ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/72
Karar Sayısı : 2013/126
Karar Günü : 31.10.2013
R.G. Tarih-Sayı :
24.01.2014-28892
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye
Büyük Millet Meclisi Üyeleri Mehmet Akif HAMZAÇEBİ ve Muharrem İNCE
ile birlikte 128 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : 3.4.2013
günlü, 6456 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun'un;
1- 2. maddesiyle değiştirilen, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Hakkında Kanun'un 7/A maddesinin birinci
fıkrasının “…ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil kurallarına
tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak yapmak
üzere 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş, tescil,
denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın…” bölümünün,
2- 16. maddesiyle, 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun
113. maddesine eklenen fıkranın,
3- 17. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'a bağlı (8) sayılı tarifeye
eklenen bölümün,
4- 52. maddesinin,
5- 60. maddesinin (d) bendinin,
Anayasa'nın 2., 7., 8., 10., 11. ve 73. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi
istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralları
6456 sayılı Kanun'un iptali istenin kuralları da içeren maddeleri
şöyledir:
“MADDE 2- 4749
sayılı Kanunun 7/A maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş,
maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Bu Kanun kapsamındaki halka açık olmayan kurum ve kuruluşlara ait
taşınır ve taşınmazlar ile kullanma, yararlanma, işletme ve sair haklar gibi
maddi olmayan varlıklara ilişkin, ilgili kurumların görüşleri alınarak alım,
satım, geri alım, kiraya verme, geri kiralama, bedelli veya bedelsiz
devir ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil kurallarına tabi
olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak yapmak üzere
13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş, tescil,
denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın özel
hukuk tüzel kişiliğini haiz varlık kiralama şirketleri kurmaya veya özel hukuk
tüzel kişiliğini haiz varlık kiralama şirketleri kurmak üzere kamu sermayeli
kurumları görevlendirmeye Bakan yetkilidir. Bakan tarafından kurulmasına karar
verilen ve sermayesinin tamamı Hazine Müsteşarlığına ait olan varlık kiralama
şirketlerinin ana sözleşmesi ve değişiklikleri Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde
yayımlanır. Bu şirketler 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı
(1) sayılı tarifenin “C) Ticaret Sicili harçları:” başlıklı bölümünde sayılan,
ticari işletme rehni dâhil her türlü ticaret sicili harçlarından ve Türkiye
Ticaret Sicili Gazetesi'nde yapılacak her türlü ilana ilişkin ilan
ücretlerinden muaftır. Bu şirketlerin yurt içinde ihraç ettiği kira
sertifikalarına ilişkin şirket ile gerçek ve tüzel kişiler arasındaki
ihtilaflarda Ankara Asliye Ticaret Mahkemeleri yetkilidir. Bu şirketler söz
konusu taşınır ve taşınmazlar ile maddi olmayan varlıklara dayalı olarak,
hasılatı Müsteşarlığa aktarılmak üzere yurt içi ve yurt dışı piyasalarda kira
sertifikası ihraç edebilir. Bu ihraçlara konu olan varlıklar üzerinde, ihracın
vadesi süresince ihraç koşullarına aykırı herhangi bir hukuki işlem tesis
edilemez. Bu husus, ilgili taşınmazın tapu kütüğüne şerh edilir. İlgili
kurumlar, bu madde kapsamındaki varlık kiralama şirketlerinin bu madde
kapsamındaki taşınır ve taşınmazlar ile haklar ve diğer maddi olmayan
varlıklarda tasarruf etmesini teminen tapu sicilinde değişiklik dâhil gerekli
her türlü işlemleri münhasıran Müsteşarlığın yazılı başvurusu üzerine
gerçekleştirirler. Bu fıkra kapsamındaki işlemlere konu olan kamu varlıklarının
kullanımıyla ilgili bakım, onarım, işletme, inşaat ve benzeri iş ve işlemler
ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından yapılır ve buna ilişkin harcamalar kendi
bütçelerinden karşılanır. Bu fıkra kapsamındaki kira sertifikaları, 14/1/1970
tarihli ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu ve sermaye
piyasası mevzuatı bakımından Müsteşarlık tarafından ihraç edilen menkul
kıymetlere ilişkin olarak ilgili mevzuatta yer alan usul ve esaslara tabidir.
Bu sertifikalar, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun
uygulamasında teminat olarak kabul edilir.”
“Bakan tarafından kurulmasına karar verilen ve tamamı Hazine
Müsteşarlığına ait olan varlık kiralama şirketlerinin denetimi Hazine
Müsteşarlığının denetimi çerçevesinde yapılır. Bu şirketler, 6102 sayılı Kanun,
4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ve ilgili diğer mevzuat
uyarınca defter tutma ve diğer yükümlülüklerden muaftır. Bu şirketlere,
18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar
ve Borsalar Kanunu, 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu
İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararname hükümleri uygulanmaz. Bu madde kapsamında kurulan varlık
kiralama şirketlerine ait her türlü taşınmazlar 9/5/2012 tarihli ve 6305 sayılı
Afet Sigortaları Kanunu ile ihdas edilen zorunlu deprem sigortasına tabi değildir.
Bu madde kapsamında kurulan varlık kiralama şirketlerine ait mallar ve her
çeşit varlıklar, ceza ve takip hukuku başta olmak üzere ilgili diğer mevzuat
uygulaması bakımından devlet malı hükümlerine tabidir. Bu madde uyarınca
yapılacak kiralama işlemleri, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanununun kira sözleşmelerine ilişkin hükümlerine tabi değildir ve söz konusu
işlemler hakkında bu madde uyarınca taraflar arasında düzenlenecek sözleşme
hükümleri uygulanır.”
