"...
II- İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ
A) E.2011/111 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
''
Sanığın eylemine uyan müsnet firar suçunun unsur ve cezasını
düzenleyen ASCK'nın 66/1-a maddesinde öngörülen cezanın üst sınırı üç yıl hapis
cezasıdır. 765 sayılı TCK'nın 102/4'üncü maddesi gereğince, beş yıldan fazla
olmayan hapis cezasını gerektiren suçlarda, beş yıl geçmesiyle kamu davası
ortadan kalkmaktadır.
765 sayılı TCK'nın 104/1'inci maddesine göre; dava zamanaşımı,
mahkûmiyet hükmü, yakalama, tutuklama, celp veya ihzar müzekkereleri, adlî
makamlar huzurunda sanığın sorguya çekilmesi veya Cumhuriyet Savcısı tarafından
mahkemeye yazılan iddianame ile kesilmekte ve bu hâlde zamanaşımı, kesilme
gününden itibaren yeniden işlemeğe başlamakta, ancak aynı maddenin ikinci
fıkrasına göre, ilave edilecek süre öngörülen dava zamanaşımı süresinin
yarısından fazla olamamaktadır.
765 sayılı TCK'nın 103'üncü maddesi uyarınca dava zamanaşımı,
tamamlanmış suçlarda fiilin yapıldığı tarihten, teşebbüs hâlinde kalan suçlarda
son fiilin yapıldığı tarihten, mütemadi ve müteselsil suçlarda temadi ve
teselsülün bittiği tarihten başlamaktadır. Kanun koyucu, ASCK'nın 49/1-A
maddesinde, bazı askerî suçlar (yoklama kaçağı, saklı ve firar) bakımından dava
zamanaşımının başlangıcı konusunda 'bütün askerî mükellefiyetlerin bitmesini'
esas almak suretiyle, söz konusu askerî suçlar bakımından dava zamanaşımının
hangi tarihte başlayacağı konusunda TCK'da belirlenen genel ilkelerden ayrılıp
özel bir düzenleme yapma yoluna gitmiştir. ASCK'nın Ek 8'inci maddesinde,
TCK'nın genel hükümlerinin ASCK'da düzenlenen suçlarda uygulanacağı belirtildikten
sonra, ASCK'nın 49/1-A maddesindeki düzenleme istisna tutulmuştur. Dolayısıyla
ASCK'nın 49/1-A'da belirtilen suçlar bakımından dava zamanaşımının başlangıcı
suçun temadisinin bittiği tarihten değil, ilgili 'bütün askerî
mükellefiyetlerinin veya bizzat girmiş olduğu taahhüdün bitmesinden itibaren
işlemeğe' başlayacaktır.
Somut olayda sanık, on beş aylık askerlik yükümlülüğü kapsamında
er statüsünde askerlik hizmeti yapmış olduğundan, dava zamanaşımı süresinin
hangi tarihten itibaren başlayacağını tespit edebilmek için, öncelikle ASCK'nın
49'uncu maddesinde geçen 'bütün askerî mükellefiyetler' teriminin ne anlama
geldiğinin 21.6.1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu hükümleri
çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira, bütün askerlik işlemleri
ile erbaş ve erlerin mükellefiyetlerinin bitmesi olgusu, ancak bu Kanun
hükümlerine göre belirlenebilmektedir.
1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun, 'askerlik çağına' ve 'askerlik
hizmetine' ilişkin, 2/1'inci maddesinde; 'Askerlik çağı her erkeğin esas nüfus
kütüğünde yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği sene Ocak ayının
birinci gününden başlayarak 41 yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününde
bitmek üzere en çok yirmibir sene sürer' hükmünün; 3 üncü maddesinde, 'Askerlik
çağı, yoklama devri, muvazzaflık devri ve yedeklik olmak üzere üç devre
ayrılır.' hükmünün; 5/4'üncü maddesinde, 'Bu Kanunun tespit ettiği esaslar
dışında veya muvazzaflık hizmetini yapmadıkça hiç bir fert askerlik çağından
çıkarılamaz.' hükmünün; 7/1'inci maddesinde, 'Muvazzaflık devrinin hitamından
askerlik çağının nihayetine kadar olan kısım yedek devridir.' hükmünün yer
aldığı görülmektedir.
