ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2012/102
Karar Sayısı : 2012/207
Karar Günü : 27.12.2012
R.G. Tarih-Sayı : 02.04.2013-28606 mük.
İPTAL DAVASINI AÇAN :Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve Ali Rıza ÖZTÜRK ile birlikte 121 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU :4.7.2012 günlü, 6353 sayılı
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un;
1-3. maddesiyle, 26.4.1961 günlü, 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 180. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan 'iki yıl' ibaresinin 'altı ay' şeklinde
değiştirilmesinin ve bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe ilişkin 89. maddesinin,
2-5. maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun'un 2. maddesinin birinci
fıkrasının değiştirilen;
a-(d) bendinde yer alan''bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine
şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak;'ibaresinin,
b-(e) bendinde yer alan,''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı
üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; ''ibaresinin,
3-22. maddesiyle değiştirilen, 20.2.2001 günlü, 4628 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci
paragrafının beşinci cümlesinde yer alan'' veya yetkilendireceği denetim
şirketlerine hizmet satın almak suretiyle ''ibaresi ile son cümlesinin,
4-23. maddesiyle, 18.4.2001 günlü, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası
Kanunu'nun geçici 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yapılan
değişikliklerin,
5-31. maddesiyle değiştirilen, 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanun'un 6/C maddesinin altıncı fıkrasının''veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek
denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir.
Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık
görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'bölümünün,
6-34. maddesiyle, 1.7.2005 günlü, 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un;
a-Geçici 2. ve geçici 3. maddelerindeyer alan'yedi yıl'ibarelerinin'sekiz
yıl'şeklinde değiştirilmesinin,
b-Geçici 3. maddesine eklenen;
aa-İkinci fıkranın üçüncü cümlesinin,
bb-Üçüncü fıkranın ilk cümlesinde yer alan'Sürenin bitiminden
itibaren ''ibaresinin,
7-45. maddesiyle, 3.12.2010 günlü, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nun
35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (a) bendinin ikinci ve üçüncü
cümleleri ile (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinin,
8-46. maddesiyle, 17.2.2011günlü, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 3.
Maddesinin;
a-İkinci fıkrasına eklenen (j) bendinin,
b-Dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan'Başkanlık'ibaresinin'Başkanlık
ile Başkanlığın kuracağı veya iştirak edeceği şirketler'şeklinde
değiştirilmesinin,
9-47. maddesiyle, 6114 sayılıKanun'un 4. maddesinin onbirinci
fıkrasına eklenen (ğ) bendinin,
10-48. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendiyle 6114 sayılı
Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın,
11-Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasının'Ödemesi devam edenlerden
bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmış olanlar ile
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini tamamlamış olanlara geri
ödeme yapılmaz.'biçimindeki üçüncü cümlesinin,
12-Geçici 2. maddesinin,
Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 5., 6., 7., 10., 11., 27., 36.,
56., 67., 87., 90., 112., 123., 125., 128., 136. ve 160. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
''
1) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 3 üncü Maddesi ile Bu
Maddeyle Sınırlı Olmak Üzere Yürürlüğe İlişkin 89 uncu Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile26.04.1961tarihli ve 298 sayılıSeçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 180 inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan'iki yıl'ibaresi'altıay'şeklinde değiştirilmekte ve
böylece seçim suçlarına ilişkin kamu davası açma süresi, seçimin bittiği
tarihten itibaren iki yıl iken, altı aya düşürülmektedir.
Söz konusu düşürmenin gerekçesi Genel Gerekçe'de, 'Hukukun temel
ilkelerinden biri, cezalardaki 'orantılılık' ilkesidir. Bu maksatla, seçim
yasaklarını ihlal edenlere verilen hapis cezası adli para cezasına dönüştürülebilmektedir.
Bilgi ve iletişim çağının özellikleri dikkate alındığında bilgi ve belgeye
erişebilmenin çok daha hızlı ve kısa sürede gerçekleştiği bilinmektedir. Buna
göre de seçimlerin bittiği tarihten itibaren 2 yıl gibi uzun sürenin korunması
bu gerçekliğe, ceza yargılamasının genel ilkelerine uygun düşmemektedir.
Yargının hızlandırılması temel amaç ve hedeftir. Bütün bu gerekçelerle 298
sayılı Kanunun 180 inci maddesinin birinci fıkrasındaki dava açma süresi olarak
öngörülen 2 yıllık süre 6 ay'a düşürülmektedir.' biçiminde ifade edilmiştir.
Bu ifadelere göre seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan
altı aya indirilmesi;
- Cezalarda orantılılık ilkesi,
- Seçim suçlarında verilen hapis cezalarının adli para cezasına
çevrilmesi,
- Bilgi ve iletişim çağında bilgi ve belgeye erişim süresinin
kısalması,
- Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi,
ile gerekçelendirilmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki düzenleme, cezaların miktarı ile
ilgili değil dava açma süresine ilişkin olduğundan, yapılan düzenlemenin suç ve
cezalarda 'orantılılık' ilkesi ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Öte yandan, 298 sayılı Kanunun 133 ' 178 inci maddelerinde
düzenlenen seçim suçlarına ilişkin cezalar, adli para cezalarından daha çok
hapis cezalarını içermekte ve hapis cezalarının tamamı da adli para cezasına
çevrilememektedir. Kaldı ki, hapis cezalarının adli para cezasına
çevrilebilmesi suçun kamu düzenini ihlalinin ağırlığıyla ilgili olup, dava açma
süresiyle doğrudan bir ilişkisi de bulunmamaktadır.
Çağımızın bilgi ve iletişim çağı olarak nitelendirildiği ise bir
gerçektir. Bilgi ve iletişim çağında bilgisayar teknolojilerindeki gelişmenin
bilgiye erişimi hızlandırdığı ve süresini kısalttığı da genel olarak doğrudur.
İnternette istediğiniz bilgiye -eğer aradığınız bilgi birileri tarafından sanal
ortama yüklenmiş/konulmuş ise- bir tuşa basarak saniyeler içinde ulaşabilir;
bir bilgiyi elektronik posta ile saniyeler içinde bir başkasına gönderebilir;
yetkili iseniz herhangi bir sanığın adli sicil kaydına erişebilir; UYAP
programından Yüksek Mahkeme kararlarına ulaşabilirsiniz.
Ancak, bilgi ve iletişim çağının 'hukuksal değer taşıyan belge'ye
erişimi hızlandırdığı her zaman ve her koşulda geçerli olmadığı gibi erişme
süresi erişilecek bilgi ve belgenin türü, şekli, niteliği, içeriği ve kullanım
amacına göre değişmektedir.
Örneğin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in
öldürülmesine ilişkin olarak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından istemiş olduğu iletişim kayıtları
Mahkemeye yaklaşık 5 ay sonra 01.12.2011 tarihinde ulaşabilmiştir. Ayrıca
yaşanan bazı olaylar belgeye erişim süresinin ardında başka saiklerin de
olabileceğini ortaya koymaktadır.
Bir başka örnek ise, Odatv Davasından verilebilir. 14 sanıklı
Odatv Davası, İstanbul Özel Yetkili Savcılığının hazırladığı İddianameyi İstanbul
16. Ağır Ceza Mahkemesinin 09 Eylül 2011 tarihinde kabul etmesiyle başlamıştır.
Sanıklar, dava konusu 'dijital belgelerin' bilgisayar virüsü yoluyla
bilgisayarlarına gönderilmiş olduğunu iddia ederek suçlamaları kabul etmemişler
ve nitekim sanıkların istemiyleYıldız Teknik Üniversitesi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi ile ABD'de yerleşik adli bilişim
şirketi Data Devastation gibi dört farklı kuruluştan oluşan dört farklı
bilirkişi heyeti dijital belgeleri 'bilgisayar korsanlığı ürünü virüslü belge'
olarak nitelemişlerdir. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının İddianamenin
yazımından önce yaptırmadığı bilirkişi incelemesini, İstanbul 16. Ağır Ceza
Mahkemesi davanın açılmasından dört ay sonra Ocak 2012'de suç delili dijital belgeleri
Mahkeme Başkanı Sayın Mehmet Ekinci'nin ifadesiyle, 'raporun en hızlı şekilde
hazırlanması' talebiyle TÜBİTAK'a göndermiş; bir kamu kurumu olan TÜBİTAK ise
aradan yedi ay geçtikten sonra bilirkişi raporunu İstanbul 16. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderebilmiştir.
Bu bağlamda, dijital suç belgeleri yaratılmasına ve ihbar
üzerine bunlara çok kısa süreler içinde ulaşılmasına olanak sağlayan bilgi ve
iletişim çağı, dijital belgenin gerçek niteliğine ulaşımını ise, değil dava
açma süresi, yargılama aşamasında Mahkeme Başkanının özel talebine rağmen
hızlandıramamıştır. Bilirkişi incelemesi soruşturma aşamasında yaptırılsa,
belki de dava açılmayacak; açılsa da yargılama aşamasında geçecek süre
soruşturma aşamasında geçeceğinden ve dolayısıyla yargılama daha hızlı
yapılacağından sanıkların tutuklulukta geçen mağduriyetleri söz konusu
olmayabilecekti.
Söz konusu örnekler çoğaltılabilir. Çoğaltılması istisna olma
niteliklerini ortadan kaldırmayabilir. Ancak, hukuksal düzenlemeler, özellikle
ceza hukukuna ilişkin ise, istisnai durumları da gözeterek hazırlanmak
durumundadır ki, toplumsal yaşamda suç zaten niteliği itibariyle istisnai bir
durumdur.
Kaldı ki298 sayılı Kanunun 179 uncu maddesinde seçim suçu,'Bu kanuna göre
seçim suçundan maksat, seçim işlerinde bu kanun hükümleri uyarınca
görevlendirilmiş bulunan kimselerin bu görevleri dolayısiyle işlemiş oldukları
fiil ve hareketlerle her kim tarafından işlenirse işlensin bu kanuna aykırı
bulunan fiil ve hareketlerdir.' şeklinde tanımlanmış ve seçim suçu ve cezaları
ise aynı Kanunun 133 ' 178 inci maddeleri arasında 45 ayrı madde halinde
düzenlenmiştir.
298 sayılı Yasada yer alan seçim suçları arasında, hileli
faaliyetlerle veya herhangi bir şekil ve surette cebir ve şiddet kullanarak
Kanunda yazılı seçim kurullarının toplanmalarına veya görevlerinin ifasına mani
olma (md. 133; iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası, en az biri silahlı en az
üç kişi tarafından işlenirse faillere beş yıl ile onbeş yıl arası hapis
cezası); seçmen kütüğüne müteallik evrak ve vesikaları gereği gibi düzenlememe
ve muhafaza etmeme veya gereken mercie vermeme (md. 141; altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası); seçmen kütüğüne yazılma hakkı olmayan bir seçmeni yazma,
yazılma hakkı olan bir seçmeni yazmama veya yazılı olup da silinmesi gereken
seçmeni silmeme ya da silinmemesi gerekeni silme (md. 142; bir yıldan iki yıla
kadar hapis cezası); seçmen yeterliliği olmayanı seçmen kütüğüne kaydetme,
kaydedilenlerin silinmesine engel olma veya seçmen olanı kütükten silme (md.
143; altı aydan iki seneye kadar hapis; bu fiiller cebir veya tehdit veya
şiddet ya da nüfuz veya tesir icrası suretiyle yapılırsa bir yıldan beş yıla
kadar hapis cezası); seçmen kütüğüne kendini veya başkasını bilerek birden
fazla kaydettirme (md. 144; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası); tamamen
veya kısmen sahte seçmen listesi tanzim etme, bozma, çalma veya yok etme (md.
148; TCK belgede sahtecilik suçuna ilişkin cezanın yarı oranında artırımı);
kendine veya bir başkasına oy verilmesi veya verilmemesi için bir veya daha
fazla seçmene menfaat temin etme (md. 152; bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezası); oy kullanmayı engelleme (md. 153; bir yıldan dört yıla kadar hapis
cezası); seçme yeterliliği olmadığını bildiği halde oy kullanma ya da
başkasının adını kullanarak oy kullanma (md. 160; iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezası); oy sandığının yerini değiştirme, yerinden kaldırma, çalma veya
tahrip etme, içinden çıkan oy zarflarını alma, çalma veya değiştirme (md. 160; üç
yıldan beş yıla kadar hapis); siyasi partilerin veya bağımsız adayların oy
pusulalarını zapt ve imha etme veya bozma ya da oy verme yerine götürülmelerine
veya dağıtılmalarına engel olma (md. 162; bir yıldan üç yıla kadar hapis) gibi
demokratik hukuk devleti ilkesi ile kamu düzeni açısından çok önemli suç ve
cezalar yer almaktadır.
Söz konusu suçların tespit edilip delilleriyle birlikte ortaya
konarak bir iddianameye dönüştürülmesi uzun süreli ve ayrıntılı araştırma,
inceleme ve soruşturmaları gerektirmektedir. En önemlisi de söz konusu suçlara
ilişkin bilgi ve belgelere erişim süresinde,dava açma süresinin 2839 sayılı
Yasanın 61 inci maddesiyle iki yıl olarak belirlendiği 10.06.1983 tarihinden bu
yana kayda değer hiçbir değişme ve gelişme olmamıştır. Söz konusu suçlara
ilişkin bilgi ve belgelere erişim, 1983 yılında hangi yol ve usullerle
yapılıyor ise, günümüzde de aynı yol ve usuller izlenerek yapılmak
durumundadır.
Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi ise, dava açma süresiyle
değil, açılan davaların sonuçlandırılması ile ilgilidir. Dava açma süresinin
iki yıldan ' oranında kısaltılarak altı aya düşürülmesi, seçim suçlarına
ilişkin davaların objektif kanıtlarıyla İddianameye dönüştürülemeden açılmasına
ve dolayısıyla mahkemede suçlamaya ilişkin bilgi ve belgeler (deliller)
tartışılıp değerlendirilerek bir karara varılması gerekirken; suça ilişkin
nesnel bilgi ve belgelerin mahkeme aşamasında toplanmasına yol açarak tam
tersine Odatv Davası örneğinde olduğu üzere yargılamayı gereksiz yere uzatacaktır.
Oysa, yargının hızlandırılmasından amaç, dava açma süresinin kısalması değil,
açılmış davalara ilişkin yargılama süresinin kısalarak adaletin en kısa süre
içinde tecelli etmesinin sağlanmasıdır.
Bu bağlamda, seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı
aya düşürülmesinin, maddeye ilişkin Genel Gerekçede yer almayan başka amaç ve
hedefleri vardır.
Anayasanın Başlangıç'ının üçüncü fıkrasında, egemenliğin kayıtsız
şartsız Türk Milletine ait olduğu, egemenliği millet adına kullanmaya yetkili
kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve
bunun gerekleriyle belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı temel bir ilke
olarak yer almış; 2 nci maddesinde demokratik hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında sayılmış; 36 ncı maddesinde, herkesin meşru vasıta
ve yollardan faydalanarak yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia
ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu kurallaştırılmış; 67 nci
maddesinin birinci fıkrasında, demokratik devlet ilkesinin uzantısı olarak
vatandaşların kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve
halkoylamasına katılma hakkı düzenlenmiş; ikinci fıkrasında, seçimler ile halkoylamasının
serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına
göre yargı denetimi altında yapılacağı kurallaştırılmış ve dördüncü fıkrasında
ise seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasının
yasayla düzenleneceğine yer verilmiştir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Seçim suçlarına ilişkin dava açma süresini belirleme yetkisi,
Anayasadaki kurallara bağlı kalmak; adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ilkelerini gözetmek koşuluyla yasa koyucunun takdirindedir. Yasa koyucu, seçim
suçlarına ilişkin kamu davalarında dava açma süresine ilişkin hükümleri
düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olanölçülülük ilkesiyle
bağlıdır. Bu ilke ise'elverişlilik','gereklilik' ve 'orantılılık' olmak üzere
üç alt bileşenden oluşmaktadır.'Elverişlilik',getirilen kuralın ulaşılmak
istenen amaç için elverişli olmasını, 'gereklilik', getirilen kuralın ulaşılmak
istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve 'orantılılık' ise getirilen kural
ve ulaşılmak istenen amaç arasında var olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.
298 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, Cumhurbaşkanı, milletvekili,
il genel meclisi üyeliği, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi
ve ihtiyar heyeti iyeliği seçimleri ile Anayasa değişikliklerine ilişkin
kanunların halkoyuna sunulmasının kanunun kapsamında olduğu belirtilmiş; 3 üncü
maddesinde her ilin seçim çevresi; 4 üncü maddesinde, her muhtarlığın seçim
bölgesi; 5 inci maddesinde ise her seçim bölgesinin gerektiği kadar sandık
bölgesine ayrılacağı belirtilmiştir.
Temsili demokrasi seçime dayanmakta ve mahalle muhtarlığı
seçiminden Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar tüm seçimlerin 298 sayılı Kanunda
belirlenmiş kurallara uygun yapılması ve seçim suçlarının gereği gibi
kovuşturulması demokratik rejim ile demokratik devlet ilkesinin özünü oluşturmanın
yanında, seçim suçları hakkında dava açılmasında kamu yararı olduğunda hiçbir
şüphe bulunmamaktadır.
Ceza yargılamasının temel amacı ise, maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasıdır ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılarak suçluların cezalandırılması
ve suçsuzların ise aklanmasında toplumsal yarar bulunmaktadır.
Seçim suçlarının kompleks bir yapı taşıması; birçoğunun gizli,
çoğu zaman örgütlü, örtülü, birçok sandık ve seçim bölgesi ile seçim çevresini
ve hatta ülke düzeyini kapsayabilmesi; ortaya çıkarılabilmesinin çoğu zaman
ikrarı ve tanık beyanlarını gerektirmesi; ikrar ve tanık beyanları için de
seçim sürecinin ateşinin sönmesi ve dolayısıyla belli bir zamanın geçmiş olması
gerekmektedir. Kaldı ki örgütlü, örtülü ve birden fazla sandık ve seçim bölgesi
ile seçim çevresini kapsayan seçim suçlarının soruşturmasının zaman alacak
olması ve yetkili soruşturma mercileri arasında koordinasyonu gerektireceği de
açıktır.
Ölçülülük ilkesi, yasa koyucuyu, dava açma süresini sınırlamadan
beklenen kamu yararı ile demokratik sistemin ve demokratik devlet ilkesinin
özünü oluşturan toplumsal yarar arasında adil bir dengeyi sağlama yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Bu nedenle yasa koyucu bir yandan temsili demokrasinin
özünü oluşturan seçimlerin belirlenmiş kurallara uygun yapılmasını sağlayarak
demokratik sistemi yaşatmak için seçim suçu işleyenleri yetkili mahkemeler
karşısına çıkarmak, diğer yandan da seçim suçu işleyenlerin uzun süre dava
tehdidi altında kalmalarını önlemek için makul bir süre belirlemek ve böylece çatışan
yararlar arasında adil, makul ve hakkaniyetli bir denge kurmak durumundadır.
Seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya
düşürülmesi, çatışan yararlar arasındaki adil, makul ve hakkaniyete uygun
dengeyi ortadan kaldırmakta ve suçun ve soruşturmanın doğasından kaynaklanan
zorunlu nedenlerle altı ay içinde dava açılamaması seçim suçundan zarar
görenlerin zararına yol açar ve temsili demokratik sistemin özünü ortadan
kaldırırken; hak düşürücü süre nedeniyle gerekli ve yeterli araştırma ve inceleme
yapılmadan, suç delilleriyle ortaya konmadan dava açılması ise, delillerin
yargılama aşamasında toplanmasına ve dolayısıyla davaların uzayarak kişilerin
adil yargılanma haklarının ihlaliyle sonuçlanacaktır. Öte yandan, seçim
suçlarında dava açma süresinin altı ay ile sınırlandırılması, birden fazla
seçim çevresini ve giderek tüm ülkeyi kapsayan örgütlü ve örtülü seçim
suçlarını, soruşturmanın uzun süreli, ayrıntılı ve koordinasyonu gerektirmesi
üzerinden teşvik eder bir nitelik taşımaktadır.
Bu itibarla, hukuksal ve fiilen geçerli bir gerekçeye
dayanmaksızın seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya
düşürülmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ve demokratik devlet
ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, Anayasanın Başlangıcı ile 36 ncı ve 67 nci
maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
6353 sayılı Kanunun yürürlüğe ilişkin 89 uncu maddesi de bu
maddeyle sınırlı olmak üzere aynı gerekçelerle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci,
36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3
üncü maddesi ile bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe ilişkin 89 uncu
maddesi, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
2)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 5 inci Maddesiyle
Değiştirilen 17.07.1963 Tarihli ve 278 Sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının
(d) Bendindeki ''bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlere
ortak olmak;' ibaresi ile (e) Bendindeki, ''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın
onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlerde imtiyazlıpay sahibi olmak; ''
İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 15 nci maddesiyle değiştirilen 278 sayılı
Türkiye Bilimler ve Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2
nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendiyle, 'Kurum bünyesinde araştırma ve
geliştirme faaliyetlerini yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde
geliştirilen teknolojilerinüretimde ve ihtiyaçduyulan alanlarda kullanılmasını,
tanıtılmasınıveya bunlardan daha kolay yararlanılmasınısağlamak için gerekli
ortamlarıve yönetim yöntemlerini hazırlamak ve bu teknolojilerinülke
ekonomisine, sınaîve sosyal gelişmeye katkıda bulunacak ticari değerlere
dönüşmesini sağlamak,' ve 'bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak,
kurulmuşşirketlere ortak olmak;' yetkisi verilir iken;(e) bendiyle ise, 'Kamu
veözel sektörün teknolojik araştırma, geliştirme ve yenilik faaliyetlerine
etkin katılımınısağlayacak teşvik ve destek sistemlerini geliştirmek ve
uygulamak; erken aşamadaki gelişme potansiyeli olan buluşların
ticarileştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kişi ve fonlarıdesteklemek,'
ve 'ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlerde
imtiyazlıpay sahibi olmak;' yetkisi verilmektedir.
278 sayılı Kanunun 'Kuruluş amacı' başlıklı 1 inci maddesinde,
TÜBİTAK'ın kuruluş amacı, 'Türkiye'nin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve
sürekli kılmak için; toplumun her kesimi ve ilgili kurumlarla iş birliği
içinde, ulusal öncelikler doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları
geliştirmek, bunları gerçekleştirecek alt yapının ve araçların oluşturulmasına
katkı sağlamak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini özendirmek, desteklemek,
koordine etmek, yürütmek; bilim ve teknoloji kültürünün geliştirilmesinde
öncülük yapmak' şeklinde ortaya konmuştur.
Bu bağlamda, TÜBİTAK'ın kuruluş amacı, Türkiye'nin ekonomik
rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için; bilim ve teknoloji
politikaları geliştirmek, bunları gerçekleştirecek alt yapının ve araçların
oluşturulmasına katkı sağlamak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini
özendirmek, desteklemek, koordine etmek, yürütmek; bilim ve teknoloji
kültürünün geliştirilmesine öncülük yapmaktır.
Şirketin temel güdüsü, ilkesi ve amacı ise karlılıktır. Şirket bu
amaç doğrultusunda verili piyasa koşullarında karını maksimize etmeye çalışır.
Bunu gerçekleştirmek için, fiyatlama politikasını piyasa şartlarına göre
belirlemek; tüketicileri kendi ürününe yönlendirmek; maliyetlerini düşürmek,
mevcut ürünü yeni teknolojilerle üretmek, piyasaya yeni bir ürün sürmek vb.
faaliyetlerde bulunur. Bu faaliyetleri sonucunda karını artırırken; sermayesini
de büyütür. Küresel rekabet şartlarında, şirketlerin var olabilmeleri ve
varlıklarını sürdürebilmeleri; maliyetlerini düşürebilmeleri, mevcut ürünü yeni
teknolojilerle üretebilmeleri ve piyasaya yeni ürünler sürebilmeleri ile mümkün
olur. Bunları sağlamanın yolu da Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinde
bulunmaktan geçer. Bunun içindir ki şirket bünyelerinde, Ar-Ge
birimi/merkezleri kurulur. TÜBİTAK ise, firmalar bünyelerinde kurulan Ar-Ge
merkezlerini ülkenin genel bilim ve teknoloji politikaları bağlamında
yönlendirir; mali ve teknik yollarla destekler, ortak projeler yürütür,
geliştirdiği teknolojileri firmaların kullanımına sunar.
Bu bağlamda, TÜBİTAK'ın 'bünyesinde araştırma ve geliştirme
faaliyetlerini yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliştirilen
teknolojilerinüretimde ve ihtiyaçduyulan alanlarda kullanılmasını,
tanıtılmasınıveya bunlardan daha kolay yararlanılmasınısağlamak için gerekli
ortamlarıve yönetim yöntemlerini hazırlamak ve bu teknolojilerinülke
ekonomisine, sınaîve sosyal gelişmeye katkıda bulunacak ticari değerlere
dönüşmesini sağlamak,' görevi ayrı şeydir; 'bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket
kurmak, kurulmuşşirketlere ortak olmak' ise bambaşka bir şeydir. 278 sayılı
Kanunun 1 inci maddesinde yazılı kamusal amacı gerçekleştirmek için kurulan ve
kamu gelirleriyle finanse edilen TÜBİTAK'ın geliştirdiği teknolojilerin
üretimde ve ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını ve ticari değerlere
dönüşmesini sağlamak için, ticari şirket kurması ve geliştirdiği teknolojileri
metalaştırarak piyasa koşullarında değerlendirmesi/satması, TÜBİTAK'ın kuruluş
amacıyla ve 2 nci maddesindeki görevleriyle bağdaşmamakta; çelişki oluşturmaktadır.
Ayrıca, TÜBİTAK'ın 'Kamu veözel sektörün teknolojik araştırma,
geliştirme ve yenilik faaliyetlerine etkin katılımınısağlayacak teşvik ve
destek sistemlerini geliştirmek ve uygulamak; erken aşamadaki gelişme
potansiyeli olan buluşların ticarileştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel
kişi ve fonlarıdesteklemek' faaliyetlerinde bulunması kuruluş amacının gereği
iken; 'ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlerde
imtiyazlıpay sahibi olmak' yetkisi ise yine aynı şekilde bambaşka bir şeydir.
TÜBİTAK'ın 'Kamu veözel sektörün teknolojik araştırma, geliştirme ve yenilik
faaliyetlerine etkin katılımınısağlayacak teşvik ve destek sistemlerini
geliştirmek ve uygulamak; erken aşamadaki gelişme potansiyeli olan buluşların
ticarileştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kişi ve fonlarıdesteklemek'
görevini kurumsal kimliği ile yapması olağan ve hukuka uygun olanıdır. Kamusal
bir görev ve faaliyet olan teşvik ve destekleme faaliyetlerini, ticari bir
faaliyete dönüştürerek şirket aracılığı ile piyasalaştırarak karlılık güdüsüne
endekslemesi, TÜBİTAK'ın kuruluş amacı ve görevleriyle bağdaşmadığı gibi
bunlarla açık bir çelişki oluşturmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa
bulunduğunun bilincinde olan devlettir.
Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38
sayılı Kararında, 'Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve
devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt
yapıyı oluşturarak aynı zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü
hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik
sağlanabilmesi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaşılabilir olmalarına
bağlıdır.' denilirken;22.02.2012 günlü ve E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında
ise, 'Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının birbirleriyle çelişmeyecek
biçimde açık, anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.'
denilmiştir.
TÜBİTAK'ın kuruluş amacının gereği olan kamusal görevlerinin
ticarileştirilmesini ve piyasa şartlarında değerlendirilmesini öngören iptali
istenen düzenlemeler, kuruluş amacı ve görevleriyle açık bir çelişki içinde
olduğundan Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, TÜBİTAK'ın kuruluş amacı ve görevleri bağlamında geliştirdiği
teknolojiler ile buluşları icari bir meta haline dönüştürerek şirketleri eliyle
piyasalaştırmasında kamu yararı da bulunmadığından, Anayasanın 2 nci maddesine
bu açıdan da aykırılık oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 27 nci maddesinde, herkesin bilim ve sanatı
serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahip olduğu kuralına yer verilmiştir.
Bir kamu kurumu olan ve kamusal kaynaklarla finanse edilen
TÜBİTAK'ın, geliştirdiği teknolojiler ile buluşları kuracağı şirketler eliyle
ticarileştirerek piyasalaştırması, bilim ve teknolojinin serbestçe yayılmasına
engel oluşturduğundan, Anayasanın 27 nci maddesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci maddesiyle
değiştirilen 278 sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki
''bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlere ortak
olmak;' ibaresi ile (e) Bendindeki, ''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket
kurmak, kurulmuşşirketlerde imtiyazlıpay sahibi olmak; '' ibaresi, Anayasanın 2
nci ve 27 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
3- a) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 22 nci Maddesiyle
Değiştirilen 20.01.2001 Tarihli ve 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2
nci Maddesinin Dördüncü Fıkrasının (c) Bendinin Sekizinci Paragrafının Beşinci
Tümcesindeki '' veya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet satın almak
suretiyle '' İbaresi ile Son Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 4
üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, 4628 sayılı Kanunla verilen görevleri
yerine getirmek üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuş; 5 inci maddesinin (6) numaralı
fıkrasında Kurulun görevleri tek tek sayılarak (i) bendinde 'Piyasada faaliyet
gösteren tüzel kişilerin eşitlik ve şeffaflık standartlarına uymalarını
sağlamak için faaliyetlerini, uygulamalarını ve ilgili lisans hüküm ve
şartlarına uyup uymadıklarını denetlemek.' görevine de yer verilmiş; (7)
numaralı fıkrasında Kurulun yetkileri düzenlenmiş ve (d) bendinde, 'Kurul
onaylı talep tahminlerine dayanarak, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi
tarafından hazırlanan üretim kapasite projeksiyonu ve iletim yatırım planı ile
bu planlarla uyumlu olarak mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerini işleten
dağıtım şirketleri tarafından hazırlanan dağıtım yatırım planlarını onaylamak,
gerektiğinde revize edilmesini sağlamak ve onay verdiği yatırım planlarının
uygulanmalarını denetlemek.' denilirken; (j) bendinde ise, 'Piyasada faaliyet
gösteren tüzel kişilerin denetlenmiş mali tablolarını incelemek veya
incelettirmek.' denilmiştir.
Öte yandan aynı Kanunun 'Kurum personelinin statüsü, atanma usulü
ve özlük hakları' başlıklı 9 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasında 'Kurum
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, idari hizmet sözleşmesi
ile sözleşmeli olarak istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Kurum
personeli ücret ve mali haklar dışında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa
tabidir.' denilirken; (3) numaralı fıkrasında Kurumun görevlerinin 'uzman'lar
eliyle yürütüleceği belirtilmiştir.
6353 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle değiştirilen 20.01.2001
tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü
fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beşinci tümcesinde yapılan
değişiklikle ise, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununda tanımlanan elektrik
dağıtım şirketlerinin her türlü denetiminin Bakanlık tarafından yapılacağı
belirtildikten sonra, Bakanlığın bu denetimi bu konuda ihtisas sahibi olan kamu
kurum ve kuruluşlarına yetki devri vermek suretiyleveya yetkilendireceği
denetimşirketlerine hizmet satın almak suretiyle yaptırabileceği; bu kapsamda
düzenlenecek denetim raporlarınınKuruma bildirileceği; denetim raporu sonucuna
göre gerekli yaptırım ve işlemlerin Kurul tarafından karara bağlanacağı ve
Denetimşirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetimşirketleri
ve denetime tabişirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve esaslar
Bakanlık tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kuralları
getirilmiştir.
Bu bağlamda, 4628 sayılı Kanuna göre, Kurulun yetkisinde olan ve
Kurum tarafından istihdam edilen 'uzman'lar eliyle yürütülen denetim yetkisine
ilişkin hükümler yürürlüklerini devam ettirirken, 6353 sayılı Kanunun 22 nci
maddesiyle 4628 sayılı Kanunun2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin
sekizinci paragrafının beşinci tümcesinde yapılan değişiklikle bu defaBakanlığa
verilmekte; Bakanlığın denetimi yetkilendireceği denetim şirketlerinden hizmet
satın almak suretiyle yaptırabileceği öngörülmekte ve denetimşirketlerinin
nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetimşirketleri ve denetime
tabişirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve esasların Bakanlık
tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında Devletin ve kamu
iktisadi teşebbüsleri ile diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği
kuralına yer verilmiştir.
4628 sayılı Kanun kapsamında tanımlanan ve 4628 sayılı Kanunun(6)
numaralı fıkrasının (i) bendiile (7) numaralı fıkrasının (d) bendine Kurulun
yetkisinde bulunan ve 9 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkrasına göre
Kurum personeli eliyle yürütülen 'elektrik dağıtımşirketlerinin her türlüdenetiminin,
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler kapsamında bulunduğu
ve dolayısıyla memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi
gerekeceğinde kuşku bulunmamaktadır. Söz konusu denetimin Bakanlık tarafından
yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet satın alınması yoluyla
gördürülmesini öngören düzenleme, Anayasanın 128 inci maddesindeki kuralla
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan Anayasanın 123 üncü maddesinin birinci fıkrasında,
idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği
kuralına yer verilmiştir. Bu bağlamda idarenin kanuniliği ilkesi, idarenin
kuruluş ve görevlerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde kanunla
düzenlenmesini gerektirmektedir. Hiçbir ölçü getirmeden, çerçeve çizilmeden,
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olan denetim
görevine ilişkin denetimşirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili
denetimşirketleri ve denetime tabişirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin
usul ve esasların Bakanlık tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek
olması Anayasanın 123 üncü maddesine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere,6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 22 nci maddesiyle
değiştirilen 20.01.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2
nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beşinci
tümcesindeki '' veya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet satın almak
suretiyle '' ibaresi ile son tümcesi, Anayasanın 123 üncü ve 128 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
b) 31 inci Maddesiyle Değiştirilen 10.05.2005 Tarihli ve 5346 Sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanunun 6/C Maddesinin Altıncı Fıkrasındaki ''veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek
denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir.
Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık
görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
Bölümünün Anayasaya Aykırılığı
Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi
amaçlı kullanımı, kamu düzeni ve yararına ilişkindir. 5346 sayılı Kanun,
'yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı
kullanımının yaygınlaştırılması, bu kaynakların güvenilir, ekonomik ve kaliteli
biçimde ekonomiye kazandırılması, kaynak çeşitliliğinin artırılması, sera gazı
emisyonlarının azaltılması, atıkların değerlendirilmesi, çevrenin korunması ve
bu amaçların gerçekleştirilmesinde ihtiyaç duyulan imalat sektörünün
geliştirilmesi' amacıyla çıkarılmıştır. Bu amaca yönelik hizmetlerin, devletin,
kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin dışında, gerçek ve
tüzelkişilerce yaptırılması Anayasaya ve genel hükümlere göre yürütülmesi
mümkün olmakla birlikte,5346 sayılıKanun kapsamındaki üretim tesisleri ile
elektrik üretim ve dağıtımı yapılan diğer tesislerin lisansı kapsamındaki
denetiminingenel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken kamu hizmeti
olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Kamu hizmetleri, devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer
kamu tüzelkişilerinin dışında, gerçek ve tüzelkişilerce yürütülse bile,
bunların hukuka uygunluk denetiminin aslî ve sürekli bir kamu görevi olduğu
hususunda duraksamaya yer yoktur. Bu durum karşısında, bu hizmetin ancak
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerekir. Esasen
Anayasanın 128 inci maddesi ile benimsenen ilke de bu doğrultudadır. Enerji
hizmetinin hukuki niteliği ve bunun sonucu olarak bu hizmetin ancak memurlar ve
diğer kamu görevlileri tarafından yürütülebileceğinin kabulü, bu işin
denetimini yürütecek denetim şirketlerinin ve denetim elemanlarının hukuki
statüsünün belirlenmesini gerektirmektedir. Memur olmadıkları konusunda
duraksamaya yer bulunmayan denetim şirketi elemanları bakımından önemli olan ve
açıklığa kavuşturulması gereken husus, Anayasanın 128 inci maddesinde sözü
edilen diğer kamu görevlilerinden sayılıp sayılmayacaklarıdır.
EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları
ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim
şirketlerinden hizmet satın alınarak yaptırılabileceğine ilişkin hüküm bu
tespiti yapmak için gerekli, açık ve net değildir. Ne yetkilendirmenin niteliği
ve kuralları, ne de denetim şirketlerinin niteliği ve statüsü yasada
gösterilmemiştir. Denetim şirketleri,merkezi idarenin gözetim ve denetimi
altında onun bir birimi durumunda olan kuruluşlar değildir. Denetim şirketleri
ile idare arasında statüter bir ilişki de yoktur.
EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları
ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim
şirketleri tarafından yapılacak denetim hizmetinin, genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü olunan kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevlerden olduğu, bu itibarla söz konusu denetim şirketi elemanlarının,
Anayasanın 128 inci maddesinde nitelikleri belirtilen 'kamu görevlileri' deyimi
kapsamına girmediği anlaşılmaktadır.
Öte yandan,denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul
ve esasların, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görüşü alınmak kaydıyla EPDK
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiş olması da,
Anayasanın 128 inci maddesinin, 'kanunla düzenleme' gereğinin yerine
getirilmediği anlamına gelmektedir. Kaldı ki,Anayasanın 2 nci maddesinde yer
alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri 'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre,
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesi de gereklidir.
Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8
inci maddesinde ise yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine
getirileceği öngörülmüştür. Buna göre, Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen
konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin
verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı
ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar
dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte
kural koyma ve yasayla konulan kuralları değiştirme yetkisi verilemez. Yasal
düzenlemeler ancak yasa koyucu tarafından kaldırılabilir ya da
değiştirilebilir.
Kaldı ki aynı amaca yönelik olarak 29.12.2010 tarihli ve 6094
sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunun 6
ncı maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 6/C maddesinin son fıkrasının
birinci tümcesindeki ''veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak
üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet satın
alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir' bölümü ile 'Denetim şirketleri ile
ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla
EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir' şeklindeki ikinci tümcesi
Anayasa Mahkemesinin E.2011/27 ve K.2012/101 ve 5 Temmuz 2012 günlü kararı ile
iptal edilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere söz konusu düzenleme, açıkça Anayasanın
2 nci, 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
a) 23 üncü Maddesinin Tamamının Anayasaya Aykırılığı
4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin
birinci fıkrasına, 25.05.2007 tarihli ve 5669 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle
eklenen (e) bendiyle, Anakara Büyükşehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğünün
mülkiyet ve/veya işletmesinde bulunan doğal gazın şehir içi dağıtımı ile ilgili
tüm altyapı tesislerinin, varlık, taşınır ve taşınmazlarının hak, alacak ve
borçlarının, leh ve aleyhe açılmış olan davalar ile icra takipleri ve iş
mevzuatına tabi personelin; Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 6762 sayılı
Kanuna göre kurulacak şirkete devredilmesi; şirkete Kurul tarafından otuz yıl
süreli dağıtım lisansı verilmesi; lisansın geçerlilik süresinin ilk on yılında
dağıtım şirketinin birim hizmet ve amortisman bedelinin 0,05555 ABD Dolar/m3
karşılığı YTL, taşıma bedelinin 0,0077 ABD Dolar/m3 karşılığı YTL olarak
uygulanması; on birinci yıl ve sonrası bu bedellerin şirketin teklifi ve
Kurulun onayı ile belirlenmesi;şirketin asgari yüzde seksen hissesinin Ankara
Büyükşehir Belediyesi tarafından iki yıl içinde özelleştirilmesi; iki yıl
içindeözelleştirilemez ise, dağıtım şirketinin hisselerinin yüzde 80'inin
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından özelleştirilmesi ve elde edilen
gelirlerden, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme giderleri
düşüldükten ve kurumlara ödemeler yapıldıktan sonra arta kalan tutarın Ankara Büyükşehir
Belediyesine aktarılması; Belediyenin bu gelirinin öncelikle 4046 sayılı
Kanunun 21 inci ve 26 ncı maddelerinde belirtilen, özelleştirme uygulaması
sonucu doğabilecek iş kaybı nedeniyle yapılacak tazminat ödemeleri ile devam
eden Ankara Metrosu ve Ankara Büyükşehir trafik, ulaşım, su, kanalizasyon ve
bunlarla ilgili alt yapı yatırımları için kullanılması öngörülmüştür.
Bu bağlamda EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz dağıtım faaliyetinin
bütün varlıklarıyla birlikte kurulacak bir özel hukuk tüzel kişisi üzerinden
özelleştirilmesinin gerekçesini, EGO Genel Müdürlüğü'nün BOTAŞ'a ödemediği
doğal gaz alım borç ve fer'ileri ile doğal gaz altyapısı için Hazine garantili
kullandığı dış kredileri ödememesinden dolayı Hazineye olan borçları ve Ankara
Metrosunun finansmanıdır.
EGO'nun BOTAŞ ve Hazine Müsteşarlığına olan borçlarının faiz ve
fer'ileri ile cezaları, bir sonraki bentte gerekçeleriyle ortaya konacağı üzere
söz konusu borçları yasal süresi içinde ödemeyen yasal sorumlularının
şahıslarında kişiselleşerek, EGO'nun kurumsal borcu olmaktan hukuken çıkmıştır.
Ankara Ana Ulaşım Planı, 1994 yılında Ankara Büyükşehir Belediye
Meclisi tarafından kabul edilmiş; bu Planda Ankara'nın gelişme bölgelerine
metro yapılması öngörülerek Kızılay- Çayyolu güzergahı da metro kapsamına
alınmış ve metro yapılacağı gerekçesiyle de imara ve nüfus yoğunluğuna
açılmıştır.
Bu tarihten sonra Bilkent Üniversitesi, Başkent Üniversitesi,
Çankaya Üniversitesi yanında Hazine Müsteşarlığı, Sayıştay Başkanlığı,
Halkbank, Diyanet İşleri Başkanlığı, Atatürk Araştırma Hastanesi, Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı, Danıştay Başkanlığı, Tarım Bakanlığı ve daha birçok kamu
kurum ve kuruluşu bu güzergaha taşınmış; Ankara'nın gelişim aksı Eskişehir
yönüne yönlendirilerek nüfus yoğunluğu bu yöne kaydırılmış ve Kızılay- Çayyolu
Metrosunun tüm zemin etüdleri de buna göre yapılmıştır.
1994 yerel seçimleri sonrası Belediye Başkanının değişmesiyle,
proje rafa kalkarak her yıl Kızılay-Çayyolu karayolunun genişletilmesi, orta
refüjlerinin daraltılması, yeşillendirilmesi için ihaleler açılmış; ancak sorun
halledilememiştir.
2000 yılında ise, Büyükşehir Belediye Meclisi, Ankaray hattının
AŞTİ'den Çayyolu'na uzatılması kararını almış; ancak Ankaray'ın nüfus
yoğunluğunu taşımaya yetmeyeceği anlaşılınca bu projeden de vaz geçilmiştir.
Nihayet Kızılay-Çayyolu metrosu ihale edilerek 2001 yılından sonra
Batıkent-Sincan, Ulus-Keçiören hatlarıyla birlikte kaba inşaatına başlanmış;
ancak bu kez de finansman sorunu yaşandığından metro inşaatları durma noktasına
gelmiştir.
Metro inşaatlarına kaynak yaratmak amacıyla5669 sayılı Kanunun 1
inci maddesiyle kurulan Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş. üç kez özelleştirme
ihalesine çıkarılmış; üç milyar ABD Dolar'ı gelir beklenen ihalelerde verilen
en yüksek teklifin 1 milyar 610 milyon ABD Doları olması ve bedellerin
ödenmemesi nedeniyle özelleştirme gerçekleştirilememiştir. Bunun üzerine25.10.2010
tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla Ankara Metrosu inşaatlarının Ulaştırma
Bakanlığına devredilmesi kararlaştırılmış; Ulaştırma Bakanlığıyla 25.04.2011
tarihinde yapılan protokol ile Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara Metrosunun
yapımını Ulaştırma Bakanlığı'na devretmiştir. Böylece Ankara Metrosunun
yaklaşık 3 milyar ABD Doları tutarındaki maliyetini Ulaştırma Bakanlığı
üstlenmiştir.
Bu bağlamda, Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin
özelleştirme gerekçesi kalmamıştır.
Ancak, Siyasi İktidar, bir yandan, özelleştirme sonrası
uygulanacak tarifeyi (birim hizmet ve amortisman bedeli 0,05555 ABD Dolar/m3
karşılığı YTL, taşıma bedelinin 0,0077 ABD Dolar/m3 karşılığı YTL), on yıldan
sekiz yıla indirirken; diğer yandan kalan yüzde 20 hissenin de özelleştirme
kapsamına alınarakBaşkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin % 100 hissesinin
özelleştirilmesini hüküm altına almıştır.
Doğalgaz dağıtım hizmetleri, beledi görevlerdendir. 5393 sayılı
Belediye Kanununun 'Belediyenin yetkileri ve imtiyazları' başlıklı 15 inci
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, '' özel hukuk hükümlerine göre
tahsili gereken doğal gaz, su, atık su ve hizmet karşılığı alacakların
tahsilini yapmak veya yaptırmak' belediyenin yetki ve imtiyazları arasında
sayılmıştır.
Doğal gaz dağıtım bedeli belediyeler, özellikle de Ankara
Büyükşehir Belediyesi için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Diğer illerimizdeki
belediyelerin doğal gaz satış bedeli, 2,5 ' 3 cent aralığında değişirken;
Ankaralı tüketiciler ise doğalgazı 5,2 cent'ten kullanmaktadırlar.
Dahası, doğalgaz dağıtımının sayaç okuma, faturalandırma,
faturaları adreslere postalama gibi maliyet unsurları olmadığı gibi tahsilatı
geç yapma, tahsilatı yapamamadan dolayı ek maliyetlere katlanma gibi külfetleri
de yoktur. Tüketiciler, doğalgazı doğalgaz satış noktalarından bedelini peşin
ödeyerek elektronik kartlara yüklettikten sonra kullanmakta ve dolayısıyla
belediyeler ayrıca dolaylı faiz geliri elde etmektedirler.
Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin % 100 hissesinin
özelleştirilmesi, Ankara Büyükşehir Belediyesini çok önemli bir gelir
kaynağından mahrum ederek gelir kaybına uğratmak yanında, özelleştirildikten
sekiz yıl sonra doğalgaz satış fiyatındaki kamu kontrolünün tamamen ortadan
kalkması sonucunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin İDO A.Ş.
özelleştirmesinde olduğu üzere tüketiciler, bütünüyle dağıtımcı firmanın tekel
gücünden kaynaklanan fiyatlama politikalarıyla karşı karşıya kalarak istismar
edileceklerdir. Bu durum tüketicileri kat ve sıvı yakıt kullanmaya yöneltecek
ve Ankara'da 1980'lerin sonlarında sokağa çıkma yasağı önlemlerine
başvurulmasına yol açan hava kirliliği tekrar gündeme gelecektir.
Anayasanın 2 nci maddesinde sosyal hukuk devleti ilkesine yer
verilmiştir.Sosyal hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına
alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kuran,Ekonomik
vesosyal ve yaşama devlet müdahalesini meşru ve gerekli gören,millî gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için
gereken önlemleri alan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti
ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir.
Öte yandan, Anayasanın 5 inci maddesinde, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak; insanın maddi ve manevi
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak Devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır.
Ankara'da doğalgaz dağıtım tekelini elinde bulunduran Ankara
Büyükşehir Belediyesi'nin ticari şirketi Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim
Şirketinin, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem alınmadan özelleştirilmesini
öngören ve özelleştirilmesinden itibaren sekizinci yılın sonunda, dağıtımcı
firmanın karlılık beklentilerine terk eden iptali istenen düzenlemeler,
Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesiyle ve Anayasanın 5
inci maddesinde yer alan Devletin temel amaç ve görevleriyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilmiş ve çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devlete ve
vatandaşlara ödev olarak verilmiştir.
Ankara Büyükşehir Belediyesinin tekel gücüne sahip doğalgaz
dağıtım şirketinin tüm hisselerinin, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem
içermeden özelleştirilmesi ve sekizinci yılın sonunda tüketicilerin bütünüyle
firmanın tekelci fiyatlama politikasıyla karşı karşıya bırakılması, Ankara'da
çevre felaketleri yaşanmasına yol açacak yakın bir tehlikedir. Bu yönüyle
iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 56 ncı maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere,6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un23 üncü maddesinin
tamamı, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
b)23 üncü MaddesiileDeğiştirilen 18.04.2001 Tarihli ve 4646 Sayılı
Doğal Gaz Piyasası Kanununun Geçici 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (e)
Bendinin DeğişikÜçüncü Paragrafındaki, 'BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağınıoluşturan
tüm bu borçlara ait faizler ilefer'ilerive cezalarısilinir.' Şeklindeki İkinci
Tümcesi ile 'Ödemenin yapılmasınıtakiben Hazinenin bu kredilere ilişkin faiz ve
gecikme cezalarıilefer'ilerive cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin
gelir ve gider hesaplarıile ilişkilendirilmeksizin terkin edilir.' Şeklindeki
Dördüncü Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun23 üncü maddesiyle değiştirilen 18.04.2001 tarihli ve
4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (e) bendininüçüncü paragrafı ileBaşkent Doğalgaz Dağıtım AnonimŞirketine
ait yüzde yüz oranındaki hisseninözelleştirilmesine dair hisse satışsözleşmesi
ile elde edilecek gelirdenÖzelleştirmeİdaresi Başkanlığınca yapılanözelleştirme
giderleri düşüldükten sonra kalan tutardan;öncelikle EGO Genel Müdürlüğünün25.05.2007tarihine
kadar olan doğal gaz alım anapara borçlarıBOTAŞGenel Müdürlüğüneödeneceği;
BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağınıoluşturan tüm bu borçlara ait faizler ilefer'ilerive
cezalarınsilineceği; BOTAŞGenel Müdürlüğüne ödemenin yapılmasınımüteakip kalan
tutardan, Hazine Garantisi altında ve dışborcun ikrazısureti ile EGO Genel
Müdürlüğüne doğal gaz uygulama projeleri kapsamında sağlanan dışkredilerden,
anlaşmalarçerçevesinde Hazine Müsteşarlığıtarafındankreditörlereödenen
tutarların, kreditörlere yapılanödeme döviz cinsleriüzerindenödemenin
yapılacağıtarihte geçerli olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasıdöviz satışkuru
esas alınarak Hazineyeödeneceği; ödemenin yapılmasınıtakiben Hazinenin bu
kredilere ilişkin faiz ve gecikme cezalarıilefer'ilerive cezalardan kaynaklanan
alacakları, bütçenin gelir ve gider hesaplarıile ilişkilendirilmeksizin terkin
edileceği kuralları getirilmiştir.
20.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununun 'Kapsam' başlıklı 2 nci maddesinde, merkezi yönetim kapsamındaki kamu
idareleri, sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idarelerden oluşan genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetim ve kontrolünün 5018 sayılı
Kanunun kapsamı içinde olduğu belirtilmiş; 'Tanımlar' başlıklı 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde, mahallî idare, 'Yetkileri belirli
bir coğrafi alan ve hizmetlerle sınırlı olarak kamusal faaliyet gösteren
belediye, il özel idaresi ile bunlara bağlı veya bunların kurdukları veya üye
oldukları birlik ve idareleri' şeklinde ve (h) bendinde kamu gideri ise,
'Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iş, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal
güvenlik katkı payları, iç ve dış borç faizleri, borçlanma genel giderleri,
borçlanma araçlarının iskontolu satışından doğan farklar, ekonomik, malî ve
sosyal transferler, verilen bağış ve yardımlar ile diğer giderleri' biçiminde
tanımlanırken; 'Hesap verme sorumluluğu' başlıklı 8 inci maddesinde, 'Her türlü
kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar,
kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden,
kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye
kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili
kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır.' denilmiştir.
