"...
I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
".
III. GEREKÇE
6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesinin Anayasaya
Aykırılığı:
Ülkemizin birliğini, bütünlüğünü, barış ortamını tehdit eden ve
eğitim birliğimize büyük darbe niteliğinde olan son yasal düzenleme 30 Nisan
2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
olmuştur. Bu düzenleme ile eğitim sistemimiz tamamen denetimsiz kalacak, her
türlü illegal örgütün körpecik beyinleri kendi ideolojileri ile rahatlıkla
biçimlendirebileceği tarzda okul, kurs, dershane açmasına imkan verilecektir.
Bu yasa ile eğitim birliğini sağlayan, laikliği teminat altına
alan, eğitim kurumlarına kalite ve denetim getiren, Türk Ceza Kanunu'nun 263.
maddesi tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Ayrıca, 6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun ile değişiklik yapılan
maddelerin hemen hemen tamamına yakını HUMK maddelerinin henüz yürürlükten
kalkmamış maddelerindeki değişikliği içermesine karşın kanunun m.13 ile Türk Ceza
Kanunun 263. maddesinin yürürlükten kaldırılması da öngörülmüştür. Türk Ceza
Kanunun 263. maddesinin yürürlükten kaldırılmasına ilişkin maddesinin Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununda değişiklik öngören 6460 sayılı Yasaya monte
edilmesi yasa yapma tekniği açısından kesinlikle doğru değildir.
765 sayılı Ceza Kanununun 261. maddesinde düzenlenen "Kanuna
aykırı eğitim kurumu" suçu 2004 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda 263. maddede düzenlenmiştir.
2004 yılında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 263. maddede yapılan
düzenleme son derece yerinde bir hükümle, " Kanuna aykırı olarak eğitim
kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve bu kurumlarda kanuna aykırı olarak
açıldığını bildiği halde öğretmenlik yapanlara altı aydan üç yıla kadar hapis
cezası verileceğine" ilişkin bir düzenlemeyi içermekteydi.
İktidar ilk olarak, 29.6.2005 tarihli 5377 sayılı Yasa ile yapılan
değişiklikle yasa dışı eğitim kurumları açanlara verilecek hapis cezalarını
azaltmış, ayrıca hapis cezalarının paraya çevrilme yolunu da açmıştır. O
dönemde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda 263. maddesi şu şekilde
değiştirilmiştir:
29.6.2005 tarihli 5377 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik
(l) Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işleten kişi üç
aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.
O tarihte yapılmak istenen bu değişiklik Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM ne iade edilmiştir. İade
gerekçesinde yasaya aykırı eğitim kurumu açmak ve işletmek suçunun cezasının bu
kadar hafifletilmesinin ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlerin ve din
devleti yanlısı tarikatların yasadışı bir şekilde açacakları eğitim
kurumlarının önünü açacağı belirtilerek bu türden kurumların kontrolünün sadece
yöneticilerin yetkisine bırakılmasının yasaya aykırılığa süreklilik
kazandırabileceğine işaret edilmiştir.
Yapılmak istenen değişikliğin,
- Anayasanın 42. maddesinde belirtilen eğitim ve öğretimin Atatürk
ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre
devletin denetim ve gözetimi altında olması ilkesine aykırı olduğu,
- Anayasanın 2. maddesinde belirtilen laiklik ilkesine aykırı
olduğu,
- Anayasanın 3. maddesinde belirtilen Türkiye devletinin ülkesi ve
ulusuyla bölünmez bir bütün olduğu ilkesine aykırı olduğu
- Anayasanın 174. maddesinde korumaya alınan devrim kanunlarına ve
öğretim birliği yasasına aykırı olduğu belirtilerek; TBMM'ne Cumhurbaşkanı
tarafından yasa iade edilmiş, ancak o dönemde de iktidar olan Adalet ve
Kalkınma Partisinin çoğunluk oylarıyla yasada hiçbir değişiklik yapmaksızın
yeniden TBMM'de yasalaşması sağlanmıştır.
Siyasi iktidar şimdi ise, yaklaşık sekiz yıl sonra daha radikal
bir değişiklik yaparak, 6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesi ile Kanuna
aykırı eğitim kurumu açmak ve işletmek tamamen suç olmaktan çıkartılmıştır.
