"...
I-
İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava
dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“II.
İPTALİ İSTENEN MADDELERİN ANAYASAYA AYKIRILIK GEREKÇELERİ
İptali
istenen maddelerin Anayasaya aykırılık gerekçelerine yer verilmeden önce
Parlamentonun ortaya çıkışı, hukuk sistemleri ve diğer ülkelerdeki Sayıştaylar
ile T.C. Sayıştayının Anayasal konumu ve işlevleri hakkında genel açıklamalara
yer verilmesi uygun olacaktır.
Parlamento
ve Bütçe Hakkı
Parlamentolar,
savurgan ve keyfi harcamalarda bulunan yürütme makamlarına karşı vergi
mükelleflerinin temsilcileri olarak doğmuş ve bu işlevlerini kabul ettirerek
var olabilmişlerdir. Günümüzün temsili demokrasilerinin temelinde, halkın
temsilcilerinin kamu gelir ve giderlerinin saptanmasında söz ve karar sahibi
olabilmek için yürütme makamlarına karşı sürdürdükleri mücadele yatmaktadır.
Klasik
örneği, 1215 yılında İngiltere Kralı Yurtsuz Jonh ile Papa III. Innocent ve
baronlar arasında imzalanan Büyük Özgürlükler Sözleşmesi (Magna Carta
Libertatum)'dir. İktidar odağı egemenler arasında imzalanan sözleşmenin temel
özelliği, kralın sorgulanamaz kabul edilen yetkilerinin sınırlandırılması ve
vergi toplama yetkisinin ise Kilise ile baronların ortak kararına
bağlanmasıdır. Bu kararı alacak olan heyet parlamentonun ilk nüvesidir.
İlk
nüvenin uç vererek parlamentonun ortaya çıkmasıyla birlikte İngiltere'de 1628
yılında Petition of Rights ile dolaysız vergilerin, 1688 yılında Bill of Rights
ile bütün vergi, harç ve resimlerin ihdası Parlamentonun kabulü şartına
bağlanmış; 1665 yılında ise kamu gelirlerinin harcanması Parlamentonun
kontrolüne tabi kılınmıştır.[1]
Halkın
siyasal bir aktör olarak sürece dahil olması, Fransız Ulusal Meclisinin 26
Ağustos 1789 tarihinde açıkladığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi
(Declaration des Droits de I'Homme et du Citoyen) ile gerçekleşmiştir. Söz
konusu Bildirgenin 13 üncü ve 14 üncü maddelerinde, tüm yurttaşların bizzat ya
da temsilcileri aracılığıyla, yurttaşların tamamından olanakları ölçüsünde eşit
olarak alınacak vergilerin cinsini, miktarını, matrahını, tahakkuk biçim ve
tahsil sürelerini belirlemeğe, vergi gelirlerinin kullanılmasını gözlemeğe
hakları olduğu belirtildikten sonra; 15 inci maddesinde aynen, “Toplumun tüm
kamu görevlilerinden, görevleriyle ilgili olarak hesap sorma hakkı vardır.”
denilmiştir. Bildirgenin ülkemiz gündemi açısından bir başka önemli özelliği
ise Bildirgenin 16 ncı maddesinde, “Hakların güven altına alınmadığı, kuvvetler
ayrılığının yapılmadığı bir toplumda Anayasa/hukuk yoktur.” denilmiş olmasında
yatmaktadır.
Sayıştaylar
ise, parlamentoların ortaya çıkarak “bütçe hakkı”nın parlamentolara geçmesiyle
birlikte yürütmeye bütçe kanunlarıyla tahsis edilen kaynakların parlamento
adına denetlenmesi ihtiyacından doğmuş uzman kuruluşlardır.
Hukuk
Sistemleri ve Devlet Örgütlenmesi
Dünya
uygulamasına bakıldığında Dünyada Kıta Avrupa'sı ve Anglo – Sakson olmak üzere
iki farklı hukuk sistemi, buna dayalı olarak da iki farklı devlet örgütlenmesi
ve iki farklı Sayıştay tipi bulunmaktadır.
Sanayi
Devrimi İngiltere'de başlamıştır. Sanayileşme sürecine sonradan katılan
özellikle Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeler, İngiliz sanayi mamullerinin
rekabeti karşısında korumacı politikalara yönelmek zorunda kalmışlar ve
endüstriyel dönüşümün gerçekleştirilerek İngiliz sanayi mamulleriyle rekabet
edebilir bir ekonominin kurulması görevini devlete vermişlerdir.
Devlete
verilen bu görev, özel hukuk – kamu hukuku ayrımına dayanan Roma Hukuku
geleneği ile birleşerek Kıta Avrupa'sı hukuk sistemini ortaya çıkarmıştır. Buna
göre, yurttaşlar arasındaki (eşitler arası) uyuşmazlıklarda özel hukuk,
yurttaşların kamuyla ve kamu kuruluşlarının birbirleriyle olan (kamunun ve
dolayısıyla kamu yararının üstün olduğu) uyuşmazlıklarda ise kamu hukuku
kurallarının uygulanması öngörülmüştür. Özel hukuk – kamu hukuku ayrımından,
adli yargı – idari yargı ayrımı doğmuş ve adli yargının meslekten yargıçlar
tarafından, idari yargının ise, üst düzey idari görevler yürüten veya bu
görevlerden gelen kamu hizmeti bilgi ve deneyimine sahip yüksek memurlar
tarafından yürütülmesi esası benimsenmiştir.
Devlete
teknolojik dönüşümün gerçekleştirilerek kalkınmanın sağlanması görevinin
verilmesi ve hukukun yazılı metinlerden oluşması, erken dönemde “Kameralizm”
olarak Prusya'da, sonrasında ise Fransa'da kamu hukuku çizgisinde ilerleyen ve
siyaset bilimi ile kesişen yönetim bilimi kürsülerinin doğmasına yol açmıştır.
Üniversitelerin
bu kürsülerinde, kamu hizmetlerinin kapsam ve nitelikleri ile verimli ve etkin
yürütülmesini sağlayacak teşkilatlanma modelleri, hizmet üretme süreçleri ve
personel istihdam sistemleri konularında bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Bu
çalışmalar bir yandan siyasal karar organlarına (yasama ve yürütme) hukuk
oluşturma sürecinde kaynaklık ederken, diğer yandan idari yargının doktriner
esasta gelişmesini sağlamıştır.
Kamu
hizmetlerinin kapsam ve niteliği yanında verimli yürütülmesinin esas ve
usulleri, siyasal karar organları tarafından kanun, tüzük ve yönetmeliklerde en
ince ayrıntısına kadar düzenlenerek yazılı hukuk metinleri haline getirilmiş ve
kamu hizmetlerinin verimli ve kamu yararına yürütülmesine güvence oluşturmak
üzere ise liyakat, uzmanlık ve kariyer ilkelerine dayanan ve tarafsız çalışması
güvence altına alınan personel sistemleri öngörülmüştür. Nitekim, bu ilke İnsan
ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 6 ncı maddesinde, “Tüm yurttaşlar yasa önünde
eşit olduklarından, yeteneklerine göre her türlü kamu görevi, rütbe ve mevkiine
eşit olarak kabul edilirler, bu konuda yurttaşlar arasında erdem ve
yeteneklerinden başka bir ayırım gözetilmez.” biçiminde yer almıştır.
Hukukun
siyasal karar organları tarafından oluşturulması; kamu örgütü, kamu hizmeti ve
kamu faaliyetleri ile bunların teşkilatlanma, çalışma ve yürütülme süreçlerinin
anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve genelgelerle en ince ayrıntısına kadar
yazılı hukuk metinleri haline getirilmesi; kamu hukuku – özel hukuk ayrımına
dayalı olarak idari yargı – adli yargı ayrımına gidilmesi; özel çıkara karşı
kamu yararının üstün tutulması ve Sayıştaylara kamunun mali hesap ve işlemleri
üzerinde yargı yetkisi tanınması Kıta Avrupa'sı hukuk sisteminin temel
özellikleridir.
Hukukun
örf ve adetlerle mahkeme içtihatlarından oluştuğu Anglo – Sakson hukuk sistemi
ise yargı birliğine dayanır. Kamu hukuku – özel hukuk, idari yargı – adli yargı
ayrımı ve Sayıştayların yargı yetkisi yoktur. Kamu yararına üstünlük tanınması
söz konusu değildir. Mahkemelerde davacı iddiasını ispatla yükümlüdür ve
hakimin gerçeği araştırma gibi bir yetki ve sorumluluğu bulunmamaktadır.
Sayıştaylar
Ülkelerin
tabi oldukları hukuk sistemine göre Dünya'da “yargı tipi” ve “ofis tipi” olmak
üzere iki farklı tür Sayıştay bulunmaktadır. Sayıştaylara, yürütmenin yasamaya
hesap verme sorumluluğu çevriminde ülkelerin tabi oldukları hukuk sistemine
göre farklı görev ve işlevler yüklenmiştir.
Fransa,
Belçika, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan gibi Kıta Avrupa'sı hukuk
sisteminin geçerli olduğu ülkelerin “yargı tipi” Sayıştaylarının başlıca iki
görevi vardır. Birincisi, Parlamentonun yürütmeye bütçe kanunlarıyla tahsis
ettiği kamu fonlarının parlamento adına denetlenmesi ve bütçe uygulama
sonuçlarının parlamentoya raporlanması; ikincisi ise, yürütmenin bütçe
ödeneklerini teslim ettiği kamu görevlilerinin hesap ve işlemlerinin önceden
belirlenmiş kurallara (mali mevzuata) uygunluğunun hesap yargılaması yoluyla
karara bağlanmasıdır.
İngiltere,
ABD, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, İsveç gibi Anglo – Sakson hukuk
sisteminin geçerli olduğu ülkelerin “ofis tipi” Sayıştayları ise, Parlamentonun
bütçe kanunlarıyla yürütmeye tahsis ettiği kaynakların denetimi ve denetim
bulguları ile bütçe uygulama sonuçlarının parlamentoya raporlanması görevlerini
yapmaktadır.
Sayıştaylar
arasında hukuk sisteminden kaynaklanan bu farklılık, örgütlenme modelinden
denetim metodolojisine uzanan bir dizi farklılığa yol açmıştır. Kıta Avrupa'sı
hukuk sisteminin yargı tipi Sayıştaylarında, yüksek mahkemeler esas alınarak
Sayıştayın işleyişinden sorumlu başkan, idari görevlerinde başkana yardımcı
olan genel sekreter ve karar organı olarak yargısal kurullar şeklinde bir
örgütlenmeye gidilirken; Anglo – Sakson hukuk sisteminin ofis tipi
Sayıştaylarında ise hizmet kuruluşları esas alınarak Sayıştayın
faaliyetlerinden sorumlu başkan ve başkanlığı altındaki denetçilerle fiilen
denetim faaliyeti yürüten başkan yardımcılarından oluşan monokratik (tekçi)
örgütlenme modeli benimsenmiştir.
Almanya,
Hollanda, Slovakya gibi ülkelerin Sayıştayları ise yargı yetkisine sahip
olmamakla birlikte, mahkemeler gibi kurullar şeklinde teşkilatlandıklarından
ara model durumundadırlar. Avrupa Birliği Sayıştayı'nın (European Court of
Auditors) adında “court” (mahkeme) sözcüğü yer almasına rağmen, yargı yetkisi
bulunmamakta, court sözcüğü Sayıştay kararlarının mahkemeler gibi kurullar
tarafından alınmasına vurgu yapmaktadır.
Kıta
Avrupa'sı ülkelerinin “yargı tipi” Sayıştayları, hesap ve işlemleri yargılama
yetkisine sahip olduğundan, bunlarda hukuka uygunluğu saptamaya elverişli
denetim yöntem ve teknikleri öne çıkarken; Anglo – Sakson ülkelerinin “ofis
tipi” Sayıştaylarında ise işletmecilik ilkelerine uygunluğu araştırmaya yönelik
denetim metodolojileri önem taşımaktadır.
Bu
farklılıklarla birlikte ister yargı tipi, ister ofis tipi olsun tüm
Sayıştayların ortak özellikleri vardır. Bu özelliklerin başında, Sayıştayların
ve mensuplarının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile denetimin nasıl yapılacağı ve
Sayıştayın parlamentoya sunacağı raporlar hakkında son sözü söyleme yetkisinin
Sayıştayların en üst ve en yetkili karar organında olması gelmektedir. En üst
ve en yetkili karar organı “ofis tipi” Sayıştaylarda başkan; “yargı tipi”
Sayıştaylar ile yargı yetkisi olmamakla birlikte mahkemeler gibi kurullar
şeklinde teşkilatlanan Sayıştaylarda ise başkan ve üyelerin tamamından oluşan
genel kuruldur.
Ofis
tipi Sayıştayların işletmecilik ilkelerine uygunluğu araştırmaya yönelik
denetim metodolojisinin amacın gerçekleşmesinde yetersiz ve etkisiz kalması
üzerine, “performans denetimi” olarak nitelendirilen yeni bir denetim türü ve
metodolojisi ortaya çıkmıştır.
Performans
denetimi, çoğu ülkede kamu kesiminin ekonomi içinde ağırlığının artarak kamusal
fonların özel kesimin kullanabileceği kaynaklar üzerinde baskı yaratması
üzerine 1970'lerde kendiliğinden başlamış; yetki veren yasal düzenlemeler fiili
duruma hukuksallık kazandırmak amacıyla sonradan gelmiştir. Örneğin,
İngiltere'de performans denetimi 1970'lerin sonlarında başlamakla birlikte,
yoğunlaşması 1983 yılında Ulusal Denetim Yasası (National Audit Act) ile yetki
verilmesinden sonra olmuştur. Performans denetiminin süreç içinde ofis tipi,
yargı tipi ayrımı olmaksızın tüm Sayıştaylarda yaygınlaştığı gözlenmektedir.
Denilebilir
ki günümüzde “ofis tipi”, “yargı tipi” Sayıştay ayrımı devam etmesine rağmen;
Sayıştaylar tarafından parlamento adına yapılan yüksek denetimin metodolojisi
arasında fark kalmamıştır.
Bu
noktaya gelinmesinde iki faktör belirleyici olmuştur. Bunlardan birincisi,
Sayıştayların uluslararası ve bölgesel düzeyde örgütlenmeleri; ikincisi ise
2001 yılında patlak veren “Enron Skandalı”nın sonuçlarının mali denetim
metodolojisinde yol açtığı değişikliklerdir.
Uluslararası
Sayıştaylar Organizasyonu (International Organisation of Supreme Audit –
INTOSAI), Küba Sayıştay Başkanı Dr. Emilis Fernandez Camus'un girişimi üzerine
1953 yılında Küba'da yapılan 1. INTOSAI Kongresine katılan 34 Sayıştay Başkanı
tarafından kurulmuştur. INTOSAI'ye günümüz itibariyle 189 ülke Sayıştayı
üyedir.
INTOSAI,
farklı ülkelerin Sayıştayları arasında ilişkileri güçlendirerek kamu
kaynaklarının denetiminde fikir ve deneyim alışverişini geliştirmek amacıyla
kurulmuştur. Bu amaç INTOSAI'nın mühründe kısa ve öz olarak şöyle ifade
edilmiştir: “Experientia Muta Omnibus Prodests – Karşılıklı Tecrübe Herkes İçin
Yararlıdır.”[2]
INTOSAI,
üye ülke Sayıştayları arasında denetim yöntem ve teknikleri konusunda
birliktelik sağlanması amacıyla 1984 yılında Denetim Standartları Komitesi
kurmuştur. Komite tarafından hazırlanan standartlar, Haziran 1989'da Berlin'de
toplanan 13. INTOSAI Kongresinde görüşülmüştür. Kongre'de, Denetim
Standartlarının mahkeme şeklinde kurulmuş Sayıştayların özelliklerinden
kaynaklanan ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden düzenlenerek
eksikliklerin giderilmesi önerilmiş ve öneriler doğrultusunda hazırlanan
INTOSAI Denetim Standartları, INTOSAI Yönetim Kurulunun Ekim 1991'de Washington
DC de yaptığı toplantıda onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 1995 yılında Mısır
Kahire'de yapılan XV. INTOSAI Kongresinde ise revize edilerek bugünkü halini
almıştır.
Yaşayan
canlı bir belge niteliğindeki INTOSAI Denetim Standartları, tüm Dünya
Sayıştayları tarafından benimsendiği ve üye ülke Sayıştayları açısından
bağlayıcı nitelikteki temel uluslararası düzenleme olduğu için, üye ülkelerin
denetim yöntem ve tekniklerini birbirine uyumlaştıran bir işlev görmüş ve
görmektedir.
Bu
uyumlaştırmalar sayesinde, Almanya, İtalya ve İspanya Sayıştayları, “Avrupa
Savaş Uçağı Programı”nı, İsveç, İngiltere ve Hollanda Sayıştayları ise “Yardım
Programı Yönetimi”ni birlikte denetleyebilmişlerdir.
Öte
yandan Ekim 2001'de patlak veren “Enron Skandalı”, tasarruf sahipleri ile
kreditörler için mali tabloların tam, doğru ve denk olması kadar, mali
tabloların dayanağını oluşturan işlemlerin hukuka uygunluğunun da vazgeçilmez
derecede önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karar alma süreçlerinde bağımsız dış
denetim raporlarını kullanan tasarruf sahibi, kreditör, devlet kuruluşu, alıcı
ve satıcı zinciri kuran holding gibi aktörlerin talepleri, özel sektör dış
denetiminde otorite kabul edilen merkezi Amerika'da bulunan Uluslararası
Bağımsız Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) Standartlarında değişikliğe gidilmesi
ve mali tabloların denetimi ile sınırlı olan mali/finansal denetimin,
işlemlerin hukuka uygunluğunu kapsayacak şekilde genişletilmesiyle
sonuçlanmıştır. IFAC Standartlarında ki bu gelişme, yargı yetkisi bulunmayan
“ofis tipi” Sayıştaylara yansımış; 2000'li yıllarla birlikte ofis tipi
Sayıştaylar da mali denetim kapsamında hukuka uygunluk denetimi yapmaya ve
denetim bulgularını parlamentoya raporlamaya başlamışlardır.
Bu
bağlamda, yargı tipi Sayıştaylar ile ofis tipi Sayıştaylar birbirine yaklaşmış
ve orijinde hukuk sistemine dayalı olarak var olan farklılıklar devam etmekle
birlikte, denetimin nasıl yapılacağına ilişkin farklılıklar metodolojik düzeyde
büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
T.C.
Sayıştayı
Sayıştay,
Türkiye'nin Osmanlı'dan Cumhuriyete uzanan köklü kurumlarından biridir. 29
Mayıs 1862 tarihli “arz tezkeresi” ile Divan-ı Ali-i Muhasebe adıyla kurulmuş
ve ilk Anayasamız olan 1876 tarihli Kanuni Esasinin 105 inci, 106 ncı ve 107
nci maddelerinde Anayasal bir kurum olarak düzenlenmiştir.
1876
Anayasasına göre hazırlanan ve Sayıştayın teşkilat ve görevlerinin düzenlendiği
1878 tarihli Kararname ise, Fransız Genel Muhasebe Kararnamesinin Sayıştaya
ilişkin 18 inci faslının 375 inci ve onu izleyen maddelerinin çevirisinden
oluşmuştur.[3]
1924
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 100 üncü ve 101 inci, 1961 Anayasasının 127 nci ve
128 inci, 1982 Anayasasının ise 160 ıncı ve 164 üncü maddelerinde, TBMM adına
denetim yapmakla görevli Anayasal yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesi
olarak düzenlenen Sayıştay, bu özellikleriyle Kıta Avrupa'sı hukuk sisteminin
“yargı tipi” Sayıştayları arasında yer almaktadır.
07.11.1982
tarihli ve 2709 sayılı Anayasanın 29.10.2005 tarih ve 5428 sayılı Kanunun 2 nci
maddesiyle değişik 160 ıncı maddesine göre Sayıştay;
-
Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik
kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetlemek,
-
Sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak,
-
Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak,
-
Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerini denetlemek ve kesin hükme bağlamak,
görevlerini;
164
üncü maddesine göre ise,
-
Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kesinhesap kanunu
tasarısı hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine genel uygunluk bildirimini
sunmak, görevini, yapmakla görevlidir.
Sayıştay,
denetimine tabi kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarının Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetimini 1996 yılına kadar düzenlilik denetimi
metodolojisiyle sınırlı bir şekilde yapmış ve denetim sonuçlarını Anayasanın
164 üncü maddesine göre Genel Uygunluk Bildirimi ile Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunmuştur. Böylece söz konusu idarelerin TBMM tarafından denetimi,
Sayıştayın düzenlilik denetimi metodolojisi kapsamında sunduğu mali denetim
sonuçlarına ilişkin raporlarla sınırlı kalmıştır.
Oysa,
aynı yıllarda gelişmiş, gelişmekte olan ve hatta geri kalmış birçok ülke
Sayıştayı parlamentolarına performans denetimi raporları da sunmaktaydılar.
832
sayılı Sayıştay Kanununa 04.07.1996 tarihli ve 4149 sayılı Kanunun 8 inci
maddesiyle eklenen Ek 10 uncu maddeyle mümkün olabilmiştir. Sayıştay performans
denetimi yetkisini aldıktan sonra 16 performans denetimi raporu, 6 inceleme
raporu olmak üzere toplam 22 adet rapor üreterek TBMM'ye sunmuştur. Denetimi
tamamlanmış 6 adet performans denetimi raporu da TBMM'ye sunulma aşamasındadır.
Sayıştaya
performans denetimi yapma yetkisinin verildiği 1996 yılından sonra Dünya
Bankasından sağlanan kredi Sayıştay Denetimini Geliştirme Bölümüne tahsis
edilmiş; bu tahsisten önce de projenin hazırlık çalışmaları için DB tarafından
Sayıştaya 105 bin Dolar'lık Japon hibesi sağlanmıştır.
Keza,
AB müktesebatına uyum sağlamak için, “Sayıştayın Denetim Kapasitesinin
Güçlendirilmesi” başlıklı bir “Eşleştirme Projesi” hazırlanmış ve Avrupa
Komisyonu Yönlendirme Komitesinin 14 Mart 2005 tarihli Koşulsuz Onay kararı ile
proje hukuki geçerlik kazanmıştır. AB'nin 1.349.787 Euro fon tahsis ettiği
proje, 30 Mart 2005 tarihinde başlamıştır.
İngiltere
(ofis tipi) ve İspanya (yargı tipi) Sayıştayları ile yürütülecek Proje
kapsamında;
-
Sayıştayın Stratejik Gelişim Planının hazırlanması,
-
Mali Denetim ve Performans Denetimi Rehberlerinin geliştirilmesi,
-
Pilot denetimler aracılığıyla rehberlerin test edilmesi,
Faaliyetlerinin
yapılması öngörülmüş ve proje öngörülen süre içinde tamamlanmıştır.
Öte
yandan, Türk Sayıştayı, Yunanistan, Hollanda, İtalya, Malta, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi ve İngiltere ile birlikte EUROSAI çatısı altında kararlaştırılan
metodoloji ve ortak kriterler temelinde “Gemilerin Denizleri ve Limanları
Kirletmesini Önleme ve Kirlilikle Mücadele Etme” konulu performans denetimini
yürütmüş ve raporunu 2002 yılında TBMM Başkanlığına sunmuştur. Katılımcı ülke
Sayıştaylarının da kendi ulusal raporlarını parlamentolarına sunmalarının
ardından Hollanda Sayıştayı tarafından “Gemilerden Kaynaklanan Deniz Kirliliği
2000 – 2003 Ulusal Denetimlere Dayanan Ortak Rapor” yayımlanmıştır.
T.C.
Sayıştayı, INTOSAI yanında EUROSAI (Avrupa Sayıştayları Birliği), ECOSAI
(Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Ülkeleri Sayıştaylar Birliği) ve ASOSAI (Asya
Sayıştayları Birliği) üyesidir ve iki dönem ECOSAI, bir dönem de ASOSAI
Başkanlığını yürütmüştür.
T.C.
Sayıştayı, çok yönlü uluslararası ilişkilerinden dolayı yer aldığı ortak
performans denetimi projelerinin yanında, performans denetimi konulu
uluslararası toplantılara katılmış, bildiriler sunmuş, deneyimlerini paylaşmış,
birçok ülke Sayıştayına denetçilerini göndermiş ve özellikle performans
denetimi konusundaki temel dokümanları dilimize kazandırarak kamu mali yönetimi
ve iç kontrol ile dış denetim alanında Türkiye'nin tek ve en geniş yayınına
sahip kurumu özelliğini taşımaktadır. Sayıştayın bu çok yönlü ilişkileri
sürmektedir.
Bu
açıklamalardan sonra iptali istenen hükümlerin Anayasaya aykırılık
gerekçelerine geçilebilir.
1)
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci Maddesinin, (1)
Numaralı Fıkrasının (d) Bendi ile 36 ncı Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun Tanımlar başlıklı 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (d) bendinde performans denetimi, “Hesap verme
sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesini,” şeklinde tanımlanırken; 36 ncı
maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise, “Performans denetimi; hesap verme
sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi suretiyle gerçekleştirilir.”
denilmiştir.
Buna
karşın 6085 sayılı Sayıştay Kanununun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1 inci
maddesinde, “kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli (…) çalışması” Kanunun
amacı arasında sayılmış; “Sorumlular ve sorumluluk halleri” başlıklı 7 nci
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve
kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar; kaynakların etkili, ekonomik,
verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından,
muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için
gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur. Bu sorumluluğun yerine getirilip
getirilmediği Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak Sayıştay raporlarında
belirtilir.” denilirken; (5) numaralı fıkrasında, “Bakanlar, kamu kaynaklarının
etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana
ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludurlar.” denilmiş; “Denetimin
genel esasları” başlıklı 35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise,
“Denetimin genel esasları şunlardır:” denildikten sonra (a) bendinde “Denetim,
kamu idarelerinin hesap, mali işlem ve faaliyetleri ile iç kontrol
sistemlerinin incelenmesi ve kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka
uygun olarak kullanılmasının değerlendirilmesidir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasanın
2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
“belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.