Bu hükümlere göre EGO Genel Müdürlüğü, Ankara Büyükşehir
Belediyesine bağlı bir kamu idaresi olarak 5018 sayılı Kanunun kapsamındadır ve
yapabileceği kamu giderleri 16.12.1942 tarihli ve 4325 sayılı Ankara Elektrik
ve Havagazı ve Adana Elektrik Müesseselerinin İdare ve İşletmeleri Hakkında
Kanun ile 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununda yer alan
görevlere ilişkin olarak 5018 sayılı Kanunun (3/1-h) maddesine göre,
'Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iş, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal
güvenlik katkı payları, iç ve dış borç faizleri, borçlanma genel giderleri,
borçlanma araçlarının iskontolu satışından doğan farklar, ekonomik, malî ve
sosyal transferler, verilen bağış ve yardımlar ile diğer giderler'den oluşmakta
ve 8 inci maddesine göre de EGO Genel Müdürlüğünde her türlü kamu kaynağının
elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların yetkili kılınmış
mercilere karşı hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.
Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı özel bütçeli ve kamu tüzel
kişiliğine sahip bir kamu kurumu olan EGO Genel Müdürlüğü, Boru Hatları ile
Petrol Taşıma A.Ş. (BOTAŞ)'den veresiye olarak satın aldığı doğalgazı, alış
fiyatına genel giderler ve kar marjı ekleyerek abonelerine daha tüketim
gerçekleşmeden elektronik kartlarla ön satım suretiyle peşin bedelle satmış;
ancak abonelerine daha tüketmeden peşin bedelle sattığı doğalgazın alış
bedelini ise yasal süreleri içinde BOTAŞ'a ödememiştir. BOTAŞ'ın EGO Genel Müdürlüğünden
alacaklarını alamaması BOTAŞ'ı çok yüksek mali yüklerle karşı karşıya bırakmış
ve zararları Hazine tarafından karşılanmak durumunda kalınmıştır. BOTAŞ Genel
Müdürlüğü de EGO Genel Müdürlüğünden olan doğalgaz alacaklarına, satış
sözleşmelerinde yer alan hükümlere göre faiz ve fer'ileri ile gecikme cezası
yürütmüştür.
EGO Genel Müdürlüğünün BOTAŞ Genel Müdürlüğüne olan faiz ve
fer'ileri ile ceza borçları, tüketicilere kullanımdan önce peşin sattığı
doğalgaz alım bedellerini süresi içinde ödememesinden kaynaklandığından 5018
sayılı Kanunun (3/1-h) maddesine göre, kanunlara dayanılarak yapılan iç ve dış
borç faizleri kapsamına girmemekte ve bu nedenle de hukuken kamu gideri
sayılmamaktadır.
Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile
mallarını TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlamak ile mahalli idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin
hükme bağlanması görevlerini yapan ve mali mevzuatı yorumlama yetkisi bulunan
Sayıştay, kanunlara dayanılarak yapılmayan faiz ödemeleri ve fer'ileri ile
cezaları kamu gideri olarak değerlendirmemekte ve 1050 sayılı Muhasebe-i
Umumiye Kanununun 7 nci maddesindeki, 'Devlet masarifi, bütçe
dahilinde Devlet namına ifa edilen veya bir kanunu mahsus ile ifası taahhüt
olunan bir hizmet ve hususat karşılığı olmak üzere Devlet zimmetinde tahakkuk
eden borçtur.' Hükmü ile 6085 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen hükümlerine
göresorumlularına tazmin hükmetmektedir.
Nitekim, 17.12.2011 tarihli ve 28245 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Sayıştay Denetim Yönetmeliğinin 'Sorumlular ve sorumluluk halleri'
başlıklı 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde sorumluların,
'Kamu idaresinin yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir şekilde yerine getirilmemesi
nedeniyle kamu idaresine faiz, tazminat, gecikme zammı, para cezası gibi ek
mali külfet getirilmesinden,' sorumlu oldukları belirtilmiştir.
Bu bağlamda;
Dicle Üniversitesi Merkez Örgütüne Bağlı Kuruluşlar Döner Sermaye
Saymanlığı 1993 yılı hesabının Sayıştay 2. Dairesinde yargılanması sonucunda
düzenlenen 13.06.1996 tarih ve 31489 nolu kararda, 'Tasarrufu Teşvik Kanunu
gereği şahıslardan kesilen ve devlet katkısı eklendikten sonra Ziraat
Bankasının ilgili şubesine yatırılması gereken Tasarrufu Teşvik Kesintisi
tutarının bankaya zamanında yatırılmaması sebebiyle tahakkuk ettirilen gecikme
faizinin gecikmeye sebebiyet veren sayman tarafından tek başına ödenmesi
gerekirken döner sermaye bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığına';
Araç Belediyesi Saymanlığı 1997 yılı hesabının Sayıştay 2.
Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 22.06.2000 tarih ve 32586 Nolu
kararda, '1996 yılında ödenmesi gereken Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu
payının 1997 yılında ödenmesi sonucunda yersiz ödenen gecikme cezası ve
temerrüt faizine yol açan sorumluların tespiti ile bunlardan tahsilinin
sağlanması için konunun İçişleri Bakanlığına yazılmasına';
Aydın Belediyesi Saymanlığı 2003 yılı hesabının Sayıştay 2.
Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 28.03.2006 tarihli ve 33574 nolu
Kararda, 'Otopark alanının imar değişikliği yapılarak ticaret alanına
dönüştürülmesine ilişkin belediye meclisi kararına karşı açılan davalar iptal
ile sonuçlandığı halde, mahkeme kararının gereğini yerine getirmeyip tazminat
davası açılmasına ve bunun sonucunda tazminat, faiz ve yargılama gideri
ödenmesine sebebiyet verenlerin tespit edilerek haklarında rücu davası açılması
için konunun İçişleri Bakanlığına yazılmasına';
Denizli Merkez Belediye Saymanlığı 1998 yılı hesabının Sayıştay 3.
Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 06.05.2003 tarih ve 184 nolu
kararda, '1475 sayılı İş Kanununda yer alan açık hükümlere rağmen, emekli olan
işçilerin çalışırken kullanmadıkları yıllık izin paralarının bir neden
olmaksızın ödenmemesi sonucu, işçilerin yargı yoluna başvurduğu ve yargı kararı
sonucu belediyenin izin paraları yanında yasal faiz ve masrafları da ödemek
durumunda kaldığı anlaşılmıştır. 1475 sayılı Kanun hükümlerine aykırı bir
şekilde hak sahibi işçilere yıllık ücretli izin paralarının ödenmemesi sonucu
belediyeyi ek masrafa sokan sorumlulara fazla ödeme tutarının ödettirilmesine';
Trabzon Belediye Saymanlığı 2002 yılı hesabının Sayıştay 7.
Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 03.05.2005 tarih ve 9620 nolu
kararda, 'Belediyeden emekli olan işçilerin kendilerine ait tasarruf
kesintileri ile nemalarını yaptıkları başvuruya rağmen belediyeden alamamaları
nedeniyle açtıkları davaların sonucunda; belediye bütçesinden ana tutar
haricinde ödenmek zorunda kalınan faiz, gider ve vekalet ücretleri toplamının
sorumluluğu üstlenen Belediye Başkanı ve Başkan Yardımcısına ödettirilmesine';
Bartın Orman İşletmesi Döner Sermaye Saymanlığı 1996 yılı
hesabının Sayıştay 8. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 09.03.1999
tarih ve 4136 nolu Kararda, 'Ayrıca, tahsil edilen Katma Değer Vergileri
İşletmenin ödeneği veya karı olmayıp Vergi Dairesine yatırılmak üzere emaneten
tahsil edildiğinden kasa ya da banka mevcutlarının son ödeme gününde yeterli
bakiyeyi verecek şekilde nakit hareketlerinin düzenlenmesi sorumluların
görevidir. Açıklanan nedenlerle gecikme cezasının bütçeden ödenmesinin mümkün
olmadığına';
karar vermiştir.
Bu bağlamda, EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz borçlarının yasal
süreleri içinde BOTAŞ'a ödenmemesinden kaynaklanan borç faizi ve fer'ileri ile
cezaları, 1050 ve 5018 sayılı Kanunlara göre hukuksal anlamda bir kamu gideri
değil, borçları yasal süreleri içinde ödemeyerek faiz ve ferileri ile cezalara
neden olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ile EGO Genel Müdürlüğü
yetkililerinden oluşan yasal sorumluların şahıslarında kişiselleşmiş özel
borçtur ve Sayıştay'ın yerleşmiş içtihatlarına göre de sorumluları söz konusu
kişisel borçları BOTAŞ'a ödemekle yükümlüdür. Dolayısıyla, bir kamu kurumu olan
ve zararları Hazine tarafından karşılanıp, kârları Hazineye devredilen BOTAŞ'ın
EGO Genel Müdürlüğünden olan alacaklarının zamanında ödenmemesinden kaynaklanan
faiz ve fer'ileri ile cezaların silinmesi EGO Genel Müdürlüğünün değil,
hukuksal olarak yasal sorumlularının şahıslarında kişiselleşmiş borçlarının
silinmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, Hazine'nin gelir kaybına uğratılması
yerine, BOTAŞ alacaklarının EGO'nun özelleştirme geliri üzerinden BOTAŞ'a
ödenmesi ve ödendikten sonra da borç faizi ve fer'ileri ile cezalara neden olan
yasal sorumlularına rücu edilmesi gerekeceği her türlü tartışmanın dışındadır.
Yine aynı şekilde, EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz uygulama
projeleri kapsamında dış kreditörlerden temin ettiği Hazine garantili borçları
zamanında ödememesi nedeniyle Hazine tarafından ödenmesi sonucu, Hazinenin bu
kredilere ilişkin faiz ve gecikme cezaları ile fer'ilerden kaynaklanan
alacakları da aynı mahiyettedir. Dolayısıyla, 70 milyonu ilgilendiren Hazine
alacağının bütçenin gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkin
edilmesi değil, özelleştirme gelirinden tahsil edilmesi ve tahsil edildikten
sonra da dış kredi borçlarını zamanında ödemeyen sorumlularına rücu edilmesi
gerekir.
EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz tüketicilerinden peşin olarak
topladığı paraları, doğalgaz ve kredi borçlarına ödemek yerine, görevi olmayan
alanlarda harcamalarda bulunması, Ankara Büyükşehir Belediyesi bütçesini
ilgilendiren mevzuata aykırı, hukuken sorunlu ve savurgan harcamalarını,
Sayıştay denetiminden kaçırmak için EGO Genel Müdürlüğü bütçesinden ödemesi,
sorumluların sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
Anayasanın 2 nci maddesinde hukuk devleti, 10 uncu maddesinde ise
yasa önünde eşitlik ilkelerine yer verilmiştir.
Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında 'yasaların kamu yararına
dayanması' ilkesi bulunmaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi
olmaksızın, başka bir deyimle yalnızca belli kişilerin yararına olarak herhangi
bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Dolayısıyla çıkarılması için kamu yararı
bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olur ve iptali
gerekir.
Sayıştay'ın yerleşmiş içtihadına göre, Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluşan yasal sorumluların
şahıslarında kişiselleşmiş bulunan BOTAŞ ve Hazine'ye faiz ve fer'ileri ile
ceza borçlarının silinmesi ve terkin edilmesini öngören düzenlemede kamu yararı
olmadığı ve yasal sorumlularının yararına buna karşın toplumun zararına sonuç
doğurduğu açık olduğundan, iptali istenen kurallar Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Hukuk Devletinin bir başka unsuru ise yasalarda
"genellik" ilkesine uyulmasıdır. Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996
günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı kararında da vurgulandığı üzere 'yasaların
genelliği ilkesi', özel, aktüel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli bir kişi
ya da kişileri hedef almayan, aynı durum ve statüde olan herkesi kapsayan
kuralların getirilmesini zorunlu kılar.
İptali istenen düzenlemenin gerçek amacı, EGO Genel Müdürlüğünün
BOTAŞ'a olan borç ödemeleri ile doğal gaz uygulamaları için kullandığı Hazine
garantili dış borç anapara ödemelerini yasal süreleri içinde ödememesinden
dolayı BOTAŞ ile Hazinenin yürüttüğü faiz ve fer'ileri ile cezaların silinmesi
ve terkin edilmesidir.
BOTAŞ'tan sadece Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı EGO Genel
Müdürlüğü doğal gaz satın almamakta ve doğal gaz uygulamaları ya da başka
ihtiyaçlar için sadece EGO Genel Müdürlüğü Hazine garantili dış borç
kullanmamaktadır. Diğer belediyelerin doğalgaz dağıtım kurumları da BOTAŞ'tan
doğal gaz satın alır ve Hazine garantili dış borç kullanır ve doğal gaz
bedelleri ile dış borç ödemelerini yasal süreleri içinde öderlerken; Ankara
Büyükşehir Belediyesinin borçlarını yasal süresi içinde ödememesi yetmezmiş
gibi bir de borçlara ilişkin tahakkuk etmiş bulunan faiz ve fer'ileri ile
cezaların silinmesini öngören yasal düzenleme, silinmesi öngörülen borç ister
Sayıştay içtihatlarında belirtildiği üzere yasal sorumluların uhdesinde
şahsileşmiş kişisel borç, ister kurumsal borç olsun, yasa koyucunun kişiye özgü
bir düzenleme gerçekleştirerek yasaların genelliği ilkesinden ayrılmış olduğunu
ortaya koyar. Bu durum, Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen 'hukuk
devleti' ilkesi ile bu açıdan da bağdaşmadığı gibi Anayasanın 10 uncu
maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere yasa
önünde eşitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı
anlamına gelmemekle birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda
olanlara aynı, farklı durumlarda olanlara farklı kuralların uygulanmasını ve
böylece ayrıcalıklı kişi ve toplumların yaratılmasını engellemeyi içermektedir.
Başka bir anlatımla, kişisel durumları ve nitelikleri özdeş olanlar arasında,
konulan kurallarla değişik uygulamaların yapılmaması gerekmektedir. BOTAŞ'tan
doğal gaz alan ve Hazine garantili dış borç kullanan diğer belediyelerin faiz
ve fer'ileri ile ceza borçları silinmez ve terkin edilmezken; EGO Genel
Müdürlüğünün yasal sorumluları uhdesinde kişiselleşerek şahsileşmiş borçlarının
yasayla silinmesi ve terkin edilmesi, 'kanun önünde eşitlik' ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır.
Hukuk devleti ilkesinin diğer bir unsuru ise hukukun evrensel
ilkelerine bağlılıktır. Hukukun evrensel ilkeleri arasında 'sözleşmeye
bağlılık' ilkesi de bulunmaktadır ve nitekim hukukumuzda sözleşmeye bağlılık
(Ahte Vefa ' Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul
edilmiştir.Bu ilkelere göre sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalı;
sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan
çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile borçlu sözleşmedeki edimini aynen
ifa etmelidir.
BOTAŞ Genel Müdürlüğü ile Hazine Müsteşarlığı söz konusu faiz ve
fer'ileri ile cezaları EGO Genel Müdürlüğü ile yapmış oldukları sözleşme
hükümlerine göre tahakkuk ettirdiklerine ve sözleşmelerin yapıldığında
karşılıklı edimler arasında olan denge sonradan şartların olağanüstü
değişmesiyle büyük ölçüde EGO Genel Müdürlüğü aleyhine katlanılamayacak
derecede değişmediğine göre, sözleşme hükümlerine göre tahakkuk ettirilen BOTAŞ
ve Hazine alacaklarının yasa ile silinerek BOTAŞ ve Hazinenin ve dolayısıyla
kamunun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ile EGO Genel Müdürlüğü
yetkililerinden oluşan yasal sorumlular lehine zarara uğratılması 'sözleşmeye
bağlılık' ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesiyle bu açıdan da bağdaşmaz.
Faiz ve fer'ileri ile cezaların silinmesine ve terkin edilmesine
ilişkin hükümlerin18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası
Kanununun geçici 3 üncü maddesinde önceden de yer alıyor olması, önceden yer
alanın Anayasaya uygun olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, şimdikini de Anayasaya
aykırılıktan kurtaramaz.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun23
üncümaddesiyle değiştirilen 18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz
Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin
üçüncü paragrafındaki, 'BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağınıoluşturan tüm bu
borçlara ait faizler ilefer'ilerive cezalarısilinir.' şeklindeki ikinci tümcesi
ile 'Ödemenin yapılmasınıtakiben Hazinenin bu kredilere ilişkin faiz ve gecikme
cezalarıilefer'ilerive cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve
gider hesaplarıile ilişkilendirilmeksizin terkin edilir.' şeklindeki dördüncü
tümcesi Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
5)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un34 üncü Maddesiyle
01.07.2005 Tarihli ve 5378 Sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun Geçici 2 nci ve 3 üncü
Maddelerinde Yer Alan 'yedi yıl' İbarelerini 'sekiz yıl' Şeklinde Değiştiren
İbare ile Geçici 3 üncü Maddesine Eklenen İkinci Fıkrasının Üçüncü Tümcesi ve
Üçüncü Fıkrasının İlk Tümcesinin Başlangıcındaki, 'Sürenin bitiminden itibaren
'' İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle geçici 2 nci ve geçici 3
üncü maddelerinde değişiklik öngörülen 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı
Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun 07.07.2005 tarihli ve 25868 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
Anılan Kanunun 6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle
değiştirilmeden önceki geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddeleri;
'GEÇİCİ MADDE 2 -Kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmî
yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor
alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel
kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin
erişebilirliğine uygun duruma getirilir.'
'GEÇİCİ MADDE 3-Büyükşehir belediyeleri ve belediyeler, şehir
içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu taşıma
hizmetlerinin özürlülerin erişilebilirliğine uygun olması için gereken
tedbirleri alır. Mevcut özel ve kamu toplu taşıma araçları, bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlüler için erişilebilir
duruma getirilir.'
şeklinde hüküm altına alınmıştır.
07.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kanunda öngörülen yedi yıllık
süre 08.07.2012 tarihinde dolmuştur.
Aradan geçen yedi yıl içinde Yasada öngörülen engellilerin
erişimine ilişkin dönüşümü sağlayamayan Siyasal İktidar, 04.07.2012 tarihli ve
6353 Kanunun34 üncü maddesiyle 5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü
maddelerindeki yedi yıllık süreyi bir yandan sekiz yıla çıkarırken, diğer
yandan iki yıl ek süreyle on yıla uzatmayı öngören değişiklikler yapmıştır.
5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde
sözü edilen 'erişilebililik' kavramı, engelli kimselerin fiziki çevreye, ulaşım
hizmetlerine, bilgi ve iletişim teknolojileri ve sistemlerine (ICT), ve diğer
imkân ve hizmetlere başkalarıyla aynı şartlarda erişebilmesiniifade eder.
Erişilebilirlik sosyal, kültürel ve ekonomik yaşama katılabilmenin
ve Anayasada tanınan tüm hak ve özgürlüklerden yararlanabilmenin önkoşuludur.
Engellilerin erişilebilirlik sorunun çözülmediği bir ülkede, en temel insan
haklarından eğitim hakkının, sağlık hakkının, sosyal ve kültürel yaşama katılma
hakkının ve seyahat özgürlüğünün engellilere tanınmadığı ve engellilerin
özgürlüklerinin ihlal edildiği bir gerçektir.
Engelli bireylerin yaşama tam ve etkin katılımı için ön koşul,
karşılaştıkları engellerin kaldırılmasıdır. Engellerin kaldırılmasının da ilk
basamağını erişebilirlik oluşturmaktadır.
Zira, engelli bireyin yaşama tam ve etkin katılabilmesi için
öncelikle yaşadığı konutun dışına çıkabilmesi gerekir. Konut dışı kamuya açık
alan, kamu hizmeti verilen alan engellilerin erişebilirliğine uygun değilse,
engelliler açısından temel insan haklarından yaralanma süreci de işleyemez.
Kaldırım, okul, park, bahçe, sinema, adliye binası, vergi dairesi, stad, spor
salonu, toplu taşıma aracı v.b. engelliler için erişilebilir değilse, engelli
bireylerin temel hak ve hürriyetlerden ve anayasa ile güvence altına alınan
diğer haklardan yararlandıkları ileri sürülemez.
Ülkemiz engellilerinin, engelli olmayan bireylerle kıyaslandığında
okur yazarlık dahil, eğitim oranlarının çok düşük olduğu, işsizlik oranının
engelli bireylerde Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğu ve ülkemiz
nüfusunun yüzde onu engelli olmasına rağmen, görünür olmadıkları kamuoyunun
malumudur. Bu durum, engellilerin temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlal
edildiğinin açık kanıtıdır.
Anayasanın Başlangıcının altıncı fıkrasında, her Türk vatandaşının
Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerden eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri
gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu
bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve
yetkisine sahip olduğu kuralına yer verilmiş; 2 nci maddesinde sosyal hukuk
devleti Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmış; 5 inci maddesinde
Devletin temel amaç ve görevlerinin, kişilerin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu belirtilmiş
ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında kanun önünde eşitlik ilkesine yer
verildikten sonra, üçüncü fıkrasında ise çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti,insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve
mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle
kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, engellilerin de ekonomik, sosyal
ve kültürel hayata katılmaları, eğitim ve istihdam olanaklarından yararlanarak
kendilerini gerçekleştirebilmeleri için önlemler alan, onların insan onuruna
uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak
sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş devlet anlayışı
sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasanın özüne ve ruhuna
uygun biçimde kurularak işletilmesini, bu yolla tüm bireylerin refah, huzur ve
mutluluğunun sağlanmasını gerekli kılar.
5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde yer
alan resmî yapıları, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil
alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile
toplu taşıma araçlarını yedi yıl içinde engellilerin erişebilirliğine ve
dolayısıyla yaralanmasına açma yükümlülüğü, Siyasi iktidarın yönetimi altındaki
merkezi idare ile idari vesayet yetkisine sahip olduğu belediyelere
verilmiştir.
Yasanın yürürlüğe girdiği 2005 yılında yeni doğan engelliler,
ilköğretim çağına; ilköğretim çağında olanlar ortaöğretim çağına, ortaöğretim
çağında olanlar ise yüksek öğrenim sonrası çalışma yaşamına atılma çağına
gelmişler; ancak, Siyasal iktidarın yasa ile yükümlülük altına girdiği
görevlerini yapmamasından dolayı, engellilerin büyük bir çoğunluğu engel
grubuna göre en temel eğitim ve öğretim hakkından yararlanamamışlar; sosyal,
kültürel ve ekonomik yaşama katılamamışlar ve kendilerini gerçekleştirme
olanaklarına erişememişlerdir. Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 5 inci
maddelerinde Devlete yüklenen görevleri, Siyasal İktidar yerine getirmemiştir.
Yedi yılın dolduğu,08.07.2012 tarihinin bir yıl ertelenmesini ve
idari kararlarla iki yıl daha ertelenme olanağı getirilerek, engellilerin
yaşama katılmalarının üç yıl ötelenmesini öngören iptali istenen düzenlemeler,
Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların
yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür.
Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde,
hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleşmeye bağlılık, ayrımcılık
yapılmaması, ölçülülük, kazanılmış hakları saygı, haklı beklentilerin korunması,
yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet, eşitlik, yasallık,
belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel düzeyde kabul gören hukukun üstün
kuralları anlaşılmaktadır.
5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla, Türkiye Cumhuriyetinde
yaşayan engelli vatandaşlara, engelsiz yurttaşların erişebildiği temel hak ve
özgürlüklere erişimin sağlanabilmesinin fiziksel şartlarının yedi yıl içinde
yaratılması öngörülerek Devlet yükümlülük altına sokulmuş ve bu durum engelli
yurttaşlar tarafından sevinçle karşılanarak haklı bir beklenti içine
sokulmuşlardır. 12.09.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle
Anayasanın 10 uncu maddesine eklenen üçüncü fıkra, engellilerin haklı beklentilerini
pekiştirmiştir.
2005 yılında yürürlüğe girmiş bir yasanın gereklerini 7 yıl içinde
yerine getirmeyen yürütme organı ile idari makamların görev ihmalinin
sonuçlarını gidermek yasama organının görevleri arasına girmemelidir.Yedi
yıllık geçiş süreci içinde yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen siyasal
iktidarın yedi yılın dolduğu08.07.2012 tarihinin bir yıl ertelenmesini ve idari
kararlarla iki yıl daha ertelenme olanağı getirilerek, engellilerin yaşama
katılmalarının üç yıl ötelenmesini öngören yasal düzenleme, engellilerin haklı
beklentilerini ortadan kaldırmakta ve yasama yetkisinin/hakkının kötüye
kullanımı anlamına geldiğinden Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da
aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde yer verilen yasa
önünde eşitlikilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur ve bu
ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitliköngörülmüştür.Eşitlikilkesinin amacı,
aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle,
aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Engellilerin engelleri, Anayasa ile
tanınan haklardan yararlandırılmayacağı anlamına gelmediği gibi, bu haklardan
eşitlik ilkesi gereğince yararlanabilmeleri için engelliler için alınacak
önlemler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Yedi yıllık geçiş süreci içinde
engellilerin erişebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde erişebilirliğin
sağlanmasının üç yıl ötelenmesi, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı düşer.
Birleşmiş Milletler (BM)'in 13 Aralık 2006
tarihli oturumunda oylamasız kabul edilen Engellilerin Haklarına İlişkin
Sözleşme'yi Türkiye 30.03.2007 tarihinde New York'ta imzalamış ve 03.12.2008
tarihli ve 5825 sayılı Kanun ile onaylanmasını uygun bulmuş; Engellilerin
Hakları Sözleşmesi'nin İhtiyari Protokolü ise Bakanlar Kurulu'nun 27.05.2009
tarih ve 2009/15137 sayılı kararıyla onaylanmıştır.
Engellilerin Hakları Sözleşmesi, bir bütün olarak engellilerin
insan hak ve özgürlüklerinin tümünden diğerleriyle eşit biçimde
yararlanmalarının sağlanmasını amaçlamaktadır. Doğal ve insan eliyle yaratılan
fiziksel çevrenin, bu çevrelerde verilen hizmetlerin engelli olmayan insanlara
göre tasarlanmasının engelliler üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların ortadan
kaldırılmasına yönelik alınacak devlet önlemleri, Sözleşme'nin pek çok hükmünde
ayrıntılı olarak yer almıştır. Sözleşme'nin 4 üncü maddesinde tüm hak ve
özgürlüklere ilişkin devlet yükümlülükleri sıralanmış, bunun yanı sıra
'Erişebilirlik' (md. 9), 'Bağımsız yaşayabilme ve topluma dahil olma' (md. 19),
'Kişisel hareketlilik' (md. 20), 'Düşünce ve ifade hürriyeti ve bilgiye erişim'
(md. 21), 'Siyasal ve toplumsal yaşama katılım' (md. 29), 'Kültürel yaşama,
dinlenme, boş zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım'(md. 30)
haklarını düzenleyen hükümlerde özel olarak alınması gereken tedbirlere yer
verilmiştir. Eğitim, sağlık, çalışma gibi haklarla ilgili hükümlerde de
fiziksel anlamda erişebilirlik ile verilen hizmetlere erişim ayrıca
vurgulanmıştır.
Türkiye, Sözleşme'ye taraf olmakla birlikte engellilerin
erişebilirliği konusunda yasal, idari, yargısal ve diğer her türlü önlemin
alınması çalışmalarını başlatma, bundan önce başlatılan iyileştirme ve
hizmetleri hızlandırma yükümlülüğü altına girmiş; fakat Sözleşme'nin
onaylanmasından bu yana geçen 3 yıllık sürede sınırlı bir takım iyileştirmeler
dışında önemli bir gelişme ortaya konmamıştır. Bu yasal düzenlemeyle de
engellilerin Sözleşme düzeyine varacak kadar ileriye taşınması gereken hakları
geriletilmektedir. Türkiye'nin Engelli Hakları Komitesi'ne henüz teslim
etmediği, fakat yakın tarihte verilmesi gereken ülke raporuna ilişkin Komite
değerlendirmelerinde bu düzenlemenin sorun yaratacağı açıktır. Çünkü, devletin
bir takım plan ve programlara bağlı olarak yerine getirebileceği bu tür önlem
ve uygulamaların aşamalı olarak yapılmasının anlamı, sürekli ertelemelerle
devlete vakit kazandırmak ve geriye gidişi temsil eden düzenlemelere geçit
vererek engellilerin hayata katılımlarını daha da ötelemek anlamına
gelmektedir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beşinci fıkrasında, usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dava açılamayacağı
ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların
aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda
anlaşma hükümlerinin esas alınacağı kurallarına yer verilmiştir.
Sözleşmenin onaylanmasından üç buçuk yıl
geçmesine rağmen, engellilerin erişebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde
yasayla öngörülen erişebilirliğin sağlanmasının üç yıl ötelenmesi, Anayasanın
90 ıncı maddesine de aykırıdır.
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun34 üncü maddesiyle 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı
Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerinde yer alan 'yedi yıl'
ibarelerini 'sekiz yıl' şeklinde değiştiren ibare ile geçici 3 üncü maddesine
eklenen ikinci fıkrasının üçüncü tümcesi ve üçüncü fıkrasının ilk tümcesinin
başlangıcındaki, 'Sürenin bitiminden itibaren '' ibaresi, Anayasanın Başlangıcı
ile 2 nci, 5 inci, 10 uncu ve 90 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
6)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un45 inci Maddesiyle
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci Maddesine Eklenen
(2) Numaralı Fıkrasının;
a) (a) Bendinin İkinci ve Üçüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun45 inci maddesiyle 03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı
Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasında,
'Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aşağıdaki hususlara
uyulur:' denildikten sonra birinci tümcesinde, 'Düzenlilik denetimi, kamu
idarelerinin gelir, gider ve mallarıile bunlara ilişkin mali nitelikteki tüm
hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup
olmadığının tespitini kapsayacakşekilde yapılır.' denilmiş; devamında ise, 'Söz
konusu hesap ve işlemler dışında kalan diğer işlem ve faaliyetler düzenlilik
denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına
ilişkin denetlenen kamu idaresi ile ortayaçıkan görüşfarklılıklarının nasıl
giderileceği hususu Sayıştay tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
hükümlerine yer verilmiştir.
6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrada'Denetimin
yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aşağıdaki hususlara uyulur:'
denildiğine ve (a) bendi de 'Düzenlilik denetimi' ibaresiyle başladığına göre,
(a) bendindeki hüküm Sayıştayın hem parlamentoya düzenlilik denetimi kapsamında
sunacağı 'Sayıştay raporları'nı, hem de Anayasanın 160 ıncı maddesi ile 6085
sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre düzenleyeceği, 'Yargılamaya esas
rapor'ları kapsamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121
sayılı Kararına göre, bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüşülüp
oylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgilidir ve bunlar devlet
bütçesinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleşmesi için uyulması zorunlu
olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş ilkelerdir.
Bütçelerin; ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, gelir
dağılımının düzeltilmesi, yatırımların teşvik edilmesi, ekonomik büyümenin
sağlanması gibi hedeflere ulaşmada işlevini görebilmesi için, hazırlanması, görüşülmesi,
uygulanması ve denetiminde bütçe ilkelerine uyulmasını zorunlu kılmaktadır.
5018 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde, bütçelerin kurumsal,
işlevsel ve ekonomik sonuçların görülmesini sağlayacak, gelir ve giderlerin
ekonomik ve mali analizinin yapılmasına imkan verecek, hesap verilebilirliği ve
saydamlığı sağlayacak şekilde Maliye Bakanlığınca uluslararası standartlara
uyumlu olarak belirlenen sınıflandırma sistemine göre hazırlanacağı ve
uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu çerçevede oluşturulan Analitik Bütçe Sınıflandırması;
giderlerin kurumsal, fonksiyonel, finansman tipi ve ekonomik sınıflandırmasına
dayanmaktadır.
Bütçenin temelini oluşturan fonksiyonel sınıflandırma, kamusal
faaliyetleri esas almakta ve devlet faaliyetlerinin türünü göstermektedir.
Fonksiyonel sınıflandırma, dört düzeyli bir kod grubundan
oluşmaktadır. I. düzey, kamu faaliyetlerini on ana fonksiyona ayırmaktadır. Ana
fonksiyonlar, II. düzeyde alt fonksiyonlara bölünmektedir. III. düzey kodlar,
nihai hizmetleri göstermekte; boş bırakılan IV. Düzey ise, özel olarak
izlenmesi gereken kamusal projeler için tahsis edilmiş bulunmaktadır.
Devletin bir faaliyette bulunabilmesi, söz konusu faaliyete bütçe
ile ödenek tahsis edilmesinden geçmekte; ödenek tahsis edilmeyen, personel,
hizmet binası, demirbaş malzeme vb. özgülenmeyen hiçbir kamu faaliyetinin
yürütülmesi mümkün olmamaktadır. Nitekim, 5018 sayılı Kanunun 13 üncü
maddesinin (n) bendinde 'Kamu hizmetleri, bütçelere konulacak ödeneklerle,
mevzuatla belirlenmiş yöntem, ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleştirilir.'
denilirken; (o) bendi, 'Bütçelerde, ödenekler belirli amaçları gerçekleştirmek
üzere tahsis edilir.' hükmüne yer verilmiştir.
Kamusal faaliyetlere ödenek tahsis etmek, parlamentonun bütçe
hakkının kapsamında olduğundan, kamusal faaliyetler ile faaliyetleri yürütmek
için yapılan işlemleri denetlemek de bütçe hakkının kapsamındadır. Bu bağlamda,
kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarıile bunlara ilişkin mali nitelikteki
tüm hesap ve işlemlerinin dışında kalan diğer işlem ve faaliyetlerin düzenlilik
denetimi kapsamında değerlendirilemeyeceğine ilişkin düzenleme, doğrudan
parlamentonun bütçe hakkına yapılmış açık bir saldırıdır.
Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121
sayılı Kararında vurgulandığı üzere, bütçenin denetlenmesi ile ilgili uyulması
zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş bütçe ilkeleri vardır.
Nitekim, 5018 sayılı Kanunda Sayıştay denetiminin düzenlendiği 68 inci maddenin
ikinci fıkrası, 'Dış denetim, genel kabul görmüş uluslararası denetim
standartları dikkate alınarak;' şeklinde başlarken; 6085 sayılı Kanunun
'Denetimin genel esasları' başlıklı 35 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının
(b) bendinde, 'Denetim genel kabul görmüş uluslararası denetim standartlarına
uygun olarak yürütülür.' kuralına yer verilmiştir.
Parlamentonun 'bütçe hakkı' kapsamında Sayıştaylar tarafından
yapılacak denetimlere ilişkin göndermede bulunulan uluslararası denetim
standartları ile ifade edilen Sayıştaylar açısından INTOSAI Denetim
Standartlarıdır.
INTOSAI Denetim Standartlarının (DS);
1.0.38 Nolu DS: 'Sayıştay denetiminin kapsamı düzenlilik ve
performans denetimini içerir.'
şeklinde iken;
1.0.38 Nolu DS: 'Düzenlilik denetimi şunları içerir:
a) Sorumlu kurumların mali hesap verme sorumluluklarının, mali
kayıtların incelenmesi, değerlendirilmesi ve mali tablolar hakkında kanaat
(görüş) belirtilmesi de dahil olmak üzere doğrulanması (tasdik edilmesi);
b) Bir bütün olarak devlet yönetiminin mali hesap verme
sorumluluğunun doğrulanması;
c) Mali sistemlerin ve işlemlerin ilgili kanun ve düzenlemelere
uygunluğunun değerlendirilmesi de dahil olmak üzere denetimi;
d) İç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi;
e) Denetlenen kuruluşlarca alınan idari kararların doğruluk ve
uygunluğunun denetimi;
f) Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve Sayıştayca
açıklanması gerekli görülen konuların rapor edilmesi;'
biçiminde düzenlenmiş;
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 'Sayıştay denetimi' başlıklı 36 ncı
maddesi ise,
'(1) Sayıştay denetimi, düzenlilik denetimi ve performans
denetimini kapsar.
(2) Düzenlilik denetimi;
a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin
hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup
olmadığının tespiti,
b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak
oluşturan ve ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların
güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüş bildirilmesi,
c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi,
suretiyle gerçekleştirilir.
(3) Performans denetimi; hesap verme sorumluluğu çerçevesinde
idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet
sonuçlarının ölçülmesi suretiyle gerçekleştirilir.
(4) Bu denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden
kaynaklanan ve açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.'
şeklinde kurallaştırılmıştır.
İptali istenen, 'Söz konusu hesap ve işlemler dışında kalan diğer
işlem ve faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez.'
tümcesinin; INTOSAI'nin düzenlilik denetimi kapsamında gördüğü ve standart hale
getirdiği, 'İç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi; Denetlenen
kuruluşlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi ve
Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve Sayıştayca açıklanması gerekli
görülen konuların rapor edilmesi;' standartları ile 6085 sayılı Kanunun 36 ncı
maddesi kapsamında Sayıştayın düzenlilik denetimi yapmasını sınırlandırmak
üzerinden parlamentonun yürütme organı ile idarenin kamu kaynaklarının
kullanımına ilişkin hesapverme sorumluluğunu görüşmesini engellemeyi amaçladığı
çok açıktır.
Bu itibarla, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 7 nci ve 87
nci maddeleri ile 112 nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır.
Öte yandan, iptali istenen düzenlemeler, yargılamaya esas rapor
üzerinden Sayıştayın sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama
yetkisini de sınırlandırmaktadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesine yeni hizmet
binası yapılmış ve bedeli hakedişlerle bütçeden ödenmiştir.
Dar anlamıyla hesap ve işlem, giderin ödemeye bağlandığı ödeme
emri belgesi ve ekindeki hakediş raporları ile muhasebe belge ve kayıtlarını ve
muhasebe kayıtlarından üretilen mali tabloları içermektedir. Ancak, hizmet
binası yapılmasına ilişkin faaliyet, yer seçiminden, seçilen yerin imar
durumuna, yaklaşık maliyetin hazırlanmasından işin ihalesine, yer tesliminden
işe başlanmasına, iş programından ödenek dilimlerine, süre uzatım kararlarından
fiyat farkı ödemelerine, hak ediş belgesindeki imalat miktarlarının
metrajlarından kübaj hesaplamalarına, ataşmanlardan yeşil defterlere ve kesin
hesaba kadar bir yoğun iş, işlem, idari karar ve faaliyeti kapsamaktadır.
İptali istenen düzenlemeyle, örneğin, binanın yapıldığı yerin
bataklık veya imarsız olması ya da yüklenicinin iş programının değiştirilmesi
gibi idari kararlar, kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarıile bunlara
ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin dışında kalan diğer işlem ve
faaliyetler kapsamındadır şeklinde değerlendirmeye açık hususlardır. Oysa,
inşaatın yapılacağı yerin bataklık veya imarsız olması ya da yüklenicinin iş
programının idari kararla değiştirilmesi, hukuki niteliğine göre yükleniciye
ödenecek tutarı değiştirerek bütçe giderini doğrudan etkilemektedir. Bütçe
giderinin mevzuata göre ödenmesi gerekenden fazla olması ise, Sayıştaya
Anayasanın 160 ıncı maddesi ile verilen sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlama görevi kapsamındadır.
Bunun içindir ki INTOSAI'nin 1.0.38 Nolu DS: 'Denetlenen
kuruluşlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi;'
şeklindedir. Bu bağlamda, iptali istenen düzenleme Anayasanın 160 ıncı
maddesine de aykırıdır.
Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına ilişkin denetlenen kamu
idaresi ile ortayaçıkan görüşfarklılıklarının nasıl giderileceği hususu, nasıl
olsa Sayıştay tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek ve dolayısıyla
Sayıştay hazırlayacağı yönetmeliği tüm bu hususları gözeterek çıkarsın
denilebilir.
Düzenlemenin kendisi Anayasaya aykırı iken, yönetmelikle yapılacak
düzenleme, yasanın Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırılamaz. Çünkü, hukuk
hiyerarşisinde yönetmelik yasaya uygun olmak durumundadır.
Kaldı ki, Anayasanın 160 ıncı maddesinin birinci fıkrasında
Sayıştay denetiminin kapsamı, 'bütün gelir ve giderleri ile malların' denetimi
olarak belirlenerek gelir, gider ve malları ilgilendiren bütün iş, işlem,
faaliyet ve kararlar Sayıştay denetiminin kapsamına alınmış; dördüncü
fıkrasında ise, denetim usullerinin kanunla düzenleneceği kuralı getirilmiştir.
Öte yandan, Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 123 üncü maddesinde ise
idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği
kurala bağlanmıştır. Anayasa denetim usullerinde dahi yasallık kuralı arar ve
idarenin kanuniliği ilkesi idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin
hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli
kılarken; denetimin kapsamının yasayla düzenlenmek yerine hiçbir ölçü
getirilmeden ve çerçeve çizilmeden yönetmeliğe bırakılması, Anayasanın 160 ıncı
maddesine aykırı olmanın yanında, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurduğundan
Anayasanın 7 nci maddesine, idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaşmadığından da
123 üncü maddesine aykırılık oluşturur.
Ayrıca, yasada Sayıştay denetimin kapsamına ilişkin denetlenen
kamu idaresi ile görüş farklılığının ortaya çıkacak olmasından söz edilmesi,
Sayıştay denetiminin kapsamına kamu idarelerinin müdahale etmesini baştan kabul
etmek demektir ki, bu durum Sayıştayın ve denetçinin bağımsızlığıyla
bağdaşmamanın yanında, yürütme organı ile idareye Sayıştay denetiminin
kapsamını belirleme ve giderek Sayıştayı denetim bulgularını örtbas etmeye ve
değiştirmeye zorlama gücü vermektedir.
Oysa, 6085 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, 'Sayıştay; bu Kanun
ve diğer kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama işlerini
yaparken işlevsel ve kurumsal bağımsızlığı olan bir kurumdur.' denilmekte;
INTOSAI'nin 2.2.2 nolu Denetim Standardı, 'Denetçi ve Sayıştay bağımsız
olmalıdır.' ilkesini içerirken; 2.2.14 nolu Denetim Standardı ise, 'Sayıştayın,
görevinin yürütülmesine ilişkin olarak yürütme organından talimat almaması
bağımsızlığı açısından önemlidir. Sayıştay denetim yapmaya veya yaptığı
denetimin, kapsamını, biçimini değiştirmeye denetimden kaçınmaya, denetim
bulgularını, sonuç ve tavsiyelerini örtbas etmeye veya değiştirmeye
zorlanmamalıdır.' şeklindedir.
Denetlenen idarelere Sayıştay tarafından yapılacak düzenlilik
denetiminin kapsamına müdahil olma yetkisi vererek, Sayıştayın ve denetçinin
bağımsızlığını ortadan kaldıran ve Sayıştayı denetimden kaçınmaya, denetim
bulguları ile sonuç ve tavsiyelerini örtbas etmeye veya değiştirmeye zorlayan
iptali istenen düzenlemeler; Sayıştayın TBMM'ye sunacağı raporlar bağlamında,
Anayasanın 7 nci ve 87 nci maddeleri ile 112 nci maddesinin ikinci fıkrasına;
yargı raporları bağlamında ise Anayasanın 2 nci ve 160 ıncı maddelerine bu
açılardan da aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde 'demokratik' devlet ilkesi
Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıştır. Modern demokrasi
katılımcıdır. Çağdaş devlette katılımcılık ilkesi, bilimsel bir önerme olmaktan
çıkmış, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa temel oluşturan 'iyi
yönetişim' modeli bağlamında hukukun temel bir ilkesi olarak hukuksallık
kazanmıştır. Günümüzün temsili demokrasisi, siyasal karar alma yapı ve
süreçleri yanında yönetimin uygulamalarında da katılımcılığa dayanmaktadır.
Sayıştay denetimi gibi yürütme organının ve idarenin hesap verme
sorumluluğu ile parlamentonun bütçe hakkının kullanımını konu alan ve toplumun
tamamını ilgilendiren bir düzenlemenin katılımcı süreçler işletilerek
yasalaşması, demokratik devlet olmanın gereğidir.
Sayıştayı konu alan düzenlemelerde bu gereklilik sadece ilkesel
bir tutum veya kuramsal bir ön kabul değil, aynı zamanda yasal bir
zorunluluktur. 832 sayılı Sayıştay Kanununun 19 uncu maddesindeki, Sayıştaya
ilişkin kanun tasarı ve tekliflerinde Sayıştay Genel Kurulunun görüşünün
alınacağına ilişkin hüküm, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 25 inci maddesinin
(2) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, Genel Kurul, 'Sayıştaya ilişkin kanun
tasarısı ve teklifleri hakkında görüş bildirir.' şeklinde kurallaştırılmıştır.
Bu düzenlemenin kaynağını, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle Sayıştaya verilen
görevlerin Anayasal sistem içindeki öneminden aldığında kuşku yoktur.
Bu açık hükme rağmen, 6353 sayılı Kanunun45 inci maddesiyle 6085
sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra,
Sayıştay Genel Kurulundan görüş alınmadan yasalaştırılmıştır.
Sayıştay Başkanlığı tarafından yapılan 25.06.2012 tarih ve
YBY.2012/37 sayılı Duyuruda aynen,
'Bir grup milletvekili tarafından hazırlanarak TBMM Başkanlığına
sunulan 'Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 27 nci
(komisyondan çıkan şekliyle 39 uncu) maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nun
35 inci maddesine bir fıkra eklenmesi teklif edilmiştir. Anılan maddenin hazırlanmasından
önce ve hazırlık safhasında Sayıştay Başkanlığına herhangi bir bilgi
verilmemiş, görüş sorulmamış, dolayısıyla bu teklif metnine hiçbir katkımız
olmamıştır.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda teklifin görüşülmeye
başlanmasından sonra, 19.06.2012 tarihinde saat 16.38'de gelen fax mesajıyla,
20.06.2012 Çarşamba günü saat 14.00'de teklifin görüşülmesinde hazır bulunmamız
bildirilmiştir. Teklifin hazırlanma yöntemine ve ayrıca içeriğine katılmamızın
mümkün olmaması nedeniyle, o tarihte yurtdışında bulunan Başkanımızın da
bilgisi dahilinde, tepki olarak komisyondaki görüşmelere iştirak edilmemiştir.
Mensuplarımıza duyurulur.'
denilmiştir (EK-1).
Sayıştay TBMM adına denetim yapan ve yaptığı denetimlerle TBMM'nin
bütçe hakkını kullanmasına veri ve bulgu sağlayan Anayasal yüksek denetim
kurumu ve hesap mahkemesidir. Bu konumdaki Anayasal bir kurumun yapılan bir
yasal düzenleme hakkındaki eleştirilerini resmi bir yazıyla mensuplarına
duyurma noktasına kadar gelmesi son derece düşündürücüdür.
Sayıştay'ın karşı çıkışı, Yasasının açık hükmüne rağmen, görüşüne
başvurma ihtiyacı hissedilmeden Sayıştay denetimini ortadan kaldıran
düzenlemeler yapılmasıdır. Oysa, Sayıştay yönetim kuramında olan değişimleri ve
bunun denetime yansımalarını yakından takip eden ve bunu içselleştiren
Türkiye'nin tek kurumudur. İnternet sitesine girildiğinde görüleceği üzere(http://www.sayistay.gov.tr/yayin/yayinsonekleme.asp)bu
alandaki yayın listesi, Türkiye'nin hiçbir üniversitesinde dahi yoktur.
Söz konusu karşı çıkış, Osmanlı'dan miras ve denetim konusunda 150
yıllık bir birikimin taşıyıcısı olan Anayasal bir kurumun, adına denetim
yaptığı seçilmişlerin, atanmış bürokratların Başbakanın inisiyatifiyle kulu
haline getirilmelerini içine sindirememesi şeklinde de okunabilir.
6353 sayılı Kanunun45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, katılımcı demokrasinin
hukuki metinlere girmesine ve 6085 sayılı Kanunun25 inci maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (ç) bendindeki açık hükme rağmen,Sayıştay Genel Kurulunun
görüşü alınmadan yasalaştığından, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen
(2) numaralı fıkranın iptali istenen (a) bendine ek olarak (b), (c), (ç) ve (d)
bentleri de aynı gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet
ilkesi ile Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında 'hukuk devleti' ilkesine de yer verilmiştir. Hukuk devletinde,
Anayasanın açık kurallarıyla birlikte, hukukun bilinen temel ve evrensel
ilkelerine de uygun davranılması gerekir.
Hukuk devleti ilkesi, yasaların kamu yararına dayanması gereğini
de kapsamaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düşüncesi olmaksızın başka
deyimle yalnızca özel çıkarlar veya yalnızca belli kişilerin yararına olarak
herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır.
6353 sayılı Kanunun45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, kamu kaynaklarını
usulsüz ve savurganca kullanmayı yönetsel bir hak olarak gören ve hesap verme
sorumluluğundan kaçan yüksek bürokratlar/üst yöneticiler ile yürütme organının
yararına ve halkın/kamunun zararına düzenlendiği açık olduğundan (2) numaralı
fıkranın iptali istenen düzenlemelerinin tamamı Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere,6353 sayılı Kanunun45
inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrasının (a) bendinin'Söz konusu hesap ve işlemler dışında kalan
diğer işlem ve faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez.
Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına ilişkin denetlenen kamu idaresi ile
ortayaçıkan görüşfarklılıklarının nasıl giderileceği hususu Sayıştay tarafındançıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.' şeklindeki ikinci ve üçüncü tümceleri, Anayasanın 2
nci, 7 nci, 87 nci, 112 nci, 123 üncü ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan
iptali gerekir.
b) (b) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasının (b) bendiyle,
denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde; kamu idarelerinin gelir,
gider ve mallarıile bunlara ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin
denetiminde; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan
karar veya yapılan işve işlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve
göstergelere uygun olmasına rağmen, yönetsel bakımdan gerekliliği,ölçülülüğü,
etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığıyönünde
görüşveöneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu
düzenlenemeyeceği; denetim raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli
bir işve işlemin yapılmasınıveya belirli bir politikanın uygulanmasınızorunlu
kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak
görüşve talep içeren rapor düzenlenemeyeceği kuralı getirilmektedir.
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 48 inci maddesinde, kamu
idarelerinin hesap ve işlemlerinin denetimi sırasında mevzuata aykırılığından
dolayı kamu zararına yol açan bir husus tespit edildiğinde denetçiler
tarafından sorumluların savunmaları alınarak 'yargılamaya esas rapor'
düzenleneceği belirtildiğine göre, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine
eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendiyle yapılan düzenlemeyle 'yerindelik
denetimi'nin arkasına sığınılarak, Sayıştayın 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı
Sayıştay Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri
gereğince TBMM'ye sunacağı Sayıştay Raporlarının içinin boşaltılmasının
ötesinde TBMM'ye hiç sunulamaması hatta sunulmaması amaçlanmaktadır.
Yerindelik denetimi, yargı yetkisi kullanan bağımsız mahkemelerin
verdikleri yargı kararlarına ilişkin hukuksal bir terimdir. Nitekim, Anayasanın
'Yargı yolu' başlıklı 125 inci maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra
dördüncü fıkrasında, 'Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka
uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi
şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve
esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.'
kuralına yer verilmiştir. Bu bağlamda, Sayıştay açısından yerindelik denetimi,
ancak sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme bağlanmasında, başka bir
anlatımla yargısal nitelikteki kararlarında söz konusu olabilir.
Oysa, bağımsız denetçilerce yerine getirilen raporlamaya ilişkin
denetimin varlık nedeni, görüş, tavsiye ve taleplerle sonuçlanması ve yasama
organı tarafından kabul görenlerin izlenmesidir. Görüş, tavsiye ve talep
içermeyen denetim raporu hazırlansın demek, hiç denetim raporu hazırlanmasın
demektir.
Çünkü, denetim, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir zaman ve hiçbir
yerde kendi başına bir amaç olmamış, daima ve her zaman yönetimin bir unsuru
olagelmiştir. Yönetim üzerine yapılan bilimsel çalışmaların tamamının hedefi,
verimliliği artırmanın yollarını aramak olmuştur.
Geleneksel yönetim kuramları temelini, endüstriyel verimliliği
artırmayı hedefleyen Frederick W. Taylor'un 1911 yılında yayınlanan Bilimsel
Yönetim İlkeleri(The Principles of Scientific Management) isimli makalesinden
almakla birlikte esas olarak Henri Fayol'un 1925 yılında yayınlanan Genel ve
Endüstriyel Yönetim (General and İndustrial Management) kitabındaki POCCC
(planning-planlama, organizing-organizasyon kurma, commanding-yönetme,
co-ordinating- koordinasyon sağlama, controlling-kontrol etme) modeli üzerine
kurulmuştur.