Askerî Yargıtay içtihatlarında (Askerî Yargıtay Daireler
Kurulunun, 28.9.1989 tarihli, 1989/198-199; 2'nci Dairesinin 19.1.2011 tarihli,
2011/43-42; 2'nci Dairesinin 26.11.2008 tarihli, 2008/2549-2571; 1'inci
Dairesinin 21.7.2010 tarihli, 2010/1981-1971; 3'üncü Dairesinin 27.11.2007
tarihli, 2007/2539-2539; 4'üncü Dairesinin 24.7.2007 tarihli, 2007/1285-1284),'bütün
askerî mükellefiyetler terimi 'askerlik çağı' ile birlikte değerlendirilmekte
ve askerlik çağının (muvazzaflık ve yedeklik dönemlerinin) bitiminde dava
zamanaşımı süresinin başlayacağı kabul edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere, Anayasa'nın
2'nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Hukuk Devleti olduğu
belirtilmiştir. Hukuk Devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, kanunların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel
hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda
Hukuk Devletinde, kanun koyucu yalnız kanunların Anayasaya değil, Anayasanın da
hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine
Anayasanın 10'uncu maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile, eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında
eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Kanun koyucunun, suç ve cezaların belirlenmesinde takdir yetkisi
olmakla birlikte, bu yetkisini kullanırken suç ile ceza arasındaki adil dengeyi
sağlaması ve öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmede
elverişli olması gibi esasları dikkate alması zorunludur. Dava ve ceza
zamanaşımı ile ilgili kurallar dahi cezayı ağırlaştıran yahut suç koyan
hükümler niteliğindedir. Dava ve ceza zamanaşımı sürelerinin; suçların
ağırlığı, kamu düzeni için oluşturduğu etki ve ceza siyasetinin gereği olarak
belirlenmesinde kanun koyucunun takdiri, Anayasa ve ceza hukukunun temel
ilkeleriyle sınırlıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında,
sanığın 15.5.1979 doğumlu olması nedeniyle, üzerine atılı firar suçu yönünden
dava zamanaşımı süresinin; ASCK'nın 49/1-A maddesi uyarınca, bütün askerî
yükümlülüklerinin sona ereceği (askerlik çağı dışına çıkacağı) tarih olan
1.1.2020 tarihinden itibaren işlemeye başlaması ve 1.1.2025 tarihinde son
ermesi gerekecektir. Ancak, Sağlık Kurulu kararıyla 2.12.2010 tarihi itibariyle
barışta ve seferde askerliğe elverişli olmadığına karar verildiği için, bu
tarih itibariyle askeri yükümlülüklerinin son erdiği, dolayısıyla dava
zamanaşımı süresinin bu tarihten itibaren başladığı ve 2.12.2015 tarihinde sona
ereceği görülmektedir.
Halbuki, ASCK'nın 49/1-A maddesindeki istisnai düzenleme
olmasaydı, genel hükümler uyarınca, sanığa isnat olunan firar suçunda, Askerî
Yargıtay bozma kararına karşı diyeceklerinin tespiti ve bilirkişi incelemesi
yaptırılabilmesi maksadıyla hakkında sevk için tutuklama kararı verilmesi
zamanaşımını kesen neden olarak kabul edilemeyeceğinden, en son zamanaşımını
kesen sebebin 27.3.2003 tarihinde mahkumiyet kararı olduğu göz önüne
alındığında, dava zamanaşımı 27.3.2008 tarihinde sona ermiş olacaktı.
