer bir sulh
ceza hâkimine yapılması yönteminin öngörülmesinde kamu yararı amacına
dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla itiraz konusu kuralla getirilen,
sulh ceza hâkimliklerince verilen kararlara karşı başvurulacak kanun yolu
usulüne ilişkin düzenlemeler, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında
olup sulh ceza hâkimliğinin
kararlarına karşı yapılacak itirazların da uzmanlaşma ve yeknesaklığın
sağlanması amacıyla sulh ceza hâkimliklerince incelenmesini öngören
kurallar hukuk devleti ilkesi ve adil
yargılanma hakkını zedelememektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar
Anayasa'nın 2., 36. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin
reddi gerekir.
Kuralların Anayasa'nın 19. ve 37. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
Haşim KILIÇ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
VII- SONUÇ
A- 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece
Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun'un, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un 48. maddesiyle
değiştirilen 10. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı
Kanun'un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin, Anayasa'ya aykırı
olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, Haşim KILIÇ, Alparslan ALTAN,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
14.1.2015 tarihinde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
KARŞIOY YAZISI
5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı
fıkrasının 6545 sayılı Kanun'un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b)
bentlerinin iptali istemiyle yapılan başvuruda, Mahkememiz çoğunluğu kuralın
Anayasa'ya aykırı olmaması nedeniyle reddine karar vermiştir.
5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı
fıkrasının (a) bendi uyarınca sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan
itirazların incelenmesinin, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin
bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı
hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı
yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır
ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza
mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır
ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine ait olacağı hükme
bağlanmıştır.
İtiraza konu değişiklik öncesinde sulh ceza hâkimlerinin, soruşturma aşamasındaki kararlarına karşı
yapılan itirazlar, tevzi edilen asliye ceza mahkemesi tarafından
değerlendirilmekte ve asliye ceza mahkemesinde değişik işler için nöbetçi
bulunmadığından; itirazın hangi asliye ceza mahkemesine düşeceği bilinmemekte
ve mahkemeler etki altında kalmamakta iken, yeni sistemde sulh ceza
hâkimleri birbirlerinin kararlarını denetlemektedir. Buna göre iki sulh ceza
hâkimliğinin bulunduğu bir yerde 1. sulh ceza hâkiminin kararları itirazen 2.
sulh ceza hâkimi tarafından; 2. sulh ceza hâkiminin kararları ise itirazen 1.
sulh ceza hâkimi tarafından incelenecektir.
İtiraz konusu düzenleme ile sulh ceza hakimliklerinin soruşturma
aşamasındaki işlemlerine, özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi koruma
tedbirlerine ilişkin olarak verilen kararların üst derece merci tarafından
denetlenmesi imkanı ortadan kaldırılarak aynı derecedeki diğer sulh ceza
hakimleri tarafından denetlenmesi öngörülmüştür.
Kuralın Anayasa'ya aykırılık incelemesinin farklı anayasal
hükümler açısından ayrı başlıklar halinde yapılması gerekmiştir.
1. Anayasa'nın 2. ve 36. Maddeleri Yönünden Değerlendirme
Anayasa Mahkemesine göre Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen
hukuk devleti; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Bu ölçülere göre söz konusu düzenleme öncelikle Anayasa'nın 2.
maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Zira, yargılama makamları
tarafından alınan kararlara karşı kanun yolunun öngörülmesiyle ulaşılmak
istenen amaç, yargılama makamları tarafından yapılan yanlışlıkların, "bir
başka yargılama makamı" tarafından düzeltilmesine imkân
tanımaktır. Böylece ikinci bir denetim imkânı getirilerek olası yargısal
hatalar en aza indirilmiş olmakta, bu suretle hem yargı önüne gelen kişilere
daha güvenceli bir yargı hizmeti sunulmakta, hem de genel anlamda yargı
örgütünün daha etkili işlemesi sağlanmaktadır.
Kanun yoluna başvurma hakkının tanındığı hâllerde, kanun yoluna
başvuru usulleri ve başvurulacak merciler konusunda yasama organının takdir
yetkisi bulunmakla birlikte kanun koyucu, bu yetkisini kullanırken hukukun
genel ilkelerine ve Anayasa'daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine
uygun hareket etmelidir. Diğer bir ifadeyle kanun koyucu sahip olduğu takdir
yetkisine uygun olarak yaptığı düzenlemelerde, kanun yolunun etkili olmasını
sağlayacak güvenceleri de gözetmek durumundadır. Bu nedenle kural bazında bir
kanun yolu öngörülmüş olması yeterli görülemez. Kanun devletinden farklı
olarak, bir hukuk devletinde, var olan güvencelerin kağıt üzerinde şeklen
değil, fiilen ve somut olarak etkili bir şekilde hayata geçirilmesi gerekir.
Özellikle özgürlük ve güvenlik hakkı söz konusu olduğunda, hukuk devletinin bir
gereği olarak etkililik unsuru azami seviyede hayata geçirilmelidir.
Hukuk devletinde kişilere itiraz kanun yoluna başvurma hakkının
tanınmasının nedeni; bir yargılama makamının verdiği kararda hukuka aykırılık
olduğunun ileri sürülmesi hâlinde, bu aykırılığı tespit etmek üzere kural
olarak "başka bir yargılama makamı"tarafından
incelenmesini sağlamak ve bu yolla daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır.
Bu açıdan bu amacın gerçekleşmesini sağlayacak bir kanun yolu usulünün,
herhangi bir şekilde değil, ancak hukuk devletinin gerektirdiği
nitelikte oluşturulması gerekmektedir. Bu kapsamda kanun yolu
başvurusunu inceleyecek merciin, kararı denetlenecek merciden farklı ve
bağımsız bir mercii olması, söz konusu niteliğin sağlanmasında ilk şarttır.