ABD'nin yönetsel sorunlarını incelemek ve yapılacak düzenlemeleri
önermek amacıyla kurulan ve Luther H. Gulick'in de üyesi bulunduğu Başkanlık
Kamu Yönetimi Kurulu (President's Committee on Administrative Management),
tarafından hazırlanan ve Aralık 1936'da Başkana sunulan raporda, yönetimin ilkeleri
POSDCORB (planning-planlama, organizing-örgütleme, staffing-personel yönetimi,
directing-yönlendirme, co-oordicating-eşgüdümleme, reporting-denetim,
budgeting-bütçeleme) olarak belirlenmiş; 1937 yılında ise, Luther H. Gulick ve
Lyndall Urwick tarafından yazılan İdare ilmi Üzerine İncelemeler (Papers on the
Science of Administration) isimli eserde POSDCORB modeli geliştirilmiştir.
Geleneksel yönetim kuramlarında dahi denetim, sadece hataları
arama, yanlışları bulma, sorumlulukları tespit etme ve verimsizliği raporlama
üzerine inşa edilmemiş, denetim raporlarındaki geri bildirimler yoluyla hata,
yanlış ve eksikliklerin giderilmesi ve verimliliğin artırılması için yönetime
yol göstermesi işlevi de yüklenmiştir.
1970'lerin petrol krizi sonrasında açığa çıkan küresel krizin
reçetesi olarak piyasaların (para, sermaye, mal, hizmet, dış ticaret, işgücü)
kuralsızlaştırılarak ekonominin devlet müdahalesinden arındırılması, kamu
malvarlığının özelleştirilmesi, sosyal devletin tasfiyesi üzerine oturan ve kar
hadlerini küresel düzeyde yükseltmeyi amaçlayan neoliberal/yenisağ politikalar
uygulamaya konmuştur.
Neoliberal politikaların egemenliği ile eş zamanlı ve ona paralel
olarak Yeni Kamu Yönetimi (YKY) anlayışı doğmuştur. Refah devleti kuram ve
uygulamalarının temel dayanaklarının ortadan kaldırılması ve kamu yönetiminin
serbest piyasa ekonomisi ile özel sektör felsefesine oturtulmasını misyon
edinen YKY anlayışı, kamu yönetimini 3E olarak nitelendirdiği, verimlilik
(efficiency), etkililik (effectiveness) ve tutumluluk (economy) ilkeleri
üzerine bina etmiştir.
Kamu yönetimindeki paradigma değişimi ile birlikte devletin
toplumsal yaşamdaki rolü 'etkin devlet' olarak belirlenmiştir. Etkin devlet,
toplumsal yaşamda devletin klasik fonksiyonlarına geri çekilmesi, hukukun
üstünlüğü ve halkın yönetime katılma olanaklarının artırılması olarak sunulmuş
ve buradan yeni bir yönetim ve aynı zamanda kalkınma modeli olarak good
governance (iyi yönetişim) türetilmiştir.
Türkçe'ye 'yönetişim' olarak çevrilen 'governance' kavramı, halka
açık özel şirketlerin üst yönetimi (yönetim kurulu ve CEO) ile hissedarları
arasında yaşanan yönetim-mülkiyet gerginliğindeki temsile ilişkin sorunlar ile
yönetimin şirket kaynakları ile yürütme gücünü kişisel çıkarları doğrultusunda
kullanma eğilimlerine karşı, azınlık hissedarların da yönetime katılımının
öngörüldüğü ve yönetimin tüm iş, işlem ve faaliyetlerinin saydamlık ve hesap
verebilirlik ilkelerine dayandırılarak şirketin ve hissedarların haklarının
güvence altına alınmaya çalışıldığı bir yönetim tarzı bağlamında ortaya
çıkmıştır.
Bir işletme yönetimi tekniği olarak geliştirilmiş bulunan şirket
yönetişiminden (corporate governance), Dünya Bankası (DB) bir kalkınma modeli
olarak kamusal yönetişimi türetmiştir.
DB, 'Sub-Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth' (Aşağı
Sahra Afrikası: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye) adındaki 1989 tarihli
Raporunda, Aşağı Sahra Afrika'sı ülkelerine kullandırdığı yapısal uyum
kredilerini etki ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmiş ve yapısal uyum
programının başarısızlığını, 'governance krizi' ile gerekçelendirerek programın
başarıya ulaşarak kalkınmanın sağlanabilmesi için ekonomik kaynakların yönetimi
ile siyasal gücün kullanılma biçiminde 'good governance' önermiştir.
DB'nın 1992 yılında yayınladığı 'Governance and Development'
(Yönetişim ve Kalkınma) isimli raporunda yönetişim, 'kalkınmak amacıyla,
ülkenin ekonomik ve beşeri kaynaklarının yönetiminde iktidarın kullanılma
biçimi' olarak tanımlanmış ve katılımcı kamusal yönetişim, (i) kamu sektörü
reformu, (ii) hesapverebilirlik, (iii) kalkınmanın yasal çerçevesi, (iv)
saydamlık ve bilgilendirme olmak üzere dört temel ilke üzerine inşa edilmiştir.
DB açısından 'iyi yönetişim' katılımcı yönetim ile özdeştir ve
devletin ekonomik/mali konulardaki kamusal karar alma ve uygulama yapı ve
süreçlerine, bu karar ve uygulamalardan etkilenen kesimlerin fiili
katılımlarının sağlanmasına dayanmaktadır.
Yönetişim modeli ile yönetim tek boyutlu olmaktan çıkarılarak
yöneten ve yönetilenler için aktif rollerin olduğu birlikteliğe evrilmiştir.
Hesap verebilirlik, yetki verilerek ekonomik kaynak tahsis edilen
yönetsel birimlerin, söz konusu yetkiler ile kaynakları, belirlenen amaç ve
hedefler doğrultusunda ne derece kurallara uygun, verimli, etkili ve tutumlu
kullandıklarının raporlara dayalı olarak ortaya konması sorumluluğudur. Hesap
verebilirliğin sağlanabilmesi için performansa dönük ve sonuç odaklı bir mali yönetim,
dışsal performans denetimi ve denetim sonuçlarının değerlendirilmesi sonucu
elde edilecek bulguların mali kararların alınması ve uygulanmasında
kullanılmasını öngören işlevsel yapı öne çıkarılmıştır.
Saydamlık ilkesi, kamu yönetiminin hesap verebilirliğinin ön
şartıdır ve 'good governance' modelinde, yönetimin ekonomik ve mali sonuç
doğuran tüm iş, işlem, eylem ve faaliyetleri ile bunlara ilişkin karar alma ve
uygulama süreçlerinin aleni olması, kaynak kullananların görev, yetki ve
sorumluluklarının önceden belirlenmesi ve belirlenen amaç ve hedefler ile
uygulama ve denetim sonuçlarına ilişkin bilgilerin düzenli, anlaşılabilir ve
güvenli bir biçimde raporlanması anlamına gelmektedir.
Bilgilendirme ilkesi ise, özel sektör için yatırılabilir kaynaklar
bağlamında hayati öneme sahip olan istihdam, enflasyon, dış açık gibi makro
ekonomik dengeler, hükümet programları, finansal piyasalar, kamu harcama,
vergi, borçlanma, sosyal yardım ve sosyal güvenlik politikaları gibi iktisat
politikası alanlarındaki bugünün yapı, hedef ve uygulamalarına ilişkin bilgiler
yanında, geleceğe ilişkin yapı ve hedeflerin ve bu anlamda hükümetlerin ya da
kamu kurumlarının gelecekte ne yapmaya niyetli olduklarının saydamlık ilkesini
tamamlar şekilde önceden kamuoyunun bilgisine sunularak kamunun yükümlülük
altına sokulmasını içermektedir.
DB yukarıdaki ilkeler üzerine inşa ettiği 'iyi yönetişimi',
öngörülebilir, aleni ve saydam siyasa oluşturma sürecine; profesyonel
bürokrasiye; eylemlerinden sorumlu yürütmeye; kamu işlerine katılan güçlü bir
sivil topluma ve bunların tamamının hukuka uygun davranmasına vurgu yapan bir
kavramsallaştırma olarak tanımlamaktadır.
DB tarafından geliştirilen ve süreç içinde Uluslararası Para Fonu
(IMF), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) ve Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP) gibi uluslararası ekonomik ve mali kuruluşlarca
benimsenerek katkı sağlanan yönetişim modeline 1990 sonrasında çok önemli
işlevler yüklenmiştir. Sovyetler Birliği'nin çökmesi sonrasında bağımsızlığına
kavuşan ülkelerin Batı'ya entegrasyonunun sağlanması ile IMF ve DB'nın
kullandırdığı kredilerde ve kredilendirdiği ülkelerin uygulamalarının
değerlendirilmesinde iyi yönetişim modeli esas alınmıştır.
AB'nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu 2001 yılında 'White
Paper on European Governance' (Avrupa Yönetişimi Beyaz Kitabı) yayınlamış ve
yönetişimi, görev ve yetkilerin AB düzeyinde yürütülmesini etkileyen kural,
süreç ve davranışlar olarak tanımlayarak saydamlık, katılımcılık, hesap
verebilirlik, etkililik ve tutarlılık olmak üzere beş ilke üzerine inşa
etmiştir. Beyaz Kitabın önemi, içeriğindeki yönetişim modelinin AB Katılım
Süreci müzakerelerinde aranıyor olmasıdır.
Türkiye'de kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasının yapı
taşları olan bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurullara ilişkin yasalar ile
'Kamu Yönetimi Reformu' kapsamında yasalaşan özellikle 4982 sayılı Bilgi Edinme
Hakkı Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanunu, 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu, 5393 sayılı
Belediye Kanunu, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve
Görevleri Hakkında Kanun, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 6328 sayılı Kamu Denetçiliği
Kurumu Kanunu ile 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden
Yapılandırılması Hakkında Kanun, yönetişim modeli esas alınarak hazırlanmıştır.
Bu yasalar içinde yönetişim modelini bütünüyle yansıtan ve
ilkeleriyle birlikte taşıyan iki yasadan, kamu mali yönetimi ve kontrolünü
düzenleyen 5018 sayılı Kanun yürürlüğe girerken; kamu idaresi ile yönetimini
konu alan 5227 sayılı Kanun ise Sayın Cumhurbaşkanının 3 Ağustos 2004 tarihinde
kısmen veto ederek TBMM'ye iade etmesi nedeniyle yürürlüğe girmemiştir.
Stratejik planlama, performans programı, orta vadeli program, orta
vadeli mali plan, performans esaslı bütçe, çok yıllı bütçeleme, faaliyet
raporu, mali istatistik, iç kontrol, dış denetim gibi yapı ve süreçler ile mali
saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık gibi ilkeler hukuk sistemi ile mali
literatürümüze 5018 sayılı Kanunla girmiştir. Dahası, söz konusu yapı ve
süreçler, DB'nın 'good governance' modelinden aynen alınırken, ilkeleri birebir
örtüşmenin yanında aynı anlam ve işlevler yüklenmiştir.
Mali mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen ve kamu mali
yönetimi ile mali kontrolünü konu edinen 5018 sayılı Kanunun 'Amaç' başlıklı 1
inci maddesindeki, 'Bu Kanunun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer
alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve
verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve
malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini,
kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin
muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.'
ifadeleri bu saptamayı doğrulamaktadır.
Mali sistemin temelini oluşturan aşağıdaki hükümler, 'good
governance' modelinin ilkeleriyle birebir örtüşmektedir:
'Saydamlık' ve 'bilgilendirme' ilkeleri bağlamında; her türlü kamu
kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla
kamuoyunun zamanında bilgilendirilmesi (md. 7/1); ve bu amaçla; görev, yetki ve
sorumlulukların açık olarak tanımlanması (7/1-a), hükümet politikaları,
kalkınma planları, yıllık programlar, stratejik planlar ile bütçelerin
hazırlanması, yetkili organlarda görüşülmesi, uygulanması ve uygulama sonuçları
ile raporların kamuoyuna açık ve ulaşılabilir olması 7/1-b), genel yönetim
kapsamındaki kamu idareleri tarafından sağlanan teşvik ve desteklemelerin bir
yılı geçmemek üzere belirli dönemler itibarıyla kamuoyuna açıklanması 7/1-c)
mali saydamlık ilkesinin; merkezî yönetim bütçesinin hazırlanma sürecinin,
Bakanlar Kurulunun kalkınma planları, stratejik planlar ve genel ekonomik
koşulların gerekleri doğrultusunda makro politikaları, ilkeleri, hedef ve
gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca hazırlanan orta vadeli programı kabul
etmesiyle başlaması (md. 16/2); ve orta vadeli program ile uyumlu olmak üzere,
gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte hedef
açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içeren
ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan orta vadeli malî planın, Yüksek
Planlama Kurulu tarafından karara bağlanması ve orta vadeli program ile mali
planın Resmî Gazetede yayımlanması (md. 16/3) bilgilendirme ilkesinin
gereğidir.
'Katılımcılık' ilkesi bağlamında; kamu idareleri; kalkınma
planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler
çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik
amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş
olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini
yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlamakla yükümlüdürler
(md. 9/1).
'Hesapverebilirlik' ilkesi bağlamında; kamu maliyesinin kamu
görevlilerinin hesap verebilmesini sağlayacak şekilde uygulanması (md. 5/1-b)
ve kamu mali yönetiminin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun
şekilde yürütülmesi kamu maliyesinin temel ilkeleri arasındadır (md. 5/1-d).
Öte yandan, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli
ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun
olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden,
raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından
sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır (md. 8).
'Siyasi hesapverebilirlik' ögesi bağlamında, bakanlar, hükümet
politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili
ve ilişkili kuruluşların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma
planlarına, yıllık programlara uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu
çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan
sorumludur (md. 10/1). Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı sorumludurlar (md. 10/2).
'Yönetsel hesapverebilirlik' ögesi bağlamında; üst yöneticiler,
idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık
programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet
gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları
altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesi ve kullanımını
sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve
kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen
görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise
meclislerine karşı sorumludurlar (md.11/2).
'Mali hesapverebilirlik' ögesi bağlamında; harcama yetkilileri,
harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler
ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli
kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer işlemlerden
sorumludur (md. 32/2); gerçekleştirme görevlileri, harcama talimatı üzerine;
işin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin
yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması
görevlerini yürütürler (md. 33/2); gerçekleştirme görevlileri, bu Kanun
çerçevesinde yapmaları gereken iş ve işlemlerden sorumludurlar (md. 33/4); kamu
gelirlerinin tarh, tahakkuk, tahsiliyle yetkili ve görevli olanlar, ilgili
kanunlarda öngörülen tarh, tahakkuk ve tahsil işlemlerinin zamanında ve
eksiksiz olarak yapılmasından sorumludur (md. 38); kamu idarelerine ait malları
edinme, kiralama, tahsis, yönetim, kullanma ve elden çıkarma işlemleri,
mevzuatında öngörülen kurallar dahilinde hizmetin amacına uygun olarak
verimlilik ve tutumluluk ilkesine göre yapılır. Bu ilkeye aykırı eylem ve
işlemlerden doğacak zararlardan, malların yönetimi veya kullanılması hususunda
yetki verilenler sorumludur (md. 48/2).
5018 sayılı Kanunda sadece saydamlık, bilgilendirme, katılımcılık
ve hesapverebilirlik ilkeleri kurallaştırılmamış; bunun yanında
hesapverebilirliğin sağlanması için gerekli mekanizmalar da kurulmuştur.
Bu bağlamda; Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen
harcama yetkilileri, hesapverme sorumluluğu çerçevesinde, idarelerinin faaliyet
sonuçlarını gösteren idare faaliyet raporu hazırlayarak kamuoyuna açıklar;
merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumları idare
faaliyet raporlarının birer örneğini Sayıştaya ve Maliye Bakanlığına gönderir
(md. 41/1). Mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet raporlarının birer
örneği Sayıştay ve İçişleri Bakanlığına gönderilir (md. 41/2).
Merkezî yönetim kapsamındaki idareler ile sosyal güvenlik
kurumlarının bir malî yıldaki faaliyet sonuçları, Maliye Bakanlığınca
hazırlanacak genel faaliyet raporunda gösterilir. Bu raporda, mahallî
idarelerin malî yapılarına ilişkin genel değerlendirmelere de yer verilir.
Maliye Bakanlığı, genel faaliyet raporunu kamuoyuna açıklar ve bir örneğini
Sayıştaya gönderir (41/3).
İçişleri Bakanlığı, mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet
raporlarını esas alarak kendi değerlendirmelerini de içeren mahallî idareler
genel faaliyet raporunu hazırlar ve kamuoyuna açıklar. Raporun birer örneği
Sayıştaya ve Maliye Bakanlığına gönderilir (md. 41/2)
Kesin hesap kanunu tasarısı, muhasebe kayıtları dikkate alınarak,
merkezî yönetim bütçe kanununun şekline uygun olarak Maliye Bakanlığınca
hazırlanır. Bu tasarı, bir yıllık uygulama sonuçlarını karşılaştırmalı olarak
gösteren değerlendirmeleri içeren gerekçesiyle birlikte izleyen malî yılın
Haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulur ve bir örneği Sayıştaya gönderilir (md. 42/2).
Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî
istatistikler, Maliye Bakanlığınca derlenir. Merkezî yönetim kapsamı dışındaki
kamu idareleri malî istatistiklerini belirlenmiş ilkelere uygun olarak hazırlar
ve belirlenen süreler içinde Maliye Bakanlığına gönderir (md. 53/1).
Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî
istatistikler, Maliye Bakanlığınca aylık olarak yayımlanır. Sosyal güvenlik
kurumları ve mahallî idarelere ait malî istatistikler ile merkezî yönetim
kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler Maliye Bakanlığınca
birleştirilerek, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî
istatistikler elde edilir ve üçer aylık dönemler itibarıyla yayımlanır (md.
53/2).
Öte yandan, 5018 sayılı Kanunda Sayıştay tarafından yapılacak dış
denetimin amacı belirlenmiş; türleri genel hatlarıyla ortaya konmuş; TBMM'ye
sunacağı raporlar sayılmış ve TBMM'nin kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme
sorumluluklarını görüşmesi kurallaştırılmıştır.
Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası dış denetimin amacı,
genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu
çerçevesinde, yönetimin malî faaliyet, karar ve işlemlerinin; kanunlara,
kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının
Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlanmasıdır (md. 68/1).
Düzenlilik denetimi, genel kabul görmüş uluslararası denetim
standartları dikkate alınarak; kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin
belgeler temelinde, malî tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin malî
denetim ile kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin malî
işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının
tespiti suretiyle gerçekleştirilir (md. 68/2-a).
Performans denetimi, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve
verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi suretiyle
gerçekleştirilir (md. 68/2-b-tümcenin ilk kısmı).
Performans ölçümü, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans
bakımından değerlendirilmesi suretiyle gerçekleştirilir (md. 68/2-b-tümcenin
ikinci kısmı).
Sayıştay, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri için
düzenleyeceği genel uygunluk bildirimini, kesin hesap kanun tasarısının
verilmesinden başlayarak en geç yetmiş beş gün içinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunar.
Genel uygunluk bildirimi; dış denetim raporları, idare faaliyet
raporları ve genel faaliyet raporu dikkate alınarak hazırlanır.
Kesin hesap kanunu tasarısı ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca
sonuçlandırılmamış denetimleri önlemez ve hesapların kesin hükme bağlandığı
anlamına gelmez (md. 43).
Sayıştay denetimleri sonucunda düzenlenen düzenlilik denetimi,
performans denetimi ve performans ölçümü raporları, idareler itibariyle bir
araya getirilir ve bir örneği ilgili kamu idaresine verilerek üst yönetici
tarafından cevaplandırılır (md. 68/4- ilk tümce).
Sayıştay, denetim raporları ve bunlara verilen cevapları dikkate
alarak düzenleyeceği dış denetim genel değerlendirme raporu (md. 68/4-ikinci
tümce) ile mahalli idarelerin raporları hariç idare faaliyet raporlarını,
mahallî idareler genel faaliyet raporunu ve genel faaliyet raporunu, dış
denetim sonuçlarını dikkate alarak görüşlerini de belirtmek suretiyle Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunar (md. 41/4-ilk tümce).
Bir yıla ait malî istatistikler izleyen yılın Mart ayı içinde;
hazırlanma, yayımlanma, doğruluk, güvenilirlik ve önceden belirlenmiş
standartlara uygunluk bakımından Sayıştay tarafından değerlendirilir ve bu
amaçla düzenlenen değerlendirme raporu Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Maliye
Bakanlığına gönderilir. Bu raporda yer alan değerlendirmelere ilişkin olarak
Maliye Bakanı gerekli önlemleri alır (md. 54).
Sayıştay'ın dış denetim (düzenlilik denetimi, performans denetimi
ve performans ölçümü) sonuçlarını dikkate alarak görüşlerini de belirtmek
suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu, idare faaliyet raporları,
mahallî idareler genel faaliyet raporu ve genel faaliyet raporu ve değerlendirmeler
çerçevesinde TBMM, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin
olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşür. Bu
görüşmelere üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla
birlikte katılması zorunludur (md. 41/4-ikinci tümce).
İptali istenen düzenleme ile 5018 sayılı Kanunla kurulan
hesapverebilir kamu mali yönetimi sistemi, Sayıştay denetimine getirilen
ölçüsüz sınırlama üzerinden bir bütün olarak çökertilmektedir.
Sayın Başbakan sık sık, 'Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz.'
cümlesini dile getirmektedir. Gerçekte ise AKP iktidarlarının seçilmişleri
Başbakan üzerinden atanmışların kulu haline getirdiği apaçık bir gerçekliktir.
Bunun en belirgin örneğini 6085 sayılı Sayıştay Kanunu ile anılan Kanunda
yapılan ve iptali istenen değişiklikler oluşturmaktadır.
832 sayılı Sayıştay Kanununa 04.07.1996 tarihli ve 4149 sayılı
Kanunun 8 inci maddesiyle eklenen ek 10 uncu maddeye dayanarak Sayıştay
tarafından INTOSAI Denetim Standartlarına göre hazırlanan Türkiye'de İçme Suyu
Yönetimi, Türkiye'de Gıda Denetimi, TÜBİTAK'ın AR-GE Destek Faaliyetleri,
Karadeniz Sahilyolu Projesi, Deriner Barajı Projesi ve Türkiye'de Hafif Raylı
Sistemler isimlerini taşıyan 6 adet performans denetimi raporunun hazırlanması
ve kurum görüşlerinin alınması için ilgili kamu kurumlarına gönderilmesi
aşamasında, raporlarda yer alan kaynakların ekonomik, verimli ve etkin
kullanılmadığı saptamaları yanında çok büyük miktarlara varan kamu zararları
oluştuğuna yönelik bulgulardan yüksek bürokrasi ile yürütme organının haberi
olması üzerine, yüksek bürokratlar ile yürütme organının istem ve
yönlendirmesiyle 6085 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında
AKP Grup Başkanvekillerinin verdiği bir önergeyle Sayıştay'ın 1996 yılından bu
yana sürdürdüğü performans denetimi yapma ve dolayısıyla TBMM'nin yürütme
organını kamu kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu
bağlamında denetleme yetkisi TBMM'nin AKP'li üyelerinin oylarıyla elinden
alınmıştır. Başka bir anlatımla TBMM, yürütme organı ile idareyi kamu
kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu bağlamında
denetleme yetkisini, yürütme organı ile yüksek bürokratları öyle istiyor ve
Başbakan da bunu tasvip ediyor diye kullanmaktan vaz geçmiştir.
6085 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ve dolayısıyla Sayıştay'ın
6085 sayılı Kanunda TBMM'ye sunulması öngörülen raporlar bağlamında kamu
idareleri nezdinde 'düzenlilik denetimi' yapmaya başlayarak çok önemli denetim
bulgularına ulaşmasıyla birlikte ise, bu defa yine yüksek bürokrasi ile yürütme
organının talepleri doğrultusunda Sayıştay'ın düzenlilik denetimine bırakınız
Anayasa ile INTOSAI Denetim Standartlarını, en ilkel yönetim ve denetim
anlayışına sığmayan sınırlamalar getirilerek Sayıştay denetimi ve dolayısıyla
yürütme organının yasama organına hesap verme sorumluluğu ile yasama organının,
yürütmenin bildirimleri ve Sayıştay raporları üzerinden yürütmenin hesap verme
sorumluluğunu görüşmesi, adı olan fakat kendisinin esamisi okunmayan bir
sıradanlığa indirgenmiştir.
Bilinen tarihsel bir gerçeği yinelemekte yarar bulunmaktadır:
Parlamentolar, savurgan ve keyfi harcamalarda bulunan yürütme makamlarına karşı
vergi mükelleflerinin temsilcileri olarak doğmuş ve bu işlevlerini kabul
ettirerek var olabilmişlerdir. Günümüzün temsili demokrasilerinin temelinde,
halkın temsilcilerinin kamu gelir ve giderlerinin saptanmasında söz ve karar
sahibi olabilmek ve hesap verebilir bir kamu yönetimi oluşturabilmek için
yürütme makamlarına karşı bütçe hakkı bağlamında sürdürdükleri mücadele
yatmaktadır.
Halktan toplanan vergilerin nasıl harcandığını denetleme hakkı
demokratik yönetimlerin temel taşlarından biridir. Tüm demokrasilerde olduğu
üzere Türkiye'de de bu denetimin yurttaşlar adına onlar tarafından seçilmiş temsilciler,
Parlamento üyeleri tarafından gerçekleştirilmesi gerekir.
Hükümetin parayı toplamadan, ödünç almadan veya harcamadan önce
Parlamentonun onayını alması; kamu gelirlerini harcadıktan sonra ise, bunları
Parlamentonun verdiği izin çerçevesinde, doğru miktarlarda, mevzuata uygun
şekilde, verimli, etkin ve tutumlu harcadığını gösterebilmesi gerekir.
Hükümetin iş, işlem, faaliyet ve eylemlerine yönelik olarak
parlamentoya raporlama ve yanıt verme yükümlülüğü hesap verme sorumluluğu
olarak adlandırılmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83,
K.2010/121 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, 'Yasama organının, halk
adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama
konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını
denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. (') Bu hak, demokratik parlamenter
yönetim sistemini benimsemiş olan ülkelerde, halk tarafından seçilen
temsilcilerden oluşan ve en yetkili organ olan yasama organına ait
bulunmaktadır. Bütçe, hükümetin Meclis'e karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır.
(')
Bütçe yapısının fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe
ilkelerine uyulması ile mümkün olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin
hazırlanması, görüşülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili
olarak göz önünde bulundurulması gereken kuralları ifade eder. Bu ilkeler,devlet
bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleşmesi için uygulanması
zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş klasik maliye biliminin
ilkeleridir.'
Bütçe uygulamaları ile yürütme organının bütçe uygulama
sonuçlarına ilişkin bildirimlerinin denetiminin özel uzmanlık gerektirmesi
nedeniyle, tüm demokratik ülkelerde Sayıştaylar kurulmuş ve yasama organı bütçe
hakkından kaynaklanan yürütmenin hesap verme sorumluluğunu Sayıştay raporlarını
temel alarak denetlemiştir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararında belirtildiği
üzere, nasıl ki bütçenin hazırlanması, görüşülüp onaylanması, uygulanması ve
denetlenmesi ile ilgili bütçenin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleşmesi
için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüş
ilkeler var ise parlamento denetimine bulgu ve veri sağlayan Sayıştay denetimi
konusunda da uluslararası alanda kabul edilmiş temel ilke ve standartlar
vardır.
Bunların başında Uluslararası Sayıştaylar Örgütü (INTOSAI) Denetim
Standartları gelmektedir.
INTOSAI, Sayıştay denetimini geliştirmek ve ilerletmek, üyeleri
arasında bilgi ve deneyim paylaşımı sağlamak, Sayıştay denetimleri için
kurumsal çerçeve ve standartlar oluşturmak üzere Küba Sayıştay Başkanının
girişimi üzerine 34 Sayıştay'ın katılımıyla 1953 yılında kurulmuştur.
Özerk ve siyasetten bağımsız bir organizasyon olan INTOSAI'nin
Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC)'ne özel danışmanlık
statüsü bulunmakta ve günümüzde aralarında asıl üye olarak Türkiye'nin de yer
aldığı 190 asıl ve 4 bağlı üyesi bulunmaktadır.
INTOSAI Denetim Standartları'ndan 1.0.40 nolu DS;
'Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun
denetimi ile ilgili olup şunları kapsar:
a) İdari faaliyetlerinin tutumluluğunun sağlıklı idari prensip ve
uygulamalar ile yönetim politikalarına göre denetlenmesi;
b) İnsan, mali ve diğer kaynakların kullanımındaki verimliliğin,
bilgi sistemleri, performans ölçüleri ve gözetim düzenlemeleri ve denetlenen
kurumlarca belirlenen eksiklikleri gidermek için izlenen yöntemlerin
incelenmesi de dahil olmak üzere denetlenmesi;
c) Denetlenen kuruluşların hedeflerine ulaşma yönündeki
performanslarının etkinliğinin ve kurum faaliyetlerinin yarattığı gerçek
etkinin amaçlanan etkiyle kıyaslanmak suretiyle denetlenmesi.'
şeklindedir.
Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun bilimsel
bir metodoloji temelinde değerlendirilmesidir ve denetimin metodolojik
çerçevesi ile nasıl yapılacağı INTOSAI Performans Denetimi Rehberi ile ortaya
konmuştur.
Türk Sayıştayının INTOSAI Denetim Standartları ve metodolojisi
temelinde performans denetimi yapma yetkisi, 6085 sayılı Kanunla elinden
alınmış ve söz konusu düzenlemenin iptali için CHP Anayasa Mahkemesine iptal
davası açmıştır. İptal davası bugüne kadar sonuçlanmamıştır.
Sayıştayın performans denetimi yapma yetkisinin elinden alınması;
verimlilik, etkinlik ve tutumluluğu INTOSAI'nın1.0.40 nolu DSve INTOSAI
Performans Denetimi Uygulama Rehberindeki metodoloji çerçevesinde
denetleyemeyeceği şeklinde anlaşılabilirse de bu durum Sayıştayın verimlilik,
etkinlik ve tutumluluğu hiç değerlendiremeyeceği anlamına gelmemektedir.
Çünkü, 5018 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, Kanunun amacı 'kamu
kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve
kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak' şeklinde
ortaya konmuş; 5 inci maddesinin (b) bendinde kamu maliyesinin kamu
görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlayacak şekilde uygulanacağı, (d)
bendinde, kamu mali yönetiminin TBMM'nin bütçe hakkına uygun şekilde
yürütüleceği, (g) bendinde, kamu idarelerinin mal ve hizmet üretimi ile
ihtiyaçlarının karşılanmasında, ekonomik veya sosyal verimlilik ilkelerine
uygun olarak maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer
ekonomik ve sosyal analizlerin yapılmasının esas olduğu kanunun temel ilkeleri
arasında sayılmış; 8 inci maddesinde, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi
ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik,
verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından,
muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için
gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu ve yetkili kılınmış mercilere hesap
vermekle yükümlü kılınmış; 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, Bakanlar, kamu
kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından başbakana ve TBMM'ne
karşı sorumlu tutulmuştur.
Ayrıca, 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 'Sorumlular ve sorumluluk
halleri' başlıklı 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bu Kanunun
sorumlular ve sorumluluk halleri uygulamasında 5018 sayılı Kanunda belirtilen
sorumlular ve sorumluluk hallerinin esas olduğu belirtildikten sonra (2)
numaralı fıkrasında, 'Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve
kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar; kaynakların etkili, ekonomik,
verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından,
muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için
gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur. Bu sorumluluğun yerine getirilip
getirilmediği Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak Sayıştay raporlarında
belirtilir. Kamu zararına sebep olunan durumlar ise bu zararın tazminine
ilişkin hükme bağlama işlemi ile sonuçlandırılır.' denilirken; (5) numaralı
fıkrasında ise, Bakanların, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı sorumlu oldukları kuralına yer verilmiştir.
Yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan
karar veya yapılan işve işlemlerin mevzuata uygun olması genel kuraldır ve
mevzuata aykırı karar, iş, işlem veya faaliyetlerden dolayı bir kamu zararı
oluşmuş ise, 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre denetçiler tarafından
sorumluların savunmaları alınarak 'Yargılamaya esas rapor' düzenlenmesi ve 49
uncu maddesine göre de yargılama dairelerinde hükme bağlanması gerekmektedir.
Dolayısıyla, mevzuata aykırılıktan kaynaklanan kamu zararı, bakanlar ile üst
yöneticilerin hesap verme sorumluluklarına konu oluşturmamaktadır.
Hesap verme sorumluluğuna ilişkin olarak 5018 sayılı Kanunun 8
inci, 10 uncu ve 11 inci maddesindeki hükümler ile 6085 sayılı Kanunun 7 nci
maddesindeki hükümler, hesap verme sorumluluğunun kapsamına etkili, verimli ve
ekonomiklik ölçütlerini aldığı; Sayıştay raporlarına ilişkin olarak 5018 sayılı
Kanunun 41 inci, 43 üncü, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı Kanunun
38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümlerde
verimlilik, etkililik ve ekonomiklik denetim kriteri olarak belirlendiği;
TBMM'nin yürütmenin hesap verme sorumluluğunu görüşmesine ilişkin olarak 5018
sayılı Kanunun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile 6085 sayılı Kanunun 38
inci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki hükümler, Sayıştay tarafından TBMM'ne
sunulacak Sayıştay raporlarındakamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılması bağlamında değerlendirmeler (görüş, öneri ve talepler) yer
almasını öngördüğü için;yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun
olarak alınan karar veya yapılan işve işlemlerin mevzuata uygun olmasına
rağmen, Sayıştayın yönetsel bakımdan gerekliliği,ölçülülüğü, etkililiği,
ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığıyönünde
görüş,öneri ve talepler içeren raporlar sunması hukuksal bir zorunluluktur.
Mevzuata aykırılıklar 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre
zaten yargılamaya esas raporun konusunu oluşturacağından, aksine düzenleme
Sayıştay'ın 5018 ve 6085 sayılı Yasalarda yer alan görevlerini yapmamasını ve
TBMM'ye Sayıştay raporu sunmamasını amaçlamaktadır.
Öte yandan, INTOSAI'nin 1.0.41 nolu DS; 'Uygulamada düzenlilik ve
performans denetimi üst üste gelebilir. Bu durumlarda sınıflandırma, yapılan
denetimin ana amacına dayandırılacaktır.'
şeklinde iken;
1.0.43 nolu DS; 'Bazı ülkelerde yürürlükteki anayasa veya ilgili
yasalar her zaman sayıştaya, yürütmenin mali yönetiminin etkinlik ve
verimliliğini denetleme yetkisi vermemektedir. Bu durumlarda idari kararların
uygunluğu ve yararı ile yönetimin etkinliğinin değerlendirilmesi, yönetim
hizmetlerinin organizasyonu görevini üstlenmiş olan ve yasama organı önünde
yönetimlerinden ötürü sorumlu bulunan Bakanlar içindir. Bu şartlarda yapılan
sayıştay denetimlerini, düzenlilik ve yasallık denetimlerinin ötesinde 'iyi
yönetim denetimi' şeklinde ifade etmek uygun olacaktır. Böyle bir denetimin
amacı; mali kaynakların kullanımındaki etkinlik ve verimliliğin eleştirel bir
yaklaşımla incelenmesinden çok, sağlıklı yönetim prensipleri ışığında kamu
harcamaları analizi yapmaktır. Denetimin iki türü olan düzenlilik denetimi ve
yönetim denetimi, karşılıklı olarak birbirini güçlendirdiği için, bu iki tip
denetim pratikte aynı anda yürütülebilir ve düzenlilik denetimi yönetim
denetimine zemin hazırlarken, yönetim denetimi de düzensizliğe sebebiyet veren
durumları düzeltebilir.'
şeklindedir.
Ayrıca, INTOSAI'nin 1.0.44 nolu DS'nda; 'Kamusal hesap verme
sorumluluğu; sayıştaya tanınan yetkiler, sayıştayı tüm kamu kurumlarında,
düzenlilik ve performans denetimini yürütmekle veya yürütülen denetimi
yönlendirmekle yetkili kıldığı ölçüde gelişmiş olacaktır.' denilerek,
verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun değerlendirilmesi ile kamusal hesap verme
sorumluluğu arasındaki doğrusal ilişki açıkça ortaya konulmuştur.
Bu bağlamda, Sayıştayın 5018 sayılı Kanun ile 6085 sayılı
Kanunlarda öngörülen etkinlik, verimlilik ve tutumluluğu performans denetimi
metodolojisi çerçevesinde olmasa da uygulamada düzenlilik ve performans
denetiminin üst üste gelebilme özelliği karşısında ve kamu idarelerinin mal ve
hizmet üretimi ile ihtiyaçlarının karşılamasında esas olan ekonomik ve sosyal
verimlilik ilkelerine uygun olarak yapacakları maliyet-fayda veya
maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer ekonomik ve sosyal analizler
temelinde en azından 'sağlıklı yönetim prensipleri ışığında kamu harcamaları
analizi yapmak' suretiyle düzenlilik denetimi kapsamında yapması, hem 5018
sayılı Kanun ile 6085 sayılı Kanunun zorunlu bir sonucu, hem de INTOSAI Denetim
Standartlarının bir gereğidir.
Diğer taraftan, INTOSAI'nin 1.0.45 nolu DS: 'Temel denetim
prensipleri: 'Sayıştaylar performans ölçülerinin geçerliliğini denetleyecek
teknikler geliştirmelidir.' şartını koyar.'
şeklinde iken;
1.0.46 nolu DS: 'Denetçilerin giderek genişleyen denetim rolleri
onları, denetlenen kurumların makul ve geçerli performans ölçüleri kullanıp
kullanmadıklarını denetleyebilecek teknikler ve metodolojiler geliştirmeye
iter. Denetçiler bunun için diğer disiplinlerdeki metodoloji ve tekniklerden
faydalanmalıdırlar.'
biçimindedir.
Bu bağlamda, Sayıştaya idarelerin hazırladığı hedefler ile
performans ölçü ve göstergelerine göre performans/faaliyet raporlarındaki
bilgilerin/verilerin mali denetim metodolojisine göre doğrulanmasıyla sınırlı
bir görev yüklenmesi, Sayıştayı TBMM adına denetim yapan ve yürütmenin hesap
verme sorumluluğunun Sayıştay raporları üzerinden görüşülmesini sağlayan
Anayasal bir denetim kurumu olmaktan çıkararak, idarelerin noteri konumuna
indirgeyen ve dolayısıyla 160 ıncı maddesi yanında INTOSAI Denetim Standartlarıyla
bağdaşmayan bir durumdur.
İdarelerin hazırladıkları faaliyet raporları ve bu raporlardaki
veriler, idarelerin oluşturdukları performans ölçüm sistemlerinin etkinliği ve
verimliliği; performansın her açıdan ölçülüp ölçülmediği; performans
göstergelerinin doğru şeyleri ölçüp ölçmediği; amaç, hedef, performans ölçüleri
ve çıktıların/sonuçların birbirleriyle bağlantı ve uyum derecesi; hedeflerin
uygunluğu ve somutluğu; performans bilgisinin güvenirliği; performans
ölçülerinin geçerliliği ve elverişliliği, vb. yönlerden Sayıştay denetimine
konu oluşturmayacaklar ve Sayıştay tarafından TBMM'ye sunulacak raporlar,
Sayıştay denetimi sonucunda ulaşılan bulgulara dayalı olarak geliştirilecek
görüş, öneri ve talepleri içermeyecek ise, TBMM'nin bütçe hakkı kapsamında TBMM
adına yapılan Sayıştay denetiminin hiçbir anlamı, işlevi ve gereği
kalmamaktadır. Bu durumda idarelerin faaliyet raporlarını doğrudan TBMM'ye
sunmaları, faaliyet raporlarının Sayıştay tarafından hiç denetlenmemesi ve
dolayısıyla Sayıştay adıyla bütçeden ödenek tahsis edilen bir kurumun da
olmaması gerekir.
Anayasanın 87 nci maddesinde, Bakanlar Kurulunu ve bakanları
denetlemek Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri arasında sayılırken;
'Görev ve siyasi sorumluluk' başlıklı 112 nci maddesinin birinci fıkrasında,
Başbakanın Bakanlar Kurulunun başkanı olarak Bakanlıklar arasında işbirliğini
sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği ve Bakanlar
Kurulunun bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olduğu kuralına yer verilmiş;
160 ıncı maddesinde ise, Sayıştayın merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu
idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile
mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyeceği belirtilmiştir.
Siyaset olgusu, Antik Yunan'dan günümüze kadar toplumsal
kaynakların üretimi ve bölüşümünü içeren bir çizgi üzerinde yürümüş ve
siyasetin konusunu devlet iktidarının ele geçirilerek kullanılması
oluşturmuştur.
Bu bağlamda, Anayasanın 112 nci maddesinde sözü edilen hükümetin
genel siyasetinin en önemli unsurunu bütçe oluşturmakta ve Bakanlar Kurulunun
birlikte sorumlu olduğu mercii de yasama organı olmaktadır. Çünkü, hükümetler
toplumsal kaynakların üretimi ve bölüşümü sürecine bütçe ile müdahale etmekte
ve ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi,
yatırımların teşvik edilmesi, ekonomik büyümenin sağlanması gibi iktisat ve
maliye politikaları kaynağını ve hukuksal temelini bütçeden almaktadır. Bütçe
hakkı ise parlamentonundur veAnayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve
E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, 'Yasama
organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri
harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve
sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir.'
6353 sayılı Kanunun45 inci maddesiyle 6085 sayılı Kanununun 35
inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendindeki,kamu idarelerinin
gelir, gider ve mallarıile bunlara ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve
işlemlerinin denetiminde; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun
olarak alınan karar veya yapılan işve işlemlerin mevzuata ve idarelerce
belirlenen hedef ve göstergelere uygun olmasına rağmen, yönetsel bakımdan
gerekliliği,ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri
gerekçelerle uygun bulunmadığıyönünde görüşveöneri içeren yerindelik denetimi
sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceği ile denetim raporlarında, kamu
idaresinin yerine geçerek belirli bir işve işlemin yapılmasınıveya belirli bir
politikanın uygulanmasınızorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini
sınırlayacak veya ortadan kaldıracak görüşve talep içeren rapor
düzenlenemeyeceğine ilişkin hükümler, Sayıştayın 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı
Sayıştay Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri
gereğince TBMM'ye sunacağı Sayıştay Raporlarının içinin boşaltılmasının
ötesinde TBMM'ye hiç sunulamaması hatta sunulmamasını amaçlayarak,TBMM'nin 5018
sayılı Kanunun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile 6085 sayılı Kanunun 38
inci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki hükümler çerçevesinde yürütmenin
hesap verme sorumluluğunu görüşmesini engellemeyi öngördüğü için Anayasanın 87
nci ve 112 nci maddesi ile 160 ıncı maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Sayıştayların raporlarını, iktidarı ve muhalefetiyle
siyasetin en yüksek düzeyde yapıldığı parlamentolara sunması, Sayıştay
raporlarının doğru, nesnel, tarafsız, zamanlı olmasını gerektirmekte; bu da
Sayıştayların bağımsızlığının sağlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 22 Aralık 2011 tarihli
66. Oturumunda,
'1- Sayıştaylar, denetlenen kurumlardan bağımsız olurlar ve dış
etkilere karşı korunurlar ise görevlerini nesnel ve etkili bir şekilde yerine
getirebilirler.
2- Kamu yönetiminde verimlilik, hesap verebilirlik, etkililik ve
saydamlığın sağlanmasında Sayıştaylar önemli rol oynarlar ve bu rolün kabul
edilmesi, ulusal kalkınma hedef ve önceliklerin yanı sıra Binyıl Kalkınma
Hedefi dahil uluslararası kabul görmüş kalkınma hedeflerine ulaşılmasına vesile
olur.' kararını almıştır (UN General Assembly, 22.12.2011, A/66/209).
Türk Sayıştay'ının 1876 Anayasasından bu yana temel özelliği ise,
bağımsızlığının Anayasal düzeyde güvence altına alınmış olunmasıdır. 1982
Anayasasında Sayıştay, Anayasanın üçüncü kısmının 'Yargı' başlıklı üçüncü
bölümünde yüksek yargı organlarından sonra bağımsız bir başlık altında
düzenlenmiş ve 160 ıncı maddenin birinci ve üçüncü fıkralarında görev ve
yetkilerine yer verildikten sonra dördüncü fıkrasında, 'Sayıştayın kuruluşu,
işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri ve diğer özlük işleri, başkan ve
üyelerinin teminatı' yasa ile düzenleme kuralına bağlanarak yasa dışındaki
hukuksal düzenlemelerle Sayıştay'a ve dolayısıyla Sayıştay denetimine müdahale
edilerek, yürütmenin hesap verme sorumluluğunun yasama organı tarafından
denetlenmesine, yürütmenin müdahalesinin engellenmesi amaçlanmıştır.
Türkiye'nin katılım sürecini yürüttüğü AB hukukunun da 'Beyaz
Kitap' ile bir parçası haline gelen 'iyi yönetişim' modeli ile ilkelerinin
hukuksal ifadesi olan ve mali mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen 5018
sayılı Kanunun 68 inci maddenin ikinci fıkrası, 'Dış denetim, genel kabul
görmüş uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;' şeklinde başlarken;
6085 sayılı Kanunun 'Denetimin genel esasları' başlıklı 35 inci maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (b) bendinde, 'Denetim genel kabul görmüş uluslararası
denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.' kuralına yer verilmiştir.
Parlamentolar adına yapılan Sayıştay denetimleri ise, yukarıda
ayrıntılı olarak açıklandığı üzere INTOSAI Denetim Standartları bağlamında
uluslararası düzeyde standartlaşmıştır.
Türk Sayıştayının üyesi bulunduğu INTOSAI'nin Denetim Standartları
ile Türkiye'nin üyesi olduğu BM'in aldığı kararın, Sayıştayın bağımsızlığını
salt bir iç hukuk sorunu olmaktan çıkardığı; Türkiye'nin modern dünya ile olan
ilişkisi, AB'ye katılım süreci, demokratik rejimi ve Anayasa Mahkemesi
kararında vurgulandığı üzere, 'devlet bütçelerinin temel özellikleri ve
amaçlarının gerçekleşmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası
alanda kabul görmüş' bütçe ilkelerinin, bütçenin denetimi ile denetim
standartlarını da kapsadığı ve Anayasada öngörülen bütçe hakkının TBMM
tarafından kullanılmış sayılabilmesi için bu ilkelere uyulmasının zorunlu
olduğu ve dolayısıyla yürütme organı ile idarenin hesap verme sorumluluğunu
işlevsizleştirmek için Türkiye'ye özgü bir Sayıştay denetimi dizayn etmenin
Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı
açıktır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere,Anayasanın
2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken
temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Bu
bağlamda hukuk devletinde yasakoyucu, yalnız yasaların Anayasaya değil,
Anayasanın da hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür.
Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38
sayılı Kararında, 'Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve
devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt
yapıyı oluşturarak aynı zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü
hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik
sağlanabilmesi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaşılabilir olmalarına
bağlıdır.' denilirken;22.02.2012 günlü ve E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında
ise, 'Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının birbirleriyle çelişmeyecek
biçimde açık, anlaşılabilir ve öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.'
denilmiştir.
Sayıştayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına yapacağı denetimleri düzenleyen kuralların da bu nitelikleri
taşıması hukuk devletinin bir gereği olduğu kadar, TBMM'nin yürütme organı ile
idareyi bütçe hakkından kaynaklanan hesap verme sorumluluğunun gerekleri
kapsamında denetleyebilmesinin ve ayrıca bakanlar ile üst yöneticilerin hukuki
güvenliklerinin sağlanmasının ön koşuludur.
Oysa,6085 sayılı Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın (b) bendindeki hükümler; genel, soyut, açık ve anlaşılabilir
olmadıkları gibi, kamu mali yönetimi ve kontrolünü düzenleyen ve bu niteliğiyle
mali kanunların Anayasası olarak nitelendirilen5018 sayılı Kanunun 1 inci, 8
inci, 10 uncu, 11 inci, 41 inci, 43 üncü, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 'kamuda
hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları çerçevesinde, kamu
idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu
kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere
uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına yapılacak denetimleri' düzenlemek amacıyla
çıkarılmış bulunan6085 sayılı Kanunun 1 inci, 5 inci, 7 nci, 38 inci, 39 uncu,
40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümler ile çok açık ve çok net
çelişkiler taşımaktadır. Hatta bu çelişkiler, söz konusu hükümleri ve
hükümlerle getirilen sistemi ilga ederek işlemez kılacak boyuttadır.
Hukuki güvenlik ilkesi, bu derece hukuki belirsizlik ile bu
boyutta bir hukuksal çelişkiler yumağını taşıyamayacağından, iptali istenen
düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Öte yandan, temsili demokrasinin temelinde 'bütçe hakkı' yatmakta
ve günümüzün demokratik devletleri ile yönetim modelleri, yukarıda
ayrıntılarıyla açıklandığı ve 5018 sayılı Kanun ile hukuksallaştırıldığı üzere
saydamlık, bilgilendirme, katılımcılık ve hesap verebilirlik ilkeleri temelinde
eylemlerinden parlamentoya karşı sorumlu olan yürütme organı ile idareye
dayanmaktadır. TBMM'nin bütçe hakkından kaynaklanan denetim yetkisine Sayıştay
denetimi üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki
demokratik devlet ilkesiyle bu açıdan da bağdaşmamaktadır.
Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere 6353 sayılı Kanunun 45
inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2)
numaralı fıkranın (b) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
c) (c) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c) bendiyle,
Sayıştay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara
dayanarakçıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayıyönlendirmeküzere
yetkilendirilmişolan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen
görüşlere aykırıdenetim raporu düzenlenemeyeceği; ancak, bu düzenlemelerin
ilgili kanunlara aykırıolduğu kanaatine varılır ve bu hususa Başkanlık
tarafından da iştirak edilir ise düzenlenen raporun Başkanlık tarafından ilgili
mercilere gönderileceği; ilgili kamu idaresinin Sayıştay görüşüne katılmasıhalinde
ilgili düzenleme veya görüşünusulüne uygun olarak düzeltileceği; ilgili kamu
idaresinin Sayıştay görüşüne katılmaması halinde, Sayıştay tarafından
görevlendirileceküçuzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından
görevlendirilecek ikiüyeden oluşacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora
göre işlem yapılacağı kuralları getirilmektedir.
6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın (c) bendinde, kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırı denetim
raporu düzenlenemeyeceği kuralı getirilmiş; denetim raporu da 6085 sayılı
Kanunun 'Tanımlar' başlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g)
bendinde, 'Denetim raporu: Sayıştay raporlarına esas olmak üzere, denetim ve
incelemeler sonucunda denetim grup başkanlıkları veya denetçiler tarafından
hazırlanan raporu,' şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla (c) bendindeki
hükümlerin Sayıştayın TBMM'ne sunacağı Sayıştay raporlarına temel oluşturan
denetim raporlarını kapsadığı anlaşılmaktadır.
Ancak, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkra, 'Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aşağıdaki hususlara
uyulur:' hükmüne amir olduğundan ve (c) bendi de (2) numaralı fıkranın altında
düzenlendiğinden, (c) bendindeki hükümlerin kamu zararının tespiti için
düzenlenen 'yargılamaya esas raporlar'ı da kapsadığı gibi bir sonuç ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla, hükmün kapsamı konusunda çelişkiye dayalı bir
belirsizlik vardır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin
unsurlarından biri de hukuki güvenlik ilkesidir. Hukuk güvenliği ise kurallarda
belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ise hukuk normlarının
birbiriyle çelişmeyecek şekilde açık, tartışmalara yol açmayacak şekilde
anlaşılabilir olmasına bağlıdır. Hukuk güvenliği, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yollardan kaçınmasını gerekli kılar.
İptali istenen (c) bendinin, sadece denetim raporlarını mı, yoksa
denetim raporları ile birlikte yargılamaya esas raporları da mı kapsadığı
konusunda çelişkiye dayalı belirsizlik olduğundan, hukuk devleti ilkesi de bu
belirsizliği taşıyamayacağından söz konusu (c) bendi Anayasanın 2 nci maddesine
aykırıdır.