TBMM Alt Komisyon görüşmeleri sırasında Anamuhalefet Partisi'nin gösterdiği
tepkiler üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi mensubu komisyon üyeleri tarafından
bu maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla kanuna aykırı eğitim kurumlarının
yaptırımsız kalmadığı ve 5442 İl İdaresi Kanununun 9. ve 32. maddeleri uyarınca
Vali ve Kaymakamların bu konuda yetkili oldukları, gerektiğinde bu kurumları
kapatabilecekleri, Kabahatler Kanununa göre de ceza verebileceklerini
belirtmişlerdir.
Ancak İl İdaresi Kanununun 9. maddesindeki Valilerin görev ve
yetkilerine, 31. maddesindeki Kaymakamların görev ve yetkilerini düzenleyen
maddelere baktığımızda Vali ve Kaymakamlara hiçbir şekilde kanuna aykırı eğitim
kurumlarının denetlenmesi, kapatılması vb. konularda açık bir yetki verilmediği
görülmektedir. Dolayısıyla bu suç yaptırımsız hale getirilmekte ve terör
örgütlerinin, tarikatların kanuna aykırı eğitim kurumu açmasının yolu tam
anlamıyla açılmaktadır.
Yine bazı siyasi iktidar yetkilileri Eğitim Kanununda zaten bu
konuda yaptırım ve cezaların olduğundan, bu nedenle Türk Ceza Kanununda her
hangi bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığından bahsetmektedir. Ancak durum hiç de
sanıldığı gibi değildir.
Her ne kadar İlköğretim ve Eğitim Kanununun 59. maddesinin üçüncü
fıkrasında "İlköğretim çağında bulunan ve mecburi ilköğretim kurumlarına
devam eden çocukların bu kanunda gösterilen ve Milli Eğitim Bakanlığınca
açılmasına izin verilmiş olunanlar dışında, her ne ad altında kurulmuş olursa
olsun, özel kurs ve dershanelere kabulü yasaktır." hükmüne yer verilmişse
de maddenin devamında,
MEB'denizin almadan bu tarz eğitim kurumu açanlara, yaptırım
olarak sadece, "dörtyüz Türk Lirasından bin Türk Lirasına kadar idarî para
cezası verileceğinin" belirtilmesi bu yasağı tamamen anlamsız kılmaktadır.
Yaptırımı caydırıcı olmayan bir kanun maddesinin hiç bir geçerliliği
bulunmayacağı gibi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni haricinde, kanuna aykırı
olarak eğitim kurumu açıldığı takdirde, artık yasalarımızda bu kurumların
kapatılacağına ilişkin bir düzenleme olmadığından, bu kurumlar yalnızca mülki
amire 400-1000 TL arası bir idari para cezası ödeyerek, faaliyetlerine devam
edebilecekler, kapatılamayacaklardır.
Özetle, bir taraftan her türlü yasa dışı örgütün kendi
propagandalarını yapacakları, ideolojilerini yayabilecekleri, eğitim kurumları
açmaları yaptırımsız hale getirilirken, diğer taraftan da bölücü hatta yasa
dışı tarikat ve cemaatlerin kontrolsüz eğitim vermelerinin önü tamamen
açılmıştır. Bunların yanında, kaçak Kuran kurslarının, tekke, zaviye, türbe
gibi yerlerin fiili olarak serbest bırakılmasına, her isteyenin izin almadan
eğitim kurumu açmasına, eğitim kurumlarında yeterli formasyona sahip olmayan
öğretmenlerin görev almasına ve eğitim kalitesinin düşmesine de zemin
hazırlanmış olmaktadır.
Artık anne-babalar, çocuklarını gönderdikleri eğitim kurumlarının
kanuna aykırı olup olmadığını ya da öğretmenlerinin gerekli yeterliliklere
sahip olup olmadıklarını bizzat denetlemek zorundadır. Çünkü Devlet Anayasanın
42 inci ve 174 üncü maddesine aykırı olarak bu denetimi kendi üzerinden atmış,
dolayısı ile eğitim sistemimiz tamamen korumasız bırakılmıştır.
Söz konusu 263 üncü maddenin yürürlükten kaldırılması ile, yasaya
aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ve çalışmalarını
sürdürmelerine olanak sağlanmaktadır.
Kuşkusuz buradaki "yasalara aykırı" kavramı, yasalarla
birlikte Anayasayı da kapsamakta ve anayasal ilke ve kurallara aykırı eğitim
kurumlarını da işaret etmektedir.
765 ve 5237 sayılı yasalarda yasaya aykırı eğitim kurumu açma,
işletme eylemleri suç olarak düzenlenmiştir. Bunun amacı, eğitim kurumlarını
Devlet'in gözetim ve denetimi altında tutarak, eğitim ve gözetim hakkının
kötüye kullanılıp, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim
yerlerinin açılmasını önlemektir.