Sonrasında ise getirilen kanun yolunun erişilebilir ve öngörülebilir olmasının
yanında, kişilere makul bir başarı şansı vermesi de gerekmektedir. Yani
bireyler söz konusu kanun yoluna başvururken, bu kanun yolunun kendilerine
makul bir başarı/giderim imkânı vermekte olduğuna inanabilmeli ve bu
hususta belli bir güvene sahip olmalıdır. Tüm bu şartlar sağlanmadığı durumda
getirilen kanun yolunun hukuk devletinin gerektirdiği nitelikte olduğu
söylenemez.
Hukuk devleti ilkesine göre, egemenlik gücünü millet adına elinde
bulunduran anayasal organlar, bu gücü hukukun genel ilkeleri, anayasa ve
kanunlar çerçevesinde, insan onurunun, insan haklarının, temel hak ve
hürriyetlerin korunması, adaletin ve hukuk güvenliğinin sağlanması amacıyla
kullanabilirler.
İtiraz konusu kuralda düzenlenen yetkileriyle sulh ceza hakimliği
sistemi ceza yargılama sistemimizde mevcut dokuya uymayan farklı bir yapı
oluşturmuştur. Sulh ceza hakimliklerinin Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından
sınırlı sayıda görevlendirilen hakimlerden oluşması bu hakimliklerin
kararlarının denetimi açısından büyük önem kazanmaktadır. Kurulun oluşum biçimi
de gözetildiğinde, bu Kurul tarafından seçilen sulh ceza hakimlerine verilen
geniş yetkilerin somut olaylarda kullanımının daha etkili şekilde denetlenmesi
gerekir.
Koruma tedbirine karar verecek hakimin bağımsız ve tarafsız olması
yargılamanın güvenirliği açısından çok önemlidir. İtiraz konusu düzenleme
gereğince sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma işlemlerine ilişkin verdikleri
kararlara karşı yapılan itirazın incelemesinin "farklı ve bağımsız üst
dereceli bir mahkeme" yerine, "birbiriyle iç içe
geçmiş aynı derecede sulh ceza hâkimliklerince" gerçekleştirildiği
görülmektedir. Bu yöndeki bir itiraz incelemesi her şeyden önce bu yola
başvuran kişilerde makul bir güven oluşturmamaktadır. Zira, itiraz usulünün
etkili ve dolayısıyla güven veren bir kanun yolu olarak değerlendirilebilmesi
için bu hâkimliklerin birbirlerine karşı da bağımsız olmaları ve birbirlerinin
etkilerine maruz kalmadan faaliyet gösterebilmeleri gerekmektedir. Oysa itiraz
konusu düzenleme uyarınca "eşitler arası bir denetim sistemi" öngörülerek
kendi içinde işleyen "kapalı devre bir denetim usulü" benimsenmiştir.
Bu şekilde kapalı devre işleyen bir sistemin bu yolu kullanan bireylere makul
bir başarı şansı ve dolayısıyla da güven verebileceğini söylemek mümkün
gözükmemektedir. Çünkü itiraz incelemesinin kapalı devre işlemeyen bir sistemle
yapılmasındaki temel amaç, itiraz konusu kararların "daha yüksek
güvence sunan üst dereceli mahkemelerce" gözden geçirilmesini
mümkün kılmak ve böylece her türlü şüpheden uzak olarak ilgili kişilerde ve bu
arada toplumda güven oluşturmaktır.
Bu açıdan somut olaylar bağlamında, tutuklama gibi kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı
mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi sağlandığında,
öncelikle ilgili kişilerde ve toplumda bu kanun yoluna karşı belli bir güven
oluşturulabilecektir. Böylece kişilere daha güvenli bir denetim imkânı
verilebilecektir. Bu kapsamda farklı bakış açısıyla yapılan bir denetim bir
yandan kapalı devre olarak işleyen bir itiraz denetiminde karşılaşılması
muhtemel "iç körlük" riskini azaltırken, diğer
yandan kişisel önyargı/tercihlerin verilecek kararlara yansıması riskini
azaltacaktır. Oysa getirilen düzenleme ile kapalı devre bir sistem
oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır
müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla
denetimden geçirilmesi olanağı kaldırılmıştır. Bu açıdan kişiler hukuk
devletine uygun nitelikte yüksek standartta denetim imkânından yoksun
bırakılmıştır. Çünkü yeni düzenleme ile getirilen ve kapalı devre olarak
işleyen sistem; her şeyden önce "iç körlük" riskini
artırmaktadır. Çünkü getirilen sistemde tutuklama kararını veren ile bu kararı
denetleyen hâkimler adeta iç içe geçmiş durumdadır. Diğer taraftan "iç
körlük" riskiyle bağlantılı olarak bu tür bir sistemde kişisel
önyargıların/tercihlerin kararlara yansıması ve teknik-hukuki hataların
yapılması riski oldukça yüksektir. Zira sistem kapalı devre işlemekte, farklı
bakış açısıyla yapılan etkili bir denetim olanağı sunmamaktadır. Bu da doğal
olarak teknik-hukuki hataların yapılması riskini artırmaktadır.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." hükmüne
yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı anayasal
güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının yanı sıra diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesi bir kararında hak arama özgürlüğü kavramını,
kısaca, "hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda
tüm yollardan yararlanma hakkını içeren". "bireyin adaleti bulma,
hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme uğraşının uygar yöntemi" olarak
tanımlamıştır. Söz konusu özgürlük, kişinin hakları ve ödevleri başlığı altında
düzenlenmiş ve böylece bireyin topluma ve özellikle de devlet gücüne karşı
korunması amaçlanmıştır.