Söz konusu düzenlemeye ilişkin yasa teklifi, Sayıştay Genel
Kurulundan görüş alınmadan yasalaştığından Anayasanın 2 nci maddesindeki
demokratik hukuk devleti ilkesine bu açıdan da aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı; 8 inci maddesinde
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceği; 113 üncü
maddesinde, bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve
teşkilatının kanunla düzenleneceği; 123 üncü maddesinde ise, idarenin kuruluş
ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kurallarına yer
verilmiş; Anayasada 'Temel Haklar ve Ödevler'in düzenlendiği ikinci kısımda
ise, kamu düzeninin güvence altına alınması ile devlet iktidarına karşı
kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlandığından, kişilerin
temel hak ve özgürlüklerinin sıralanması yanında bu hak ve özgürlükler ile
devlet iktidarına sınırlamalar getirilmiştir.
Sözü edilen Anayasal kurallara göre, nelerin, nasıl
yapılmayacağına ilişkin hükümler, kamu düzeni ile temel hak ve özgürlükleri
konu alan ceza ve ceza usul yasalarına konu oluşturur iken; nelerin nasıl yapılacağına
ilişkin kurallar ise teşkilat kanunlarına konu oluşturmaktadır.
Her hangi bir faaliyetin, kamu hizmeti kapsamına alınabilmesi ve
bu hizmeti yürütecek kurum ya da kuruluşun kurulması ancak TBMM tarafından
usulüne göre çıkarılacak yasayla mümkündür. Dolayısıyla, kamu kurum ve
kuruluşlarının görev ve yetkileri düzenlenirken, neleri nasıl yapacağı
kurallaştırılır; neleri nasıl yapmayacağı ise düzenleme konusu olmaz. Çünkü,
kamu hizmetinin varlık nedeni yasadır ve yasa yoksa kamu kurum ve kuruluşu ve dolayısıyla
görev ve yetki de yoktur. Bunun içindir ki bakanlıklar ile kamu kurum ve
kuruluşlarına ilişkin teşkilat yasalarında görevler ve bu görevleri yerine
getirirken kullanılacak yetkiler sıralanırken; şunlarla şunları yapamaz ya da
şu şekilde yapamaz diye bir sıralamaya yer verilmez. Çünkü, sayılmayanlar zaten
yapılmayacağı gibi sayılarak nasıl yapılacağı belirtilenler de başka türlü
yapılamaz. Yapılması, hukuka aykırı olur.
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 4 üncü maddesinde Sayıştayın
denetim alanı, 5 inci maddesinde görevleri, 6 ncı maddesinde yetkileri
sıralanırken; 'Tanımlar' başlıklı 2 nci maddesi ile 'Sayıştay denetimi'
başlıklı 36 ncı maddesinde ise bahse konu 'düzenlilik denetimi'nin nasıl
yapılacağı düzenlenmiştir.
6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendinde düzenlilik denetimi, mali denetim ve uygunluk denetimi olarak ikiye
ayrılırken; (c) bendinde mali denetim, 'Kamu idarelerinin hesap ve işlemleri
ile mali faaliyet, mali yönetim ve kontrol sistemlerinin değerlendirme
sonuçları esas alınarak, mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve
doğruluğuna ilişkin denetimi,'; (ç) bendinde uygunluk denetimi, 'Kamu
idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara
ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun incelenmesine ilişkin denetimi,'
şeklinde tanımlanmış; 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise aynen,
'Düzenlilik denetimi;
a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin
hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup
olmadığının tespiti,
b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak
oluşturan ve ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların
güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüş bildirilmesi,
c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi,
suretiyle gerçekleştirilir.'
denilmiştir.
6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç)
bendi ile 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin,
kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin hesap ve
işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere (tüzük, bakanlar kurulu
kararı, yönetmelik) uygun olup olmadığının tespiti şeklinde yapılacağı
belirtildiğine göre, Sayıştay tarafından kurumsal olarak bu kurala aykırı
olacak şekilde düzenlilik denetimi yapılamayacak demektir.
Ancak, söz konusu kural, düzenlilik denetimini fiilen yürüten
Sayıştay Denetçilerinin tüm raporlarının yasalara ve diğer hukuki düzenlemelere
uygun olması gerektiği anlamına gelmekle birlikte, uygun olduğu sonucunu
doğurmamaktadır. Çünkü, uygun olduğu sonucunu doğursa idi, düzenlenmesi ile
birlikte hukuksallık kazanarak uygulamaya girmesi ve dolayısıyla Sayıştay
yargılama dairelerinde yargılamaya esas raporların yargılanması, yargılamanın
iadesi yoluyla yargılanması ve denetim raporlarının görüşülmesi; Temyiz
Kurulunda ilamların temyiz yoluyla ve temyiz kararlarının da karar düzeltilmesi
suretiyle görüşülmesi, Rapor Değerlendirme Kurulunda Sayıştay raporlarının
görüşülmesi ve Genel Kurulda içtihatların birleştirilmesi gibi kurul ve kanun
yollarına gerek olmazdı.
Bu bağlamda, denetçiler tarafından düzenlenen tüm raporlar,
hukuksal anlamda denetçi görüşünü içermekte olup, içeriğindeki tespit ve
bulguların düzenlendikleri aşamada 'yargılamaya esas rapor'lar bağlamında
hukuki bir bağlayıcılığı yoktur ve 'denetim raporları' bağlamında ise Sayıştay
görüşünü temsil etmemektedirler.
Şöyle ki;
Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya, TBMM adına denetim yapma
ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama olmak üzere başlıca
iki görev verildiğinden, 6085 sayılı Kanunda da Sayıştay denetçilerinin
yaptıkları denetimler sonucunda TBMM'ye sunulmak üzere 'Sayıştay raporu' ve
yargılama dairelerine sunulmak üzere 'yargılamaya esas rapor' olmak üzere
başlıca iki rapor düzenlemeleri öngörülmüştür.
6085 sayılı Kanuna göre;
Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda
denetim grup başkanlıklarınca düzenlenen denetim raporları, Sayıştay
Başkanlığınca ilgili kamu idaresine gönderilir. Denetim raporları, kamu
idaresinin üst yöneticisi tarafından cevaplandırılır. Bu cevaplar da dikkate
alınarak yeniden düzenlenen denetim raporları Sayıştay dairelerinin görüşleri
alınmak üzere Sayıştay Başkanlığına sunulur. Bu raporlara kamu idarelerinin
cevapları da eklenir. Daireler, raporlar hakkındaki görüşlerini Sayıştay Başkanlığına
sunar. Daireler denetim raporları hakkında görüş oluştururken, söz konusu
raporların bu Kanunda öngörülen amaç, çerçeve ve sınırlar içinde olup olmadığı
yönünden inceleme yapar ve bu hususlara uygunluk taşımayan raporların
düzeltilmesine ilişkin görüşünü Sayıştay Başkanlığına sunar (md. 38/1).
Dairelerce görüş bildirilen denetim raporları ile Sayıştayca mali
konularda belirtilmesi uygun görülen diğer hususları da içeren dış denetim
genel değerlendirme raporu hazırlanır ve Rapor Değerlendirme Kurulunun görüşü
alınır. Dış denetim genel değerlendirme raporu ile Kurulca görüş bildirilen
kamu idarelerine ilişkin denetim raporları Sayıştay Başkanınca genel uygunluk
bildirimi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur (38/2). Rapor
Değerlendirme Kurulunda Sayıştay raporlarının görüşülmesi sırasında
açıklamalarda bulunması için ilgili kamu idaresinin üst yöneticisi veya
görevlendireceği yardımcısı çağrılabilir (28/6).
Dış denetim genel değerlendirme raporu, faaliyet genel
değerlendirme raporu ve bu Kanunun 42 nci maddesinde belirtilen raporlar ve
değerlendirmeler çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, kamu kaynağının
elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve
hesap verme sorumluluklarını görüşür. Bu görüşmelere Sayıştay Başkanı veya
denetimden sorumlu başkan yardımcısı ile kamu idarelerinin üst yönetici veya
görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur
(38/4).
Bu bağlamda, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen denetim
raporları, kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırılık taşısa dahi (içlerinde
çeşitli nedenlerle taşıyanlar mutlaka çıkacaktır) ilgili kamu idaresine
gönderilerek, içeriğinde yer alan bulgu ve tespitler kamu idaresinin üst
yöneticisi tarafından cevaplandırılacaktır. Kamu idaresinin üst yöneticisin
emrinde ise, 5018 sayılı Kanun ile ilgili idarenin teşkilat kanununa göre
strateji geliştirme başkanlığı ile iç denetim birimi başkanlığı bulunduğundan
ve bu başkanlıkların da mali mevzuata hakim olması gerekeceğinden, denetim
raporunda hukuka aykırılık var ise Sayıştaya göndereceği cevapta bunları ileri
sürecektir. Cevaplar da dikkate alınarak denetim raporu yeniden düzenlenecek ve
verilen cevaplarla birlikte incelenmek üzere bir başkan ve dört üye ile
toplanan yargılama dairelerine gönderilecektir. Yeniden düzenlenen denetim
raporu, yargılama dairesine cevaplar ile birlikte gönderileceğinden, verilen
cevaplarda ileri sürülen hukuka aykırılıklar yeniden düzenlenen denetim
raporunda ister dikkate alınmış, ister alınmamış olsun, her iki durumda da
yargılama dairesi ileri sürülen hukuka aykırılıkları inceleyecek ve görüşünü
buna göre oluşturacaktır. Yargılama dairesi görüşü alınan ve görüş
doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılan denetim raporlarına, bu defa
Sayıştayca mali konularda belirtilmesi uygun görülen diğer hususlar da
eklenerek dış denetim genel değerlendirme raporuna dönüştürülecek ve görüşü
alınmak üzere bu defa iki daire başkanı sekiz üye ve denetimden sorumlu başkan
yardımcısı olmak üzere onbir üyeli Rapor Değerlendirme Kuruluna
gönderilecektir. Kurulda raporun görüşülmesi sırasında üst yönetici veya
görevlendireceği yardımcısı açıklamalarda bulunabilecek ve dolayısıyla hukuka
aykırılıklar var ise bunları ileri sürebilecektir. Kurulun olumlu görüş verdiği
denetim raporları, Sayıştay raporu niteliğini kazanacak ve Sayıştay görüşü
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacaktır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi ise söz konusu raporlar ve raporlardaki değerlendirmeler çerçevesinde
kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu
idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşecek ve bu
görüşmelere kamu idarelerinin üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısı
ilgili bakanla birlikte katılacaktır. Sayıştay raporu, bu aşamada dahi hukuka
aykırılıklar taşıyor ise, ilgili idarenin üst yöneticisi veya yardımcısı
TBMM'de yapılacak görüşmelerde hukuka aykırılıkları ileri sürebilecek; 'bütçe
hakkı'nın sahibi TBMM de yaptığı denetimde hukuka aykırılık iddialarını göz
önünde bulunduracaktır.
Yine, 6085 sayılı Kanuna göre;
Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap ve işlemlerinin
denetimi sırasında denetçiler tarafından kamu zararına yol açan bir husus
tespit edildiğinde sorumluların savunmaları alınarak mali yıl sonu itibariyle
yargılamaya esas rapor düzenlenir (48/1). Yargılamaya esas raporlar eki
belgelerle birlikte Başkanlığa sunulur. Başkanlık bu raporları hesap
yargılamasının yapılacağı daireye gönderir (48/2).
Daire başkanları dairelerine verilen yargılamaya esas raporlar hakkında
başsavcılığın yazılı düşüncesini alır (49/1). Daire başkanı başsavcılığın
yazılı düşüncesini içeren yargılamaya esas raporu düşüncesini bildirmesi için
üyelerden birine verir. Üye kendisine verilen yargılamaya esas rapor üzerinde
gerekli incelemeyi yapar ve yazılı düşüncesi ile birlikte daire başkanlığına
geri verir ve raporda konu edilen hesap ve işlemlerin yargılanmasına başlanır
(49/2).
Daireler tarafından yapılan hesap yargılaması sonucunda; hesap ve
işlemlerin yasal düzenlemelere uygunluğuna veya kamu zararının sorumlulardan
tazminine hükmedilir. Bu hükümler dışında, gerekli görülen hususların ilgili
mercilere bildirilmesine karar verilebilir (50/1). Verilen hüküm ve kararlar
gerekçeli olarak tutanağa bağlanır ve daire başkanı ve üyeler tarafından
imzalanır (50/2). İlamlar gerekçeli olarak düzenlenir (51/1).
Sayıştay ilamları; sorumlulara, sorumluların bağlı olduğu kamu
idarelerine, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için Maliye Bakanlığına,
ilgili muhasebe birimine ve başsavcılığa tebliğ edilir (52/1). Sayıştay
dairelerinden veya Temyiz Kurulundan verilen kararlar müphem ise taraflardan
her biri bunların tavzihini yahut tarafların adı ve soyadı ile sıfatı ve
iddiaların sonucuna ilişkin yanlışlıklar ile hüküm fıkrasındaki hesap
yanlışlıklarının düzeltilmesini isteyebilir (52/2).
Temyiz, yargılamanın iadesi ve karar düzeltilmesi talepleri,
Sayıştay Başkanlığına hitaben yazılmış imzalı dilekçe ile yapılır. Dilekçeler
Sayıştay Başkanlığına verilir veya gönderilir. İlgililer isterlerse evrakın
alındığına dair kendilerine bir alındı verilir (54/1).
Sayıştay dairelerince verilen ilamlar Sayıştay Temyiz Kurulunda
temyiz olunur. Bu Kurulca verilen kararlar kesindir (55/1).
52 nci maddenin birinci fıkrasında yazılı ilgililer tarafından
yargılamanın iadesi istenebileceği gibi Sayıştay dairelerince de doğrudan
doğruya buna karar verilebilir (56/1).
Temyiz Kurulu kararları hakkında, 52 nci maddenin birinci
fıkrasında yazılı ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün
içinde bir defaya mahsus olmak üzere (') karar düzeltilmesi isteminde
bulunabilirler (57/1).
İşin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde
aynı konu hakkında dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen ilamlar birbirine
aykırı ise Sayıştay Başkanı bu ilamları içtihatların birleştirilmesi için Genel
Kurula gönderir (58/1). Sayıştay Başkanı birleşmiş içtihadın değiştirilmesi
için de istemde bulunabilir (58/2). İçtihatların birleştirilmesi veya
değiştirilmesi kararları Resmi Gazetede yayımlanır (58/3). Dairelerin kararları
veya bir dairenin iki kararı arasında aynı konuda aykırılık bulunur veya bir
içtihadın değişmesine lüzum görülür ya da bu mahiyette bütün işlemlere
uygulanabilecek kararlar almaya ihtiyaç duyulursa, konu Genel Kurulda
görüşülerek karara bağlanır ve Resmi Gazetede yayımlanır (59/1).
Bu bağlamda, denetçiler tarafından mevzuata hakim olamama, yorum
hatası, farklı değerlendirme, bir kısım bilgi ve belgelere ulaşamama ve hatta
tarafgir davranma vb. nedenlerle kanunlar ile diğer hukuki düzenlemelere aykırı
yargılamaya esas rapor düzenlenmiş olsa dahi, bunun sorumlular açısından
hukuksallık kazanması; başsavcılık ve üyenin yazılı düşüncesinin alınması ve
raporun yargılama dairesinde yargılanıp ilamın düzenlenmesiyle gerçekleşmekte
ve kesinleşmesi ise kanun yolları tüketilip temyiz kurulu kararından sonra
olmaktadır. Kesinleşmiş bir ilamın hukuka aykırılığından hukuksal olarak söz
edilemeyeceği de açıktır.
Anayasanın 6 ncı, 8 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddesindeki
kurallara göre teşkilat kanunlarında, bakanlıklar ile idarelerin görev ve
yetkilerine ve dolayısıyla neleri nasıl yapacaklarına yer verilmesi gerekmesine
ve bu kurala göre 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(ç) bendi ile 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin
nasıl yapılacağı açıklanmasına ve dahası 6085 sayılı Kanunun 28 inci, 38 inci,
48 inci, 49 uncu, 50 nci, 51 inci, 52 nci, 54 üncü, 55 inci ve 56 ncı
maddelerinde düzenlilik denetimi sonrasında düzenlenecek 'denetim raporları'
ile 'yargılamaya esas raporlar'ın hukuksal bağlayıcılık ile Sayıştay görüşü
taşıyabilmesi için işlemesi gereken yargısal ve kurulsal süreçler ortaya
konmasına ve raporlarda herhangi bir hukuka aykırılık var ise, hukuka
aykırılıklar söz konusu raporların Sayıştayda işlem gördüğü her aşamada dile
getirilebilmesine rağmen; 'Sayıştay tarafından yapılan denetimler sonucunda,
ilgili kanunlar ile bunlara dayanarakçıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve
ilgili kanunlarda uygulamayıyönlendirmeküzere yetkilendirilmişolan kamu
idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşlere aykırıdenetim
raporu düzenlenemez.' şeklinde kural getirerek devamında buna güvence
oluşturmak üzere hukukla bağdaşmazlığı bir yana mantıksal tutarlılığı dahi
bulunmayan mekanizmalar öngörmenin;
- Sayıştay denetiminin bağımsızlığına ve tarafsızlığına güvence oluşturmak,
- Sayıştay denetimi sonrasında düzenlenecek raporların doğru,
nesnel, tarafsız ve zamanlı olmasına katkı sağlamak,
- Sayıştay denetimine kalite güvencesi oluşturmak veya artırmak,
- Sorumlular ile üst yöneticileri hukuksal güvenceye kavuşturmak,
- Kamu yararını gerçekleştirmek,
gibi bir amacı bulunmamaktadır.
Tek, gerçek ve güncel amacı, denetimi fiilen yürüten Sayıştay
denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirerek Sayıştaya Anayasa ile
verilmiş görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir
şekilde yapılmasını engellemektir.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43
sayılı Kararında, ''Sayıştay'ın vereceği kararların temelini denetçiler
tarafından yapılan denetim görevi oluşturmaktadır. Yetkili kurul ve dairelerce
sağlıklı kararverilebilmesi ise kararın oluşumunda çok önemli katkıları olan
denetçi ve raportörler için her türlü etkiden uzak bağımsız bir çalışma
ortamının yaratılmasıyla olanaklıdır. (') Sayıştay'a Anayasanın yargı bölümünde
Anayasal bir kurum olarak yer verilmesi ve 160 ıncı maddeyle de, mensuplarının
nitelikleri ile atanmalarının, görev ve yetkilerinin, haklarıve
yükümlülüklerinin ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesinin öngörülmüş
olması da Sayıştay grup şefleri, raportörler ve denetçileri ile denetçi
yardımcılarının güvenceli olması gereğini göstermektedir.' şeklinde
vurgulandığı üzere, Sayıştay denetiminin güvencesini, denetçilerin bağımsız ve
güvenceli bir ortamda çalışması oluşturmaktadır.
Sayıştay denetçilerinin denetim raporuna aldığı bir hususun
yargılama daireleri veya Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından Sayıştay
raporuna kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırılık nedeniyle alınmaması
veya yargılamaya esas rapora aldığı bir hususa yargılama dairelerinin beraat
hükmü tesis etmesi durumunda, denetçiler, 'Sayıştay tarafından yapılan
denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarakçıkarılan tüzük,
kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayıyönlendirmeküzere
yetkilendirilmişolan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen
görüşlere aykırıdenetim raporu düzenlenemez.' hükmüne aykırı rapor düzenlemiş
olacaklar ve dolayısıyla görev suçu işlemiş durumuna düşebileceklerdir.
Bu durumda, üst yöneticiler veya sorumlular tarafından Sayıştay
denetçileri hakkında adli mahkemelerde dava açılmanın yanında Sayıştay
Başkanlığı tarafından disiplin soruşturması yürütülmesi gündeme gelebilecek ve
hatta belki de adli ve disiplin cezaları alabileceklerdir. Ceza tehdidi altında
çalışan denetçilerden denetim yapmaları beklenemeyeceğinden Sayıştay Anayasal
görevlerini yerine getiremeyecektir.
Sayıştayın Anayasal görevlerini yerine getiremez hale gelerek
kamuoyunda işlevsiz bir kurum olarak algılanmaya başlaması ise, kurum içi
mesleki dayanışmayı yoğunlaştırabilecek ve bu durum denetim raporuna yazılan
her hususun Sayıştay görüşü olarak TBMM'ne sunulması ve yargılamaya esas
raporda yazılan her hususa ise tazmin hükmü verilmesiyle sonuçlanabilecek ve
dolayısıyla Sayıştay denetiminin bağımsızlığı, tarafsızlığı, nesnelliği ve
hukuka uygunluğu bütünüyle ortadan kalkacaktır.
İptali istenen düzenlemelerin gerçek ve güncel amacının, denetimi
fiilen yürüten Sayıştay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirerek
Sayıştaya Anayasa ile verilmiş görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka
uygun ve zamanlı bir şekilde yapılmasını engellemek üzerinden TBMM'nin bütçe
hakkını sınırlandırmak olduğu o derece açıktır ki devamında yer alan tümceler
niyeti tüm çıplaklığı içinde ortalığa sermektedir.
Tümcenin devamında, 'Ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara
aykırıolduğu kanaatine varılır ve bu hususa Başkanlık tarafından da iştirak
edilir ise düzenlenen rapor Başkanlık tarafından ilgili mercilere gönderilir.'
ifadesi yer almaktadır.
Ancak, 6085 sayılı Kanunda Başkanlık, Sayıştayın 'Teşkilat
Yapısı'nın düzenlendiği İkinci Kısmının 'Başkanlık, Yargı, Karar ve Diğer
Organlarının İşleyiş, Görev ve Yetkileri'nin düzenlendiği Üçüncü Bölümünde yer
almasına rağmen, Başkanlığın düzenlendiği 20 nci maddede Başkanlığın Sayıştay
Başkanı ile başkan yardımcıları ve bölüm başkanlarından oluşacağına ve
Başkanlığa bağlı birimlere yer verilmiş; 21 inci maddesinde Başkanın, 22 nci
maddesinde ise başkan yardımcılarının görev ve yetkileri sıralanırken; bunlar
arasında Başkana veya başkan yardımcılarına 'mevzuatı yorumlama' gibi yargısal
bir görev verilmemiştir. 6085 sayılı Kanunda 'mevzuatı yorumlama' ve
dolayısıyla iptali istenen tümcedeki 'düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı
olduğu kanaatine varma' yetkisi, münhasıran daireler ile kurulların (yargılama
daireleri, daireler kurulu, temyiz kurulu, rapor değerlendirme kurulu ve genel
kurul) yetkisindedir. Sayıştay Başkanına idari düzenlemelerin ilgili kanunlara
aykırı olmadığına karar verme üzerinden denetim raporunu ilgili idare veya
sorumlulara göndermeme yetkisi verilmesi, Sayıştay yargılama daireleri ile
kurullara ait yetkinin gasp edilerek Sayıştay denetiminin kişisel inisiyatife
terk edilmesi ve dolayısıyla Sayıştay denetiminin Sayıştay Başkanını Başkanlık
makamına seçen siyasilerin müdahalelerine açık hale getirilmesi demektir.
Tümcenin devamı ise, 'İlgili kamu idaresinin Sayıştay görüşüne
katılması halinde ilgili düzenleme veya görüş usulüne uygun olarak düzeltilir.'
şeklindedir.
Öncelikle ilgili kamu idaresinin katılacağı görüş, Sayıştay görüşü
değil, denetim raporunda yer alan ve Başkanın da katılmış olduğu denetçi
görüşüdür. Sayıştay görüşü, denetim raporunun verilen cevaplar da dikkate
alınarak yeniden düzenlendikten ve yargılama dairesi ile akabinde Rapor
Değerlendirme Kurulunda görüşüldükten sonra TBMM'ne sunulmasına karar verilen
Sayıştay raporunda yer alan görüştür.
Diğer yandan, ilgili kamu idaresinin ilgili düzenlemeleri
düzeltebilmesi, yetkisi dahilinde uygulamayı yönlendirmek üzere çıkardığı
genelge, özelge, uygulama talimatı, görüş vb. düzenlemeler için söz konusu
olup; Bakanlar Kurulunun yetkisinde olan tüzük ve kararnameler için söz konusu
olamaz. Kaldı ki, bakanlar kurulu kararı, tüzük, yönetmelik ve idarenin diğer
düzenleyici işlemlerini denetlemek, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 24 üncü
maddesine göre Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı işler kapsamında
iken, daha hukuksal bağlayıcılığı ve Sayıştay görüşü niteliği dahi kazanmamış
bir denetçi görüşünün varlığı ileri sürülerek hukuksal düzenleme düzeltilmeye
gidilmesi, hukuksal karmaşa, belirsizlik ve çelişkilere yol açarak kaotik bir
ortam doğurur. Ayrıca, ilgili düzenleme düzeltilmeye gidilirken; ilgili
düzenlemeye göre yapılmış idari iş, işlem ve eylemlerin düzeltilip
düzeltilmeyeceği veya ne yapılacağı konusunda sessiz kalınması ise ayrı bir
çelişkidir.
İptali istenen bentteki asıl fecaat ise, 'İlgili kamu idaresinin
Sayıştay görüşüne katılmaması halinde, Sayıştay tarafından görevlendirilecek üç
uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden
oluşacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora göre işlem yapılır.'
şeklindeki son tümcedir.
Başka bir anlatımla, mali mevzuatı yorumlayarak Sayıştayın
Anayasanın 160 ıncı maddesine göre TBMM adına denetim yapıp yapmayacağı ile
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayıp bağlamayacağına,
'Sayıştay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi
tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluşacak komisyon' karar verecek ve bu
karar da Anayasanın 160 ıncı maddesindeki 'kesin hükme bağlamak' ifadesiyle
mali mevzuatı yorumlama yetkisi verilmiş bulunan Sayıştay yargılama daireleri
ile kurullarını ve hatta bütçe hakkının sahibi TBMM'yi bağlayacaktır.
Yukarıda yer verilen (c) bendiyle (d) bendindeki düzenlemelerin,
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 07.07.2011 tarih ve 646 sayılı KHK'nin 4 üncü
maddesinin (b) bendiyle değişik 140 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında; 'Vergi
Müfettişleri ile Vergi Müfettiş Yardımcıları tarafından düzenlenen vergi
inceleme raporları, işleme konulmak üzere ilgili vergi dairesine tevdi
edilmeden önce, meslekte on yılını tamamlamış en az üç Vergi Müfettişinden
oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından vergi kanunları ile
bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve
özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanla komisyon
arasında uyuşmazlık oluşması halinde uyuşmazlığa konu vergi inceleme raporları
üst değerlendirme mercii olarak, Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarları aşan
tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme raporları ise doğrudan, Vergi Denetim
Kurulu Başkanlığı bünyesinde bir Başkan Yardımcısının başkanlığında dört grup
başkanından oluşan beş kişilik merkezi rapor değerlendirme komisyonu tarafından
vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ,
sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. İncelemeyi yapanlar,
bu komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak düzenleyecekleri
vergi inceleme raporlarını işleme konulmak üzere bağlı oldukları birime tevdi
ederler.' şeklinde yer alan düzenlemeden esinlenerek hazırlandığı açıktır.
Ancak, Maliye Bakanlığına (idareye) bağlı görev yapan vergi
müfettişleri ile yardımcılarının düzenledikleri vergi incele raporları için
böyle bir kalite kontrol süreci geliştirilmesi olağan ve elzemdir.
Çünkü;
Birincisi, karşı tarafın düşünceleri alınmaksızın, itirazları
değerlendirilmeksizin tek yanlı olarak düzenlenen vergi inceleme raporları
doğrudan vergi dairesi başkanlıklarına gönderilmekte ve gönderildiği andan
itibaren hukuksallık kazanarak işleme konulmaktadır. Oysa Sayıştay
denetçilerinin düzenledikleri denetim raporu ile yargılamaya esas raporların
hukuksallık kazanma süreci yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır ve
düzenlendikleri anda denetçi görüşü olup, Sayıştay görüşünü taşımamakta ve
hukuksallık kazanmamaktadır.
İkincisi, vergi inceleme raporlarının rapor değerlendirme
komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara ilişkin kararname ve
tüzüklere göre incelenmesi gerekli; bunlar yanında yönetmelik, genel tebliğ, sirküler
ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilmesi de olağan ve elzemdir. Çünkü
söz konusu düzenleyici işlemleri vergi müfettiş ve yardımcılarının bağlı
çalıştığı Maliye Bakanlığı çıkarmakta ve ayrıca 178 sayılı Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin değişik 20 nci maddesinin üçüncü
fıkrasının (h) bendine göre Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının 'Vergi mevzuatı
ile ilgili görüş ve önerilerde bulunmak' görevi bulunmaktadır. Maliye
Bakanlığının düzenleyici işlemleri Maliye Bakanlığı personeli için
bağlayıcıdır. Buna karşın, Sayıştayın denetimine tabi idareler tarafından
hazırlanan düzenleyici işlemlerden, 'mali konularda düzenlenecek yönetmelikler
ile yönetmelik niteliğindeki düzenleyici işlemler' hakkında -o da gönderilirse-
görüş vermek dışında idarelerin diğer düzenleyici işlemleriyle hiçbir ilgisi
bulunmamaktadır.
Üçüncüsü, ilgili vergi dairesi başkanlığına ulaştığı anda işleme
konularak hukuksallık kazanan vergi inceleme raporlarını inceleyecek rapor
değerlendirme komisyonu ile merkezi rapor değerlendirme komisyonuna dışarıdan
hiçbir üye (örneğin, bağımsız denetçi veya yeminli mali müşavir) alınmazken; TBMM
adına denetim yapan ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlayan
Anayasal kurumun denetim raporları ile yargılamaya esas raporlardaki mevzuata
aykırılığı ileri sürülen hususları, Sayıştayı bağlayacak şekilde karara
bağlamak üzere oluşturulacak komisyonun Sayıştay üyeleri de değil, üç uzman
denetçi ile ilgili kamu idaresinden iki görevliden meydana getirilmesindeki
hukuk ve demokrasi dışı gayriciddiliğin bu derecesine ise denecek söz yoktur.
Hukuk dışıdır; çünkü Sayıştay yargılama daireleri ile kurullarına ait yetkiyi
idareye kullandırmakta; denetleyeni denetlenene tabi kılmaktadır. Gayri
ciddidir; çünkü TBMM'ye ait bütçe hakkına, hesap verme yükümlülüğü altındaki
yürütmenin ajanlarını ortak etmektedir.
6085 sayılı Kanun (832 sayılı Kanundan farklı olarak), teşkilat,
denetim süreci ve raporlama açısından 'ofis tipi' Sayıştay modeli üzerine bina
edilmekle birlikte, diğer yüksek yargı organlarında olduğu gibi yargılama
daireleri ve kurullar kurulmuş; 'yargılama', 'kesin hüküm', 'ilam' gibi kavramlar
kullanılmış ve 'temyiz', 'yargılamanın iadesi', 'karar düzeltme', 'içtihadı
birleştirme' gibi hukuk yolları oluşturulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43
sayılı Kararında da belirtildiği üzere, bu niteliğiyle diğer yüksek yargı
organlarından farklı olarak kendine özgü denetim yapan ve yargısal sonuçlu
kararlar veren Sayıştay, gördüğü hizmetin niteliği ve çalışma yönteminin
yakınlığı nedeniyle Anayasanın 'yargı' bölümünde düzenlenmiştir.Anayasanın 148
inci maddesinde de Sayıştay Başkan ve üyelerinin görevleriyle ilgili suçlardan
dolayı yargılanmaları diğer yüksek mahkemelerin başkan ve üyelerinde olduğu
gibi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında sayılmıştır.
Bu nedenle, Sayıştay, Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, TBMM
adına denetim görevi yapan, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlayan ve kararlarına karşı hiçbir yargı organına başvurma olanağı bulunmayan
anayasal birkurumdur.
Denetimi fiilen yürüten Sayıştay denetçilerini sindirip görev
yapamaz hale getirmek; Sayıştay daire ve kurullarının yetkisinde olan
hususlarda, Sayıştayı bağlayıcı kararlar verme yetkisini Sayıştay Başkanına ve
üç uzman denetçi ile ilgili daire temsilcisi iki görevliden oluşan komisyonlara
vermek; Sayıştayın Anayasal ve yargısal görevlerine denetimindeki idareleri
müdahil ve hatta ortak etmek yoluyla Sayıştaya Anayasa ile verilmiş görevlerin
bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir şekilde yapılmasını
engelleyen ve TBMM'nin bütçe hakkının gereği olan kamu kaynağının elde edilmesi
ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme
sorumluluklarını görüşmesini ve yürütme organını denetlemesini Sayıştay
raporları üzerinden sınırlandırmanın ötesinde bütçe hakkına yürütmenin
ajanlarını ortak eden iptali istenen hükümler, Anayasanın 87 nci, 112 nci ve
160 ıncı maddelerine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında sayılmış; 4 üncü maddesinde ise bu ilkenin
değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kurala
bağlanmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti, insan
haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, tüm eylem ve işlemleri bağımsız yargı denetimine açık
olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile
Anayasanın bulunduğunun bilincinde olan devlettir.Kamusal yetkilerin kaynağı,
dayanağı ve sınırı olan Anayasanın herhangi bir maddesine aykırı bir yasa
kuralı, doğal olarak hukukdevleti ilkesiyle de bağdaşmaz.
Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasındayasaların kamu
yararına dayanmasıve kamu düzeninin kurulması ve korunması amacına yönelik
kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçütlerinin göz önünde tutulması gerekliliği
de bulunmaktadır. Buna göre kamu yararı düşüncesi olmaksızın, diğer bir
anlatımla, yalnız özel çıkar veya belli kişilerin yararına olacak şekilde
herhangi bir yasa kuralı konulamaz. Oysa, iptali istenen düzenleme, TBMM'nin
bütçe hakkından kaynaklanan yürütmenin ve idarenin hesapverme sorumluluğunu
görüşmesine taban oluşturan Sayıştayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre TBMM
adına yaptığı denetim sonucunda hazırlayacağı Sayıştay raporları ile
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevini, hesapverme
sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan yürütme organı ile üst yöneticilerin
yararına ve kamunun zararına olacak şekilde ortadan kaldırarakSayıştayın
Anayasal görevlerini bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir
şekilde yapmasını engellemeyi amaçlamakta ve Sayıştayı hak, hukuk, adalet ve
hakkaniyet ölçülerinden uzak denetim yapmaya zorlamaktadır. İptali istenen
düzenlemeler, bu yanıyla da hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda süreçleri de açıklandığı üzere, 6085 sayılı Kanunda
Sayıştayın TBMM'nin bütçe hakkını kullanmasına taban oluşturmak üzere Sayıştay
raporları, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak üzere ise
yargılamaya esas rapor hazırlaması öngörülmüştür.
Sayıştay'ın yaptığı denetimler sonucunda görüşlerini de belirtmek
suretiyle hazırlayıp sunduğu Sayıştay raporları ve değerlendirmeler temelinde
TBMM, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin olarak kamu
idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşecektir.
Sayıştay, bu denetimlerde TBMM'nin çıkardığı yasaları ve hükümetin
politika tercihlerinin yer aldığı ve TBMM'nin uygulanmasına onay verdiği
bütçeyi esas almak zorundadır. Sayıştayın yasalara aykırı denetim yapması ve
TBMM'nin bütçeyle onay verdiği politika tercihlerini eleştirmesi veya
doğruluğunu ya da yerindeliğini sorgulaması elbette ki söz konusu olamaz.
Sayıştayın görevi, TBMM'nin çıkardığı yasalar ile TBMM'nin bütçe ile onay
verdiği politikaların nasıl uygulandığını; yapılan harcamaların yasalarla
verilen yetkilere uygun şekilde ve verimlilik, tutumluluk ve etkililik
ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; idarelerin iç kontrol yapısının
güvenirliğini; mali raporlarının doğruluğunu ve uygunluğunu raporlamaktır.
Sayıştayın söz konusu raporları hazırlarken, idarenin düzenleyici
işlemleri olan bakanlar kurulu kararı, tüzük ve yönetmelikler ile ilgili
kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş kamu idareleri
tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşlere tabi kılınması ve bunlara
aykırı denetim raporu düzenleyemeyecek olması, bütçe hakkının sahibi olan
TBMM'nin kamu idarelerinin yönetim ve hesapverme sorumluluklarını görüşmesini,
idarelerin idari tasarruflarına tabi kılmak anlamına gelmektedir. Denetleyen TBMM'yi
denetlenenin iradesinin eseri olan yönetsel tasarruflara bağlı kılmak, bütçe
hakkından kaynaklanan denetimi ortadan kaldırmakla eşdeğerdir.
Oysa, Sayıştayın yürütmenin faaliyetlerini denetleyerek TBMM'ye
rapor sunmasından amaçlanan; Parlamentoya bütçe hakkı kapsamında, hükümetten
hesap sormasına yardımcı olacak tarafsız ve nesnel bulgu, bilgi ve veriler
sağlamak ve yönetimin geliştirilmesi ve aksaklıkların giderilmesi için öneriler
getirmektir.
Hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının
veya işleri iyi yönetememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut da
savurganlığın temelinde idarenin düzenleyici işlemleri yatıyor ise, Sayıştaydan
idarenin düzenleyici işlemleri hukukun bir parçası ve idare de düzenleyici
işlemlerine uygun faaliyette bulunmuş gerekçesiyle söz konusu hususları
Parlamentoya raporlamaktan imtina etmesi beklenemez. Beklenmesi, Parlamentonun
bütçe hakkının yok sayılması demektir.
Kaldı ki, (mülga) 832 sayılı Sayıştay Kanununun 25 inci maddesinin
ikinci fıkrasında, 'Denetçiler; anlam, uygulama veya sonuçları bakımından
Hazine menfaatlerini zarara uğratıcı nitelikte gördükleri kanun, tüzük,
yönetmelik, kararname ve sair mevzuat hükümlerini, inceleme sırasında tesbit
ederek bunları gerekçesiyle birlikte ve yazılı olarak Birinci Başkanlığa
bildirirler. Birinci Başkan, bu bildirileri derhal Genel Kurula havale eder ve
bunlardan Genel Kurul karariyle kabule değer görülenler üç aylık raporlarla
Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisine sunulur.' hükmü yer almaktaydı.
Anılan hüküm genel ifadelerle daha kapsayıcı hale getirilerek 6085
sayılı Kanunun 'Sayıştay denetimi' başlıklı 36 ncı maddesinin (4) numaralı
fıkrasında, 'Bu denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden
kaynaklanan ve açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.'
şeklinde kurallaştırılmıştır.
Bu bağlamda, Sayıştay hem,TBMM'nin çıkardığı yasalar ile TBMM'nin
bütçe ile onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını, yapılan harcamaların
yasalarla verilen yetkilere uygun şekilde ve verimlilik, tutumluluk ve
etkililik ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; hem de hükümetin politika
tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının veya işlerin iyi yönetilememesinin
ya da yasaya aykırılığın veyahut da savurganlığın temelinde idarenin
düzenleyici işlemleri yatıyor ise beklenen sonuçları doğurmayan faaliyetler,
iyi yönetilemeyen işler, yasaya aykırı uygulamalar ve savurgan harcamalarla
birlikte, bunlara yol açan idarenin düzenleyici işlemlerini de TBMM'ye
raporlaması, yapmaktan kaçınamayacağı Anayasal ve yasal görevleridir.
TBMM'nin kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına ilişkin
olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüşmesine,
Sayıştay raporları üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci
maddesindeki demokratik devlet ilkesi ile 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine bu açılardan da aykırıdır.
İptali istenen (c) bendindeki hükümler, yargılamaya esas rapor ve
hesap yargısı açısından da Anayasaya aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 123 üncü maddesinde, idarenin kanuniliği ilkesi
getirilmiştir ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ise yasamaya bağımlı ve
ikincil bir yetkidir.Anayasanın 115 inci maddesinde, yürütme organına,
kanunların uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere,
kanunlara aykırı olmamak ve Danıştayın incelemesinden geçirilmek şartıyla
tüzük; 124 üncü maddesinde ise idareye, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak
şartıyla yönetmelik çıkarabilme yetkisi verilmiştir. Bu bağlamda, tüzük,
yönetmelik ve idarenin diğer düzenleyici işlemleri yetkiyi yasalardan almak,
yasaların uygulanmasını sağlamak ve yasalara aykırı olmamak durumundadır.
İdarenin düzenleyici işlemlerini denetlemek ise, 2575 sayılı Danıştay Kanununun
24 üncü maddesine göre Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı işler
kapsamındadır. Dolayısıyla, idarenin düzenleyici işlemleri kural olarak
yasalara aykırı olamazlar. Olmaları durumunda ise, yasal normların esas
alınması hukukun temel bir prensibi ve hukuk devleti ilkesinin bir gereği
olduğundan, idarenin düzenleyici işlemlerine aykırı denetim raporu ya da
yargılamaya esas rapor düzenlememeye ve dolayısıyla Sayıştay yargılama
daireleri ile kurullarını yasaya aykırı ve idarenin düzenleyici işlemlerine
uygun karar vermeye zorlayan iptali istenen düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesi
ile 160 ıncı maddesine bu açıdan da aykırılık oluşturur.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun
45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2)
numaralı fıkranın (c) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
d) (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (ç) bendinde,
düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda, yapılan denetimin kapsadığıişve
işlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara
da yer verileceği; bu hususların ilgili Daireler tarafından da uygun bulunmasıhalinde
ilgili mevzuatta herhangi bir değişiklik olmadığıtakdirde bu mevzuata uygun olarak
aynışekilde yapılan mali işve işlemler hakkında daha sonra mevzuata aykırılık
gerekçe gösterilerek denetim raporu düzenlenemeyeceği hükümlerine yer
verilmiştir.
Bendin ilk tümcesinde, 'düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen
raporda' denildiğine ve 6085 sayılı Kanunda düzenlilik denetimi sonucunda
denetim raporu ve yargılamaya esas rapor olmak üzere iki rapor düzenlenmesi
öngörüldüğüne göre, bentte yer alan hükümler her iki raporu da kapsamaktadır.
Bütçe hakkı, Anayasanın 87 nci, 160 ıncı, 162 nci ve 164 üncü
maddelerine göre TBMM'nindir. TBMM, gelirlerin toplanması ve harcamaların
yapılması yetkisini bütçe kanunu ile yürütmeye devretmekte; yürütme ise, bütçe
programlarına tahsis edilen ödeneklerin, bütçede öngörülen programlara,
belirtilen tutarlarda, hukuka uygun şekilde ve taahhüt edilen hedeflere
ulaşılması amacıyla verimli, tutumlu ve etkin şekilde harcanacağı konusunda
hesap verme yükümlülüğü altına girmektedir.
Türk Sayıştayı kurulduğu andan itibaren 'yargı tipi' Sayıştaylar
arasında yer almış; nitekim Anayasanın 160 ıncı maddesinde Sayıştaya TBMM adına
denetim yapma ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevi
verilmiştir. Anayasanın 160 ıncı maddesinde yer alan 'sorumlular' ifadesi,
bidayetten sorumluluğu/zimmettarlığı ifade etmektedir.
Bidayetten sorumlular ise, TBMM'nin yürütme organına tahsis ettiği
bütçe ödeneklerinin teslim edildiği kamu görevlileridir. Bütçe Kanununun Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle söz konusu sorumlular,
sorumluluklarına verilen bütçe ödenekleri tutarında borç altına girmekte; mali
yılın sonunda Sayıştaya verecekleri yönetim dönemi hesabında, yaptıkları her
işlemin mevzuata uygun olduğunu ispat ve beraatlarına yarayan belgeleri ibraz
ederek borçtan kurtulmaktadırlar. Söz konusu kamu görevlileri, 5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda harcama yetkilisi (md. 31), gerçekleştirme
görevlisi (md. 33) ve muhasebe yetkilisi (md. 61) ile diğer sorumlular olarak
yer almıştır. Bütçe ödeneklerinin teslim edildiği/zimmetlerine verildiği söz
konusu sorumluların, hesap ve işlemlerinin yargılama dairelerinde yargılanması
sonucunda mevzuata uygun bulunan kısımları için Sayıştayca beraat hükmü tesis
edilerek sorumlulukları sona erdirilmekte, mevzuata uygun bulunmayan kısımları
için ise zimmettarlıklarının devamına yönelik olarak tazmin hükmü tesis
edilmektedir.
Nitekim, Sayıştay ilamlarında tazmin hükmolunan hususlar,
sorumluları ve gerekçeleriyle birlikte maddeler halinde sıralandıktan sonra
sonuç bölümünde '' maadasının belgelerine dayandığı, kayıtlarına, kanun ve
diğer mevzuat hükümlerine uygun bulunduğu anlaşıldığından sorumluların
beraatine ' yılı ' ayının ' günü hükmolunduğu Sayıştay ' Dairesinde saklı '
sayılı tutanakta yazılı olmakla işbu ilam düzenlendi.' denilmektedir.
Başka bir anlatımla tazmin hükmü verilenlerden başka, diğer hesap
ve işlemlerin tamamının mevzuata uygun olduğuna ve sorumluların beraatına karar
verilmektedir. Bu bağlamda (ç) bendinde sözü edilen ''yapılan denetimin
kapsadığıişve işlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit
edilen hususlara da yer verilir.' şeklindeki hükmün gereği, zaten ilamda yerine
getirilmiş olmaktadır.
Bununla birlikte, (ç) bendinde, ilamda değil, ilama esas oluşturan
yargılamaya esas raporda yer alması öngörülmektedir. Ancak bu isteğin yerine
getirilmesi hem fiilen imkansız, hem maliyeti çok yüksek, hem de hukuken yersiz
ve gereksizdir.
Anayasa Mahkemesinin hesap ve işlemleri yıllık örneğin 12 çuval
ise, Bayındırlık Bakanlığının 12 kamyon, Milli Eğitim Bakanlığının ise 22
kamyondur. Anayasanın 160 ıncı maddesinde, 'Sayıştay ' kurumlarının bütün gelir
ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak(la) ' görevlidir.'
denildiğine göre, denetçiler 22 kamyon hesap ve işlemi ve bunların temsil
ettiği karar ve faaliyetleri inceledikten sonra mevzuata aykırı buldukları
yanında uygun gördüklerini de yargılamaya esas rapora alsınlar demek;
denetçilerin 22 kamyon hesap ve işlemin -ki 2.000.000 yevmiye sayısını geçer-
her birinin yevmiye tarihi, yevmiye numarası, tutarı, harcamanın konusu ve
mevzuata uygunluk nedeninin (çünkü yargılama dairesinde mevzuata uygunluk
yönünden yargılanıp, 6085 sayılı Kanunun 51/1 maddesi gereğince ilamlar da gerekçeli
yazılacağından) yargılamaya esas rapora yazılmasını istemektir. Bunlar alt alta
yazılsa ve her sayfaya 20 satır sığdırılsa 100.000 sayfa yapar. Her işlem için
harcamanın konusu ve mevzuata uygunluk gerekçeleri de dört satıra sığdırılsa
400.000 sayfalık bir rapor ortaya çıkar. Sayıştay denetimine tabi tüm idareler
göz önüne alındığında, bunun yapılabilirliği fiilen imkansızlaşır. Bunun
yapılabilmesi için, Sayıştayın mevcut denetçi, savcı ve üye kadrosunun en
azından yüz ile çarpılması, mevcut bütçe ödeneklerinin tamamının da kırtasiye
harcamalarına tahsis edilmesi gerekir.
Her faaliyet gibi denetimin de bir maliyeti vardır ve denetim
maliyeti yüksek bir faaliyettir. Tüm kamu faaliyetlerinde olması gerektiği
üzere denetim hizmetinde de aynı veya daha az kaynak kullanarak daha fazla veya
daha kaliteli hizmetin elde edilmesi, kaynak kullanımının asgariye indirilmesi
ve hedeflenenlerin başarılması gerekir.
Oysa, iptali istenen düzenleme verimlilik ve ekonomiklik
ilkelerini literatürden silecek bir kaynak savurganlığı öngörmenin yanında, söz
konusu kaynak savurganlığının gerekçesi olan, yargılamaya esas raporlarda
mevzuata uygun görülen hususların 'Daireler tarafından da uygun bulunmasıhalinde
ilgili mevzuatta herhangi bir değişiklik olmadığıtakdirde bu mevzuata uygun
olarak aynışekilde yapılan mali işve işlemler hakkında daha sonra mevzuata
aykırılık gerekçe gösterilerek denetim raporu düzenlenemez' hedefinin
başarılması da, 6085 sayılı Kanuna göre hukuken mümkün değildir.
Çünkü, Sayıştay yargılama dairelerinin kararları kesin değildir.
Bir denetçinin mevzuata uygun değerlendirdiği hususu, başka denetçilerin
mevzuata aykırı değerlendirebilecekleri bir yana, 6085 sayılı Kanunun (55/1)
maddesinde göre Sayıştay dairelerince verilen ilamlar, Sayıştay Temyiz
Kurulunda temyiz olunur ve bu Kurulca verilen kararlar kesindir. Dahası, işin
gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde aynı konu hakkında
dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen ilamlar birbirine aykırı ise Sayıştay
Başkanı bu ilamları içtihatların birleştirilmesi için Genel Kurula gönderir
(58/1). Sayıştay Başkanı birleşmiş içtihadın değiştirilmesi için de istemde
bulunabilir (58/2). Genel Kurul, içtihadın birleştirilmesi kararı alır
(25/2-b).
Bu bağlamda, işin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir
olduğu halde aynı konu hakkında Sayıştayın sekiz dairesinden birinin mevzuata
uygun bulduğu hususu bir diğeri ya da diğerleri mevzuata aykırı bulabilirler;
hepsi uygun bulsalar dahi Savcının istemi üzerine Temyiz Kurulu bozabilir;
Temyiz Kurulu kararları arasında farklılık olması halinde Genel Kurul içtihadı
birleştirir. Sayıştay Denetçilerini yaptıkları denetimlerde mevzuatın
yorumlanması açısından daire kararları değil; Genel Kurul kararları bağlar.
Dolayısıyla, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen yargılamaya esas raporda,
yapılan denetimin kapsadığıişve işlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun
olduğu tespit edilen hususlara, fiili imkansızlığa ve ölçüsüz kaynak
savurganlığına rağmen yer verilse ve bu hususlar ilgili Daireler tarafından
uygun bulunsa dahi, bu düzenlemeden hedeflenenin başarılması, daire
kararlarının kesin olmaması nedeniyle hukuken mümkün değildir; mümkün olmadığı
için de düzenleme hukuken yersiz ve gereksizdir.
Bu durum, denetçilerin TBMM'ne sunulmak amacıyla hazırlayacakları
denetim raporları için de geçerlidir. Tek fark, kaynak savurganlığının daha az
olacak olmasıdır.
INTOSAI'nin 3.0.3/a nolu DS, 'Denetçi denetimi -denetimin üstün
vasıflı, etkili, verimli, ekonomik ve zamanında yapılmasını temin edecek
şekilde- planlamalıdır.' şartını koyar.
Denetçi TBMM'ye sunulacak raporlar için hem önemlilik eşiğini hem
de kabul edilebilir denetim risklerini değerlendirerek incelenecek hesap ve
işlemin (genel popülasyon) içinden uygun teknikler kullanarak bütünü şamil
olmak üzere denetim örneklemi seçecektir. Bu durumda, Milli Eğitim Bakanlığının
22 kamyon olan hesap ve işlemi içinden denetçi örneğin 1 kamyonunu (yaklaşık
100.000 yevmiye sayısı) inceleyecektir.
İptali istenen düzenleme yine aynı şekilde denetçinin 100.000
işlemin mevzuata aykırı buldukları yanında uygun bulduklarının tamamının
yevmiye tarihi, numarası, tutarı ve konusu ile mevzuata uygunluk gerekçelerini
yazdığı bir denetim raporu düzenlemesini öngörmektedir. Yukarıdaki hesaba göre
yaklaşık 20.000 sayfalık söz konusu denetim raporu cevaplandırılması için Milli
Eğitim Bakanlığı müsteşarına gönderilecek; cevaplar alındıktan sonra verilen
cevaplar çerçevesinde yeniden düzenlenerek 100.000 (20.000 sayfa rapor) işlem
için yargılama dairesi görüşü alınacak; yargılama dairesi görüşünden sonra
denetim raporu daire görüşü doğrultusunda Sayıştay raporuna dönüştürülerek
100.000 işlem için bu defa Rapor Değerlendirme Kuruluna, Rapor Değerlendirme
Kurulunun son şeklini verdiği Sayıştay raporu ise TBMM'ye sunulacaktır. Bunun
Sayıştay denetimine tabi olan tüm idareler için geçerli olacağı göz önüne
alındığında Sayıştay raporları TBMM'ye kamyonlarla gönderilecektir. Bu içerikte
ve yoğunluktaki raporların bırakınız TBMM'de görüşülmesini, TBMM'nin her yıl
Sayıştay raporları için ek arşivler yaptırması gerekecektir.