Anılan yasaların hedefinin, ayrılıkçı terör örgütlerinin,
misyonerlik etkinliklerinin, din devleti oluşturmaya çalışan tarikatların, yasa
dışı yollarla okul, eğitim kurumu, kurs açmalarının olanaksızlaştırılması;
böylece gençliğimizin çağ dışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
felsefesine aykırı biçimde eğitilmesinin önlenmesi olduğu açıktır.
6460 sayılı Yasada ise bu hedefin açıkça çiğnendiği ve
gözetilmediği görülmektedir.
Bu durum öncelikle laik eğitim ilkesi açısından bir tehlikedir.
Anayasamızın başlangıç bölümünde,
- Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu
Anayasa'nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözünün ve
ruhunun bu yönde mutlak sadakatle yorumlanıp, uygulanması gerektiği,
- Hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma
göremeyeceği,
- Laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine
ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı,
belirtilmiştir.
Böylece Cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer
niteliklerinin temeli olan laiklik, Anayasamıza yön veren ilkeler arasındaki
yerini almış ve tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç
ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak
Anayasa'nın 24 üncü maddesinde de,
- Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin
kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,
- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan
şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye
kullanılamayacağı,
açıkça belirtilmiştir.
Anayasa'nın 13 üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik
Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14 üncü
maddesinde de, Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı ifade
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin 07.03.1989 gün ve E.1989/1, K.1989/12 sayılı
Kararında (R.G.7.3.1989, Sa. 25);
"Anayasa Mahkemesi'nin 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı;
03.07.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 04.11.1986
günlü, 11/26 sayılı kararlarında laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları
yanında, ulusal ve hukuksal değeri geniş biçimde belirtilmiş, özenle korunması
gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış, Türk Ulusu'nun yücelmesi bakımından
laikliğin Anayasa'da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden,
Anayasa'da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu
yinelenerek ortaya konulmuştur.
Bu kararlara göre:
a) Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,
b) Dinin, bireyin manevi yaşamına ilişkin olan dini inanç
bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak
dinlerin anayasal güvence altına alınması,
c) Dinin, bireyin manevi yaşamı aşarak toplumsal yaşamı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve yararını
korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye kullanılmasının ve
sömürülmesinin yasaklanması,
ç) Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak
ve özgürlükler konusunda devlete denetim yetkisi taranması,
laiklik ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.
Yine Anayasa Mahkemesinin bu kararında,
"Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran, dinsel
sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren laiklik, öğretim ve
eğitime de ışık tutmuştur. Laik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en
olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa,
laik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin
zorunluluk koşulları, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de
anayasal güvenceye bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlak eğitim ve öğretimi
devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din
ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin, gereklerine aykırı bir
sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin, yol açtığı zararlar laiklikle
önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu laiklik ilkesiyle açılmış, bağımsız bir hukuk
kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan
laiklik, Türkiye'nin yaşam felsefesidir. Laik devlette, kutsal din duyguları
politikaya; dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz.
Bu tür düzenlemeler; dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden
yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır. Bireyin özgür
iradesine bağlı din duygularının zorlamadan korunması da bu biçimde sağlanmış
olmaktadır. Eğitsel ve kültürel yaşantıyı yönlendirmek amacıyla laikliğe aykırı
eğitim ve öğretim de gerçekleştirilemez."
Anayasa'nın 130 uncu maddesinde öngörülen "çağdaş
eğitim-öğretim esaslarına dayanan" düzen, laiklik ilkesinin göz ardı
edildiği bir ortam da olamaz. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ulusun ve
ülkenin, bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhine davranılamayacağını da içeren bu
maddenin, ulusallık, bağımsızlık ve ulusal birlik için katkılarının laikliği
dışarıda bırakması düşünülemez. Aklın ve gözlerin yönlendirdiği bilimsel
çalışmaya katılacak kimselerin bilimsel gerekler dışında bir etkiyle
karşılaşmaksızın yetiştirilmeleri, gerekir. Eğitim, yalnız bilimsel istemler
doğrultusunda yapılması, doğmalardan ve bilime ters düşen etkilerden uzak
tutulmasıyla sağlanır."
denilmiştir.