Kanunlar
okuyan herkesin aynı şeyi anlayacağı açıklıkta olmalıdır. Yukarıda yer alan
hükümler arasında bırakınız açıklığı, konunun uzmanı olanlar tarafından dahi
anlaşılması mümkün olmayan karmaşa, tutarsızlık ve belirsizlikler vardır.
6085
sayılı Sayıştay Kanununun (2/1-a) maddesinde denetim, düzenlilik ve performans
denetimi olarak ikiye ayrılıyor ve (35/1-a) maddesinde düzenlilik ve performans
denetimini kapsayacak şekilde, “Denetim, kamu idarelerinin hesap, mali işlem ve
faaliyetleri ile iç kontrol sistemlerinin incelenmesi ve kaynakların etkili,
ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanılmasının değerlendirilmesidir.”
şeklinde bir tanım yapılıyor ise, denetimin bir türü olan performans denetimi
tanımının da bu genel tanıma uygun olması veya en azından bu genel tanımdan
uyarlanması gerekir. Öte yandan, 6085 sayılı Kanunun (7/2) maddesine göre, kamu
kaynaklarının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar,
kaynakların etkili, ekonomik ve verimli elde edilmesi ve kullanılmasından
sorumlu olacaklar ve bu sorumluluğun yerine getirilip getirilmediği TBMM'ye
sunulacak Sayıştay raporlarında belirtilecek ise, Sayıştay tarafından yapılacak
performans denetiminin, idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi şeklinde değil, INTOSAI'nin performans
denetimi metodolojisi temelinde denetimi yürüten ekip tarafından belirlenecek
kriterler eşliğinde kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli kullanılıp
kullanılmadığının denetimi şeklinde yapılması gerekir.
Bu
bağlamda, Sayıştay tarafından performans denetimi yapılacak ise, performans
denetiminin üst yöneticiler ile bakanların kamusal kaynakların etkin, ekonomik
ve verimli elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin yönetsel ve siyasal hesap
verme sorumluluklarına taban oluşturacak şekilde ve INTOSAI Denetim
Standartlarında öngörüldüğü biçimde yapılması; Kanunun (2/1-d) ve (36/3)
maddelerinde belirtildiği biçimde yapılacak ise, bu durumda da Kanunun amaç ve
kapsam maddesinde performans denetimi ile özdeşleşmiş bulunan “etkili,
ekonomik, verimli” kavramlarından söz edilmemesi ve Kanunun (7/2), (7/5) ve
(35/1-a) ve benzer diğer maddelerinin 6085 sayılı Kanunda yer almaması
gerekmektedir.
Bunların
hepsinin bir arada, birlikte ve birbirinden kopuk bir şekilde yer alması,
karmaşa ve tutarsızlığın ötesinde Sayıştayın neyi, niçin, ne şekilde yapacağı
ve neyi, neden yapmayacağı/yapamayacağı konularında büyük bir belirsizliğe yol
açmaktadır.
Bu
karmaşa, tutarsızlık ve belirsizlik ise, uluslararası denetim terminolojisi ve
standartlarında performans ölçümü/değerlendirmesi olarak nitelendirilen
kavramın, 6085 sayılı Kanunda performans denetimi olarak tanımlanmasından
kaynaklanmaktadır.
Sayıştayımız,
INTOSAI'nin 189 üyesinden biridir. Sayıştaylar tarafından yapılacak denetimlere
ilişkin uluslararası standartlar, INTOSAI Yönetim Kurulu tarafından 1991
yılında INTOSAI Denetim Standartları adıyla kabul edilmiş ve tüm üye
Sayıştaylar gibi Türk Sayıştayı da söz konusu standartları benimsemiştir.
INTOSAI
Denetim Standartlarının:
1.0.38
nolu Denetim standardı (DS); “Sayıştay denetiminin kapsamı düzenlilik ve
performans denetimini içerir.”
1.0.39
nolu DS; “Düzenlilik denetimi şunları içerir:
a)
Sorumlu kurumların mali hesap verme sorumluluklarının, mali kayıtların incelenmesi,
değerlendirilmesi ve mali tablolar hakkında kanaat (görüş) belirtilmesi de
dahil olmak üzere doğrulanması (tasdik edilmesi);
b)
Bir bütün olarak devlet yönetiminin mali hesap verme sorumluluğunun
doğrulanması;
c)
Mali sistemlerin ve işlemlerin ilgili kanun ve düzenlemelere uygunluğunun
değerlendirilmesi de dahil olmak üzere denetimi;
d)
İç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi;
e)
Denetlenen kuruluşlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun
denetimi;
f)
Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve sayıştayca açıklanması gerekli
görülen konuların rapor edilmesi.”
1.0.40
nolu (DS); “Performans denetimi; verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun denetimi
ile ilgili olup şunları kapsar:
a)
İdari faaliyetlerin tutumluluğunun sağlıklı idari prensip ve uygulamalar ile
yönetim politikalarına göre denetlenmesi;
b)
İnsan, mali ve diğer kaynakların kullanımındaki verimliliğin, bilgi sistemleri,
performans ölçüleri ve gözetim düzenlemeleri ve denetlenen kurumlarca
belirlenen eksikleri gidermek için izlenen yöntemlerin incelenmesi de dahil
olmak üzere denetlenmesini,
c)
Denetlenen kuruluşların hedeflerine ulaşma yönündeki performanslarının
etkinliğinin ve kurum faaliyetlerinin yarattığı gerçek etkinin amaçlanan
etkiyle kıyaslanmak suretiyle denetlenmesi.”
1.0.27
nolu DS; “Sayıştaylar aynı zamanda, denetlenen kurumlara ölçülebilir, açıkça
belirlenen hedefler seçmelerini ve bu hedefler için performans hedefleri
koymalarını tavsiye etmelidir.”
1.0.45
nolu DS, “temel denetim prensipleri: ‘Sayıştaylar performans ölçülerinin
geçerliliğini denetleyecek teknikler geliştirmelidir.' şartını koyar.”
şeklindedir.
INTOSAI
Denetim Standartları Komitesince hazırlanarak “INTOSAI Implementation
Guidelines For Performance Auditing” adıyla 2004 yılında yayınlanan ve Sayıştay
Denetçileri Derneği (SAYDER) tarafından dilimize kazandırılan INTOSAI
Performans Denetimi Uygulama Rehberinin, “1.1 INTOSAI'ye göre performans
denetimi nedir'” başlığı altında, “Performans denetimi; devlet/hükümet
faaliyetlerinin (undertakings), programlarının veya organizasyonlarının
verimliliğinin ve etkinliğinin, ekonomiklik ve iyileştirme sağlama amacı
gözetilerek, bağımsız bir şekilde incelenmesidir.” tanımı yapılırken[4];
“1.7. Performans Denetiminin Performans Ölçümü ve Program Değerlendirmesiyle
Nasıl Bir İlişkisi Bulunmaktadır'” başlığı altında yer alan “Performans ölçümü”
kısmında ise aynen[5];
“Performans
ölçümü, genellikle, program gerçekleşmelerinin -özellikle de önceden
belirlenmiş hedeflere doğru bir gelişme kaydetmenin- izlenmesine ve
raporlanmasına yönelik devamlı bir süreç anlamına gelir. Performans ölçüleri,
yürütülen program faaliyetlerinin türüne veya düzeyine (süreç), program
tarafından sunulan ürün ve hizmetlere (çıktılar) ve/veya bu çıktıların nihai
durumuna (sonuçlar) yoğunlaşabilir. Performans ölçümü, bir programın,
ölçülebilir performans standartlarıyla ifade edilebilen hedeflerinin ya da
isterlerinin gerçekleşip gerçekleşmediğine odaklanır. Performans ölçümü
devamlılık arz eden karakteri gereği, yönetim açısından erken bir uyarı sistemi
ve kamuoyuna yönelik hesap verme sorumluluğunun geliştirilmesi için bir araç
vazifesi görür.
Bir
hükümet programının ya da kuruluşunun belirlenmiş olan hedeflere ulaşmış
olduğunun tespitine yönelik olarak devamlılık gösteren süreç, dış denetçilerin
değil, yönetimin ve iç kontrolün meselesidir. Hesapların doğruluğunu teyit
etmek ise, performans denetçilerinin değil, mali denetçilerin sorumluluğudur.
Ancak, performans ölçümü alanında, yani yürütme tarafından yasama için üretilen
performansa yönelik bilginin kalitesinin kontrolünde hem mali denetçiler, hem
performans denetçileri ayrı ya da ortak denetimlerle işin parçası olabilirler.*
Performans
göstergeleri, bazen tekil performans denetimlerini planlarlarken de gösterge
veya referans olarak kullanılabilir.
Performans
denetiminin ele aldığı bir diğer konu da hükümet/devlet programlarındaki
performans ölçüm sistemlerinin verimli ve etkin olup olmadığıdır. Örneğin,
performans göstergelerinin doğru şeyleri ölçüp ölçmediğini ya da mevcut
performans ölçüm sistemlerinin güvenilir, ölçülmüş sonuçlar sağlamaya elverişli
olup olmadığını gösteren sorular hazırlanabilir.”
denilmektedir.
Yukarıda
ilgili kısımlarına aynen yer verilen INTOSAI Denetim Standartları ile INTOSAI
Performans Denetimi Uygulama Rehberine göre;
-
Performans ölçümü/değerlendirmesi; bir kamu idaresinin program ya da
faaliyetlerinin, idarece önceden belirlenmiş ölçülebilir performans
göstergeleriyle ifade edilebilen hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin
ölçülmesi ve değerlendirilmesidir.
-
Performans ölçümü/değerlendirmesi devamlılık arz eden karakteri gereği, yönetim
açısından erken bir uyarı sistemi ve kamuoyuna yönelik hesap verme
sorumluluğunun geliştirilmesi için bir araç vazifesi görür. Bu yanıyla da dış
denetimin (Sayıştayın) değil, yönetimin ve iç kontrolün meselesidir.
-
Bununla birlikte, kamu kurumlarının devamlılık gösteren düzenli
performans/faaliyet raporlarındaki bilgilerin doğruluğu üzerine görüş bildirme
mali denetimin ve mali denetçilerin; performans ölçüm sistemlerine yönelik
derinlemesine ve özel amaçlı çalışmalar yaparak bilgilerin kalitesinin kontrolü
ile performans sistemi ve ölçülerinin geçerliliğinin değerlendirilmesi ise
performans denetiminin ve performans denetçilerinin işlerinin bir parçası
olabilir.
-
Performans denetimi ise, devlet/hükümet faaliyetlerinin, programlarının veya
organizasyonlarının verimliliğinin ve etkinliğinin, ekonomiklik ve iyileştirme
amacı gözetilerek, bağımsız bir biçimde incelenmesidir.
-
Bu bağlamda bir ya da birden çok kamu kurumunun sorumluluğunda yürütülen kamu
faaliyetlerini konu alan performans denetimlerinde, denetim ekibinin
belirlediği kriterlere ek olarak idarelerin belirlemiş oldukları performans
ölçülerinin de gösterge veya referans olarak kullanılabilmesi mümkündür.
-
Öte yandan, idarelerin oluşturdukları performans ölçüm sistemlerinin etkinliği
ve verimliliği; performansın her açıdan ölçülüp ölçülmediği, amaç, hedef,
performans ölçüleri ve çıktı/sonuçların birbirleriyle bağlantı derecesi,
hedeflerin uygunluğu ve somutluğu, performans bilgisinin güvenirliği,
performans ölçülerinin geçerliliği ve elverişliliği vb. yönlerden performans
denetimlerine konu oluştururlar.
-
Bunun içindir ki INTOSAI Denetim Standartlarının 1.0.45 nolu standardı,
Sayıştaylara performans ölçülerinin geçerliliğini denetleyecek teknikler
geliştirme şartını temel denetim prensibi olarak ortaya koyarken; 1.0.27 nolu
standart ise, performans denetimleri sonucunda Sayıştayların, denetlenen
kurumlara ölçülebilir, somut, uygun ve açıkça belirlenen hedefler seçmelerini
ve bu hedefler için performans ölçüleri koymalarını önermesini denetim
standardı olarak getirmektedir.
-
Özetle; Sayıştay tıpkı diğer kamu faaliyetleri gibi hükümet programlarındaki
performans ölçüm sistemlerinin verimlilik, etkinlik ve tutumluluk ölçümü için
yeterli olup olmadığını, performans raporlarının kurum performansının
sergilemesi için yeterli bilgi içirip içermediğini konu alan performans
denetimi çalışmaları da yapabilir. Sayıştaylarca gerçekleştirilen performans
denetimi ile kamu kurumlarının bir faaliyeti olan performans ölçümünün ilişkisi
bundan ibarettir. Kamu kurumlarının performans ölçüm sistemlerinin ve
performans raporlarının performans denetimi yoluyla incelenmesi, denetimin konu
seçimi çalışmaları kapsamında değerlendirilebilecek ve tıpkı diğer kamu
faaliyetleri gibi, performans denetimi yapılabilecek yüzlerce kamu
faaliyetinden birisidir.
Bu
açıklamalar göstermektedir ki performans ölçümü/değerlendirmesi, dış denetime
(Sayıştay denetimine) değil, yönetime ve iç kontrole konu oluşturmaktadır.
Bununla birlikte; kamu idarelerince düzenli olarak hazırlanarak her yıl
parlamentolara sunulan performans/faaliyet raporlarındaki bilgilerin doğruluğu
üzerine görüş bildirme mali denetimin konusu ve mali denetçilerin yürütmesi
gereken bir iş olabilir. Ancak, bu görüş performans denetimi metodolojisi
temelinde derinlemesine yapılan incelemeler sonucunda süreçlerin, sonuçların,
etkilerin ve etkinliğin değerlendirilmesini içeren kapsamlı bir performans denetimi
sonucunda edinilen bir görüş değil; idarelerin hazırladığı performans ölçü ve
göstergelerine göre performans/faaliyet raporlarındaki bilgilerin/verilerin
mali denetim metodolojisine göre doğrulanmasıyla sınırlı bir görüş bildirme
olacaktır.
Nitekim,
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 9 uncu maddesine göre kamu
idarelerinin hazırlayacağı uzun süreli stratejik plan ve yıllık performans
programlarındaki taahhütlere ilişkin hedef ve göstergelerinden yıl sonu
gerçekleşmelerinin yer alacağı faaliyet raporlarının kamu idarelerince
hazırlanma usul ve esasları aynı Kanunun 41 inci maddesinde düzenlenmiştir.
6085
sayılı Kanunun (2/1-d) ve (36/3) maddelerinde “hesap verme sorumluluğu
çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak
faaliyet sonuçlarının ölçülmesi” suretiyle gerçekleştirileceği belirtilen
performans denetiminin nasıl yapılacağı ise, 6085 sayılı Kanunun “Faaliyet
genel değerlendirme raporu” başlıklı 39 uncu maddesinde şöyle yer almaktadır:
“(1)
Kamu idareleri tarafından gönderilen idare faaliyet raporları, İçişleri
Bakanlığı tarafından hazırlanan mahallî idareler genel faaliyet raporu ve
Maliye Bakanlığınca hazırlanan genel faaliyet raporu denetim grup
başkanlıklarınca denetim sonuçları da dikkate alınarak değerlendirilir.
(2)
Denetim grup başkanlıklarınca bu konuda hazırlanan değerlendirme raporları esas
alınarak hazırlanan faaliyet genel değerlendirme raporu, Rapor Değerlendirme
Kurulunun görüşü alındıktan sonra Sayıştay Başkanı tarafından mahallî idarelere
ait olanlar hariç olmak üzere idare faaliyet raporları, genel faaliyet raporu
ve mahallî idareler genel faaliyet raporu ile birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulur ve bir örneği Maliye Bakanlığına gönderilir. Mahallî idarelerin
idare faaliyet raporları hakkındaki Sayıştay değerlendirmesinin bir örneği
İçişleri Bakanlığına, bir örneği de ilgili mahallî idarenin meclisine
gönderilir.”
İdarelerin
stratejik planları, performans programları ve bütçe taahhütleri bağlamında mali
yılın sonunda hazırladıkları faaliyet raporlarının, raporlama standartlarına
uygunluğu ile rapordaki bildirimlerin doğru olup olmadığının incelenmesine
dünyanın her yerinde tasdik denetimi (certification audit) yani mali denetim
denilmektedir. Bunun performans denetimi olarak tanımlanması INTOSAI Denetim
Standartlarına aykırıdır.
Kaldı
ki, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun yürürlükten kaldırdığı 832 sayılı Sayıştay
Kanununun Ek 10 uncu maddesinde performans denetimi INTOSAI Denetim
Standartlarına uygun olarak;
“Sayıştay,
denetimine tabi kurum ve kuruluşların kaynakları ne ölçüde verimli, etkin ve
tutumlu kullandıklarını incelemeye yetkilidir. Bu inceleme sonuçları Sayıştay
Birinci Başkanı tarafından bir değerlendirme raporuyla Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına sunulur.”
şeklinde
açık ve belirgin düzenlendiğinden hiçbir tartışmaya yol açmamıştı.
Anayasanın
2 nci maddesinde “hukuk devleti” ilkesi, Türkiye Cumhuriyetinin temel
nitelikleri arasında sayılmıştır. Hukuk devletinin unsurlarından biri de hukuk
güvenliğinin gereği olan kurallarda belirlilik ve öngörülebilirliktir. Hukuk
devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve
yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında hukuk güvenliği ilkesinden söz edilmiş ve
18.10.2003 tarih ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı Kararında, “Devlet açık ve
belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk
güvenliği sağlanır.” denilmiştir. Öte yandan hukuk devleti, siyasal iktidarı
hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için
gerekli olan hukuksal altyapıyı oluşturarak aynı zamanda istikrara da hizmet
eder. Bu istikrarın özü de hukuki güvenlik ile öngörülebilirliktir. Hukuki
güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise, kuralların genel, soyut, açık
ve anlaşılabilir olmalarına bağlıdır. Diğer yandan, Anayasa Mahkemesinin
15.01.2009 tarihli ve K.2009/9 sayılı Kararında, Anayasanın 123 üncü maddesinin
yorumundan idarenin kanuniliği ilkesi ortaya konulmuş ve “İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer
vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.” denilmiştir. Buradaki
“duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenleme” yasaların açıklığı ve
belirginliğini de içermektedir.
Bu
bağlamda, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendinde, “Performans denetimi: “Hesap verme sorumluluğu
çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili olarak
faaliyet sonuçlarının ölçülmesini,” biçiminde yer alan ifade, Aynı Kanunun 1
inci, (7/2) nci ve (35/1) inci maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde,
performans denetimi konusunda karmaşa, tutarsızlık ve belirsizliğe yol
açtığından ve INTOSAI Denetim Standartlarında tanımlanan “performans denetimi”
ile de bağdaşmadığından Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır.
Öte
yandan, Sayıştayın idarelerin hazırladığı faaliyet raporları üzerinden yapacağı
performans bilgilerinin doğruluğunun ve güvenirliğinin test edilmesi, kamu
idarelerinin tamamını kapsamamaktadır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu'nun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre Düzenleyici ve
Denetleyici Kurumlar 5018 sayılı Kanunun stratejik planlamaya ilişkin 9 uncu ve
faaliyet raporlarına ilişkin 41 inci maddesine tabi olmadıklarından Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu,
Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumu; 5018 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin verdiği
yetkiyle Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan Kamu
İdarelerinde Stratejik Planlamaya İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin
2 nci maddesine göre ise Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı; 5393 sayılı Belediye
Kanununun 41 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre ise nüfusu 50.000'in
altındaki belediyeler stratejik plan ve faaliyet raporu hazırlamayacaklarından,
Sayıştay söz konusu kurul, kurum, bakanlık ve kamu idareleri üzerinde faaliyet
raporlarının değerlendirilmesini de yapamayacaktır.
Hukuk
devletinde yasa koyucu, Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç
duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir. Kamu yararının gerektirdiği
düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasa koyucunun demokratik
hakkı ve ödevidir. Yasaların kamu yararına dayanması gereği ise, hukuk
devletinin en temel değerlerinden birini oluşturmaktadır.
Ancak,
siyasal iktidar INTOSAI Denetim Standartları ve Uygulama Rehberlerinde
“performans ölçümü/değerlendirmesi” olarak yer alan mali/tasdik denetimini,
performans denetimi olarak tanımlamak gibi dolambaçlı yollara girişerek
Sayıştayın 1996 yılından bu yana INTOSAI Denetim Standartlarına uygun olarak
yürüttüğü performans denetimi yetkisini elinden almaktadır. Böylece, performans
değerlendirmesinin/ölçümünün kapsamı dışında bulunan savunma ve güvenlik
harcamaları ile Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların faaliyetleri üzerinde
Sayıştayın INTOSAI Denetim Standartlarına göre performans denetimi yapmasını da
engelleyerek TBMM'nin “bütçe hakkı”nı sınırlandırmaktadır. Siyasal iktidarın
hesap verebilir bir demokrasiyi kurumsallaştırmak yerine, çapraşık
düzenlemelerden medet umarak hesap vermekten kaçınması, demokratik bir anlayışı
temsil etmediği gibi, hukuk devletinin temel bir ögesi olan kamu yararı
ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla 6085 sayılı Kanunun (2/1-d) maddesi,
Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkesine bu
açıdan da aykırıdır.
Diğer
yandan, Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya, merkezi yönetim bütçesi
kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve
giderleriyle mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleme yetkisi
verilmiş ve aynı maddenin son fıkrasında ise, denetim usullerinin kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir.
Anayasanın
160 ıncı maddesinin son fıkrasında yasakoyucuya verilen yetki, Sayıştayın
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapacağı denetimin türlerini belirleme
yetkisi değil, yapacağı denetimin usulünü düzenleme yetkisidir.
INTOSAI
Denetim Standartlarının 1.0.38 nolu Denetim Standardında, Sayıştay denetiminin,
düzenlilik denetimi ile performans denetimini kapsadığı hiçbir tartışmaya yol
açmayacak açıklıkta belirtilmiştir. Bu bağlamda INTOSAI Denetim Standartlarına
göre Sayıştay denetimi düzenlilik denetimi ile performans denetiminden oluşan
bir bütündür ve “bütçe hakkı”nın sahibi olan yasama organı, yürütmenin hesap
verme sorumluluğunu Sayıştayın yapacağı düzenlilik ve performans denetimleri
sonucunda üreteceği raporlar üzerinden görüşecektir. Bu bağlamda siyasi
iktidarın, performans ölçümü/değerlendirmesini performans denetimi olarak
tanımlayarak, INTOSAI Denetim Standartlarına göre düzenlilik denetimi ile
performans denetiminden oluşan Sayıştay denetimini düzenlilik denetimiyle
sınırlandırması ve böylece iki ayak üzerinde duran yürütmenin yasamaya hesap
verme sorumluluğunun ayaklarından birini kırarak TBMM'nin “bütçe hakkı”ndan
kaynaklanan denetim yetkisini değersizleştirmesi, Anayasanın 160 ıncı
maddesinin son fıkrasında yasa koyucuya verilen Sayıştayın denetim usullerini
kanunla düzenleme yetkisinin kötüye kullanılmasıdır.
Bu
kötüye kullanımın hukuksal ifadesi olan, 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (d) bendindeki “Performans denetimi: Hesap verme
sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesini” ifadesi, kaynağını Anayasadan almayan
bir yetkinin kullanılarak Sayıştay denetiminin bütünlüğünü bozmak suretiyle
TBMM'nin bütçe hakkından kaynaklanan denetim yetkisini değersizleştirdiğinden
Anayasanın 160 ıncı maddesiyle birlikte 6 ncı maddesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Öte
yandan, Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya denetleme, inceleme ve hükme
bağlama görevleri verilmiş; hiçbir şekilde “ölçme” görevinden söz edilmemiştir.
Kamu idareleri ölçerek raporlar; Sayıştay ise kamu idarelerinin raporlarında
yer alan ölçüm sonuçlarını denetler. Nitekim, 5018 sayılı Kanunun 41 inci
maddesine göre, kamu idareleri kendi belirledikleri hedef ve göstergeler
temelinde faaliyet sonuçlarını ölçerek faaliyet raporlarını hazırlayacaklar;
Sayıştay ise, kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde
hazırlayarak Sayıştaya sundukları faaliyet raporlarını, 6085 sayılı Kanunun 39
uncu maddesine göre inceleyip değerlendirdikten sonra faaliyet raporunda yer
alan verilerin/bilgilerin doğruluğu ve güvenirliği hakkında mali denetim
kapsamında TBMM'ne görüş verecektir. Dolayısıyla, Sayıştaya faaliyet
sonuçlarını ölçme görevi vererek kamu idarelerinin yükümlülüğünü Sayıştaya
yükleyen 6085 sayılı Kanunun (2/1-d) maddesi, Sayıştaya inceleme, denetleme ve
hükme bağlama görevi veren Anayasanın 160 ıncı maddesine bu açıdan da
aykırıdır.
Açıklanan
nedenlerle, 03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi ile 36 ncı maddesinin (3) numaralı
fıkrası Anayasanın 2 nci, 6 ncı ve 160 ıncı maddelerine aykırı olup, iptalleri
gerekmektedir.