Dava açma ve şikayette bulunma gibi, kanun yoluna başvurma hakkı
da hak arama özgürlüğü kapsamında bir haktır. Çoğunluk gerekçesinde de
belirtildiği üzere, kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve hukuka
aykırı olduğu ileri sürülen bir kararın, kural olarak başka bir yargı yeri
tarafından incelenmesini sağlayan hukuki yoldur. Kanun yolunun amacı, yargı
yerleri tarafından verilen kararların, kural olarak başka bir yargı yeri
tarafından denetlenmesine imkân tanınmak suretiyle daha güvenceli bir yargı
hizmeti sunmaktır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı
içerisindedir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir.
Anayasa'nın 142. maddesinde, "yargılama
usullerinin" kanun ile düzenlenmesi öngörüldüğünden, kanun yolu
usulünün ve merciinin belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirindedir. Ancak,
kanun koyucu bu takdir yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine ve
Anayasa'daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine ve adil yargılanma
hakkına uygun hareket etmelidir.
AİHS'nin 13. maddesinde de, "ulusal bir makama etkili
başvuru yapabilme hakkının" altı çizilmiştir. AİHM etkili başvuru
yolunu, "teorik ve hayali değil, fiilen ve gerçekten mevcut
bulunan, yani sonuç doğurabilir nitelikte bir başvuru yolu" olarak
değerlendirmektedir. Buna göre, bireylerin başvurmaları halinde haklarının
korunması açısından etkili sonuç alamayacakları, yeterli denetim güvencelerine
sahip bulunmayan ve görünürde mevcut olan bir başvuru yolunun Anayasa ve
Sözleşme anlamında etkili bir başvuru yolu olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Bu nedenle, kanun yoluna başvurma hakkının etkili bir şekilde sağlanabilmesi
için kanun yolu merciinin, iç ve dış bağımsızlığa sahip, incelenen kararı
gerektiğinde değiştirme yetkisi olan ve başvurucuya etkili denetim imkanı
sağlayan bir konum ve yapıya sahip bulunması gerekir.
Ülkemizde kanun koyucu sahip bulunduğu takdir yetkisi kapsamında
farklı yargı kolları açısından kanun yolu denetimine ilişkin esasları
belirlemiş bulunmaktadır. İtiraza konu kuralda yer alan düzenleme de bu yetkiye
dayanılarak yapılmıştır. Buna göre, sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma
aşamasındaki görev ve yetkileriyle özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi
koruma tedbirlerine ilişkin verilen kararların, itiraz üzerine üst derece merci
tarafından denetlenmesi imkânı ortadan kaldırılarak aynı derecedeki diğer bir
hakim tarafından denetlenmesi öngörülmüştür.
Çoğunluk gerekçesinde bir il veya ilçenin adını taşıyan
mahkemelerin, iş durumunun gerekli kıldığı hâllerde, birden fazla kurulan "daire"lerinin,
yargılama faaliyetleri ve kanun yolu başvurularının incelenmesi yönünden aynı
mahkeme olarak değerlendirilemeyeceği ve yargı yerlerinin bir isim altında
daireler hâlinde çalışmalarının, mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin "idari
nitelikte" bir tercihten ibaret olduğu belirtilerek, kuralın
Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna varılmış ise de, bu sonuca varılırken
burada sözkonusu olan durumun özellikleri göz ardı edilmiştir.
Öncelikle düzenleme, özgürlük ve güvenlik hakkı, özel hayatın
dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğü gibi birçok temel
hak ve özgürlük alanı ile ilgili olarak verilen sulh ceza hakimliklerinin
kararlarına karşı itiraz kanun yolunu düzenleyen öznel bir duruma ilişkindir.
İtiraz konusu kural, sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma aşamasındaki görev ve
yetkileriyle özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi koruma tedbirlerine
ilişkin verilen kararlarla ilgili itiraz kanun yoluna ilişkin düzenlemelerden
oluşmaktadır.
Ceza yargılaması doktrin ve uygulamasına göre, kanun yollarına
başvurulması halinde, kural olarak başvuruyu inceleyecek olan makam, kararı
veren makamdan başka bir makam olmalıdır. Bu açıdan her kanun yolu kural olarak
bir "derece" oluşturur. Yine kural olarak kanun yolu uyuşmazlığını
çözecek olan makamın da derece itibariyle uyuşmazlığa konu kararı vermiş olan
makamdan daha yüksek bir makam olması gerekir (Nurullah KUNTER/Feridun
YENİSEY/Ayşe NUHOĞLU; Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16.
Bası, İstanbul, 2008, sh. 1371). Zaten, itiraz kanun yolu da doktrinde, "bir
hakim veya mahkeme kararından mağdur olan veya mağdur olduğunu sanan ilgili
kimsenin başvurması üzerine bu kararın başka bir kaide olarak daha yüksek kazai
mercie götürülmesini ve orada fiili ve hukuki bakımlardan yeniden incelenmesini
ve denetlenmesini sağlayan bir taarruz yolu" (Turhan Tufan YÜCE;
Ceza Muhakemeleri Usulünde İtiraz, Adalet Dergisi,Yıl:53, Mayıs Haziran 1962
S:5-6, sh.491.); başka bir ifadeyle "henüz
kesinleşmemiş hâkim veya mahkeme kararında hata veya hukuka aykırılıkların
bulunduğu gerekçesiyle, bu kararın daha yüksek bir makama fiilî (maddî) ve
hukuki bakımdan incelenmesini ve denetlenmesini sağlamak için yapılan olağan
bir kanun yolu başvurusu" olarak tanımlanmaktadır. (Devrim AYDIN; Ceza
Muhakemesi Kanunu'nda İtiraz, Barolar Birliği Dergisi, 2006, S.65,
sh.63,64).