MADDE 16- 2/7/1964 tarihli ve
492 sayılı Harçlar Kanununun 113 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Elektrik üretimi lisans harçları her yıl kurumlar vergisi
beyannamesi verme süresi içerisinde verilen bildirim üzerine, elektrik üretim
faaliyetlerinden elde edilen gayrisafi iş hasılatı esas alınarak tahakkuk
ettirilir, tahakkuk ettirilen harçlar ayrıca mükellefe tebliğ edilmez ve mayıs
ayı içerisinde ödenir. Genel bütçe geliri olarak kaydedilen elektrik üretimi
lisans harçlarından hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretim lisans
harçlarının %90'ı, haziran ayının sonuna kadar, hidrolik kaynaklara dayalı
elektrik üretimi yapan tesisin bulunduğu yerin il özel idaresine, il özel
idaresi bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesine aktarılır. Hesaplanarak
aktarılan bu tutarlar, 2/7/2008 tarihli ve 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve
Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanuna göre
belediyelere ve il özel idarelerine ayrılacak payların hesabında matraha dâhil
edilmez.”
MADDE 17- 492 sayılı Kanuna
bağlı (8) sayılı tarifeye aşağıdaki bölüm eklenmiştir.
“XV- Elektrik üretimi lisans harçları:
1- Hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretim lisansı (Her yıl
için):
Elektrik Piyasası Kanunu kapsamında, özelleştirme bedeli, lisans
ihale bedeli ve su kullanım bedeli ödemeksizin hidrolik kaynaklara dayalı
elektrik üretim faaliyetinde bulunanların (Kamu Kuruluşları hariç) bu
faaliyetlerden elde ettikleri bir önceki yıl gayrisafi iş hasılatı üzerinden
Binde 15
Üreticilerin kendi ihtiyaçları için kullandıkları elektriğin
bedeli gayrisafi iş hasılatına dâhil edilmez.”
MADDE 52- 20/2/2008 tarihli ve
5737 sayılı Vakıflar Kanununun 28 inci maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten
kaldırılmıştır.
MADDE 60- Bu
Kanunun;
a) 2, 8, 14, 22, 23 ve 42 nci maddeleri 29/6/2012 tarihinden
geçerli olmak üzere yayımı tarihinde,
b) 16 ve 17 nci maddeleri 1/1/2014 tarihinde,
c) 19 uncu maddesi 1/5/2013 tarihinde,
ç) 45 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yayımı
tarihinden altı ay sonra,
d) 52 nci maddesi 27/2/2008 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde,
e) Diğer hükümleri yayımı tarihinde,
yürürlüğe girer.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 2., 7., 8., 10., 11. ve 73.
maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN,
Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN ve M. Emin
KUZ'un katılımlarıyla 4.7.2013 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine,
2- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu yasa kuralları, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun'un 2. Maddesiyle Değiştirilen 4749 Sayılı
Kanun'un 7/A Maddesinin Birinci Fıkrasının “…ve benzeri işlemleri
mevzuatta yer alan şekil kurallarına tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu
işlemleri aynı usule tabi olarak yapmak üzere 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı
Türk Ticaret Kanununun kuruluş, tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe
ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın…” Bölümünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Hazine Müsteşarlığından
sorumlu Bakan'a, Türk Ticaret Kanunu'nun kuruluş, tescil, denetleme, sermaye,
tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı olmaksızın varlık kiralama
şirketi kurma yetkisi verilmesinin ve Kanun kapsamındaki kurum ve kuruluşlara
ait taşınır ve taşınmazlar ile kullanma, yararlanma, işletme ve sair haklar gibi maddi olmayan
varlıklara ilişkin alım, satım, geri alım, kiraya verme, geri kiralama, bedelli
veya bedelsiz devir işlemlerini ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil
kurallarına tabi olmaksızın tesis etme konusunda varlık kiralama şirketlerinin
yetkili kılınmasının yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu, gerek varlık
kiralama şirketlerinin kurulması konusunda Bakan'a verilen gerekse yapacakları
işlemler konusunda bu şirketlere verilen yetkinin keyfiliğe yol açabileceği
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
6456 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen, 4749 sayılı
Kanun'un 7/A maddesinin birinci fıkrasıyla, Hazine Müsteşarlığından sorumlu
Bakan'a, 4749 sayılı Kanun kapsamındaki halka açık olmayan kurum ve kuruluşlara
ait taşınır ve taşınmazlar ile kullanma, yararlanma, işletme ve sair haklar
gibi maddi olmayan varlıklara ilişkin, ilgili kurumların görüşleri alınarak
alım, satım, geri alım, kiraya verme, geri kiralama, bedelli veya bedelsiz
devir ve benzeri işlemleri tesis etme ve bu
işlemleri aynı usule tabi olarak yapmak üzere varlık kiralama şirketleri
(HMVKŞ) kurma veya varlık kiralama şirketleri kurmak üzere kamu sermayeli
kurumları görevlendirme yetkisi verilmiştir.
Sözü edilen fıkranın iptali istenen bölümüyle ise kira sertifikası
işlemleriyle ilgili olarak Kanun kapsamındaki kurum ve kuruluşlara ait taşınır
ve taşınmazlar ile maddi olmayan varlıkların alımı, satımı, geri alınması,
kiraya verilmesi, geri kiralanması, bedelli veya bedelsiz devri ve benzeri
işlemlerin mevzuatta yer alan şekil kurallarına tabi olmadığı düzenlenmekte;
Hazine Müsteşarlığınca kurulacak ve kamu sermayeli kurumlara kurdurulacak
HMVKŞ'nin kuruluşu, tescili, denetlenmesi, sermayesi, tasfiyesi ve işleyişine
ilişkin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda yer alan hükümlerin uygulanmayacağı
öngörülmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem
ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik
ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Anayasa'nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”denilmektedir.
Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait olması ve bu
yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme
yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya
ait olması “demokrasi rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz
bir durum” olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca, gerekçede “Millet
adına kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki
devredilemez. Ancak, Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır” denilmek
suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları belirtilmiştir.
Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, yasama yetkisinin
devredilemezliği esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca
kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan,
kanun yapma yetkisinin devredilmesidir.