2)
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (f) Bendindeki, “… tespit edilen kamu zararına ilişkin …”,
23 üncü Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (a) Bendindeki “… kamu zararına
ilişkin …” ve 48 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İlk Cümlesindeki “…
kamu zararına yol açan ….” İbarelerinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (f) bendinde; “Yargılamaya esas rapor: Sayıştay dairelerince
yapılacak yargılamaya esas olmak üzere, denetçiler tarafından genel yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin hesap ve işlemlerinin denetimi sırasında tespit
edilen kamu zararına ilişkin düzenlenen raporu,” denilirken; 23 üncü maddesinin
(2) numaralı fıkrasında, “Daireler; (a) Hesap mahkemesi olarak sorumluların
hesap ve işlemlerine ilişkin düzenlenen yargılamaya esas raporlarda yer alan
kamu zararına ilişkin hususları hükme bağlar.” denilmiş ve 48 inci maddesinin
(1) numaralı fıkrasında ise, “Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap
ve işlemlerinin denetimi sırasında denetçiler tarafından kamu zararına yol açan
bir husus tespit edildiğinde sorumluların savunmaları alınarak mali yıl sonu
itibariyle yargılamaya esas rapor düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, Sayıştay denetçilerinin genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerini “kamu zararı” açısından denetleyecekleri,
yargılamaya esas raporlarda, “kamu zararı” tespit ettikleri hususlara yer
verecekleri ve yargılama dairelerinin de “kamu zararına yol açan” hususları
hükme bağlayacakları anlaşılmaktadır. Bu düzenlemeyle Sayıştayın genel yönetim
kapsamındaki kamu idareleri üzerinde yapacağı “düzenlilik denetimi”, “kamu
zararı”na indirgenmiş bulunmaktadır.
Oysa,
Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki
kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlamak görevi verilmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin 20.11.1996 tarihli ve E.1996/58 ve K.1996/43 sayılı Kararında da
belirtildiği üzere, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile
sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına
denetleme ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli
Sayıştayın vereceği kararların temelini denetçiler tarafından yapılan denetim
görevi oluşturmaktadır.
Denetçiler
tarafından yapılacak düzenlilik denetimi, “kamu zararı”nı tespite yönelik
değil; gelir ve giderler ile mal hesap ve işlemlerinin kanun ve diğer hukuki
düzenlemelere uygunluğunu incelemeye yöneliktir. Kamu zararı mevzuata
aykırılığın sonucunda ortaya çıkan sonuçlardan sadece biridir. Her mevzuata
aykırılık kamu zararı ile sonuçlanmayabileceği gibi, bazı durumlarda kamu
zararının tam ve kesin rakamlar üzerinden ortaya konması çeşitli nedenlerle
mümkün de olmayabilir.
Hesap;
gelir, gider ve mal işlemlerine ilişkin muhasebe belge ve kayıtları ile
bunlardan üretilen mali tablolardır. Vezneden yapılan bir ödemenin “Banka
Hesabı”na borç kaydedilmesi, muhasebe birimine intikal eden özel kesim
tahvilinin “Özel kesim tahvil, senet ve bonoları” hesabı yerine “Menkul
varlıklar hesabı”na kaydedilmesi, ödenek işlemlerinin kayıtlarının yanlış
yapılması, herhangi bir hesabın alacağına kaydedilmesi gereken bir tutarın
borcuna kaydedilmesi, vb. masumane kayıt hatalarında herhangi bir kamu zararı
yoktur. Ancak, mevzuatın bir parçası olan Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliği
hükümlerine aykırı olan söz konusu muhasebe kayıtları mali tablolara yansıyacak
ve muhasebe kayıtlarından üretilen mali tablolar hatalı olacaktır. Öte yandan
(A) İdaresinin bankalardaki (x), (y) ve (z) hesaplarının yılsonu bakiye
toplamları 5 milyon TL iken, yılsonu Bilançosunda “Banka hesabı” 4 milyon TL
veya 6 milyon TL olarak yer alıyor ve bu farkın nedeni ve mahiyeti hesap ve
işlemlerin incelenmesinden anlaşılamıyor ise müfettiş
incelemesini/soruşturmasını gerektirebilir ve dolayısıyla yargılama
dairelerinin konuyu kurumlarına bildirerek teftiş raporuna göre hüküm tesis
etmesi gerekebilir. Anayasa Sayıştaya sorumluların hesaplarını kesin hükme
bağlama görevi verdiğine göre, denetçilerin tespit ettiği söz konusu muhasebe
kayıt hataları ile mali tablolardaki tutarsızlıkları rapora alması ve yargılama
dairelerinin hüküm tesis etmesi Sayıştayın yapmaktan kaçınamayacağı Anayasal
görevidir.
İşlem;
söz konusu gelir, gider ve mal hesaplarının temsil ettiği sorumluların mali
karar ve uygulamalarıdır. Mevzuata aykırı her mali işlemin mutlaka kamu zararı
gibi bir sonucu olur düşüncesi doğru değildir. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu
hükümlerine göre açık ihale usulüyle karşılanması gereken örneğin 100 bin ton
motorin ihtiyacının, parçalara bölünerek doğrudan temin usulüyle rayiç bedeli
üzerinden kısım kısım satın alınması işleminde, kamu zararının olup olmadığı,
var ise ne kadar olduğu kesin rakamlar üzerinden ortaya konamayabilir. Ancak,
kamu zararının ortaya konamamış olması, söz konusu işlemin mevzuata uygun
olduğu anlamına gelmez. Kamu idareleri kadrosuz işçi istihdam ediyor, sınavsız
memur personel alıyor ve bunlara ücret ve maaş ödüyor olabilir. Angaryanın
Anayasal düzeyde yasaklandığı bir hukuk devletinde bu ödemeler kamu zararı
olarak nitelenemez; ancak işlemlerin mevzuata aykırı olduğu da tartışma
götürmez. Öte yandan, 5393 sayılı Belediye Kanununun 68 inci maddesinde,
belediyelerin borçlanmaları bir takım usul ve esaslara bağlanmış ve söz konusu
usul ve esaslara aykırı olarak borçlanan belediye yetkilileri hakkında, fiilleri
daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
görevi kötüye kullanmaya ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Belediyenin borçlanmasında kamu zararı olmayabilir; ancak kamu zararının
olmaması borçlanmanın mevzuata uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim
Kanun usulsüz borçlanmayı cezai müeyyideye tabi kılmıştır. Anayasanın 160 ıncı
maddesinde sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevi
Sayıştaya verildiğine göre, kamu zararı olmayan veya tespit edilemeyen tüm bu
mevzuata aykırılıkların denetçi raporuna alınarak yargılama dairelerine intikal
ettirilmesi ve yargılama dairelerinin de ilgisine göre, mevzuata aykırı
uygulamalara bundan böyle son verilmesinin sağlanması veya ilgililer hakkında disiplin
soruşturması yürütülmesi için Bakanlığına yazılmasına veya Cumhuriyet
savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmasına karar vermesi Sayıştayın Anayasal
görevidir.
Anayasanın
160 ıncı maddesinde Sayıştaya, kamu zararını hükme bağlama değil, sorumluların
hesap ve işlemlerini hükme bağlama görevi verilmiştir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f)
Bendindeki, “… tespit edilen kamu zararına ilişkin …”, 23 üncü maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (a) bendindeki “… kamu zararına ilişkin …” ve 48 inci
maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “… kamu zararına yol açan ….” ibareleri
Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir.
3)
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (k) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k)
bendinde, “Kamu zararı: Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda belirtilen kamu
zararını,” denilirken; göndermede bulunulan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununun 71 inci maddesinin 25.04.2007 tarih ve 5628 sayılı Kanunun 4
üncü maddesiyle değişik birinci fıkrasında, “Kamu zararı; kamu görevlilerinin
kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya
eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden
olunmasıdır.” denilmekte; 6085 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (3) numaralı
fıkrasında ise, “Sorumlular; mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri ile
illiyet bağı kurularak oluşturulan ilamda yer alan kamu zararından tek
başlarına veya birlikte tazmin ile yükümlüdür.” hükmüne yer verilmektedir.
6085
sayılı Kanunun (2/1-k) maddesiyle göndermede bulunulan 5018 sayılı Kanunun
(71/1) maddesindeki, “Kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden
kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri” ifadesi ile 6085
sayılı Kanunun (7/3) maddesindeki “sorumluların mevzuata aykırı karar, işlem
veya eylemleri” ifadesi hukuksal olarak birbirinden çok farklıdır.
Kamu
görevlileri/Devlet memurları ile sorumlular; sübjektif sorumluluk ile objektif
sorumluluk; adli yargı ile hesap yargısı kavramları arasındaki farklılıklar,
14, 15, 16 Ocak 1969 tarihli ve E.1967/13, K.1969/5 sayılı Anayasa Mahkemesi
Kararının, “Anayasa Mahkemesinin 12/12/1967 günündeki toplantısında Sayıştay
Başkanının yaptığı sözlü açıklamanın özeti” bölümünde şu şekilde yer
almaktadır:
“Devlet
memurları, görevleri ile ilgili olarak idareye verdikleri zararlardan ötürü,
Borçlar Kanununun haksız fiil esaslarına göre adlî mahkemelerden alınacak
karara müsteniden mesul olurlar. Asıl olan sübjektif sorumluluktur, hükme
yetkili merci de adliye mahkemeleridir.
Fakat
Anayasamız muhasip, gelir ve gider tahakkuk memuru, ikinci derece ita amiri
durumundaki memurların vazifelerinden mütevellit mali mesuliyetlerini hükme
bağlama yetkisini adli kazadan ayırıp, bir özel kuruluşa (Sayıştay`a) verirken,
genel olarak memurlar hakkında uygulanan sübjektif sorumluluk prensibini terk
etmiş, mesuliyet hukukumuza dahil diğer bir prensibi, objektif sorumluluk
prensibini kabul etmiştir. Objektif mesuliyet, kusuru, şart olarak aramaz.
Zarar ve fiil arasındaki illiyet rabıtasını tazmin için kâfi görür.
Devlet
fonlarına tasarruf eden memurlar, Anayasamızın deyimi ile, bidayeten sorumlu
addedilirler. Zimmetdar olmak bu memur zümresi için asıldır. Bunlar,
zimmetlerine verilen, kendilerine tevdi edilen Devlet fonları miktarınca
önceden zimmetdardırlar, devre sonunda verecekleri zamanı idare hesabının
incelenmesinde her işlemin mevzuata uygunluğunu isbat ve beraatine yarayacak
belgeleri ibraz ile mükelleftirler.
Yargılama
sonunda, işlemlerin tüm olarak mevzuata, kayıt ve belgelerine uygun olduğu
sübut bulursa, verilen hüküm, aynı zamanda sorumlu memurun beraatini ifade
eder, fakat bir veya bir kaç işlemin mevzuata uygun bulunmadığı, tevsik
edilemediği sonucuna varılırsa, sorumlunun, bidayette, tüme taallûk eden zimmeti,
o işlemlere tekabül eden meblağ miktarınca devam eder.”
Dönemin
Sayıştay Başkanı merhum Rıza TURGAY'ın Anayasa Mahkemesinin 12.12.1967
tarihindeki toplantısında yaptığı sözlü açıklamada da belirtildiği üzere, kamu
görevlilerinin kasıt, kusur ve ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar,
işlem veya eylemlerinden dolayı kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye
neden olunması durumunda, bu sorumluluğun saptanacağı yetkili merciler,
Sayıştay yargılama daireleri değil, adli mahkemeler ile idari disiplin
kurullarıdır.
Merhum
Rıza TURGAY'ın sözlü açıklamalarına şunlar eklenebilir: 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 21 inci maddesinde kast, 22 nci maddesinde ise taksir tanımlanırken;
204 üncü maddesinde resmi belgede sahtecilik, 235 inci maddesinde ihaleye fesat
karıştırma, 236 ncı maddesinde edimin ifasına fesat karıştırma, 247 nci
maddesinde zimmet, 250 nci maddesinde irtikap, 251 inci maddesinde denetim
görevini ihmal, 252 nci maddesinde rüşvet ve 257 nci maddesinde ise görevi
kötüye kullanma suçları düzenlenmiştir. Dolayısıyla söz konusu suçları kasten
veya taksirle işleyen kamu görevlilerinin cezai sorumluluklarına ceza
mahkemelerinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre yapılan
yargılamalar sonucunda karar verilmektedir. Ayrıca personel kanunlarında, kamu
görevlilerinin idareye ve kişilere verdikleri zararların tazminine ve bu
görevlilere verilecek disiplin cezalarına ilişkin hükümler yer almakta; idari
kararlar aleyhine de idari yargı mercilerinde dava açılmaktadır. Öte yandan,
Merhum Rıza TURGAY'ın da belirttiği üzere kusura dayalı haksız fiiller ile
sebepsiz zenginleşme ve tazminat davaları ise Borçlar Kanununun konusunu
oluşturmakta ve sorumluluk da hukuk mahkemelerinde hükme bağlanmaktadır.
Kamu
görevlilerinin kasıt, kusur ve ihmallerinden kaynaklanan mevzuata
aykırılıklarda sorumluluğun saptanacağı yetkili merciler adli mahkemeler ile
idari makam ve disiplin kurulları olmasına rağmen; Anayasamızın 160 ıncı
maddesinde, Sayıştaya sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama
görevi verilmiştir. Anayasanın 160 ıncı maddesinde yer alan “sorumlular”
ifadesi, bidayetten sorumluluğu/zimmettarlığı ortaya koymaktadır.
Bidayetten
sorumlular ise, TBMM'nin yürütme organına tahsis ettiği bütçe ödeneklerinin
teslim edildiği kamu görevlileridir. Söz konusu kamu görevlileri, 5018 sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda harcama yetkilisi (md. 31),
gerçekleştirme görevlisi (md. 33) ve muhasebe yetkilisi (md. 61) ile diğer
sorumlular olarak yer almıştır. Bütçe ödeneklerinin teslim
edildiği/zimmetlerine verildiği söz konusu sorumluların, hesap ve işlemlerinin
yargılanması sonucunda mevzuata uygun bulunan kısımları için Sayıştayca beraat
hükmü tesis edilerek sorumlulukları sona erdirilmekte, mevzuata uygun bulunmayan
kısımları için ise zimmettarlıklarının devamına yönelik olarak tazmin hükmü
tesis edilmektedir. Objektif sorumluluğun esas alındığı bu kararda da,6085
sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtildiği üzere
sorumluların mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri ile kamu zararı
arasında nedensellik bağının kurulması gerekmektedir.
Bütçe
ödeneklerinin teslim edildiği söz konusu sorumluların hesap ve işlemlerinin
Sayıştay tarafından yapılacak yargılamasında, kasıt, kusur, ihmal gibi suçun
unsurları aranacak ise, kamu görevlilerinin sübjektif sorumluluğun saptanmasına
ilişkin yargılama adli mahkemelerde yapıldığından sorumluların hesap ve
işlemlerinin de adli mahkemelerde yargılanması ve dolayısıyla Sayıştaya
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevi verilmemesi
gerekirdi.
Anayasanın
160 ıncı maddesinde Sayıştaya, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlama görevi verildiğine göre,6085 sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (k) bendinde yer alan, “Kamu zararı: Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanununda belirtilen kamu zararını,” hükmü, Anayasanın 160 ıncı
maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
Öte
yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde “hukuk devleti” Türkiye Cumhuriyetinin
nitelikleri arasında sayılmış ve 9 uncu maddesinde ise, yargı yetkisinin Türk
Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiştir. Sayıştay
tarafından yapılacak sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme
bağlanmasında, Sayıştaya kamu görevlilerinin kasıt, kusur ve ihmallerini
saptama yetkisi veren 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 2 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (k) bendi, açıklanan nedenlerle Anayasanın 2 nci, 9 uncu ve
160 ıncı maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir.
4)
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 7 nci Maddesinin (6)
Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 7 nci maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, “Sayıştay tarafından gerçekleştirilen performans denetimleri mali
ve hukuki sonuç doğurmaz.” denilmektedir. Ancak, aynı maddenin (5) numaralı
fıkrasında ise “Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu
iki fıkra birbiriyle çelişik hükümler ifade etmekte ve hesap verme sorumluluğu
çevriminin anlaşılamadığını ortaya koymaktadır.
Bütçe
hakkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nindir. TBMM, gelirlerin toplanması
ve harcamaların yapılması yetkisini bütçe kanunu ile yürütmeye devretmekte;
yürütme ise, bütçe programlarına tahsis edilen ödeneklerin, bütçede öngörülen
programlara, belirtilen tutarlarda, hukuka uygun şekilde ve taahhüt edilen
hedeflere ulaşılması amacıyla verimli, tutumlu ve etkin şekilde harcanacağı
konusunda hesap verme yükümlülüğü altına girmektedir.
Yürütme
söz konusu hesap verme yükümlülüğünü, bütçe ödeneklerinin tahsis edildiği
alanlarda, belirlenen hedeflere ulaşmak için kullanıldığını mali tablolar ve
faaliyet raporları ile TBMM'ye rapor ederek yerine getirecek; Sayıştay ise bu
raporların raporlama standartlarına uygunluğu ve raporlarda yer alan beyanların
doğruluğu ve güvenirliği konusundaki tespit ve önerileri ile kaynakların
ekonomik, verimli ve etkin kullanılıp kullanılmadığına ilişkin performans
denetimi bulgularını TBMM'ye sunacaktır.
TBMM
ise, yürütmenin beyan ettiği mali tablolar ve faaliyet raporları ile Sayıştayın
söz konusu raporların raporlama standartlarına uygunluğu ve raporlardaki
beyanların doğruluğu ve güvenirliğine ilişkin görüşü ve kaynakların verimli,
etkin ve tutumlu kullanılıp kullanılmadığına ilişkin performans denetimi
raporlarındaki tespit, öneri ve bulguları ışığında bakanların ve üst
yöneticilerin hesap verme sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini görüşerek
karara bağlayacaktır.
Performans
denetimi, tanımı gereği devlet/hükümet faaliyetlerinin, programlarının veya
organizasyonlarının verimliliğinin ve etkinliğinin, ekonomiklik ve iyileştirme
amacı gözetilerek, bağımsız bir biçimde incelenmesi olduğuna göre, kaynakların
verimli, etkin ve tutumlu kullanılmasına ilişkin olarak birçok tespit, bulgu ve
öneriyi içermek durumundadır. Dolayısıyla performans denetimi raporlarındaki
tespit, bulgu ve önerilere dayanarak TBMM'nin “bütçe hakkı” bağlamında vereceği
kararlar elbette ki mali, hukuki, siyasi ve yönetsel sorumluluklar
doğurabilecektir. Sorumluluk doğurabileceği içindir ki aynı maddenin (5)
numaralı fıkrasında, “Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir. Performans denetimleri
kamu kaynaklarının verimli, etkin ve ekonomik kullanımı ile ilgili olduğuna
göre, bakanların TBMM'ne karşı sorumluluklarının tespitine performans
denetimlerindeki bulgular taban oluşturacaktır.
Bu
bağlamda, 6085 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasındaki,
“Sayıştay tarafından gerçekleştirilen performans denetimleri mali ve hukuki
sorumluluk doğurmaz.” hükmü, bir yandan TBMM'nin, bütçe hakkından kaynaklanan
denetim yetkisine Anayasaya aykırı bir sınırlama getirirken; diğer yandan
Sayıştay denetimini hiçbir sonuç doğurmayan, boşa kaynak ve emek harcanan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılmayan bir denetim durumuna
düşürmektedir.
Anayasanın
87 nci maddesinde “Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek” TBMM'nin görev ve
yetkileri arasında sayılmış, 160 ıncı maddesinde de Sayıştayın Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetim yapmakla görevli olduğu belirtilmiştir. Bu denetim
görevi Anayasa ile verilmiş olup, denetimin Anayasanın öngördüğü denetim
bütünlüğü içinde yapılması gerekir. Anayasanın öngördüğü denetim bütünlüğünün
yasayla değiştirilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (6) numaralı fıkrası
Anayasanın 87 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
5)
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci Maddesinin;
a-
(6) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun Sayıştay denetçilerinin nitelikleri ve mesleğe
alınmaları başlıklı 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c) bendinde,
“Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,” denilmektedir.
Anayasa
Mahkemesi 20.11.1996 tarih ve 1996/58 Esas ve 1996/43 Karar sayılı kararında
şöyle demiştir:
“…
Sayıştay, Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, TBMM adına denetim görevi yapan
ve bu denetimin sonunda ilgililerin hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayan
ve kararlarına karşı hiçbir yargı organına başvurma olanağı bulunmayan anayasal
bir kurumdur.”
“Genel
ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına
denetleme ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli
olan Sayıştayın vereceği kararların temelini denetçiler tarafından yapılan
denetim görevi oluşturmaktadır”
Anayasa
Mahkemesinin yukarıya alınan kararında da belirtildiği üzere Sayıştayın hesap
yargılamasının kapsam ve içeriğini denetçi raporu belirlemekte; raporun kapsam
ve içeriği de Sayıştay denetçisinin mesleki yetkinliği ile tarafsızlığı ve
bağımsızlığına bağlı olmaktadır.
Sayıştay
denetçisinin mesleki yetkinliği, tarafsızlığı, bağımsızlığı ve mesleki
ilkelerle etik değerlere bağlılığı, örneğine başka hiçbir meslekte
rastlanılmayacak derecede önemlidir. Çünkü, denetçinin hesabı incelemesi ve
raporlaması aşamalarında idare, hukuk ve ceza mahkemelerinde olduğu üzere
davanın taraflarının veya vekillerinin veya Cumhuriyet Savcısının verilen
kararı üst mahkemelere temyiz etme gibi karar sahibinin mesleki kariyerinde ve
yükselmesinde etkili olan işlevsel kontrol mekanizmaları bulunmamaktadır.
Sayıştay denetçisi hesabı incelerken vicdanı ile baş başadır. Hesabın ve temsil
ettiği mali işlemlerin içeriğini, hesap verme sorumluluğu taşıyanlar ile
denetçiden başka kimse bilmemektedir.
Kamu
fon ve kaynağı kullanan kurumların tamamına yakınının Sayıştay denetimine tabi
olması, denetçilerin kamu hukuku ile özel hukuku; gelir, gider, taşınır,
taşınmaz ve personel mevzuatını; denetime tabi idarelerin teşkilat kanunları ve
görevleri ile hizmet üretme süreçlerini; bu görevlerin baraj, otoyol,
elektrifikasyon gibi teknik nitelikte olan ve mesleğe özgü mesleki teknik bilgi
gerektirenlerin temel özelliklerini; uluslararası muhasebe ve denetim
standartlarını; bilimsel araştırma yöntem ve tekniklerini özümsemelerini
zorunlu kılmaktadır.
Bu
bağlamda, Sayıştay denetçi yardımcılığına giriş sınavında bilgi öne
çıkmaktadır. Bilgi, çalışmak ve çaba göstermekle elde edilen bir ayrıcalık
olduğundan; eleme ve yazılı sınavda ortaya konan başarı derecesi, kişinin
çalışkanlığının, çalışmayı ve araştırmayı bir alışkanlık haline getirdiğinin
göstergesi olmakta ve eleme ve yazılı sınavın nesnel sonuçları, kişinin
Sayıştay denetçiliği mesleğinde de çalışkan ve araştırmacı olacağına ve mesleki
yeterlik ve yetkinliğe kavuşacağına karine oluşturmaktadır.
Oysa
Kanunun 17 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde, “Eleme
sınavı sonucunda, yetmiş puandan az olmamak üzere en yüksek puandan başlayarak
sınav ilanında belirtilen kadronun beş katına kadar yazılı sınava çağrılır.”
denilirken; aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde, “Yazılı
sınav sonucunda, yetmiş puandan az olmamak üzere, en yüksek puandan başlayarak
eleme sınavı ilanında belirtilen kadronun üç katına kadar aday mülakata
çağrılır.” denilmektedir.
Bu
düzenlemeye göre adaylarının 2/5 (% 40)'ı yazılı sınavda elenir ve 3/5 (% 60)'ı
mülakata çağrılırken; 2/3 (% 66,3)'ü mülakatta elenerek 1/3 (%33,3)'ü mülakatı
kazanmış olmaktadır. Böylece, Sayıştay denetçi yardımcısı adaylığı giriş
sınavında öznel değerlendirmeye açık mülakat, nesnel değerlendirmeye dayalı
yazılı sınavdan daha önemli hale getirilmektedir.
Maddenin
(6) numaralı fıkrasındaki mülakat ölçütleriyle de mülakata yazılı sınavın
nesnel sonuçlarını ortadan kaldırarak ortalama üstü bilgi ve yeteneğe sahip
olanların Sayıştaya girmesini engelleme işlevi yüklenmektedir.
Gerçekten
de (6) numaralı fıkranın (b) bendinde, “davranış ve tepkilerinin mesleğe
uygunluğu,” gibi soyut bir kriterle yetinilmeyerek (c) bendinde ayrıca,
“Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,” gibi soyut olmanın da ötesinde,
adayın en fazla 30 dakika süreli mülakattaki tutum ve davranışları üzerinden
kişilik analizini içeren bir kritere yer verilmiştir.
Tutum
ve davranışlar üzerinden kişilik analizini yapacaklar ise, maddenin (7)
numaralı fıkrasında, Sayıştay Birinci Başkanı veya görevlendireceği daire
başkanının başkanlığında iki üye ile üç uzman denetçiden oluşan altı kişilik
mülakat komisyonu olarak belirlenmiştir.
Kişilik
bozukluklarının en uç durumu olan ve tıbbi tedaviyi gerektiren nevrotik ve
bunun bir üst aşaması olan psikozlu tanısı dahi, 6 yıl süreli tıp eğitimi
üzerine 4 yıl uzmanlık eğitimini tamamlayarak psikanalist unvanını kazanan
uzman doktorların birkaç seanstan sonra varabildikleri bir kanı iken; psikoloji
ve psikanaliz eğitimi almamış Sayıştay meslek mensuplarından oluşan bir
heyetten, kişilerin mülakattaki tutum ve davranışları üzerinden kişilik
analizlerini yapmalarını ve bunu en fazla 30 dakikalık bir süre içinde
tamamlayarak bir karara varmalarını beklemek ve bu karara hukuksal bir değer
atfetmek, söz konusu olan bilim, uzmanlık ve hukuksa mümkün olamaz.
Kaldı
ki adayın özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı gibi kişilik özellikleri,
genel psikolojinin bile değil, genel psikolojinin değişik alt dallarının
uzmanlık alanlarına girmekte ve bu yanıyla da özel uzmanlık bilgisine sahip
birden fazla uzmanı gerektirmektedir.