Çoğunluk kararındaki, itiraz konusu kuralda düzenlenen hususun,
yargı yerlerinin bir isim altında daireler hâlinde çalışmalarında olduğu gibi
mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin "idari nitelikte" bir
tercihten ibaret olduğu yolundaki gerekçeye katılmak mümkün olmamıştır. Genel
olarak usul kuralları belirlenirken, düzenleme konusu hukuk alanı ve uzmanlık
gözetilerek farklı düzenlemeler öngörülmesi mümkündür. Sözgelimi belirli ağırlıktaki
suçlar yönünden ağır ceza mahkemeleri, icra iflas hukukundan kaynaklanan kimi
uyuşmazlıklar için icra mahkemeleri bu idari teşkilatlanma ve tercih yetkisi
ile kurulmuş ve bu mahkemeler arasındaki ilişkiler kanunda düzenlenmiştir.
Sözkonusu mahkeme kararlarına itirazla ilgili olarak da itiraz konusu kuralda
olduğu gibi kendi içerisinde bir denetim sistemi öngörüldüğü söylenebilirse de,
buradaki durum farklıdır.
İtirazı incelemeye yetkili mercilerin düzenlendiği Ceza Muhakemesi
Kanununun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, asliye ceza
mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların
incelenmesinin, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu
mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların
incelenmesinin, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması
hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için
birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın
ağır ceza mahkemesine ait olduğuna ilişkin düzenleme bulunmaktadır. Burada
asliye ceza mahkemesi kararlarına karşı itirazı inceleme yetkisinin yargı
çevresindeki ağır ceza mahkemesine ait olduğu belirtilmekle birlikte, ağır ceza
mahkemelerinin üstünde daha üst dereceli mahkeme bulunmaması nedeniyle zorunlu
olarak, itirazı inceleme yetkisinin o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok
dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son
numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi
varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
Yine, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 353. maddesinde de, icra
mahkemelerince verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı yapılan itirazı
incelemeye yetkili mercilerin; icra mahkemesinin birden fazla dairesinin
bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daire, son numaralı daire
için birinci daire, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde
asliye ceza mahkemesi, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi
hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde en yakın asliye ceza mahkemesi olduğu
belirtilmiştir.
Ağır ceza mahkemesinin kararlarına karşı itirazların diğer ağır
ceza mahkemeleri tarafından ve icra mahkemelerinin kararlarına karşı
itirazların da yine icra mahkemelerince denetlenmesinin öngörülmüş olması,
sözkonusu mahkemelerin üstünde bir "derece"nin, üst dereceli bir
mahkemenin bulunmamasından doğan bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Adli
teşkilatlanmada sulh ceza hakimliklerinden sonra asliye ceza hakimlikleri ve
ağır ceza mahkemeleri bulunmaktadır. Hakimlik olarak teşkilatlanan bir merciin
kararlarının itiraz yoluyla daha üst derecede bulunan asliye ve ağır ceza
mahkemeleri tarafından denetimine olanak sağlanmasının daha güvenceli bir
sistem olacağı ise izahtan varestedir. Bu nedenle, ağır ceza ve icra
mahkemelerinin kararlarına itiraz için kanunda öngörülen itiraz mekanizması
sulh ceza hakimlikleri açısından ölçü teşkil edemez. İlkinde buna imkan
bulunmamakta iken, ikincisinde bu mümkündür ve önceki sistem bu dengelere göre
kurulmuş iken itiraz konusu düzenleme ile farklı ve daha güvencesiz bir sistem
tercihinde bulunulmuştur.
Düzenlemenin gerekçesinde ise, düzenleme sonrasında zaman içinde
sulh ceza hakimliklerinin birbirleriyle olan etkileşimlerinin sağlanmasıyla
birlikte koruma tedbirleri alanında verilen kararlarda ülke genelinde bir
standart yakalanmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Bu gerekçeye katılmak da
güçtür. Zira, öncelikle koruma tedbirleri hakkında karar verme yetkisi zaten
sulh ceza hakimliklerinde olduğundan standart bu hakimliklerinin verdiği
kararlarla belirlenecektir. Standardın oluşturulması için bu kararlara itirazın
da mutlaka sulh ceza hakimliklerine yapılması gibi bir zorunluluk sözkonusu
değildir.
Öte yandan, soruşturma aşamasında arama, tutuklama, yakalama gibi
temel hak ve özgürlüklerle yakından ilgili koruma tedbirleri hakkında karar verme
yetkisine sahip bulunan sulh ceza hakimliklerinin etkileşimleri için öngörülen
birbirlerinin kararlarını denetleme yetkisi bu hakimliklerin iç bağımsızlıkları
açısından sorun oluşturmaktadır. Kaldı ki, koruma tedbirleri alanında verilen
kararlarda ülke genelinde bir standart yakalanması gibi bir amaç da koruma
tedbirleri hukukunun ilkeleri ile bağdaşmaz. Zira, koruma tedbirleri soruşturma
konusu olaya, suça, şüphelinin öznel durumuna, olayın gerçekleştiği yere göre
değişen ve subjektif olarak değerlendirilmesi gereken uygulama işlemleridir. Bu
nedenle koruma tedbirleri ile ilgili ülke genelinde uygulanacak kurallar kanun
ve alt mevzuatta belirlenirken, bunların özel durumlara uygulanması
soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları ve hakimler tarafından gerçekleştirilecektir.
Ülke genelinde tüm suçlar veya tüm sanıklar için bir standart yakalanması gibi
bir amaç koruma tedbirlerinin bu özellikleriyle bağdaşmamaktadır. Bu açıdan
bakıldığında düzenlemenin haklı nedeni de bulunmamaktadır.
Belirtilen gerekçelerle, 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin
itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının (a) bendi Anayasa'nın 2. ve 36.
maddelerine aykırıdır.
2. Anayasa'nın 19. Maddesi Yönünden Değerlendirme
Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrasında "Her ne
sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahiptir." denilmiş; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasında ise yakalama veya tutulma
yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkesin, tutulma işleminin yasaya
uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya
aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahip
olduğu vurgulanmıştır.
Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin
özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu ifade edildikten sonra 6 bent halinde
kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği haller tahdidi olarak
belirtilmiştir. Buna göre "özgürlük kural", "özgürlükten
mahrumiyet istisna"dır. Ayrıca 5. maddenin (1) numaralı fıkrasında
özgürlükten mahrum bırakılabilecek istisnai haller sayıldıktan sonra (2), (3),
(4) ve (5) numaralı fıkralarda özgürlükten mahrum bırakılmaya karşı bireylere
sağlanması gereken güvencelere yer verilmiştir. Buna göre taraf devletler
öncelikle ulusal hukuklarında özgürlükten mahrum bırakılmayı öngören durumları
kanunla belirlemek sorumluluğundadır. Bu kapsamda ilgili kanun yeterince açık,
ulaşılabilir ve sonuç olarak hukuk devletinin gereklerini karşılar
nitelikte olmalıdır. Ancak ifade edilen kriterler yeterli olmayıp söz
konusu kanunların ayrıca Sözleşme'ye de uygun olması gerekir. Bu çerçevede
taraf devletler kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumları
belirlerken, 5. maddenin (1) numaralı fıkrasında öngörülen istisnai haller
dışında farklı bir istisna öngöremezler. Aksi bir durum taraf devletler
açısından Sözleşme'nin açık ihlalini oluşturur. Zira Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) göre, 5. maddenin temel amacı, bireylerin kamu otoriteleri
tarafından keyfi biçimde özgürlüğünden alıkonulmasını engellemektir. Bu anlamda
özgürlük ve güvenlik hakkı, demokratik bir toplumda temel hak ve aynı zamanda
temel güvencelerden biridir. Bu nedenle, özgürlükten mahrum bırakılabilecek
durumlar kesin olarak belirlenmeli ve bireyler için öngörülebilir olmalıdır.
Ancak bu kriterler sağlandığında kamu otoritelerinin keyfi davranması
engellenebilecektir.
Sözleşme'nin 5. maddesi kapsamında kişilerin özgürlüğünden mahrum
bırakılabileceği istisnai hallerden biri, bir ceza soruşturması kapsamında suç
işlediğinden şüphelenilen kişilerin makul gerekçelerin varlığı halinde yetkili
adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulmasıdır (5/1/c). Bu
fıkraya göre, kişiler ancak bir ceza soruşturması çerçevesinde, makul
şüphelerin varlığı halinde yetkili adli mercii önüne çıkarılmak amacıyla özgürlüklerinden
mahrum bırakılabileceklerdir. 5. maddenin (3) numaralı fıkrasında 5/1/c bendi
uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin derhal bir yargıç veya
yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış bir kamu görevlisi önüne
çıkarılması öngörülmüştür. Sözleşme'nin 5/3 fıkrası bu anlamda 5/1/c bendi
uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişiler için öngörülmüş resen
işletilen/işletilmesi gereken ilk temel güvencedir. Söz konusu güvence hem
soruşturma aşamasındaki yakalama ve gözaltı, hem de ceza kovuşturması
aşamasında tutuklu yapılan yargılamalar için geçerlidir.
Diğer taraftan Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasında
yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkesin tutulma
işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa süre içinde karar verilmesini isteme
ve eğer tutulma yasaya aykırı ise serbest bırakılmak için mahkemeye başvurma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (habeas corpus güvencesi). AİHM'ne göre
Taraf Devletler, Sözleşme'nin 5/1-c bendine göre özgürlüğünden mahrum kılınma
söz konusu olduğunda öncelikle 5/3 fıkrası kapsamında yapılan denetimde adil
yargılanma hakkının içerdiği güvenceler en geniş anlamda sağlanmalıdır. Bu
güvenceye, denetimi gerçekleştiren adli mercilerin etkinlik ve etkililik gibi
bazı nitelikleri taşımaları da dahildir. Özellikle 5/1-c bendi uyarınca
özgürlükten mahrum bırakılma söz konusu olduğunda bu güvenceler özel bir önem
kazanmaktadır.
AİHM'e göre 5/4 fıkrası kapsamında yapılacak denetimde, denetimi
gerçekleştiren adli merciin her şeyden önce yasayla yetkili kılınmış, bağımsız,
tarafsız, hukuka uygunluk denetimi yapabilen ve hukuka uygunluk sağlanmadığı
takdirde kişileri salıverme yetkisiyle donatılmış bir organ olması gerekir. Bu
anlamda AİHM'e göre 5/4 fıkrası kapsamında yapılan denetim hem topluma hem de
özel olarak ceza soruşturmalarında şüpheliye/sanığa güven vermelidir. AİHM'e
göre söz konusu güvenin sağlanabilmesi için 5/4 fıkrası (habeas corpus
güvencesi) kapsamında denetim yapan adli merciin bazı niteliklerinin bulunması
zorunludur. AİHM kararları incelendiğinde, bu türden bir başvuru yolunda ve
talebi inceleyecek yargı organında bulunması gereken nitelik ve özellikler,
5/1-c de dahil her türlü özgürlükten mahrum bırakma durumunda, şöyle
sıralanabilir; "Habeas corpus güvencesi yargısal bir nitelik
taşımalı ve somut olayın koşullarına uygun güvenceler sunmalıdır; denetim
hukuka uygunluk (lawfulness - régularité) denetimi olmalı, çekişmeli yargılama
ve silahların eşitliği ilkelerine uygun bir yargılama yapılmalı, yargılama
makul aralıklarla tekrarlanmalı ve kısa sürede sonuçlandırılmalıdır;
Sözleşme'nin 5 § 1 c) hükmü kapsamındaki (ceza soruşturmaları çerçevesindeki)
tutuklamalarda, tutuklu olan kişi makul aralıklarla dinlenilmeli ve hakkında
verilen kararlar gerekçeli olmalıdır. Talebi inceleyen organ, her ne kadar adil
yargılanma hakkını koruma altına alan AİHS'nin 6. maddesindeki güvencelerin
tamamına sahip olmak zorunda olmasa da, bağımsızlık ve tarafsızlık ile, kanunla
kurulmuş olma (doğal hâkim güvencesi) gibi temel yargısal niteliklerle
donatılmış olmalıdır. Söz konusu yargılamada mahkemeye erişim hakkı, avukat
yardımından yararlanma hakkı, tanık dinletebilme ve tanığı sorguya çekebilme
hakkı gibi güvenceler koruma altına alınmalıdır; yargı organı sadece tavsiye niteliğinde
görüş açıklama yetkisiyle donatılmış olmamalı, hukuka aykırılık halinde kişinin
serbest bırakılmasına karar verme yetkisine de sahip olmalıdır. Sonuç
olarak, ilgili, hâkim tarafından etkili bir şekilde dinlenilmeli, habeas
corpus yargılaması kişiye teori ve pratikte makul bir başarı şansı ya da ümidi
sunmalıdır; aksi halde söz konusu başvuru yolu etkili ve tüketilmesi zorunlu
bir başvuru yolu olarak değerlendirilmeyecektir"(Mehmet Öncü, "Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi ve Tutuklama(1): Tutuklulukta Makul Süre",
Haşim Kılıç'a Armağan, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Cilt 1, Ankara 2015
s.1596-1598). Sözkonusu nitelikler belirtilmek suretiyle gözetilen amaç, diğer
istisnai haller de dahil olmak üzere Sözleşme'nin 5/1/c kapsamında
özgürlüğünden mahrum bırakılan bireylere etkili bir denetim yolu sunmaktır.