Bununla birlikte, çok geniş yorumlandığında yasama yetkisinin
devredilemezliği ilkesi kanunla düzenlenmesi gereken konuların yürütmeye
bırakılmasını da yasaklamaktadır. Bu noktada Anayasa gereğince kanunla
düzenlenmesi gereken hususlarla diğerleri arasında bir ayrım yapmak
gerekecektir. Anayasa temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması (m.13),
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması (m.73) ve memurların atanmaları,
özlük hakları v.s. (m.128) gibi bazı konularda düzenlemenin münhasıran kanunla
yapılmasını öngörmektedir. Bu konularda kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemeden düzenleme yetkisini yürütmeye bırakması yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık teşkil edebilmektedir. Esasen bu
durumda, söz konusu düzenlemenin kanunla yapılması gerektiğini belirten anayasal
hükme aykırılıktan söz edilmesi daha isabetli olacaktır.
Anayasa'nın açıkça kanunla düzenlenmesini öngörmediği konularda
ise kanunun çok genel ifadelerle düzenleme yaparak, ayrıntıyı yürütmeye
bırakması mümkündür. Anayasa'da münhasıran kanunla düzenleme yapılması
öngörülmeyen konularda yürütme organının doğrudan ve ilk elden düzenleyici
işlem yapabileceği düşünülebilirse de yasamanın asliliği ve yürütmenin
türevselliği gereği idari işlemlerin kanuna dayanması zorunluluğu vardır.
Nitekim, Anayasa'nın gerek yürütme yetkisinin kanunlara uygun olarak
kullanılacağını ifade eden hükmü (m.8), gerekse yönetmeliklerin kanunların
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak kaydıyla
çıkarılabileceğini belirten kuralı (m.124) bu zorunluluğa işaret etmektedir.
Ancak, bu durumda kanundan belirlemesi beklenen çerçeve, Anayasa'nın kanunla
düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok daha geniş olabilecektir. Başka bir
ifadeyle, Anayasa'ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu,
kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılabilir.
Aksi yorum, Anayasa'da bazı hususların kanunla düzenlenmesinin öngörülmüş
olmasını anlamsız hâle getirebilecektir.
HMVKŞ'nin kuruluş, tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve
işleyişinin kanunla düzenlenmesi zorunluluğu bulunmadığı gibi bunların 6102
sayılı Kanun'a tabi tutulmasını gerektiren herhangi bir anayasal hüküm de
bulunmamaktadır. Bu nedenle, Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakan tarafından
kurulması veya kamu sermayeli kurumlara kurdurulması öngörülen HMVKŞ'nin
kuruluş, tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişi yönünden tabi olacağı
kuralların belirlenmesinin düzenleyici işlemlere bırakılmasında Anayasa'ya
aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Hazine Müsteşarlığına kira sertifikası ihraç etme yetkisinin
tanınması, 6327 sayılı Kanun'un 32. maddesiyle 4749 sayılı Kanun'a eklenen 7/A
maddesiyle söz konusu olmuştur. Anılan Kanun'un gerekçesinden, maddeyle,
ülkemizin kalkınma hedefleri ve makro ekonomik dengeler dikkate alınarak, kamu hizmetinin
aksatılmaması kaydıyla, kamu finansman araçlarını çeşitlendirmek ve kamu
varlıklarını verimli bir biçimde değerlendirmek üzere, kamu kurum ve
kuruluşlarına ait taşınır ve taşınmazlar ile kullanma, yararlanma, işletme ve
sair haklar gibi maddi olmayan varlıkları kullanmak suretiyle yurtiçi ve
yurtdışı piyasalarda kira sertifikası ihracına imkân sağlanmasının amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakan'a, varlık
kiralama şirketleri kurma veya varlık kiralama şirketleri kurmak üzere kamu
sermayeli kurumları görevlendirme yetkisi verilmiştir.
Kaldı ki, 4749 sayılı Kanun'un 7/A maddesinde, Bakan'a tanınan
düzenleme yetkisinin genel çerçevesinin belirlendiği anlaşılmaktadır. 4749
sayılı Kanun'un 7/A maddesinin birinci fıkrasında, HMVKŞ'nin Hazine
Müsteşarlığından sorumlu Bakan tarafından doğrudan veya görevlendireceği kamu
sermayeli kurumlar tarafından kurulacağı ve özel hukuk tüzel kişiliğini haiz
olacağı açıkça düzenlenmiştir. HMVKŞ'nin kuruluşu için tescil zorunluluğu
bulunmamakta ise de anılan 7/A maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde,
bu şirketlerin ana sözleşmeleri ile değişikliklerinin Ticaret Sicil
Gazetesi'nde ilan edilmesi öngörülmektedir. Ayrıca, 7/A maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinden, HMVKŞ'nin sermayesinin tamamının Hazine
Müsteşarlığına ait olacağı anlaşılmaktadır. 4749 sayılı Kanun'un 7/A maddesinin
dava konusu edilmeyen ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan, “Bakan
tarafından kurulmasına karar verilen ve tamamı Hazine Müsteşarlığına ait olan
varlık kiralama şirketlerinin denetimi Hazine Müsteşarlığının denetimi
çerçevesinde yapılır.” hükmü gereğince, Hazine Müsteşarlığına bağlı
birimlerin denetimi hangi usul ve esaslara göre yapılmakta ise HMVKŞ'nin
denetiminin de aynı usul ve esaslar çerçevesinde, yetkili iç ve dış denetim
kurum ve kuruluşlarınca yapılacağı açıktır. Öte yandan, sermayesinin tamamı
hazineye ait olan HMVKŞ'nin tasfiyesi hâlinde tasfiye payının tamamının
Müsteşarlığa geçeceği de tabiidir.
Görüldüğü üzere, 4749 sayılı Kanun'un 7/A maddesi uyarınca özel
hukuk tüzel kişiliği statüsünde kurulması öngörülen HMVKŞ'nin kuruluşu,
tescili, denetlenmesi ve sermayesi yönünden tabi olacağı kuralların genel
çerçevesi kanunda saptanmıştır. Esasen, sözü edilen 7/A maddesi bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, Müsteşarlığa tanınan usul ve esas belirleme
yetkisinin, HMVKŞ'nin tasfiye usulünün ve idare ve temsilinin ne şekilde
yapılacağının belirlenmesiyle sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır. HMVKŞ'nin
kuruluşu, tescili, denetlenmesi ve sermayesi yönünden tabi olacağı kuralların
genel çerçevesi kanunla saptandıktan sonra, idari ve teknik bir mesele olan
tasfiye usulü ve işleyişine ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisinin
Bakan'a bırakılması, belirlilik ilkesine aykırılık oluşturmadığı gibi yasama
yetkisinin devri anlamına da gelmez.