Firar suçu, sadece asker kişiler tarafından işlenebilen mütemadi
bir suç niteliğindedir ve ilgilinin yetkili amirlerinden izin almaksızın görevi
gereği bulunması gereken yerden ayrıldığı andan itibaren suçun işlenme süreci
başlar ve dehalet (katılma) veya yakalanma ile de sona erer. Kanun koyucu
tarafından, askerlik hizmetinin özellikleri nedeniyle ASCK'nın 49/1-A
maddesinde, firar suçunda dava zamanaşımı süresinin bütün askerî
mükellefiyetlerin bitmesinden itibaren işlemeye başlayacağı hükmünün konulduğu
anlaşılmaktadır.
Bir askerî birimde disiplinsizlik teşkil eden bir eylem
yapıldığında, faili olan asker kişinin eylemiyle orantılı bir şekilde ve en
kısa sürede cezalandırılmamasının, askerî disiplinin tesisinde zafiyete neden
olacağı açıktır. Zorunlu askerlik hizmetinin bulunduğu ülkemizde, bir asker
kişinin yetkili amirlerinden izin almaksızın görevi gereği bulunması gereken
yerden ayrılıp yedi günden fazla bir süre sonra yakalanması veya kendiliğinden
katılması suretiyle oluşan firar suçunun failinin eylemiyle orantılı bir
şekilde cezalandırılmaması askerî disiplinin tesisinde büyük bir zafiyete neden
olacağından, firar suçunun cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmemesi,
ertelenememesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılamaması ile askerî
disiplinin tesisi maksadıyla failinin tutuklanabilmesi gibi sivil kişiler
tarafından işlenen suçlarda uygulanamayacak bazı istisnai düzenlemeler
yapılmasının bir gereklilik olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak bu
istisnai düzenlemelerin, Hukuk Devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun
temel prensiplerinden olan ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
Kanun koyucu, dava zamanaşımı kurumunu düzenlerken ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık'
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. 'Elverişlilik' başvurulan önlemin
ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, 'gereklilik' başvurulan önlemin
ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve 'orantılılık' ise
başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade
etmektedir.
Ölçülülük ilkesiyle Devlet, cezalandırmanın sağladığı kamu yararı
ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla
yükümlüdür. Firar suçunda dava zamanaşımının başlangıcıyla ilgili kanuni
düzenlemenin, 15 aylık askerlik yükümlülüğünü yerine getirmeyenler yönünden
askerî disiplinin tesisinde zafiyeti önlemek amacına uygun olduğu söylenebilir
ise de, somut olayda olduğu gibi, 15 aylık askerlik yükümlülüğünü bitirmiş bir
kişinin askerlik hizmetini yaptığı dönemde işlediği firar suçu nedeniyle çok
uzun bir süre cezalandırılma tehdidi altında yaşamasının askerî disiplinin
tesisine herhangi bir katkısının bulunmadığı ve dolayısıyla belirtilen amaca
ulaşmada elverişli olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Firar suçunun düzenlendiği maddede unsurları düzenlenen, firar
suçuyla aynı miktarda ceza öngörülen ve firar suçuyla benzer nitelikte askerî
disiplinin tesisinde zafiyetine sebep olan izin tecavüzü suçunda (ASCK'nın
66/1-b), dava zamanaşımının genel hükümler çerçevesinde temadinin bittiği
tarihten başlaması, yine sadece asker kişiler tarafından işlenebilen ve askerî
disiplinin zafiyetine sebep olabilecek nitelikte emre itaatsizlikte ısrar
(ASCK'nın 87, 88, 89), üste veya amire fiilen taarruz (ASCK'nın 91), kendini askerliğe
yaramayacak hale getirmek (ASCK'nın 79) gibi suçlarda da dava zamanaşımının
genel hükümler çerçevesinde temadinin bittiği tarihten başlaması hususları
birlikte göz önüne alındığında, mütemadi bir suç olan firar suçunda zamanaşımı
süresinin, failin yakalanmak veya kendiliğinden katılmak suretiyle askerî
hiyerarşi ve disiplin altına girdiği tarihten değil de, onun bütün askerî
mükellefiyetlerinin bitmesinden (41 yaşından) itibaren başlatılmasının, askerî
disiplinin sağlanması açısından gerekli bir tedbir olduğu da söylenemez.