Anayasa'nın "kişi hürriyeti ve güvenliği" başlıklı
19. maddesinin, Sözleşme'nin "özgürlük ve güvenlik hakkı" başlıklı
5. maddesiyle hem lafzı, hem de içeriği ve amacı itibariyle hemen hemen aynı
olduğu gözlenmektedir. Söz konusu benzerlik Anayasa'nın 19. maddesinin 8.
fıkrası ile Sözleşme'nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası için de geçerlidir.
İlgili fıkralar hem lafzı, hem de içeriği ve amacı itibarıyla aynıdır. 19.
maddenin 8. fıkrası uyarınca: "Her ne sebeple olursa olsun,
hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu
kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir". Her
iki fıkrayla öngörülen güvencelerin amacı, özgürlüğünden mahrum bırakılan
bireylere özgürlüklerini savunabilecekleri ulaşılabilir, makul başarı şansı
veren ve bireylerde/sanıklarda güven duygusu oluşturabilen etkili bir yargısal
denetim olanağı vermek, böylelikle kamu otoritelerinin keyfi biçimde kişileri
özgürlüklerinden alıkoymasını engellemektir.
5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı
fıkrasının (a) bendi, Anayasa'nın 19. maddesinin 8. fıkrasında öngörülen
güvenceler çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikle ilgili (a) bendi ile
getirilen tutukluluğa itiraz yolunun kapalı devre işleyen yapısı nedeniyle
bireyler açısından makul başarı şansı veren ve şüpheli/sanıklarda güven duygusu
oluşturabilen etkili bir yargısal denetim olanağı sunmadığı görülmektedir.
Yukarıda ifade edildiği üzere bir yerde iki tane sulh ceza hakimi bulunuyorsa,
ikisi birbirinin kararını denetlemekte ve onaylamaktadır. Bu itibarla, hâkim
itiraz başvurusunu karara bağlarken kendi kararlarını denetleyen bir makamın
kararlarının denetimini yaptığının bilinciyle hareket etmektedir. Bu açıdan
itiraz başvurusunu değerlendiren sulh ceza hâkimlikleri arasında bir kısır
döngü gerçekleşmekte ve bu kısır döngü/kapalı devre sistemi sulh ceza
hâkimliklerinin kararlarına karşı benimsenen itiraz usulünün "etkili
olmayan ve görünüşte bir denetim" olmasına yol açmaktadır.
Böylece getirilen itiraz sistemi ile tutuklama gibi kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren bir koruma tedbirinin farklı bir
bakış açısıyla daha güvenceli üst bir merciin denetiminden geçirilmesi olanağı
ortadan kaldırılmıştır. Zira değişiklikten önceki sistemde itirazlar asliye
ceza mahkemeleri ile bazı durumlarda ağır ceza mahkemelerince karara
bağlanmaktaydı. Böylelikle tutuklama kararlarının "daha yüksek
güvence sunan üst dereceli mahkemelerce farklı bakış açısıyla" gözden
geçirilmesi olanağı sunulmaktaydı. Bu şekilde kişilere daha güvenilir bir
denetim imkânı verilmekteydi. Oysa getirilen düzenleme ile kapalı devre bir
sistem oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır
müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla
denetimden geçirilmesi olanağı kaldırılmıştır.
Sonuç olarak, Anayasa'nın 19. maddesinde öngörülen temel güvenceleri
sağlamayan, kabul edilebilir haklı bir hukuki neden olmaksızın tutuklama gibi
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin
farklı ve daha üst mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi
olanağını ortadan kaldıran, "iç körlük" olasılığının
yüksek olması nedeniyle kişisel önyargı/tercihlerin kararlara yansıması ve
teknik-hukuki hataların yapılması riskini oldukça artıran, bu nitelikleriyle
toplumda ve özel olarak ceza soruşturmalarına muhatap bireylerde güven
duygusunu zedeleyen itiraz konusu düzenleme Anayasanın 19. maddesine de aykırıdır.
Yukarıda ifade edilen gerekçelerle, 5271 sayılı Kanun'un 268.
maddesinin itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının (a) bendinin, Anayasa'nın 2.,
19. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk
görüşüne katılmadık.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Erdal TERCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz istemine konu (3)
numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sulh ceza hâkimliğinin kararlarına
yapılan itirazların incelenmesi usulü düzenlenmektedir.