Yasanın öngördükleri, aklın, mantığın kabul edebileceği,
havsalanın alabileceği bir durum değildir ve böylesine maddi gerçeklerden
kopukluğa tarihsel söylencelerde dahi rastlanmamaktadır. Öte yandan, TBMM'ye
sunulacak Sayıştay raporlarında Rapor Değerlendirme Kurulu, son karar mercii
olduğundan yargılama dairelerinin mevzuata uygun bulduklarını aykırı, aykırı
bulduklarını uygun bulabilecektir. Dolayısıyla, hedeflenen yine
gerçekleşmeyecektir.
Hedeflenenin gerçekleşmesi demek, bir denetçinin görüşü üzerinden
verilen daire kararının Sayıştayın diğer yargılama daireleri yanında
kurullarını da bağlaması ve dolayısıyla Sayıştaydaki kanun yollarının sona
erdirilerek 6085 sayılı Kanunun bütünüyle ilgası anlamına gelmektedir ki, bu
durumun Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırılığı ortadadır.
Öte yandan, yürütme organı ile idarenin tüm eylem ve işlemlerinin
hukuka uygun olması bir meziyet değil, hukuksal sorumluluğudur. Anayasanın 8
inci maddesinde yürütme görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine
getirileceği; 129 uncu maddesinde ise, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları
kurallarına yer verilmiş; 137 nci maddesinde ise kanunsuz emir düzenlenmiştir.
Bu bağlamda yürütme organı ile idarenin yasal sorumluluklarını
yerine getirmesi genel kural olup; Sayıştayın varlık nedeni ve Anayasal görevi
kuraldışı olanları raporlamaktır.
İptali istenen (ç) bendi, Sayıştay'dan imkansızı istemekte;
Sayıştay imkansızı her şeye rağmen gerçekleştirse bile, nihayetinde hiçbir açıdan
hiçbir işe yaramamaktadır.
Bununla birlikte, Sayıştayların kamu kaynaklarının verimlilik,
etkinlik ve ekonomik ilkelerine uygunluğunu, performans denetimi metodolojisi
temelinde denetlemelerinde, 'iyi uygulama örneklerini' raporlamaları bir
INTOSAI Denetim Standardıdır.
Çünkü, performans denetimleri, kamu idarelerinin faaliyetlerinin
faaliyet dönemine bağlı kalmaksızın yılı içinde veya yıllar itibariyle sektör,
program, proje ve konu bazında bazen birden çok kamu idaresini kapsayacak
şekilde yürütülmesi şeklinde gerçekleştirilir. Kamu idarelerinden birinin
diğerlerine göre aynı faaliyeti daha verimli, etkili ve ekonomik yürütmesi 'iyi
uygulama örneği' oluşturduğundan diğerlerine de örnek olması ve
yaygınlaştırılmasının sağlanması amacıyla parlamentoya raporlanması gerekir.
Ancak, AKP iktidarı Sayıştayın performans denetimi yetkisini elinden almıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kuran
ve bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun
bilincinde olan devlettir.
Yasalar nihayetinde, devlet etkinliklerinin düzenle
sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluşturmak, kamu
yararını gerçekleştirmek ve uygulanmak amacıyla çıkarılır. Devlet
etkinliklerinin düzenle sürdürülmesine engel olan, kamu yararına sonuç
doğurmayan, kamu hizmetinin nitelikleriyle bağdaşmayan, hak, hukuk ve adalet
anlayışına aykırı, makul olmayan ve uygulanabilirliği bulunmayan bir
düzenlemenin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile
bağdaştırılamayacağı açıktır.
İptali istenen düzenleme, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle Sayıştaya
verilen TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlama görevlerini, denetim hizmetlerinin gerektirdiği bağımsızlık,
tarafsızlık, nesnellik ve zamanındalık gibi geçerli ve makul nedenler ile
gerçekleşebilir hedefler olmaksızın amacından saptırmayı; kaynaklarını işlevi
ve işlerliği olmayan ve Sayıştay denetiminde kaos yaratmak dışında hiç kimsenin
de işine yaramayan boş, gereksiz ve yersiz işlere tahsis ederek görevlerini
etkili, güvenilir ve yeterli yapmaktan alıkoymayı ve TBMM'ninkamu idarelerinin
yönetim ve hesapverme sorumluluklarını görüşmesini işlevsizleştirerek boğmayı
amaçladığından Anayasanın 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın
(ç) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
e) (d) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (d) bendinde,kamu
idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda düzenlenen taslak
denetim raporlarınındenetim grup başkanlıklarıtarafından Başkanlığa sunulmadan
önce üç uzman denetçiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonlarıtarafından,
ilgili kanunlar ile bunlara dayanarakçıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve
ilgili kanunlarda uygulamayıyönlendirmeküzere yetkilendirilmişolan kamu
idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşler ile bu fıkrada yer
alan diğer hususlara uygunluğu yönünden değerlendirileceği; rapor değerlendirme
komisyonlarının teşekkülüile bunlarınçalışma usul ve esaslarıyönetmelikle
düzenleneceği kuralları getirilmektedir.
6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrada'Denetimin
yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aşağıdaki hususlara uyulur:'
denildiğine ve (d) bendinde de 'kamu idarelerinin düzenlilik ve performans
denetimleri sonucunda düzenlenen taslak denetim raporlarının' ifadesine yer
verildiğine göre, (d) bendi 'yargılamaya esas rapor', 'denetim raporu' ve
'performans denetimi/ölçümü raporu' nu kapsamaktadır.
Yapılan düzenlemenin, 'yargılamaya esas rapor', 'denetim raporu'
ve 'performans denetimi/ölçümü raporu' nun Başkanlığa sunulmadan önce, üç uzman
denetçiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonlarıtarafından mevzuata
uygunluk açısından incelenerek, raporların kalite güvencesinin sağlanmasının
amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Rapor değerlendirme komisyonlarımarifetiyleraporlara kalite güvencesinin
sağlanması, geleneksel yöntem ve tekniklerle yürütülen ve ilgili vergi
dairesine verilmekle uygulamaya konularak hukuksallık kazanan vergi inceleme
raporları için elzemdir.
Ancak, bağımsız dış denetim ile Sayıştay denetimleri için
uluslararası düzeyde geçerlilik taşıyan ve sadece denetim raporunu değil,
denetimin planlanmasından sonuçlandırılarak raporlanmasına kadar bütün aşama ve
süreçlerini kapsayan kalite güvence standartları vardır: Bağımsız dış denetim
için, Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu (IFAC) tarafından yayınlanan
'Uluslararası Denetim Standartları' ile Amerikan Sertifikalı Serbest
Muhasebeciler Enstitüsü (AICPA) tarafından yayınlanan 'Genel Kabul Görmüş Denetim
Standartları'; Sayıştay denetimleri için ise, 'INTOSAI Denetim Standartları'.
INTOSAI Denetim Standartları; temel prensipler, genel standartlar,
alan standartları ve raporlama standartları olmak üzere dört bölümden
oluşmaktadır. Denetime kalite güvencesi sağlamak 'Alan Standartları'nın
konusunu oluşturmaktadır.
INTOSAI'nin (1.0.6/a) nolu DS:'Sayıştaylar önemli olarak
nitelendirilebilecek her konuda INTOSAI denetim standartlarına uymalıdır.'
şartını koyarken;
(3.0.3/b) nolu DS: ' Her seviyedeki denetim görevlisinin çalışması
ve denetimin her safhası uygun bir biçimde gözetime tabi tutulmalı ve
belgelendirilmiş denetim çalışması kıdemli bir denetim elemanı tarafından
gözden geçirilmelidir.'ilkesini içermektedir.
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 'Denetimin genel esasları' başlıklı
35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, 'Denetim genel kabul
görmüş uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.' denilirken;
(e) bendinde, 'Kalite güvencesinin sağlanması için, denetimin her aşaması
denetim standartlarına, stratejik planlara, denetim programlarına ve mesleki
etik kurallarına uygunluğu açısından sürekli gözden geçirilir.' denilmiş;
'denetim süreci' başlıklı 37 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası ise, 'Denetim
sürecine ilişkin hususlar, kanunlar dikkate alınmak ve genel kabul görmüş
uluslararası denetim standartlarından yararlanmak suretiyle hazırlanacak
yönetmelik, standart ve rehberlerde belirtilir.' şeklinde kurallaştırılmıştır.
6085 sayılı Yasada sözü edilen rehberlerden, INTOSAI Düzenlilik
Denetimi Rehberi esas alınarak hazırlanan Düzenlilik Denetimi Rehberi, Denetim
Planlama ve Koordinasyon Kurulunun 17.06.2011 tarih ve 12 sayılı toplantısında
görüşülmüş ve Sayıştay Başkanının 17.06.2011 tarihli onayıyla yürürlüğe
girmiştir.
Anılan Rehberin (http://www.sayistay.gov.tr/mevzuat/düzenlilik/rehber.asp)
'4.1 Gözden Geçirme (Denetimin İzlenmesi)' bölümünde, 'Denetimde kalite ve
etkinliği sağlamak açısından denetim çalışmasının bütün aşamalarının gözden
geçirilmesi gereklidir. (') Denetimde kalitenin ve etkinliğin sağlanması
denetim sırasında yapılan gözden geçirme, denetim sonrasında ise kalite
güvencesine yönelik gözden geçirme yolu ile sağlanır'.
'Gözden geçirme, denetimin tamamlanma aşamasına bırakılmadan
denetim çalışması süresince her bir denetim aşamasından sonra yerine getirilir.
Gözden geçirme, gözden geçirmeyi yapan grup başkanı veya denetim
ekibi başkanına denetim çalışması üzerinde etkili bir kontrol uygulama imkanı
verir ve denetim sürecinde gerekli değişikliklerin zamanında yapılabilmesine
katkıda bulunur. (')
Denetimin gözden geçirilmesi Birinci Aşama Gözden Geçirme
(Detaylı) ve İkinci Aşama Gözden Geçirme (Genel) olmak üzere iki aşamada
gerçekleştirilir.'
'Birinci aşama gözden geçirmede, denetim çalışmasının bütün
aşamalarında düzenlenen denetimi destekleyici her bir çalışma kağıdı söz konusu
çalışma kağıtlarını düzenlememiş olan ekip başkanı tarafından detaylı bir
şekilde incelenir. Birinci aşama gözden geçirmede ilk olarak, denetim planının
gerektirdiği bütün işlerin yerine getirildiğinden ve düzenlenen çalışma
kağıtlarında, yürütülen denetim çalışmalarının gerektiği şekilde
belgelendirilmiş olduğundan emin olunur. Daha sonra denetimin farklı
aşamalarında yapılmış çalışmaların ve ulaşılmış sonuçlarının detaylı bir
şekilde incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılır. (')
İkinci aşama gözden geçirmede, belirli çalışma kâğıtları seçilmek
suretiyle grup başkanı tarafından incelenir. Grup başkanı genel olarak
denetimin kalitesini değerlendirir.
(')
Gözden geçiren grup başkanı:
- Denetim planının, denetlenen kurumun tanınması temeline dayanan
risk ve önemlilik kavramlarının dikkate alınarak hazırlandığı,
- Denetim planının, denetimin nasıl ve ne zaman yapılacağı ve mali
tablolarla ilgili görüş oluşturmak amacıyla gerekli denetim kanıtlarının nasıl
sağlanacağını gösterecek şekilde hazırlandığı,
- Denetime ilişkin alan çalışmasının, yapılan ve onaylanmış
denetim programına göre yürütüldüğü ve mali tabloların önemli hata ve mevzuata
aykırılık hususları içermediğine ilişkin yeterli ve uygun denetim kanıtlarının
toplandığı,
- Onaylanmış denetim programından sonra ortaya çıkan önemli
değişikliklerin dikkate alındığı,
- Denetimle ilgili önemli hususların denetim süresince dikkate
alındığı,
- Denetimin, mevzuata, uluslararası denetim standartlarına ve
Sayıştay'ın mali denetim politika ve prosedürlerine göre yürütüldüğü
Hususlarında tam olarak ikna olmalıdır.'
'Denetim tamamladıktan sonra kalite güvencesine yönelik gözden
geçirmeler yapılır.
Kalite güvencesine ilişkin gözden geçirme, Sayıştay'a;
- Denetim çalışmasının kanunlar, Sayıştay uygulamaları ve
uluslararası denetim standartları ile uyumlu olduğu,
- Denetim görüşünün denetim kanıtlarıyla tamamen desteklendiği,
- Denetim ekipleri tarafından doğru denetim görüşlerine
ulaşıldığı,
- Denetimlerden elde edilen iyi uygulama örneklerinin Sayıştay
geneline yaygınlaştırılması,
Düzenlilik denetim rehberinde geliştirilmesi gereken alanların
tespit edilmesi,
hususlarında katkı sağlar.
Kalite güvencesine yönelik gözden geçirmeler, Başkanlıkça,
denetlenen kurumun denetlenmesine iştirak etmemiş ve yeterli mesleki tecrübeye
sahip denetçilerden oluşturulan Kalite Kontrol Ekibi tarafından yürütülür.
Başkanlıkça her yıl tamamlanmış denetimler içerisinden belli sayıda denetim
seçilerek, denetim ekibinden bağımsız ekipler tarafından denetim sonrası kalite
güvencesine yönelik gözden geçirme faaliyetlerinde bulunulur. Gözden geçirme
çalışması yolu ile denetimin planlama, uygulama, raporlama, gözden geçirme
safhalarına ilişkin sonuçlarını;
- Zamanlama
- Tamlık
- Denetimin ve birinci ve ikinci gözden geçirmelerinin uygun bir
şekilde yerine getirilip getirilmediği
- Yapılan çalışmaların belgelendirilmesinin ve özetlenmesinin tam
bir şekilde yapılıp yapılmadığı
- Denetim görüşünü destekleyen uygun çalışmaların ve
değerlendirmelerin yapılıp yapılmadığı
açılarından değerlendirilir.'
Görüldüğü üzere Sayıştay tarafından yapılan düzenlilik
denetiminde, denetimin planlanmasından raporlanmasına kadar her bir aşaması,
ekip başkanı tarafından 'birinci aşama gözden geçirme' ve grup başkanı
tarafından ise 'ikinci aşama gözden geçirme' şeklinde sürekli bir kalite
değerlendirilmesine tabi tutulmakta; denetim tamamlandıktan sonra ise,
tamamlanmış denetimler içinden belli sayıda denetim seçilerek, denetlenen
kurumun denetimine iştirak etmemiş mesleki tecrübeye sahip denetçilerden
oluşturulan 'kalite kontrol ekibi' tarafından kalite güvencesine yönelik gözden
geçirme yapılmaktadır.
Bu bağlamda, Sayıştay tarafından yapılan denetiminkalite
güvencesi, tüm dünya Sayıştaylarının kabul ettiği INTOSAI Denetim Standartları
ile INTOSAI Düzenlilik Denetimi Rehberindeki esaslar temelinde sağlanır; buna
ek olarak yargılamaya esas raporlar yargılama daireleri ile kurullarda, denetim
raporları ile performans denetimi/ölçümü raporları ise yargılama daireleri ile
Rapor Değerlendirme Kurulunda görüşülür ve mevzuata uygunluk yönünden
incelenirken; ayrıca taslak denetim raporlarının cevaplandırılmak üzere
denetlenen idarelere gönderilmesi için Başkanlığa sunulmadan önce üç uzman
denetçiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından
incelenmesinin hangi amaca hizmet edeceği ve bundan ne gibi yararlar beklendiği
anlaşılabilir olmanın uzağındadır.
Rapor değerlendirme komisyonlarının inceleme yapabilmeleri için
öncelikle ortada hazırlanmış denetim raporlarının olması gerekir. Sayıştayın
asli görevi denetim yapmak ve bu denetimi 6085 sayılı Yasasında da belirtildiği
üzere tüm Dünya Sayıştayları için geçerli olan INTOSAI Denetim Standartlarının
öngördüğü kalite güvence sistemleri dahilinde yapmaktır. Sayıştay,
denetimlerini ve kalite kontrol süreçlerini İNTOSAI Denetim Standartlarına göre
yaparken, denetim kapasitesinin önemli bir kısmını, ne bağımsız dış denetimde,
ne de Sayıştay denetiminde amacı, işlevi, gereği ve diğer ülkeler
Sayıştaylarında örneği olmayan rapor değerlendirme komisyonlarına tahsis
etmesi, denetim yapamaması ve üçer uzman denetçiden oluşacak rapor
değerlendirme komisyonlarının incelemesi öngörülen denetim raporlarını
üretemeyerek Anayasal görevlerini yapamaması demektir.
Ayrıca, denetlenen kurumun denetim sürecine katılmadığından kurumu
tanımamış; iş, işlem ve faaliyetleri ile iç kontrol sistemini incelememiş;
tanıma ve incelenmesine refakat etmemiş; denetimin nasıl yapıldığına ilişkin
çalışma kağıtlarını inceleyecek zamanı olmayan, üst yönetici cevapları da henüz
alınmadığından denetim raporu hazırlanmamış taslak denetim raporu üzerinden
yapılacak bir rapor değerlendirme faaliyetinin, Sayıştay denetiminin kalitesine
anlamlı bir katkısı olmak yerine, zarar vermesi ve ayrıca denetçinin
bağımsızlığını zedeleyerek meslekten soğumasına yol açması beklenmelidir.
Hukuk devletinde yasaların bir çıkarılma amacı, bir gerekçesi olması
gerekir. Bu amaç ve gerekçe kamusal bir hizmeti gerçekleştirmekten daha
kaliteli, daha etkili ve kamu yararına sonuç doğuracak şekilde gerçekleştirmeye
kadar uzanabilir. Ancak, kamusal bir hizmetin, gerektiği gibi yapılmasını
sekteye uğratmak; kurulmuş hukuksal alt yapısını çökertmek; kamu hizmetlerinin
düzenle sürdürülmesini tehlikeye atmak ve kamu yararından koparmak amacıyla
yasa çıkarılması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Sayıştayın Anayasal görevlerini yapmasını ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yürütme organı ilekamu idarelerinin yönetim ve hesapverme
sorumluluklarını görüşmesini, haklı ve geçerli bir ihtiyaca binaen ve makul
nedenler olmaksızın denetim hizmetinin gerekleriyle bağdaşmayacak şekilde
sekteye uğratarak amacından saptıran söz konusu düzenleme, Anayasanın 2 nci
maddesi yanında 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine de aykırıdır.
Öte yandan, söz konusu raporlar zamanlı raporlardır. 6085 sayılı
Kanunun 38 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında, denetim raporlarının
idareler itibariyle birleştirileceği ve bir örneğinin Sayıştay Başkanlığınca
ilgili kamu idaresine gönderileceği; kamu idaresinin üst yöneticisinin, raporun
alındığı tarihten itibaren otuz gün içinde cevaplandıracağı; bu cevaplar da
dikkate alınarak yeniden düzenlenen denetim raporlarının Sayıştay dairelerinin
görüşleri alınmak üzere raporun ilgili olduğu yılın bitimini takip eden Mayıs
ayı sonuna kadar Sayıştay Başkanlığına sunulacağı yazılıdır.
Bu hükümlere göre, denetim raporlarının Mayıs ayı sonuna kadar
Sayıştay Başkanlığına sunulabilmesi için, bir ay üst yöneticinin cevaplandırma
süresi, 20 gün verilen cevaplara göre raporun yeniden düzenlenme süresi, 10 gün
posta (gönderme ve cevap) süresi dikkate alındığında denetçilerin denetim
raporlarını ilgili olduğu yılın bitimini takip eden yılın Mart ayı sonuna kadar
hazırlayıp ilgili kamu idaresine gönderilmek üzere Sayıştay Başkanlığına
sunmaları gerekmektedir.
Sayıştay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 17.12.2011 tarihli ve
28145 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 'Kamu İdaresi Hesaplarının Sayıştaya
Verilmesi ve Muhasebe Yetkililerinin Bildirilmesi Hakkında Usul ve Esaslar'ın 6
ncı maddesinin (4) numaralı fıkrasında, 'Hesap dönemi sonunda verilecek defter,
mali tablo ve belgeler; ilgili mali yılı takip eden yılın Şubat ayı sonuna
kadar Başkanlığa gönderilir.' denilmiş; 5 inci maddesinin (3) numaralı
fıkrasında ise hesap dönemi sonunda verilecek defter olarak birleştirilmiş
veriler defteri; mali tablo olarak geçici ve kesin mizan ile bilanço; belgeler
olarak ise kasa, banka, alınan çekler, menkul kıymet ve varlıklar, teminat
mektupları, değerli kağıtlar sayım tutanakları ile taşınır kesin hesap cetveli
ve taşınır icmal hesabı veya envanter defteri sayılmıştır.
Buna göre, Sayıştay denetiminin (hesap ve işlemlerin) temelini
oluşturan defter, mali tablo ve belgeler, Şubat ayı sonunda Sayıştaya
gönderilecek, Mart ayı içinde denetçiler, hesap ve işlemlere ilişkin
kanıtlayıcı belgelerin (ödeme emri, muhasebe fişi vb.) defterlere doğru
tutarlar üzerinden doğru hesaplara kaydedilip kaydedilmediğini, bütün
belgelerin kaydedilip kaydedilmediğini, belgesiz kayıt yapılıp yapılmadığını,
sayım tutanakları tutarları ile mali tablo devir tutarlarının örtüşüp
örtüşmediğini ve hatalar varsa nedenleri ile mali tabloların söz konusu
kayıtlardan üretilip üretilmediğini inceleyip denetim görüşü oluşturarak mali
denetim raporu hazırlayacak ve Mart ayı sonuna kadar da Başkanlığa sunacaktır.
Getirilen düzenlemeyle taslak denetim raporunun (mali denetim ve
uygunluk denetimi raporu) Başkanlığa sunulmadan önce bir defa da üç uzman
denetçiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonu tarafından incelenmesi
ve önerileri doğrultusunda yeniden düzenlenmesi öngörülmektedir.
Burada sorulması gereken soru şudur: Rapor değerlendirme komisyonu
söz konusu taslak denetim raporlarını hangi süre içinde inceleyecek; hangi süre
içinde öneriler doğrultusunda rapor yeniden düzenlenecek ve Sayıştay tarafından
hazırlanan tüm taslak denetim raporları inceleneceğine göre, Sayıştay bu kadar
uzman denetçiyi nereden bulacaktır' Ayrıca, (2) numaralı fıkranın (c) bendinde
yer alanSayıştay tarafından görevlendirileceküçuzman denetçi ile ilgili kamu
idaresi tarafından görevlendirilecek ikiüyeden oluşacak komisyon tarafından
yapılacak mevzuat değerlendirmesi de söz konusu Mart ayı içinde yapılacaktır.
Bunların tamamının bir ay içinde yapılabilmesi ise, fiilen imkansızdır.
Dahası, Sayıştay Başkanlığı söz konusu Yönetmeliği çıkarmasına
rağmen, aradan sekiz ay geçtiği halde Maliye Bakanlığı 'saymanlık/muhasebe
birimi'ni kamu idareleri bazında kurmadığından, Sayıştay hesap ve işlemleri
'kamu idaresi' bazında değil, Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliği hükümlerine
göre, 'saymanlık/muhasebe birimi' bazında almaya devam etmektedir. Maliye
Bakanlığının muhasebe birimlerini kamu idareleri bazında ne zaman kuracağı ve
buna ilişkin yönetmelikleri ne zaman hazırlayacağı yanında kurup kurmayacağı da
belirsizliğini sürdürmektedir.
30.12.2006 tarihli ve 26392 (3. Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 'Merkezi Yönetim Muhasebe Yönetmeliği'nin 506 ncı maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, 'Mali yılın bitimine kadar fiilen yapılmış olan
ödemelerden mahsup edilmemiş olanların, ödenekleri saklı tutulmak suretiyle,
mahsup işlemleri mali yılın bitimini izleyen bir ay içinde yapılabilir. Zorunlu
hallerde bu süre, Bakanlık tarafından bütçe giderleri için bir ay, diğer
işlemlerde ise beş ayı geçmemek üzere uzatılabilir.' denilirken; 510 uncu
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise, 'Düzenlenen yönetim dönemi hesabı
defter, cetvel ve tabloları ile bu Yönetmelik uyarınca düzenlenmesi gereken yıl
sonu sayım tutanakları, mahsup dönemi sonu itibariyle görev başında bulunan
muhasebe yetkilisi tarafından yönetim dönemi hesabı adı altında oluşturulacak
bir dosya ile en geç mahsup dönemini izleyen bir ay içinde Sayıştay
Başkanlığına gönderilir.' denilmektedir.
Bu hükümlere göre mahsup işlemleri mali yılın bitiminden itibaren
bir ay içinde yapılacağına ve bütçe giderleri için bu süre bir ay, diğerleri
için beş ay uzatılabileceğine ve Yönetim Dönemi Hesabı da mahsup dönemini
izleyen bir ay içinde Sayıştaya gönderileceğine göre, Sayıştayın denetleyeceği
'mali tablolar', Sayıştaya en erken Mart ayı, en geç Ağustos ayı sonunda
gönderilecektir.
Dolayısıyla Sayıştay denetçileri, Sayıştaya en erken Mart ayı
sonunda gönderilecek mali tabloları, daha yolda iken denetleyecekler ve aynı
Mart ayı sonunda denetim raporlarını bitirmiş olarak Sayıştay Başkanlığına
sunacaklardır.
Getirilen düzenleme, denetçilerin defter, mali tablo ve belgeler
daha yolda iken, inceleyip denetim görüşü oluşturarak hazırlayacakları denetim
raporunun, yine defter, mali tablo ve belgeler yolda iken rapor değerlendirme
komisyonu tarafından incelenmesini ve önerileri doğrultusunda yeniden
düzenlenmesini öngörmektedir.
'İmkansızı iste, yapabileceğinin en iyisini başarırsın' deyimi,
kişileri motive etmek için geçerli bir yöntem olabilir. Ancak, bir hukuk
devletinde yasalar imkansızı isteyemez. Yasakoyucu, imkansızla uğraşmaz; makul
olanı kurallaştırır. İptali istenen düzenleme Anayasanın 2 nci maddesine bu
açıdan da aykırıdır.
Öte yandan, tüm denetim raporları üç uzman denetçiden oluşacak
komisyonlar tarafından olmayan süre içinde değerlendirileceğine göre, tüm uzman
denetçiler komisyon üyesi yapılacak ve karşılıklı olarak birbirlerinin
hazırladıkları raporları değerlendireceklerdir. Komisyonlardan birinin veya bir
kaçının hukuken geçerli nedenlerle dahi olsa uygun görmediği hususlar
olduğunda, raporu hazırlayan uzman denetçinin veya uzman denetçilerin tepkisini
çekecek ve bu durum karşılıklı çekişmeler üzerinden uzman denetçilerin
birbirlerinin raporlarını uygun bulmamalarına yol açarak kurum içi çalışma
barışının bozulması yanında, Sayıştayı hukuka uygun denetim yapmaktan da
alıkoyabilecektir. Düzenleme bu yanıyla da hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, düzenleme, üç uzman denetçiden oluşacak rapor
değerlendirme komisyonlarına taslak denetim raporlarını, kanunlara ek olarak
idarenin tebliğ, genelge, talimat ve hatta görüş gibi düzenleyici işlemleri
yönünden değerlendirme yetkisi vermektedir.
6085 sayılı Kanunda, denetçiler tarafından denetimi tamamlanmış ve
raporu hazırlanmış denetim raporlarındaki mevzuata aykırılıkları değerlendirme
yetkisini, münhasıran yargılama daireleri ile kurullara verilmiştir.
Bu yetkinin hesap yargılaması yapma ve Sayıştay görüşü oluşturma
yetkisi olmayan uzman denetçilerden oluşturulan komisyona verilmesi, Anayasanın
160 ıncı maddesine aykırıdır.
Öte yandan Sayıştay denetimi Anayasanın 160 ıncı maddesine göre
TBMM adına yapılmakta ve 6085 sayılı Kanunda denetim sonuçlarının Sayıştay
raporlarıyla TBMM'ye sunulması öngörülmektedir.
Bu durumda, Sayıştayın bir yandan,TBMM'nin çıkardığı yasalar ile
TBMM'nin bütçe ile onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını, yapılan
harcamaların yasalarla verilen yetkilere uygun şekilde ve verimlilik,
tutumluluk ve etkililik ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; diğer yandan
da hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının veya
işlerin iyi yönetilememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut da savurganlığın
temelinde idarenin düzenleyici işlemleri yatıyor ise beklenen sonuçları
doğurmayan faaliyetler, iyi yönetilemeyen işler, yasaya aykırı uygulamalar ve
savurgan harcamalarla birlikte, bunlara yol açan idarenin düzenleyici
işlemlerini de TBMM'ye raporlaması, yapmaktan kaçınamayacağı Anayasal ve yasal
görevleri arasındadır.
Bu bağlamda, TBMM'nin bütçe hakkı gereği yapacağı yürütmenin ve
idarenin hesap verme sorumluluğunu görüşme yetkisinin, Sayıştay denetimi
üzerinden, idarenin düzenleyici işlemlerine bağlı hale getirilip, idarenin
düzenleyici işlemleriyle sınırlandırılması, Anayasanın 2 nci maddesindeki
demokratik devlet ilkesi ile 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine bu
açılardan da aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere,6353 sayılı Kanunun 45
inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2)
numaralı fıkranın (d) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
7)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 46 ncı Maddesi ile17.02.2011Tarihli
ve 6114 SayılıÖlçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun3 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasına Eklenen (j) Bendi
ve Dördüncü Fıkrasının İkinci Cümlesinde Yapılan Değişiklik; 47 nci Maddesi ile
6114 SayılıKanunun4 üncü Maddesinin Onbirinci Fıkrasına Eklenen (ğ) Bendi ve 48
inci Maddesinin (c) Bendiyle 6114 Sayılı Kanunun 5 inci Maddesine Eklenen (5)
Numaralı Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 46 ncı maddesi ile 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 üncü
maddesinin ikinci fıkrasına (j) bendi eklenerek, Başkanlığa 'Faaliyetleri ile
ilgili olarakşirket kurmak, kurulmuşşirketlere ortak olmak.' yetkisi verilmekte
ve dördüncü fıkrasının ikinci bendindeki 'Başkanlık'ibaresi'Başkanlık ile
Başkanlığın kuracağıveya iştirak edeceğişirketler'şeklinde değiştirilmekte; 47
nci maddesi ile 6114 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin onbirinci fıkrasına
eklenen (ğ) ile 'Başkanlığın sınav faaliyetleri ile ilgili olarak kuracağıveya iştirak
edeceğişirketler için Bakanlar Kuruluna teklifte bulunmak.' Hükmü getirilmekte;
48 inci maddesinin (c) bendiyle ise 6114 sayılı Kanunun 5 inci maddesine
eklenen (5) numaralı bendiyle ise, Başkanlığın, sınav faaliyetlerinin tamamınıveya
bir kısmınıkuracağıveya iştirak edeceğişirketler eliyle yürütebileceği ile
şirket kurulmasına veya kuruluşirketlere iştirak edilmesine, yönetim kurulunun
teklifiüzerine Bakanlar Kurulunca karar verileceği hüküm altına alınmaktadır.
Özetle; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının, kuruluş
amacı ve asli görevi olan sınav faaliyetlerini, kuracağı veya iştirak edeceği
şirketler aracılığıyla yürütmesi öngörülmektedir.
6114 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, Kanunun amacı, ÖSYM
Başkanlığı tarafından yapılacak her türlü sınav ve yerleştirmeler ile bu
sınavlarda görev alanların yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları
düzenlemek olarak ortaya konmuş; 3 üncü maddesinde ise Başkanlığın, kamu tüzel
kişiliği ile idari ve mali özerkliğe sahip, Yükseköğretim Kurulu ile ilgili ve
özel bütçeli bir kuruluş olduğu vurgulanmıştır.
Türkiye'de sınav faaliyetlerini yapabilecek ve hatta Anadolu
Üniversitesi gibi yapan üniversiteler var iken, ÖSYM Başkanlığı adıyla bir kamu
kuruluşu kurulmasının ve kamu tüzel kişiliği ile idari ve mali özerklik
tanınıp, özel bütçeli bir kuruluş olarak kurulmasının nedeni, üniversite ve
meslek sınavları gibi öğrencilerin geçmiş birikimleri ile gelecekteki
yaşamlarını doğrudan etkileyen kamusal bir faaliyetin, bilimsellik, güvenilirlik,
nesnellik, tarafsızlık ve gizlilik ilkeleri içinde yapılmasını sağlamaktır.
6114 sayılı Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun 17 Şubat 2011 tarihinde kabul edilmiş ve 3
Mart 2011 tarihli ve 27863 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Anılan Kanunun 'Kuruluş, görev ve yetkiler' başlıklı 3 üncü
maddesinin (4) numaralı fıkrasında da, 'Başkanlık, sınav, ölçme, değerlendirme
ve yerleştirme hizmetlerini yerine getirirken ihtiyaç duyduğu aşamalarda, soru
hazırlama, donanım ve yazılım olarak bilgisayar ve iletişim altyapısı, baskı,
paketleme, taşıma, dağıtım, güvenlik ve işgücü hizmetleri satın alabilir. Sınav
hizmetleriyle sınırlı kalmak üzere bu mal ve hizmetlerin temininde, Başkanlık
tarafından gerçek kişiler, kamu tüzel kişileri veya özel hukuk tüzel
kişilerinden alınan mal ve hizmetlerle ilgili olarak 4/1/2002 tarihli ve 4734
sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri uygulanmaz. Söz konusu mal ve hizmetlerin
teminine ilişkin usul ve esaslar, Kamu İhale Kurumunun görüşü alınarak
Yükseköğretim Kurulu tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenir.' hükmüne
yer verilmiştir.
Bu bağlamda, başkanlık sınav, ölçme, değerlendirme ve yerleştirme
işlemlerinde ihtiyaçlarını 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabi
olmadan karşılayabilmektedir.
Yasanın yürürlüğe girdiği 3 Mart 2011 tarihinden, 4 Temmuz 2012
tarihine ne değişmiştir de Başkanlığa, asli görevi olan sınav faaliyetlerini,
kuracağı veya iştirak edeceği şirketler aracılığıyla yürütme yetkisi
verilmektedir'
Değişen tek şey, ÖSYM'nin Başkanının değiştiği ve Yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yaptığı her sınava skandal boyutunda
usulsüzlük karışması, usulsüzlüklerin önce inkâr edilmesi, belgelenince
geçiştirilmesi ve faillerinin ortaya çıkarılıp hesap sorulmamasıdır. 27 Mart
2011 tarihinde yapılan YGS'de şifreli soru skandalı yaşanmış; 24 Nisan 2011
tarihinde yapılan ALES'e giren 500 adaya eksik kitapçık dağıtılmış; 30 Nisan
2011 tarihinde yapılan YGS'ye giren mahkum adaylara sınav kitapçıkları eksik
gönderilmiş; 7 Haziran 2011 tarihinde yapılan YGS'de sınava Diyarbakır'da giren
dört öğrencinin sınav kağıtları kaybolmuş; 29 Mayıs 2011 tarihinde yapılan
STS'de, bir önceki yıl sorularının aynısı sorulmuş; 7-8 Temmuz2012 tarihinde yapılan KPSS'de ikinci oturum devam
ederken iki farklı kaynaktan sabah oturumunda sorulan sorular internete düşmüş,
soru kitapçıkları parklarda bulunmuş ve 320 adayın sınavı iptal edilmiş; buna
rağmen skandal inkar edilmiştir. Toplumda artık ÖSYM, sınav merkezi olarak
değil; skandal merkezi olarak anılmaya başlanmıştır.
ÖSYM Başkanlığına,sınav faaliyetlerini
kuracağı veya iştirak edeceği şirketler aracılığıyla yürütme yetkisi
verilmesinin arkasında, yürütülen kamu hizmetinin gerekleri değil, yaşanan ve
yaşanmaya devam edeceği anlaşılan sınav skandalları gerçeği yatmaktadır. AKP
İktidarı, skandalların sorumlularını ortaya çıkarıp 'bağımsız yargı' karşısına
çıkaracağına; özel hukuk tüzel kişisi şirketin sağlayacağı kamu hukuku
kurallarına bağlı olmadan hareket etme serbestliği ile 657 sayılı Kanunun
sağladığı hak ve güvencelerden yoksun olan işçi statüsü üzerinden, bir yandan
sınav usulsüzlüklerinin daha rahat yapılmasına imkan yaratmanın, diğer yandan
sınav sürecinde görev alan güvenceli memurların yerine işçi istihdam ederek
usulsüzlüklerin kamuoyuna yansımasını engellemenin ve usulsüzlük yapanların
memur suçu işlemelerini ve personel mevzuatına göre soruşturulmalarını bertaraf
etmenin arayışı içindedir. ÖSYM Başkanlığına, sınav faaliyetlerini kuracağı
veya iştirak edeceği şirketler aracılığıyla yürütme yetkisi vermenin arkasında
bu arayış yatmaktadır.
Oysa, sosyal hukuk devletinde, üniversiteye giriş sınavı yanında,
mezuniyetten sonraki KPSS sınavı ve diğer tüm sınavların, bilimsellik,
güvenilirlik, nesnellik, tarafsızlık ve gizlilik ilkeleri temelinde yapılması yürütme
organının; bunu sağlayacak sistemleri kurmak ise yasama organının temel
görevidir.
Bunu sağlamanın temel koşulu ise, sınav hizmetinin, kamu kurum ya
da kuruluşları tarafından, kamu hukukuna tabi süreçlerde ve kamu görevlileri
tarafından yürütülmesidir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki
sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında, Devletin, kamu
iktisadi teşebbüsleri ile diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği kurala
bağlanmış; 129 uncu maddesinin birinci fıkrasında ise, memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin Anayasaya ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla
yükümlü oldukları belirtilmiştir.
Toplumun her kesiminden ve her gelir grubundan ailenin,
çocuklarının iyi bir lise öğrenimi görmesi ve sonrasında ise iyi bir
üniversiteyi kazanmasını sağlamak amacıyla, daha ilköğretim dördüncü sınıftan
itibaren çocuklarını kurslara gönderdiği ve çocuklar oyun, dinlenme ve uykuda
geçirecekleri zamanlarını kurslarda geçirirken, aile bütçelerinin çok önemli
bir kısmının eğitime harcandığı bir Türkiye gerçeğidir.
Bu bağlamda, 6114 sayılı Kanunla ÖSYM Başkanlığına verilen ve
Başkanlığın varlık/kuruluş nedeni olan sınav faaliyeti kadar, kamu hizmeti
nitelemesini hak eden ve memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi
gereken, bir başka kamu hizmeti türü az bulunur.
Bu itibarla, ÖSYM Başkanlığının memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görmesi gereken sınav hizmetleri için şirket kurması veya kurulmuş
şirketlere iştirak etmesi ve sınav faaliyetlerinin tamamınıveya bir kısmınıkuracağıveya
iştirak edeceğişirketler eliyle yürütmesi, Anayasanın 128 inci maddesine
aykırıdır.
Türkiye'de benzer sınavları yapan tek kamu kuruluşu ÖSYM
Başkanlığı da değildir. Benzer sınavları Milli Eğitim Bakanlığı yanında Anadolu
Üniversitesi de yapmaktadır.
1983 yılında kurulan Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesinin
günümüz itibariyle öğrenci sayısı 1.363.571'dir. Bu sayıdaki öğrenci için her
öğretim yılında birer kez ara, yılsonu ve bütünleme sınavı yapmaktadır.
Açıköğretim Fakültesi söz konusu sınavları, 2547 sayılı Kanunun 58
inci maddesine göre kurulan Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün, 07.07.1999
tarihli ve 23748 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Anadolu Üniversitesi Döner
Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Yönetmeliği hükümlerine göre, kamu kurumu eliyle,
kamu hukukuna tabi süreçlerde ve kamu görevlileri eliyle yürütmektedir.
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi benzer sınavları, kamu
hukukuna tabi süreçlerde ve kamu personeli eliyle her yıl en az üç kez yurtiçi
ve yurtdışında yapar ve yaptığı sınavlara herhangi bir şaibe karışmaz iken;
ÖSYM Başkanlığının asli görevi olan sınav faaliyetlerini şirketler eliyle
yürütmesine olanak sağlayan düzenlemeler, Anayasanın 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 46 ncı maddesi ile6114
sayılıÖlçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına eklenen (j) bendi ve
dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yapılan değişiklik; 47 nci maddesi ile
6114 sayılıKanunun4 üncü maddesinin onbirinci fıkrasına eklenen (ğ) bendi ve 48
inci maddesinin (c) bendiyle 6114 sayılı Kanunun 5 inci maddesine eklenen (5)
numaralı bent, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
8)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'unGeçici 1 inci Maddesinin
İkinci Fıkrasındaki, 'Ödemesi devam edenlerden bu maddeçerçevesinde yapılacak
hesaplamaya göre fazlaödeme yapmışolanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihtenönceödemesini tamamlamışolanlara geri ödeme yapılmaz.' Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrasıyla;Türk SilahlıKuvvetlerine
bağlıher derecedeki eğitim kurumuna 1997 ve sonraki yıllarda giren ve askeriöğrencilikten
kendi isteğiyle ayrılan veya sağlık sebepleri dışında askeriöğrenciliktençıkarılanlardan;
yüklenme ve kefalet senetlerinde yazılıolsa dahi ilaç ve tedavi giderleri,
kitap, kırtasiye giderleri,öğrenci harçlıklarıile yiyecek giderinin yarısıve
bunlara tekabül eden faizlerin geri alınmayacağı; bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihteödemeleri devam edenler ile bu konuda açılmış davaları sonuçlanmamış
veya kesin hükme bağlanmışolanların da bu madde hükümlerinden
yararlandırılacağı; ancak, ödemesi devam edenlerden bu maddeçerçevesinde
yapılacak hesaplamaya göre fazlaödeme yapmışolanlar ile bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihtenönceödemesini tamamlamışolanlara geri ödeme yapılmayacağı
hükümleri getirilmiştir.
Türk SilahlıKuvvetlerine bağlıher derecedeki eğitim kurumuna 1997
ve sonraki yıllarda giren ve askeriöğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan veya
sağlık sebepleri dışında askeriöğrenciliktençıkarılanlardan; yüklenme ve
kefalet senetlerinde yazılıolsa dahi ilaç ve tedavi giderleri, kitap, kırtasiye
giderleri,öğrenci harçlıklarıile yiyecek giderinin faizleriyle birlikte yarısının
veya tamamınıngeri alınmamasına yönelik düzenleme yapılması yasakoyucunun
takdirindedir ve sosyal devletin de gereğidir.
Ancak, düzenlemede, ödemelerini hiç yapmayanlarla geç ya da eksik
yapanların ödemeleri gereken tutarlar ile buna tekabül eden faizin yarısını
ödememeleri öngörülür ve dolayısıyla borcunu ödememiş olanlar
ödüllendirilirken; yasalara uyarak ödemelerini zamanında yapanların fazla
ödedikleri tutarlar ile bu tutarlara denk gelen faizlerin geri ödenerek
eşitliğin sağlanması gerekirken, bırakınız faizi fazla ödedikleri anapara
tutarının dahi geri ödenmemesinin kurallaştırılması, yasaya uyan, yasanın
gereğini yerine getiren yurttaşların cezalandırılmasıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kuran
ve bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
Kanun koyucunun adaletsiz, hakkaniyete aykırı ve hukuka uygun
davranmayı cezalandırıcı nitelikte olan iptali istenen düzenlemesi, Anayasanın
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde ise yasa önünde eşitlik ilkesine yer
verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere yasa
önünde eşitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı
anlamına gelmemekle birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda
olanlara aynı, ayrı durumda olanlara da farklı kuralların uygulanmasını ve
ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Anayasanın 10
uncu maddesindeki eşitlik ilkesi ile eylemli değil, hukuki eşitlik amaçlanmıştır.
Başka bir anlatımla, kişisel durumları ve nitelikleri özdeş olanlar arasında,
konulan kurallarla değişik uygulamaların yapılmaması gerekmektedir.
Türk SilahlıKuvvetlerine bağlıher derecedeki eğitim kurumuna 1997
ve sonraki yıllarda giren ve askeriöğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan veya
sağlık sebepleri dışında askeriöğrenciliktençıkarılanların kişisel durumları ve
nitelikleri özdeştir. Dolayısıyla bunların ilaç, tedavi, kitap, kırtasiye ve
yiyecek giderleri ile öğrenci harçlıklarının yarısının ödenmesi, diğer
yarısının ödenmemesi öngörülüyor ise, bunların tamamını ödemiş olanlarla
yarısından fazlasını ödemiş olanlara da ödenmesi gereken tutardan fazlasının
iade edilmesi gerekirken;ödemesi devam edenlerden bu maddeçerçevesinde
yapılacak hesaplamaya göre fazlaödeme yapmışolanlar ile bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihtenönceödemesini tamamlamışolanlara geri ödeme yapılmayacağına
ilişkin düzenleme yasa önünde eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geçici 1 inci
maddesinin ikinci fıkrasındaki, 'Ödemesi devam edenlerden bu maddeçerçevesinde
yapılacak hesaplamaya göre fazlaödeme yapmışolanlar ile bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihtenönceödemesini tamamlamışolanlara geri ödeme yapılmaz.' tümcesi,
Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
9)04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'unGeçici 2 nci Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı
25.08.1999 tarihli ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile
sigortalı işsizlerden Kanunda sayılı şartları taşıyanlara Kanunda belirtilen
süre ve miktarda işsizlik ödeneği ödenmesi öngörülmüştür.
Anılan Kanunun 53 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında, Fon'un
gelirlerinin işsizlik sigortası primlerinden, bu primlerin
değerlendirilmesinden elde edilen kazanç ve iratlardan, Fon'un açık vermesi
durumunda Devletçe sağlanacak katkılardan, Bu Kanun gereğince sigortalı ve
işverenlerden alınacak ceza, gecikme zammı ve faizlerden ve diğer gelir ve
kazançlar ile bağışlardan oluşacağı belirtilmiş; son fıkrasında ise aynen,
'Fon, damga vergisi hariç her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.'
denilmiştir.
Fon yönetimi ise, İşsizlik Sigortası Fonunda biriken primleri,
Kanunun 53 üncü maddesi uyarınca değerlendirerek Fon'a gelir sağlamak amacıyla,
menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarına yatırmışlardır.
Fon'un finansal araçların alınması ve elden çıkarılması sürecinde
elde ettiği gelirlerden, 4447 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin son
fıkrasındaki açık hükme rağmen, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununa 5281 sayılı
Kanunun 30 uncu maddesiyle eklenen geçici 67 nci maddesi kapsamında vergi
tevkifatı yapılmış ve buna karşı yetkili idare mahkemelerinde davalar
açılmıştır.
31.05.2012 tarihli ve 6322 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 27 nci
maddesi ile 4447 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin son fıkrasına,'Fon, damga
vergisi hariç her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.' tümcesinden sonra
gelmek üzere, 'Bu muafiyetin, 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanunu ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca
yapılacak vergi kesintilerine şümulü yoktur.' hükmü eklenmiş ve anılan hüküm
6322 sayılı Kanunun 15.06.2012 tarihli ve 28324 tarihli Resmi Gazetede
yayımlanmasıyla yayım tarihinde yürürlüğe girmiştir.
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun geçici 2 nci maddesi ile ise,15.06.2012tarihindenönce
193 sayılıGelir Vergisi Kanununun geçici 67ncimaddesi uyarıncaİşsizlik
SigortasıFonu gelirlerinden yapılan vergi kesintileri için dava açılmayacağı;
görülmekte olan davalarda davayıgören mahkemece, karar temyiz edilmişiseDanıştaycakarar
verilmesine yer olmadığına ve vekaletücretine hükmedilmeksizin tarafların
yaptıklarımasrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verileceği ve bu davalara
ilişkin olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra taraflara tebliğedilen
kararlar uyarınca işlem yapılmayacağı hükümleri getirilmektedir.
Cumhuriyetin niteliklerinin düzenlendiği Anayasanın 2 nci
maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin birhukuk devletiolduğu belirtilmiş; 4 üncü
maddesinde ise Cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği ve
değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.Hukuk devleti;
temel hak ve özgürlüklere dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olan devlettir.
Nitekim, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 11 inci
maddesinde, Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organları ile idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu;
36 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan
yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında hiçbir
mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağı; 125 inci
maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık
olduğu; 138 inci maddesinde ise, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat
veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği ve tavsiye ve telkinde bulunamayacağı ile
yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda
olduğu ve bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını hiçbir surette
değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği
kurallaştırılmıştır.
15.06.2012tarihindenönce 193 sayılıGelir Vergisi Kanununun geçici
67ncimaddesi uyarıncaİşsizlik SigortasıFonu gelirlerinden yapılan vergi
kesintileri için dava açılmayacağına ilişkin düzenleme, hukuk devleti ilkesi
ile bağdaşmadığı gibi, hak arama hürriyeti ile adil yargılanma hakkının
kullanımını engellediğinden Anayasanın 36 ncı maddesine; idarenin vergileme
işlemine karşı yargı yolunu kapattığından Anayasanın 125 inci maddesine
aykırıdır.
Görülmekte olan davalarda davayıgören mahkemece, karar temyiz
edilmişiseDanıştaycakarar verilmesine yer olmadığına ve vekaletücretine
hükmedilmeksizin tarafların yaptıklarımasrafların üzerlerinde bırakılmasına
karar verileceği ile bu davalara ilişkin olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten sonra taraflara tebliğedilen kararlar uyarınca işlem yapılmayacağına
ilişkin hükümler ise, yasama organının konusu ve mahiyeti belli olan açılmış
bir dava hakkında, davanın görüldüğü bağımsız mahkemeler ile hakimlere
verecekleri kararı, yasa yoluyla emrettiğinden Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesi ile 138 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, yasama organı iptali istenen düzenleme ile kaynağını
Anayasadan almayan bir yetki kullandığı ve Anayasaya aykırı düzenleme yaptığı
için, iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın 6 ncı ve 11 inci maddelerine de
aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geçici 2 nci
maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 11 inci, 36 ncı, 125 inci ve 138 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) Seçim suçlarında dava açma süresini iki yıldan altı aya düşüren
ve böylece çatışan yararlar arasındaki adil, makul ve hakkaniyete uygun dengeyi
ortadan kaldırarak suçtan zarar görenler ile temsili demokrasinin aleyhine
sonuç doğuran; hak düşürücü süre nedeniyle gerekli ve yeterli araştırma
yapılmadan ve suç delilleriyle ortaya konmadan dava açılmasına ve dolayısıyla
delillerin yargılama aşamasında toplanmasına neden olup; yargılama süresini
uzatan; birden fazla seçim çevresini ve giderek tüm ülkeyi kapsayan örgütlü ve
örtülü seçim suçlarını, soruşturmanın uzun süreli, ayrıntılı ve koordinasyonu
gerektirmesi üzerinden teşvik eden düzenleme Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 67 nci
maddelerine aykırıdır.
Yasanın yürürlüğe girmesiyle seçim suçu işlemiş ve davası altı ay
içinde açılmamış kişilerin yasadan hukuksuz yere yararlanmaları yanında, 2014
yılında yerel seçimlerin yapılacak olması ve hatta yerel seçimlerin altı ay öne
alınacağının siyasi iktidar tarafından dile getirilmesi gerçeği karşısında, hak
düşürücü süre üzerinden örgütlü ve örtülü seçim suçlarını teşvik eder
mahiyetteki düzenleme, önümüzdeki yerel seçim sonuçlarına şaibe karışmasına yol
açarak, bundan zarar görenler ile demokrasimize ileride telafisi olmayan zarar ve
ziyanlar verecektir.