Aynı zamanda failin lehine olan 765 sayılı TCK'da en ağır cezayı
gerektiren suçlarda bile zamanaşımı süresinin 20 yıl olması karşısında,
öngörülen cezasının üst sınırı 3 yıl olan firar suçunda, dava zamanaşımının,
suçun temadisinin sona erdiği tarihe bakılmaksızın en erken bütün askerî
mükellefiyetlerinin bitmesinden (41 yaşından) itibaren başlatılması suretiyle
dava zamanaşımı süresinin 20 yıldan fazla olmasının orantılı olmadığı da
açıktır.
Genel hükümlere göre, suçun işlenip tamamlanmasından sonra
işlemeye başlayan dava zamanaşımı süresi, firar suçu işlenip tamamlanmış olsa
bile işlemeye başlamamakta, dava zamanaşımı süresinin başlangıcının tüm askerî
mükellefiyetlerin bitmesi şartına tabi tutulması nedeniyle, zamanaşımı süresi
belirsizlik içermektedir. Çünkü, dava zamanaşımı süresinin başlangıcında esas
alınan 1111 sayılı Kanun'un 2'nci maddesinde öngörülen askerlik çağına ilişkin
belirlenen süre, yürütme organınca (Genelkurmay Başkanlığının göstereceği
lüzum, Milli Savunma Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu Kararıyla) 5 yıla
kadar uzatılabileceği veya kısaltabileceği gibi, 1111 sayılı Kanun'un 5'inci
maddesi uyarınca, muvazzaflık hizmetini yapmadıkça askerlik çağından
çıkılamayacağından, askerlik hizmetini tamamlamayan firar suçunun failleri
hakkında, dava zamanaşımı askerliğini yapıncaya veya yapmış sayılıncaya kadar
işlememekte ve dolayısıyla da 41 yaşından sonra askerlik hizmetini
tamamlayanlar için, dava zamanaşımının başlangıcı askerlik çağı olan 41 yaşın
üstüne de çıkabilmektedir. Bu nedenlerle, firar suçunda dava zamanaşımının
başlangıcı ile süresi konusunda belirsizlik olduğu ve bu belirsizliğin de Hukuk
Devleti ilkesine aykırı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Firar suçunu işleyen kişinin, askerlik yükümlülüğünün bitmesinden
itibaren dava zamanaşımının başlatılmasının, askerî disiplinin tesisinde
zafiyeti önleme amacına ulaşmaya elverişli, askerî disiplinin sağlanmasında
gerekli ve orantılı bir düzenleme olacağı göz önüne alındığında, dava
zamanaşımının başlangıcının en erken yedeklik döneminin bittiği 41 yaşında
başlatılmasına ilişkin ASCK'nın 49/1-A maddesindeki düzenlemenin ölçülülük
ilkesiyle çeliştiği anlaşılacaktır.
Söz konusu kanuni düzenleme, firar suçunun ağırlığını, ona verilen
cezanın süresini, cezadan beklenen sosyal faydanın zaman içinde azalacağını
dikkate almaması ve failin yargılamanın başında terhis olmuş olmasına ve askerî
disiplini bozma durumunda olmamasına rağmen böyle bir gerekçeye dayanması
sebepleriyle kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir
denge oluşturamadığı yönüyle de ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
ASCK'nın 49/1-A maddesindeki söz konusu düzenleme, kişileri
işledikleri suçla orantısız ve makul olmayan bir süre içinde davalarının ne
şekilde sonuçlanacağı endişesiyle yaşamak durumunda bırakmaktadır. Nitekim
somut olayda, kamu davasının 2002 yılında açıldığı dikkate alındığında,
2.12.2010 tarihi itibarıyla askerliğe elverişsiz olduğuna karar verilmiş olduğu
için 13 yıl (askerliğe elverişsiz olduğuna karar verilmemiş olsaydı 23 yıl)
boyunca, sanığın hakkındaki isnatlar için ceza davası tehdidi altında kalması
söz konusudur. Bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinde
düzenlenen makul sürede adil yargılanma hakkını da ihlal etmektedir.
Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Bu yönüyle, Anayasa Mahkemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da belirtildiği üzere, askerî
hizmetin niteliği gereği, askerî disiplinin tesisinde zafiyeti önlemek
amacıyla, farklı konumda bulunan asker kişiler ile sivil kişilerin farklı
kurallara tabi tutulması Anayasal eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmez.
Askerlik hizmetinin ulusal güvenliğin sağlanmasındaki belirleyici yeri ve
ağırlığı, sivil yaşamda suç oluşturmayan ya da önemsiz görülebilecek cezaları
gerektiren kimi eylemlerin askerî suç olarak kabul edilmelerini ve ağır
yaptırımlara bağlanmalarını zorunlu kılabilmektedir. Bu kapsamda firar suçunun vasıf
ve mahiyeti itibarıyla aynı ceza öngörülen başka suçlardan farklı dava
zamanaşımı süresinin öngörülmesi mümkündür.
Ancak, kanun koyucunun, sadece asker kişiler tarafından
işlenebilen izin tecavüzü gibi, benzeri unsurlar ve cezalar içeren suçlar bakımından
dava zamanaşımı süresi ve başlangıcı için genel hükümleri yeterli gördüğü
halde, firar suçunda dava zamanaşımının başlangıcı konusunda farklı bir
düzenleme getirmesi, Anayasal eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 152/1'inci maddesinde 'Bir davaya bakmakta olan
mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır' hükmüne yer verilmektedir. Bu
düzenleme uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için,
elinde yöntemince açılmış ve görevine giren bir dava bulunması ve iptali
istenen kanun hükmünün de o davada uygulanacak kural olması gerekmektedir.
Uygulanacak kanun hükümleri, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde
etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. Somut olayda, Anayasaya aykırı
olduğu değerlendirilen ASCK'nın 49/1-A maddesinin sanık hakkındaki davayı
sonuçlandırmada uygulanma niteliğinin bulunduğu konusunda kuşku
bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, ASCK'nın 49/1-A maddesinde yer alan
'firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askerî mükellefiyetlerin
veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar'
ibaresinin Anayasa'nın 2'nci ve 10'uncu maddelerine aykırı olduğu
değerlendirildiğinden, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar
verilmiştir.
Başkan Hâk.Alb. B.AK, askerlik hizmetinin ulusal güvenliğin
sağlanmasındaki belirleyici yeri ve ağırlığı göz önüne alındığında, firar
suçunun askerî disiplinin tesisinde çok önemli zafiyete neden olan bir fiil
olması nedeniyle, kanun koyucu tarafından dava zamanaşımının başlangıcı
konusunda istisnai bir düzenleme yapılmasının, Anayasaya aykırı olmadığı
gerekçesiyle çoğunluğun kararına katılmamıştır.'
B) E.2012/5 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
''
A. Hukuk Devleti İlkesine Aykırılık
Anayasanın 2'nci maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa
koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasa koyucu yalnız
yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da hukukun evrensel temel ilkelerine
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür(Anayasa Mahkemesinin 15/10/2003 tarihli ve
E.2003/84, K.2003/89 sayılı kararı).