Ayrıca Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin önemli
bir unsuru olan belirlilik ilkesi, bireylerin hukuk kurallarını önceden
bilmeleri, davranış ve tutumlarını bu kurallara göre güvenle düzene
sokabilmelerini gerektirmekte olup, hukuk kurallarının belirliliğinin
sağlanması yalnızca kanunla düzenleme yapılması anlamına gelmemektedir.
Belirlilik ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki
belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi
niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve
yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan
muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır.
Dava dilekçesinde, kanun kapsamındaki kurum ve
kuruluşlara ait taşınır ve taşınmazlar ile kullanma, yararlanma işletme ve sair
haklar gibi maddi olmayan varlıklara ilişkin işlemleri mevzuatta yer alan şekil
kurallarına tabi olmaksızın tesis etme konusunda varlık kiralama şirketlerinin
yetkili kılındığı ileri sürülmüştür.
Borçlar Kanunu'nun 12. maddesinin birinci fıkrası uyarınca,
sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe hiçbir şekle bağlı
değildir. Kira sertifikası işlemleriyle ilgili olarak kamu kurum ve
kuruluşlarına ait taşınır ve taşınmazlar ile maddi olmayan varlıkların alımı,
satımı, geri alınması, kiraya verilmesi, geri kiralanması, bedelli veya
bedelsiz devri ve benzeri işlemler yönünden mevzuatta yer alan şekil
kurallarının uygulanmaması, bu işlemlerin Borçlar Kanunu'nun 12. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca herhangi bir şekil şartına tabi olmaksızın yapılabileceği
anlamına gelmektedir. Diğer bir anlatımla, dava konusu kural, istisna
niteliğinde olan şekil şartını ortadan kaldırmak suretiyle Borçlar Kanunu'nun
12. maddesinin birinci fıkrasındaki genel kuralın uygulanması sonucunu
doğurmaktan öte hiçbir anlam taşımamaktadır. Dolayısıyla dava konusu kuralla,
Hazine Müsteşarlığına ve HMVKŞ'ye, bu işlemlerin hangi şekilde yapılacağını
belirleme yetkisinin verilmesi söz konusu değildir. Buna göre, kira
sertifikasıyla ilgili işlemler hiçbir kanuni şekle tabi olmaksızın
yapılabilecektir. Bu anlamda, kuralda belirsizliğe yol açan herhangi bir husus
bulunmamaktadır.
Hukuki işlemlerin geçerliliğinin, işlemin belli bir şekilde
yapılması şartına bağlanması ve kanunda öngörülen şekil şartlarının kimi hukuki
işlemler yönünden uygulanmaması yolunda düzenleme yapılması kanun koyucunun
takdirindedir. Kamu finansman araçlarının çeşitlendirilmesi, alternatif
finansman kaynaklarına ve ürünlerine imkân tanınması amacıyla getirildiği
anlaşılan kira sertifikası ihracı uygulamasının kolaylaştırılması maksadıyla
kira sertifikası ihracı faaliyeti kapsamında gerçekleştirilecek hukuki
işlemlerin ilgili kanunlarda öngörülen şekil şartlarına tabi olmadığı yolunda
düzenleme yapılmasında Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2. ve 7.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 8. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu
görüşe katılmamışlardır.
B- Kanun'un 16. Maddesiyle 492 Sayılı Kanun'un 113. Maddesine
Eklenen Fıkra ile 17. Maddesiyle 492 sayılı Kanun'a Bağlı (8) Sayılı Tarifeye
Eklenen Bölümün İncelenmesi
1- Anlam ve Kapsam
6456 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'a bağlı
ve “İmtiyazname, Ruhsatname ve Diploma Harçları”nı düzenleyen (8)
sayılı tarifeye “XV – Elektrik üretimi lisans harçları” bölümü
eklenmek suretiyle yeni bir harç grubu oluşturulmuş ve bu kapsamda “hidroelektrik
kaynaklara dayalı elektrik üretim lisansı harcı” ihdas edilerek,
elektrik üretim lisans harçları arasında gösterilmiştir. Buna göre, Elektrik
Piyasası Kanunu kapsamında, özelleştirme bedeli, lisans ihale bedeli ve su
kullanım bedeli ödemeksizin hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretim
faaliyetinde bulunanların (kamu kuruluşları hariç) bu faaliyetlerden elde
ettikleri bir önceki yıl gayrisafi iş hasılatı üzerinden binde on beş oranında
harç ödeme mecburiyeti getirilmiştir.
Hidrolik kaynaklar dışındaki kaynaklara (fosil kaynaklar,
yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer enerji kaynakları) dayalı olarak
elektrik üretim faaliyetinde bulunulması harcın konusu dışında bırakılmıştır.
Ayrıca kamu kurumları ile hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretiminde
bulunsa bile ilgili idareye, özelleştirme bedeli, lisans ihale bedeli ve su
kullanım bedeli adı altında ödemede bulunan üreticilere yönelik harç ödeme
yükümlülüğü söz konusu değildir. Harcın matrahı, bir önceki yılın gayrisafi iş
hâsılatı olup üreticilerin kendi ihtiyaçları için kullandıkları elektriğin
bedeli gayrisafi iş hâsılatına dâhil edilmeyecektir.
6456 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'un 113.
maddesine eklenen üçüncü fıkrada, elektrik üretimi lisans harçlarının tarhı,
tahakkuku, tahsili ve hangi kurumların bütçesine aktarılacağı düzenlenmiştir.