2) TÜBİTAK'ın kuruluş amacının ve görevlerinin gereği olan
geliştirdiği teknolojiler ile buluşların, kuracağı şirketler eliyle
piyasalaştırılması, Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olmanın yanında rekabetçi
bir ekonominin kurulması ve ülkede ekonomik refahın sağlanması amaçlarının
gerçekleşmesine ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlar verecektir.
3) Kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden
olan ve Anayasaya aykırı bulunan denetim hizmetlerinin özel denetim
şirketlerine gördürülecek olması, kamunun ileride telafisi olmayan zarar ve
ziyanlarına neden olacaktır.
4) Ankara Büyükşehir Belediyesinin tekel gücüne sahip doğal gaz
dağıtım şirketi Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş. nin, Ankara Metrosunun Ulaştırma
Bakanlığınca üstlenilmesi gerçeği karşısında, tüketicileri koruyucu hiçbir
önlem içermeden % 100'ünün gerekçesiz yere özelleştirilmesi, Anayasanın 2 nci,
5 inci ve 56 ncı maddelerine; yasal sorumlularının şahıslarında kişiselleşmiş
BOTAŞ ve Hazine Müsteşarlığı alacaklarının ise yasayla silinmesi, Anayasanın 2
nci ve 10 uncu maddelerine aykırıdır.
Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin tüketicileri koruyucu
hiçbir önlem içermeden özelleştirilerek tekel gücünün özel firma eline geçmesi
ve firmanın da kar maksimizasyonu için tekelci fiyatlama yapacak olması, çevre
felaketlerine yol açacak ve bundan Ankara'da yaşayanlar ileride telafisi
olmayan zarar ve ziyanlar görecektir.
5) İptali istenen kurallar, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 5
inci, 10 uncu ve 90 ıncı maddelerine aykırı olmanın yanında, kamu yararına
dayanmamakta; engellilerin erişim haklarının sağlanmasını ve dolayısıyla
engelli yurttaşların temel hak ve özgürlüklerden üç yıl daha yararlanmamasını
öngördüğünden, engellilerin sonradan telafisi güç ya da olanaksız zarar ve
ziyanlarına neden olacaktır.
6) Sayıştay denetimine getirilen ölçüsüz, yersiz, gereksiz,
gerekçesiz sınırlamalar, Sayıştayın bırakınız bağımsız, tarafsız, nesnel ve
zamanlı denetim raporları üretemeyecek olmasını, Anayasal görevlerini hiç
yapamamasıyla sonuçlanacak ve Parlamentonun bütçe hakkını kullanamamasına yol
açacak içerikte olduğundan, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci, 112 nci ve 160
ıncı maddelerine aykırıdır.
Sayıştay'ın INTOSAI Denetim Standartlarına ve INTOSAI Performans
Denetimi Uygulama Rehberine uygun olarak hazırladığı altı adet performans
denetimi raporu, 6085 sayılı Kanunla performans denetimi görevinin elinden
alınmasından dolayı TBMM'ne sunulamamıştır.
03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 19.12.2010
tarihli ve 27790 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi nedeniyle
Sayıştay Başkanlığı ikincil mevzuat ile denetim rehberlerinin hazırlanması ve
denetçilerin hizmetiçi eğitime alınması gerekçeleriyle, Sayıştay denetimine
tabi kurum ve kuruluşların 2010 yılı hesap ve işlemlerini denetlememiştir.
Sayıştay denetimine tabi kurum ve kuruluşların 2011 yılı hesap ve
işlemlerini 6085 sayılı Kanuna göre denetlemiş; denetim raporları hazırlanarak
kurum görüşleri alınmış ve daire görüşü alınması için yargılama dairelerine
gönderildiğinde, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra yürürlüğe girmiştir.
Sayıştay yargılama dairelerinden yarısına yakını, denetim raporlarının 6085
sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrada getirilen usul ve
esaslara göre hazırlanmadığı ve fıkrada öngörülen kontrol süreçlerinden
geçmediğini ileri sürerek, raporları görüşerek daire görüşü vermemiştir.
Anayasanın 164 üncü maddesinde, kesinhesap kanun tasarısının,
kanunda daha kısa bir süre kabul edilmemiş ise, ilgili oldukları mali yılın
sonundan başlayarak en geç yedi ay sonra, Bakanlar Kurulunca TBMM'ne
sunulacağı; Sayıştayın ise kesin hesap kanun tasarısının sunulmasından sonra en
geç yetmişbeş gün içinde TBMM'ye sunacağı; 5018 sayılı Kanunun 42 nci
maddesinin ikinci fıkrasında ise, kesin hesap kanun tasarısının, izleyen mali
yılın Haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kurulunca TBMM'ne sunulacağı
belirtilmiştir. Buna göre Sayıştay'ın genel uygunluk bildirimini en geç 15
Eylül'e kadar TBMM'ne sunması gerekmektedir.
6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
Sayıştay raporlarının TBMM'ne genel uygunluk bildirimi ile birlikte sunulacağı
belirtilmektedir.
Dolayısıyla, Sayıştayın denetimine tabi kurum ve kuruluşların 2011
yılı hesapları üzerinde yürüttüğü denetimler sonucu hazırlanan denetim
raporları, TBMM'ne sunulamayacaktır. Bundan, tüm kamunun ve Türk demokrasisinin
ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlar göreceği her türlü tartışmanın
dışındadır.
7) ÖSYM Başkanlığının varlık nedeni olan sınav faaliyetlerinin,
idari teşkilatı tarafından, kamu görevlileri eliyle ve kamu hukukuna tabi idari
süreçlerde yapılması yerine kuracağı veya iştirak edeceği şirketler eliyle
yapılmasını öngören düzenleme, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci
maddelerine aykırıdır.
Sınavların şirketler eliyle yürütülmesi nedeniyle ortaya çıkacağı
kesin olan sınav usulsüzlükleri ve skandallarının eğitim gören tüm gençler ile
ailelerinin ve demokratik hukuk devletinin ileride telafisi olmayan zarar ve
ziyanlarına neden olacağı, bugün yaşadıklarımızdan bellidir.
8) Kanun koyucunun adaletsiz, hakkaniyete aykırı ve hukuka uygun
davranmayı cezalandırıcı nitelikte olan iptali istenen düzenlemesi, Anayasanın
2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırıdır. Düzenleme, yasalara uyan yurttaşları cezalandırdığından
telafisi olmayan zarar ve ziyanlarına yol açmış; açmaya da devam etmektedir.
9) Davayıgören mahkemelerin ve karar temyiz edilmişiseDanıştayın
vereceği kararı kurallaştıran ve verilmiş mahkeme kararlarının uygulanmamasını
öngören düzenleme, hükmün yürürlüğe girmesiyle dava açma hakkını da ortadan
kaldırdığından, Anayasanın2 nci, 6 ncı, 11 inci, 36 ncı, 125 inci ve 138 inci
maddelerine aykırıdır. Hak arama hürriyeti ile adil yargılanma hakkının ortadan
kaldırılması, iktidarın uygulaması karşısında mağdur olmuş kişilerin, ileride
telafisi olmayan zarar ve ziyanlarına yol açacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması
gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
12.07.2012 tarihli ve 28351 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan,
04.07.2012 tarihli ve 6353 sayılı 'Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1) 3 üncü maddesi ile bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe
ilişkin 89 uncu maddesi, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci
maddelerine,
2) 5 inci maddesiyle değiştirilen 17.07.1963 tarihli ve 278 sayılı
Türkiye Bilimler ve Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2
nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki ''bu amaçla ilgili Bakanın
onayıüzerineşirket kurmak, kurulmuşşirketlere ortak olmak;' ibaresi ile (e)
bendindeki, ''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayıüzerineşirket kurmak,
kurulmuşşirketlerde imtiyazlıpay sahibi olmak; '' ibaresi, Anayasanın 2 nci ve
27 nci maddelerine,
3- a) 22 nci maddesiyle değiştirilen 20.01.2001 tarihli ve 4628
sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c)
bendinin sekizinci paragrafının beşinci tümcesindeki '' veya yetkilendireceği
denetim şirketlerine hizmet satın almak suretiyle '' ibaresi ile son tümcesi,
Anayasanın 123 üncü ve 128 inci maddelerine,
b) 31 nci maddesiyle değiştirilen 10.05.2005 tarihli ve 5346
sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin Kanunun 6/C maddesinin altıncı fıkrasındaki ''veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek
denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir.
Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık
görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
bölümü,Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 128 incı maddelerine,
4- a) 23 üncü maddesinin tamamı, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 56
ncı maddelerine,
b)23 üncü maddesiyle değiştirilen 18.04.2001 tarihli ve 4646
sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının
(e) bendinin değişik üçüncü paragrafındaki, 'BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağınıoluşturan
tüm bu borçlara ait faizler ilefer'ilerive cezalarısilinir.' şeklindeki ikinci
tümcesi ve 'Ödemenin yapılmasınıtakiben Hazinenin bu kredilere ilişkin faiz ve
gecikme cezalarıilefer'ilerive cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin
gelir ve gider hesaplarıile ilişkilendirilmeksizin terkin edilir.' şeklindeki
dördüncü tümcesi, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine,
5) 34 üncü maddesiyle 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı Özürlüler
ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerinde yer alan 'yedi yıl' ibarelerini
'sekiz yıl' şeklinde değiştiren ibare ile geçici 3 üncü maddesine eklenen
ikinci fıkrasının üçüncü tümcesi ve üçüncü fıkrasının ilk tümcesinin
başlangıcındaki, 'Sürenin bitiminden itibaren '' ibaresi, Anayasanın Başlangıcı
ile 2 nci, 5 inci, 10 uncu ve 90 ıncı maddelerine,
6) 45 inci maddesiyle 03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın,
a) (a) bendinin ikinci ve üçüncü tümcesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci,
87 nci, 112 nci, 123 üncü ve 160 ıncı maddelerine,
b) (b) bendi; Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine,
c) (c) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine,
d) (ç) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine,
e) (d) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı
maddelerine,
7)46 ncı maddesi ile17.02.2011 tarihli ve 6114 sayılı Ölçme, Seçme
ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun3
üncü maddesinin ikinci fıkrasına eklenen (j) bendi ile dördüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yapılan değişiklik; 47 nci maddesi ile 6114 sayılıKanunun4
üncü maddesinin onbirinci fıkrasına eklenen (ğ) bendi ve 48 inci maddesinin (c)
bendiyle 6114 sayılı Kanunun 5 inci maddesine eklenen (5) numaralı bendi,
Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 128 inci maddelerine,
8) Geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki, 'Ödemesi devam
edenlerden bu maddeçerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazlaödeme yapmışolanlar
ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihtenönceödemesini tamamlamışolanlara geri
ödeme yapılmaz.' tümcesi,Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine,
9) Geçici 2 nci maddesi;Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 11 inci, 36 ncı,
125 inci ve 138 inci maddelerine,
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanması halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.'
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenilen Yasa Kuralları
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un iptali istenen kuralları da
içeren maddeleri şöyledir:
'MADDE 3- 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 180 inci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan 'iki yıl' ibaresi 'altı ay' şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5-17/7/1963 tarihli ve 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının
(d) ve (e) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
'd) Kurum bünyesinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerini yapan
merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliştirilen teknolojilerin üretimde ve
ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını, tanıtılmasını veya bunlardan daha
kolay yararlanılmasını sağlamak için gerekli ortamları ve yönetim yöntemlerini
hazırlamak ve bu teknolojilerin ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal gelişmeye
katkıda bulunacak ticari değerlere dönüşmesini sağlamak,bu amaçla ilgili
Bakanın onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak;
e) Kamu ve özel sektörün teknolojik araştırma, geliştirme ve
yenilik faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teşvik ve destek
sistemlerini geliştirmek ve uygulamak; erken aşamadaki gelişme potansiyeli olan
buluşların ticarileştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kişi ve fonları
desteklemek,ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine şirket kurmak,
kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak;kamu ve özel sektörün
araştırma, geliştirme ve yenilik faaliyetleri sonucu elde edecekleri çıktıların
ticari değere dönüştürülmesini desteklemek; sanayinin üniversite ve araştırma
kurum ve kuruluşları ile iş birliği yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek
ve bu iş birliğinin somut hale dönüşebileceği ortamlar oluşturmak; bu alanlarda
girişimciliği desteklemek; fikri ve sınaî haklara ilişkin destek vermek; bu
bentte sayılan amaçlarla Bilim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslar
doğrultusunda teminatlı veya bir defaya mahsus olmak üzere teminat
alınmaksızın, hibe niteliğinde ve/veya geri ödemeli destekler vermek ve ön
ödemede bulunmak;'
'Kurum, sayılan görevlerini yerine getirmek amacıyla, kuluçka
merkezi, teknoloji merkezi, teknoloji transfer ofisleri, proje geliştirme ve
bilgi aktarım merkezleri, bilim merkezi, bilim parkı ve benzerlerini kurmak ve
desteklemek, yurt dışı irtibat büroları kurmak, destek programları oluşturmak,
iş birliği ağları ve kümelenme faaliyetlerini desteklemek, proje pazarı, bilim
fuarı, yarışma ve benzeri etkinlikleri düzenlemek ve desteklemek, ödül, burs ve
teşvik ikramiyesi vermek, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslar
doğrultusunda teminat alınmaksızın hibe ve/veya kredi olarak sermaye desteği
vermek ve ön ödemede bulunmak ve yukarıda belirtilen görevlerin yerine
getirilmesi ile ilgili her türlü faaliyette bulunmak ve gerekli desteği
sağlamak yetkisini haizdir.'
MADDE 22-20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı
Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin
sekizinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
'4046 sayılı Kanun çerçevesinde yapılan özelleştirme sonrası
elektrik dağıtım tesislerinin iyileştirilmesi, güçlendirilmesi ve
genişletilmesi için yapılan yatırımların mülkiyeti kamuya aittir.
Özelleştirilen elektrik dağıtım tesis ve varlıklarına ilişkin her türlü işletme
ile yatırım plânlaması ve uygulamasında onay ve değişiklik yetkisi Kurula
aittir. Kurul, hizmetin verilmesini sağlayacak yatırımların teklif edilmemesi
halinde talep eder ve onaylanmış yatırımlar gerçekleştirilmediği takdirde
lisans iptal edilerek yeniden ihale yapılır. Kanun kapsamında tanımlanan
elektrik dağıtım şirketlerinin her türlü denetimi Bakanlık tarafından yapılır.
Bakanlık bu denetimi bu konuda ihtisas sahibi olan kamu kurum ve kuruluşlarına
yetki devri suretiyleveya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet satın
almak suretiyleyaptırabilir. Bu kapsamda düzenlenecek denetim raporları
Kuruma bildirilir. Denetim raporu sonucuna göre gerekli yaptırım ve işlemler
Kurul tarafından karara bağlanır.Denetim şirketlerinin nitelikleri,
yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim şirketleri ve denetime tabi
şirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
MADDE 23- 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun
geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin ilk paragrafının son
iki cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, ikinci paragrafının son cümlesi
yürürlükten kaldırılmış ve ikinci paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki
paragraf eklenmiş, üçüncü paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve son
paragrafı yürürlükten kaldırılmıştır.
'Lisansın verilmesinden itibaren dağıtım şirketinin sistem
kullanım bedeli (birim hizmet ve amortisman bedeli) 0,05555 ABD Dolar/m3karşılığı
TL, sistem kullanım bedeli (taşıma bedeli) 0,0077 ABD Dolar/m3karşılığı
TL olarak uygulanır. Bu tarifenin uygulanmasına, dağıtım şirketinin
hisselerinin özelleştirilmesine dair hisse satış sözleşmesinin imza tarihini
takip eden sekiz yıl süresince devam edilir.'
'Bu paragrafın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay
içerisinde Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin sermayesinde bulunan
yüzde yirmi oranındaki hisse de Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından
özelleştirme kapsam ve programına alınarak daha önceden özelleştirme kapsam ve
programına alınmış yüzde seksen oranındaki hisse ile birlikte blok satış
yöntemi uygulanmak suretiyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 4046
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde özelleştirilir. Başkent Doğalgaz Dağıtım
Anonim Şirketi hakkında 4646 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (4) numaralı
bendinin (g) alt bendinin altıncı ve yedinci paragrafları uygulanmaz.'
'Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketine ait yüzde yüz
oranındaki hissenin özelleştirilmesine dair hisse satış sözleşmesi ile elde
edilecek gelirden Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca yapılan özelleştirme
giderleri düşüldükten sonra kalan tutardan; öncelikle EGO Genel Müdürlüğünün
25/5/2007 tarihine kadar olan doğal gaz alım anapara borçları BOTAŞ Genel
Müdürlüğüne ödenir. BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağını oluşturan tüm bu
borçlara ait faizler ile fer'ileri ve cezaları silinir. BOTAŞ Genel Müdürlüğüne
ödemenin yapılmasını müteakip kalan tutardan; Hazine Garantisi altında ve dış
borcun ikrazı sureti ile EGO Genel Müdürlüğüne doğal gaz uygulama projeleri
kapsamında sağlanan dış kredilerden, anlaşmalar çerçevesinde Hazine
Müsteşarlığı tarafından kreditörlere ödenen tutarlar, kreditörlere yapılan
ödeme döviz cinsleri üzerinden ödemenin yapılacağı tarihte geçerli olan Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satış kuru esas alınarak Hazineye ödenir.
Ödemenin yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere ilişkin faiz ve gecikme
cezaları ile fer'ileri ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve
gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkin edilir. Hazineye ödemenin
yapılmasını müteakip kalan tutardan; EGO Genel Müdürlüğü ile Ankara Büyükşehir
Belediyesinin hisse satış sözleşmesi imza tarihi itibarıyla Başkent Doğalgaz
Dağıtım Anonim Şirketi bilançosunda kayıtlı borçları ve ödeme tarihleri
itibarıyla hesaplanacak faiz ve fer'ileri ile birlikte Başkent Doğalgaz Dağıtım
Anonim Şirketine ödenir. Hisse satış sözleşmesi bedelinin Özelleştirme İdaresi
Başkanlığına vadeli olarak ödenmesi durumunda, bu fıkra uyarınca yapılacak
ödemeler gelirler tahsil edildikçe yukarıda belirtilen sıraya uyularak
gerçekleştirilir.'
MADDE 31-10/5/2005 tarihli ve 5346 sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanunun 6/C maddesinin altıncı fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
'Bu Kanun kapsamındaki üretim tesisleri ile elektrik üretimi
yapılan diğer tesislerin lisansı kapsamındaki inceleme ve denetimi EPDK
tarafından yapılırveya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere
EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak
EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya
ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'
MADDE 34-1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı
Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunungeçici 2 nci ve 3 üncü maddelerinde yer alan 'yedi yıl'
ibareleri 'sekiz yıl' şeklinde değiştirilmiş, geçici 3 üncü maddeye
aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
'Bu Kanunun geçici 2 nci maddesi ile bu maddenin birinci
fıkrasında belirtilen erişilebilirlik standartlarının uygulanmasının izlenmesi
ve denetimi her ilde Aile ve Sosyal Politikalar, İçişleri, Çevre ve Şehircilik,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıkları ile özürlüler ile ilgili
konfederasyonların temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından yapılır. İhtiyaç
halinde birden fazla komisyon kurulabilir.Denetim sonucunda ilgili belediye
ve kamu kurum ve kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü yapıların ve
açık alanların malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine eksikleri
tamamlaması için birinci fıkrada belirtilen sürenin bitiminden itibaren iki
yılı geçmemek üzere ek süre verilebilir.
Sürenin bitiminden itibarenöngörülen yükümlülüklerini
yerine getirmediği denetim komisyonlarınca tespit edilen umuma açık hizmet
veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma araçlarının sahibi
olan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
tarafından her bir tespit için bin Türk Lirasından beş bin Türk Lirasına kadar
idari para cezası uygulanır. Bu şekilde bir yıl içinde uygulanacak idari para
cezasının tutarı ellibin lirayı geçemez. Sürenin bitiminden itibaren öngörülen
yükümlülüklerini yerine getirmediği denetim komisyonlarınca tespit edilen
büyükşehir belediyeleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından her bir tespit için beşbin Türk
Lirasından yirmibeş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası uygulanır. Bu
şekilde bir yıl içinde uygulanacak idari para cezasının tutarı beşyüz bin
lirayı geçemez. Bu maddeye göre verilen idari para cezaları tebliğinden
itibaren bir ay içerisinde ödenir. Genel bütçeye gelir kaydedilen idari para
cezası tutarları dikkate alınarak erişilebilirlik konusundaki projelerde
kullanılmak üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesinde ödenek
öngörülür.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar; İçişleri,
Maliye, Çevre ve Şehircilik, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlıklarının ve özürlüler ile ilgili konfederasyonların görüşleri alınmak
sureti ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca bir yıl içerisinde
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.'
MADDE 45-3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı
Sayıştay Kanununun 35 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
'(2) Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aşağıdaki
hususlara uyulur:
a) Düzenlilik denetimi, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları
ile bunlara ilişkin malî nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin kanunlara ve
diğer hukukî düzenlemelere uygun olup olmadığının tespitini kapsayacak şekilde
yapılır.Söz konusu hesap ve işlemler dışında kalan diğer işlem ve
faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan
düzenlilik denetiminin kapsamına ilişkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya
çıkan görüş farklılıklarının nasıl giderileceği hususu Sayıştay tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
b) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin
mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin denetiminde; yetkili merci ve
organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iş ve
işlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun olmasına
rağmen, yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüş ve öneri
içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemez. Denetim
raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli bir iş ve işlemin
yapılmasını veya belirli bir politikanın uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu
idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak görüş ve talep
içeren rapor düzenlenemez.
c) Yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara
dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda
uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu idareleri tarafından
yapılan düzenleme ve verilen görüşlere aykırı denetim raporu düzenlenemez.
Ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varılır ve bu
hususa Başkanlık tarafından da iştirak edilir ise düzenlenen rapor Başkanlık
tarafından ilgili mercilere gönderilir. İlgili kamu idaresinin Sayıştay
görüşüne katılması halinde ilgili düzenleme veya görüş usulüne uygun olarak
düzeltilir. İlgili kamu idaresinin Sayıştay görüşüne katılmaması halinde,
Sayıştay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi
tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluşacak komisyon tarafından
düzenlenecek rapora göre işlem yapılır.
ç) Düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda, yapılan
denetimin kapsadığı iş ve işlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu
tespit edilen hususlara da yer verilir. Bu hususların ilgili Daireler
tarafından da uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta herhangi bir değişiklik
olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı şekilde yapılan mali iş ve
işlemler hakkında da daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe gösterilerek denetim
raporu düzenlenemez.
d) Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri
sonucunda düzenlenen taslak denetim raporları denetim grup başkanlıkları
tarafından Başkanlığa sunulmadan önce üç uzman denetçiden oluşturulacak rapor
değerlendirme komisyonları tarafından ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak
çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı
yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu idareleri tarafından yapılan
düzenleme ve verilen görüşler ile bu fıkrada yer alan diğer hususlara uygunluğu
yönünden değerlendirilir. Rapor değerlendirme komisyonlarının teşekkülü ile
bunların çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir.'
MADDE 46- 17/2/2011 tarihli ve 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 3 üncü
maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiş ve dördüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan 'Başkanlık' ibaresi 'Başkanlık ile Başkanlığın
kuracağı veya iştirak edeceği şirketler' şeklinde değiştirilmiştir.
'j) Faaliyetleri ile ilgili olarak şirket kurmak, kurulmuş
şirketlere ortak olmak.'
MADDE 47-6114 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin
beşinci fıkrasında yer alan 'iki' ibaresi 'üç' şeklinde, sekizinci fıkrasının
birinci cümlesinde yer alan 'yedi' ibaresi 'sekiz' şeklinde değiştirilmiş ve
onbirinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
'ğ) Başkanlığın sınav faaliyetleri ile ilgili olarak kuracağı veya
iştirak edeceği şirketler için Bakanlar Kuruluna teklifte bulunmak.'
MADDE 48-6114 sayılı Kanunun;
a) 5 inci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki bentler
eklenmiştir.
'g) Dış İlişkiler ve İş Geliştirme Daire Başkanlığı.
ğ) Sınav Görevlileri Yönetimi Daire Başkanlığı.'
b) 5 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bentler
eklenmiştir.
'g) Dış İlişkiler ve İş Geliştirme Daire Başkanlığı: Başkanlıkça
ilk defa yapılacak olan sınavları tanımlamak, sınav kabul koşullarını
belirlemek, sınavla ilgili protokolleri hazırlamak, sınav takvimini oluşturmak,
sınav yönergeleri ve kılavuzlarını hazırlamak, sınavların uygulanmasına yönelik
iş geliştirme çalışmalarını koordine etmek, sınav evrakının basımı ve dağıtımı
ile ilgili işleri ve dış ilişkileri yürütmek, Başkan tarafından verilen diğer
görevleri yapmak.
ğ) Sınav Görevlileri Yönetimi Daire Başkanlığı: Başvuru merkezleri
ve sınav koordinatörlüklerinin koordinasyonunu sağlamak, sınavlarda görev
alacak olan personeli görevlendirmek ve sınav ücretleri ile ilgili işlemleri
yürütmek, doğrudan merkeze bağlı temsilcilikleri yönetmek, Başkan tarafından verilen
diğer görevleri yapmak.'
c) 5 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
'(5) Başkanlık, sınav faaliyetlerinin tamamını veya bir kısmını
kuracağı veya iştirak edeceği şirketler eliyle yürütebilir. Şirket kurulmasına
veya kurulu şirketlere iştirak edilmesine, yönetim kurulunun teklifi üzerine
Bakanlar Kurulunca karar verilir.'
GEÇİCİ MADDE 1-Her kademedeki askeri
okullarda veya Türk Silahlı Kuvvetleri hesabına fakülte ve yüksekokullarda
öğrenim görenler ile Emniyet Teşkilatında görevlendirilmek üzere her kademedeki
eğitim kurumlarında okutulanlardan öğrencilikle ilişiği kesilenler ile
belirtilen eğitim kurumları veya bu eğitim kurumları dışındaki eğitim
kurumlarında Devlet hesabına öğrenimini tamamlayıp mecburi hizmet yükümlülüğünü
yerine getirmeyenlerden ilgili mevzuatı gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten önce borçlu hale gelip borcunun tamamını ödemeden veya mecburi
hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin borç yükümlülükleri ortadan kalkar.
Borçlunun kendisi, mirasçıları veya kefilleri hakkında bu madde kapsamındaki
yükümlülüklerle ilgili olarak başlamış olan borç takibi işlemlerine son
verilir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı her derecedeki eğitim kurumuna
1997 ve sonraki yıllarda giren ve askeri öğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan
veya sağlık sebepleri dışında askeri öğrencilikten çıkarılanlardan; yüklenme ve
kefalet senetlerinde yazılı olsa dahi ilaç ve tedavi giderleri, kitap,
kırtasiye giderleri, öğrenci harçlıkları ile yiyecek giderinin yarısı ve
bunlara tekabül eden faizleri geri alınmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihte ödemeleri devam edenler ile bu konuda açılmış davaları sonuçlanmamış
veya kesin hükme bağlanmış olanlar da bu madde hükümlerinden yararlandırılır.Ödemesi
devam edenlerden bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme
yapmış olanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini
tamamlamış olanlara geri ödeme yapılmaz.Bu maddenin uygulamasına ilişkin
usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile Millî Savunma Bakanlığınca müştereken
belirlenir.
GEÇİCİ MADDE 2- 15/6/2012 tarihinden önce 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun geçici 67 nci maddesi uyarınca İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden
yapılan vergi kesintileri için dava açılmaz, görülmekte olan davalarda davayı
gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca karar verilmesine yer
olmadığına ve vekalet ücretine hükmedilmeksizin tarafların yaptıkları
masrafların üzerlerinde bırakılmasına karar verilir ve bu davalara ilişkin
olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra taraflara tebliğ edilen
kararlar uyarınca işlem yapılmaz.
MADDE 89- Bu Kanunun 43 üncü maddesi 1/1/2013 tarihinde, diğer
maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.'
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 5., 6., 7.,
10., 11., 27., 36., 56., 67., 87., 90., 112., 123., 125., 128., 136. ve 160.
maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri
NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve
Zühtü ARSLAN'ın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
2- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına,
3.10.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu Yasa kuralları, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun'un3. Maddesiyle, 298 Sayılı Kanun'un 180. Maddesinin
Birinci Fıkrasında Yer Alan 'iki yıl'İbaresinin 'altı ay'Şeklinde
Değiştirilmesinin ve Bu Maddeyle Sınırlı Olmak Üzere Yürürlüğe İlişkin 89.
Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kompleks bir yapı taşıyanseçim suçlarına
ilişkin soruşturmaların bazı durumlarda uzun süreli ve ayrıntılı araştırma
yapılmasını gerektirdiği gözetildiğinde Cumhuriyet savcılarının bu suçları
delilleriyle tespit edip iddianameye dönüştürmesinin altı ayda mümkün olmadığı,
bu durumun Cumhuriyet savcısının yeterli araştırma yapmadan dava açması
sonucunu doğuracağı, dolayısıyla altı aylık sürenin ölçülülük ilkesiyle
bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve 67. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve
Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un'Dava Süresi'başlıklı 180. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan'iki yıl'ibaresi'altı ay'şeklinde
değiştirilmek suretiyle seçim suçları için öngörülen iki yıllık dava açma
süresi altı aya indirilmiştir. Bu süre, seçimin bittiği tarihten ibaren
işlemeye başlamaktadır. Yargıtay içtihatlarına göre seçimin bittiği tarih, seçimin
yapıldığı gündür. 298 sayılı Kanun'un 180. maddesinin ikincifıkrası uyarınca,
kamu davasının açılmasının izin veya karar alınmasına bağlı olduğu suçlarda,
izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla bu süreler duracaktır. Bu
takdirde durma süresi, üç ayı geçemeyecektir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175. maddesinin (1)
numaralı fıkrası uyarınca kamu davası iddianamenin kabulü kararıyla açılmış
sayılmaktadır. Buna göre davanın açılmış sayılabilmesi için altı aylık süre
içerisinde Cumhuriyet savcısı tarafından iddianamenin tamamlanarak mahkemeye
sunulmuş olması gerektiği gibi mahkemece de iddianamenin kabulüne karar
verilmiş olması gerekmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan
devlettir. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa'nın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36. maddesinde,
herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı
ya da davalı olarak iddia ve savunma hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Maddeyle
güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisidir.
Seçim, yurttaşların kamu işlerinin yönetilmesine bir ölçüde
katılmasını sağlayan temel bir araç olup, temsili demokrasinin varlığı için'olmazsa
olmaz'bir koşuldur. Temsili demokrasilerde seçimlerin varlığı kadar, seçmen
iradesinin gerçek bir biçimde temsili bakımından seçimlerin, farklı görüşlerin
açıklanabildiği, çoğulcu ve rekabetçi yarış ortamında gerçekleşmesi de büyük
önem taşımaktadır. Bu nedenle 298 sayılı Kanun'da, serbest seçim ortamını bozan
ve seçimin güvenilirliğini tehlikeye düşüren eylemler suç sayılarak cezai
yaptırıma bağlanmıştır. Kanun koyucu, seçimlerin güvenilirliğini tehlikeye
düşürecek eylemleri suç saymakla birlikte, bu yöndeki tartışmaların gereksiz
olarak uzamasını engellemek veseçim ihtilaflarının süratle çözümlenmesini
sağlamakamacıyla busuçlariçin açılacak ceza davalarını hak düşürücü süreyle
sınırlandırmıştır.
Seçim suçları için öngörülen dava açma süresi, ceza muhakemesi
şartlarından olup, yargılama usulüne ilişkindir. Bu nedenle, seçim suçlarında
dava açma süresini belirleme yetkisi kanun koyucunun takdirindedir. Kanun
koyucu seçim suçlarında dava açılmasını belirli bir süreyle sınırlama
konusundaki takdir yetkisini, Anayasa'da belirlenen kurallara bağlı kalmak ve
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla
kullanabilecektir. Bu itibarladava açma süresinin, kamuoyunun seçimlerin adil
ve güvenilir bir ortamda yapıldığına ilişkin inancının korunması gereği ile
mağdurların hak arama hürriyeti arasında adil bir dengeyi sağlayacak nitelikte
bulunması şarttır.Yine, seçim suçlarında Cumhuriyet savcılığınca resen dava
açılmasıyla korunmak istenen hukuki yarar ile seçim güvenliğinin korunmasındaki
hukuki yarar arasında da makul bir denge kurulmalıdır.
298 sayılı Kanun'un 133. ila 172. maddelerinde düzenlenen seçim
suçları incelendiğinde, bunların karmaşık olmayan ve fazlaca delil toplanmasını
gerektirmeyen, basit soruşturma usulleriyle tespiti mümkün olan suçlar
niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu suçlara ilişkin soruşturmalarda Cumhuriyet
savcısının, ilgili tutanakları değerlendirmesi ve şüpheli ile varsa mağdur ve
tanıkların ifadelerine başvurması çoğunlukla yeterli olmaktadır. Ayrıca bilişim
teknolojisi alanındaki gelişmeler sonucu tebligat işlemlerinin daha kısa sürede
gerçekleşmesi olanaklı hale gelmiştir. Nitekim kuralın gerekçesinde bilgi ve
iletişim çağının özellikleri dikkate alındığında bilgi ve belgeye erişebilmenin
çok daha hızlı ve kısa sürede gerçekleştiği, buna göre de seçimlerin bittiği
tarihten itibaren 2 yıl gibi bir uzun sürenin korunmasının bu gerçekliğe, ceza
yargılamasının genel ilkelerine uygun düşmediği belirtilmiştir.
Öte yandan, 298 sayılı Kanun'un 180. maddesinin ikinci fıkrasında,
kamu davası açılmasının izin veya karar alınmasına bağlı olduğu suçlar yönünden
dava açma süresinin, izin veya karar için gerekli başvurunun yapıldığı tarihten
itibaren üç ay süreyle durması öngörülerek soruşturma için izin veya karar
gerektiren suçlarda altı aylık sürenin izin veya karar sürecinde tüketilmesi
engellenmiştir.
Bütün bunlar dikkate alındığında altı aylık sürenin, Cumhuriyet
savcısının soruşturmayı tamamlayıp hazırladığı iddianameyi mahkemeye sunması ve
mahkemenin, iddianamenin kabulüne karar vermesi için yeterli olduğu gibi
mahkemenin iddianamenin reddine karar vermesi halinde eksikliklerin giderilip
yeniden dava açılması için de yeterli olduğu ve kamuoyunun, seçimlerin adil ve
güvenilir bir ortamda yapıldığına ilişkin inancı ile mağdurların hak arama
hürriyeti arasındaki adil denge gözetilerek belirlendiği anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa'nın 2. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların, Anayasa'nın 67. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
B- Kanun'un5. Maddesiyle, 278 Sayılı Kanun'un 2. Maddesinin
Birinci Fıkrasının Değiştirilen (d) Bendinde Yer Alan''bu amaçla ilgili
Bakanın onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak;'İbaresi
ile Değiştirilen (e) Bendinde Yer Alan,''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak;
''İbaresininİncelenmesi
Dava dilekçesinde,Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumunun (TÜBİTAK) kamusal görevlerinin ticarileştirilmesinin ve piyasa
şartlarında değerlendirilmesinin, kuruluş amacı ve görevleriyle açık bir
çelişki içinde olduğu gibi kamu yararıyla da bağdaşmadığı, kamusal kaynaklarla
finanse edilen TÜBİTAK'ın, geliştirdiği teknolojiler ile buluşları kuracağı
şirketler eliyle ticarileştirerek piyasalaştırmasının bilim ve teknolojinin
serbestçe yayılmasına engel oluşturduğu belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve
27. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural, Anayasa'nın 128.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
Dava konusu kurallarla, TÜBİTAK'a, ilgili Bakan'ın onayıyla şirket
kurma ve kurulmuş şirketlere ortak olma yetkisi verilmiştir. TÜBİTAK'ın şirket
kurma ve kurulmuş şirketlere ortak olması, Kurum bünyesinde geliştirilen
teknolojilerin ve buluşların ticari değere dönüşmesinin sağlanması, kamu ve
özel sektörün teknolojik araştırma faaliyetlerinin desteklenmesi amacına
münhasır kılınmıştır. TÜBİTAK'ın kuracağı veya katılacağı sermaye şirketlerinin
faaliyetleri tamamen özel hukuk hükümlerine göre yürütülecektir.
Anayasa'nın 2. maddesindeki'hukuk devleti'ilkesi gereğince,
yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek
amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık sorunu
çözümlenirken'kamu yararı'konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı
inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile
sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini
denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun kanun koyucunun
takdirinde olduğu açıktır.
Kuralların gerekçesinde,TÜBİTAK'ın araştırma ve geliştirme
faaliyetlerinden elde edilen ticari değeri olan bilgi ve buluşların
ticarileştirilebilmesi için özel nitelikli şirketlerin kurulabilmesinin
amaçlandığı, yine buluşların ticarileştirilebilmesine yönelik faaliyette
bulunan tüzelkişi ve fonlara Kurum tarafından destek sağlanması ile yönetiminde
yer almayı sağlayacak şekilde imtiyazlı pay sahibi olmak kaydıyla, bu amaçla
şirket kurmak veya kurulmuş bir şirkete ortak olarak bizzat bu faaliyetleri
yönlendirmesinin hedeflendiği belirtilmiştir.Dolayısıyla, gösterilen bu hedefin
kamu yararı amacına dönük olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, yapılan somut
düzenlemenin bu amacı etkin bir şekilde gerçekleştirmeye elverişli olup
olmadığı yönündeki bir değerlendirme anayasallık denetiminin kapsamı
dışındadır.
Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrasında,'Devletin, kamu
iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür....'denilmektedir.
Buna göre, kamu hukuku kuralları uyarınca yürütülen kamu hizmetlerinin
gerektirdiği görevlerden asli ve sürekli nitelik taşıyanların, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülmesi zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, kamu kurum ve
kuruluşlarına, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları asli ve
sürekli görevlerinin dışında kalan alanlarda faaliyette bulunmak üzere şirket
kurma yetkisi verilebileceği belirtilmiştir.TÜBİTAKbünyesinde geliştirilen
teknolojilerin ticarileştirilmesi, kamu ve özel sektörün teknolojik araştırma
faaliyetlerinin desteklemesi ve bu çerçevede geliştirilen buluşların
ticarileştirilmesinin, kamu gücü kullanımını gerektiren ve icrai yetkiler
içeren görevlerden olmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa'nın 2. ve 128.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralların, Anayasa'nın 27. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
C- Kanun'un 22. Maddesiyle Değiştirilen, 4628 Sayılı Kanun'un 2.
Maddesinin Dördüncü Fıkrasının (c) Bendinin Sekizinci Paragrafının Beşinci
Cümlesinde Yer Alan'' veya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet
satın almak suretiyle ''İbaresi ile Son Cümlesinin İncelenmesi
1-'' veya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet satın
almak suretiyle ''İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde,asli ve sürekli görevler kapsamında bulunan
elektrik dağıtımşirketlerinin her türlüdenetimi görevinin Bakanlık tarafından
yetkilendirilecek şirketlerden hizmet satın alınması yoluyla gördürülecek
olmasının Anayasa'nın 128. maddesiyle bağdaşmadığı ileri sürülmüştür.
4628 sayılı Kanun'un 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c)
bendinde, elektrik dağıtım faaliyetinde bulunabilecek tüzel kişiler
düzenlenmiştir. 5398 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle anılan bende eklenen
sekizinci paragrafla,özelleştirilen elektrik dağıtım tesis ve varlıklarına
ilişkin her türlü işletme ile yatırım planlaması ve uygulamasında onay, değişiklik
ve denetim yetkisi Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna (EPDK) verilmiştir.6353
sayılı Kanun'un 22. maddesiyle söz konusu sekizinci paragrafta yapılan
değişiklikle, Kanun kapsamında tanımlanan elektrik dağıtım şirketlerinin
denetimi yetkisi ve görevi EPDK'dan alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığına verilmiştir.
Dava konusu ibareyi de içeren beşinci cümleyle, Bakanlığın,
denetimi bu konuda ihtisas sahibi olan kamu kurum ve kuruluşlarına yetki devri
suretiyle veya yetkilendireceği denetim şirketlerinden hizmet satın almak
suretiyle yaptırabilmesine olanak tanınmıştır. Denetim yetkisi Bakanlıkta
olmakla birlikte denetim sonucu düzenlenen raporların EPDK'ya gönderilmesi ve
rapor sonucuna göre gerekli yaptırım ve işlemlerin EPDK tarafından karara bağlanması
öngörülmektedir.
Genel olarak kurum ve kuruluşların işlemlerinin ve bu işlemleri
yapanların veya iktisadi faaliyet ve olaylarla ilgili olarak ileri sürülen
iddiaların önceden belirlenmiş standartlara, ölçütlere ve kurallara uygun olup
olmadığını tarafsızca kanıt toplayarak araştıran, değerlendiren ve ilgililere
raporlayan sistematik bir süreç olarak tanımlanandenetim faaliyeti, başlı
başına icrai sonuç doğuran bir işlem veya karar niteliğinde değildir.Denetim
sonucu düzenlenen raporlar idari işlem kuramı uyarınca hazırlık işlemi
niteliğinde olup bu raporların hazırlanması, denetlenen kişinin hukukunda
değişiklik yaratmamaktadır.Asıl icrai işlem, denetim sonucunda yetkili
makamlarca alınan cezai ve idari kararlar ile başvurulan diğer hukuki tedbirlerdir.
İcrai kararları almakla yetkili idari makam, hazırlık işlemi niteliğindeki
denetim raporundaki tespit ve değerlendirmelerle bağlı değildir. Bu nedenle
kural olarak denetim faaliyetinin özel kişilerden hizmet satın alınması yoluyla
yürütülmesi Anayasa'ya aykırı olmaz.
Dava konusukuralla, Bakanlığın, elektrik dağıtım şirketlerinin her
türlü denetimini yetkilendireceği denetim şirketlerine, hizmet satın almak
suretiyle yaptırmasına olanak tanınmakla birlikte bu kapsamda düzenlenecek
denetim raporlarının EPDK'ya bildirilmesi ve denetim raporu dikkate alınarak
gerekli yaptırım ve işlemlerin Kurul tarafından karara bağlanması
öngörülmüştür. Denetim sonucu Kanun'da öngörülen hukuki, cezai ve idari
tedbirleri uygulama yetkisi EPDK'da kalmaya devam ettiğinden, teknik destek
sağlamaktan ibaret, hazırlık işlemi niteliğinde bir görev olduğu anlaşılan
dağıtım şirketlerinin denetlenmesi görevinin memur ve diğer kamu görevlisi
niteliğinde olmayan üçüncü kişilere gördürülmesinde Anayasa'ya aykırı bir yön
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 128. maddesine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır.
2- Son Cümlenin İncelenmesi
Dava dilekçesinde,hiçbir ölçü getirmeden, çerçeve çizilmeden, kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olan denetim görevine
ilişkin denetimşirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili
denetimşirketleri ve denetime tabişirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin
usul ve esasların Bakanlık tarafındançıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek
olmasının Anayasa'nın 123. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural,
Anayasa'nın 7. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Dava konusu kuralla, denetim şirketlerinin nitelikleri,
yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim şirketleri ve denetime tabi
şirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve esasların Bakanlık
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 7. maddesinde,'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.'denilmektedir.
Buna göre, kanun ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Kanun ile yetkilendirme
Anayasa'nın öngördüğü biçimde kanun ile düzenleme anlamını taşımamaktadır.
Temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanın yönetimin düzenlemesine bırakılması, Anayasa'nın belirtilen maddesine
aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın 123. maddesinin birinci fıkrasında ise'İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.'hükmü yer
almaktadır. Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine işaret
etmektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde, açık bir biçimde
kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun 48. maddesinde, denetim
faaliyeti, danışmanlık hizmeti olarak kabul edilmiş ve bu suretle denetim
faaliyetinin danışmanlık hizmeti satın alınması yoluyla üçüncü kişilere
gördürülmesine olanak tanınmıştır. Anılan Kanun'un 2. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendine göre, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin
kullanımında bulunan her türlü kaynaktan karşılanan mal veya hizmet alımları
ile yapım işlerine ilişkin ihalelerin bu Kanun hükümlerine göre yürütülmesi
zorunlu olduğundan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının denetim hizmeti satın
alması da anılan Kanun hükümleri uyarınca yerine getirilecektir. Dolayısıyla
denetim şirketlerinin niteliklerinin belirlenmesi, seçimi ve
yetkilendirilmesinin, 4734 sayılı Kanun'da yer alan hükümler çerçevesinde
gerçekleştirileceği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, dağıtım şirketlerini denetmekle yetkilendirilecek
şirketlerin Türk Ticaret Kanunu'na göre kurulmuş şirketler olacaklarında kuşku
bulunmamaktadır. Ayrıca Bakanlığın bu şirketlerden hizmet satın alması bir özel
hukuk sözleşmesiyle olacağından, şirketlerin hak ve yükümlülükleri ile
sözleşmeye aykırılık durumunda uygulanacak yaptırımlar, 4734 sayılı Kanun,
Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümleri uyarınca belirlenecektir.
Konunun genel çerçevesi, 4734 sayılı Kanun, Borçlar Kanunu ve
Ticaret Kanunu ile belirlendikten sonra denetim şirketlerinin nitelikleri,
yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim şirketleri ve denetime tabi
şirketlerin hak ve yükümlülükleriyle ilgili idari ve teknik ayrıntılara ilişkin
usul ve esasların düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması yasama yetkisinin
devri anlamına gelmez.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 7. ve 123.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamışlardır.
D- Kanun'un 23. Maddesiyle, 4646 Sayılı Kanun'un Geçici 3.
Maddesinin Birinci Fıkrasının (e) Bendinde Yapılan Değişikliklerin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem alınmadan
Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin özelleştirilmesinin ve
özelleştirmeden itibaren sekizinci yılın sonunda tüketicilerin bütünüyle
firmanın tekelci fiyatlama politikasıyla karşı karşıya bırakılmasının sosyal
hukuk devleti ilkesiyle ve devletin temel amaç ve görevleriyle bağdaşmadığı
gibi Ankara'da çevre felaketleri yaşanmasına yol açacağı, Sayıştayın yerleşmiş
içtihadına göre Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ile EGO Genel Müdürlüğü
yetkililerinden oluşan yasal sorumluların şahıslarında kişiselleşmiş bulunan
BOTAŞ ve Hazineye ait faiz ve ferîleri ile ceza borçlarının silinmesi ve terkin
edilmesini öngören düzenlemede kamu yararı bulunmadığı, BOTAŞ'tan doğal gaz
alan ve Hazine garantili dış borç kullanan diğer belediyelerin faiz ve ferîleri
ile ceza borçları silinmez ve terkin edilmezken, EGO Genel Müdürlüğünün
borçlarının kanunla silinmesi ve terkin edilmesinin'kanun önünde eşitlik'ilkesiyle
bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 5., 10. ve 56. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun
birinci fıkrasının (e) bendine eklenen üçüncü paragrafla, daha önce yüzde
seksen hissesinin özelleştirilmesi öngörülen Başkent Doğal Gaz Dağıtım Anonim
Şirketinin diğer yüzde yirmi oranındaki hissesinin de kuralın yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir ay içerisinde Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından
özelleştirme kapsam ve programına alınarak daha önceden özelleştirme kapsam ve
programına alınmış yüzde seksen oranındaki hisse ile birlikte blok satış
yöntemi uygulanmak suretiyle Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 4046
sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde özelleştirilmesi öngörülmüştür.
Aynı bendin değiştirilen dördüncü paragrafıyla, özelleştirmeden
elde edilecek gelirden Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca yapılan özelleştirme
giderleri düşüldükten sonra kalan tutardan, öncelikle EGO Genel Müdürlüğünün
25.5.2007 tarihine kadar olan doğalgaz alım anapara borçlarının BOTAŞ Genel
Müdürlüğüne ödenmesi, sonra Hazine Garantisi altında ve dış borcun ikrazı
sureti ile EGO Genel Müdürlüğüne doğal gaz uygulama projeleri kapsamında
sağlanan dış kredilerden, anlaşmalar çerçevesinde Hazine Müsteşarlığı
tarafından kreditörlere ödenen tutarların, kreditörlere yapılan ödeme döviz
cinsleri üzerinden ödemenin yapılacağı tarihte geçerli olan Merkez Bankası
döviz satış kuru esas alınarak Hazineye ödenmesi, daha sonra da EGO Genel
Müdürlüğü ile Ankara Büyükşehir Belediyesinin hisse satış sözleşmesi imza
tarihi itibarıyla Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketinin bilançosunda
kayıtlı borçları ve ödeme tarihleri itibarıyla hesaplanacak faiz ve ferîleri
ile birlikte Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketine ödenmesi, kalan kısmının
da Ankara Büyükşehir Belediyesine irat kaydedilmesi öngörülmüştür. Öte yandan
kuralla, BOTAŞ Genel Müdürlüğünün alacağını oluşturan tüm bu borçlara ait
faizler ile fer'ileri ve cezaları silinmiş, Hazinenin söz konusu kredilere
ilişkin faiz ve gecikme cezaları ile fer'ileri ve cezalardan kaynaklanan
alacakları da terkin edilmiştir.
Ayrıca bendin birinci paragrafının değiştirilen son iki
cümlesinde, lisansın verilmesinden itibaren dağıtım şirketinin sistem kullanım
bedelinin (birim hizmet ve amortisman bedeli) 0,05555 ABD Dolar/m3 karşılığı
TL, sistem kullanım bedelinin (taşıma bedeli) 0,0077 ABD Dolar/m3 karşılığı TL
olarak uygulanması ve dağıtım şirketinin hisselerinin özelleştirilmesine dair
hisse satış sözleşmesinin imza tarihini takip eden sekiz yıl süresince bu
tarifenin uygulanmasına devam edilmesi kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiş; 5. maddesinde de, kişilerin ve toplumun refah
huzur ve mutluluğunu sağlamak üzere siyasal, ekonomik ve sosyal engellerin
kaldırılması devletin temel görevleri arasında sayılmıştır. Sosyal devlet,
sosyal adaletin, sosyal refahın ve sosyal güvenliğin gerçekleşmesini sağlayan
devlettir. Ekonomik ve malî politikalar sosyal devletin gerçekleşmesini
sağlayan araçlardır.
Sosyal hukuk devleti ise insan hak ve özgürlüklerine saygı
gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve güvence altına alan,
kişiyle toplum arasında denge kuran, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık
içinde çalışmasını sağlayan, çalışma hayatının gelişmesi için sosyal, iktisadi
ve mali önlemler alarak çalışanları koruyan, milli gelirin adil biçimde
dağılmasını temin eden, hukuka bağlı ve gerçekçi bir özgürlük rejimini
uygulayan devlettir.
Hisselerinin tamamının özelleştirilmesi öngörülen Başkent Doğalgaz
Dağıtım Anonim Şirketi tarafından satılacak doğal gazın fiyatının
belirlenmesinde dikkate alınacak unsurlardan ikisi olan hizmet ve amortisman
bedeli ile taşıma bedeli doğrudan kanunla belirlenmiş ve bu bedeller hisse
satış sözleşmesinin imzalandığı tarihten itibaren sekiz yıl süreyle
sabitlenmiştir. Bunların dışında kalan faktörler de dikkate alınarak doğal
gazın perakende satış fiyatını belirleme yetkisi, 4646 sayılı Kanun'un'Tarifeler'başlıklı
11. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendiyle EPDK'ya verilmiştir.
Anılan maddeye göreEPDK, hizmet maliyeti, yatırıma imkân sağlayacak makul
ölçüde kârlılık ve piyasada cari olan doğal gaz alış fiyatlarını ve benzeri
durumları dikkate alarak doğal gazın perakende satış fiyatını belirleyecektir.
Belirlenen perakende satış fiyatının dışında tüketicilerden herhangi bir ad
altında ücret talep edilemeyeceği ayrıca vurgulanmıştır. Dolayısıyla hizmet ve
amortisman bedeli ile taşıma bedelinin sabitlendiği sekiz yılın dolmasından sonra
da dağıtım şirketinin tek başına doğal gaz satış fiyatını belirlemesi söz
konusu olmayıp bu konudaki nihai yetki EPDK'ya verilmek suretiyletüketicilerin
firmanın tekelci fiyatlama politikasıyla karşı karşıya bırakılması önlenmiştir.