İtiraz usulünün etkili bir kanun yolu olarak değerlendirilebilmesi
için, öngörülecek kuralın "belirli" ve sanık haklarını yeterince
güvence altına alan bir içerikte bulunması gerekir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de konuya ilişkin kararlarında, etkili olmayan bir itiraz usulünün
"sözleşme" hükümleri ile bağdaşmayacağını ifade etmektedir.
Anayasa Mahkemesi, 3717 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun (halen
mülga) 10. maddesindeki "yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından
verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları
incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir."
şeklindeki kuralı Anayasa'ya aykırı görmemiş (Any. Mah.nin 4.7.2013 tarih ve
E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararı); keza 2004 sayılı Kanun'un "icra
mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim
veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme
itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla
dairesi bulunması halinde, numara olarak kendisini izleyen daireye,
son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi
bulunması halinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hakimi ile asliye
ceza mahkemesi hakiminin aynı hakim olması halinde ise en yakın asliye ceza
mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar
kesindir." şeklindeki kuralı Anayasa'ya aykırı bulmamıştır. (Any. Mah.nin
1.11.2012 tarih ve E.2011/64, K.2012/168 sayılı kararı) Ne var ki birinci
kararın incelenmesinde, itiraz istemine konu kuralla bir nebze benzerlik
bulunduğu ilk nazarda anlaşılmaktaysa da; Anayasa'ya aykırı görülmeyen o
kuralda (3713 sk. madde.10) "özgürlük hâkimi"nce verilen karara karşı
yapılacak itirazda diğer hangi "özgürlük hâkimi"nin görevli olduğu
belirtilmemekte ve işin doğası gereği (UYAP'daki tesadüfi sıraya göre) bu durum
sanık hakları yönünden esaslı bir güvence oluşturmaktadır. İkinci kararın
incelenmesinde ise "birden fazla Daire" şeklinde
teşkilatlanan icra mahkemeleri söz konusu olup, iptali istenen kural da
"koruma tedbirleri" olmayıp sadece "tazyik ve disiplin
hapsi" ile sınırlıdır. Oysa itiraz istemine konu kural tüm ülke çapında
teşkilatlanan "sulh hakimliklerini" düzenlemekte ve neredeyse tüm
koruma tedbirleri konusunda (telefon dinleme, teknik takip vb. hariç) büyük
yetkileri haiz olacak anılan mahkemelerin bu konularda verecekleri kararlara
vaki itirazlarda, yine hangi sulh hakimliğinin görevli olacağı hüküm altına
alınmaktadır. Sulh ceza hakimliklerinin "daire" şeklinde
teşkilatlanmayıp her birinin müstakil birer yargı yeri oldukları kuşkusuz
olduğuna ve "itiraz" üzerine diğer sulh hakimliklerinden hangisinin
görevli olacakları işin doğasına (UYAP sırasına) uygun şekilde
belirlenmediğine göre, bu durumun yukarıda işaret edilen mahkememiz
kararlarındaki kural ve olgularla paralellik göstermediği açıktır. Şu halde,
incelenen kuralın diğer kararlara konu kurallarla bir ayniyet ve benzerliğinin
bulunmadığı görülmektedir.
Açıklanan nedenlerle, sulh ceza hakimliği kararlarına yapılan
itirazların incelenmesinde, kural olarak "numara olarak kendisini
izleyen" sulh ceza hakimliğinin görevli olacağı ilkelerini
benimseyen kuralın, sanık hakları yönünden yeterince bir güvence sağlamadığı,
belirlilik (dolayısıyla hukuk devleti) ilkesi ile örtüşmediği, etkili bir kanun
yolu olarak nitelendirilemeyeceği, dolayısıyla Anayasa'nın 2. ve 36. maddeleri
uyarınca Anayasa'ya uygun düşmediği ve iptali gerektiği kanaatine vardığımdan;
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmadım.
KARŞIOY YAZISI
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 268. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının 6545 sayılı Kanun'un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b)
bentlerinde, sulh ceza hakimliği kararlarına karşı itirazların incelenmesi için
yetkili merciler düzenlenmiştir.
Düzenlemelere göre, sulh ceza hakimliklerinin kararları, itiraz
halinde yine sulh ceza hakimlikleri tarafından incelenecek olup, itiraz
mercilerinin hangileri olacağı da önceden belirlenmiştir. Ayrıca, ilk tutuklama
talebini reddeden sulh ceza hakimliğinin, tutuklama kararını itiraz mercii
olarak inceleyemeyeceği belirtilmiştir.
Ceza hukukunun temel kurumlarından olan itiraz kurumunun temel
amacı, bir hakim veya mahkeme tarafından verilen ve çoğunlukla temel hak ve
özgürlüklere müdahale eden veya sınırlayıcı sonuçları olan kararların, olaya
ilişkin değerlendirmeyi yapan ve belli bir kanaate ulaşan hakim veya mahkemeden
farklı bir gözle ve tarafsızlıkla bir kez daha gözden geçirilmesi, ilk hakim
veya mahkemenin kararından daha farklı bir sonuca ulaşılır ise o kararın kaldırılmasıdır.