Buna göre, elektrik üretimi lisans harcı, her yıl kurumlar vergisi beyannamesi
verme süresi içerisinde verilen bildirimle tahakkuk ettirilir. 5520 sayılı
Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 14. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kurumlar vergisi beyannamesi, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü
ayın birinci gününden yirmi beşinci günü akşamına kadar mükellefin bağlı olduğu
vergi dairesine verilmesi gerekeceğinden elektrik üretim harcı beyannamesinin
de hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden yirmi
beşinci günü akşamına kadar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Tahakkuk ettirilen harçlar ayrıca mükellefe tebliğ edilmez ve
mayıs ayı içerisinde ödenir. Genel bütçe geliri olarak kaydedilen elektrik
üretimi lisans harçlarının %90'ı, haziran ayının sonuna kadar, hidrolik
kaynaklara dayalı elektrik üretimi yapan tesisin bulunduğu yerin il özel
idaresine, il özel idaresi bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesine
aktarılır. Hesaplanarak aktarılan bu tutarlar, 2.7.2008 günlü, 5779 sayılı İl
Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi
Hakkında Kanun'a göre belediyelere ve il özel idarelerine ayrılacak payların
hesabında matraha dâhil edilmez.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
a- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, hidroelektrik santralı yatırımlarının büyük
mali kaynak gerektiren ve geri dönüşleri on yılları bulabilen yatırımlar
olduğu, dava konusu kuralla ihdas edilen harcın mükelleflerinin, üretim lisansı
aldıkları tarihte yürürlükteki kanunlara göre harç adı altında bir vergi
ödemeyecekleri gerçeğinden hareketle yatırım yaptıkları, hidroelektrik
santraller yapıldıktan sonra yatırımcıların, söz konusu faaliyetlerden
elde ettikleri bir önceki yıl gayrisafi iş hâsılatı üzerinden binde on beş
oranında mali yükümlülüğe tabi tutulmalarının,hukuk güvenliği ilkesiyle
bağdaşmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devleti
ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin hukuki
güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Dava konusu kurallarla, kamu kurumları hariç, Elektrik
Piyasası Kanunu kapsamında, özelleştirme bedeli, lisans ihale bedeli ve su
kullanım bedeli ödemeksizin hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretim
faaliyetinde bulunanlara, bu faaliyetlerden elde ettikleri bir önceki yıl
gayrisafi iş hâsılatı üzerinden binde on beş oranında harç ödeme yükümlülüğü
getirilmiştir.
Vergilendirme, devletin egemenlik hakkından kaynaklanan en önemli
yetkilerinden biridir. Devlet, Anayasa'da öngörülen vergilendirme ilkelerine
aykırı olmamak kaydıyla, uygun gördüğü kaynaklara vergi uygulanmasını
öngörebilir. Kişilerin belli faaliyetlere başlarken bu faaliyet kapsamında herhangi
bir vergi öngörülmemiş olması, Devletin sonradan ilgili faaliyeti veya bu
faaliyet kapsamındaki bazı işlemleri vergilendirmesine engel değildir. Bu
itibarla, yürürlükte bulunan kanunlara uygun olarak üretim lisansı alarak
hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretiminde bulunan kişilere, sonradan
yürürlüğe giren dava konusu kurallarla bu faaliyet kapsamında elde edilen
gayrisafi iş hâsılatı üzerinden harç ödeme yükümlülüğü getirilmesinin hukuk
güvenliği ilkesini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı değildir.
b- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, elektrik üretimi lisansı harcının
sadece hidrolik kaynaklara dayalı olarak üretim yapanlardan alınıp diğer kaynak
türlerine dayalı olarak üretim yapanlardan alınmamasının, Anayasa'nın 10.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen “eşitlik ilkesi” ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı
durumda bulunan kişilerin kanunla aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak ve kişilere kanunlar karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlâli
yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik ilkesi herkesin her yönden aynı
kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlardaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli
kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara
bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlâl edilmiş olmaz.
Dava konusu kuralların gerekçesinden, hidrolik kaynaklara
dayalı elektrik üretim lisansı harcının, bu kapsamda yapılan yatırımların
bölgedeki altyapılara zarar verebileceği dikkate alınarak ihdas edildiği ve
harcın amacının, yatırım nedeniyle oluşan bu zararların telafi edilmesi
olduğu anlaşılmaktadır. Hidrolik kaynaklara dayalı elektrik üretilmesi ile
diğer kaynaklara (fosil kaynaklar, yenilenebilir enerji kaynakları ve nükleer
enerji kaynakları gibi) dayalı elektrik üretilmesi arasında, üretim yapılan kaynağın
türü, yapılması gereken yatırımların büyüklüğü ve şekli, üretimin verimliliği,
doğal, sosyal ve kültürel çevreye etkisi bakımından farklılıklar bulunmaktadır.
Kanun koyucunun bu farklılıkları gözeterek sadece hidrolik kaynaklara dayalı
elektrik üretimi faaliyetinden harç alınmasını öngörmesi eşitlik ilkesine
aykırı görülemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 10.
maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
c- Anayasa'nın 73. Maddesi Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, mükelleflerin kâr elde edip etmediklerine
ve fiziki ve dolayısıyla iş hâsılatı büyüklüklerine bakılmaksızın bir önceki
yılın gayrisafi iş hasılatı üzerinden binde on beş oranında harç adında
vergilendirilmesinin, yatırım hacmine göre işletme gideri daha yüksek küçük
santraller ile işletme gideri daha düşük olacak büyük santrallerin aynı oranda
harç ödemesi sonucunu doğuracağı, Anayasa Mahkemesinin 13.7.1996 günlü,
E.1994/85 ve K.1995/32 sayılı kararı dikkate alındığında bu durumun anayasal
vergilendirme ilkeleriyle çeliştiği belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 73.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kurallar ile hidrolik kaynaklara dayalı elektrik
üretim faaliyetinde bulunanların bu faaliyetlerden elde ettikleri bir önceki
yıl gayrisafi iş hasılatı üzerinden binde on beş oranında elektrik üretimi
lisansı harcı alınması öngörülmüştür. Tahsil edilen elektrik üretimi lisansı
harcının %10'u genel bütçeye, %90'ı ise hidrolik kaynaklara dayalı elektrik
üretimi yapan tesisin bulunduğu yerin il özel idaresine, il özel idaresi
bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesine aktarılacağı ifade edilmiştir.