Dava konusu kuralla,iktisadi devlet kuruluşu olanEGO Genel
Müdürlüğününsermayesinin tamamı devlete ait olan BOTAŞ Genel Müdürlüğü ile
Hazineye olan faiz ve ferileri ile cezalara ilişkin borçlarının silinmesinin
öngörülmesinin, mali af niteliği taşıdığı açıktır. Anayasa Mahkemesi
kararlarında vurgulandığı gibi mevcut mali yükümlülüklerin tümünü ya da bir
kısmını kaldırmak kanun koyucunun takdirindedir. Başkent Doğal Gaz Dağıtım
Anonim Şirketinin özelleştirilmesi nedeniyle söz konusu şirketin faaliyetlerinden
kaynaklanan borçların tasfiyesi amacıyla getirildiği anlaşılan düzenlemede kamu
yararı dışında bir amacın gözetildiği söylenemez.
Öte yandan, silinmesi öngörülenfaiz ve ferîler ile cezalarEGO Genel Müdürlüğü adına tahakkuk etmiş ve henüz
ödenmemiş kurum borçları niteliğinden olup ilgili sorumluların şahsi borçları
değildir. Şahsi borçtan söz edilebilmesi için, bu borçların hukuka aykırı
olarak bütçe kaynaklarından ödenmiş olması ve bu durumun Sayıştay tarafından
saptanarak kamu zararının ilgililerden tazminine karar verilmiş olması
gerekmektedir. Henüz kurum bütçesinden ödenmemiş ve dolayısıyla Sayıştay
denetimine konu olmamış bir borcun şahsi borç olarak nitelenmesi olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 5.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın10. ve 56. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
E- Kanun'un 31. Maddesiyle Değiştirilen, 5346 Sayılı Kanun'un 6/C
Maddesinin Altıncı Fıkrasının''veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait
olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet
satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim şirketleri ile ilgili
uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'Bölümünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde,EPDK tarafından yapılacak denetim,genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü olunankamu hizmetinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevlerden olduğundan bu görevin kamu görevlisi niteliğinde olmayan
kişiler eliyle yerine getirilmesinin Anayasayla bağdaşmadığı, denetim
şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esasların EPDK tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesine imkân verilmesinin yasama yetkisinin
devri niteliğinde olduğu, öte yandanEPDK tarafından yetkilendirilecek denetim
şirketlerinin niteliğinin ve statüsünün kanunda açık ve net olarak
gösterilmediği gibi yetkilendirmenin niteliği ve kurallarının da
belirtilmediği, kaldı ki kuralın önceki halinde yer alan aynı ibarelerin
Anayasa Mahkemesinin 5.7.2012 günlü, E.2011/27, K.2012/101 sayılı kararı ile
iptal edildiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 128. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural,
Anayasa'nın 10. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Dava konusu kuralın da yer aldığı fıkra, 5346 sayılı Kanun
kapsamındaki üretim tesisleri ile elektrik üretimi yapılan diğer tesislerin,
lisansı kapsamındaki inceleme ve denetimini düzenlemektedir. İptali istenen
kuralda ise söz konusu inceleme ve denetimin EPDK tarafından denetim
şirketlerinden hizmet satın alınarak yaptırılabileceğine ve denetim şirketleri
ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esasların Bakanlık görüşü alınmak
kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin
hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gereklidir.
Maddi ve hukuki olguları tespit etmekten ibaret bir hazırlık
işlemi niteliğindeki denetim faaliyetinin özel kişilerden hizmet satın alınması
yoluyla yürütülmesimümkün ise de denetim sonucu kanunlarda öngörülen icrai
kararların memurlar veya diğer kamu görevlileri tarafından alınması zorunludur.
Dava konusukuralla, EPDK'nın, 5346 sayılı Kanun kapsamındaki üretim tesisleri
ile elektrik üretimi yapılan diğer tesislerin denetiminiyetkilendireceği
denetim şirketlerine hizmet satın almak suretiyle yapılabileceği belirtilmekle
birlikte, denetim üzerine söz konusu Kanun'da öngörülen idari ve cezai
yaptırımlar ile diğer icrai kararların hangi makam veya birim tarafından
alınacağı yolunda herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu durum tereddütlere
ve belirsizliğe yol açacağından hukuk devleti ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır.
Dava konusu kuralda, denetimlerin EPDK tarafından
yetkilendirilecek denetim şirketlerince yapılması halinde masrafların
ilgililere ait olacağı belirtilmiştir. İnceleme ve denetimin EPDK tarafından
yapılması halinde denetlenen bakımından mali bir külfete yol açmamakta iken söz
konusu denetimin EPDK tarafından yetkilendirilen denetim şirketlerinden hizmet
satın alınarak yaptırılması hâlinde denetim masraflarının denetlenenden
alınması sonucuna yol açan düzenleme, denetlenenler yönünden aynı hukuki
konumda bulunan şirketlere farklı işlem ve yükümlülükler getirilmesi sonucunu
doğurmakta ve eşitlik ilkesine de aykırı bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe farklı gerekçeyle katılmıştır.
Hicabi DURSUN bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa'nın 7. ve 128. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
F- Kanun'un 34. Maddesiyle, 5378 Sayılı Kanun'un Geçici 2. ve 3.
Maddelerinde Yer Alan'yedi yıl'İbarelerinin'sekiz yıl'Şeklinde
Değiştirilmesi ile Geçici 3. Maddesine Eklenen İkinci Fıkranın Üçüncü
Cümlesinin ve Üçüncü Fıkranın İlk Cümlesinde Yer Alan'Sürenin Bitiminden
İtibaren''İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, binalar ve diğer sosyal ve kültürel alt yapı
alanlarının özürlülerin erişebilirliğine uygun duruma getirilmesi için
öngörülen yedi yıllık sürenin kanunla bir yıl ertelenmesi ve idari kararlarla
ayrıca iki yıl daha ertelenebilmesinin olanaklı kılınması, engellilerin yaşama
katılmalarının üç yıl ötelenmesi anlamına geldiğindenengellilerin haklı
beklentilerinin ihlali sonucunu doğurduğu, yedi
yıllık sürenin üç yıl daha uzatılmasının, engellilere pozitif ayrımcılık
yapılmasını öngören Anayasa kuralı ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları
Sözleşmesiyle bağdaşmadığıbelirtilerek kuralın,Anayasa'nın 2., 5., 10. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Dava konusu kuralları içeren ve 7.7.2005
tarihinde yürürlüğe giren5378 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesiyle kamu kurum ve
kuruluşlarına ait mevcut resmî yapıların, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve
yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları
ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her
türlü yapıların; geçici 3. maddesiyle de büyükşehir belediyeleri ve diğer
belediyelere, şehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu
taşıma hizmetlerinin özürlülerin erişebilirliğine uygun duruma getirilmesi
zorunlu kılınmış ve söz konusu zorunlulukların yerine getirilebilmesi için
anılan Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıllık bir süre
öngörülmüştür. Dava konusu kuralla, 5378 sayılı Kanun'un geçici 2. ve 3.
maddelerinde geçen'yedi yıl'ibareleri'sekiz yıl'şeklinde
değiştirilmek suretiyle sözü edilen kurum ve kişilere tanınan süre bir yıl
uzatılmıştır.
Ayrıca, her ilde Aile ve Sosyal Politikalar, İçişleri, Çevre ve
Şehircilik, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıkları ile özürlüler ile
ilgili konfederasyonların temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulması ve bu
komisyonca yapılan denetim sonucunda ilgili belediye ve kamu kurum ve
kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü yapıların ve açık alanların
malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine eksikleri tamamlamaları için
birinci fıkrada belirtilen sürenin bitiminden itibaren iki yılı geçmemek üzere
ek süre verilebilmesi de öngörülmüştür.
Anılan 3. maddeye eklenen ikinci fıkrayla, bir yıllık süre ve iki
yılı geçmemek üzere verilen ek sürenin bitiminden itibaren öngörülen
yükümlülüklerini yerine getirmediği denetim komisyonlarınca tespit edilen umuma
açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma araçlarının
sahibi olan gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri ile büyükşehir belediyeleri,
belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı tarafından idari para cezası uygulanması öngörülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde vurgulanan sosyal devlet ilkesi,
engellilere yönelik oluşan mağduriyetlerin giderilmesini gerekli kılmaktadır.
Anayasa'nın 5. maddesi,kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmayı Devletin temel amaç ve
görevleri arasında saymaktadır. Buna göre engellilerin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi, hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması Devletin anayasal bir ödevidir.
Anayasa'nın'Kanun önünde eşitlik'ilkesini düzenleyen 10.
maddesine, 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Kanun ile eklenen üçüncü fıkrayla,
özürlüler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı
belirtilerek, Anayasa'nın 5. maddesiyle Devlete yüklenen bu ödev
pekiştirilmiştir.
5825 sayılı Kanun ile onaylanarak uygun bulunan
Birleşmiş MilletlerEngelli Hakları Sözleşmesinin (EHS)3. maddesinde, engelliliğe
dayalı ayrımcılık yapılması yasaklanmış; 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
taraf devletlerin, engelliler aleyhinde ayrımcılık teşkil eden yürürlükteki
hukuk kurallarını, düzenlemeleri, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya
ortadan kaldırmak için gerekli olan, yasama faaliyetleri dâhil uygun tüm
tedbirleri almakla yükümlü oldukları belirtildikten sonra aynı maddenin (2)
numaralı fıkrasında da taraf devletlerin, engellilerin ekonomik, sosyal ve
kültürel haklardan tam olarak yararlanmalarını aşamalı olarak sağlayacakları
düzenlenmiştir.
Bina ve diğer sosyal ve kültürel alt yapı tesisleri ile toplu
taşıma hizmetlerinin engellilerin erişim ve kullanımına uygun hale getirilmesi
gerek Anayasa gerekse EHS'nin Devlete yüklediği engellilerin hak ve özürlüklerinin
kullanımının önündeki hukuki ve fiili engelleri kaldırma ödevinin bir
gereğidir. Dava konusu kurallarla, 5378 sayılı Kanunla engellilerin toplumun
diğer kesimleriyle eşit şekilde hak ve özgürlüklere erişebilmeleri için
getirilen ayrıcalıklar ortadan kaldırılmamış, sadece ilgili kurum ve kişilere
yüklenen ödevin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, kanunda öngörülen süre
uzatılmıştır. Kaldı ki, bu üç yıllık süre sonunda Kanun'da öngörülen
yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olması durumu cezai yaptırıma bağlanarak,
ilgili kişi ve kurumların, en fazla üç yıllık süre içerisinde bu ödevlerini ifa
etmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu durum, engellilerin sosyal ve ekonomik
haklardan tam olarak yararlanmalarının aşamalı olarak sağlanmasını öngören
EHS'nin 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla da uyumludur.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa'nın 2., 5., 10.
ve 65. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Engin YILDIRIMbu görüşe katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa'nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
G- Kanun'un 45. Maddesiyle, 6085 Sayılı Kanun'un 35. Maddesine
Eklenen (2) Numaralı Fıkranın (a) Bendinin İkinci ve Üçüncü Cümleleri ile (b),
(c), (ç) ve (d) Bentlerinin İncelenmesi
1- Sayıştayın Anayasal Konumu Hakkında Genel Değerlendirme
Sayıştay, 1961 Anayasası'nda'Yürütme'bölümünün'İktisadi
ve Mali Hükümler'alt başlığında yer alırken, 1982 Anayasa'nın'Cumhuriyetin
Temel Organları'başlıklı üçüncü kısmının,'Yargı'başlıklı üçüncü
bölümünde düzenlenmiştir. Ayrıca 1982 Anayasası'nda, 1961 Anayasası'ndan farklı
olarak Sayıştay kararlarına karşı idari yargı yoluna (Danıştay'a)
başvurulamayacağı, ancak vergi ve benzeri mali yükümlülükler ve ödevler
hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay
kararlarının esas alınacağı hükme bağlanmıştır.
1982 Anayasası'nın 160. maddesinin birinci fıkrasında, Sayıştayın
görevleri;
- Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal
güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi adına denetlemek,
- Sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak,
- Kanunla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapmak,
şeklinde sayılmıştır.
Sayıştay'ın, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamasının yargısal bir faaliyet olup olmadığının saptanabilmesi için söz
konusu faaliyetin objektif içeriğine ve Sayıştayca verilen hükmün niteliğine
bakmak gerekmektedir. Bunun için öncelikle, yargılama faaliyetinden ne
anlaşılması gerektiğinin ortaya konulması zorunludur.
Devletin yargılama fonksiyonunun belirlenmesinde iki temel
yaklaşım söz konusudur. Maddi anlamda yargılama faaliyeti, hukuki
uyuşmazlıkları ve hukuka aykırılık iddialarını çözümleyen ve karara bağlayan
bir devlet fonksiyonu olarak görülmektedir. Bu anlayış, organik açıdan idare
içerisinde yer alan kimi organ ve kurulların benzer faaliyetlerinin de
yargılama faaliyeti sayılması sonucunu doğurması nedeniyle yetersiz
kalmaktadır.
Günümüzde genel kabul gören organik-şekli ölçüte göre, yargısal
faaliyet, kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız kuruluşlar tarafından, hukuki
uyuşmazlıkların ve hukuka aykırılık iddialarının özel yargılama usulleri
izlenerek çözümlenmesi ve kesin hükme bağlanması faaliyeti olarak
tanımlanmaktadır. Bağımsızlık ve tarafsızlık, yargı fonksiyonunu idare
fonksiyonundan ayıran en önemli ölçüt olup, yargı yetkisini kullanacak olan
merciin, çözülmesi istenen uyuşmazlığa doğrudan veya dolaylı olarak taraf
olmayan ve uyuşmazlığın taraflarından tamamen bağımsız olan kişi veya
kişilerden oluşmasını gerektirmektedir. Öte yandan yargılama faaliyetinde idari
faaliyetten farklı olarak, uyuşmazlığın çözümü, bağımsızlık ve tarafsızlığı
güçlendiren özel yargılama usulleri izlenerek gerçekleştirilmektedir. Ayrıca,
yargı organları bir uyuşmazlığı kesin bir biçimde çözerken, idare organlarının
verdiği kararlar kural olarak kesin nitelikte değildir. Dolayısıyla verilen
karara karşı herhangi bir organa başvurulamaması, karara yargısal kimlik
kazandıran önemli bir göstergedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkı bağlamında
mahkemeyi, ulusal kanunlarda mahkeme olarak nitelendirilmiş olup olmadığına
bakmaksızın, belli bir usul izleyerek ve hukuk kurallarına dayanarak,
gerektiğinde devlet zoruyla yerine getirilmesi mümkün olan karar verme
yetkilerini elinde tutan organ olarak nitelemektedir(Sramek/Avusturya
kararı, Başvuru no:8790/79, par.36).
Bu tanıma göre yargısal faaliyetin en önemli unsuru, bir hukuki
uyuşmazlığın tüm yönleriyle esastan çözümlenerek karara bağlanması ve bu
kararın kesin hüküm niteliği taşımasıdır. Kesin hüküm, davanın tarafları
arasındaki hukuki ilişkinin, bütün bir gelecek için kesin olarak tespiti veya
düzenlenmesi ve aynı davanın hükmün kesinleşmesinden sonra yeniden
açılamamasıdır. Sayıştay, sorumluların hesap ve işlemlerinin hukuka uygun olup
olmadığı, hukuka aykırı ise kamu zararı doğurup doğurmadığı ve hukuka aykırı
mali işlem ile kamu zararı arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı yolunda,
6085 sayılı Kanun'da öngörülen yargılama usullerini izleyerek bir inceleme
yaptıktan sonra, her üç koşulun da gerçekleşmesi durumunda kamu zararının hesap
sorumlusundan tazminine karar vermektedir. Sayıştayın tazmin kararı vermesi,
hukuka aykırılığın müeyyidesidir. Anayasa'nın 160. maddesinin birinci
fıkrasında, Sayıştayın bu kararının kesin hüküm niteliğinde olduğunun açıkça
belirtilmesi ve bu karara karşı herhangi bir hukuksal yola başvurma yolunun
öngörülmemiş olması, Sayıştay kararının yargısal anlamda kesin hüküm
niteliğinde olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, Anayasa'nın 164. maddesinin son fıkrasında yer alan'Kesin
Hesap Kanunu tasarısının ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca sonuçlandırılmamış
denetim vehesap yargılamasınıönlemez ve bunların karara bağlandığı
anlamına gelmez.'şeklindeki hükümde, hesap yargılamasından söz edilmesi,
Sayıştayın, sorumluların hesap ve işlemlerine ilişkin olarak verdiği kararların
yargısal kimliğe sahip olduğunun önemli bir göstergesidir.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 160. maddesinin ikinci fıkrasında,
vergi ve benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay
kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararının esas alınacağının
öngörülmüş olması, Sayıştayın bir yargı mercii olarak kabulünü gerektirir.
Sayıştayın idari bir makam olarak kabulü durumunda, Sayıştay ile Danıştay
kararları arasındaki uyuşmazlıkta Danıştay kararının üstün olduğunu vurgulayan
Anayasa hükmünün bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü yargı kararları ile idari
kararlar arasında kıyas yapılması dahi mümkün değildir. Anayasa koyucunun,
Sayıştay ile Danıştay kararları arasında bu şekilde bir kıyaslama yapma
ihtiyacı duyması, ikisini de yargı organı olarak görmesinin bir sonucudur.
Sayıştayın yargısal fonksiyon ifa edip etmediğinin saptanmasında
dikkate alınması gereken diğer bir unsur da, bağımsızlık ve tarafsızlıktır.
Anayasa'nın 160. maddesinin birinci fıkrasında Sayıştayın merkezi yönetim
bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün
gelir ve giderleri ile mallarını'Türkiye Büyük Millet Meclisi adına'(TBMM)
denetleyeceğinin belirtilmiş olması, Sayıştayın TBMM'ye bağlı olarak faaliyet
yürüttüğü ve bağımsızlık unsurunu taşımadığı yolunda görüşlerin ileri
sürülmesine zemin hazırlamıştır. Ancak Anayasa'nın 160. maddesinin birinci
fıkrasının birinci cümlesinin lafzı dikkate alındığında, Sayıştayca TBMM adına
icra edilen görev denetim görevi olup, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin
hükme bağlama görevi değildir. Zira cümlede,'Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına'ibaresi'denetlemek'ibaresinden hemen önce kullanıldığından've'bağlacından
sonraki'sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak'ibaresini
ilgilendirmemektedir. Şayet,'Türkiye Büyük Millet Meclisi adına'ibaresinin,'sorumluların
hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak'ifadesini de nitelemesi
istenseydi, cümlenin ortasında('denetlemek'ibaresinden hemen önce)
değil, başında kullanılması gerekirdi.
Kaldı ki Sayıştayın TBMM adına görev ifa etmesi, TBMM'ye bağlı
olduğu anlamına gelmemektedir. Sayıştay mensupları, TBMM Başkanlığıyla herhangi
bir hiyerarşik ilişki içerisinde bulunmadıkları gibi, sorumluların hesap ve
işlemlerini kesin hükme bağlama faaliyeti sırasında, TBMM'den telkin, tavsiye
ve talimat almadan tamamen bağımsız bir şekilde hareket etmektedirler.
Anayasa'nın 160. maddesinin dördüncü fıkrasında, bir yandan
Sayıştayın işleyişi ve denetim usulleri ile Başkan ve üyelerinin teminatının
kanunla düzenleneceği belirtilmek suretiyle yargılama usulleri kanunilik
güvencesine bağlanmış, öte yandan da Başkan ve üyelerinin diğer kamu
görevlilerinden farklı teminatlarla donatılması gerektiği hükme bağlanarak
karar mercilerinde görev yapacak kişilerin bağımsızlık ve tarafsızlıkları
güçlendirilmiştir.
Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında, Sayıştayın sorumluların
hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama görevi yönünden yargısal bir faaliyet
icra ettiği ve bu çerçevede verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil
eden yargı kararı niteliğinde olduğu, kesin hüküm vermesi nedeniyle bunu
sonuçsuz veya etkisiz kılacak şekilde gerek idari gerekse yargısal makamlar
nezdinde herhangi bir karar alınmasının söz konusu olamayacağı sonucuna
ulaşılmaktadır.
2- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin İkinci ve Üçüncü
Cümlelerinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Sayıştay tarafından yapılan düzenlilik
denetiminin kapsamını sınırlandıran ve denetlenen idarelere düzenlilik
denetiminin kapsamına müdahil olma yetkisi veren düzenlemeyle, yürütme
organının kamu kaynaklarının kullanımına ilişkin olarak parlamentoya hesap
vermesinin engellenmesinin amaçlandığı, öte yandan, düzenlemenin, Sayıştayın
bağımsızlığını ortadan kaldırdığı, yargılamaya esas rapor üzerinden Sayıştayın,
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlama yetkisini de
sınırlandırdığı, denetimin kapsamının kanunla düzenlenmek yerine hiçbir ölçü
getirilmeden ve çerçeve çizilmeden yönetmeliğe bırakılmasının, yasama
yetkisinin devri sonucunu doğurduğu ve idarenin kanuniliği ilkesine aykırı
düştüğü belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 7., 87., 112., 123. ve 160.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural,
Anayasa'nın 7. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Dava konusu kuralların da yer aldığı (a) bendinde, düzenlilik
denetiminin kapsamı ve ne şekilde yapılacağı düzenlenmiştir. 6085 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde Sayıştay
denetiminin, düzenlilik ve performans denetimini kapsadığı belirtilmiş; (b)
bendinde de düzenlilik denetiminin, mali denetimi ve uygunluk denetimini
içerdiği kurala bağlanmıştır. Aynı fıkranın (c) bendinde, mali denetimin, kamu
idarelerinin hesap ve işlemleri ile mali faaliyet, mali yönetim ve kontrol
sistemlerinin değerlendirme sonuçları esas alınarak, mali rapor ve tablolarının
güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin denetimi; (ç) bendinde ise uygunluk
denetiminin, kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve
işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun incelenmesine
ilişkin denetimi kapsadığı belirtilmiştir.
Öte yandan, 6085 sayılı Kanun'un 36. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, düzenlilik denetiminin,'kamu idarelerinin gelir, gider ve
malları ile bunlara ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukukî
düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti','kamu idarelerinin malî
rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluşturan ve ihtiyaç duyulan her türlü
belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenilirliği ve doğruluğu hakkında
görüş bildirilmesi've'malî yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi'suretiyle
gerçekleştirileceği kurala bağlanmıştır.
Dava konusu kuralları da içeren (a) bendinin birinci cümlesinde,
düzenlilik denetiminin, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara
ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki
düzenlemelere uygun olup olmadığının tespitini kapsayacak şekilde yapılacağı
belirtilmiş; dava konusu ikinci cümleyle ise söz konusu hesap ve işlemler
dışında kalan diğer işlem ve faaliyetlerin düzenlilik denetimi kapsamında
değerlendirilemeyeceği kurala bağlanmak suretiyle düzenlilik denetimi salt
uygunluk denetimine indirgenmiş, kamu idarelerinin hesap ve işlemleri ile
yılsonu mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüş
bildirilmesi ile mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesine
ilişkin yürütülecek çalışmaları içeren mali denetim ise kapsam dışı
bırakılmıştır. Öte yandan, dava konusu üçüncü cümleyle de uygunluk denetimiyle
sınırlandırılan düzenlilik denetiminin kapsamına ilişkin olarak denetlenen kamu
idaresi ile Sayıştay arasında görüş farklılıklarının ortaya çıkması durumunda
görüş farklılığının, Sayıştay tarafından çıkarılacak yönetmelikte belirlenecek
usule göre giderilmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 160. maddesinin birinci fıkrasında,'Sayıştay,
merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik
kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini
yapmakla görevlidir.'denilmiş; 2. maddesinde ise Türkiye Cumhuriyetinin
demokratik bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır.
Buna göre Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu
idareleri ve sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemekle yükümlüdür. Anayasa'da Sayıştay
denetiminin kapsamı ve niteliğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamakla
birlikte bu denetimin, demokrasinin temel gereklerinden olan şeffaflık,
saydamlık, yasamanın yürütmeyi denetleme hakkı ve yürütmenin yasamaya ve halka
hesap verme sorumluluğu anlayışına uygun olarak yapılması gerektiği açıktır.
Kuvvetler ayrılığı esasına dayanan demokratik yönetim biçiminde,
yürütme organına gelir toplama ve harcama yetkisi tanıyan bütçelerin yapımı,
halkın temsilcilerinden oluşan yasama organının asli görevlerindendir. Yasama
organı açısından aynı zamanda bir hak olan bu görev, yürütmenin bütçe ile
ilgili işlemlerinin doğru, güvenilir ve kanunlara uygun bir şekilde yürütülüp
yürütülmediğinin denetimini de kaçınılmaz kılmaktadır. Bütçe uygulamalarının
denetimi görevi, bütçe işlemleriningün geçtikçe nitelik ve nicelik itibariyle
artması ve karmaşıklaşması nedeniyle yasama organı adına tarafsız ve uzman
kuruluşlar tarafından yerine getirilmektedir. Ülkemizde de bu görev,
Anayasa'nın 160. maddesiyle Sayıştaya verilmiştir. Yasama organının, yürütme
organı üzerindeki bütçe denetimi büyük ölçüde Sayıştay tarafından yapılan bu
denetimlere dayanmaktadır. Dolayısıyla yasama organının işlevini etkin ve
sağlıklı bir biçimde yürütmesinde Sayıştay denetiminin önemi yadsınamaz. Öte
yandan Sayıştay denetimi, demokratik devlet ilkesinin bir gereği olarak
yürütmenin, halka ve yasama organına hesap verme sorumluluğunun
işlevselleştirilmesinin en önemli araçlarındandır.
Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak
oluşturan ve ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların
güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüş bildirilmesi şeklinde gerçekleşen'malî
doğruluk'denetimi ile kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara
ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun
olup olmadığının tespiti biçiminde gerçekleşen'uygunluk'denetiminin
varlığı, geleneksel sorumluluk anlayışının bir gereği olup yasama organının
bütçe hakkının vazgeçilmez bir koşuludur. Anayasa'nın 164. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca kesin hesap kanunu tasarısının verilmesinden başlayarak en geç
yetmiş beş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması zorunlu olan
genel uygunluk bildirimleri, büyük ölçüde Sayıştay tarafından yapılan'malî
doğruluk've'uygunluk'denetimlerine dayanmaktadır. Bu itibarla
geleneksel denetim anlayışı bakımından ele alınsa bile klasik denetimin genel
çerçevesini oluşturan'mali doğruluk'denetiminin Sayıştay denetiminin
kapsamı dışına çıkarılması, kesin hesap kanunu tasarıları ile sayman
hesaplarının karşılaştırılması suretiyle düzenlenen genel uygunluk
bildirimlerinin gerçek durumu yansıtmaması ve bütçe denetiminin etkin bir şekilde
yapılamaması sonucunu doğuracağından bu durum Anayasa'ya aykırılık
oluşturmaktadır.
Anayasa'nın 160. maddesinin birinci fıkrasında, merkezi yönetim
bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının'bütün
gelir ve giderleri ile mallarının'Sayıştay tarafından denetlenmesi
öngörülmüştür. Ancakgünümüzde devletin mali işlemlerinde hem nitelik hem de
nicelik olarak büyük artışlar meydana gelmiş olması nedeniyle bu işlemlerin
tamamının Sayıştay tarafından yapılan dış denetim yoluyla fiilen denetlenmesi
mümkün olamamaktadır. Bunun yerine kurum içi denetim sistemlerinin
oluşturulması ve Sayıştay denetiminin, kamu idarelerinin iç denetim
sistemlerinin etkin işleyip işlemediğinin değerlendirilmesi suretiyle yerine
getirilmesi anlayışı benimsenmiştir.Bu yolla, denetlenen kuruluşun mali yönetim
ve iç kontrol sistemleri gözden geçirilerek potansiyel risklerin teşhis
edilmesi ve yasama organının, idarenin mali işleyişinin aksayan yönlerinden
haberdar olması sağlanmaktadır. Bu nedenle, çağdaş denetim anlayışının bir
gereği olarak ortaya çıkan mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin
değerlendirilmesi şeklindeki denetimin Sayıştay denetimi kapsamı dışına
çıkarılması, Anayasa'ya uygun düşmez.
Diğer taraftan,6085 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yapılan tanımlar ile 36. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca,
Sayıştayın düzenlilik denetimi kapsamında mali denetim yapması zorunlu olduğu
hâlde, dava konusu kuralda mali denetimin düzenlilik denetimi kapsamında
değerlendirilemeyeceği öngörülmek suretiyle aynı Kanun'un farklı hükümleri
arasında çelişki yaratılmıştır. Bu durumun, hukuk kurallarının, açık, net,
anlaşılır ve uygulanabilir olması gereğine aykırılık teşkil edeceği açıktır.
Anayasa'nın 7. maddesinde,'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.'denilmekte; 160.
maddesinin (4) numaralı fıkrasında ise Sayıştayın görevleri ve denetim
usullerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Sayıştay ile denetlenen idare
arasında, düzenlilik denetiminin kapsamıyla ilgili ortaya çıkan görüş
ayrılığının ne şekilde giderileceğinin yönetmelikle düzenlenmesi, Sayıştayın
görev, yetki ve denetim usullerinin belirlenmesi anlamını taşıyacağından,
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa'nın 2., 7. ve
160. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kurallar, Anayasa'nın2., 7. ve 160. maddelerineaykırı görülerek
iptal edildiğinden Anayasa'nın87., 112. ve 123.maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
3- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Birinci
Cümlesinde Yer Alan'etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri
gerekçelerle'İbaresinin İncelenmesi
a-Anlam ve Kapsam
6085 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d)
bendinde, performans denetimi,'hesap verme sorumluluğu çerçevesinde
idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili olarak faaliyet
sonuçlarının ölçülmesi'şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un 36.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise performans denetiminin, hesap verme
sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi suretiyle gerçekleştirileceği hükme
bağlanmıştır.
Öte yandan, 6085 sayılı Kanun'un 35. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin birinci cümlesinde, denetim,'kamu idarelerinin
hesap, malî işlem ve faaliyetleri ile iç kontrol sistemlerinin incelenmesi ve
kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak kullanılmasının
değerlendirilmesi'olarak tanımlanmış; (b) bendinde ise'denetim, genel
kabul görmüş uluslar arası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.'hükmüne
yer verilmiştir. Yine aynı Kanun'un'Sorumlular ve sorumluluk halleri'başlıklı
7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi
ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların, kaynakların etkili, ekonomik,
verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından,
muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için
gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu oldukları hükme bağlanmıştır.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 9.
maddesinde, kamu idareleri bütçelerini, stratejik planlarında yer alan misyon,
vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu ve performans esasına dayalı olarak
hazırlayacakları; Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve
ilgili kamu idaresi tarafından birlikte tespit edilecek olan performans
göstergelerinin, kuruluşların bütçelerinde yer alacağı; performans
denetimlerinin bu göstergeler çerçevesinde gerçekleştirileceği düzenlenmiş,
aynı Kanun'un 68. maddesinin ikinci fıkrasında, dış denetimin, kamu
kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının
belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından
değerlendirilmesini de kapsayacağı belirtilmiştir.
6085 ve 5018 sayılı kanunların ilgili maddeleri birlikte ele
alındığında, hukukumuzda öngörülen performans denetiminin uluslararası
standartlarla belirlenen performans denetimi ile aynı içeriğe sahip olduğu ve
sadece performans ölçümünden ibaret olmayıp, verimlilik, etkililik ve
tutumluluk yönlerinden bir değerlendirme yapmayı da kapsadığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu kuralın, performans denetimini performans ölçümüne
indirgeyip bu denetimin kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak
kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesini engellemek amacıyla
düzenlendiği sonucuna ulaşılmaktadır.
b- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Dava dilekçesinde,Anayasa Mahkemesi kararlarına göre yasamanın
bütçe hakkının bütçenin uluslararası standartlar çerçevesinde denetimini de
kapsadığı,Sayıştayın,yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak
alınan karar veya yapılan işve işlemlerin yönetsel bakımdan gerekliliği,ölçülülüğü,
etkililiği, ekonomikliği, verimliliği yolunda değerlendirme yaparak görüş
belirtmesinin uluslararası standartlar gereği olduğu, dava konusu kuralla,Sayıştayın
bu yöndegörüşveöneride bulunamayacağının öngörülmesinin,Sayıştayın 5018 ve 6085
sayılı kanunlar gereğince TBMM'ye sunacağı Sayıştay raporlarının içinin
boşaltılarakyürütmenin hesap verme sorumluluğunun ortadan kaldırıldığı ve
TBMM'nin bütçe hakkının ihlali anlamına geldiği, öte yandan düzenlemenin5018 ve
6085 sayılı kanunların Sayıştayın performans denetimi yapmasını öngören diğer
kurallarıyla çeliştiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 87., 112. ve 160.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Yasama organına tanınan bütçe hakkı, sadece bütçenin yapımını
değil, bütçenin uygulanmasının denetlenmesini de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa
Mahkemesi,30.12.2010 günlü, E.2008/84, K.2010/121 sayılı kararında bütçe
hakkını,'yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk
adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek
yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesi'şeklinde tanımlamıştır. Bütçenin
sağlıklı bir biçimde denetlenebilmesi, denetimin bütçenin teknik özelliklerine
uygun olarak yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Geleneksel bütçe sistemlerinden
çağdaş bütçelere geçilmekle kamu kesiminin denetim kapsamı da gelişmiş,
harcamaların yasallık ve maddi doğruluklarının yanı sıra, kamu kesiminin
verimli, etkin ve tutumlu çalışma derecesi de denetim kapsamına girmiştir.
Çağdaş bütçe sistemleri, kamusal kaynakların daha etkin kullanımını
amaçladığından çağdaş mali denetimin de bu amaca paralel olarak yeniden
yapılandırılması zorunlu hale gelmiştir.
Bu anlayışın bir sonucu olarak Sayıştayın, performans denetimi
yapması gereği ortaya çıkmıştır. Kamu kaynaklarının en ekonomik koşullarda elde
edilip edilmediğinin, kaynaklardan en verimli şekilde yararlanılıp
yararlanılmadığının ve planlanan amaçların etkin olarak gerçekleştirilip
gerçekleştirilmediğinin incelenmesi olarak tanımlanan performans denetiminin
temel amacı, kamu kurum ve kuruluşlarının kaynaklarını verimli, etkin ve
tutumlu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları konusunda yasama organına bağımsız
bilgi sağlamak ve önerilerde bulunmaktır. Bu yolla halkın ve yasama organının,
yürütmenin bütçe uygulamaları konusunda sağlıklı bir şekilde değerlendirme
yapabilmesine olanak sağlanmaktadır.
İdareler tarafından belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili
olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesine indirgenen bir performans denetiminin,
öngörülen amaçlara hizmet etmekten uzak kalacağı açıktır. Demokratik hukuk
devletinin vazgeçilmez unsurlarından olan saydamlık ve yönetimin hesap verme
sorumluluğunun işletilebilmesi için performans denetiminin kamu idareleri
tarafından belirlenen hedef ve göstergeler ile ilgili olarak faaliyet
sonuçlarının ölçülmesinin yanında kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve
verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesini de kapsaması
bir zorunluluktur. Sayıştayın uluslararası denetim standartlarının gereği
olarak, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılıp
kullanılmadığı hususunda TBMM'ye raporlama yapması yerindelik denetimi olarak
nitelenemez.
Bu nedenle, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara
ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin denetiminde, yetkili merci
ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iş ve
işlemlerin yönetsel bakımdan etkililiği, ekonomikliği ve verimliliği yönünden
değerlendirme yapılması olanağının ortadan kaldırılması sonucunu doğuran dava
konusu (b) bendinin birinci cümlesinde yer alan 'etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle' ibaresi Anayasa'ya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 160.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,Anayasa'nın2. ve 160. maddelerineaykırı görülerek iptal
edildiğinden Anayasa'nın87. ve 112.maddeleri yönünden incelenmemiştir.
4- (b) Bendinin Kalan Bölümünün İncelenmesi
Dava konusu kuralla, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile
bunlara ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin denetiminde, yetkili
merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iş
ve işlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun
olmasına rağmen, yönetsel bakımdan gerekli, ölçülü ve uygun bulunmadığı yönünde
görüş ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu
düzenlenmesi yasaklanmıştır. Bununla bağlantılı olarak, kamu idaresinin yerine
geçerek belirli bir iş ve işlemin yapılmasını veya belirli bir politikanın
uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya
ortadan kaldıracak görüş ve talep içeren rapor düzenlenemeyeceği
belirtilmiştir.
İdarelerin, kanunlarla verilen görevleri yerine getirirken ne tür
kararlar almaları gerektiğinin, her türlü olay ve olgu göz önünde
bulundurularak önceden hukuk kurallarıyla belirlenmesi mümkün olmadığı gibi,
kamu hizmetlerinin ve toplumsal ihtiyaçların değişkenliği dikkate alındığında
uygun bir yöntem de değildir. Bu nedenle, idarelerin karşılaştıkları farklı
durumlar karşısında en uygun çözümü üretebilmeleri için takdir yetkisiyle
donatılmaları zorunludur. Takdir yetkisinin amacı, idareye farklı çözümler
arasından uygun ve yerinde olanı seçme serbestîsi tanımaktır. İdarenin bulduğu
çözümün uygun olup olmadığı hukuki bir mesele olmayıp, bir yerindelik
sorunudur. Yargı organlarının ve işlemleri hukuksal sonuç doğuran dış denetim
organlarının, idarece bulunan çözümün (alınan kararın) yerinde olup olmadığını
denetlemesi düşünülemez. Aksi takdirde, gerçekte söz konusu idari kararı bu
konuda sorumluluk sahibi olan idare değil, herhangi bir sorumluluk taşımayan
yargı organı veya ilgili dış denetim kurumu vermiş olur.
Bu itibarla, TBMM adına kamu idarelerinin gelir gider ve mallarını
denetleyen ve bu denetim sonucu elde edilen bulgulara istinaden aynı zamanda
hesap yargılaması da yapan Sayıştay'ın, denetlenen idarelerce yapılan iş ve
işlemlerin gerekli, ölçülü ve yerinde olup olmadığını denetlemesi ve belli bir
yönde karar almasını zorunlu kılacak şekilde görüş ve önerilerde bulunması,
Anayasayla ve Sayıştayın kuruluş amacıyla bağdaşmaz.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kuralın'etkililiği,
ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle'ibaresinin dışında kalan
bölümü, Anayasa'nın 2. ve 160. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 87. ve 112. maddeleri ile ilgisi
görülmemiştir.
5- (c) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, düzenlilik denetiminin, idarenin düzenleyici
işlemleri ile kararlarının kanunlara uygunluğunun denetimini de kapsadığı, dava
konusu kuralda, ikincil hukuki düzenlemelere aykırı denetim raporu
düzenlenemeyeceğinin belirtilmesinin Sayıştay denetimini
işlevsizleştireceğinden kamu yararı amacıyla bağdaşmadığı, Sayıştaya ait olan
kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarıyla ilgili kanunları yorumlama ve
ikincil mevzuatın kanuna uygun olup olmadığını belirleme yetkisinin Sayıştay
Başkanlığı tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu
idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluşacak komisyona verilmesinin
ve bu komisyonun Sayıştayı bağlayıcı kararlar almasının Sayıştayın
bağımsızlığıyla bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 87., 112. ve
160. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, düzenlilik denetiminin bir unsuru olan
uygunluk denetimine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Kuralla, denetçinin, ilgili
kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili
kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu idareleri
tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşlere aykırı rapor düzenlenmesi
yasaklanmıştır. Ancak, denetçinin, ikincil mevzuatın ilgili kanunlara uygun
olmadığı kanaatini taşıması ve Sayıştay Başkanlığınca da denetçinin kanaatine
iştirak edilmesi durumunda düzenlenen raporun Başkanlık tarafından denetlenen
idareye gönderilmesi ve denetlenen idarenin Sayıştay Başkanlığının iştirak ettiği
denetçi görüşüne katılması halinde ilgili düzenleme veya görüşün usulüne uygun
olarak düzeltilmesi öngörülmüştür. Buna karşılık denetlenen kamu idaresinin
Sayıştay görüşüne katılmaması halinde, Sayıştay tarafından görevlendirilecek üç
uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından belirlenecek iki üyeden
oluşacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora göre işlem yapılması gerektiği
kurala bağlanmıştır.
TBMM adına kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarını denetleyen
Sayıştayın, bu görevini ifa ederken yürütme organından tamamen bağımsız olarak
hareket etmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu bakımdan Sayıştayın, denetleme
faaliyeti kapsamına giren bir hususta yürütmenin müdahalesine maruz kalması,
bağımsızlık ilkesine aykırılık teşkil eder.
Sayıştay denetimi, TBMM'ye sunulan Sayıştay raporuyla sonlanan bir
süreci kapsamaktadır. Bu süreçte en önemli görevi denetçiler ifa etmektedir.
Sayıştayın yargılama daireleri ile diğer daire ve kurulları, denetçiler
tarafından yapılan inceleme ve değerlendirme sonucu hazırlanan denetim ve
yargılamaya ilişkin raporlara dayanarak görev icra etmektedirler. Bu nedenle
Sayıştayın bağımsızlığı, Başkan ve üyelerin yanı sıra denetçinin bağımsızlığını
da gerektirmektedir. Sayıştay denetçisinin yürütmeden ve hatta yasama organından
bağımsız olarak idarenin gelir, gider ve malları ile sorumluların hesap ve
işlemleri üzerinde inceleme yapması, elde ettiği denetim bulgularını maddi ve
hukuki yönden değerlendirmesi ve rapora bağlaması gerekmektedir. Bu süreçte,
yasamanın ve yürütmenin denetçiye telkin, tavsiye veya maddî ve manevi
zorlamada bulunulması, denetçinin bağımsızlığını zedeler.
Bu itibarla, Sayıştay denetçisi ile denetlenen idare arasında,
gelir, gider ve mallarına ilişkin idari düzenleyici işlemler ile düzenleyici
işlem niteliğinde olmayıp görüş bildiren işlemlerinin ilgili kanunlara uygun
olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı bulunması durumunda denetçinin doğrudan
kendi görüşünü esas alması olanağını ortadan kaldıran ve bu konuda duruma göre
Sayıştay Başkanlığı veya Sayıştay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi
ile ilgili kamu idaresi tarafından belirlenecek iki üyeden oluşacak komisyonun
görüşünün esas alınmasını zorunlu kılan düzenlemenin, denetçinin yürütme
organına karşı bağımsızlığını zedelediği açıktır.
Bu nedenle, Sayıştay denetçisinin, kamu idarelerinin icrai ve
icrai olmayan düzenleyici işlemlerine aykırı rapor düzenlemesinin engellenmesi,
Sayıştay denetiminin, yasamanın bütçe hakkının gerektirdiği içerikten
uzaklaşması ve denetlenen idarenin, kanuna aykırı düzenleyici işlemlere
dayanarak hesap verme sorumluluğundan kurtulması sonucunu doğurduğundan,
Anayasa'ya uygun düşmemektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 160.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,Anayasa'nın2. ve 160. maddelerineaykırı görülerek iptal
edildiğinden Anayasa'nın87. ve 112.maddeleri yönünden incelenmemiştir.
6- (ç) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Sayıştay denetçisinin incelediği ve hukuka
uygun bulduğu tüm işlemleri raporuna aktarması fiilen mümkün olmadığı gibi
gereksiz yere Sayıştayın iş yükünün artmasına ve denetim faaliyetinin
aksamasına yol açacağı, denetçi raporu üzeriden Sayıştayın bir yargılama
dairesince herhangi bir işlemin hukuka uygun olduğu yolunda verilen kararın aksine
rapor düzenlenemeyeceğinin öngörülmesinin, bir dairece verilen kararın diğer
daireleri bağlaması vekanun yollarının işlevsiz kalması sonucunu doğuracağı,düzenlemeyle
Sayıştaya verilen TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve işlemlerini
kesin hükme bağlama görevlerinin amacından saptırıldığı ve Sayıştay denetiminin
işlevsizleştirildiği belirtilerek kuralın,Anayasa'nın 2., 87., 112. ve 160.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu (ç) bendinde, düzenlilik denetiminin bir unsuru olan
uygunluk denetimine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Anılan bendin birinci
cümlesiyle düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda, yapılan denetimin
kapsadığı iş ve işlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit
edilen hususlara da yer verilmesi öngörülmüş, bendin ikinci cümlesinde ise
denetçi raporunda hukuka uygun bulunan iş ve işlemlerin ilgili daireler
tarafından da hukuka uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta herhangi bir
değişiklik olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı şekilde yapılan mali
iş ve işlemler hakkında daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe gösterilerek
denetim raporu düzenlenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
Bendin ikinci cümlesinde, ilgili iş ve işlemlerin mevzuata uygun
olduğunun daireler tarafından uygun bulunmasından söz edildiğinden, hukuka
uygun bulunan işlemlerin aktarılması gereken raporların, yargılama raporları
olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira denetim faaliyeti kapsamında düzenlenen
raporlarda dairelerin fonksiyonu sadece görüş bildirmekten ibaret olup ilgili
işlemin hukuka uygun olup olmadığını kesin olarak karara bağlaması söz konusu
değildir. Denetim faaliyeti sonucu düzenlenen raporları kesinleştiren ve bu
raporlara son şeklini veren mercii Sayıştay Genel Kuruludur. Oysa yargılama
raporlarına konu olan iş ve işlemlerin hukuka uygun olup olmadığını karara
bağlanması, Sayıştayın yargılama dairelerine ait bir görevdir. Dolayısıyla
kuralın ilk cümlesinde sözü edilen raporların, yargılamaya esas raporlar olduğu
anlaşılmaktadır.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması,
genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi
hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki
düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir.
Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise'elverişlilik',
'gereklilik' ve'orantılılık'olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.'Elverişlilik',
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını;'gereklilik',
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve'orantılılık'ise
başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade
etmektedir.
Sayıştayın bağımsızlığı, sadece yasama ve yürütme organlarına
karşı değil, fakat aynı zamanda bizzat kendi kararlarına karşı bağımsızlığını
da içerir. Bu nedenle, Sayıştayın yargılama dairelerinin, daha önce verilen
kararlarla mutlak olarak bağlı olduklarından söz edilemez. Bununla birlikte
Sayıştayın bağımsızlığı keyfilik anlamına gelmemektedir. Sayıştayın,
sorumluların hesap ve işlemleriyle ilgili olarak keyfiliğe varacak kararlar vermesini
engelleyecek çeşitli mekanizmaların geliştirilmesi, hukuki güvenliğin
sağlanması bakımından kaçınılmazdır. Ancak, keyfiliğin engellenmesi amacıyla
öngörülen tedbirlerin, bağımsızlığı ortadan kaldıracak boyuta ulaşmaması
gerekir. Bu anlamda Sayıştay'ın bağımsızlığı ilkesi ile hukuki güvenlik ve
istikrar ilkesi arasında makul bir denge kurulmalıdır. Öte yandan, hukuki
güvenlik ve istikrarın sağlanması amacıyla Sayıştayın bağımsızlığına
müdahalenin hukuk devletinin bir gereği olarak ölçülü olması gerekir.
Sayıştay dairesince denetçi raporunda yer alan iş ve işlemlere
ilişkin olarak üretilen içtihatlara aykırı rapor düzenlenmemesini öngören dava
konusu kuralın, Sayıştay denetçilerinin farklı sonuçlara ulaşarak değişik rapor
hazırlamalarını ve yargılama dairelerinin zaman içinde farklılaşan kararlar
vermesini önlemek ve bu yolla hukuki güvenlik ve istikrarı korumak amacıyla
ihdas edildiği anlaşılmaktadır. Sayıştay dairesinin içtihadına aykırı rapor
düzenlenememesi, aynı içtihadın geçerliliğinin bir daha Sayıştay tarafından
sorgulanamaması anlamını taşıyacağından, kendi kararlarına karşı da bağımsız
olması gereken Sayıştay dairelerinin bağımsızlığına müdahalenin varlığı
tartışmasızdır.
Bu müdahalenin gerekli olup olmadığının değerlendirilebilmesi için
Kanun'un diğer maddelerinde getirilen düzenlemelerin de göz önüne alınması
gerekmektedir. 6085 sayılı Kanun'un 55. maddesiyle hukuka aykırı olduğu
düşünülen Sayıştay dairesi kararlarına karşı Temyiz Kurulu nezdinde temyize
başvurma olanağı getirilmiştir. Bu bağlamda, Sayıştay dairelerinin farklı karar
vermesi durumunda temyiz yoluyla içtihat birliğinin sağlanması mümkündür.
Kanun'un 58. maddesi uyarınca dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen
kararların birbirine aykırı olması halinde Sayıştay Başkanı'nın başvurusu
üzerine Genel Kurulca içtihadın birleştirilmesi olanaklıdır. Öte yandan,
denetçinin bir işlemi hukuka aykırı olarak eleştiri konusu yaptığı meseleler,
dairece beraat kararı verilmek suretiyle düzeltilebilir.
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, 6085 sayılı Kanun'da
öngörülen tedbirlerin, hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından
yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Anılan mekanizmaların varlığına karşın,
Sayıştay denetçisinin, ilgili mevzuatta herhangi bir değişiklik olmadıkça daha
önce Sayıştay yargılama dairesince hukuka uygun bulunan mali iş ve işlemlerle
benzer nitelik taşıyan iş ve işlemler hakkında da mevzuata aykırılık gerekçe
gösterilerek denetim raporu düzenlemesinin yasaklanması, hatalı içtihatların
gözden geçirilmesini ve dolayısıyla hukukun gelişmesini engelleyeceğinden bu
şekilde bir müdahalenin'gerekli'olduğu söylenemez. Öte yandan, hukuki
güvenlik ve istikrarı sağlamak adına, daire kararlarına içtihadı birleştirme
kararlarının bile üzerinde bir hukuki güç tanınması ve içtihadın
değiştirmesinin önünün kapatılması sonucunu doğuracak şekilde Sayıştay bağımsızlığına
müdahalede bulunulmasının'orantılı'olmadığı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 160.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,Anayasa'nın2. ve 160. maddelerineaykırı görülerek iptal
edildiğinden Anayasa'nın87. ve 112.maddeleri yönünden incelenmemiştir.
7- (d) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Sayıştay tarafından yapılan denetiminkalite
güvencesinin, tüm dünya Sayıştaylarının kabul ettiği INTOSAI Denetim
Standartları temelinde sağlandığı, buna ek olarak yargılamaya esas raporların
yargılama daireleri ile kurullarda, denetim raporları ile performans
denetimi/ölçümü raporlarının ise yargılama daireleri ile Rapor Değerlendirme
Kurulunda görüşüldüğü ve mevzuata uygunluk yönünden incelendiği, raporların
kalite kontrolüne ilişkin söz konusu mekanizmalar öngörülmüş iken taslak
raporların ayrıca üçer uzman denetçiden oluşacak rapor değerlendirme
komisyonları tarafından da incelemesinin öngörülmesinin Sayıştay denetiminin
kalitesine anlamlı bir katkısı olmayacağı gibi denetçinin bağımsızlığını
zedeleyeceği, öte yandan yargılama raporlarındaki mevzuata aykırılık
iddialarını değerlendirme yetkisinin münhasıran daireler ve kurullara ait
olduğu, dava konusu kuralla oluşturulması öngörülen üç kişilik kurulca
raporların mevzuata uygunluk yönünden değerlendirilmesinin, daire ve kurullara
ait olan yetkinin söz konusu kurula devri anlamına geleceği, kuralda, raporun
idarenin düzenleyici işlemlerine uygunluk yönünden değerlendirileceğinin
belirtilmesiyle Sayıştay denetiminin idarenin düzenleyici işlemlerine
uygunlukla sınırlandırıldığı ve bu durumun Anayasa'nın2., 87., 112. ve 160.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kural ile kamu idarelerinin düzenlilik ve performans
denetimleri sonucunda düzenlenen taslak'denetim raporları','yargılama
raporları've'performans denetim/ölçümü raporları'nın denetim grup
başkanlıkları tarafından Başkanlığa sunulmadan önce üç uzman denetçiden
oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından, ilgili kanunlar ile
bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda
uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu idareleri tarafından
yapılan düzenleme ve verilen görüşler ile bu fıkrada yer alan diğer hususlara
uygunluk yönünden değerlendirmesi öngörülmektedir. Bendin son cümlesiyle, rapor
değerlendirme komisyonlarının teşekkülü ile bunların çalışma usul ve
esaslarının yönetmelikle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
Denetim faaliyetini fiilen yürüten ve raporlama işini yerine
getiren denetçinin, yasamadan ve yürütmeden gelebilecek her türlü etkiden uzak
bir şekilde denetim sonucu elde ettiği bulguları değerlendirerek rapora
bağlayabilmesini ifade eden'denetçinin bağımsızlığı'ilkesi, denetçiye,
hiçbir kural ve ilkeyle bağlı olmadan, sınırsız ve sorumsuz analiz yapma ve
yargıda bulunma yetkisi vermemektedir. Denetçinin, bağımsızlık ilkesinin
yanında, yüksek denetimin gerektirdiği sorumluluk, yasallık, nesnellik
(tarafsızlık), dürüstlük, güvenilirlik, yeterlilik ilkelerine uygun hareket
etmesi ve Sayıştay raporlarının bu ilkelere uygun olarak düzenlenmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda denetçinin raporunun mesleki standartlara ve iç
düzen kurallarına uygunluk bakımından belli bir kalite kontrol denetiminden
geçirilmesi denetçinin bağımsızlığını etkilemez.
