ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/126
Karar Sayısı : 2014/17
Karar Günü : 29.1.2014
R.G. Tarih-Sayı :
09.05.2014-28995
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İstanbul
22. İş Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 31.5.2006 günlü, 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'na, 13.2.2011 günlü,
6111 sayılı Kanun'un 52. maddesiyle eklenen geçici 36. maddenin birinci ve
ikinci fıkralarında yer alan “…bu maddenin yayımı tarihinden itibaren altı
ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla…” ibarelerinin Anayasa'nın 10.
maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'na muhalefetten yargılandığı kamu
davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi üzerine davacının,
gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin, 5510 sayılı Kanun'un geçici 36.
maddesi kapsamında borçlandırılması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna yaptığı
başvurunun, Kanun'un yayımı tarihinden itibaren başlayan altı aylık süresi
içinde yapılmadığı gerekçesiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan
davada, itiraza konu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu kanaatine varan
Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
Kanun'un itiraz konusu kuralları da içeren geçici 36.
maddesi şöyledir:
“13/5/1971 tarihli ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca
kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle
yakalanan veya tutuklananlardan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu
12 Eylül 1980 tarihinden itibaren haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya
beraatlerine karar verilenlerin, gözaltındaveyatutuklulukta geçensüreleriiçin
kendilerininyada hak sahiplerinin bu durumlarını belgeleyerek bu
maddenin yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması
kaydıyla, gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri, talep tarihinde 82
nci maddeye göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının % 32'si
üzerinden hesaplanacak primlerinin; bu durumlarından dolayı dava açıp tazminat
alanların borcun tebliğ tarihinden itibaren altı ay içerisinde kendilerince
veya hak sahiplerince, tazminat almamış olanların ise Hazinece ödenmesi
suretiyle borçlandırılır. Bu şekilde borçlanılan süreler Kanunun 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında prim ödeme gün sayısı olarak
değerlendirilir. Ancak, sigortalılık başlangıç tarihinden önceki borçlanılan
süreler sigortalılık başlangıç tarihini geriye götürmez.
5434 sayılı Kanuna tabi çalışmakta iken 1402 sayılı Sıkıyönetim
Kanunu uyarınca kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlar
nedeniyle yakalanan veya tutuklananlardan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime
el koyduğu 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren haklarında kovuşturmaya yer
olmadığına veya beraatlerine karar verilenlerin, herhangi bir nedenle hizmet
sayılmayan gözaltında veya tutuklulukta geçen süreleri, kendileri veya hak
sahiplerinin bu durumlarını belgeleyerek bu maddenin yayımı tarihinden
itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla, gözaltına alındığı
veya tutuklandığı tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık derece ve
kademesinin talep tarihindeki katsayılar ve emeklilik keseneğine esas aylığın
hesabına ait diğer unsurlar ile kesenek ve karşılık oranları esas alınmak
suretiyle hesaplanacak borçlanma tutarının altı ay içerisinde kendilerince veya
hak sahiplerince ödenmesi halinde hizmet sürelerine eklenir. Borçlanılan
süreler 5434 sayılı Kanunun geçici 205 inci maddesine göre yaş tespitinde
dikkate alınmaz.
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar, kendi
sigortalılıklarından dolayı sosyal güvenlik kanunlarına göre gelir veya aylık
bağlanmış olanlar ile birinci ve ikinci fıkra kapsamında sayılan sözkonususüreleriherhangi birşekildesigortalılıkhizmeti
olarak değerlendirilmiş olanlar bu madde uyarınca borçlanamazlar. Sosyal
güvenlik kanunlarına göre gelir veya aylık bağlanmayan ya da toptan ödeme
yapılmak suretiyle hizmetleri tasfiye edilenlerden borçlanacakları bu süreler
ile birlikte emekli veya yaşlılık aylığına veya gelire hak kazanacak olanlara,
geçmişe yönelik aylık ve farkı ödenmez. Bu maddenin birinci ve ikinci fıkrası
kapsamında borçlandırılan süreler emekli ikramiyesi hesabında dikkate alınmaz.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye
Kurum yetkilidir.”