Anayasa'nın 73. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, “Herkes,
kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal
amacıdır.” denilmiştir.
Verginin mali güce göre alınması ve genelliği ilkeleriyle
vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Ekonomi
ve vergi hukuku alanında mali güce ilişkin göstergelerin gelir, servet ve
harcamalar olduğu kabul edilmektedir. Mali güç, ödeme gücünün kaynağı,
dayanağı, nedeni ve varlık koşuludur. Kanun koyucunun vergilendirmede,
kişilerin sahip olduğu ekonomik değer ile mali güçlerini göz önünde
bulundurması gerekir. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım
yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi
ödemesini ifade eder. Mali güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin
ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide
eşitlik ilkesinin uygulama aracı olup mali gücü fazla olanın mali gücü az olana
göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise mali
gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı oranda vergi alınması
esasına dayanır.
Anayasa'nın 73. maddesinin ikinci fıkrasında ise vergi yükünün
adaletli ve dengeli bir biçimde dağılımı öngörülmüştür. Vergilendirilecek
alanların seçimi ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı için yükümlülerin
kişisel durumlarının kanunlarda gözetilmesi gerekir. Sermaye iratlarının
ücretlere göre farklı vergilendirilmesi, en az geçim indirimi, artan oranlı
vergilendirme, çeşitli istisna ve muafiyet uygulamaları, vergi yükünün adalete
uygun dağılımı ile mali güce göre vergilendirmenin araçlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin 1.4.2004 günlü, E.2003/9, K.2004/47 sayılı
kararında da vurgulandığı üzere, gayrisafi hasılat ölçütü, sanayi, ticaret ile
mali alanlarda ve hizmet sektöründe faaliyet gösteren yükümlüler açısından
değişik anlamlar içermektedir. Üretilen ve/veya piyasaya arz edilen mal ve
hizmetlerin türü, iç ve dış rekabet ortamı, teknoloji düzeylerindeki
farklılıklar, üretimde kullanılan girdilerin çeşitliliği, bazı mal ve
hizmetlerin yasal veya fiili tekelini elinde bulunduran firmaların varlığı gibi
sebeplerle “gayrisafi hâsılat” kavramının yükümlülerin mali
güçlerini tam olarak yansıtmadığı söylenebilirse de mali gücün önemli bir
göstergesi olduğu da yadsınamaz. Ayrıca söz konusu payın belli bir faaliyet
karşılığında alındığı ve bunu ödeyen firmaların aynı alanda hizmet vermeleri
nedeniyle gayrisafi hasılatı oluşturan girdileri ile harcamalarını etkileyen
faaliyetleri arasında temelde büyük farklılıklar bulunmadığı gözetildiğinde,
gayrisafi hasılat ölçütünün esas alınmasının mükellefler arasında mali yükün
adaletli ve dengeli dağılımına engel olmadığı, bu bağlamda eşitliği bozmadığı
sonucuna varılmıştır. Kaldı ki, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 40.
maddesinde, işletme ile ilgili olmak şartıyla ödenmiş olan vergi, resim ve
harçların o yılki safi kazancın tespit edilmesinde gider olarak indirilmesi
öngörülmüş olduğundan mali gücün gözetilmediği iddiası da dayanaksız
kalmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 73.
maddesine aykırı değildir.
C- Kanun'un 52. Maddesi ile 60. Maddesinin (d) Bendinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde, sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya mazbut vakıflara ait işletme
ve iştiraklerin tanımına uyan tek işletmenin Vakıfbank olduğu, vakıf kültür
varlıklarının onarılıp yaşatılmasında, abide eserlerin geleceğe intikalinin sağlanmasında
kamu yararı bulunduğunda tartışma bulunmadığı, kamu yararı amacına yönelik olan
düzenlemenin kaldırılmasını öngören kuralın hukuk devleti ilkesiyle çeliştiği,
diğer taraftan Anayasa'ya aykırı kuralın aynı zamanda Anayasa'nın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesi ile de bağdaşmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa'nın
2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 28. maddesinin birinci fıkrasıyla,
Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlüğe ve mazbut vakıflara ait yurt içi ve
yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının onarımı,
restorasyonu ve gerektiğinde yeniden inşası görevi verilmiş; ikinci fıkrasında
ise sermayesinin yüzde ellisinden fazlası Genel Müdürlüğe veya mazbut vakıflara
ait işletme ve iştiraklere; kurumlar vergisi matrahının yüzde onunu, yeterli
geliri bulunmayan mazbut vakıflara ait vakıf kültür varlıklarının onarımında
kullanılmak üzere Genel Müdürlüğe aktarma yükümlülüğü getirilmiştir.
Dava konusu 52. maddeyle, 5737 sayılı Kanun'un 28. maddesinin
ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılmak suretiyle söz konusu işletme ve
iştiraklere yüklenen bu mali yükümlülük ortadan kaldırılmış, ayrıca 60.
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendiyle de, 52. madde hükmünün 27.2.2008
tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girmesi
öngörülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri de,
kanunların kamu yararı amacını gerçekleştirmek üzere çıkarılmasıdır. Anayasa
Mahkemesi'nin kimi kararlarında, kamu yararı kavramından ne anlaşılması
gerektiği ortaya konulmuştur. Buna göre, kamu yararı kavramı, genel bir
ifadeyle, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal
yararı ifade etmektedir.
Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirme
hedefine yönelmek durumundadır. Kanunun amaç unsuru bakımından Anayasa'ya uygun
sayılabilmesi için kanunun çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın
gözetilmemiş olması gerekir. İlgili yasama belgelerinin incelenmesinden kanunun
kamu yararı dışında bir amaçla çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç
unsuru bakımından Anayasa'ya aykırı olduğu söylenebilir. Kanun koyucunun kamu yararı amacıyla hareket edip
etmediği ancak ilgili yasama belgeleri incelenerek ve kuralın objektif
anlamına bakılarak tespit edilebilir.