Fransız
Ulusal Meclisinin 26 Ağustos 1789 tarihinde açıkladığı İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesinin 6 ncı maddesindeki, “Tüm yurttaşlar yasa önünde eşit
olduklarından, yeteneklerine göre her türlü kamu görevi, rütbe ve mevkiine eşit
olarak kabul edilirler; bu konuda yurttaşlar arasında erdem ve yeteneklerinden
başka bir ayırım gözetilmez.” ilkesi, Kıta Avrupası Hukuk Sisteminin ve kamu
yönetimi anlayışının temelini oluşturmuştur.
Nitekim,
Anayasamızın 2 nci maddesinde hukuk devleti ve 10 uncu maddesinde yasa önünde
eşitlik ilkesi düzenlenirken; 70 inci maddesinde ise; “Her Türk kamu
hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” denilmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin 30.05.2006 tarih ve E.2003/82, K.2006/66 sayılı kararında,
“Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına dayanan,
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde Anayasanın ve yasa koyucunun da uyacağı temel hukuk
ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.” denilirken; 11.06.2003 tarih
ve Esas 2001/346, Karar 2003/63 sayılı Kararında ise, “Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de vatandaşlarına
hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve
öngörülebilirlik gerektirir.” ifadesine yer verilmiştir.
Sosyal
hukuk Devleti, fırsat eşitliğine dayanan Devlettir ve hukuk Devletinde
yasaların amacı, hukuk güvenliğini ve kamu yararını gerçekleştirmektir.
Bu
bağlamda, adayların özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı Sayıştay
denetçiliği mesleğinin nitelikleri arasında görülüyorsa, bu kişilik
özelliklerinin ölçme ve değerlendirmesinin idare hukukunun temel
prensiplerinden olan “liyakat ilkesine” uygun yapılması gerekir.
Liyakat,
Türkçe sözlükte; (1) layık olma, (2) yeterlilik anlamına gelmekte ve 657 sayılı
Kanununun 3/C maddesinde ise, “Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi,
sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat
sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet
memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.” şeklinde tanımlanmaktadır. 657 sayılı
Kanun liyakatin, Devlet kamu hizmetlerine girişte ve girdikten sonra ilerleme
ve yükselme ile görevin sona erdirilmesinde işletilecek bir sistem olduğunu ve
bu sistemin eşit bir şekilde uygulanmasının Devlet memurlarını güvenliğe sahip
kılacağını belirtmektedir.
Sistemin
eşit bir şekilde işletilerek adayların hukuk güvenliğine sahip kılınabilmesi
için, öncelikle mülakat komisyonunun adayların özgüveni, ikna kabiliyeti ve
inandırıcılığı gibi kişilik özelliklerini ölçerek değerlendirebilecek
niteliklere sahip olması, bu bağlamda konusunun uzmanı psikanalistlerden
oluşturulması ve bu heyet tarafından adaylara kişilik testlerinin uygulanması
gerekmektedir.
Tersine
mülakat komisyonu Sayıştay meslek mensuplarından oluşturulacak ise, bu durumda
da hizmet gereklerine ve kamu yararına uygun, tüm adaylara eşit imkanlarla
uygulanabilir ve nesnel olarak ölçülebilir faktörlerin belirlenmesi ve bu
faktörler temelinde yapılacak ölçme ve değerlendirme sonucunda kişilerin
liyakatine karar verilmesi gerekmektedir.
Bu
itibarla, en fazla 30 dakikalık mülakat süresi içinde Sayıştay meslek
mensuplarından oluşan mülakat komisyonunun adayların mülakattaki tutum ve
davranışları üzerinden kişilik analizlerini yaparak bir sonuca varmalarını
öngören 6085 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c)
bendindeki “Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,” ifadeleri, adayların
hukuk güvenliğini ortadan kaldırmayı amaçladığı için sosyal hukuk devleti
ilkesine, mülakatta kayırmacılığı teşvik ederek mülakat komisyonuna öznel
tercihlerde bulunma imkanı sağladığı için eşitlik ilkesine aykırıdır ve Anayasanın
70 inci maddesindeki görevin gerektirdiği nitelikleri nesnel olarak ölçme ve
değerlendirmeye uygun değildir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c)
bendi Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
b-
(6) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (ç)
bendinde, “Genel yetenek ve genel kültürü,” denilmekte ve böylece mülakatta
adayların genel yeteneği ile genel kültürünün ölçülerek değerlendirilmesi
öngörülmektedir.
Zihinsel
faaliyetlere dayalı Sayıştay denetçi yardımcılığına ilişkin mülakatta,
adayların genel yeteneğinin değerlendirilmeye teknik olarak müsait olmadığı;
mülakatta ancak terzilik, ayakkabıcılık, aşçılık, mobilyacılık, itfaiyecilik,
polislik, ressamlık, müzisyenlik, vb. el becerileri ve kas gücü ile görsel ve
işitsel yetenekleri gerektiren mesleklerde genel yeteneğin ölçme ve
değerlendirmeye konu oluşturabileceği ve ölçme ve değerlendirme yerinin de
mülakat salonları değil, işlik ve atölye gibi yerler olacağı apaçık bir
gerçekliktir. Genel yetenek adı altında adayların zeka seviyeleri ölçülecek
ise, yine bunun da uzman kişiler tarafından uygun ortamlar yaratılarak
yapılması ve adına da genel yetenek değil, IQ Testi vb. gibi zeka seviyesini
ölçmeye yönelik test isimlerinin verilmesi gerekmektedir.
Genel
kültür ise oldukça geniş bir alandır. Dünya'nın en yüksek tepesinden, en derin
çukuruna; sanatın değişik dallarındaki akımlardan, siyasal kuramlara; İmam
Gazali ile İbn-i Rüşt arasındaki felsefi tartışmadan, Gılgamış Destanının
Sümer'deki kahramanına kadar koskoca bir alan genel kültürün kapsamı içinde
bulunmaktadır. Bu bağlamda genel kültürün herkese aynı sorular sorularak
değerlendirilmesi, ölçümün nesnelliği bağlamında büyük önem taşımaktadır.
Adayın birine Türkiye'nin coğrafi bölgeleri sorulurken, diğerine resim
sanatındaki sürrealist akımın başlıca temsilcileri sorulursa ortaya çıkan
sonucun değerlendirilmesinin nesnelliğinden söz edilemez.
Bunun
içindir ki, tüm adaylar, aynı sorular üzerinden eleme sınavında genel kültür ve
genel yetenek sınavına tabi tutulmakta ve ölçme ve değerlendirme sonuçları
nesnel olarak ortaya konmaktadır. Eleme sınavında adayların genel yetenek ve
genel kültürleri aynı sorular üzerinden nesnel olarak ölçülmüş iken, mülakatta
tekrar ve farklı sorular üzerinden genel yetenek ve genel kültürlerinin
değerlendirilmesi, mükerrerliğin ötesinde eleme ve yazılı sınavın nesnel
sonuçlarını, farklı sorular temelinde ortadan kaldırma işlevi görmektedir.
Sayıştay
Denetçiliğine ilk adımın bilgiyi ölçen nesnel değerlendirmeler yerine, görevin
gerekleriyle bağdaşmayan kayırmacılığa açık öznel değerlendirmelerle atılması,
yasa önünde eşitlik ilkesi ile 70 inci maddesindeki kamu hizmetine alınmada
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemeyeceği hükmüne
aykırı olmanın yanında, denetçinin daha mesleğe ilk adımını atma aşamasında
borçlandırılarak tarafsızlık ve bağımsızlığının ipotek altına alınması,
yürütülen hizmetin gerekleriyle ve kamu yararıyla örtüşmemektedir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (ç)
bendi Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
c-
(6) Numaralı Fıkrasının (d) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci maddesinin (6) numaralı
fıkrasının (d) bendinde, “Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı,”
denilmektedir.
“Bilimsel
ve teknolojik gelişmelere açıklığı”n, bir mülakatta ölçülebilirliği olmadığı
gibi, bu ifade spekülasyona açık ve kışkırtıcı bir içerik taşımaktadır. Evrim
Teorisi yerine, Yaradılış Teorisini benimsemek midir; Newton Fiziği yerine,
Kuantum Fiziğini kabul etmek midir; tren yerine, uçakla seyahat etmek midir;
mektup yerine, e-mail ile haberleşmek midir; daktilo ile yazmak yerine,
bilgisayarı daktilo olarak kullanmak mıdır; araştırmalarda ampirik yöntem
yerine, diyalektiği ya da fonksiyonalizmi veya yapısalcılığı tercih etmek
midir; nedir bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığın ölçüsü ve buna kim,
nasıl ve ne şekilde karar verecektir' Kaldı ki, en son bilimsel teori veya
teknolojik buluş, her durum ve şartta en iyisi veya en kullanışlısı
olmayabilir. Bugün hala taşıt araçları ile diğer mekanik araç, gereç, makine ve
silahlar ile yapım işleri Newton Fiziğine dayanmakta; dağlık arazideki bir
patika yolda en ilkel ulaşım teknolojisi olan “katır”ı kullanmak en rasyoneli
olabilmektedir.
Öte
yandan, bilim ve teknolojinin art arda kullanılarak bilimsel ve teknolojik
denilmiş olmasıyla, bilimsel ifadesiyle temel bilimlerden/fizik bilimlerinden
söz edildiği anlaşılmaktadır. Çünkü teknoloji temel bilimlerin kuramlarının
mühendisler tarafından üretime uyarlanmasıyla ortaya çıkan ürünlerdir. Bu
durumda bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklık (en son kuram ve teknolojik
ürünlerin üretim bilgisi bağlamında), Sayıştay denetçiliğinde değil de, bu
alanda faaliyet yürüten üniversitelerin temel bilimler fakülte ve bölümlerine
araştırma görevlisi veya kamu ve özel araştırma enstitülerine araştırmacı
alınırken adaylarda aranabilecek bir faktör olabilir. Bunu değerlendirecek
olanların da Yasada öngörülen mülakat komisyonu değil, konunun uzmanları
olacağı kuşkusuzdur.
Aksine,
bilimsel ifadesiyle sosyal bilimlerden ve teknolojik ifadesiyle de teknolojinin
tüketiminden/kullanımından söz edilmek isteniyorsa; Sayıştay denetçiliğinde
aranabilecek bilimsel gelişmelere açıklık, sosyal bilimlerdeki en son araştırma
yöntem ve tekniklerinin bilgisi; teknolojik gelişmelere açıklık ise bilişim
teknolojilerinin kullanımı ile sınırlıdır. Bu durumda da yapılması gereken,
eleme ve yazılı sınav konuları arasına, adayların sosyal bilimlerde araştırma
yöntem ve teknikleri konusundaki yeterliğini ölçmeye yönelik sorular eklemek
ile mülakatın yapıldığı yere bir bilgisayar koyarak adayın en son sürümleri
kullanıp kullanamadığını değerlendirmek olmalıdır. Günümüzde artık 30 yaş
altında bilmeyenlerin kalmadığı ve hiç bilmeyenlerin dahi bir ay süreli bir
hizmet içi eğitim kursuyla, en bilenler katına ulaşabildiği bilgisayar kullanma
becerisini, veri hazırlama kontrol işletmeni ya da zabıt katibi alıyormuşçasına
Sayıştay denetçi yardımcılığı mülakat sistemine koyarak bir değerlendirme
faktörü haline getirmenin değersizliğinden söz etmeye dahi gerek
bulunmamaktadır.
Bu
durumda da “bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı”n bir ölçme ve
değerlendirme faktörü olarak mülakatta yer almasının tek bir amacı olabilir. Bu
amaç ise, “Bilgisayarda kaç virüs var'” gibi yanıtı olmayan sorular ile “bilgisayarda
kaç tür işletim sistemi var'” veya “programlama dilleri hangileridir'” gibi
yanıtını soranların dahi bilemeyeceği sorular temelinde istenmeyen adayların
mülakatta başarısız sayılmalarını sağlamak olabilir.
Sayıştay
denetçiliği mesleğinin gereklerinden bu derece kopuk ve böylesine kayırmacılığa
açık mülakat sistemi, adaylara hukuk güvenliği sağlamayacağı gibi adayların
eşit şartlar altında yarışmasını ortadan kaldıracağı için 6085 sayılı Kanunun
17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (d) bendindeki “Bilimsel ve
teknolojik gelişmelere açıklığı” ibaresi, belirsizliği ve normatifliği
nedeniyle nesnel bir değerlendirme faktörü olmadığı ve adayların hukuk
güvenliğini ortadan kaldırdığı için Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk
devleti ilkesine, mülakatı olabildiğince sübjektif değerlendirmelere ve
kayırmacılığa açık hale getirerek mülakat komisyonuna öznel tercihlerde bulunma
imkanı sağladığı için 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, mesleğin
gerektirdiği nitelikleri nesnel olarak ölçme ve değerlendirmeye uygun olmaması
ve Sayıştay denetçiliği mesleğinde bir değer taşımaması nedeniyle de 70 inci
maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının (d)
bendi Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
d-
(6) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci maddesinin (6) numaralı
fıkrasının son cümlesinde, “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt
sistemi kullanılmaz.” denilmektedir.
Böylece
mülakatta adayın bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığını ölçme ve
değerlendirmeye tabi tutan 6085 sayılı Kanun, sıra söz konusu ölçme ve
değerlendirmenin nasıl yapıldığının günümüz teknolojisi aracılığıyla nesnel
olarak ortaya konmasına gelince, Danıştay Onikinci Dairesi'nin 07.07.2009 tarih
ve 2009/1043 Esas sayılı kararında idari işlemin yürütmesini durdurma nedeni
saydığı “sınavın sesli ve görüntülü kayıt yapılmak suretiyle
gerçekleştirilmemesi” gerekçesini hükümsüz kılmak ve usulsüz yapılan sınavların
bundan sonra yargı mercilerince bu gerekçeye dayalı olarak iptal edilmesini
engellemek için çağımız teknolojisinin kullanımını yasaklamaktadır.
Yasakçı
anlayışın temelinde siyasal iktidarın Sayıştayda kendi ideolojisi doğrultusunda
tam ve mutlak bir kadrolaşmaya gitme ve kendi ideolojisi dışındakilere
Sayıştayı kapatma amacı yatmaktadır. Bu durum yasanın yorumundan çıkarılan bir
öngörü değil, yasanın uygulamasından çıkarılan bir saptamadır.
Şöyle
ki;
Sayıştay
Başkanlığı tarafından 02 – 06 Şubat 2009 tarihleri arasında yapılan Sayıştay
Denetçi Yardımcısı Adaylığı sözlü sınavında başarısız sayılan bir adayın açtığı
dava sonucunda, Danıştay Onikinci Dairesi 07.07.2009 tarih ve 2009/1043 Esas
sayılı Kararında, yargısal denetimin yapılabilmesi için adaylara sorulan
soruların, adayların verdiği yanıtların ve sözlü komisyonunun adaylara verdiği
puanların tutanağa bağlanmaması ve “sınavın sesli ve görüntülü kayıt yapılmak
suretiyle gerçekleştirilmemesi” gerekçesiyle sözlü sınavın ve sözlü sınav
sonucuna dayalı olarak yapılan atama işlemlerinin yürütmesinin durdurulmasına
karar vermişti.
Bu Karar üzerine demokratik hukuk devleti ilkesini benimsemiş ve
Anayasasında bu ilkeye değiştirilemezlik atfetmiş bir Cumhuriyette yapılması
gereken, sözlü sınavın Danıştay kararında belirtilen objektif kriterlere göre
yeniden yapılmasıdır. Ancak, siyasal iktidar bunun yerine, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki sayısal çoğunluğuna dayanarak iki maddelik bir kanun çıkardı.
832 sayılı Sayıştay Kanununun 9 uncu maddesini
değiştiren 19.11.2009 tarih ve 5924 sayılı Sayıştay Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanununun çerçeve 1 inci maddesiyle, 832 sayılı Kanundaki
sınav sistemi, sınav konularına kadar bütünüyle değiştirildi ve yerine 6085
sayılı Kanunun 17 nci maddesinde yer alan düzenlemeler getirildi.
5924 sayılı Kanunun çerçeve 2 nci maddesiyle
832 sayılı Sayıştay Kanununa eklenen Geçici 11 inci maddeyle ise; 02 – 06 Şubat
2009 tarihleri arasında yapılan sözlü sınavda başarısız sayılan adayların,
çerçeve 1 inci maddeyle getirilen sınav sistemine göre yeniden mülakata
alınmaları ve mülakatta başarılı sayılmak için 70 olan puanın bu mülakatta 50
olarak uygulanması öngörüldü.
Sayıştay Başkanlığı 02.02.2009
– 06.02.2009 tarihleri arasında yapılan ve hukuka aykırı yapıldığı Danıştay
Onikinci Dairesi kararıyla sabit olan sözlü sınavda kaybettirdiği adayları,
AKP'nin çıkarmış olduğu 5924 sayılı Yasaya göre mülakata çağırdı.
Sayıştay
Başkanlığının 02.06.2010 – 03.06.2010 tarihleri arasında yaptığı mülakata 28
aday katıldı. “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi
kullanılmaz.” cümlesinin yer aldığı yasaya göre yapılan mülakatta şöyle bir
sonuç ortaya çıktı:
02.06.2010
– 03.06.2010 Tarihlerinde Yapılan Mülakat Sonuçlarına Göre
Sayıştay
Denetçi Yardımcısı Adaylığı Giriş Sınavı Sonuç Listesi
Eleme
Sınav Yazılı SınavOrtalamaMülakatta
Adayın
Adı SoyadıPuanı Puanı Puanı Verilen Puan
…76,79496,00086,39746,670
…84,30781,00082,65446,330
…73,76096,00084,88046,000
…73,06180,00076,53045,500
…76,08478,00077,04245,000
…78,88079,00078,94043,670
…81,65785,00083,32843,330
…74,86284,00079,43143,330
…78,21185,00081,60543,330
…78,10386,00082,05143,000
…79,03684,00081,51842,830
…77,71790,00083,85842,670
…76,49678,00077,24841,830
…82,39596,00089,19741,830
…77,50681,00079,25341,670
…78,54772,00075,27341,000
…74,26089,00081,63040,500
…79,36197,00088,18040,170
…81,37574,00077,68739,330
…74,58074,00074,29039,330
…84,54577,00080,77239,000
…78,07573,00075,53737,330
…76,78479,00077,89237,330
…83,12883,00083,06436,500
…76,74571,00073,87233,670
Sayıştay
meslek mensuplarından oluşan mülakat komisyonunun, 6085 sayılı Kanunun 17 nci
maddesinde de yer alan;
Mülakatta,
adayın;
Bir
konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
Liyakati,
temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
Özgüveni,
ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
Genel
yetenek ve genel kültürü,
Bilimsel
ve teknolojik gelişmelere açıklığı,
Faktörleri
yönünden değerlendirerek yaptıkları ve herhangi bir kayıt sisteminin
kullanılmadığı mülakatta, mülakata katılan adayların tamamına 50 puanın altında
notlar verilerek mülakatı kaybetmeleri sağlandı.
Sayıştayın
tarihinden gelen ve tarihsel misyonundan kaynaklanan her çeşit dünya görüşü,
siyasal düşünce, etnik köken, mezhep ve yaşam biçimine ve hatta tarikat ve
cemaatlere açık demokratik ve çoğulcu yapısını, belirli bir ideoloji temelinde
biçimlendirerek yok etmek ve demokratik siyasal sistem içindeki misyonunu aynı
ideolojiye boğdurarak Sayıştayı bağımsız ve tarafsız görev yapamaz hale
getirmek amacıyla ilahi ve beşeri değerleri hiçe sayacak kadar ideolojik
körleşme içine düşülmesi üzerine çok söz söylenebilir. Ancak, eleme ve yazılı
sınavın nesnel sonuçlarına göre 73 – 89 puan aralığında not alan 28 adayın
tamamına mülakatta sırf kaybettirmek güdüsüyle 50 puanın altında notlar
verilmesi ve bunların beşinin dereceye girerek eleme ve yazılı sınavın ilk onu
arasında yer alan kişilerden oluşmasının hukuki olarak tek bir açıklaması
vardır: Anayasasında hukuk devleti, yasa önünde eşitlik ve kamu hizmetine
alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiç hiçbir ayrım
yapılamayacağı ilkeleri yazılı olan demokratik bir Cumhuriyette, idarenin her
türlü eylem ve işlemi yargı denetimine de tabiyken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
28 adayın hukukunu koruyamamıştır. Hangi ağdalı söz, hangi ünlü düşünürden
yapılan alıntı, bu aşamadan sonra söz konusu mağdurları Türkiye Cumhuriyetinin
demokratik hukuk devleti olduğuna ikna edebilir'
Eleme
ve yazılı sınavın nesnel sonuçlarına göre ortalama 70 ve üzeri notlar alan 28
adayın bırakınız tamamını, 50 puan barajının olduğu mülakatta birinin dahi 50
puanın altında not alması, mülakatın öznel değerlendirmeye açık olması gerçeği
karşısında hukuken garip karşılanması gereken bir durumdur. Ancak, mülakatın
sesli ve görüntülü kaydının yasayla yasaklandığı ve elde 28 adaya 50 puanın
altında not veren mülakat komisyonunun tuttuğu tutanak dışında kanıtlayıcı
belgenin bulunmadığı bir hukuk sisteminde söz konusu gariplik
olağanlaşmaktadır.
Bu
bağlamda, mülakat için getirilen “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir
kayıt sistemi kullanılmaz.” cümlesindeki niyet, hizmet gereklerini dikkate
alarak kamu yararını gerçekleştirmek değil; tam tersine, Sayıştay Denetçiliği
mesleğinde yönelinen siyasi kadrolaşmayı, yargı denetimini bertaraf ederek
kalıcı kılmaktır.
Anayasanın
2 nci maddesinde ilkeleri belirtilen hukuk devletinin en temel özelliği
işlemlerin denetime, özellikle de yargı denetimine açık olmasıdır. Anayasanın
36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğü, tüm hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesi
için zorunlu ve herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamış özgürlüktür.
İşlemlerin sadece denetimlerinin engellenmemesi yeterli değildir; denetime
elverişli olmaları da gerekir. Denetime elverişli olmayan iş ve işlemler hak
arama ve adil yargılanma özgürlüğünü sınırlandırmış olurlar. Yasa koyucu bu
konuda gerekli önlemleri almalı ve yargı kararlarını ortadan kaldırmamalıdır.
Yargı kararları yasama organını da bağlayıcı niteliktedir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Yasanın 17 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının,
“Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.”
biçimindeki son cümlesi, adayların hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığı için
Anayasanın 2 inci; belirli ideolojiler lehine adaylar arasında yaratılan ve
gelecekte de başka ideolojiler adına yaratılacak olan yasaya aykırı
eşitsizliklerin üstünün örtülmesine imkan sağladığı için 10 uncu; mesleğin
gerektirdiği niteliklerden başka öznel özelliklerin değerlendirilmesine güvence
oluşturduğu için 70 inci, adil yargılanma hakkını kısıtladığı için 36 ncı;
idari işlemin tüm unsurlarıyla yargı denetimine tabi olmasını sınırladığı için
125 inci; Danıştay Onikinci Dairesinde görülmekte olan henüz sonuçlanmamış bir
dava hakkında Yasama Meclisinde görüşme yapılmış olması nedeniyle 138 inci
maddesinin üçüncü ve Yasama organının Danıştay Onikinci Dairesinin yukarıda
sözü edilen yürütmeyi durdurma kararını değiştirmiş olması nedeniyle 138 inci
maddesinin dördüncü fıkrasına ve Sayıştay denetiminin dürüstlük, bağımsızlık,
tarafsızlık, güvenirlik ve yeterlilik ilkelerine sahip denetçilerce yapılmasını
engellediği için de 160 ıncı maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
e-
(7) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci maddesinin (7) numaralı
fıkrasının son cümlesinde, “Mülakatta başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve
üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının
en az yetmiş olması şarttır.” denilmektedir.
6085
sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde,
“Eleme sınavı sonucunda, yetmiş puandan az olmamak üzere en yüksek puandan
başlayarak sınav ilanında belirtilen kadronun beş katına kadar yazılı sınava
çağrılır.” denilirken; aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde
ise, “Yazılı sınav sonucunda, yetmiş puandan az olmamak üzere, en yüksek
puandan başlayarak eleme sınavı ilanında belirtilen kadronun üç katına kadar
aday mülakata çağrılır.” hükmüne yer verilmiştir.
Böylece
eleme sınavını kazanan adaylarının 2/5 (% 40)'ı yazılı sınavda elenir ve 3/5 (%
60)'ı mülakata çağrılırken; 2/3 (% 66,3)'ü mülakatta elenerek 1/3 (%33,3)'ü
mülakatı kazanmış olmaktadır. Dolayısıyla, Sayıştay denetçi yardımcısı adaylığı
giriş sınavında öznel değerlendirmeye açık mülakat, nesnel değerlendirmeye
dayalı yazılı sınavdan daha önemli hale getirilmektedir. Matematiksel sonuç
budur.
Bu
matematiksel sonucun üzerine, eleme ve yazılı sınavda olduğu üzere (7) numaralı
fıkra ile mülakatta da 70 puan barajı getirilmektedir. Başka bir anlatımla,
başarılı sayılmak için eleme ve yazılı sınavlarda olduğu üzere mülakatta da 70
puan almak zorunlu tutulmaktadır. Burada büyük bir adaletsizlikle haksızlık ve
hukuksuzluk vardır.