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa
Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa'nın 10. maddesine dayanılmış,
Anayasa'nın 2. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri
NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL,
Zühtü ARSLAN ve M. Emin KUZ'un katılımlarıyla 11.12.2013 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesine göre,
mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun
hükmünde kararname kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o
hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu
kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde
yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali
istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak
yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde
veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte
bulunan kurallardır.
Başvuru kararında, 5510 sayılı Kanun'a, 6111 sayılı Kanun'un 52.
maddesiyle eklenen geçici 36. maddenin ikinci fıkrasında yer alan “...bu
maddenin yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması
kaydıyla...” ibaresinin de iptali istenilmektedir. Anılan ikinci
fıkranın uygulanabilmesi için 1402 sayılı Kanun'a muhalefet nedeniyle
gerçekleşen yakalama veya tutuklama esnasında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanunu'na tabi olmayı gerektiren bir görevde bulunulması
gerekmektedir. Davacının ise 5510 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce ve
aynı zamanda 1402 sayılı Kanun'a muhalefet nedeniyle gözaltına alınarak
tutuklandığı sırada, 5434 sayılı Kanun'a tabi bir hizmeti bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun'un geçici 36. maddesinin ikinci fıkrası, davada
uygulanacak kural değildir.
Bu nedenlerle, 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Kanunu'na, 6111 sayılı
Kanun'un 52. maddesiyle eklenen geçici 36. maddenin;
A- İkinci fıkrasında yer alan “...bu maddenin yayımı
tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla...”ibaresinin,
itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı
bulunmadığından, bu ibareye ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- Birinci fıkrasında yer alan “...bu maddenin
yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla...”ibaresinin
ESASININ İNCELENMESİNE, M. Emin KUZ'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Yunus Emre YILMAZOĞLU
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, Kanun'da öngörülen borçlanma imkânından
yararlanabilmenin Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı aylık süre
içinde başvurulması koşuluna bağlanmasının, sıkıyönetim mahkemelerinin görev
alanına giren bir suç nedeniyle, Kanun'un yayım tarihini izleyen altı aylık
süre içinde henüz yargılaması tamamlanmamış olanların bu imkândan
yararlanamamalarına neden olduğu, bu durumun ise eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi
nedeniyle itiraz konusu kural, Anayasa'nın 2. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
Kanun'un geçici 36. maddesinin itiraz konusu ibarenin de yer
aldığı birinci fıkrasıyla, 1402 sayılı Kanun uyarınca kurulan sıkıyönetim
mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle yakalanan ya da tutuklanan
kişilerin, gözaltında veya tutuklulukta geçirdikleri süreleri, Kanun'da
öngörülen yöntemle borçlanmalarına imkân sağlanmaktadır. İlgililerin bu maddede
öngörülen borçlanma imkânından yararlanabilmesi için yakalama ya da
tutuklamanın, 1402 sayılı Kanun uyarınca kurulan sıkıyönetim mahkemelerinin
görev alanına giren bir suç nedeniyle gerçekleşmiş olması ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu 12.9.1980 tarihinden itibaren haklarında
kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmiş bulunması koşulları
aranmaktadır. Borçlanma taleplerinden doğan uyuşmazlıklara ilişkin Yargıtay uygulamasında,
sadece beraat ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararlar değil,
mahkûmiyetle sonuçlanmamış her türlü karar bu kapsamda değerlendirilmektedir
(Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 18.3.2013 günlü, E.2013/359, K.2013/5041 sayılı
kararı). Sosyal Güvenlik Kurumunun da geçici 36. maddeye ilişkin uygulaması
aynı yöndedir.