Anayasa'nın 63. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, tarih,
kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlamak Devletin
ödevlerindendir. Bu ödev gereğince, 5737 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci
fıkrasıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Genel Müdürlüğe ve mazbut vakıflara ait
yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının
onarımı, restorasyonu ve gerektiğinde yeniden inşası görevi verilmiştir. Dava
konusu 52. maddeyle, Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilen bu göreve dokunulmamış,
sadece bu görevin ifası için Genel Müdürlüğe tahsis edilen gelir kaynaklarından
biri ortadan kaldırılmıştır.
Anayasa, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını zorunlu
kılmakla birlikte, bu görevin gerektirdiği kaynağın nereden temin edileceğine
işaret eden herhangi bir hükme yer vermediğinden bu kaynağın hangi kamu
gelirlerinden sağlanacağının takdiri kanun koyucuya aittir. Ayrıca kültür ve
tabiat varlıklarının korunmasına tahsis edilen kaynağın belirlenmesi veya
değiştirilmesi bir yerindelik sorunu olup anayasallık denetiminin kapsamı
dışındadır. Bu itibarla, yeterli geliri bulunmayan mazbut vakıflara ait vakıf
kültür varlıklarının onarımında kullanılması amacıyla sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası Genel Müdürlüğe veya mazbut vakıflara ait işletme ve
iştiraklerden alınması öngörülen ve kurumlar vergisi matrahının yüzde onunu
teşkil eden mali yükümlülüğün kaldırılmasında kamu yararına ve Anayasa'ya
aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Öte yandan, Kanun'un 60. maddesinin birinci fıkrasının (d)
bendiyle de, 52. madde hükmünün 27.2.2008 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı
tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülerek, söz konusu mali yükümlülük geçmişe
yönelik olarak da ortadan kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarında
vurgulandığı gibi mevcut mali yükümlülüklerin tümünü ya da bir kısmını
kaldırmak kanun koyucunun takdirindedir. Kanun koyucunun Vakıflar Bankası
aleyhine haksız rekabete yol açtığı değerlendirilen mali yükümlülüğü geçmişe
yönelik olarak ortadan kaldırmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetildiği
söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların, Anayasa'nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Mehmet ERTEN, 60. maddenin (d) bendi yönünden bu görüşe
katılmamıştır.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
3.4.2013 günlü, 6456 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 2. maddesiyle değiştirilen, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 7/A maddesinin
birinci fıkrasının “...ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil
kurallarına tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak
yapmak üzere 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş,
tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı
olmaksızın...” bölümüne,
B- 16. maddesiyle, 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar
Kanunu'nun 113. maddesine eklenen fıkraya,
C- 17. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'a bağlı (8) sayılı
tarifeye eklenen bölüme,
D- 52. maddesine,
E- 60. maddesinin (d) bendine,
yönelik iptal istemleri, 31.10.2013 günlü, E.2013/72, K.2013/126
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddeye, fıkraya, bende ve bölümlere
ilişkin yürürlüğün durdurulması istemlerinin REDDİNE, 31.10.2013 gününde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- SONUÇ
3.4.2013 günlü, 6456 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 2. maddesiyle değiştirilen, 28.3.2002 günlü, 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 7/A maddesinin
birinci fıkrasının “...ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil
kurallarına tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak
yapmak üzere 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş,
tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı
olmaksızın...” bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 16. maddesiyle, 2.7.1964 günlü, 492 sayılı Harçlar
Kanunu'nun 113. maddesine eklenen fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- 17. maddesiyle, 492 sayılı Kanun'a bağlı (8) sayılı
tarifeye eklenen bölümün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 52. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 60. maddesinin (d) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, Mehmet ERTEN'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
31.10.2013 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Üye
M. Emin KUZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- 4749 sayılı Kanun'un 7/A maddesinin 4656 sayılı Kanun'un 2.
maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının iptali istenen bölümünde, kamu kurum
ve kuruluşlarla ilgili kira sertifikası işlemlerinin mevzuatta yer alan şekil
kurallarına ve Türk Ticaret Kanunu'nun kuruluş, tescil, denetleme, sermaye,
tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı olmayacağı hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 7. maddesinde “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” denilmektedir.
Maddede öngörülen yasama yetkisi, yasa ile düzenlenmesi
öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi
belirsiz bir düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceğine ilişkindir. Genel,
sınırı, esası ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasa'nın
7. maddesine aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan “hukuk
devleti”, devlet faaliyetlerini belirli ve öngörülebilir kurallara bağlayan
ve belirlenen kurallar çerçevesinde hareket edilmesini sağlayarak keyfi
davranmayı önleyen böylece hukuki güvenliği tesis eden devlettir. Belirli
ve öngörülebilir kurallara bağlanmaksızın verilen yetkiler hukuki güvenlik
sağlayamayacağı için Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olur.
Kuralla, Türk Ticaret Kanunu'nun kimi hükümlerine bağlı olmaksızın
varlık kiralama şirketi kurma ve kamu kurum ve kuruluşlara ait taşınır ve
taşınmazlar ile maddi olmayan varlıklara ilişkin alım, satım, geri alım, kiraya
verme, geri kiralama, bedelli veya bedelsiz devir işlemlerini ve benzeri
işlemleri mevzuatta yer alan şekil kurallarına tabi olmaksızın tesis etme
konusunda genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz şekilde varlık
kiralama şirketleri kurmaya Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakanın yetkili
kılınması yasama yetkisinin devri niteliğinde olup, kural bu yönüyle Anayasa'ya
aykırıdır.
Öte yandan, varlık kiralama şirketlerinin kurulması konusunda verilen
yetkinin her hangi bir kural içermemesi, mevcut mevzuatın ve Türk Ticaret
Kanunu'nun kimi hükümleri dışına çıkartılarak tamamen kuralsız hale
getirilmesi, keyfiliğe yol açabileceğinden Anayasa'da öngörülen hukuki güvenlik
ilkesine aykırıdır.
II- 6456 sayılı Kanun'un 52. maddesi,
Vakıflar Kanunu'nun 28. maddesinin ikinci fıkrasını yürürlükten kaldırmış, 60.
maddesinin birinci fıkrasının iptali istenilen (d) bendi de bu hükmün 27.2.2008
tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini kurala
bağlamıştır.