Çünkü
eleme ve yazılı sınavda, sınava giren adayların tümüne aynı sorular sorulmakta;
soruların yanıt anahtarı önceden hazırlanmakta ve adayların sorulara verdiği
yanıtların her birinin somut belgeleri bulunmaktadır. Bu bağlamda, örneğin
eleme sınavında adaylara her soru 1 puan üzerinden 100 soru sorulmuş ve
(yanlışların doğruları götürmediği varsayımı altında) aday (X), soruların 70
tanesini doğru yanıtlamış ise, 70 soruyu doğru yanıtladığının somut belgesi
olan yanıt anahtarı sınavı düzenleyen birimin elindedir ve bu yanıt anahtarını
kim değerlendirirse değerlendirsin sonuç 70 puan olacak; örneğin 69 puan
olamayacaktır. Her şeye rağmen olması durumunda aday (X) yetkili mercilerde
hakkını arayacak ve hakkı olan puanı somut yanıt anahtarıyla belgeleyecektir.
Aynı hususlar yazılı sınav için de geçerlidir. Bu bağlamda 100 denetçi
yardımcısı adayı kadrosu için açılmış eleme sınavına 5000 aday başvurmuş ve 70
puandan az olmamak şartıyla en yüksek puan alan ilk 500 aday arasında yapılan
yazılı sınavı 70 puandan az olmamak şartıyla en yüksek puandan başlayarak
kazanan ilk 300 aday, eleme ve yazılı sınava katılan 5000 aday arasında yapılan
sıralamada sorulan sorular bağlamında en başarılı olanlardır. Bu eğilip,
bükülemeyecek ve başka şekilde izah edilemeyecek bir realitedir. Bunun içindir
ki eleme ve yazılı sınav sonuçları nesneldir.
Oysa
sözlü sınav dahi olmayıp, karşılıklı görüşme olan mülakatta ise, her adaya
farklı sorular sormanın yanında, her adayla farklı tür görüşme
yapılabilmektedir. Sorulan soruların, adayların verdiği yanıtların ya da
komisyondaki görüşme ve sohbet diyaloglarının hiçbir somut belgesi
bulunmamaktadır. Belge olarak nitelenebilecek tek doküman komisyon üyelerinin
adaylara verdiği puanların yer aldığı tutanaktır. Bu tutanağın da hiçbir
objektifliği bulunmamaktadır. Bunun içindir ki mülakat sonuçları özneldir.
Öznellikle ifade edilmek istenen aynı adayların, beş farklı mülakat
komisyonunun karşısına çıkarılması durumunda, mülakat komisyonunda yer alan
kişilerin dünya görüşü, yaşam biçimi, siyasi düşüncesi, etnik kökeni, mezhebi
ve hatta tarikat ve cemaatine göre beş farklı sonucun ortaya çıkacağı
gerçeğidir. Bu durum, mülakat komisyonunun kişisel özellikleriyle kişisel
özellikleri çakışan adayların öne çıkacağını; başka bir anlatımla mülakat
sonuçlarının, mülakat komisyonunun özellikleriyle örtüşen bir totoloji olduğunu
ortaya koymaktadır.
Bu
durumda da mülakata 70 puan barajı getirmek, sadece eleme ve yazılı sınavın
nesnel sonuçlarını ortadan kaldırma işlevi değil, bu totolojiyi matematiksel
bir kesinliğe taşıyarak mülakat komisyonunu vicdani rahatlığa kavuşturma işlevi
görmektedir.
Şöyle
ki;
Sayıştay
Başkanlığının 02.06.2010 – 03.06.2010 tarihleri arasında yaptığı mülakatta,
adayların tamamına 50 puan barajının altında notlar verilerek hepsi başarısız
sayılmıştı. Eleme sınavında 82.395 puan, yazılı sınavda 96.000 puan alan adaya
mülakatta 41.830 puan; eleme sınavında 79.361 puan, yazılı sınavda 97.000 puan
alan adaya mülakatta 40.170 puan; eleme sınavında 76.794 puan, yazılı sınavda
96.000 puan alan adaya mülakatta 46.670 puan verilerek elenmişlerdi. Sınavı
kazanmış sayılmak için mülakatta 50 puan barajı olmasa idi, bu derece düşük
puanlar verilmiş olmasına rağmen, söz konusu adayların eleme ve yazılı sınav
ile mülakat puanlarının ortalaması sırasıyla 73.408 puan, 72.177 puan ve 73.154
puan olduğundan, bahsi geçen adaylar Sayıştay denetçi yardımcılığı sınavını
kazanmış olacaklardı.
Eleme
ve yazılı sınav sonuçlarına göre dereceye girmiş adayları başarısız saymak için
mülakatta yazılı sınavda almış oldukları notların yarısından da düşük puanlar
verilmesi, söz konusu puanları veren her bireyde farklı yoğunluklarda da olsa
kişilik çatışmalarına yol açar. Kişi, değerlerine uygun savunma mekanizmaları
geliştiremez ise, kendini toplumdan soyutlayacak psikolojik rahatsızlıklarla
karşı karşıya kalır. Dolayısıyla yazılı sınavda 96 puan almış bir adaya, 49
puan vererek başarısız saymanın vicdani rahatsızlığına dayalı kişilik
tahribatları ile mülakatta barajın 70 puan olması durumunda 69 puan vererek
başarısız saymanın vicdani rahatlığı arasında kocaman bir fark vardır.
Bu
bağlamda mülakatta 70 puan barajı getirilmesi, eleme ve yazılı sınavın nesnel
sonuçlarını ortadan kaldırırken, mülakat komisyonunda görev alanların vicdani
rahatsızlıklarına dayalı muhtemel kişilik çatışmalarını engellemeyi
amaçlamaktadır. Başka bir deyişle 70 puan barajı adayların haklarını ihlal
ederken, hak ihlalinde bulunan mülakat komisyonunu rahatlatma amacı
taşımaktadır.
Oysa,
çağdaş, demokratik bir hukuk devletinde hukuki düzenlemeler haksızlıkları,
hukuksuzlukları ve adaletsizlikleri meşrulaştırmayı değil, kişilerin haklarına
güvence oluşturmayı amaçlamak durumundadır.
Öte
yandan, INTOSAI Denetim Standartlarının 2.1.3 nolu Denetim Standardında,
“Sayıştaylara ilişkin genel standartlar; sayıştayın uygun vasıflara sahip
personeli işe almaya yönelik politikalar ve prosedürler benimsemesini öngörür.”
denilirken; INTOSAI Mesleki Ahlak Kurallarının 6 ncı maddesinde, “Yüksek
denetim Kurumunun/Sayıştayın güvenilen ve inanılan bir kurum olarak
değerlendirilmesi çok büyük önem taşımaktadır. Denetçi bu amaca ancak, Dürüstlük,
Bağımsızlık, Tarafsızlık, Güvenirlik ve Yeterlik gibi beş temel kelimede saklı
olan mesleki ahlakın gerektirdiği kavramları kabul ederek ve bunları
uygulayarak hizmet edebilir” denilmektedir. Bu bağlamda Sayıştay
denetimlerinin, mesleki yeterlilik ile tarafsızlık ve bağımsızlığa sahip
denetçiler tarafından yürütülmesine güvence oluşturacak sınav sistemlerinin
kurulması ve Sayıştaya denetçi alımında ortalama üstü bilgi ve yeteneğe gerekli
önemin verilerek gerekli niteliklere sahip personelin işe alınmasının
sağlanması sadece demokratik hukuk devletine dayalı siyasal sistemin ve
parlamentonun “bütçe hakkı”nın gereği değil, Türk Sayıştayının üyesi bulunduğu
INTOSAI Denetim Standartlarının da gereğidir. Oysa Türkiye'de Sayıştay denetçi
yardımcılığına giriş sınavının düzenleniş ve yapılış biçimi, INTOSAI Denetim
Standartlarına aykırı olarak siyasal iktidarın/iktidarların ideolojisine uygun
ideolojik bir kadrolaşma oluşturmaya yöneliktir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 17 nci maddesinin (7) numaralı
fıkrasının son cümlesindeki, “Mülakatta başarılı sayılmak için, komisyon başkan
ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik
ortalamasının en az yetmiş olması şarttır.” şeklindeki hüküm, eleme ve yazılı
sınavın nesnel sonuçlarını mülakat komisyonunun gönül rahatlığı içinde ortadan
kaldırmasını amaçlayarak, adayların hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığı;
adaylar arasında siyasi düşünce, felsefi inanç, etnik köken, mezhep, tarikat,
cemaat ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapmanın önünü açmanın ötesinde
kolaylaştırdığı; Sayıştay denetçiliği mesleğinin gereği olan bilgi ve birikimin
dışında başkaca özelliklerin öne alınmasına hizmet ettiği için Anayasanın 2
inci, 10 uncu, 70 inci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
6-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 21 inci Maddesinin (7)
Numaralı Fıkrasının İlk Cümlesindeki “… başkan yardımcılarından birine vekâlet
verir.” ile (7) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesindeki “… başkan
yardımcılarından kıdemli olanı …” İbarelerinin ve 22 nci Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının, “Başkan yardımcıları daire başkanı statüsündedir.”
Şeklindeki Son Cümlesinin ve 25 inci Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 20 nci maddesinin (7) numaralı
fıkrasında, “Sayıştay Başkanı görevinde bulunamayacağı zaman başkan
yardımcılarından birine vekâlet verir. Vekil tayin etmemiş olduğu veya
görevinde bulunamayacağı hallerde başkan yardımcılarından kıdemli olanı,
Sayıştay Başkanlığının açık bulunduğu hallerde ise en kıdemli daire başkanı
Sayıştay Başkanlığına vekâlet eder. Kıdemde esas üyeliğe ve daire başkanlığına
seçilmedir.” denilirken; 22 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının son
cümlesinde “Başkan yardımcıları daire başkanı statüsündedir.” denilmiş; 25 inci
maddesinin (5) numaralı fıkrasında ise, “Sayıştay Başkanının katılamadığı
hallerde Genel Kurula, Kurula katılan başkan yardımcılarından kıdemli olanı
başkanlık eder.” hükmüne yer verilmiştir.
6085
sayılı Kanunun Daire Başkanlarının seçimi başlıklı 14 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, daire başkanlarının en az üç yılını doldurmuş üyeler
arasından Sayıştay Genel Kurulunca seçileceği hüküm altına alınırken; 22 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise, Sayıştay Başkanının, biri denetim
diğeri yönetim ile ilgili işlerde kendine yardımcı olmak üzere üyeler arasından
iki başkan yardımcısı görevlendireceği yazılıdır.
Sayıştay
Başkanlığında daire başkanlığı, kadrolu bir görevdir ve kadro unvanlı daire
başkanlığına Sayıştay Genel Kurulunun kolektif iradesinin tezahürüyle
gelinmektedir. Oysa Sayıştay Başkanlığında başkan yardımcılığı diye bir kadro
olmadığından başkan yardımcılığı görev unvanıdır. Görev unvanlı başkan
yardımcılığına ise seçimle değil, Sayıştay Başkanının bireysel tercihiyle
görevlendirmesi üzerine gelinmektedir.
Personel
hukuku bir statü hukukudur ve personelin tüm hak ve ödevleri statülerine göre
belirlenmektedir. Sayıştay üyeleri ile daire başkanlarının statü farkından
dolayı özlük hakları da farklıdır. Öte yandan 657 sayılı Kanunda bir göreve
vekâlet edilerek vekâlet ücreti ödenebilmesi dahi kadro şartına bağlanmıştır.
Nitekim,
2575 sayılı Danıştay Kanununun 10 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre
kadro unvanlı Danıştay başkanvekillerini Danıştay Genel Kurulu seçmekte ve
Danıştay Başkanlığının boşalması, izinli veya özürlü olması hallerinde Danıştay
Başkanlığına 22 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre başkanvekillerinden
kıdemli olanı vekâlet ederken; 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 31 inci maddesine
göre ise kadro unvanlı birinci başkanvekilleri ile daire başkanlarını Yargıtay
Büyük Genel Kurulu seçmekte ve Birinci Başkanın yokluğunda ise 22 nci
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre kıdem sırasına göre birinci
başkanvekilleri, birinci başkanvekillerinin de yokluğunda en kıdemli daire
başkanı Birinci Başkanlığa vekâlet etmektedir.
Sayıştay
Başkanının bireysel tercihini, Sayıştay Genel Kurulunun kolektif iradesiyle
eşdeğer gören ve Sayıştay Genel Kurulunun kolektif iradesiyle gelinen daire
başkanlığı kadro unvanının statüsü ile özlük haklarının, Sayıştay Başkanının
bireysel tercihiyle gelinen başkan yardımcılığı görevine de tanınmasını öngören
6085 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının son cümlesindeki
“Başkan yardımcıları daire başkanı statüsündedir.” hükmü, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesindeki yasa önünde eşitlik
ilkesi karşısında kabul göremez. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan
hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın
bulunduğu bilincinde olan devlettir. Dava konusu kural, adaletli hukuk düzeni
kurmak yerine bunu bozmakta, statü hukukundaki farklılığı, yasa kuralı yoluyla
eşitleyerek, farklı hukuksal konumda olanların farklı kurallara tabi olması
ilkesini ihlal etmektedir.
Öte
yandan, Sayıştay Genel Kurulunun seçtiği kadro unvanlı daire başkanları
dururken, Sayıştay Genel Kurulunun seçimiyle değil, Sayıştay Başkanının
bireysel tercihiyle belirlediği görev unvanlı başkan yardımcılarına Sayıştay
Başkanlığına vekâlet görevi verilmesi ve Sayıştay Başkanının katılamadığı
hallerde Sayıştay Genel Kuruluna başkan yardımcılarından kıdemli olanının
başkanlık etmesi ve bu yolla kadrosu ve dolayısıyla statüsü üye olan başkan
yardımcılarına yasayla Sayıştayı temsil etme ve Genel Kurula başkanlık etme
görevi verilmesi, adaletli hukuk düzenini bozmakta, statü hukukundaki
farklılığı yasa yoluyla eşitleyerek, farklı hukuksal konumda olanların farklı
kurallara tabi olması ilkesini ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 20 nci maddesinin (7) numaralı
fıkrasındaki, “… başkan yardımcılarından birine vekâlet verir.” ve “başkan
yardımcılarından kıdemli olanı” ibareleri ile 22 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının son cümlesi ve 25 inci maddesinin (5) numaralı fıkrası Anayasanın 2
nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
7-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 23 üncü Maddesinin (4)
Numaralı Fıkrasındaki “… ve ahizler …” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 23 üncü maddesinin (4) numaralı
fıkrasında, “Yargılamaya esas raporların görüşülmesi sırasında açıklamalarda
bulunmak üzere ilgili grup başkanı, raporu düzenleyen denetçi, sorumlular ve
ahizler çağrılabilir.” denilmektedir.
Anayasanın
160 ıncı maddesinde Sayıştay, bir yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesi
olarak düzenlenmiş ve Sayıştaya sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlama görevi verilmiştir. Sayıştayın hesap yargısı kendine özgüdür ve
muhatabı sorumlulardır.
Hesap
mahkemesi olan Sayıştay yargılama dairelerinde denetçi raporları üzerinden
sorumluların hesap ve işlemlerinin görüşülmesine, fazla ödeme veya eksik
tahsilatın (kamu zararının) yapıldığı ahizlerin de çağrılması ve dolayısıyla en
azından görüşlerinin sorulması Sayıştayın hesap yargılamasını kendine
özgülükten çıkaran ve sorumluların hesap ve işlemleri yerine kişiler arası
hukuki ilişkilerin yargılandığı adli mahkemelere dönüştüren bir içeriğe
sahiptir.
Sorumluların
hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevli Sayıştayın, Sayıştaya karşı
sorumluluğu bulunmayan ahizleri çağırması, Anayasanın 160 ıncı maddesindeki
denetim bütünlüğünü ihlal edebileceği gibi, Anayasanın 9 uncu maddesiyle,
bağımsız mahkemelere verilen yargı yetkisinin de, bağımsız mahkemeler dışında
kullanılması yolunu açacaktır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 23 üncü maddesinin (4) numaralı
fıkrasında yer alan “… ve ahizler …” ibaresi, Anayasanın 9 uncu ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
8-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 28 inci Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı (İlgili Maddeler: 11/1-e, 26/1, 27/1, 38/2, 39/2, 40/2,
42/1, 43/1, 64/3, Geçici 3/3)
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun Rapor Değerlendirme Kurulu başlıklı
28 inci maddesinde, Rapor Değerlendirme Kurulu düzenlenmiştir. Maddede;
“(1)
Kurul, Sayıştay Genel Kurulu tarafından iki yıl için seçilen iki daire başkanı
ve her daireden birer üye ile denetimden sorumlu başkan yardımcısından oluşur.
Kurul üyeliğinde boşalma olması halinde kalan süreyi tamamlamak üzere Genel
Kurul tarafından boşalan yer için seçim yapılır.
(2)
Kurulun başkanı Sayıştay Başkanıdır. Başkanın katılamadığı durumlarda Kurula
denetimden sorumlu başkan yardımcısı başkanlık eder.
(3)
Kurul üye tamsayısının en az üçte ikisi ile toplanır. Kanuni izin ve boş üyelik
sebebiyle toplantı yeter sayısının sağlanamadığı hallerde, Kurula
görevlendirilmiş üye sayısını aşmamak ve o toplantıya münhasır olmak kaydı ile
Kurul Başkanı tarafından katılamayan üyelerin yerine her daireden bir üyeyi
aşmamak koşuluyla kıdem esasına göre yeter sayıyı sağlayacak kadar üye
toplantıya davet edilebilir. Kurul, mevcudun salt çoğunluğu ile karar verir.
Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır.
(4)
Rapor Değerlendirme Kurulu, Sayıştay raporları ile Sayıştay Başkanı tarafından
incelenmesi istenen konular hakkında görüş bildirir.
(5)
Sayıştay raporlarının Kurulda görüşülmesi sırasında ilgili grup başkanı veya
raporun denetçisi katılarak görüşünü açıklar.
(6)
Sayıştay raporlarının görüşülmesi sırasında açıklamalarda bulunması için ilgili
kamu idaresinin üst yöneticisi veya görevlendireceği yardımcısı çağrılabilir.”
denilmektedir.
Bu
düzenlemeye göre, “Sayıştay raporları ile Sayıştay Başkanı tarafından
incelenmesi istenen konular hakkında görüş bildirme” görevi Rapor Değerlendirme
Kuruluna verilmektedir.
Sayıştay
Başkanı tarafından incelenmesi istenen konular hakkında görüş bildirme görevi,
6085 sayılı Kanunun 23/1-c maddesine göre yargılama dairelerine, 25/2-d
maddesine göre Genel Kurula, 27/3-b maddesine göre Daireler Kuruluna ve 31/2-d
maddesine göre ise Denetim Planlama ve Koordinasyon Kuruluna da verildiğine
göre Rapor Değerlendirme Kurulunun asıl görevi Sayıştay raporları hakkında
görüş bildirmektir.
Sayıştaya,
Anayasanın 164 üncü maddesinde, genel uygunluk bildirimini, ilişkin olduğu
kesinhesap kanunu tasarısının verilmesinden başlayarak en geç yetmişbeş gün
içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunma; 160 ıncı maddesinde ise merkezi
yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının
bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetleme (ve dolayısıyla denetim bulgularını Türkiye Büyük Millet Meclisine
raporlama) görevi verilmiştir.
Sayıştayın
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunacağı Sayıştay Raporları 6085 sayılı Kanunun
38 inci maddesinde “Dış denetim genel değerlendirme raporu”, 39 uncu maddesinde
“Faaliyet genel değerlendirme raporu”, 40 ıncı maddesinde “Mali istatistikleri
değerlendirme raporu”, 41 inci maddesinde “Genel uygunluk bildirimi”, 42 nci
maddesinde “Diğer raporlar” ve 43 üncü maddesinde ise “Kamu İktisadi
Teşebbüsleri yıllık denetim raporu” olarak yer almıştır.
6085
sayılı Kanunun yürürlükten kaldırdığı 832 sayılı Kanunda yer alan “genel
uygunluk bildirimi”, “performans denetimi raporları” ve diğer tüm raporlar
Türkiye Büyük Millet Meclisine Sayıştay Genel Kurulunun görüşü üzerine
sunulurken; 6085 sayılı Kanunda ise “genel uygunluk bildirimi”nin 832 sayılı
Kanunda olduğu gibi Sayıştay Genel Kurulunun görüşü ile; “Dış denetim genel
değerlendirme raporu”, “Faaliyet genel değerlendirme raporu”, “Mali
istatistikleri değerlendirme raporu”, “Diğer raporlar” ve “Kamu İktisadi
Teşebbüsleri yıllık denetim raporu”nun ise Rapor Değerlendirme Kurulunun görüşü
üzerine sunulması öngörülmüştür. Böylelikle 6085 sayılı Sayıştay Kanununda
Sayıştay Genel Kurulu, Rapor Değerlendirme Kurulu ile ikame edilmiştir.
Öte
yandan, maddeye göre Rapor Değerlendirme Kurulu bir başkan ve on üye olmak
üzere 11 kişiden oluşacak; üye tam sayısının üçte ikisi ile toplanacak ve
mevcudun salt çoğunluğu ile karar verecektir. Bu düzenlemeye göre beş üye,
Sayıştay raporlarının TBMM'ne sunulmasına veya sunulmamasına karar verebilecek
ve bu karar Sayıştayı bağlayacaktır. Yasanın 23 üncü maddesinde yargılama
dairelerinin de bir başkan ve dört üye ile toplanacağı yazılıdır. Ancak
yargılama dairelerinin verdiği kararların son hüküm mercii yine Yasanın 26 ncı
maddesine göre Temyiz Kuruludur. Yargılamaya ilişkin olunca bir başkan ve dört
üyenin verdiği karar temyize tabi tutulurken; Sayıştay görüşüne ilişkin olunca
bir başkan ve dört üyenin verdiği kararın nihai kabul edilmesi ve bu nihailiğin
Sayıştayı bağlayacak nitelikte olması kabul edilemez. Bir başkan ve dört üyenin
görüşü, hiçbir şekilde bir başkan ve ellialtı üyeden oluşan Sayıştay Genel
Kurulunun vereceği görüşün yerine geçemez.
Sayıştay
Genel Kurulunun sayısal yapısının, gelecekte sayılarının artacağı öngörülen
Sayıştay raporlarını görüşmeye yeterince elvermeyeceği ve dolayısıyla söz
konusu raporların Genel Kurula bütün yönleriyle incelenerek teknik
değerlendirmesi yapılmış bir şekilde gelmesi gerekeceği düşünülebilir. Bu düşünce
doğrudur. Nitekim, 6085 sayılı Kanunun Daireler başlıklı 23 üncü maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (b) bendinde, “Denetim raporları hakkında görüş bildirir.”
denilerek TBMM'ye sunulacak Sayıştay raporlarının nihai hali kararlaştırılmadan
ve dolayısıyla TBMM'ye sunulması veya sunulmaması görüşü verilmeden önce bütün
yönleriyle incelenmesi, tartışılması ve teknik değerlendirilmesinin yapılması
görevi yargılama dairelerine verilmiş bulunmaktadır.
Bu
bağlamda TBMM'ye sunulma veya sunulmama görüşü ister Sayıştay Genel Kurulu,
ister Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından verilsin, Sayıştay raporları söz
konusu kurulların önüne bütün yönleriyle incelenmiş, tartışılmış ve teknik
değerlendirmesi yapılmış şekilde gelecektir.
Bu
durumda Sayıştayın en üst ve en yetkili karar organı olan Sayıştay Genel
Kurulunu, Sayıştay görüşünü içeren ve bu yanıyla da Sayıştayı bağlayıcı
nitelikte bulunan Sayıştay Raporları konusunda devreden çıkarmak, fonksiyonel
olmadığı gibi Sayıştayın Anayasal konumuna ve misyonuna da uygun düşmemektedir.
Sayıştay kuruluşundan bu yana kurullar şeklinde çalışmış ve Genel Kurul,
Sayıştayın en üst ve en yetkili bir organı olagelmiştir. Sayıştay Genel
Kurulunun TBMM'ne gönderilecek Sayıştay Raporları konusunda süreç dışına
itilmesi, bir yandan Sayıştayın tarafsızlığı ve bağımsızlığını gölgelerken;
diğer yandan Sayıştay Raporlarının güvenilirliği ve yeterliliği hususunda
tereddütlere yol açacaktır. INTOSAI Denetim Standartlarına ve Uygulama
Rehberlerine göre hazırlanmış ve yargılama dairelerinde teknik değerlendirmesi
yapılmış bir raporun, Rapor Değerlendirme Kurulunda bir başkan ve dört üyenin
görüşüyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamasına karar verebilmesi,
Sayıştayı siyasi tartışma ve çekişmelerin içine çekebilecek potansiyel bir
tehlikedir. Dolayısıyla, Sayıştay raporlarının nihai olarak görüşüleceği ve
TBMM'ye sunulmasına veya sunulmamasına karar verileceği yer, hiç kuşkusuz
Sayıştay üyelerinin tamamından oluşan ve Sayıştayın en üst ve en yetkili karar
organı olan Sayıştay Genel Kurulu olmak durumundadır. Yargı yetkisine sahip
olsun ya da olmasın Avrupa Birliği Sayıştayı dahil, kurul şeklindeki tüm
Sayıştayların ortak özelliği, denetimin nasıl yapılacağı ile Sayıştay raporları
hakkındaki nihai sözün Genel Kurula ait olmasıdır ve sayıştayları sayıştay
yapan da bu temel özelliğidir.
Anayasanın
164 üncü maddesinde düzenlenen “Genel uygunluk bildirimi” TBMM'ye Sayıştay
Genel Kurulunun görüşüyle sunulurken; aynı nitelikteki “Sayıştay raporları”nın
TBMM'ye sunulması görevinin Sayıştay Genel Kurulundan alınarak Rapor
Değerlendirme Kuruluna verilmesi, Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırı
olduğundan, 6085 sayılı Kanunun Rapor değerlendirme kurulu başlıklı 28 inci
maddesinin iptali gerekir.