Açıklanan bu duruma ve verilere göre, laik bir Devletten söz
edilebilmesi için bütün kuruluşlarında ve işlevlerinde olduğu gibi Devletin
temel işlevlerinden olan eğitimin de laiklik ilkesi esas alınarak yapılması
Anayasa ve kanunlarımızın, gereğidir.
Eğitimde laik Devlet ilkesinin tanınmaması ve eğitimin bu ilke
doğrultusunda yapılmaması, bu alanın cemaatlere terkedilmesi sonucunu doğurur.
Din eğitimi de laik Devlet anlayışına, Türk inkılabının temel ilkelerine,
çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına aykırı şekilde yapılamaz.
Yukarıda etraflıca açıklandığı üzere, Devletin temel işlevlerinden
olan eğitimin laiklik ilkesi esas alınarak yapılması, Anayasa ve kanunlarımızın
gereğidir. Bu gereğe aykırı yasa dışı eğitim kurumu açılması, kuşkusuz toplumun
önem verdiği ağır bir suç oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 19.9.2000 gün ve E.1999/39 K.2000/23 sayılı
kararında,
"Yasa koyucu, kuşkusuz, Anayasa'nın ve ceza hukukunun temel
ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek
hangi eylemlerin suç sayılacağını ve bunlara verilecek cezanın türü ve miktarı
ile artırım ve indirim nedenlerini saptayabileceği gibi kimi suçları işleyenler
için "erteleme" adı altında bir düzenleme de öngörebilir."
denilmiş ve Yüksek Mahkemenin 19.7.1991 gün ve E.1991/15,
K.1991/22 sayılı kararında da,
"Suçlu, topluma uyum zorlukları gösteren ve uyumsuzluğunu suç
işlemekle açığa vuran kimsedir. Cezanın caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum
sağlayabilmesi başka bir deyişle topluma yeniden kazandırılması, ceza
politikasının temel ilkesini oluşturur. Toplumun suça verdiği önem ve suçun
ağırlığı, cezanın farklılaştırılmasına ya da ağırlaştırmasına esas olur. Bu
husus, devletin cezalandırma politikasına uygun olarak Yasa koyucunun bu
konudaki değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir."
görüşüne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu görüş ve
değerlendirmeleri karşısında kanuna aykırı eğitim kurumu açılıp çalıştırılması
suçuna verilecek cezanın da; cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının
temel ilkesine uygun olarak tespit edilmesi, Anayasa'nın 2 inci maddesinde
ifade edilen "Hukuk Devleti" olmanın bir gereğidir.
6460 sayılı yasanın 13 üncü maddesi ile, yasaya aykırı eğitim
kurumlarının açılıp işletilmesi ve bu tür kurumları adeta özendirilmesi, beceri
kursu, okul, yurt gibi kurumları paravan yapan terörist ve bölücü yuvalarının
da serbest bırakılması anlamına gelmektedir. Yasanın uygulanmasıyla birlikte,
suç için öngörülen ceza, cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının
temel ilkesine uygun olarak tespit edilemeyecektir. Bu durum da Anayasa'nın 2
inci maddesinde ifade edilen "laiklik" ve " "Hukuk
Devleti" ilkelerine aykırıdır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 42 inci maddesinin üçüncü fıkrasında,
"Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim
ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu
esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz" hükmüne amirdir.
Anayasa'da "bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağının
açıkça vurgulanması, bu esaslara aykırılığı saptananların kapatılmasının da zorunluluğunu
göstermektedir.
Kaldı ki,
Devlet'in görevi yasalara aykırı eğitim kurumlarını yaşatmak
değil, temelli ortadan kaldırmaktır. Devlet, yasaya aykırı eğitim kurumlarının
açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır. Anayasa'nın 42
inci maddesinin üçüncü fıkrasında, Devlet'e bu amaçla gerekli yasal ve yönetsel
düzenlemeleri yapma görevi verilmiştir. Bu, başta yasama organı olmak üzere tüm
Devlet organlarının yükümlülüğüdür.
Kanuna aykırı olarak açılan eğitim kurumlarının hiç bir cezai
yaptırıma tabi tutulmaksızın faaliyet göstermesinin önünün açılması, yasalara
aykırı eğitim kurumlarını yapacağı düzenlemelerle başından önleme, açılanları
da kapatma konusunda Devlete verilen yükümlük ile bağdaşmadığından iptali
istenen bu düzenleme, Anayasa'nın 42 inci maddesinin üçüncü fıkrasına de aykırı
düşmektedir.