Buna göre, iptali istenilen kural ile Vakıflar Kanunu'nun 28.
maddesinin ikinci fıkrası geçmişe yönelik olarak ortadan kaldırılmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen “Hukuk devleti”, hukuki
güvenliği sağlamak için kural olarak yasaların geriye yürütülmesini engeller.
Geriye yürümezlik ilkesi uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin
gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi
özel durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve
eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve
kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel
ilkesidir.
İptali istenen kural, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği,
kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi özel durumlar
için getirilmemiş, aksine kamu yararı görüldüğü için vaktiyle
getirilen bir kuralın geriye yönelik olarak kaldırılmasını sağlamıştır.
Bu durum, hukuki güvenlik ilkesi ile örtüşmediğinden Anayasa'nın
2. maddesine aykırıdır.
III- Açıklanan nedenlerle söz konusu kurallar
Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırı olduğundan iptalleri gerekir.
KARŞIOY YAZISI
Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 4749 sayılı Kanun'un 7/A
maddesinin birinci fıkrasında, Kanunda sayılan kiralama, bedelli veya bedelsiz
devir ve benzeri işlemleri “mevzuatta yer alan şekil kurallarına tabi
olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak yapmak üzere
13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş,
tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı
olmaksızın” … şirketler kurmaya Hazine Müsteşarlığından sorumlu
Bakan'ın yetkili olduğu belirtilmiştir.
Bahse konu şirketler ticari anlamda birer şirket olmaktan ziyade
genel idarenin birimleri niteliğinde, Hazine Müsteşarlığının ve bağlı olduğu
Bakan'ın yönetiminde hiyerarşik esaslara göre çalışan kuruluşlardır. Ancak
genel idarenin bir parçası mı oldukları yoksa özel hukukun geçerli olduğu
ticaret alanının içinde mi kaldıkları, yapılan yasal düzenlemelerden
anlaşılamamaktadır. Bu durumun, denetim ve sorumluluk yönünden boşluklar
yaratabileceği ve kamu kaynaklarının yerinde ve dürüst kullanımı açısından
sakıncalar taşıyabileceği açıktır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk
devleti olduğu ifade edilmiştir. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
“belirlilik ilkesi”dir. Buna göre, bir hukuk devletinde ticaret ve finans
alanına ilişkin temel kanunlar, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri
kadar devlet yönünden de açık, öngörülebilir ve bağlayıcı olmalıdır.
Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakanın tasarruflarıyla her an
değişebilir, keyfiliğe açık, yasal çerçevesi tanımlanmamış bir düzenlemeye göre
şirket kurulması, ülkenin genel hukuk düzeninde şirketlerin tabi olduğu
kuralların üstünde ve dışında, bağımsız bir alan yaratılması, Anayasa'nın cevaz
vermediği bir çeşit çift hukukluluk anlamına gelir.
Kuralın Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
düşüncesindeyim.
Üye
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
3.4.2013 günlü, 6456 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesi ile 4749 sayılı Kanun'un 7/A
maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ve birinci fıkradan sonra
eklenen fıkrada yer alan “…ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan
şekil kurallarına tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi
olarak yapmak üzere 13.1.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun
kuruluş, tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine
bağlı olmaksızın” ibaresinin iptali istenmektedir.
İptali istenilen ibarenin yer aldığı maddede; Hazine
Müsteşarlığınca kurulacak ya da kamu sermayeli kurumlara kurdurulacak varlık
kiralama şirketlerinin kuruluşu, tescili, denetlenmesi, sermayesi, tasfiyesi ve
işleyişine ilişkin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda yer alan hükümlerin
uygulanmayacağı belirtilmektedir. Ayrıca maddede, bu maddenin uygulanmasına
ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınır ve taşınmazlar ile
kullanma, yararlanma, işletme ve sair haklar gibi maddi olmayan varlıklara ilişkin
alım, satım, geri alım, kiraya verme, geri kiralama, bedelli veya bedelsiz
devir işlemleri ile benzeri işlemlerin mevzuatta yer alan şekli kurallara bağlı
olmaksızın Bakan tarafından belirlenecek usul ve esaslara göre yapılacağı
düzenlenmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiştir. Buna göre Devletin tüm organları Anayasa ve
hukukun üstün kuralları ile bağlıdır. Hukuk devleti, Devlet etkinliklerinin
düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluşturmak
suretiyle aynı zamanda istikrarı da sağlamaktır. Bu istikrarın özü hukuki
güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik
sağlanabilmesi ise kuralların genel, eşit ve nesnel olmalarına bağlıdır.
İptali istenilen ibarenin yer aldığı kuralda Varlık
Kiralama Şirketi adı altında Hazine Müsteşarlığı ya da kamu sermayeli
kurumlar tarafından kurulacak şirketin kuruluşu, tescili, denetlenmesi,
sermayesi, tasfiyesi ve işleyişinin 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri
dışında tutulmasını, bu şirket tarafından yapılan maddi ve maddi olmayan
varlıklara ilişkin alım satım, devir işlemlerinin de mevzuatta belirtilen şekil
kurallarına bağlı olmaksızın Bakan tarafından belirleneceği belirtilmekte olup,
idareye keyfi uygulamalara neden olabilecek geniş bir takdir yetkisi verildiği
gibi, hukuki güvenlik ve öngörülebilirliği sağlamaktan öte objektif olmadığı ve
belirsizliğe neden olduğu açıktır.
Açıklanan nedenle 3.4.2013 günlü, 6456 sayılı Kanun'un 2. maddesi
ile değiştirilen 4749 sayılı Kanun'un 7/A maddesinin birinci fıkrasından sonra
eklenen fıkrada yer alan “ve benzeri işlemleri mevzuatta yer alan şekil
kurallarına tabi olmaksızın tesis etmeye ve bu işlemleri aynı usule tabi olarak
yapmak üzere 13.1.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kuruluş,
tescil, denetleme, sermaye, tasfiye ve işleyişe ilişkin hükümlerine bağlı
olmaksızın” ibaresinin Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu ve
iptali gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne katılmıyorum.