6085
sayılı Kanunun 28 inci maddesinin iptal nedeniyle, 6085 sayılı Kanunun (11/1-e)
maddesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulu” ibaresinin; 26 ncı maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor Değerlendirme Kuruluna seçilenler
dışında kalan” ifadesinin; 27 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “Rapor
Değerlendirme Kurulu ile” ifadesinin; 38 inci maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilk cümlesindeki “ve Rapor Değerlendirme Kurulunun görüşü alınır.”
İfadesi ile ikinci cümlesindeki “Kurulca görüş bildirilen” ibaresinin, 39 uncu
maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor Değerlendirme
Kurulunun görüşü alındıktan sonra” ifadesinin; 40 ıncı maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulunun görüşü de alındıktan
sonra” ifadesinin; 42 nci maddesinin 42 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesindeki “ve rapor Değerlendirme Kurulu” ibaresinin; 43 üncü
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “eylül ayı sonuna kadar
Rapor Değerlendirme Kuruluna gönderilir.” İfadesi ile ikinci cümlesindeki
“Rapor Değerlendirme Kurulu” ibaresinin; 64 üncü maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulu ile” ibaresinin;
Geçici 3 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor
Değerlendirme Kurulu ve” ibaresinin de aynı gerekçelerle iptali gerekir.
9.
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 31 inci Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasının (b) Bendi ile (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde “Başkanlık” adıyla Sayıştayın kuruluşuna dahil bir organ oluşturulmuş;
20 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında bu organın, Sayıştay Başkanı, başkan
yardımcıları ve bölüm başkanlarından oluşacağı belirtilmiştir.
Öncelikle
Sayıştay Başkanlığında, Başkanlık diye bir karar organının olamayacağını ve
olmadığını belirtmek gerekir. Sayıştay Başkanı, başkan yardımcıları ve bölüm
başkanları (832 sayılı Sayıştay Kanunundaki düzenlenişiyle Sayıştay Başkanı,
genel sekreteri ve genel sekreter yardımcıları), bir organ değil, hiyerarşik
idari makamlardır. Üstelik Sayıştay Başkanı dışındakiler kadroya değil, görev
unvanına dayalı idari makamlardır. Sayıştay başkanı, üyeler arasından
dilediğini dilediği zaman başkan yardımcığı görevine, denetçiler arasından
dilediğini dilediği zaman bölüm başkanlığı görevine getirme ve kadroya dayalı
bir görev olmadıkları için de dilediklerini dilediği zaman görevden alma
serbestliğine sahiptir.
Sayıştay
Başkanının, Yasanın kendine verdiği Sayıştayı yönetme görevinin gereği olarak
emri altında çalışan idari görevlilerle toplantı yapması ve bu toplantılarda,
Sayıştaya verilen görevlerin iyi yapılması ve yönetimin düzenli bir surette
yürütülmesi için gerekli önlemlerin konuşulup kararlaştırılması yönetim
olgusunun olağan bir sonucudur. Dolayısıyla sevk ve idarenin gereği olan
faaliyetler için Başkanlık adıyla bir karar organı oluşturulmasının hukuksal
bir anlamı, değeri ve karşılığı bulunmamaktadır.
Sayıştay
Başkanına hiyerarşik olarak bağlı idari makamlardan oluşturulan Başkanlık
organı, 6085 Kanunun 31 inci maddesinde bu defa karşımıza Denetim, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu adıyla çıkmakta ve söz konusu Kurula, 31 inci maddenin (2)
numaralı fıkrasının (b) bendinde, denetim stratejik planları ile yıllık denetim
programlarını hazırlama; (ç) bendinde ise, denetime ilişkin yönetmelik,
standart ve rehberleri hazırlama ile mesleki etik kuralları belirleme gibi
Sayıştay denetimi ve hesap yargısının temelini oluşturan çok önemli görevler
verilmektedir.
Sayıştay
denetimine tabi idarelerin hesaplarının hangilerinin inceleneceğine
(hangilerinin merkezde hangilerinin yerinde inceleneceğine) karar verme
yetkisi, 832 sayılı Sayıştay Kanununun 46 ncı maddesinde, Sayıştay Genel
Kuruluna verilmişti. Bu düzenlemenin temelinde ise, sorumluların hesap ve
işlemlerinin kesin hükme bağlanmasının, Sayıştay denetimi sonucunda düzenlenen
denetçi raporlarına bağlı olması gerçeği yatmaktadır. Başka bir anlatımla
Sayıştay hesap denetimi ile kendine özgü hesap yargılaması bütünlük
oluşturmaktadır. Sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme bağlanabilmesi
denetlenmesine bağlı olduğundan, hesabı denetimden kaçırmak hesap
yargılamasından da kaçırmak anlamına gelmektedir. Baraj, otoyol, raylı sistem,
elektrifikasyon gibi mali boyutu büyük yatırım harcamalarının geçtiği
hesapların denetlenmemesi için yükleniciler Sayıştay nezdinde siyasi baskı
oluşturmak dahil her yola başvurabilmektedir. Yetkinin bir Başkan ve hesap
yargılaması görevi olan 56 üyeden oluşan Sayıştay Genel Kurulunda olması söz
konusu baskıların sonuç almasını geçmişte önlemiştir. Öte yandan denetimin
nasıl yapılacağına ilişkin her türlü düzenlemeler 832 sayılı Kanunda Sayıştay
Genel Kurulunun yetkisinde olmuştur. Hangi hesapların nasıl denetleneceğine
ilişkin yetkilerin Genel Kurulda olması, Sayıştay denetiminin ve denetim
sonuçları üzerinden gerçekleştirilen hesap yargılamasının bağımsızlığına ve
tarafsızlığına güvence oluşturmuştur.
Sayıştay
Genel Kuruluna ait olan denetlenecek hesapları belirleme ile denetimin nasıl
yapılacağına ilişkin yönetmelik, standart ve rehberleri hazırlama yetkisinin
verildiği Denetim Planlama ve Koordinasyon Kurulu ise, adının kurul olması
dışında kurullara özgü özelliklerin hiç birini taşımamaktadır.
Kurul
şeklindeki bir yapılanmanın birinci şartı, hiyerarşik kademe ve idari
bağlılığın olmaması; ikinci şartı ise Kurulun toplantı yeter sayısı ile karar
nisabının yasada yer almasıdır. Ancak, Kanunun 31 inci maddesindeki Kurul,
Sayıştay Başkanına hiyerarşik olarak bağlı olan ve bir kadroya dayanmadığı
ölçüde de hiçbir görev güvencesi olmayan görevlilerin bir araya getirilmesinden
oluşturulmuş ve toplantı yeter sayısı ile karar nisabı yasada düzenlenmemiştir.
Kurul, Sayıştay Başkanının hiyerarşik emri altında olan görevlilere dikte
ettiği bireysel tercihlerine, kurul kararı görüntüsü verme amacı taşımaktadır.
6085
sayılı Kanunun 12 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasında Sayıştay Başkanının
görev süresinin beş yıl olduğu ve bir kimsenin iki defa Sayıştay Başkanı
seçilebileceği; 48 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise yargılamaya esas
raporların “genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri” için düzenleneceği
yazılıdır. Bu düzenlemelerin Sayıştay Başkanını dış müdahalelere açık hale
getirmediği ileri sürülemez. Yeniden seçilme kaygısı içine giren Sayıştay
Başkanı, kendini yeniden seçecek olan siyasi karar organlarının müdahalesine
kendiliğinden girerek büyük yatırım harcamalarının yapıldığı DSİ Genel
Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, DLH Genel Müdürlüğü gibi kamu
idarelerini ve hatta yargılamaya esas rapor düzenlenecek genel yönetim kapsamı
içindeki kamu idarelerinin tamamını denetim stratejik planı ile yıllık denetim
programına almayabilir. Denetim stratejik planı ve yıllık programa almada yerel
yönetimler arasında ayrımcılık yapabilir.
Bu
bağlamda, denetim stratejik planları ile yıllık denetim programlarını belirleme
yetkisinin Sayıştay Genel Kurulunda olması, hem hesap yargısının hesap
denetimine bağlı olması bağlamında Sayıştay denetiminin bütünlüğünün, hem
bağımsızlığı ile tarafsızlığının gereği ve güvencesidir.
Öte
yandan, denetim standart ve rehberleri ile denetim standartlarının bir parçası
olan mesleki etik kurallar, denetimlerin nasıl yapılacağına ilişkin hukuksal
bağlayıcılığı olan temel düzenlemelerdir ve önem açısından yönetmeliklerden
daha ilerdedir. Çünkü, belirleyici olan temel prensiplerin yer aldığı denetim
standartları ile standartların uygulanmasına ilişkin rehberlerdir ve
yönetmelikler standart ve rehberler üzerine inşa edilir. Dolayısıyla,
yönetmelik, standart ve rehberler, Denetim, Planlama ve Koordinasyon Kurulu
tarafından hazırlanır ve Kanunun 25 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c)
bendinde, yönetmelikler hakkında görüş bildirme Genel Kurulun görevleri
arasında sayılırken; standart, rehber ve standartların bir parçası olan etik
kuralların sayılmaması, Denetim, Planlama ve Koordinasyon Kurulunu ve
dolayısıyla bu Kurulun şahsında Sayıştay Başkanını tek belirleyici hale
getirmektedir. Daha önce sözü edildiği üzere, denetimlerin nasıl yapılacağı
yetkisi, Sayıştayların en üst ve en yetkili karar organındadır. En üst ve en
yetkili karar organı “ofis tipi” Sayıştaylarda Sayıştay Başkanı, “yargı tipi”
Sayıştaylarda ise Genel Kuruldur. T.C. Sayıştay yargı tipidir ve Sayıştayın
hesap yargısı, hesap denetimine bağlıdır. Dolayısıyla, hesap denetiminin nasıl
yapılacağına, hesap yargılama yetkisi olanların tamamının karar vermesi kamu
yararının da gereğidir.
Sayıştayın
en üst ve en yetkili karar organı olan Sayıştay Genel Kurulunun, Sayıştay
denetimi ve hesap yargılamasının bütünlüğüne ilişkin olan ve Sayıştay denetimi
ve hesap yargılamasının bağımsızlığı ile tarafsızlığına güvence oluşturan,
denetim stratejik planları ve yıllık denetim programları ile denetime ilişkin
yönetmelik, standart ve rehberleri hazırlama ve mesleki etik kuralları
belirleme konularında devreden çıkarılarak bu görevlerin, Sayıştay Başkanının
şahsında oluşturulan ve “kurul” niteliklerine sahip olmayan Denetim Planlama ve
Koordinasyon Kuruluna verilmesini öngören 6085 sayılı Kanunun 31 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi ile (ç) bendi Anayasanın 160 ıncı
maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
10-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 32 nci Maddesinin (6)
Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 32 nci maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, “Sayıştay Başkanının teklifi ve Sayıştay Genel Kurulunun kararı ile
gerek görülen illerde denetim grup başkanlıkları kurulabilir.” denilmektedir.
Sayıştay
kurulduğu andan itibaren Anayasal bir kurum olarak başkentte hizmet yürütmüş ve
taşra teşkilatı olmamıştır. İmparatorluk döneminde İstanbul'da hizmet yürüten
Sayıştay, Cumhuriyetle birlikte görevlerini Başkent Ankara'da yapmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin üniter bir devlet olduğu ile günümüzün teknolojik
gelişmeleriyle ulaşım imkanlarının geçmişle kıyaslanamayacak düzeyde olduğu ve
Başkanlığın bütün illerde geçici görevlendirme yoluyla denetim yaptırma
yetkisinin bulunduğu göz önüne alındığında, illerde denetim grup başkanlıkları
kurulmasının hangi ihtiyaçtan doğduğu sorusu gündeme gelmektedir.
Bu
sorunun iyi niyetli iki cevabı olabilir. Birincisi, günümüzün geçerli akımı
olan yerelleşme rüzgarına kapılma; diğeri ise denetim faaliyetini yürüten
denetçilerin Ankara dışındaki illere atanma tehdidi altında görev yapmalarını
sağlamadır.
Sayıştayın
yerelleşmesinin denetimin verimliliğine ve etkililiğine hiç bir katkısının
olmayacağı; aksine uzun süreli ve yerleşik olarak denetim görevi yapmanın yerel
ilişki ağlarının doğmasına ve geliştirilmesine yol açarak denetimin tarafsızlığını
tehdit edeceği ortadadır. Başkanlığa başka illere atama yetkisinin verilmesi
ise, görevlerini hiçbir etki altında kalmadan yürütmek durumunda olan
denetçilerin başında Demokles'in Kılıcı gibi asılı duracak ve denetçinin ve
denetimin bağımsızlığını doğrudan veya dolaylı yollarla etkileyebilecektir.
Anayasanın
126 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatı kurulması kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyumun sağlanması
koşuluna bağlanmıştır. Ancak, Sayıştay özelliği gereği kendine özgü anayasal
bir kurum olup, denetiminin en önemli özelliği de bağımsızlık ve anayasal
bütünlüktür. Anayasanın 160 ıncı maddesi bu bütünlük içinde ele alınarak
değerlendirilmek zorundadır. Anayasa, idare için yerel ve bölgesel birimler
oluşturma ya da coğrafi bölünme öngörmüş iken, Sayıştay için böyle bir
teşkilatlanma öngörmemiştir. Yasa koyucunun bunu öngörmesi, kaynağını
Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelir.
Öte
yandan, “Sayıştay Başkanının teklifi ve Sayıştay Genel Kurulunun kararı ile
gerek görülen illerde denetim grup başkanlıkları kurulabilir.” hükmü
yasalaşmadan önce, başka illerde kurulacak denetim grup başkanlıklarının,
Sayıştay tarafından yürütülen denetim hizmetinin verimliliğini artırma ve
uyumunu sağlamada ne tür iyileşmeleri nasıl sağlayacağına yönelik Sayıştay
Başkanlığı tarafından yapılmış iş analizlerinin olması ve bunlara dayalı olarak
somut ihtiyacın ortaya konması gerekirdi. Oysa bu tür çalışmalar yapılmamış,
ihtiyaç ortaya konulmamıştır.
Sayıştay
Başkanlığının Ankara'da personeline yeterli bir hizmet binası ve 500'ün
üzerinde lojmanı vardır. Denetim grup başkanlığı kurulan her ilde yeni hizmet
binaları ile lojmanlar satın alınacak; yaptırılacak veya kiralanacaktır. Ayrıca
hizmet binaları tefriş edilecektir. Bunların hepsi bütçe üzerine ek maliyetler
getirecektir. Öte yandan, örneğin Diyarbakır ilinde kurulan denetim grup
başkanlığında görevli denetçinin, hemen yanındaki Batman ilinde geçici görevle
görevlendirilmesi durumunda buna ödenecek geçici görev yolluğu ile Ankara'dan
Batman iline görevlendirilecek denetçiye ödenecek geçici görev yolluğu arasında
hiçbir fark bulunmayacaktır.
Bu
objektif gerçeklerden yola çıkarak verimliliğin/prodüktivitenin en önemli
unsurlarından biri olan girdi maliyetlerinin artacağı söylenebilir. Öte yandan
Sayıştayın merkeze alarak incelettiği hesaplarla denetçi görevlendirerek
yerinde incelettiği hesapların verileri karşılaştırıldığında yerinde incelenen
hesapların çıktılarının (sorgu adedi ve tespit edilen fazla ödeme miktarı
bağlamında) merkezde incelenenlerin iki katını aştığı görülecektir. Çünkü,
denetçiler merkezde yaptıkları incelemeleri mesai saatleri içinde yaparken;
yerinde yapılan incelemelerde mesai mefhumu olmadan geceleri ve hatta hafta
sonları çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Başka illerde denetim grup
başkanlıkları kurmak, merkezin mesaisi ve çalışma ilişkilerini taşraya taşımak
anlamına geleceğinden verimlilik düşecektir.
Öte
yandan Sayıştayın merkezde olması ve riski yüksek hesapları denetçi
görevlendirerek yerinde incelemesi, denetimde birliği ve uyumu sağlayan bir
işlev de görmektedir. Çünkü denetçiler merkezde doğal yollarla bilgi alışverişi
sağlayabilmekte iken, illerde grup başkanlıkları kurulduğunda, bilgi alışverişini
resmi kanallardan gecikmeli yapacaklar ve dolayısıyla denetimde uyum
bozulacaktır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasındaki
“Sayıştay Başkanının teklifi ve Sayıştay Genel Kurulunun kararı ile gerek
görülen illerde denetim grup başkanlıkları kurulabilir.” hükmü, Sayıştay
denetimi hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyumu düşüreceği, uzun süreli
görevlendirmelerden dolayı denetçilerin yerel ilişki ağları geliştirerek
denetimin tarafsızlığını gölgeleyeceği, denetçilerin başka illerde
görevlendirme baskısı altında çalışmalarına yol açarak bağımsızlıklarını tehdit
edeceği ve Anayasanın öngördüğü denetim bütünlüğünü bozacağı için Anayasanın
160 ıncı maddesine, Yasa koyucunun kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi
kullanması nedeniyle de Anayasanın 6 ncı maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
11-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci Maddesinin;
a-
(1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin Son Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin son cümlesinde, “Sayıştay tarafından yerindelik
denetimi yapılamaz, idarenin takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan
kaldıracak karar alınamaz.” denilmektedir.
İdari
işlem ve eylemlerin idari yargı yoluyla denetiminde “yerindelik denetimi
yapılamayacağı” kuralı, güçler ayrılığı ilkesinin teminatlarından biridir ve bu
manada önemlidir.
Burada
önemli olan husus, İdarenin takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan kaldıracak
karar alınmasının, yerindelik denetimi yapılmasının ancak uyulması zorunlu,
bağlayıcı kararlar, yani yargı kararları için söz konusu olabileceği
gerçeğidir. Sayıştayın bağlayıcı, uyulması zorunlu, yargısal kararları sadece
düzenlilik denetimi kapsamındaki hukuka aykırı mali işlemler içindir. Ancak,
hiçbir kamu idaresinin hukuka aykırı işlem yapma gibi bir takdir hakkından söz
etmek de şüphesiz mümkün değildir. Yargılama konusu olmayan, tavsiyelerle
sonlanan, hata ve sorumlu bulmaya değil, kamu yönetiminde geleceğe yönelik
iyileştirmelere odaklanan ve bu amaçla tavsiyeler üreten, bu tavsiyelerin de
ancak TBMM'nin benimsemesiyle kamu idarelerine yine Sayıştay değil, TBMM
tarafından iletildiği performans denetimi yoluyla yerindelik denetimi
kavramının ilişkilendirilmesi ise eşyanın tabiatına aykırıdır ve ancak bir
kavram karışıklığı sonucu olabilir.
Sayıştayın
832 sayılı Kanununa Ek 10 uncu madde ile performans denetimi yetki ve görevinin
verildiği 1996 yılından bu yana sürdürdüğü uygulama ve TBMM'ne sunduğu
raporlar, performans denetimi yoluyla yerindelik denetimi yapılması, idarenin
takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan kaldıracak karar alınması türünden
kaygıların yersizliğini uygulama yönüyle de ortaya koymaktadır.
Bu
hükmün, Anayasanın 125 inci maddesinin 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanunun
11 inci maddesiyle değişik dördüncü fıkrasındaki, “Yargı yetkisi, idari eylem
ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette
yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.” hükmünden esinlenerek
yasalaştırıldığı anlaşılabilmektedir.
Bu
durum, Sayıştay denetimi ile yargısal denetimin, Sayıştayın sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlaması ile idari yargının idarenin eylem ve
işlemlerini yargılamasının anlaşılamadığını ortaya koymaktadır.
Anayasanın
125 inci maddesindeki düzenlemenin, Sayıştay tarafından yapılan denetimlerle
uzaktan ya da yakından herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.
-
Birincisi, maddede denetim yetkisinin değil; yargı yetkisinin sınırları
düzenlenmektedir.
-
İkincisi, maddede idari eylem ve işlemlerden söz edilmektedir ki, idari eylem
ve işlemler idari yargı mercilerince denetlenir. Oysa Sayıştay, mali (gelir,
gider ve mal) hesap ve işlemleri denetlemektedir.
-
Üçüncüsü, madde de denetim kavramı, yargı mercileri tarafından yerine getirilen
hukuki/yargısal denetim olarak kullanılmıştır; oysa Sayıştay mali denetim yapmaktadır.
Dolayısıyla
Anayasanın 125 inci maddesi, Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri tarafından
yapılan yargı denetimini konu almaktadır.
Kaldı
ki, Sayıştay denetimi denilince yargısal bir faaliyet anlaşılmaz.
Nitekim,
Anayasanın 160 ıncı maddesi, “Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki
kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap
ve işlemlerini kesin hükme bağlamak” şeklinde düzenlenerek, Sayıştayın denetim
faaliyeti ile yargısal kesin hükme bağlama faaliyeti kesin çizgilerle
birbirinden ayrılmıştır.
Öte
yandan, Sayıştay söz konusu denetimi INTOSAI Denetim Standartlarında
öngörüldüğü üzere düzenlilik denetimi ve performans denetimi şeklinde
yapacaktır.
Düzenlilik
denetimini INTOSAI Denetim Standartlarının 1.0.39 nolu DS'nda belirtildiği
üzere,
-
Denetimine tabi kurumların mali tablo ve raporlarının ve bunlara dayanak
oluşturan her türlü belge ve kayıtlarının incelenmesi, denetlenmesi,
değerlendirilmesi ve mali rapor ve tablolar hakkında görüş belirtilmesi de
dahil olmak üzere bir bütün olarak devlet yönetiminin mali hesap verme
sorumluluğunun “genel uygunluk bildirimi” ile doğrulanması;
-
Mali yönetim (iç denetim ve iç kontrol) fonksiyonlarının incelenmesi,
denetlenmesi ve değerlendirilmesi;
-
Kamu idarelerinin mali (gelir, gider ve mal) hesap ve işlemlerinin kanunlara ve
diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun tespiti;
şeklinde;
Performans
denetimini ise, 1.0.40 nolu DS'nda belirtildiği üzere;
-
Faaliyetlerin ekonomikliğini,
-
Beşeri, mali ve diğer kaynakların kullanımındaki verimliliği,
-
Faaliyetlerin hedeflenen etkisine kıyasla fiili etkinliğini,
denetlemek
şeklinde yapacaktır.
Sayıştayın
yapacağı düzenlilik denetimi ile sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlaması faaliyetleri, yerindelik denetiminin kapsamına giremez.
Öte
yandan, iktisadi bir kavram olan “performans denetimi” ile hukuki bir kavram
olan “yerindelik denetimi”nin uzaktan veya yakından hiçbir ilgisinin
olamayacağını belirtmek gerekir. Çünkü, yerindelik denetiminin sonunda bir yargı
kararı verilir ya da yerindelik denetimi yargısal bir karar olarak ortaya
çıkar.
Ancak,
Sayıştay denetçilerince yapılan performans denetimleri, Sayıştay yargılama
dairelerinin kesin hükümlerine konu oluşturmaz. Sayıştay denetçilerince
hazırlanan performans denetimi raporları, ilgili kurumların görüşünün alınması
için Sayıştay Başkanı tarafından kurumlarına gönderilir ve kurum görüşü
alındıktan sonra Sayıştay Genel Kuruluna indirilir. Sayıştay Genel Kurulu ise,
performans denetimi raporu ile kurum görüşlerini değerlendirerek raporda yer
alan bulgu ve öneriler doğrultusunda gerekli önlemlerin alınmasının takdiri
için raporun Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesine veya
gönderilmemesine karar verir.
Kaldı
ki, performans denetimi metodolojisini geliştiren ve ilk uygulamaya koyanlar,
idari yargının ve dolayısıyla “yerindelik denetimi”nin söz konusu olmadığı ABD
ve İngiltere gibi Anglo – Sakson hukuk sistemine bağlı ülkelerinin “ofis tipi”
Sayıştaylarıdır. Dünya'da kamu kaynaklarının tutumlu, verimli ve etkin
kullanılması gerektiği kaygısını duyan Pakistan'ından Kuveyt'ine, Çin'inden
Yeni Zelanda'sına kadar bütün ülkelerde Sayıştaylar performans denetimi
yapmaktadır. Bu ülkelerin hiç birinde, “yerindelik denetimi”ne yol açar gibi
trajikomik bir gerekçeyle parlamentoların “bütçe hakkı”nın gereği olan
Sayıştayların performans denetimine sınırlama getirilmemektedir.
Performans
denetimlerinde, yapılan harcamaların yerindeliği sorgulanamaz. Çünkü, tüm
harcamalar parlamentoların bütçe hakkı kapsamında verdiği ödeneklerle yapılır.
Sayıştayların adına denetim yaptıkları parlamentoların bütçe ile verdiği
kararların yerindeliğini sorgulama gibi bir yetkileri yoktur ve olamaz.
Ancak,
performans denetimi tanımı gereği, devlet/hükümet faaliyetlerinin,
programlarının veya organizasyonlarının verimliliğinin ve etkinliğinin
ekonomiklik ve iyileştirme sağlama amacı gözetilerek bağımsız bir biçimde
incelenmesidir. Sayıştay performans denetimleri sonucunda ulaştığı tespit,
bulgu ve önerileri TBMM'ye raporlar.
Örneğin;
Sağlık Bakanlığına Bağlı Hastanelerde İlaç, Tıbbi Sarf Malzemesi ve Tıbbi Cihaz
Yönetimi Performans Denetimi Raporu (Sayıştay Başkanlığı, Mart 2005,
s:1)'ndaki;
Bulgu:
“Yataklı
Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğinde hastane müdürleri ve hastane müdür
yardımcılarının, hastane yönetimi konusunda eğitim ve deneyime sahip personel
arasından atanması gerektiği hususu açıkça düzenlenmiş olmasına rağmen, buna
uygun görevlendirme ve atamalar yapılmamakta, hastaneler uzmanlaşmış yönetim ekiplerince
yönetilmemektedir. Bu durum Sağlık İşletmesi Yönetimi konusunda eğitim ve
deneyimi olmayan kişilerin hastaneleri yönetmesine ve kaynakların verimsiz
kullanılmasına risk oluşturmaktadır.”