Dava konusu kuralla, Kanun'un geçici 36. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen borçlanma imkânından yararlanılabilmesi altı aylık hak
düşürücü süreye bağlanmakta ve bu sürenin, Kanun'a, 6111 sayılı Kanun'un 52.
maddesi ile eklenen geçici 36. maddenin yürürlüğe girdiği 25.2.2011 tarihinden
itibaren başlayacağı öngörülmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan,
bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız
yargı denetimine bağlı olan devlettir. Kanunların kamu yararının sağlanması
amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi
ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu
nedenle, kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir
yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için
söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür.
Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı
işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına
gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
Yargıtay ve Sosyal Güvenlik Kurumu uygulamaları da dikkate
alındığında, geçici 36. maddenin birinci fıkrasında, sıkıyönetim mahkemelerinin
görev alanına giren bir suç nedeniyle yakalanan ve tutuklananlardan, hakkında
kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmayanlara, gözaltında ya da tutuklulukta
geçen süreleri borçlanma imkânının getirildiği anlaşılmaktadır.
Kanun koyucu, yasal düzenlemeler yaparken belli hak düşürücü
süreler öngörebilir. Bu itibarla, kanun koyucunun, Kanun'un geçici 36.
maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen borçlanma imkânından
yararlanılabilmesini altı aylık hak düşürücü süreyle sınırlamış olmasında
Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Geçici 36. madde ile getirilen borçlanma hakkı, uygulamada
gelişen yönüyle sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren bir suç
nedeniyle yargılanmakla birlikte hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı
bulunmayan herkese tanınan bir hak niteliğindedir. Ancak, Kanun'un geçici 36.
maddesinin birinci fıkrasında öngörülen borçlanma imkânından yararlanılabilmesi
için getirilen altı aylık sürenin başlangıcında Kanun'un yürürlüğe girdiği
tarihin esas alınması, sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren bir suç
nedeniyle yargılanıp hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmama
bakımından özdeş durumdaki kişiler arasında farklı uygulama yapılmasına neden
olmakta ve hakkındaki ceza kovuşturması söz konusu altı aylık sürenin dolduğu
tarihten sonra sona erenlerin bu haktan yararlanmaları imkânsız hale
gelmektedir. Bir başka ifadeyle, kanunda öngörülen süreden önce “aynı
durumda olup aynı şartları sağlayanlar” borçlanma hakkından yararlanmaktayken,
kendi iradeleri dışında ve yargılamanın daha uzun sürmesi nedeniyle kanunda
öngörülen şartları itiraz konu ibare ile öngörülen süreden sonra sağlayanlar bu
imkândan yoksun kalmaktadır.
Haktan yararlanabilme yönünden kanunda aranılan diğer şartları
taşıdığı hâlde, hakkındaki yargılama henüz kesin hükümle sonuçlanmamış
kişilerin başvurmalarına engel teşkil edecek biçimde, altı aylık başvuru
süresinin kanunun yürürlük tarihinden itibaren işlemeye başlamasının
öngörülmesi adalete ve hakkaniyete uygun düşmediği gibi eşitlik ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe
katılmamıştır.
VI- SONUÇ
31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu'na, 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Kanun'un 52. maddesiyle
eklenen geçici 36. maddenin birinci fıkrasında yer alan “…bu maddenin
yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla…” ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, M. Emin KUZ'un karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA, 29.1.2014 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
Zühtü
ARSLAN
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Anayasanın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddelerine göre, bir
davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak kanun hükümlerini Anayasaya
aykırı görürse, o hükümlerin iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir.
Başvuruda bulunan mahkemenin, 5510 sayılı Kanunun geçici 36.
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında geçen “… bu maddenin yayımı
tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması kaydıyla…”
ibarelerinin Anayasaya aykırılığı itirazında bulunması üzerine, Anayasa
Mahkemesi ikinci fıkranın davada uygulanacak kural olmadığını belirterek, bu
fıkrada geçen ibareye ilişkin başvurunun reddine; ilk fıkrada geçen aynı ibare
bakımından ise esasa geçilmesine karar vermiştir.