Yasakoyucunun, suç ve cezaların belirlenmesinde takdir yetkisi
olmakla birlikte, bu yetkisini kullanırken suç ile ceza arasındaki adil dengeyi
sağlaması ve öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmede
elverişli olması gibi esasları dikkate alması zorunludur. Dava ve ceza
zamanaşımı sürelerinin; suçların ağırlığı, kamu düzeni için oluşturduğu etki ve
ceza siyasetinin gereği olarak belirlenmesinde yasakoyucunun takdiri Anayasa ve
ceza hukukunun temel ilkeleriyle sınırlıdır. Yasakoyucu, zamanaşımı kurumunu
düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun temel
prensiplerinden olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise 'elverişlilik'
'gereklilik' ve 'orantılılık' olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.
'Elverişlilik', başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli
olmasını, 'gereklilik' başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından
gerekli olmasını ve 'orantılılık' ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen
amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir(Anayasa Mahkemesinin
30/03/2011 tarihli ve E.2007/95, K.2011/61 sayılı kararı).
Askeri Yargıtay'ın firar suçu nedeniyle dava zamanaşımının
başlangıcına ilişkin yerleşmiş ve istikrar kazanmış içtihadına göre41yaşına
girildiği ocak ayının birinci günü zamanaşımı süresi başlamaktadır.
Görülmekte olan davada; 22 Haziran 1968 doğumlu olan sanığın
hakkındaki firar suçları için öngörülen dava zamanaşımı süresi sanığın 41
yaşına girdiği Ocak ayının birinci günü olan 1 Ocak 2009 tarihinde işlemeye
başlamıştır. Suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve sanığın lehine olan
asli dava zamanaşımı, 765 sayılı T.C.K.'nun 102/4'üncü maddesine göre beş
yıldır. En fazla ise 7 yıl 6 ay olmaktadır. 20 yaşında askere alınan bir şahsın
işlediği herhangi bir suçtan dolayı dava zamanaşımı süresinin -genel zamanaşımı
kuralının aksine- suç işlendikten sonra başlamaması ve belki de suç işlendikten
sonra 20 yıl geçtikten sonra başlaması şeklindeki kuralın, kamu yararı veya
herhangi bir amaç bakımından gerekliliği ileri sürülemeyecektir.
İtiraz konusu kural, suçun ağırlığını, ona verilen cezanın
süresini, cezadan beklenen sosyal faydanın zaman içinde azalacağını dikkate
almaması ve failin sivil kişi olmasına ve askeri disiplini bozma durumunda
olmamasına rağmen böyle bir gerekçeye dayanması sebepleriyle kamu yararı ile
bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir denge oluşturamadığından
ölçülülük ilkesine aykırılık içermektedir.
Ayrıca, sözkonusu kural, genel zamanaşımı kuralları ile birlikte
değerlendirildiğinde, benzer suçlardan en ağırında dahi suç tarihinde
yürürlükte olan TCK.nun 102'inci maddesinde 20 yıl olarak öngörüldüğünden,
düzenleme bu haliyle de orantılılık ilkesine ve dolayısıyla hukuk devleti
ilkesine açıkça aykırıdır.
B. Eşitlik İlkesine Aykırılık
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesi,
Anayasanın 10'uncu maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, yasa önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında
eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Askeri Ceza Kanununa göre firar suçu sadece asker kişiler
tarafından işlenebilen bir suçtur (As.C.K. m.66). Firar ve aynı maddedeki izin
tecavüzü suçları, mütemadi bir suç niteliğindedir ve kendiliğinden birliğine
katılma veya yakalanma ile sona erer. Hatta firardan dönmeyen ve askerlik
yükümlülüğünü tamamlamayan şahıslar için zamanaşımı süresi hiç başlamamaktadır
ve ölene kadar devam etmektedir. Kanun, zorunlu askerlik hizmetinden kaçmayı
tamamen engellemek istemiştir. Ancak, zaten suçun mütemadi suç olarak kabul
edilmesiyle bu engelleme sağlanmış olup; işlenen suça ayrıca aşırı derecede
uzun bir zamanaşımı süresi belirlenmesi ile orantısız bir düzenleme
yapılmıştır. Suçun tamamlanma anı, katılma veya yakalanmakla gerçekleştiğinden,
bu tarihten itibaren başlaması gereken zamanaşımının, ölçü gözetilmeden bütün
askeri mükellefiyetlerin bitmesinden sonra başlayacak şekilde düzenlenmesi
eşitlik ilkesine aykırıdır.