Öneri:
“Hastaneler;
tıp hizmetleri, yardımcı tıp hizmetleri, hemşirelik hizmetleri, idarîmalî ve
destek hizmetleri şeklinde oluşan profesyonel bir sağlık yönetim ekibi
tarafından, işbölümüyle ve uzmanlaşmaya gidilerek yönetilmelidir. Hastane
yönetimi kadrolarına yapılacak atamalarda mevzuatta öngörülen nitelikler
aranmalıdır.”
Sayıştay
tarafından yapılan performans denetimleri bu tür bulgu ve öneriler üzerine
kuruludur ve bunlar “yerindelik denetimi” olarak nitelendirilmez ve “idarenin
takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan kaldıracak kararlar” olarak
gösterilemez. Önemli olan, bu tavsiyelerin yargısal kararlar değil, mevcut
problemlerin çözümü için kamu idarelerinin uygulamasında yarar görülen ve TBMM
tarafından da benimsenir ise yine TBMM tarafından ilgili idarelerden gereğinin
yapılması istenecek olan tavsiyeler olmasıdır.
Anayasanın
87 nci maddesindeki TBMM'nin denetim görev ve yetkisiyle 160 ıncı maddesindeki
Sayıştay denetimi, Anayasanın “demokratik hukuk devleti” ilkesiyle ve
demokratik hukuk devletinin olmazsa olmazı “denetim” ile birlikte
değerlendirilmek zorundadır. Parlamenter demokrasilerin en önemli öğesi olan bu
denetim, yargı denetiminden farklı özelliklere sahiptir. Kaynağını, egemenlik
yetkisinden ve bütçe hakkından alır. Aslında, Anayasanın 165 inci maddesinde
öngörülen denetim de bu kapsamda değerlendirilmek zorundadır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin son cümlesinde, “Sayıştay tarafından yerindelik
denetimi yapılamaz, idarenin takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan kaldıracak
karar alınamaz.” hükmü, Sayıştayın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapacağı
denetimlere, Anayasanın 125 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükme
konu oluşturmayan ve söz konusu hükmün amacını aşan bir sınırlama getirdiğinden
Anayasanın 2 nci, 87 nci, 160 ıncı ve 165 inci maddelerine aykırıdır ve iptali
gerekir.
b-
(1) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin ve 37 nci Maddesinin (2) Numaralı
Fıkrasındaki “…genel kabul görmüş uluslararası…” İbaresinin Anayasaya
Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendinde, “Denetim genel kabul görmüş uluslararası denetim standartlarına uygun
olarak yürütülür.” denilmektedir.
Dünyada
“Genel Kabul Görmüş Denetim Standartları” ile “Uluslararası Denetim Standartları”
adlarıyla iki ayrı denetim standardı bulunmakla birlikte, söz konusu iki ayrı
denetim standardının “Genel Kabul Görmüş Uluslararası Denetim Standartları”
adıyla bir araya getirilmesinden oluşan bir denetim standardı bulunmamaktadır.
Genel
Kabul Görmüş Denetim Standartları (GAAS), ABD'de özel sektör kuruluşlarınca
uygulanan Genel Kabul Görmüş Muhasebe Prensiplerinden (GAAP) yola çıkılarak ABD
özel sektör denetim otoriteleri tarafından yine ABD'de uygulanmak üzere
hazırlanmış denetim standartlarıdır.
Uluslararası
Denetim Standartları (ISA) ise, merkezi ABD'de bulunan Uluslararası
Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından yine özel sektör kuruluşları için
geliştirilmiş Uluslararası Muhasebe Standartlarından (IAS – IFRS) yola
çıkılarak özel sektör kuruluşlarının denetiminde uygulanmak üzere hazırlanmış
ve IFAC Konsey kararlarıyla yürürlüğe konulmuş denetim standartlarıdır.
Söz
konusu iki ayrı muhasebe standartları/prensiplerinin ikisi de özel sektör
kuruluşları için hazırlanmış olmakla birlikte birbirinden farklı oldukları için
muhasebe standartlarından üretilen denetim standartları da farklılıklar
taşımaktadır.
5018
sayılı Kanunun 68 inci maddesinin ikinci fıkrasında, “Dış denetim, genel kabul
görmüş uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;” ifadesi geçiyor
diye, bunun bir çeviri hatası olabileceği ile yukarıdaki hususlar hiç dikkate
alınmadan aynı hükmün Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan ve
Anayasada yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesi olarak düzenlenmiş bulunan
Sayıştayın Kanununa alınması kabul edilemez bir hatadır.
Çünkü,
Sayıştayın mevcut olmayan bir denetim standardına uygun olarak denetim
yürütmesi söz konusu olamaz. Öte yandan, “genel kabul görmüş uluslararası
denetim standartları” ifadesi ile “genel kabul görmüş denetim standartları” ve
“uluslararası denetim standartları”nın ikisinin birden ayrı ayrı anlaşılması
gerekir de denemez. Çünkü, yukarıda da belirtildiği üzere bunlar birbirinden
çok farklı standartlardır. Birine uygun denetim yürütülürken, diğerine de uygun
denetim yürütülemez.
Öte
yandan, Sayıştayın denetimlerini, belli standartlara uygun olarak yürütmesi
ayrı bir şey, denetimlerinde standartları göz önünde bulundurması ise farklı
bir şeydir.
INTOSAI
Denetim Standartlarının;
1.0.6a
nolu DS, “Sayıştaylar önemli olarak nitelendirilebilecek her konuda INTOSAI
Denetim Standartlarına uymalıdır. Belirli standartlar gerek mahkeme şeklinde
kurulan Sayıştayların, gerek diğer Sayıştayların yaptıkları bazı işlere ve
özellikle de denetim dışı işlere uygulanmayabilir. Sayıştaylar, bu tür işlerin
üstün vasıflı olmasını temin için bunlara uygulanabilecek standartları
kendileri tespit etmelidir.” biçimdedir.
Sayıştay
Anayasal bir yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesidir. Anayasanın 160 ıncı
maddesinde Sayıştaya TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlama görevi verilmiştir. Dolayısıyla Sayıştayın
Anayasal görevini Anayasaya uygun bir şekilde yerine getirebilmesi için, genel
kabul görmüş denetim standartlarını veya uluslararası denetim standartlarını
aynen benimsemesi değil; tüm Dünya Sayıştaylarının yaptığı gibi kendine
uyarlaması gerekir. Uyarlamanın yapılacağı yer de Kanun değil; yönetmelik ve
rehberler olmalıdır.
Bu
bağlamda Sayıştayın denetimlerini özel sektör kuruluşları için geliştirilmiş
bulunan denetim standartlarına uygun yürütmesi hiçbir şekilde söz konusu
olamaz. Sayıştay denetimlerini INTOSAI Denetim Standartlarına uygun olarak
yürütür ve özel sektör kuruluşlarının denetimi için geliştirilmiş bulunan
denetim standartlarından ise amacına uygun olanlarını denetimlerinde göz önünde
bulundurur. Buna karar verecek olan da yönetmelik ve rehberler bağlamında
Sayıştay Genel Kuruludur.
Açıklanan
nedenlerle, Sayıştayın mevcut olmayan denetim standartlarına göre denetim
yapmasını öngören, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendindeki, “Denetim genel kabul görmüş uluslararası denetim
standartlarına uygun olarak yürütülür.” hükmü ve 37 nci maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “genel kabul görmüş uluslararası” ibaresi, hukuk devletinin
unsurlarından olan kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine
uymadığından Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine; ve ayrıca
INTOSAI Denetim Standartlarına uygun denetim yapmak durumunda olan Sayıştayı,
özel sektör kuruluşlarının denetimi için geliştirilmiş bulunan denetim
standartlarına uygun denetim yapmaya kayıtsız – şartsız zorladığı ve Sayıştay
denetimini yasayla sınırlandırdığı için de Anayasanın 160 ıncı maddesine
aykırıdır ve iptali gerekir.
c-
(1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendindeki “… güncel …” İbaresinin Anayasaya
Aykırılığı
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç)
bendinde, “Denetimler, güncel denetim metodolojilerinin uygulanmasında gerekli
özen gösterilerek gerçekleştirilir.” denilmektedir.
Sayıştay,
bir haber ajansı, reklam veya kamuoyu araştırma şirketi değil; Anayasal bir
yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesidir. Anayasanın 160 ıncı maddesinde
Sayıştaya TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlama görevi verilmiştir. Denetim metodolojisinin salt güncel olması
nedeniyle Sayıştay tarafından uygulanmasının yasa ile öngörülmesi doğru bir
yaklaşım olamaz. Çünkü, güncel olan her şey popüler olabilir; fakat, doğru
olması sınanarak test edilmesinden geçer. Sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlama yetkisi olan Anayasal bir kurumdan, ne olduğu belirsiz
güncelin peşine takılması değil, bilimselliği test edilerek sınanmış, tartışma
götürmeyen metodolojilere dayalı denetim yapması beklenmelidir. Kaldı ki,
güncel sözcüğü, hukuksal anlamda, belirlilik içermediği gibi öngörülebilir de
değildir. Yasa kuralları, hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde açık,
anlaşılabilir ve öngörülebilir olmalıdır. Anayasanın hukuk devleti ilkesi ve
160 ıncı maddesi böyle bir belirsizliği ve öngörüsüzlüğü kabul etmez.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendindeki “… güncel …” ibaresi Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesi ile 160 ıncı maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
12-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanunun 38 inci Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının İlk Cümlesindeki “düzenlilik ve performans” İbaresi ile
“idareler itibariyle birleştirilir ve bir örneği” İbaresinin Anayasaya
Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 38 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilk cümlesinde, “Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans
denetimleri sonucunda denetim grup başkanlıklarınca düzenlenen denetim
raporları, idareler itibariyle birleştirilir ve bir örneği Sayıştay
Başkanlığınca ilgili kamu idaresine gönderilir.” denilmektedir.
Kanunun
38 inci maddesinde, düzenlilik ve performans denetimi raporlarının idareler
itibariyle yıllık olarak birleştirilmesi ve idarelerce cevaplandırıldıktan
sonra Genel Uygunluk Bildirimi ile birlikte T.B.M.M.'ye sunulması hususları
takvime bağlanarak düzenlenmiş bulunmaktadır.
Öncelikle
belirtilmesi gereken, performans denetimi raporlarının idareler itibariyle ve
yıllık olarak birleştirilmesinin mümkün ve anlamlı olmadığı hususudur. Mümkün
değildir; çünkü performans denetimini düzenlilik denetimden ayıran en önemli
fark, bütçe yılı ile bağlantısının bulunmayışı ve yıllık, periyodik bir denetim
olmayışıdır. Performans denetimi, kurumların bazı faaliyetlerini, hatta
çoğunlukla birden fazla kurumu ilgilendiren kamusal faaliyetleri konu alır ve
konunun gerektirdiği zaman dilimine kadar uzanır. Örneğin, Sayıştay Genel
Kurulunun 08.05.2008 tarihli ve 5216/1 sayılı Kararıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmasına karar verdiği “Trafik Kazalarını Önleme Faaliyetleri”
isimli ve Mayıs 2008 tarihli performans denetimi raporu, trafik kazaları
konusunda asli hizmetler yürüten Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Belediyeler, Gelir
İdaresi Başkanlığı ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 1997 – 2008 faaliyetleri
kapsamında yürütülmüştür. Sayıştay Genel Kurulunun 12.05.2008 tarihli ve 5217/1
sayılı kararı ile Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasına karar verdiği,
“Büyükşehir Belediyelerinde Altyapı Faaliyetlerinin Koordinasyonu” isimli ve
Mayıs 2008 tarihli performans denetimi raporu ise, 16 Büyükşehir Belediyesinde
büyükşehir belediye sınırları içinde su ve kanalizasyon, gaz, elektrik ve
telekomünikasyon hizmetleri yürüten kuruluşların 2004 – 2006 yılları arasındaki
faaliyetleri kapsamında yürütülmüştür. Söz konusu iki performans denetimi
raporunu, idareler itibariyle birleştirmek mümkün olmadığı gibi yıllık olarak
da birleştirmek mümkün değildir. Anlamlı değildir; çünkü ayrı ayrı
faaliyetlerin, ayrı ayrı kriterlerle denetlenmesi sonucu, ayrı zamanlarda
sonuçlanan performans denetimi raporlarının bir araya getirilmesi fiziki bir
birleşmeden öteye hiç bir anlam ifade etmez.
Maddede
geçen performans denetimi raporu ifadesiyle INTOSAI Denetim Standartlarında
öngörülen performans denetimi raporu değil de, 6085 sayılı Kanunun 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde tanımlanan ve bu dava
dilekçesinde iptali istenen performans ölçümü/değerlendirmesi kast ediliyor
ise, performans ölçümü/değerlendirmesi 6085 sayılı Kanunun “Faaliyet genel değerlendirme
raporu” başlıklı 39 uncu maddesinin konusunu oluşturduğundan bu madde ile
ilgisi bulunmamaktadır. Herşeye rağmen ilgisi olduğu ileri sürülse dahi
idarelerin tek bir faaliyet raporu üzerinden “dış denetim genel değerlendirme
raporu” ve “faaliyet genel değerlendirme raporu” adlarında iki farklı rapor
üretilemeyeceğine göre, teknik olarak üretilmesi mümkün olan Kanunun 39 uncu
maddesindeki faaliyet genel değerlendirme raporudur. Dolayısı ile bu madde ile
yine ilgisi yoktur.
Düzenlilik
denetimi raporlarına gelince:
6085
sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlilik
denetiminin;
“a)
Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin hesap ve
işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının
tespiti,
b)
Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluşturan ve
ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenirliği ve
doğruluğu hakkında görüş bildirilmesi,
c)
Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi,”
suretiyle
gerçekleştirileceği belirtilmiş;
Genel
uygunluk bildirimi başlıklı 41 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
Sayıştayın merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri için düzenleyeceği genel
uygunluk bildirimini, kesin hesap kanun tasarısının verilmesinden başlayarak en
geç yetmişbeş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunacağı hüküm altına
alınmış;
Yargılamaya
esas rapor başlıklı 48 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise, “Genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap ve işlemlerinin denetimi sırasında
denetçiler tarafından kamu zararına yol açan bir husus tespit edildiğinde
sorumluların savunmaları alınarak mali yıl sonu itibariyle yargılamaya esas
rapor düzenlenir.” denilmiştir.
Kamu
idaresi ise, Tanımlar başlıklı 2 nci maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı)
bendinde, “Kamu veya özel hukuk hükümlerine tabi olup olmadığına bakılmaksızın
Sayıştay denetimine tabi tüm idare, kuruluş, müessese, birlik, bağlı ortaklık
ve şirketleri,” gibi Sayıştay denetimine tabi olmayı kamu idaresi sayan bir
anlayışla tanımlanmıştır.
Bu
hükümler birlikte değerlendirildiğinde;
Sayıştayın
düzenlilik denetiminin kapsamına giren kamu idarelerinden;
-
Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri için 36 ncı maddenin (2) numaralı
fıkrasının (b) bendinde yer alan, mali rapor ve tablolarının güvenirliği ve
doğruluğu hakkındaki görüş, 41 inci maddenin (1) numaralı fıkrasına göre “genel
uygunluk bildirimi” ile TBMM'ye bildirileceğinden;
-
Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri (merkezi yönetim kapsamındaki kamu
idareleri + sosyal güvenlik kurumları + mahallî idareler) için ise 36 ncı
maddenin (2) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde yer alan, kamu
idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin hesap ve işlemlerinin
kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti ile mali
rapor ve tablolar hakkında görüş ise, 48 inci maddenin (1) numaralı
fıkrasındaki yargılamaya esas raporlarda yer alacağından;
6085
sayılı Sayıştay Kanununun 38 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk
cümlesinde, düzenlilik denetimi sonucunda denetim grup başkanlıklarınca
düzenlenen ve idareler itibariyle birleştirileceği belirtilen denetim
raporlarının kapsamında, sadece genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri için
36 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının (c) bendindeki, “mali yönetim ve iç
kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi” hususu ile genel yönetim kapsamı
dışında kalan kamu idarelerinin düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen
denetim raporları kalmaktadır.
6085
sayılı Kanunun 38 inci maddesinde belirtildiği şekliyle genel yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin düzenlilik denetimi sonucunda, gelir, gider ve
mal hesap ve işlemlerine yönelik tespit edilen (kamu zararı dahil) mevzuata
aykırılıkların idareler itibariyle birleştirilerek ilgili kamu idarelerine
gönderilmesi ve üst yöneticilerden alınan cevaplarla birlikte yeniden
düzenlenerek yargılama dairesi ve Rapor Değerlendirme Kurulu görüşlerinden
sonra TBMM'ye sunulması, Anayasal düzeyde çok önemli hukuki sorunlara yol
açacaktır.
Çünkü,
Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki
kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleme ve sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlama, mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin
denetimi ve kesin hükme bağlanması ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve
hükme bağlama görevleri verilirken; 164 üncü maddesinde ise, genel uygunluk
bildirimini ilişkin olduğu kesin hesap kanunu tasarısının verilmesinden
başlayarak en geç yetmişbeş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunma
görevi verilmiş ve Kesinhesap kanunu tasarısı ve genel uygunluk bildiriminin
Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olmasının ilgili yıla ait Sayıştayca
sonuçlandırılmamış denetim ve hesap yargılamasını önlemeyeceği ve karara
bağlandığı anlamına gelmeyeceği belirtilmiştir.
Bu
hükümlere göre Sayıştayın sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlayabilmesi için, 6085 sayılı Kanunun 36 ncı maddesine göre hesap ve
işlemlerin incelenmesi ve 48 inci maddesine göre de mevzuata aykırı bulunan
denetim bulguları hakkında sorgu düzenlenerek sorumluların savunmalarının
alınması ve sorgu ve savunmalara göre düzenlenen raporların yargılama
dairelerine intikal ettirilmesi; raporun yargılama dairelerinde yargılanması ve
temyiz aşamasından geçerek kesin hüküm niteliği kazanması gerekmektedir.
Ancak,
5018 sayılı Kanunun 68 inci maddesi ile Teklifin 38 inci maddesi söz konusu
bulgular hakkında üst yöneticilerin cevaplarını alarak üst yöneticilerin
yönetsel sorumluluklarına esas oluşturmak üzere TBMM'ne raporlanmasını
öngörmektedir.
Bulguların
Sayıştayda kesin hükme bağlanmadan TBMM'ne raporlanması bir takım hukuki
sorunları beraberinde getirmektedir. Çünkü, TBMM'ne raporlanmış bulgular
hakkında Sayıştay yargılama daireleri sorumluların savunmalarını yerinde
görerek beraatlarına karar verebilecekleri gibi, tazmin hükmü verilmiş olsa
dahi sorumluların temyizi üzerine Temyiz Kurulu daire kararının değiştirilerek
onanmasına veya tamamen kaldırılmasına karar verebilir.
Sayıştayın
mevzuata aykırı bularak TBMM'ne raporladığı bulguların, sonradan Sayıştay
yargılama dairelerinde mevzuata aykırı bulunmaması, neden olacağı hukuki
sorunların yanında, Sayıştayın TBMM'ne sunduğu raporların doğruluğu ve
güvenirliği hakkında derin kuşkulara yol açarak Sayıştay denetim ve
yargılamasını siyasi tartışma ve polemik konusu haline getirecektir. Ya da
bulguların mevzuata aykırı görülerek TBMM'ne raporlanmış olması, Sayıştay
yargılama dairelerini hukuka aykırı tazmin kararları vermeye zorlayacaktır.
Dolayısıyla,
Sayıştayın sorumluların hesap ve işlemlerini yargılamasına konu oluşturan
mevzuata aykırı bulguların, üst yöneticilerin sorumluluklarının tespiti
amacıyla TBMM'ne raporlanması hukuka ve INTOSAI Denetim Standartlarına uygun
bir yaklaşım değildir.
Çünkü;
INTOSAI Denetim Standartlarının:
1.0.21
nolu DS;
“…
Bazı Sayıştayların yargı yetkisine haiz bir konumu bulunmaktadır. Bu yargı
yetkisi, uygulandığı ülke şartlarına bağlı olarak hesaplar, saymanlar ve hatta
idareciler üzerinde kullanılmaktadır. Bu kurumların aldıkları kararlar ve
verdikleri hükümler, görevlendirildikleri denetim fonksiyonunun doğal
tamamlayıcısıdır. Bu Sayıştayların yaptığı yargısal faaliyetler, dış denetimce
incelenen genel hedeflerin ve özellikle de muhasebe sorunlarına ilişkin olan
hedeflerin mantığının bir parçası olarak değerlendirilmek gerekir.”
1.0.36
nolu DS;
“Düzenleme
biçimi ne olursa olsun Sayıştayın temel işlevi kamusal hesap verme
sorumluluğunu yerleştirmek ve geliştirmektir. Belirli ülkelerde Sayıştay
hakimlerden oluşan mahkeme tarzında olup, kendisine hesap vermek zorunda
bulunan saymanlar üzerinde yetkiye sahiptir. Bu yargısal fonksiyon Sayıştayın,
kamu fonlarıyla uğraşan kişilerin kendisine karşı sorumlu olmalarını ve bu
sorumlulukları nedeniyle Sayıştayın yargı yetkisine tabi tutulmalarını,
sağlamasını gerektirir.”
4.0.18
nolu DS;
“Yargı
yetkisi bulunan Sayıştaylar, mali tablolarda tespit edilen düzensizlikler
konusunda yaptırımda bulunma gücüne sahiptir. Saymanlar için para cezası
öngörebildikleri gibi, belli durumlarda açığa alınmalarına veya azledilmelerine
yol açabilir”
şeklindedir.
Bu
itibarla, 6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesindeki, Kamu idarelerinin
düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda denetim grup başkanlıklarınca
düzenlenen denetim raporlarının, idareler itibariyle birleştirileceği ve bir
örneğinin Sayıştay Başkanlığınca ilgili kamu idarelerine gönderileceği; denetim
raporlarının kamu idarelerinin üst yöneticileri tarafından otuz gün içinde
cevaplandırılacağı; cevaplar da dikkate alınarak yeniden düzenlenen raporlar
için Sayıştay yargılama dairelerinden görüş alındıktan sonra Rapor
Değerlendirme Kurulunda görüşüleceği ve nihayet TBMM'ye sunulacağına yönelik
hükümler, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 160 ıncı
maddesi yönlerinden tartışma yaratacak nitelikte görülmekle birlikte;
-
Sayıştay denetimine tabi kamu idarelerinden, genel yönetim kapsamındaki kamu
idareleri dışında kalan kamu idarelerinin düzenlilik denetimi sonucunda
hazırlanacak denetim raporlarının,
-
Sayıştayın genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri üzerinde Kanunun 36 ncı
maddesine göre yürüteceği düzenlilik denetimlerinde 2 numaralı fıkrasının (c)
bendindeki “mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesine”
ilişkin olanlar ile sorumluların mevzuata aykırı karar ve işlemlerinden üst
yöneticilerin uygulamaları ile ilgisi kurulabilenlerin,
Sayıştay
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlanması gerekir. Dolayısıyla
maddenin bu hususların raporlanmasını elverecek şekilde düzenlenmesi gerekirdi.
Teklifin Alt Komisyon, Plan ve Bütçe Komisyonu ve Genel Kurul'daki görüşmeleri
sırasında siyasi iktidarı, Türk Sayıştayının “ofis tipi” değil, “yargı tipi”
Sayıştay olduğu gerçeğine ve dolayısıyla maddenin bu ilke doğrultusunda formüle
edilmesi gerektiğine ikna edebilmemiz mümkün olamamıştır. Bu aşamada bunun
sağlanabilmesinin yolu, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 38 inci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının “Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri
sonucunda denetim grup başkanlıklarınca düzenlenen denetim raporları, idareler
itibariyle birleştirilir ve bir örneği Sayıştay Başkanlığınca ilgili kamu
idaresine gönderilir.” şeklindeki ilk cümlesindeki “düzenlilik ve performans”
ibaresi ile “idareler itibariyle birleştirilir ve bir örneği” ifadesinin
gerekçeye dayalı iptaliyle mümkün olabilir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 38 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının “Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda
denetim grup başkanlıklarınca düzenlenen denetim raporları, idareler itibariyle
birleştirilir ve bir örneği Sayıştay Başkanlığınca ilgili kamu idaresine
gönderilir.” şeklindeki ilk cümlesi, idareler itibariyle yıllık olarak
birleştirilmesi mümkün olmayan performans denetimi raporlarının düzenlilik
denetimi raporlarıyla birleştirmesini ve genel yönetim kapsamındaki kamu
idarelerinin gelir, gider ve mal hesap ve işlemlerinden mevzuata aykırı bulunan
ve bu yanıyla hesap yargılamasına konu oluşturan hususların da TBMM'ye
raporlanmasını öngördüğünden; cümle içinde geçen “düzenlilik ve performans”
ibaresi ile “idareler itibariyle birleştirilir ve bir örneği” ifadesi,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 160 ıncı maddesine
aykırıdır ve iptali gerekir.
13-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanunun 39 uncu Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasının Son Cümlesindeki, “bir örneği de ilgili mahallî idarenin
meclisine” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 39 uncu maddesinin (2) numaralı
fıkrasının son cümlesinde, “Mahallî idarelerin idare faaliyet raporları
hakkındaki Sayıştay değerlendirmesinin bir örneği İçişleri Bakanlığına, bir
örneği de ilgili mahallî idarenin meclisine gönderilir.” denilmektedir.
Anayasanın
160 ıncı maddesinin birinci fıkrasına göre, Sayıştay merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetlemekte; mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin
denetimi yetkisini ise Anayasanın 160 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasından
almaktadır.
Sayıştayın
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlediği kamu idarelerinin faaliyet
raporlarına ilişkin olarak faaliyet genel değerlendirme raporunu Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunması Anayasal bir yükümlülüğüdür.