Öte yandan, Anayasa'nın 174 üncü maddesinde, Türk toplumunu çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini
koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye
alınmıştır.
Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa'nın 174 üncü maddesiyle
korumaya alınan 03 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Kanunu ile
gerçekleştirilmiştir. Bu Kanun ile,
- Türkiye'deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış,
- Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve
dini eğitim veren okullar kapatılmış,
- Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve
hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar
açılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na görev ve yetki verilmiştir.
Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı
programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.
İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel
öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa
yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun "İmam Hatip
Liseleri" başlıklı 32 inci maddesinde, "İmam - hatip liseleri,
imamlık, hatiplik ve Kur'an kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine
getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca
açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe hem yüksek öğrenime hazırlayıcı
programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır." denilmek suretiyle bir yandan
eğitim kurumlarının, bu bağlamda Kuran kurslarının Atatürk ilke ve devrimleri
ile çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim verip vermediği Devlet'in
gözetimi ve denetimine bırakılırken, öte yandan da Kuran kursu öğreticiliği
gibi dini hizmetleri yerine getirebilecek elemanların yetiştirilmesi görevi
öğretim birliği ilkesine uygun olarak Devlet okullarına verilmiştir.
Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediği
ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eğitimin gelişip yerleşmesi kaçınılmazdır.
6460 sayılı Yasanın 13. maddesiyle kanuna aykırı eğitim kurumları
açmanın suç olmaktan çıkarılması zaman içinde yasal olmayan eğitim kurumları
aracılığı ile Anayasa'nın 24 üncü maddesine aykırı biçimde dinin siyasete alet
edilmesini, Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak eğitimin ikileştirilmesini
daha da hızlandıracaktır. Yasaların izin vermediği kurumlarda ve yasaların izin
vermediği biçimde eğitim yapılmasına, bu yerleri açmanın ve çalıştırmanın
neredeyse teşvik edilmesine, bu kurumlara dolaylı destek verilmesine, zaman
içinde ikili eğitime yol açacak nitelikteki düzenlemenin, laiklik ve öğretim
birliği ilkeleriyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla ve Cumhuriyet'in
kuruluş felsefesiyle bağdaşmayacağı açıktır. Bu nedenle de iptali istenen
düzenleme, Anayasa'nın 174 üncü maddesi ile de bağdaşmamaktadır.
Diğer taraftan, bu tür yasalara aykırı eğitim kurumlarının,
terörist, bölücü eğitimleri vermek amacıyla açılması da imkan dahilinde olduğu
için bu tür eğitim yerleri açmaya ve çalıştırmaya teşvik edercesine yapılan bu
düzenlemenin, Devlete Anayasa'nın 5 inci maddesinde verilen "Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmak" olan temel amaç ve görevlerle de
bağdaşmayacağı ortadadır.
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır ve
bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti, onun
kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğurur
(Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16 sayılı kararı,
AMKD., sa.24, shf. 225).
Açıklanan nedenlerle, 6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un13. maddesi ile
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesinin
yürürlükten kaldırılması Anayasa'nın 2 inci maddesine;5 inci, maddesine; 11
inci maddesine; 42 inci maddesinin üçüncü fıkrasına ve 174 üncü maddesine
aykırı olup, 6460 sayılı yasanın 13. maddesinin iptali gerekmektedir
IV.YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesi ile 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesinin yürürlükten
kaldırılması Anayasa'nın 2 inci maddesine; 5 inci maddesine; 11 inci maddesine;
42 inci maddesinin üçüncü fıkrasına ve 174 üncü maddesine aykırı olup, Devletin
temel işlevlerinden olan eğitimin, laik Devlet anlayışına, Türk inkılabının
temel ilkelerine, çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına aykırı şekilde
yapılmasının önünü açmakta; öğretim birliği ilkesini zedeleyerek ikili eğitim
doğrultusundaki gelişmelere zemin hazırlamakta; terörist, bölücü eğitimini
kolaylaştırmakta ve yaptırımsız bırakmaktadır. Bu nedenlerle, bu hükmün
uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararlar
doğabilecektir. Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu kural hakkında
yürürlüğünün durdurulması istenilmektedir.
V. SONUÇ VE İSTEM
6460 sayılı "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 13. maddesi Anayasa'nın 2 inci
maddesine; 5 inci maddesine; 11 inci maddesine; 42 inci maddesinin üçüncü
fıkrasına ve 174 üncü maddesine aykırı olduğundan iptaline ve iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına kararverilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.""