As.CK.nun 49/A maddesindeki dava zamanaşımı düzenlemesi,
uygulamada Askeri Yargıtay tarafından, Askeri Ceza Kanununun aynı maddesinde
düzenlenen (66/1-b) ve firara benzer şartlar taşıyan izin tecavüzü suçlarında;-kanunda
açıkça 'firar' fiilinin belirtilmesi gerekçesiyle- uygulanmamaktadır. Askeri
Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarına göre; firara çok benzeyen izin tecavüzü
suçunda Türk Ceza Kanunundaki genel zamanaşımı hükümleri uygulanmaktadır. Bu
durumda; benzer fiilleri işleyen ve aynı statüde olan asker kişilere eşitlik
ilkesine aykırı olarak ölçülü olmayan oranda farklı zamanaşımı süresi ve dolayısıyla
farklı ceza yaptırımlarının uygulanması sözkonusu olmaktadır.
İzin tecavüzü suçu, sadece belli bir izin, istirahat ve hava
değişimi almak suretiyle birlikten ayrılan askeri şahıslarca işlenmektedir.
Ancak, her iki suç failinin amacı; askerlikten ve kıtadan uzak kalmak olup bu
suçların düzenlenmesiyle amaçlanan yarar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
disiplinidir ve suç aynı statüdeki şahıslarca, benzer şekilde işlenmekte olup,
sadece yargı içtihatlarıyla farklı bir suç tipi yaratılmıştır.
Firar ve uygulamada yerleşik adıyla izin tecavüzü suçu aynı kanun
maddesinde düzenlenmiş olup; Askeri Yargıtay içtihatlarıyla maddenin 1'inci
fıkrası (b) bendi -haklı olarak- zamanaşımı yönünden genel hükümlere tabi
tutulmuş, ancak kanunun diğer hükümleri zamanaşımı yönünden 49/A maddesi
hükümlerine tabi olduğundan aynı durumda bulunan kişilere farklı kuralların
uygulanması sonucuna yol açacak şekilde eşitliğe aykırı bir durum ortaya
çıkmıştır. Şöyle ki; izin tecavüzü eyleminden itibaren -somut olayda- 5 yıl (en
fazla 7,5 yıl) geçen bir askeri şahıs genel zamanaşımı hükümlerinden
faydalanabilecekken Kanun'un aynı maddesinde düzenlenen benzer fiili işleyen
askeri şahıs ise dava konusu olayda olduğu gibi 26 yıldan fazla bir süre ceza
tehdidi altında kalacaktır. Bu şahısların farklı bir statü içerisinde olması da
söz konusu değildir, sivillerden farklı oldukları, bu nedenle farklı hukuki
kurallara tabi olacakları ileri sürülse bile; kişiler aynı şekilde zorunlu veya
ihtiyari olarak (profesyonel askerler) askerlik görevini yapmaktadırlar ve
eşitlik ilkesinin bunlara aynı şekilde uygulanması gerekir.
Hatta, aynı statüde olan asker kişiler arasında da eşitlik ihlâl
edilebilmektedir. Şöyle ki; dava konusu olayda 1968 doğumlu olan sanık hakkında
2003 yılında tamamlanan suç için zamanaşımı süresi suçun temadisinin
tamamlanmasından altı yıl sonra başlayacakken, aynı yaştaki başka bir asker
şahsın 1988 yılında işlediği firar suçunda zamanaşımı süresi suçun
işlenmesinden 11 yıl sonra başlayacak ve sırasıyla, 13,5 yıl ve 18,5 yıl sonra
zamanaşımı süreleri tamamlanabilecektir. Bu da, aynı suçu işlemiş olmaları
nedeniyle aynı hukuksal durumda olanlar arasında farklı hukukî sonuçlar
doğurmak suretiyle eşitlik ilkesine aykırı olacaktır.