Sayıştayın
Anayasadan aldığı yetkiyle denetlediği mahallî idarelerin meclislerine, mahallî
idarelerin idare faaliyet raporları hakkındaki Sayıştay değerlendirmesini
göndermesi ise, mahallî idarelerin meclislerini Sayıştayın adına denetim
yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile eş görmesi anlamına gelmektedir ki bu
durum Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırıdır.
Sayıştayın
Anayasadan aldığı yetkiyle denetlediği kamu idarelerine rapor sunması değil;
Sayıştay raporlarının kamuoyunun erişimine açık olması gerekir. Nitekim, 6085
sayılı Kanunun 44 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasında Sayıştay raporlarının
kamuoyuna duyurulacağı belirtilmiştir.
Mahallî
idare meclisleri, her ne kadar seçimle gelen organlar olsa da, Anayasanın 123
üncü maddesindeki “idarenin bütünlüğü ilkesi” çerçevesinde, 127 nci maddesinde
tanımlanan “mahallî idarelerin” karar organları olup, Sayıştayın “mahallî
idareler”in hesap ve işlemlerini denetlemesi, mahallî idareler bünyesindeki
karar organlarını da kapsar niteliktedir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 39 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasının son
cümlesinde yer alan “bir örneği de ilgili mahallî idarenin meclisine” ibaresi
Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
14-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 45 inci Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı
Parlamentolar adına denetim yapan Sayıştayların, denetim
bulguları ile tavsiyelerini parlamentolara sunmaları varlık sebepleri ve yasal
görevlerinin gereğidir. Sayıştaylar bunun için vardır. Ancakbu durum,
sayıştayların denetim önceliklerinin ve konularının parlamentolar tarafından
belirlenmesi veya şekillendirilmesi anlamına gelmemektedir. Denetimi çağdaş
ölçüde yürütülen demokratik ülkelerde parlamentokarşısında kurumsal ve fonksiyonel bağımsızlık Sayıştay denetiminin
olmazsa olmaz koşullarındansayılmaktadır.
6085 sayılı Kanunun 45 inci maddesi,Sayıştayın
bağımsızlığına tehdit oluşturmaktadır. Sayıştayın bağımsızlığı, denetim
yaklaşımlarının belirlenmesi, denetim konularının seçimi, denetimin
planlanması, programlanması ve yürütülmesi ile denetim sonuçlarının
raporlanması ve yargılanması faaliyetlerinde, hiçbir sınırlamaya ve dış
müdahaleye tabi olmaksızın serbestçe hareket etmesini ifade etmektedir.
Gerçekten
de, INTOSAI Denetim Standartlarının;
2.2.2
nolu DS, “Denetçi ve Sayıştay için genel standartlar: ‘Denetçi ve Sayıştay
bağımsız olmalıdır.' ilkesini içerir.” ,
2.2.3
nolu DS, “Yönetim biçimi ne olursa olsun denetimde bağımsızlık ve objektiflik
asıldır. Yasama ve yürütme organından yeterli ölçüde bağımsız olunması
denetimin yürütülmesi ve denetim sonuçlarının inanırlığı açısından esastır.
2.2.9
nolu DS', “Sayıştay yasama organı tarafından çıkarılan kanunlara uymakla
yükümlü olmakla beraber bağımsızlığı açısından denetim görevinin planlanması,
programlanması ve yürütülmesinde Yasama organından talimat almamalıdır.
Sayıştay, önceliklerini tespit etmekte, işini görevine uygun biçimde
programlamakta ve yapacağı denetimlere uygun metodolojileri seçmekte serbest
olmalıdır.”
şeklindedir.
Kıta Avrupa'sı hukuk sisteminin “yargı tipi” modelinde
ilişkileri “bütçe komisyonu” ile olan Sayıştayların, Anglo – Sakson hukuk
sisteminin “ofis tipi” modelinde bağlantıları “kamu hesapları komisyonu” olarak
adlandırılan ve Sayıştay raporları üzerine kamu fonlarıüzerinde denetim
görevi ifa eden komisyon iledir. Bu yönüyle bizdeki “KİT Komisyonu”na
benzemektedir.
Avrupa Birliği'nde ise Sayıştayın “bütçe komisyonu” ve
“bütçe kontrolkomisyonu”
ile ilişkisi bulunmaktadır.
Ancak,
söz konusu komisyonlar, Sayıştaya görev tevdi eden komisyonlar değil, Sayıştay
raporlarının görüşüldüğü, tartışıldığı ve denetim bulgu ve önerilerinde
Sayıştaydan ek açıklamalar istendiği komisyonlardır.
Sayıştayın görev sahasının ve önceliklerinin yasama
organından gelecek taleplere göre şekillendirilmesi,Amerika Birleşik Devletleri Sayıştayı (General Accouting Office) gibi
parlamentonun bir birimi olarak çalışanbir kurum açısından bile zaman
zaman ciddî eleştirilere konu olmaktadır.
Anayasanın
160 ıncı maddesine göre, Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim
yapmakla birlikte, TBMM'ye bağlı değildir. Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi
kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetleyen, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlayan, mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme
bağlanması ile kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapan bağımsız ve anayasal bir kuruluştur.
Sayıştay
raporlarının, Plan ve Bütçe Komisyonu ve KİT Komisyonu ile 6085 sayılı Kanunun
geçici 1 inci maddesinde sözü edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
belirtilecek olan komisyonda görüşülmesi ayrı şey; Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, araştırma, soruşturma ve ihtisas komisyonlarının kararına
istinaden Sayıştaydan tüm kamu kurum ve kuruluşları ile her türlü kurum,
kuruluş, fon, işletme, şirket, kooperatif, birlik, vakıf ve dernekler ile
benzeri teşekküllerin hesap ve işlemlerini denetlemesini talep etmesi ve
Sayıştayın söz konusu denetim taleplerine öncelik vermesi ayrı şeydir.
Çünkü,
Sayıştayın görevleri Anayasanın 160 ıncı maddesinde sayılmış iken, 6085 sayılı
Kanunun 45 inci maddesi ile Sayıştaya kaynağını Anayasadan almayan yeni
görevler verilmekte ve Anayasaya göre Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetim yapan Sayıştay, verilen bu görevler temelinde yasa ile adeta Türkiye
Büyük Millet Meclisine bağlı görev yapan bir teftiş veya denetleme kuruluna
dönüştürülmektedir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununun 12 nci maddesinde,
tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kamu görevlilerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Teşkilatında görevlendirilebileceği yazılıdır. Nitekim bu hükme
dayanarak, T.B.M.M. araştırma ve soruşturma komisyonları ile ihtisas
komisyonlarında diğer kamu görevlileri yanında Sayıştay denetçileri de
görevlendirilmişlerdir. Araştırma ve soruşturma komisyonları ile ihtisas
komisyonlarının inceleme ve denetlemeleri Sayıştaya yaptırmak yerine, diğer
kamu kurum ve kuruluşları yanında Sayıştaydan da denetim elemanı desteği
sağlayarak komisyonlar marifetiyle yapılması Anayasanın 95 inci, 98 inci, 99
uncu ve 100 üncü maddelerine daha uygun düşmektedir.
Bilindiği
üzere parlamenter demokrasilerde yasama organı, çoğunluk sistemine bağlı olarak
iktidar partisi veya partiler koalisyonunun etkisi altındadır. Siyaset ise
doğası gereği siyasal çatışma ve çekişmeler üzerine kuruludur. Bir iktidar
değişiminde, siyasal gücü elinde bulunduran yürütmenin, yasama organı
üzerindeki etkisini kullanarak geçmiş iktidarın uygulamalarını araştırma ve
soruşturma komisyonları marifetiyle denetletmesi siyaset kurumunun olağan
faaliyetlerindendir. Ancak, bunun Sayıştayın kurumsal kimliğinin kullanılarak
yapılması Sayıştayın bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırıdır.
Öte
yandan, T.B.M.M.'nde sadece ihtisas komisyonlarının sayısı 17'dir. Bunlara
kurulabilecek araştırma ve soruşturma komisyonları da eklenince T.B.M.M.
Başkanlığından gelebilecek denetim ve inceleme taleplerinin ulaşabileceği boyut
ve söz konusu taleplere öncelik verilecek olması, Sayıştayın Anayasadan
kaynaklanan ve belirli bir program temelinde yürütülmesi gereken görevlerinin
yapılmasını engelleyebilecektir.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle Sayıştaya verilen yeni
görevler, kaynağını Anayasadan almadığı ve Sayıştayı Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetim yapmaktan Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı denetim
yapmaya dönüştürerek Sayıştayın bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan
kaldırdığı ve Sayıştayın asli görevlerini yapmasına engel oluşturduğu için,
6085 sayılı Kanunun 45 inci maddesi Anayasanın 6 ncı ve 160 ıncı maddelerine
aykırıdır ve iptali gerekir.
15-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanunun 51 inci Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasının (a) Bendindeki “ilgili kamu idaresinin adı ve denetim
dönemi” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 51 inci maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (a) bendinde, “Daire ve karar numarası, ilgili kamu idaresinin adı
ve denetim dönemi,” denilmektedir.
6085
sayılı Kanunun 51 inci maddesinde Sayıştay ilamları düzenlenmekte ve (2)
numaralı fıkrasının (a) bendinde ilamlarda “ilgili kamu idaresinin adı ve
denetim dönemi”nin yer alacağı hükmüne yer verilirken; Kanun yollarına başvurma
başlıklı 54 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasında, temyiz, yargılamanın
iadesi ve karar düzeltmesi taleplerinin Sayıştay Başkanlığına hitaben yazılmış
dilekçe ile yapılacağı; (2) numaralı fıkrasının (c) bendinde ise dilekçelerde
“ilgili hesabın adı ve yılı” hususlarının bulunacağı belirtilmektedir.
Kanun
yollarına başvuru dilekçelerine “ilgili hesabın adı ve yılı”nın yazılması
zorunlu olmakla birlikte yazılabilmesi için bilinmesi, bilinmesi için de kanun
yollarına başvurulan Sayıştay ilamlarında yazılı olması gerekir. 6085 sayılı
Kanunun ilamlara ilişkin 51 inci maddesinde ilamlarda yer alacak hususlar
içinde “ilgili hesabın adı ve yılı”na yer verilmediği gibi bunun yerine geçmek
üzere “ilgili kamu idaresinin adı ve denetim dönemi”ne yer verilmiştir.
“İlgili
kamu idaresinin adı ve denetim dönemi” ile “ilgili hesabın adı ve yılı”
ifadeleri birbirinden çok farklıdır. 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde
genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin Sayıştayın hesap yargısına konu
oluşturduğu yazılıdır. Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri ise 5018
sayılı Kanuna ekli I, II, III ve IV sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri
ile mahallî idarelerdir. Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir ve merkez
teşkilatında yer alan kamu idarelerinin birçoğunun taşra teşkilatı
bulunmaktadır. 5018 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise,
genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin muhasebe hizmetlerinin Maliye
Bakanlığınca yürütüleceği yazılıdır. Bu bağlamda Sağlık Bakanlığı'nın Giresun
ilindeki taşra teşkilatının muhasebe hizmetleri Giresun Defterdarlık Muhasebe
Müdürlüğü tarafından yürütülmekte ve Giresun İl Sağlık Müdürlüğünün hesap ve
işlemleri, genel bütçeye dahil diğer kamu idarelerinin taşra teşkilatı gibi
Giresun Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğü kayıtları içinde bulunmaktadır.
Bu
durumda, örneğin; Sayıştay Başkanlığı 2011 denetim döneminde kamu idarelerinin
2010 yılı hesap ve işlemlerini denetime almış ve genel bütçeye dahil kamu
idarelerinin 2010 yılı hesaplarını 2011 denetim döneminde incelemiş ise,
Sayıştay ilamının “ilgili kamu idaresinin adı ve denetim dönemi” kısmında,
“Sağlık Bakanlığı ve 2011 denetim dönemi” yazılı olacak; ancak Giresun İl
Sağlık Müdürlüğündeki (x) satın almasına ilişkin (y) tutarındaki tazmin
hükmünden dolayı sorumlular kanun yollarına başvuru dilekçesine “Giresun
Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğü 2010 yılı hesabı” yazacaklardır. Bu ifadeyi
yazmaları, ilamda bu ifadelerin yazılı olmasına bağlıdır. İlamın içeriğinden
bir şekilde öğrenerek yazabilseler dahi, bu durumda Sayıştayın bunları nasıl
takip edeceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Elmaların takibini armutlar üzerinden
yapabilecek bir sistem henüz geliştirilmemiştir.
Genel
bütçeye dahil kamu idarelerinin hesaplarının kamu idareleri bazında konsolide
edilmesi ve böylece Sağlık Bakanlığının 2010 yılı hesaplarının merkez ve taşra
teşkilatının tamamını kapsar hale gelmesi de sorunu çözmemektedir.
Örneğin,
Sayıştay Başkanlığı 2011 denetim döneminde kamu idarelerinin 2010 yılı
hesaplarını incelemeye almış ve Sağlık Bakanlığı Muğla Devlet Hastanesi Döner
Sermaye İşletmesi 2010 yılı hesabını 2011 denetim döneminde incelemiş ise,
Sayıştay ilamında ilgili kamu idaresinin adı ve denetim dönemi kısmına, “Sağlık
Bakanlığı ve 2011 denetim dönemi” yazılır iken; buna karşın kanun yollarına
başvuranlar dilekçelerine “Sağlık Bakanlığı Muğla Devlet Hastanesi Döner
Sermaye İşletmesi 2010 yılı hesabı” yazacaklardır.
Bu
bağlamda, Sayıştay ilamlarında Sayıştayı ilgilendiren “ilgili kamu idaresinin
adı ve denetim dönemi” değil; sorumluları ilgilendiren “ilgili hesabın adı ve
yılı” yazılı olmak durumundadır. Sorumluların kanun yollarına başvurabilmeleri
ve Sayıştay ilamlarının takibi bunu zorunlu kılmaktadır.
Anayasanın
2 nci maddesinde hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetimizin temel nitelikleri
arasında sayılmıştır. Hukuk devletinin unsurlarından biri de hukuk güvenliğinin
gereği olan kurallarda belirlilik ve öngörülebilirliktir. Hukuk devleti, devlet
etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal altyapıyı oluşturarak
aynı zamanda istikrara da hizmet eder. İstikrarın sağlanabilmesi, kuralların
genel, soyut, açık ve anlaşılabilir olmasına bağlıdır. Hukuk devletinde yasalar
açık ve belirgin olmalı, kişilerin haklarına güvence sağlamalı, birbiriyle
çelişen düzenlemeler taşımamalıdır.
Açıklanan
nedenlerle, 6085 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a)
bendinde yer alan “ilgili kamu idaresinin adı ve denetim dönemi” ifadesi,
sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme bağlandığının belgesi olan
Sayıştay ilamlarında, kesin hükme bağlanan hesaba ilişkin açıklayıcı asgari
bilgileri içermemesi, sorumluların kanun yollarına başvurmalarına taban
oluşturmak yerine, neyi neden amaçladığının ve ne işe yarayacağının belli
olmaması ve Kanunun (54/2-c) maddesiyle çelişkili olması nedenleriyle
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine ve 160 ıncı maddesine
aykırıdır ve iptali gerekir.
16-
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanunun 79 uncu Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
03.12.2010
tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 79 uncu maddesinde, “(1) Sayıştayın
denetlenmesi, her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı tarafından görevlendirilen ve gerekli mesleki
niteliklere sahip denetim elemanlarından oluşan bir komisyon tarafından,
hesaplar ve bunlara ilişkin belgeler de esas alınarak yapılır.” denilmektedir.
Anayasanın
160 ıncı maddesinde, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile
sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlamak ile kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme
bağlama işlerini yapmak görevi Sayıştaya verilmiştir.
5018
sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli Genel Bütçe Kapsamındaki
Kamu İdarelerine ilişkin (I) Sayılı Cetvel'in 8 inci sırasında Sayıştay
sayılmaktadır. Dolayısıyla Sayıştay merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri
içinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Sayıştayın da Anayasanın 160 ıncı
maddesinde öngörüldüğü şekilde Sayıştay tarafından denetlenmesi; ancak
denetimin bağımsızlığının ve tarafsızlığının güvence altına alınabilmesi için
denetimi yürütecek ekibin Sayıştay Başkanı tarafından değil, Sayıştay Genel
Kurulu tarafından belirlenmesi gerekir.
Anayasa
Mahkemesinin 10.11.2009 tarih ve E.2007/12, K.2009/153 sayılı Kararında da
belirtildiği üzere Anayasanın 87 nci maddesinde Sayıştay bütçesinin
uygulamasının denetlenmesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri
arasında sayılmıştır. Bu durumda yasakoyucunun kaynağını Anayasanın 6 ncı
maddesinden almayan düzenlemeler yaptığını kabul etmek gerekir.
Bu
itibarla 6085 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi, Anayasanın 6 ncı, 87 nci ve 160
ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Sayıştay,
Anayasanın 160 ıncı maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan
bir yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesi olarak düzenlenmiş ve merkezi
yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının
bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak ile
mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetlenmesi ve kesin hükme bağlanması
görevleri Sayıştaya verilmiştir. Bu bağlamda Sayıştay, demokratik hukuk
devletinin özüne ilişkin görevler yapmaktadır.
6085
sayılı Sayıştay Kanunu ile Anayasanın 160 ıncı maddesinde düzenlenen
Sayıştayın, kuruluşu, organları, organlarının görevleri, işleyişi, denetim tür
ve usulleri ile hesap yargılaması usul ve esaslarına ilişkin çok önemli
düzenlemeler yapılmış ve 43 yıldır uygulanmakta bulunan 832 sayılı Sayıştay
Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.
İptali
istenen kurallar ile yapılan düzenlemeler, kamu yararına dayanmayan; hukuk
devleti ilkesine aykırı olan; INTOSAI Denetim Standartları ile bağdaşmayan;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisine demokratik parlamenter
sisteme aykırı sınırlamalar getiren; kamu kaynaklarının verimli, etkin ve
ekonomik bir şekilde kullanılmasına güvence oluşturmayan; saydam ve hesap
verebilir bir kamu yönetimini teşvik etmeyen düzenlemelerdir.
Sayıştay
Kanunu toplumun tamamını ve Devletin tüm organlarıyla tüm kurumlarını
ilgilendirmektedir. Bu bağlamda dava konusu düzenlemelerin Anayasaya aykırı
olup olmadıklarının kısa sürede belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Anayasaya
aykırı olduğu hususunda tarafımızdan kuşku duyulmayan söz konusu düzenlemelerin
uygulanması, toplumun tüm kesimlerinin zararına olacaktır.
Sayıştay,
performans denetimine ulusal ve uluslararası mali kaynaklar yanında beşeri
kaynaklar tahsis etmiş; bu alanda çok önemli düzeyde kurumsal bilgi birikimi ve
deneyimler elde etmiştir. Performans denetimine verilecek aranın uzaması tahsis
edilen kaynakların ve deneyimin heba olmasına yol açacaktır. Kamu kaynaklarının
verimliliğinin, etkinliğinin ve ekonomikliğinin değerlendirilmesinden geriye
adım atılması, kamu idarelerini saydamlık hesap verebilirlik kaygılarından
uzaklaştıracak ve kamu idarelerinin verimlilik, etkinlik ve tutumluluk
ilkelerinden kopmasını sağlayacaktır. Sayıştayın, kesin hükümlerinde subjektif
sorumluluğu esas alarak suçun unsurlarını araması hukuk sisteminde kaosa yol
açacaktır. Hesap ve işlemlerin mevzuata aykırılığı yerine kamu zararı üzerinde
odaklanması, usulsüzlükleri artıracaktır. Sayıştay Genel Kurulunun yetkilerinin
alınması Sayıştay denetimini ve raporlarını tartışmalı hale getirecek ve
Sayıştayı siyasi çatışma ve çekişmelerin içine çekecektir. Sayıştay denetimi
üzerinden parlamentonun denetim yetkisinin kısıtlanması, demokratik siyasal
sistemi aşındıracaktır.
Öte
yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır.
Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun
üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir
düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacaktır.
Bu
zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve
iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de
durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV.
SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda
açıklanan gerekçelerle 03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun;
1-
2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi ile 36 ncı maddesinin (3)
numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 6 ncı ve 160 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan,
2-
2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendindeki, “…tespit edilen kamu
zararına ilişkin…”, 23 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendindeki,
“…kamu zararına ilişkin…” ve 48 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk
cümlesindeki, “…kamu zararına yol açan…” ibarelerinin, Anayasanın 160 ıncı
maddesine aykırı olduğundan,
3-
2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendinin, Anayasanın 2 nci, 9 uncu
ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
4-
7 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının, Anayasanın 87 nci ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan,
5-
17 nci maddesinin,
a-
(6) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
b-
(6) numaralı fıkrasının (ç) bendinin, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
c-
(6) numaralı fıkrasının (d) bendinin, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 70 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
d-
(6) numaralı fıkrasının, “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt
sistemi kullanılmaz.” şeklindeki son cümlesinin, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36
ncı, 70 inci, 125 inci, 138 inci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
e-
(7) numaralı fıkrasının, “Mülakatta başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve
üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının
en az yetmiş olması şarttır.” şeklindeki son cümlesinin, Anayasanın 2 nci, 10
uncu, 70 inci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
6-
21 inci maddesinin (7) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “… başkan
yardımcılarından birine vekâlet verir.” ve (7) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesindeki “… başkan yardımcılarından kıdemli olanı …” ibarelerinin ile 22
nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “Başkan yardımcıları daire başkanı
statüsündedir.” şeklindeki son cümlesinin ve 25 inci maddesinin (5) numaralı
fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan,
7-
23 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki, “…ve ahizler…” ibaresinin,
Anayasanın 9 uncu ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
8-
28 inci maddesinin ve (11/1-e) maddesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulu”
ibaresinin; 26 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor
Değerlendirme Kuruluna seçilenler dışında kalan” ifadesinin; 27 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasındaki “Rapor Değerlendirme Kurulu ile” ifadesinin; 38 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “ve Rapor Değerlendirme
Kurulunun görüşü alınır.” ifadesi ile ikinci cümlesindeki “Kurulca görüş
bildirilen” ibaresinin, 39 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki
“Rapor Değerlendirme Kurulunun görüşü alındıktan sonra” ifadesinin; 40 ıncı
maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “Rapor Değerlendirme
Kurulunun görüşü de alındıktan sonra” ifadesinin; 42 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ikinci cümlesindeki “ve rapor Değerlendirme Kurulu”
ibaresinin; 43 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki “eylül
ayı sonuna kadar Rapor Değerlendirme Kuruluna gönderilir.” İfadesi ile ikinci
cümlesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulu” ibaresinin; 64 üncü maddesinin (3)
numaralı fıkrasının ikinci cümlesindeki “Rapor Değerlendirme Kurulu ile”
ibaresinin; Geçici 3 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki
“Rapor Değerlendirme Kurulu ve” ibaresinin, Anayasanın 160 ıncı maddesine
aykırı olduğundan,
9-
31 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) ve (ç) bentlerinin, Anayasanın
160 ıncı maddesine aykırı olduğundan,
10-
32 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasının, Anayasanın 6 ncı ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan,
11-
35 inci maddesinin,
a-
(1) numaralı fıkrasının (a) bendindeki, “Sayıştay tarafından yerindelik
denetimi yapılamaz, idarenin takdir yetkisini sınırlayacak ve ortadan
kaldıracak karar alınamaz.” şeklindeki son cümlesinin, Anayasanın 2 nci, 87
nci, 160 ıncı ve 165 inci maddelerine aykırı olduğundan,
b-(1)
numaralı fıkrasının (b) bendinin ve 37 nci maddesinin (2) numaralı
fıkrasındaki,”… genel kabul görmüş uluslararası …” ibaresinin, Anayasanın 2 nci
ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
c-
(1) numaralı fıkrasının (ç) bendindeki, “… güncel …” ibaresinin, Anayasanın 2
nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
12-
38 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki, “… düzenlilik ve
performans …” ibaresi ile “… idareler itibariyle birleştirilir ve bir örneği …”
ibaresinin, Anayasanın 2 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
13-
39 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesindeki “… bir örneği de
ilgili mahallî idarenin meclisine …” ibaresinin, Anayasanın 160 ıncı maddesine
aykırı olduğundan,
14-
45 inci maddesinin, Anayasanın 6 ncı ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan,
15-
51 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendindeki, “… ilgili kamu
idaresinin adı ve denetim dönemi” ibaresinin, Anayasanın 2 nci ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan,
16-
79 uncu maddesinin, Anayasanın 6 ncı, 87 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan,
iptallerine
ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar
olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına
karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”"
[1]Rıza
TURGAY, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi Karşısında Yüksek Mali Denetim ve
Sayıştayımız”, Cumhuriyetin 50. Yılında Sayıştay içinde, Sayıştay Yayınları No:
8, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1973, s:222.
[2]Domingo
L. CRUZ, INTOSAI'nin 30. Yılı, Çev: Semiramis Serin, TC Sayıştay 125. Kuruluş
Yıldönümü Yayınları Yayın No: 23/5, Ankara 1987, s: 8.
[3]Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi
Prensipleri, İ.Ü.H.F.Y. 2. Baskı, s: 583.
[4]INTOSAI,
INTOSAI Performans Denetimi Uygulama Rehberi, (çev. M. Hakan Özbaran ve Sacit
Yörüker), SAYDER Kitaplığı: 2, Ankara 2009, s:1
[5]A.g.e.
s:9-10.
*Performans
denetiminde, performans ölçüm sistemlerine yönelik derinlemesine ve özel amaçlı
çalışmalar yapmak, çoğu Sayıştayda tipik bir performans denetimidir. Ancak,
farklı devlet kurumlarının devamlılık gösteren ya da düzenli performans
raporları, aynı zamanda, mali denetçiler için de bir denetim görevi
olabilecektir. (performans denetçileriyle işbirliği halinde, özellikle de bu
tür denetimleri yapma konusunda eğitim almamış olan mali denetçiler söz konusu
olduğunda)