Dava konusu kuralla denetçi raporunun Başkanlığa sunulmadan önce
üç uzman denetçiden oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından,
ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve
ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu
idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşler ile bu fıkrada yer
alan diğer hususlara uygunluk yönünden değerlendirilmesi, kalite güvencesine
yönelik bir gözden geçirme faaliyeti olup denetçinin bağımsızlığını ortadan
kaldırmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 160.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 87. ve 112. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
H- Kanun'un 46. Maddesiyle, 6114 Sayılı Kanun'un 3. Maddesinin
İkinci Fıkrasına Eklenen (j) Bendi ile Dördüncü Fıkrasının İkinci CümlesindeYer
Alan'Başkanlık'İbaresinin'Başkanlık ile Başkanlığın kuracağı veya
iştirak edeceği şirketler'Şeklinde Değiştirilmesinin,47. Maddesiyle, 4.
Maddesinin Onbirinci Fıkrasına Eklenen (ğ) Bendinin ve 48. Maddesinin Birinci
Fıkrasının (c) Bendiyle 5. Maddesine Eklenen (5) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
Dava dilekçesinde, genel idare esaslarına göre yürütülen kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görev niteliğinde olan sınav
faaliyetlerinin, memur olmayan kişiler eliyle yürütülmesinin Anayasa'ya uygun
düşmediği ve sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, öte yandan Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesince yerine getirilen sınav hizmetlerinin kamu
hukukuna tabi süreçlerde ve kamu personeli eliyle yerine getirilmekte iken,
Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından aynı nitelikteki
hizmetlerin özel şirketler aracılığıyla yerine getirilmesinin eşitlik ilkesiyle
çeliştiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırı
olduğu öne sürülmüştür.
Dava konusu kurallarla, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve Yerleştirme
Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da yapılan
değişikliklerle ÖSYM'nin, sınav faaliyetleriyle ile ilgili olarak şirket
kurmasına ve kurulmuş şirketlere ortak olmasına olanak sağlanmıştır. ÖSYM'nin
şirket kurması veya kurulmuş şirketlere ortak olması, yönetim kurulunun teklifi
ve Bakanlar Kurulunun onayına bağlı kılınmıştır. Öte yandan, Başkanlığın sınav
hizmetleriyle ilgili yapacağı mal ve hizmet alımlarının 4734 sayılı Kamu İhale
Kanunu'nun kapsamı dışında tutulmasını öngören hükmün Başkanlığın kuracağı veya
iştirak edeceği şirketlere de uygulanması öngörülmüştür.
6353 sayılı Kanun'un 46. maddesinin gerekçesinde, kuralınamacı,
sınav evrakının basılmasının, korunmasının ve taşınmasının kamuya ait bir
şirket marifeti ile yapılması suretiyle sınav güvenliğinin sağlanması ve bu
işlerin daha düşük bir maliyetle gerçekleştirilmesi olarak açıklanmıştır.Gösterilen
bu hedefin kamu yararı amacına dönük olduğu anlaşılmaktadır. Bunun ötesinde,
yapılan somut düzenlemenin bu amacı etkin bir şekilde gerçekleştirmeye
elverişli olup olmadığı yönündeki bir değerlendirme anayasallık denetiminin
kapsamı dışındadır.
Öte yandan, gerekçeden, ÖSYM'nin kuracağı veya ortak olacağı
şirket eliyle yerine getirilecek olan görevler, baskı, paketleme, sınav
evrakının şehirlerarası taşınması ve şehir içi dağıtımı, sınav sonrası evrakın
sınav binalarından toplanarak ÖSYM depolarına ulaştırılması, adayların sınav
esnasında ihtiyaç duyacağı kırtasiye malzemeleri, saat, sayaç ve benzeri
malların adayların hizmetine sunulması, sınav sonrası sınav evrakının
depolanması, ayrıştırılması ve adayların cevap kâğıtları tarandıktan sonra idareye
teslim edilmesi ve arşivlenmesi gibi icrai nitelikte olmayan kimi lojistik
hizmetlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. İcrai nitelikte yetki içermeyen bu
görevlerin kurulacak veya ortak olunacak şirketler aracılığıyla yürütülmesinde
Anayasa'nın 128. maddesine aykırılık söz konusu değildir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 128.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU ve Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe
katılmamışlardır.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT48. maddenin (c) fıkrasıyla 6114 sayılı
Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkra yönünden bu görüşe
katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa'nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
I- Kanun'un Geçici 1. Maddesinin İkinci Fıkrasının'Ödemesi
devam edenlerden bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme
yapmış olanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini
tamamlamış olanlara geri ödeme yapılmaz.'Biçimindeki Üçüncü Cümlesinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde,ödemelerini hiç yapmayanlarla geç ya da eksik
yapanların ödemeleri gereken tutarlar ile buna tekabül eden faizin yarısını
ödememeleri öngörüldüğü halde kanunlara uyarak ödemelerini zamanında yapanların
fazla ödedikleri tutarların iade edilmemesinin kanunun gereğini yerine getiren
yurttaşların cezalandırılması anlamını taşıyacağı belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralı da içeren 6353 sayılı Kanun'un geçici 1.
maddesinin ikinci fıkrasıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı eğitim
kurumlarından ayrılan öğrencilere yönelik kısmi bir mali af getirilmiştir.
Kuralla, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı her derecedeki eğitim kurumuna 1997 ve
sonraki yıllarda giren ve askeri öğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan veya
sağlık sebepleri dışında askeri öğrencilikten çıkarılanlardan, yüklenme ve
kefalet senetlerinde yazılı olsa dahi ilaç ve tedavi giderleri, kitap,
kırtasiye giderleri, öğrenci harçlıkları ile yiyecek giderinin yarısı ve
bunlara tekabül eden faizlerin geri alınmaması öngörülmüştür.
Dava konusu kuralın yer aldığı fıkranın ikinci cümlesinde,
maddenin yürürlüğe girdiği tarihte ödemeleri devam edenler ile bu konuda
açılmış davaları sonuçlanmamış veya kesin hükme bağlanmış olanların da madde
hükümlerinden yararlandırılacağı belirtilmiştir. Ancak, dava konusu üçüncü
cümleyle, ödemesi devam edenlerden madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya
göre fazla ödeme yapmış olanlar ile maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
ödemesini tamamlamış olanlara geri ödeme yapılmayacağı kurala bağlanmıştır.
Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesi gereğince,
Anayasa'nın 5. maddesinde belirtilen Devletin temel amaç ve görevlerini yerine
getirebilmesi için anayasal ilkelere aykırı olmaması koşuluyla yeni mali
yükümlülükler koyabileceği gibi mevcut mali yükümlülüklerin tümünü ya da bir
kısmını kaldırma yetkisine de sahiptir. Ancak bu amaçla çıkarılacak kanunların
kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil
kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın
gereğidir.
6353 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin dava konusu kuralı da
içeren ikinci fıkrasının gerekçesinden, düzenlemeyle, Türk Silahlı Kuvvetlerine
bağlı her derecedeki eğitim kurumuna 1997 ve sonraki yıllarda girmiş olup,
askeri öğrencilikten kendi isteğiyle ayrılmaları veya sağlık sebepleri dışında
askeri öğrencilikten çıkarılmaları ilgili kanunlar uyarınca borçlandırılan ve
borçlarını henüz ödemeyen kişilere ödeme kolaylığı sağlanması ve bu suretle
kamu alacağının tahsili olanağının artırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Kamu yararı gözetilerek henüz tahsil edilmemiş kamu alacaklarına yönelik olarak
getirilen kısmi mali affın, Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce ödenen
borçlara uygulanmaması hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmadığı gibi
borcunu ödeyen mükelleflerin cezalandırılması amacını da taşımamaktadır.
Öte yandan,ödenmekle hukuki varlığı sona eren ve'ifa edilmiş
borç'statüsü kazanan kamu alacakları ile henüz ödenmemiş ve'borç'niteliğini
koruyan kamu alacaklarının aynı nitelikte görülmesi mümkün değildir. Dava
konusu kuralda, 6353 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasının
yürürlüğe girdiği tarihte henüz ödenmemiş borçlar arasında bir ayrım
yapılmadığına göre kuralın eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 10.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
J- Kanun'un Geçici 2. Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde,15.06.2012tarihindenönce 193 sayılıGelir Vergisi
Kanunu'nun geçici 67.maddesi uyarıncaİşsizlik SigortasıFonu gelirlerinden
yapılan vergi kesintilerine karşı dava açılmasını engelleyen düzenlemenin hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gibi hak arama hürriyeti ile adil yargılanma
hakkının kullanımını engellediği ve idarenin vergileme işlemine karşı yargı yolunu
kapattığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 6., 11., 36., 125. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
8.9.1999 tarihinde yürürlüğe giren 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanunu'nun 53. maddesinin son fıkrasının dördüncü cümlesiyle, İşsizlik
Sigortası Fonu, her türlü vergi, resim ve harçtan muaf tutulmuştur. Ancak,
1.1.2006 tarihinde yürürlüğe giren 193 sayılı Kanun'un geçici 67. maddesiyle,
bu maddenin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkralarında belirtilen gelirlerle
birlikte, İşsizlik Sigortası Fonu'nun faiz gelirleri de gelir vergisi stopajına
tabi kılınmıştır. Söz konusu kesinti işlemlerine karşı açılan davalarda
İşsizlik Sigortası Fonu'nun faiz gelirlerinin stopaja tabi olup olmadığı
yolunda farklı kararlar verilmesi üzerine 31.5.2012 günlü, 6322 sayılı Kanun'un
27. maddesiyle, 4447 sayılı Kanun'un 53. maddesinin son fıkrasına,'Bu
muafiyetin, 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir VergisiKanunuile
13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar VergisiKanunuuyarınca
yapılacak vergi kesintilerine şümulü yoktur.'şeklinde bir hüküm eklenerek
Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.6.2012 tarihinden sonraki dönem için İşsizlik
Sigortası Fonunun faiz gelirlerinin vergiye tabi olduğu hususu
kesinleştirilmiştir.
Dava konusu kuralda ise 15.6.2012 tarihinden önce 193 sayılı
Kanun'un geçici 67. maddesi uyarınca İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden
yapılan vergi kesintileri için dava açılamayacağı, görülmekte olan davalarda
davayı gören mahkemece, karar temyiz edilmiş ise Danıştayca karar verilmesine
yer olmadığına ve vekalet ücretine hükmedilmeksizin tarafların yaptıkları masrafların
üzerlerinde bırakılmasına karar verileceği, bu davalara ilişkin olarak da
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra taraflara tebliğ edilen kararlar
uyarınca işlem yapılmayacağı belirtilmiştir.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği ilkesi,
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir.
Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar.'Kanunların
geriye yürümezliği'olarak adlandırılan bu ilke uyarınca kanunlar yürürlüğe
girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan
çıkan bir kanun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmaz.
Vergi kanunlarında, geriye yürümenin söz konusu olup olmadığının
saptanabilmesi için vergiyi doğuran olayın ne zaman meydana geldiğinin tespiti
gerekir. Genel olarak vergi, vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi veya hukuki
durumun oluşması ile doğmaktadır. Dolayısıyla vergi işlemlerinde, vergiyi
doğuran olayın meydana geldiği veya hukuki durumun oluştuğu tarihte yürürlükte
olan kanunun uygulanması gerekir.
15.6.2012 tarihinden önce 193 sayılı Kanun'un geçici 67. maddesi
uyarınca İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden yapılan vergi kesintilerine
karşı dava açılamamasını, açılan davaların da konusuz kaldığı kabul edilerek
karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini ve bu davalara ilişkin
olarak maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra taraflara tebliğ edilen
kararlar uyarınca işlem yapılmamasını öngören dava konusu kuralın,4447sayılı
Kanun'un 53. maddesinin son fıkrasının, 6322 sayılı Kanun'la eklenen son
cümlesinin, 15.6.2012 tarihinden önce elde edilen faiz gelirlerine de
uygulanması sonucunu doğurduğu açıktır. Buna göre, elde edilen faiz gelirinin
stopaja tabi olup olmadığının tespitinde vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği
zaman değil, Kanun'un yürürlük tarih esas alınmıştır.İşsizlik Sigortası
Fonu'nun faiz gelirlerinin vergiye tabi olduğu hususunu kesinleştiren
düzenlemenin,Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.6.2012 tarihinden önce elde edilen
faiz gelirlerine de uygulanması sonucunu doğuracak şekilde düzenleme yapılması,
bireylerin hukuka olan güven duygusunu zedeleyeceğinden hukuk güvenliği ilkesi
ile bağdaşmamaktadır.
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında,'İdarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşıyargı yoluaçıktır.'kuralına yer verilmiş,hak
arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasında ise'Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.'denilmiştir.
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu
vurgularken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine
bağlı olmasını amaçlamıştır. Yargı denetimi, demokrasinin'olmazsa olmaz'koşuludur.
Anayasa'nın'İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşıyargı yoluaçıktır.'kuralıyla
benimsediği husus da etkili bir yargısal denetimdir.Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu,
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri
önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
Dava konusu kural ile 15.6.2012 tarihinden önce 193 sayılı
Kanun'un geçici 67. maddesi uyarınca İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden
yapılan vergi kesintilerinin dava konusu edilmesi olanağının ortadan
kaldırılması, Anayasayla güvence altına alınmış olan hak arama hürriyeti ile
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan,Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrası,'Yasama ve
yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar
ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez.'hükmünü içermektedir.
Mahkeme kararlarının değiştirilememesi ilkesi, yasamanın ve
yürütmeninkesinleşmiş yargı kararlarıyla oluşmuş hukuksal durumlara
dokunamamasıya da ortadan kaldıramamasıanlamına gelir. Kuralla, maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra taraflara tebliğ edilen mahkeme kararları
uyarınca işlem yapılmaması öngörülmek suretiyle Kanun'un yürürlüğe girdiği
tarihten önce verilmiş olan mahkeme kararları sonuçsuz bırakılmıştır. Bu
durumun kesinleşen hükümlere müdahale niteliği taşıdığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 36., 125.
ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa'nın 6. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un:
A) 31. maddesiyle değiştirilen 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanun'un 6/C maddesinin altıncı fıkrasının''veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek
denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir.
Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık
görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'bölümüne
ilişkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle, bu bölümün
YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE,
B) 1- 45. maddesiyle, 3.12.2010 günlü, 6085 sayılı Sayıştay
Kanunu'nun 35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın;
a- (a) bendinin ikinci ve üçüncü cümlelerinin
b- (b) bendinin birinci cümlesinde yer alan''etkililiği,
ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle''ibaresinin,
c- (c) ve (ç) bentlerinin,
2- Geçici 2. maddesinin,
Yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından
REDDİNE,
C) 1- 3. maddesiyle, 26.4.1961 günlü, 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 180. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan'iki yıl'ibaresinin'altı ay'şeklinde
değiştirilmesine ve bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe ilişkin 89.
maddesine,
2- 5. maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun'un 2. maddesinin birinci
fıkrasının değiştirilen;
a- (d) bendinde yer alan''bu amaçla ilgili Bakanın onayı
üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak;'ibaresine,
b- (e ) bendinde yer alan,''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak;''ibaresine,
3- 22. maddesiyle değiştirilen, 20.2.2001 günlü, 4628 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin
sekizinci paragrafının, beşinci cümlesinde yer alan''veya yetkilendireceği
denetim şirketlerine hizmet satın almak suretiyle''ibaresi ile son
cümlesine,
4- 23. maddesiyle, 18.4.2001 günlü, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası
Kanunu'nun geçici 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yapılan
değişikliklere,
5- 34. maddesiyle, 1.7.2005 günlü, 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un;
a- Geçici 2. ve geçici 3. maddelerindeyer alan'yedi yıl'ibarelerinin'sekiz
yıl'şeklinde değiştirilmesine,
b- Geçici 3. maddesine eklenen;
aa- İkinci fıkranın üçüncü cümlesine,
bb- Üçüncü fıkranın ilk cümlesinde yer alan'Sürenin bitiminden
itibaren''ibaresine,
6- 45. maddesiyle 6085 sayılı Kanun'un 35. maddesine eklenen (2)
numaralı fıkranın, (b) bendinin birinci cümlesinde yer alan''etkililiği,
ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle''ibaresi dışında kalan
bölümü ile (d) bendine,
7- 46. maddesiyle, 17.2.2011günlü, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 3.
maddesinin;
a- İkinci fıkrasına eklenen (j) bendinin,
b- Dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan'Başkanlık'ibaresinin'Başkanlık
ile Başkanlığın kuracağı veya iştirak edeceği şirketler'şeklinde
değiştirilmesine,
8- 47. maddesiyle, 6114 sayılıKanun'un 4. maddesinin onbirinci
fıkrasına eklenen (ğ) bendine,
9- 48. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendiyle 6114 sayılı
Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkrasına,
10- Geçici 1. maddesinin ikincifıkrasının 'Ödemesi devam
edenlerden bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmış
olanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini tamamlamış
olanlara geri ödeme yapılmaz.'biçimindeki üçüncü cümlesine,
yönelik iptal istemleri, 27.12.2012 günlü, E.2012/102, K.2012/207
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddeye, fıkraya, bentlere, cümlelere,
bölüme, ibarelere ve değişikliklere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin
REDDİNE,
27.17.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında,'Kanun, kanun
hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların
hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten
kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği
tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı
günden başlayarak bir yılı geçemez'denilmekte, 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 14. maddesinin 31.
maddesiyle değiştirilen 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun'un 6/C
maddesinin altıncı fıkrasının''veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait
olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet
satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim şirketleri ile ilgili
uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'bölümünün iptal edilmesi
nedeniyledoğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte
görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı
Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu maddelere ilişkin
iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay
sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- SONUÇ
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un:
1- 3. maddesiyle, 26.4.1961 günlü, 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 180. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan'iki yıl'ibaresinin'altı ay'şeklinde
değiştirilmesinin ve bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe ilişkin 89.
maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
2- 5. maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun'un 2. maddesinin birinci
fıkrasının, değiştirilen;
a- (d) bendinde yer alan''bu amaçla ilgili Bakanın onayı
üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak;'ibaresinin,
b- (e ) bendinde yer alan,''ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak;''ibaresinin,
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- 22. maddesiyle değiştirilen, 20.2.2001 günlü, 4628 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin
sekizinci paragrafının, beşinci cümlesinde yer alan''veya yetkilendireceği
denetim şirketlerine hizmet satın almak suretiyle''ibaresi ile son
cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serruh
KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla
PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- 23. maddesiyle, 18.4.2001 günlü, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası
Kanunu'nun geçici 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yapılan
değişikliklerin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
5- 31. maddesiyle değiştirilen 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanun'un 6/C maddesinin altıncı fıkrasının''veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim
şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim
şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü
alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'bölümünün
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Hicabi DURSUN'un karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı
Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu bölüme ilişkin İPTAL
HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA
YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6- 34. maddesiyle, 1.7.2005 günlü, 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un;
a- Geçici 2. ve geçici 3. maddelerindeyer alan'yedi yıl'ibarelerinin'sekiz
yıl'şeklinde değiştirilmesininAnayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Engin YILDIRIM'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Geçici 3. maddesine eklenen;
aa- İkinci fıkranın üçüncü cümlesinin,
bb- Üçüncü fıkranın ilk cümlesinde yer alan'Sürenin bitiminden
itibaren''ibaresinin,
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Engin
YILDIRIM'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
7- 45. maddesiyle, 3.12.2010 günlü, 6085 sayılı Sayıştay
Kanunu'nun 35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın;
a- (a) bendinin ikinci ve üçüncü cümlelerinin Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (b) bendinin;
aa- Birinci cümlesinde yer alan''etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle''ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna
ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
bb- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE
c- (c) ve (ç) bentlerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
d- (d) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
8- 46. maddesiyle, 17.2.2011günlü, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 3.
maddesinin;
a- İkinci fıkrasına eklenen(j)bendinin,
b- Dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan'Başkanlık'ibaresinin'Başkanlık
ile Başkanlığın kuracağı veya iştirak edeceği şirketler' şeklinde
değiştirilmesinin,
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
9- 47. maddesiyle, 6114 sayılıKanun'un 4. maddesinin onbirinci
fıkrasına eklenen (ğ) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
10- 48. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendiyle 6114 sayılı
Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
11- Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasının'Ödemesi devam
edenlerden bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmış
olanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini tamamlamış
olanlara geri ödeme yapılmaz.'biçimindeki üçüncü cümlesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
12- Geçici 2. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
27.12.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
KARŞIOY
6353 sayılı Kanun'un 22. maddesi ile değiştirilen 4628 sayılı
Elektrik Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü fıkrası (c) bendinin 8.
paragrafının 5. cümlesinde yer alan '' veya yetkilendireceği denetim
şirketlerine hizmet satın almak suretiyle '.' ibaresi ile 'Denetim
şirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim
şirketleri ve denetime tabi şirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve
esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.' şeklindeki
SON CÜMLESİNİN hizmet satın alarak yaptırılan denetim sonucu raporlarına göre
gerekli yaptırım ve işlemlerin Enerji Piyasası Denetleme Kurumu tarafından
yapılacağı, yetkinin burada kaldığı, denetimi 3. kişiye gördürmüş olmanın
Anayasaya aykırı olmadığı denetim şirketinin tüzel kişi olup konusunun genel
çerçevesinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret
Kanunu ile belirli olduğu kalan ayrıntılar için yönetmelik düzenlemekte
Anayasa'nın 123. maddesine aykırılık bulunduğunun söylenemeyeceği şeklinde
kararda yer alan gerekçelere katılmaya olanak yoktur.
Öncelikle Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararlarına
bakıldığında; 2007/2 E., 2011/13 K. sayılı kararda, topluma sunulmuş sürekli ve
düzenli etkinlik olarak tanımlanan kamu hizmetinin, kamu hukuku genel ilkeleri
gereğince doğrudan devlet ya da diğer kamu tüzel kişiler tarafından yada
bunların gözetim ve denetimi altında kamusal yönetim biçimine göre
yönetilmesinin asıl ve olağan olduğu vurgulamıştır.
Bu anlayış Anayasa'nın 128. maddesinde ifadesini bulan genel idari
esaslara göre yürütülecek kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği hükmünü
açıklamaktadır.
Denetleme görev ve yetkisi idarenin kolluk etkinliği olup asli ve
sürekli bu görev yetkisinin devrine de olanak yoktur. Böyle bir durumda denetim
yetkisinin tüzel kişilere devrinin Anayasa'nın 128. maddesine aykırılık teşkil
edeceğine karar verilmiştir. Bu karara katılmayan azınlık görüşünde dahi,
denetim yetkisinin devre müsait olmadığı ve bir idari kolluk faaliyeti kabul
edilen denetim yetkisinin iptali istenen kuralda yer alan özel hukuk tüzel
kişilerine devrinde, yetkinin denetim faaliyetlerini de kapsamına aldığının
anlaşılamaması nedeniyle iptali için anayasal neden bulamadıklarını ifade
etmişlerdir. Özetle asli ve sürekli kamu hizmetlerinden sayılan denetim,
devletin asli görevi olup, düzenleyici işlemlerle özel hukuk tüzel kişilerine
devri mümkün değildir. Ancak özel yönetim biçimi ile gerçekleştirmeye elverişli
bulunanlarda tüm sorumluluk kuşku bırakmayacak açıklıkta idare üzerinde kalmak
koşulu ile gözetim ve denetim altında özel teşebbüse yaptırılabilecektir.
2011/27 E., 2012/101 K. sayılı dava dosyasında ise '5346 sayılı
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına
İlişkin Kanun kapsamdaki tesislerin incelenme ve denetlenmesi işinin
gerektiğinde Enerji Piyasası Denetleme Kurumu tarafında yetkilendirilecek denetim
şirketinden hizmet satın alma yöntemiyle yaptırılabileceği ve denetim
şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Enerji Piyasası
Denetleme Kurumu tarafından çıkarılacak yönetmelikle yapılır.' Şeklindeki kural
da Anayasa'ya aykırı bulunmuş ve hatta yapılacak denetimin usul ve esaslarına
ilişkin temel ilkelerinin belirlenmemesinin Anayasa'nın 128. maddesi yönünden
yapılacak denetime bile engel olduğunu belirlemiştir.
Dava konusu iptali istenen KURAL da, yer alan yetkilendirilecek
bir denetim şirketinden hizmet satın almak ve bu şirketlerin hak ve
yükümlülükleri, usul ve esaslarının yönetmelikle düzenleneceği şeklindeki
düzenleme de, iptal edilen kurallar ile büyük bir benzerlik içerisindedir.
İptal kararı gerekçesinde yer alan bir tespitin tekrar
vurgulanmasında yarar vardır. 'Hizmet satın alınarak yaptırılacak denetimde,
denetim şirketlerinin yetkilerinin sınırları, söz konusu denetim sonuçlarının
EPDK yönünden bağlayıcılık taşıyıp taşımadığı ve bu aşamada EPDK 'nın denetim
yetkisinin ayrıca devam edip etmediği, lisans kapsamında yapılan inceleme ve
denetimlerde denetlenen şirket ile denetleyen şirketin yükümlülüklerini tam
olarak yerine getirmediğinin ya da usulsüzlük yapıldığının tespiti halinde
uygulanacak yaptırım ve sonuçları, denetimin tekrarlanabilirliği hususlarında
dava konusu kuralda bir açıklık bulunmamakta, denetim şirketleri ile ilgili
uygulamaya ilişkin usul ve esasların Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi ile yetinilmektedir.'
Dava konusu kural da ise elektrik dağıtım şirketlerinin her türlü denetiminin
bakanlık tarafından yapılacağını bu görevi yetkilendireceği bir denetim
şirketine hizmet satın alma suretiyle yaptırabileceğini söylemektedir.
Yani önceki kararlarda yer alan iptali sonucu getiren gerekçelere
açık aykırılık taşıyan iptal konusu kuralın, ayrıca yorumlu red yönündeki
karşıoy kullananların denetim yetkisinin devredilemeyeceğinin izahtan vareste
olduğu fikrine dahi uygun düşmediği açıktır.
Önceleri, Elektrik Piyasası Kanunu'nda özelleştirilen elektrik
dağıtım tesis ve varlıklarına ilişkin her türlü işletme ile ilgili planlama ve
uygulama onay, değişiklik, yetkisi Enerji Piyasası Denetleme Kurumuna
bırakılmıştır. Kurumun ise yasada onaylı lisansların verilmesi, işletme hakkı
devir kapsamındaki mevcut sözleşmelerin kanun hükümlerine göre düzenlenmesi,
piyasa performansının incelenmesi, standartlarının oluşturulması, tadili
uygulattırılması, kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmek, piyasada
kanuna uygun davranılmasını temin ederek eşitlik, şeffaflık standartlarına,
lisans şartlarına uyumu gözetmek esasları kapsamında sorumlulukları bulunduğu
görülmektedir, şimdilerde ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bırakılmış
aynı görevin devletin asli sürekli görevleri olduğu kuşkusuz olup bu görevlerin
denetlenmesinin devrine Anayasa'nın 128. maddesine göre olanak yoktur.
İptali istenen kural, hizmet satın almak suretiyle yaptıracağı bu
denetime kapsam çizmemiş yukarıda yer alan sorumluluk kapsamındaki görev
denetiminde devredilecek yetkinin sınırı, süresi, yaptırım gücü, gibi bir çok
alanda belirsizliğini korumakta ve kuralda bu konuda bir açıklık yer
almamaktadır.
İşbu dava ile ilgili mahkememiz karar gerekçesinde yer alan,
denetimin icrai işlem ya da karar niteliğinde olmadığı, asıl işlemin denetim
sonucu alınacak karar ve tedbirler olduğu, burada yetkinin makamda kalmaya
devam ettiği şeklindeki gerekçenin yeterliliği ve bu nedenle Anayasa'ya aykırı
olmadığı görüşüne katılmaya imkan yoktur.
Denetim adına edinilen teknik destek alma hizmeti, hazırlık işlemi
niteliği bir görev olarak nitelenemez. Elektrik piyasası alanındaki tüzel
kişinin piyasa performansının izlenmesi, standartlar oluşturulması, tadili,
kanuna uygun piyasa koşullarının oluşturulması, işletme hakkı devir
sözleşmelerinin kanun hükümlerine uygulanması gibi denetlenecek sorumluluk
alanlarının, 3. kişilere yaptırılabilecek teknik hizmet alımı alanları olduğu
şeklinde nitelenmesine imkan yoktur. Kaldı ki, kuralda denetim şirketlerinin
nitelikleri ve yetki sınırları belirsizdir. Denetim sonucu raporlarının Enerji
Piyasası Denetleme Kurumu tarafından kurulca karara bağlanması yasada
bulunmakla birlikte, bağlayıcılık taşıyıp taşımadığı, itiraz edilebilirliği,
kesinliği, devredilen yetkinin mutlaklığı, denetim şirketinin usulsüzlüklerinde
denetimin geçerliliği gibi temel bir çok konu, kuralda belirsizliğini korumakta
olup kural açıklanan nedenler ile Anayasa'nın 2., 7. ve 128. maddelerine
aykırıdır.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ VE FARKLI GEREKÇE
4.7.2012 günlü 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 5. maddesiyle 17.7.1963
günlü 278 sayılı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentleri
değiştirilerek Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK)
ilgili Bakan'ın onayı ile şirket kurmak ve kurulmuş şirketlere ortak olmak;
aynı Kanun'un 46., 47. ve 48. maddeleriyle de 17.2.2011 günlü 6114 sayılı Kanun'un
3., 4. ve 5. maddeleri değiştirilerek Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM)
Başkanlığına şirket kurmak ve kurulmuş şirketlere ortak olmak yetkisi
verilmiştir.
Anayasa'nın 6. maddesine göre hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağından kamu kurum ve
kuruluşlarının şirket kurabilmelerine izin verilebilmesi için, bunun anayasal
dayanağının bulunması gerektiği açıktır.
Anayasa'nın 128. maddesinde, 'Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri
ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar
ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği belirtilmektedir.
TÜBİTAK'ın ve ÖSYM'nin kamu tüzelkişileri olarak üstlendikleri
görevin, kamu hizmeti kapsamında bulunması nedeniyle bu Kurum'ların, genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle yürütülmesi gerektiğinden, belirtilen hizmetlerin, özel hukuk
tüzelkişileri olan şirketler tarafından yürütülmesi olanaklı değildir.
Anayasa'nın 47. maddesi ile devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve
diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerin özel hukuk
sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabilmesine veya
devredilebilmesine, bunların hangileri olduğunun kanunla belirlenmesi koşuluyla
olanak tanınmakta ise de belirtilen kamu tüzelkişilerinin, kuracakları sermaye
şirketleri ile bu hizmetleri doğrudan yürütmelerine izin verilmemektedir. Buna
göre, kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve hizmet alanlarında sermaye şirketi
kurmalarının anayasal dayanağı bulunmadığı gibi bu konuda anayasal boşluktan
söz etme olanağı da yoktur. Anayasa bir alanı düzenlemiş, usul ve esaslarını
belirlemişse buna aykırı kurallar getirilemeyeceğinden, bu konuda ayrıca bir
yasak konulmasına gerek bulunmamaktadır.
Öte yandan, 4628 sayılı Kanun'un 2. maddesinin dördüncü fıkrasının
(c) bendinin 6353 sayılı Kanun'un 22. maddesiyle değiştirilen sekizinci
paragrafında yer alan 'veya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet satın
almak suretiyle yaptırabilir' tümcesi ile son tümcesi, Anayasa Mahkemesi'nin
13.1.2011 günlü E: 2007/2; K: 2011/13 sayılı kararının Tohumculuk Kanunu'nun
15. maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'özel hukuk tüzelkişilerine' ibaresi
ile ilgili bölümünde belirtilen gerekçe ile Anayasa'ya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle incelenen dava konusu kuralların iptali
gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
6353 sayılı Kanun'un 31. maddesiyle değiştirilen 5346 sayılı
Kanun'un 6/c maddesinin altıncı fıkrasının 'veya' sözcüğü ile başlayan son
bölümüne ilişkin iptal gerekçesine ise Anayasa Mahkemesi'nin anılan kararındaki
görüşler doğrultusunda farklı gerekçe ile katılıyorum.
KARŞI
OY
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü
fıkrasının (c) bendinin iptali istenilen altı çizili ve koyu renkli olarak
gösterilen ibare ve cümlenin de yer aldığı sekizinci paragrafında;
'4046 sayılı Kanun çerçevesinde yapılan özelleştirme sonrası
elektrik dağıtım tesislerinin iyileştirilmesi, güçlendirilmesi ve
genişletilmesi için yapılan yatırımların mülkiyeti kamuya aittir.
Özelleştirilen elektrik dağıtım tesis ve varlıklarına ilişkin her türlü işletme
ile yatırım plânlaması ve uygulamasında onay ve değişiklik yetkisi Kurula
aittir. Kurul, hizmetin verilmesini sağlayacak yatırımların teklif edilmemesi
halinde talep eder ve onaylanmış yatırımlar gerçekleştirilmediği takdirde
lisans iptal edilerek yeniden ihale yapılır. Kanun kapsamında tanımlanan
elektrik dağıtım şirketlerinin her türlü denetimi Bakanlık tarafından yapılır.
Bakanlık bu denetimi bu konuda ihtisas sahibi olan kamu kurum ve kuruluşlarına
yetki devri suretiyleveya yetkilendireceği denetim şirketlerine hizmet
satın almak suretiyle yaptırabilir.Bu kapsamda düzenlenecek denetim
raporları Kuruma bildirilir. Denetim raporu sonucuna göre gerekli yaptırım ve
işlemler Kurul tarafından karara bağlanır.Denetim şirketlerinin
nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim şirketleri ve denetime
tabi şirketlerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin usul ve esaslar Bakanlık
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'denilmektedir.
5346 sayılı Kanun'un 6/C maddesinin son fıkrasının''veya
gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından
yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından
yaptırılabilir. Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve
esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.'şeklindeki bölümü ile ilgili, Esas: 2011/27,
Karar: 2012/101 sayılı 5.7.2012 günü verilen ve 6.10.2012-28433 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlananAnayasa MahkemesiKararında belirtilen gerekçe ile bu
kurallarıniptali gerekir.
Ayrıca, Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen ibare ve cümlenin
bulunduğu paragrafta yer alan ''Denetim raporu sonucuna göre gerekli
yaptırım ve işlemler Kurul tarafından karara bağlanır''biçimindeki düzenlemede,
Bakanlık tarafından yetkilendirilen denetim şirketinin hazırlayacağı denetim
raporunun dışına çıkılmaksızın ve bu raporun sonuçlarına bağlı kalınarak Kurul
tarafından işlem ve yaptırım uygulanacağının öngörülmesi suretiyle Kurulun
etkisiz bir onay mercii haline getirilerek,denetimin, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle genel idare esaslarına uygun olarak yürütülmesi gereken asli
ve sürekli bir kamu hizmeti olmaktan uzaklaştırılması, Anayasa'nın 128.
maddesine aykırı olduğundan söz konusu ibare ve cümlenin iptali gerekir.
Açıklanan nedenlerle redde ilişkin çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY
YAZISI
1- 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 48. maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendiyle 6114 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkrada
Başkanlığın sınav faaliyetlerinin tamamını veya bir kısmını kuracağı veya
iştirak edeceği şirketler eliyle yürütebileceği, şirket kurulmasına veya kurulu
şirketlere iştirak edilmesine yönetim kurulunun teklifi üzerine Bakanlar
Kurulunca karar verileceği belirtilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş, 42. maddesinde eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi düzenlenmiştir. Anayasa'nın 128. maddesinde devletin
genel idare esaslarına göre yürütmekle görevli olduğu asli ve sürekli görevlerin
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği ifade edilmiştir. Buna
göre devletin asli ve sürekli görevlerinden olan eğitimin olanaklar ölçüsünde
adil, eşit, dengeli biçimde sağlanması için gerekli olan ölçme, seçme ve
yerleştirme işlemlerinin de devletin asli ve sürekli görevlerinden olduğu ve
kamu görevlileri eliyle görüleceği açıktır.
Sınavların adil, dürüst, düzenli ve güven içinde
gerçekleştirilmesi Devletin kamu gücünün kullanılmasını gerektirir. Bu nedenle
devletin bu alandaki planlama, düzenleme, denetleme ve gereğinde zor kullanma
yetkisini tümüyle özel şirketlere devretmesi Anayasa'nın 128. maddesine
aykırıdır.
2- Kanun'un Geçici 2. maddesi 15.6.2012 tarihinden önce 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu'nun geçici 67. maddesi uyarınca İşsizlik Sigortası Fonu
gelirlerinden yapılan vergi kesintilerine karşı dava açılamayacağını,
görülmekte olan davaların da tarafların yaptıkları masraflar üzerlerinde
bırakılmak suretiyle vekalet ücretine hükmedilmeksizin, karar verilmesine yer
olmadığı kararı verilerek sonlandırılmasını öngörmektedir.
Kuralın, Devletin iki ayrı kurumu arasında yasa hükümlerinin
farklı yorumundan kaynaklanan davaların sona erdirilerek tasfiyesini amaçladığı
anlaşılmaktadır.
Yasa koyucu, Anayasa'ya aykırı davranmamak ve kişi hak ve
özgürlüklerine saygılı olmak şartıyla her konuda yasa çıkarmak hususunda takdir
hakkına sahip olup, idarenin farklı birim veya kurumları arasındaki
ihtilafların tasfiyesi konusunda mahkemelerin karar vermelerine esas
oluşturacak kurallar koyabilir.
İptali istenen kuralın kamu yararı amacıyla çıkarıldığı, kişi hak
ve özgürlüklerini olumsuz etkileyen her hangi bir yönü bulunmadığı, Anayasa'nın
138. maddesi hükmünün öngördüğü anlamda kesinleşen mahkeme kararlarına müdahale
anlamını taşımadığı, kaldı ki usul yasalarının derhal yürürlüğe girmesinin
temel ilke olduğu, temel hal ve özgürlüklere ilişkin olmayıp devletin kurumları
arasındaki mali ihtilaflara ilişkin olan davaların mutlaka sonuna kadar
sürmesini istemenin mantıklı olmadığı gibi Anayasal yorum kurallarıyla da
bağdaşmadığı gözetildiğinde, iptal isteminin reddi gerektiği sonucuna
varmaktayım. Bu nedenle iptal görüşüne katılmıyorum.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1)5. maddesi ile 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun'un 2. maddesinin birinci
fıkrasının (d) ve (e) bentlerinde yapılan değişiklikle eklenen; 'Kurumun
bünyesinde araştırma ve geliştirme faaliyetlerini yapan merkezlerde,
enstitülerde ve birimlerde geliştirilen teknolojilerin kullanılmasını ticari
değerlere dönüşmesini sağlamak, bu amaçla ilgili Bakan'ın onayı üzerine şirket
kurmak, kurulmuş şirketlere ortak olmak,'; 'ayrıca bu amaçla ilgili Bakan'ın
onayı üzerine şirket kurmak, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak'
ibarelerinin incelenmesi;
Söz konusu düzenlemelerle Türkiye Bilimsel ve Teknoloji Araştırma
Kurumuna (TUBİTAK) faaliyetleri ile ilgili olarak Bakan'ın onayı ile şirket
kurmak ve kurulmuş şirketlere ortak olmak yetkisi verilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, siyasal
iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin düzenli
sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluşturarak aynı zamanda
istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve
öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise
kuralların genel, eşit, nesnel olmalarına bağlıdır.
Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrasında 'Devletin, kamu
iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.'
denilmektedir.
Bu durumda bir kamu kurumu olup, asıl görevi bilim ve teknoloji
ile ilgili politikaları belirleme ve bu konuda öncü bir rol üstlenerek
koordineyi sağlamak olan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nun
(TUBİTAK) kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri memurlar ve
diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi gerekirken kuracağı şirket aracılığı
ile ya da kurulmuş şirketlerde imtiyazlı ortak olarak yürütülmesi şeklindeki
düzenleme Anayasa'nın 2. ve 128. maddelerine aykırıdır.
2)22. maddesi ile 20.2.2001 günlü ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu'nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklikle (c) bendinin
sekizinci paragrafının beşinci cümlesinde yer alan '...veya yetkilendireceği
denetim şirketlerine hizmet satın almak suretiyle '' ibaresi ile son cümlesinin
incelenmesi;
Elektrik dağıtım tesis ve varlıkları üzerinde her türlü denetim
yetkisi ve görevi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına ait iken yapılan
değişiklikle denetimin Bakanlığın yetkilendireceği denetim şirketlerine
yaptırabilmesine olanak tanınmakta, son cümlede ise denetim şirketlerinin
denetimine ilişkin usul ve esasların Bakanlık tarafından çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Kamu hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla
yapılan denetim, kamu kurumlarınca yapılması gereken asli ve sürekli
görevlerdendir.
Bu durumda, Anayasa'nın 128. maddesinin birinci fıkrası karşısında
asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından
yapılması gerektiğinden bu hizmetlerin hizmet satın alma yoluyla yürütülmesi
şeklindeki ibare ve Anayasa'nın 123. maddesi uyarınca asli ve sürekli
görevlerden olan denetimin kanunla düzenlenmesi gerektiğinden denetimin usul ve
esaslarının yönetmelikle düzenleneceği şeklindeki son fıkra hükmü Anayasa'nın
2., 7., 123. ve 128. maddelerine aykırıdır.
3)46., 47. ve 48. maddeleri ile 17.2.2011 günlü, 6114 sayılı Ölçme,
Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un
3., 4. ve 5. maddelerinde yapılan değişikliklerin incelenmesi;
3. maddenin ikinci fıkrasına eklenen (j) bendinde Ölçme Seçme
Yerleştirme Merkezi Başkanlığına faaliyetleri ile ilgili olarak şirket kurma ve
kurulmuş şirketlere ortak olmak; 4. maddenin onbirinci fıkrasına eklenen (ğ)
bendinde ise Ölçme Seçme Yerleştirme Merkezi Başkanlığının sınav faaliyetleri
ile ilgili olarak kuracağı veya iştirak edeceği şirketler için Bakanlar
Kuruluna teklifte bulunmak yetkisi verilmekte, 5. maddesine eklenen (5) numaralı
bentte ise Ölçme Seçme Yerleştirme Merkezi Başkanlığının sınav faaliyetlerinin
tamamını veya bir kısmını kuracağı veya iştirak edeceği şirketler eliyle
yürütebileceği, şirketler kurulmasına veya kurulu şirketlere iştirak
edilmesine, yönetim kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karar
verileceği belirtilmektedir.
Bu hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, Ölçme, Seçme ve
Yerleştirme Merkezi Başkanlığının, asli ve sürekli olarak yürütmekle görevli ve
yetkili olduğu sınav faaliyetlerini yürütmek amacıyla şirket kurabileceği ya da
kurulmuş şirketlere ortak olabileceği anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı
(ÖSYM), Üniversite giriş sınavları yanında mezuniyetten sonra Kamu Personeli
Seçme Sınavı ve diğer sınavların bilimsellik, nesnellik, tarafsızlık ve
gizlilik içinde yapılması amacıyla kurulmuş olan bir kamu kurumudur.
Anayasa'nın 128. maddesi karşısında Devletin, kamu iktisadi
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi gerekmektedir.
Bu durumda, Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının,
asli ve sürekli olarak yürütmekle görevli ve yetkili olduğu sınav
faaliyetlerini şirket kurmak ya da kurulmuş şirketlere ortak olmak yoluyla
yürütme yetkisi veren dava konusu kurallar Anayasa'nın 2. ve 128. maddelerine
aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle; 4.7.2012 günlü 6353 sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına dair Kanun'un, 278 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentlerinde ve 4628 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının
beşinci cümlesinde yer alan ibare ile son cümlesi; 6114 sayılı Kanun'un 3., 4.,
ve 5. maddelerinde yapılan değişikliklerin Anayasa'nın 2., 7.,123. ve 128.
maddelerine aykırı olup iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
KARŞI
OY GEREKÇESİ
5378 sayılı Kanun 7.7.2005 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Kanun'un geçici 2. maddesiyle kamu kurum ve
kuruluşlarına ait mevcut resmi yapıların, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve
yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları
ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her
türlü yapıların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıliçinde
engellilerin erişebilirliğine uygun duruma getirilmesi zorunluluğu
getirilmiştir. Bahsi geçen Kanun'un geçici 3. maddesiyle de Büyükşehir
belediyeleri ve diğer belediyelere, şehir içinde kendilerince sunulan ya da
denetimlerinde olan toplu taşıma hizmetlerinin engellilerin erişilebilirliğine
uygun olması için gereken tedbirleri alma ödevi yüklenmiştir.
5378 sayılı Kanun, 7.7.2005 tarihinde yürürlüğe girdiğinden,
geçici 2. ve 3. maddelerle kamu kurum ve kurumlarına, gerçek ve tüzel kişiler
ile Büyükşehir belediyeleri ve diğer belediyelere yüklenen yükümlülüklerin en
son 7.7.2012 tarihine kadar yerine getirilmesi gerekmekteydi. Ancak 6353 sayılı
Kanun'un 34. maddesiyle, 5378 sayılı Kanun'un geçici 2. ve 3. maddelerinde
geçen 'yedi yıl' ibareleri ' sekiz yıl' şeklinde değiştirmek suretiyle sözü
edilen kurum ve kişilere tanınan süre bir yıl uzatılmıştır.
2002 yılında yapılan 'Türkiye Özürlüler Araştırmasına' göre toplum
nüfusun %12'si engelli olup, bunların %78'i çalışma hayatına
katıl(a)mamaktadır.*Engelsizlere göre oluşturulan fiziksel ve sosyal
çevreden kaynaklanan engeller, engellilerin insan haklarına erişimini ve
kullanımını zorlaştırmaktadır. Binalar ve diğer sosyal ve kültürel alt yapı
alanlarının ve toplu taşım araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun
duruma getirilmesi için öngörülen yedi yıllık sürenin yasayla bir yıl
ertelenmesi ve idari kararlara ayrıca iki yıl daha ertelenebilmesinin mümkün
hale getirilmesi, engellilerin engelli olmayan insanların yararlandığı bazı
imkânlara erişmelerini, yaşamlarını diledikleri gibi sürdürmelerini ve yaşam
kalitelerini arttırmalarını üç yıl daha geciktirmektedir. Her yönüyle toplumsal
yaşamda yer alma engellilerin de hakkıdır ve bu özel bir ihtiyaç olarak
görülmemelidir.
Dava dilekçesinde de belirtildiği gibi, 'Erişilebililik kavramı
engelli kimselerin fiziki çevreye, ulaşım hizmetlerine, bilgi ve iletişim
teknolojileri ve sistemlerine ve diğer imkân ve hizmetlere başkalarıyla aynı
şartlarda erişebilmesini ifade eder. Erişilebilirlik sosyal, kültürel ve
ekonomik yaşama katılabilmenin ve Anayasada tanınan tüm hak ve özgürlüklerden
yararlanabilmenin ön koşuludur. Engelli bireylerin yaşama ve etkin katılımı
için ön koşul, karşılaştıkları engellerin kaldırılmasıdır. Engellerin
kaldırılmasının da ilk basamağını erişebilirlik oluşturmaktadır.Zira, engelli
bireyin yaşama tam etkin katılabilmesi için öncelikle yaşadığı konutun dışına
çıkabilmesi gerekir. Konut dışı kamuya açık alan, kamu hizmeti verilen alan
engellilerin erişebilirliğine uygun değilse, engelliler açısından temel insan
haklarında yararlanma süreci de işleyemez'.
Anayasa'nın 2. maddesinde ifade edilen sosyal hukuk devleti,
engellilerin diğer insanlar gibi hak ve özgürlüklerden yararlanmasını
kolaylaştıran ve insan onuruna yaraşır hayat sürdürmelerini sağlayan devlettir.
Anayasa'nın 5. maddesi, kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmayı Devlet'in
temel amaç ve görevleri arasında saymaktadır. Engellilerin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
ve sınırlılığın kaldırılması açısından devlet yükümlülük altındadır. Her ne
kadar, devletin bu yükümlülüğü yerine getirirken engellilerin sosyal ve
ekonomik haklarının kullanımı yönünden Anayasa'nın 65. maddesi uyarınca
ekonomik imkânlarla sınırlı olduğu olduğunu söylemek mümkünse de, engellilerin
medeni ve siyasi haklarını kullanmaları hususunda böyle bir sınırlılıktan
bahsetmek mümkün değildir.
Türkiye'nin 5825 sayılı Kanun ile onaylayarak uygun bulduğu ve
18.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren BM Engelli Hakları Sözleşmesi'nin (EHS) 4.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında taraf devletlerin, engelliler aleyhinde
ayrımcılık teşkil eden yürürlükteki hukuk kurallarını, düzenlemeleri,
gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya ortadan kaldırmak için gerekli
olan, yasama faaliyetleri dâhil uygun tüm tedbirleri almakla yükümlü oldukları
belirtildikten sonra aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında da taraf
devletlerin, engellilerin ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan tam olarak
yararlanmalarını aşamalı olarak sağlayacakları düzenlenmiştir. İlgili yasada
yedi yıl olarak öngörülen süre, bu haklardan aşamalı olarak yararlanmayı
düzenleyen yukarıdaki hükümle uyumlu olmakla birlikte, yedi yılda
gerçekleştirilmeyen bu aşamalı geçişin 1+2 yıllık bir süre zarfında
gerçekleştirileceğinin garantisi yoktur. Dolayısıyla, aşamalı geçişin ilânihaye
sürmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalınabilir. Kaldı ki, bu husus
ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla ilgili olup, engellilerin medeni ve
siyasi haklara erişiminin kolaylaştırılmasının daha bir ivedilikle
gerçekleştirilmesi gerekir. Bu durum engellilere pozitif ayrımcılık yapılmasını
öngören Anayasa'nın 10. maddesiyle de bağdaşmamaktadır. Yedi yıllık geçiş
süreci içinde engellilerin erişebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde
erişebilirliğin gerçekleştirilebilmesinin üç yıl daha ötelenmesi, Anayasa'nın
10. maddesine aykırı düşmektedir.
Sonuç olarak, iptali istenilen düzenleme Anayasa'nın 2., 5. ve 10.
maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
KARŞIOY
YAZISI
4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 31. maddesiyle
değiştirilen, 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının
Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun'un 6/C maddesinin
altıncı fıkrasında geçen''veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait
olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim şirketlerinden hizmet
satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim şirketleri ile ilgili
uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla EPDK
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.'bölümünün iptaline ilişkin
çoğunluk görüşüne,06.10.2012 günlü, 28433 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
5.7.2012 günlü, 2011/27 Esas, 2012/101 Karar sayılı AnayasaMahkemesi kararında
yer alan karşıoy yazımda açıkladığım gerekçelerle katılmıyorum.
*http://www.ozida.gov.tr/arastirma/oztemelgosterge.htm.,
erişim tarihi 18 Mart 2013