C. Kanunilik İlkesine Aykırılık
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6'ncı maddesinde ifadesini
bulan makul süredeadil yargılanma hakkı: 'Herkes, ... cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
istemek hakkına sahiptir.' şeklinde düzenlenmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7'nci maddesinde ifadesini
bulan suç ve kanuniliği ilkesi: 'Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve
uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı
mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez.' şeklinde düzenlenmiştir.
Davada, sanığın 1968 doğumlu olması nedeniyle 1 Ocak 2009
tarihinde başlayan asli dava zamanaşımı süresinin lehe yasa dikkate
alındığında, beş yıl sonra, yani 01 Ocak 2014 tarihinde dolacağı
anlaşılmaktadır. Söz konusu süre, en fazla yarı oranında artırılarak 01 Haziran
2016 tarihinde zamanaşımı süresi dolacaktır. Askere alındığı 10 Mayıs 1988
tarihinden itibaren 28 yıl, hakkındaki kamu davasının 2003 yılında açıldığı
dikkate alındığında dahi 13 yıl boyunca sanığın hakkındaki isnatlar için ceza
davası tehdidi altında kalması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6'ncı
maddesinde ifadesini bulan makul sürede adil yargılanma hakkını ihlal
edecektir.
Firar suçu için dava zamanaşımı süresinin başlangıcının tüm askeri
mükellefiyetlerin bitmesi şartına tabi tutulması nedeniyle eylemli olarak
zamanaşımı süresi uzamaktadır. Dava zamanaşımı süresinin başlangıcına esas
alman 1111 sayılı Askerlik Kanununun 2'inci maddesinde öngörülen askerlik
çağına ilişkin belirlenen sürenin, Genelkurmay Başkanlığının göstereceği lüzum,
Milli Savunma Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu Kararıyla beş yıla kadar
uzatılabileceği veya kısaltabileceği öngörülmüştür. Bu durumun ise firar
suçunun dava zamanaşımının başlangıcı ile süresinin yürütmenin tekeline
bırakmak anlamına gelir ki bunun da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7'nci
maddesinde ve Anayasa'nın 38'inci maddesinde ifadesini bulansuç ve cezaların
kanunla konulacağını düzenleyen amir hükmünün ihlali sonucunu doğuracaktır.
Yukarıda üç başlık altında ayrı ayrı açıklanan gerekçelerle, dava
konusu kural, Anayasa'nın 2'inci maddesindeki hukuk devleti, 10'uncu maddesindeki
kanun önünde eşitlik ve 38'inci maddesindeki suç ve cezaların kanuniliği
ilkelerine ve dolayısıyla Anayasa'ya aykırıdır. İptali gerekir.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle; 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanununun 49/A maddesinde düzenlenen; 'firar fiilleri hakkında dava müruru
zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.'
ibaresinin Anayasanın hukuk devletini düzenleyen 2'nci maddesi, kanun önünde
eşitlik ilkesini düzenleyen 10'uncu maddesi ile suç ve ceza esaslarını
düzenleyen 38'inci maddesine aykırılığı iddiasıyla ve iptali istemiyle Çorlu
5'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesince Anayasa'nın 152 ve 6216 sayılı
Kanunun 40'ıncı maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesine itirazda bulunulmuştur.
İlgili hükmün, yukarıda açıklanan veya 6216 sayılı Kanunun 43'üncü
maddesi uyarınca re'sen görülecek gerekçelerle iptaline karar verilmesi arz
olunur.'"