Geçici 36. madde, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca kurulan
sıkıyönetim mahkemelerinin görev alanına giren suçlar nedeniyle yakalanan ve
tutuklananlardan, 12 Eylül 1980'den sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilenlerin gözaltında veya tutuklulukta geçen sürelerinin
borçlanılarak emeklilik sürelerinde değerlendirilmesine imkân sağlamaktadır.
İtirazda bulunan mahkeme, 1402 sayılı Kanuna muhalefetten açılan
ceza davasında zamanaşımı sebebiyle hakkındaki davanın düşürülmesine karar
verilen davacının, gözaltında ve tutuklulukta geçen sürelerinin
borçlandırılmasına ilişkin talebinin idarece reddi üzerine açtığı davada,
uygulanacak kural olduğunu ileri sürdüğü geçici 36. maddede yer alan yukarıdaki
ibarelerin Anayasaya aykırılığını iddia etmiştir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, geçici 36. madde ile getirilen
imkândan faydalanılabilmesi için öngörülen şartlardan biri de, 1402 sayılı
Kanun uyarınca yakalanan ve tutuklananlar hakkında 12/9/1980 tarihinden
itibaren “kovuşturmaya yer olmadığı” veya “beraat” kararı verilmesidir. 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda açık bir şekilde tanımlanan bu kararlar
“düşme” kararından tamamen farklıdır. 5271 sayılı Kanunda, kovuşturma evresi
sonunda verilebilecek diğer kararlar da düzenlenmektedir. Geçici 36. madde
benzeri düzenlemelerin kapsamının ve düzenleme ile getirilen imkânlardan
yararlanacak olanlara ilişkin şartların belirlenmesinde kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunduğundan, düzenlemede bu kararların bir bölümüne veya tamamına yer
verilmesi mümkündür. Örneğin denetimli serbestlikle ilgili düzenlemede
“soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda
beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi
halinde” demek suretiyle daha geniş kapsamlı bir saymanın tercih edildiği
görülmektedir. Bu itibarla, geçici 36. maddede 5271 sayılı Kanunun 223.
maddesine göre yargılama sonunda verilebilecek kararlardan sadece “beraat”
kararına yer verilmesinin hata veya unutmadan kaynaklandığının veya örnek verme
amaçlı olduğunun, dolayısıyla davasının düşmesine karar verilen kişilerin de
beraat etmiş gibi değerlendirilerek geçici 36. madde hükmü kapsamında
bulunduklarının kabul edilmesi yerinde değildir.
Anayasaya aykırılık itirazında bulunma yetkisi bakımından ilk
derece mahkemesinden farklı bir durumda olmayan Yargıtayın ilgili hukuk
dairesinin, 5510 sayılı Kanunda geçen beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı
kararlarını geniş yorumlayarak mahkûmiyetle sonuçlanmamış her türlü kararı bu
kapsamda değerlendirmesi de Anayasaya aykırılık itirazının incelenmesine esas
alınmış ve hakkındaki ceza davası zamanaşımı sebebiyle düşürülen kişinin durumu
beraat etmiş gibi kabul edilmiştir. Yasama organının, haklarında kovuşturmaya
yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerle sınırlı olarak tanıdığı borçlanma
hakkını, haklarındaki dava bunların dışında bir kararla sona eren kişileri de
kapsayacak şekilde yorumlamak kuşkusuz yorum yetkisini aşar.
Diğer taraftan, bir kuralın kapsamında yer almayan kişiler
tarafından açılan davalarda kişinin kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle red
kararı verileceği için kuralın bu anlamda davada uygulanacak hüküm olduğu
düşünülebilirse de, bu durumda kişilerin, kapsamında olmadıkları kanun
hükümlerinin Anayasaya aykırılığını iddia edebileceklerinin kabulü gerekir ki
Anayasanın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddelerindeki “davada uygulanacak
hüküm”den anlaşılması gereken bu olmamalıdır.