İtiraz sonucu verilen kararlar kesindir. Bu nedenle itiraz
merciinin, en az ilk kararı veren hakim veya heyet kadar donanımlı, deneyimli
ve tarafsız olması gerekmektedir. Aynı düzeydeki yargı organları arasında
itirazen yapılan ve kesin sonuca bağlanan incelemelerin Anayasa'nın 2.
maddesinde belirtilen hukuk devleti, 36. maddesinde yer alan adil yargılanma
hakkı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi standartlarını
gözetecek şekilde yapılmasının sağlanması, yasa koyucunun görevidir. Nitekim
temyiz incelemesi bakımından da aynı evrensel esaslar geçerlidir. Türkiye henüz
taraf olmamakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 7. Protokolün
2. maddesinin 1. maddesinde, bir ceza mahkumiyeti alan herkesin, bu mahkumiyet
veya cezanın daha üst bir mahkemece incelenmesini isteme
hakkına sahip olacağı öngörülmüştür. Bir mahkumiyetin tekrar
incelenmesinin, tarafsız olmak koşuluyla, cezayı verenden daha üst bir
mahkemece incelenmesi, temyiz kurumunun mahiyeti icabıdır ve genel kabul gören,
evrensel bir ceza hukuku ilkesidir. Aynı mantığın ve tekrar inceleme kurumunun
niteliğinden kaynaklanan bu özelliğin, bir başka kanun yolu olan itiraz kurumu
bakımından geçerli olmadığı söylenemez.Hukukun evrensel ilkelerini Anayasa
hükümleri ile birlikte gözetmesi gereken yasa koyucunun bu konuda geniş bir
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 142. maddesinde yer
alan, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usullerinin kanunla düzenleneceği hükmünün, itiraz merciinin üst düzeyli yargı
organları varken, yasa koyucunun bunu istediği herhangi bir biçimde çözüme
bağlamakta takdir yetkisine sahip bulunduğu şeklinde anlaşılamayacağı açıktır.
Açıklanan nedenlerle düzenlemenin, Anayasa'nın 2., 36. ve 142.
maddelerine aykırı olduğu düşüncesindeyim.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvuruda bulunan sulh ceza hâkimi, E.2014/164 sayılı dosyamızdaki
itiraza konu dosyasında tutuklama talebini karara bağladıktan sonra, 5235
sayılı Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" başlıklı 10. maddesinin
Anayasa'nın 2., 19., 36., ve 37. maddelerine aykırılığı itirazında bulunmuştur.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Kanun'un 40. maddelerine göre,
mahkemeler sadece "bakmakta oldukları" davalarda uygulanacak kanun
hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir.
İlk incelemeye ilişkin kararımızın gerekçesinde, itiraz yoluna
başvuran mahkemenin tutuklama talebini karara bağladıktan sonra itiraz konusu
kuralın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmasına rağmen, tutuklama tedbiri
gibi önemli ve acil karar vermeyi gerektiren durumlarda "bakılmakta
olan dava" kavramının geniş yorumlanması gerektiği belirtilmektedir.
Ancak, Anayasa'nın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanun'un 40. maddesinde, önemli
ve acil durumlarda "bakılmakta olan dava" kavramının
geniş yorumlanmasına imkân veren bir hüküm bulunmamaktadır.
Anayasa'ya aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkimi,
tutuklama tedbiri konusunu karara bağlayarak dosyadan elini çektiğinden, önünde
çözülmesi gereken bir uyuşmazlık kalmamıştır. Bu durumda, Anayasaya aykırılık
itirazında bulunan sulh ceza hâkiminin elinde bakılmakta olan bir davanın
olduğundan söz edilemez.
İtiraza konu başvuru yapıldığında, Anayasa'ya aykırılık itirazında
bulunan mahkemenin önünde bakılmakta olan bir dava bulunmadığından, birleştirme
kararından önce E.2014/164 sayılı başvuru yönünden ilk inceleme sonucunda
verilen karara katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Anayasanın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddelerine göre, bir
davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak kanun hükümlerini Anayasaya
aykırı görürse, o hükümlerin iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir.
Başvuruda bulunan sulh ceza hâkiminin, sorgu için önüne gelen bir
iş sebebiyle sorgu evrakını karara bağladıktan sonra, 5235 sayılı Kanunun
"Sulh ceza hâkimliği" başlıklı 10. maddesinin; bu dosya ile
birleştirilen E.2014/174 sayılı dosyamızdaki itiraza konu dosyasında da, itiraz
yoluyla baktığı başvuruda itirazı karara bağladıktan sonra 5271 sayılı Kanunun
268. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin Anayasaya aykırılığı
itirazında bulunduğu anlaşılmaktadır.
Sulh ceza hâkiminin, Anayasa Mahkemesine başvuru kararlarını
almadan önce "sorgu işinin ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici
mesele yapılmayarak sorgu evrakı"nın ve "tutukluluğa itiraz işinin
ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici mesele yapılmayarak nöbet
evrakı"nın karara bağlandığı yönündeki gerekçeleri, Anayasanın 152.
maddesi ile 6216 sayılı Kanunun 40. maddesi gereğince Anayasaya aykırılık
itirazında bulunabilmek için hâlen bakılmakta olan bir davanın bulunması zorunluluğunu
kaldırmamakta ve anılan maddelerde, ivedi işler, mahkemenin "Anayasa
Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri" bırakacağı
yönündeki ilkenin istisnası olarak da belirlenmemektedir.
Her iki itiraza konu somut olaylarda, Anayasaya aykırılık
itirazında bulunan sulh ceza hâkimi, önündeki işleri sonuçlandırarak
dosyalardan elini çektiğinden, çözülmesi gereken bir uyuşmazlık kalmadığı gibi
buna bağlı olarak elinde herhangi bir dosya veya evrak da bulunmamaktadır. Bu durumda,
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği üzere, Anayasaya
aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkiminin elinde bakılmakta olan bir
davanın olduğundan söz edilemez (Benzer kararlar için bkz. 24/1/2001 tarihli ve
E.2001/11, K.2001/3 sayılı; 31/5/2012 tarihli ve E.2012/57, K.2012/85 sayılı;
1/11/2012 tarihli ve E.2011/64, K.2012/168 sayılı kararlar).
Bu sebeplerle, birleştirilen iki dosyaya konu başvurular
yapıldığında, Anayasaya aykırılık itirazında bulunan mahkemenin önünde
bakılmakta olan bir dava bulunmadığından, başvuruların yetkisizlik nedeniyle
ilk inceleme sonunda reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, esasa
geçilmesi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin
KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|