Nitekim bu davada da, ikinci fıkrada geçen ve Anayasaya aykırılığı
ileri sürülen ibareye ilişkin başvuru, ilgili kişinin tutuklandığı sırada 5434
sayılı Emekli Sandığı Kanununa tâbi olmayı gerektiren bir görevde bulunmaması
sebebiyle itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulanacak kural olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. İlgilinin her iki
fıkranın da kapsamında bulunmamasına rağmen, ikinci fıkranın davada uygulanacak
kural olmadığı gerekçesiyle ilk inceleme safhasında esasa geçilmesi
reddedilirken, birinci fıkrada geçen ibarenin esasının incelenmesinde isabet
bulunmadığını düşünüyorum.
Bu sebeplerle, ilk fıkradaki mezkûr ibarenin de davada uygulanacak
kural olmadığı ve buna ilişkin başvurunun da reddine karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle, esasa geçilmesi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
5510 sayılı Kanunun geçici 36. maddesinin ilk fıkrasındaki “… bu
maddenin yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde talepte bulunması
kaydıyla…” ibaresinin Anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiştir.
Kararda, geçici 36. madde ile getirilen borçlanma imkânından
yararlanılabilmesi için belirlenen altı aylık sürenin başlangıcında Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihin esas alınması sebebiyle, yargılaması süre dolduktan
sonra sona erenlerin bu haktan yararlanmalarının imkânsız hâle geldiği,
dolayısıyla Kanunda öngörülen şartları kendi iradeleri dışında ve yargılamanın
daha uzun sürmesi nedeniyle öngörülen süreden sonra sağlayanların bu imkândan
yoksun kaldıkları belirtilmiştir.
Anılan madde, sıkıyönetim mahkemelerinin görevine giren suçlar
nedeniyle yakalanan ve tutuklananlardan, 12/9/1980'den sonra haklarında
kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin gözaltında veya
tutuklulukta geçen sürelerinin borçlanılarak emeklilik sürelerinde
değerlendirilmesine imkân sağlamaktadır.
Primi ödenmemiş geçmiş sürelerin kanunla öngörülen şartlarla
sigortalılık süresinden sayılmasına imkân veren hizmet borçlanmaları hukukî
niteliği itibariyle malî affa benzemektedir. Bu bakımdan, hizmet borçlanması
yasama organının kanunla buna imkân vermesi kaydıyla ve borçlanmanın kapsamı
ile şartlarının kanunla belirlenmesi suretiyle mümkün olmaktadır. Bu
nitelikleri itibariyle, hizmet borçlanmasından yararlanacak kişilerin talepte
bulunmaları için yasama organı tarafından süre sınırlamaları öngörülmektedir.
Anayasada düzenlenen temel hak ve hürriyetler arasında af gibi
imkânlardan yararlanma şeklinde bir hak bulunmadığından, hizmet borçlanmaları
da kişiler için bir hak değil, yasama organının getirdiği bir lütuf ve
atıfettir. Bu itibarla, kanunla belirlenen başvuru süreleri ve hizmet
borçlanmasından faydalanma şartları yasama organının takdir yetkisi içinde
kalan konulardır. Anayasa Mahkemesi de affın kapsamının belirlenmesi konusunda,
“belirtilen konulara ilişkin yasaların uygulanma tarihinin saptanmasında
yasakoyucunun Anayasal ilkelere bağlı kalmak koşuluyla takdir hakkı olduğunun
kabulü gerekir” demektedir(18/7/2001 tarihli ve E.2001/4, K.2001/332 sayılı
Karar).
Kararda, itiraz konusu kuralın sıkıyönetim mahkemelerinin görevine
giren suçlar nedeniyle “yargılanıp hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı
bulunmama bakımından özdeş durumdaki kişiler arasında farklı uygulama
yapılmasına” neden olduğu için adalete ve hakkaniyete uygun düşmediği ve
eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilmektedir.
Oysa itiraz konusu ibareyi içeren maddenin yayımlandığı 25/2/2011
tarihinden önce veya bu tarihten itibaren altı ay içinde haklarında
kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenler ile başka bir karar
verilenlerin yahut henüz karar verilmeyenlerin aynı hukukî durumda oldukları
söylenemez. Eşitlik ilkesi hukukî durumları aynı olanlar için söz konusu
olduğundan, farklı hukukî durumlarda bulunan bu kişiler arasında ortaya çıkan
farklılığın eşitlik ilkesine aykırı olduğundan söz edilemez. Kararda ayrıca
itiraz konusu kuralla getirilen imkândan yararlanma şartları bakımından oluşan
farklılığın kişilerin kendi iradeleri dışında ortaya çıktığı belirtilmekte ise
de, kişilerin hukukî durumları arasındaki farklılıkların iradî olup olmamasının
eşitlik ilkesi bakımından bir öneminin bulunmadığı açıktır. Bu sebeple itiraz
konusu kuralda eşitlik ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Kanunda öngörülen şartları taşımayanların bir süre
sonra bu nitelikleri kazanma ihtimalinin bulunması sebebiyle kuralın eşitlik
ilkesine aykırı olduğuna hükmetmek, bu tür düzenlemelerin geçici hükümlerle
değil, belirli bir süre sınırı veya sürenin başlangıcı için bir tarih
belirlemeden sürekli hükümlerle yapılması gerektiği anlamına gelir. Oysa bu
düzenlemelerle getirilen imkânların süreklilik kazanmaması, sosyal güvenlik
sistemi ve malî disiplin açısından önem taşıdığı gibi geçici düzenlemelerle
getirilen imkânlardan faydalanmak isteyenler için belirli bir başvuru süresi
öngörülmesi hukukî belirlilik ve güven ilkeleri ile istikrar bakımından da
önemlidir. İtiraz konusu kural yukarıda açıklanan sebeplerle eşitlik ilkesine
de, adalet ve hakkaniyete de aykırı değildir.
İtiraz konusu kuralın Anayasaya aykırılığı itirazının temelini,
geçici 36. maddenin, öngörülen süre içinde haklarında kovuşturmaya yer olmadığı
veya beraat kararı verilmeyenleri kapsamaması, başka bir ifadeyle eksik
düzenleme oluşturmaktadır.
Kanun koyucunun bir konuyu düzenlerken, benzer durumdaki bazı
kişileri düzenleme kapsamına almamasının ve bunlar arasında farklı uygulamalara
sebep olabilecek bir düzenleme eksikliği bırakmasının veya isterse getirebileceği
bir kuralı getirmemesinin iptal nedeni sayılamayacağı yönündeki Anayasa
Mahkemesi kararlarında da (24/11/1987 tarihli ve E.1987/24, K.1987/32 sayılı
Karar; 18/1/1989 tarihli ve E.1988/3, K.1989/4 sayılı Karar)belirtildiği üzere,
bu hususlar kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. Buna göre, özde Anayasaya
aykırı düşmeyen bir kuralın uygulama alanının genişletilmesi amacı ile iptal
isteminde bulunulamayacağı gibi kişiler arasında farklı uygulamaya sebep olduğu
ileri sürülen eksik düzenlemenin, hükmün iptali ile değil, diğerlerine de aynı
hakkı tanıyan yasama tasarruflarıyla düzeltilmesi Anayasaya uygun olacaktır.
Anayasa Mahkemesi, eksik düzenleme sonucunda eşitlik ilkesine aykırılık
oluşması hâlinde kuralı Anayasaya aykırı bulmakta ise de,itiraz konusu kuralda
eşitlik ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
Anayasanın 153. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesinin
bir kanun hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir
uygulamaya yol açacak şekilde hüküm tesis edemeyeceği belirtilmektedir.
İtiraz konusu ibarenin iptali, anılan madde ile getirilen
borçlanma imkânının, yasama organının öngördüğü şartları taşımayanlara da
tanınması sonucunu doğurmaktadır. Böylece, düzenlemenin kapsamı kanun koyucunun
öngörmediği ölçüde ve yeni bir uygulamaya yol açacak şekilde genişletilmiş
olmaktadır.
Bu sebeplerle, itiraz konusu kurala yönelik iptal talebinin
reddine karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden, iptal yönündeki çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.