"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'GEREKÇELER
1) 17.01.2012 Tarihli ve 6270 Sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 1 inci
Maddesiyle Değiştirilen 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun 89 ncu Maddesinin İkinci Fıkrasının Birinci Tümcesindeki '' 25/8/1971
tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinde belirtilen kıdem
tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak '' İbaresi ve Dördüncü
Fıkrasının Birinci Tümcesindeki, '' 1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesine göre
kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona eren geçmiş hizmet
süreleri ve '' İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
24.05.1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi
Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan, 'Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden
emekliye ayrılan ve '' ibaresi, bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında
görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak
çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre yaşlılık
aylığı bağlananlara, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye
ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tabi olarak yaptıkları
çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesine yol açtığı gerekçesiyle,
Anayasa Mahkemesinin 05.02.2009 günlü ve E.2005/40, K.2009/17 sayılı Kararıyla,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ile 10 uncu maddesindeki eşitlik
ilkelerine aykırı bulunarak iptal edilmişti.
İptal kararıyla oluşan hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla,
16.06.2010 tarihli ve 5997 sayılı Bazı Kanunlarda ve 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 14 üncü maddesiyle, 08.06.1949
sayılı 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu
maddesinin değişik birinci fıkrası değiştirilmiş ve ikinci cümlesiyle, 'Son
defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerinin
uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye ayrılan ve '' ibaresi
getirilmişti.
Anayasa Mahkemesi, 12.05.2011 gün ve E.2010/81, K.2011/78 sayılı
Kararı ile, 'Son defa bu Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi
hükümlerinin uygulanmasını gerektiren görevlerde çalışmakta iken emekliye
ayrılan ve '' ibaresini, Anayasa Mahkemesinin K. 2009/17 sayılı Kararıyla iptal
ettiği kural ile kural, kapsam ve içerik yönünden aynı nitelikte olduğu ve bu
nedenle Anayasanın 153 üncü maddesine aykırı olarak yasalaştığı gerekçesiyle
tekrar iptal etmişti.
Bu defa, 6270 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle
değiştirilen 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu
maddesinin ikinci fıkrasıyla, 5434 sayılı Kanun ve/veya 5510 sayılı Kanunun
geçici 4 üncü maddesi kapsamında hizmeti bulunanlardan mülga 2829 sayılı Sosyal
Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında
Kanunun 8 inci maddesi uyarınca birleştirilen hizmet süreleri üzerinden
emeklilik, yaşlılık ya da malullük aylığı bağlananlara, 5434 sayılı Kanun veya
5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi hükümlerine tabi olarak 5434 Kanuna
tabi daire, kuruluş ve ortaklıklarda geçen çalışmalarının, 25/8/1971 tarihli ve
1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak
kazanma şartlarına uygun olarak sona ermiş olması şartıyla emekli ikramiyesi
ödeneceği kuralına yer verilirken; dördüncü fıkrasında ise, emekli
ikramiyesinin hesabında 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4
üncü maddesi hükümlerine tabi olarak 5434 sayılı Kanuna tabi daire, kuruluş ve
ortaklıklarda geçen ve 1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesine göre kıdem
tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona eren geçmiş hizmet
sürelerinin dikkate alınmayacağı hükme bağlanmaktadır.
Bu bağlamda, bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında görev
yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak
çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre yaşlılık
aylığı bağlananlara, 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü
maddesi hükümlerine tabi olarak 5434 Kanuna tabi daire, kuruluş ve
ortaklıklarda geçen çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmesi,
çalışmanın 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinde belirtilen kıdem
tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak sona ermiş olması şartına
bağlanmıştır.
1475 sayılı İş Kanununun 'Kıdem tazminatı' başlıklı 14 üncü
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları;
'Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:
1. İşveren tarafından bu Kanunun 17 nci maddesinin II numaralı
bendinde gösterilen sebepler dışında,
2. İşçi tarafından bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca,
3. Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyle,
4. Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan
yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla;
5. (Ek: 25/8/1999 - 4447/45 md.) 506 Sayılı Kanunun 60 ıncı
maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen
yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81 inci maddesine
göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim
ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları
nedeniyle,
Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl
içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son
bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin
devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti
tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran
üzerinden ödeme yapılır.'
Şeklinde düzenlenirken; atıf yapılan 16 ncı ve 17 nci maddeleri,
22.05.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 120 nci maddesiyle yürürlükten
kaldırılmış; 16 ncı maddesi yerine 4857 sayılı İş Kanununun 'İşçinin haklı
nedenle derhal fesih hakkı' başlıklı 24 üncü maddesi, 17 nci maddesi yerine ise
'İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı' başlıklı 25 inci maddesi
getirilmiştir.
4857 sayılı İş Kanununun 24 üncü maddesi;
'Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde
iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin
feshedebilir:
I. Sağlık sebepleri:
a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden
doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.
b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü
işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir
hastalığa tutulursa.
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a) İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı
noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut
gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi
yanıltırsa.
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve
namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye
cinsel tacizde bulunursa.
c) İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada
bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini
kanuna karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler, yahut işçiye ve ailesi
üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse yahut işçi hakkında
şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnad veya ithamlarda bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde
cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler
alınmazsa.
e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme
şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,
f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi
kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az
iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin
eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları uygulanmazsa.'
Şeklinde düzenlenirken; 25 inci maddesinin (II) numaralı bendi
ise;
'II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı
noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı
halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun
olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.
b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref
ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut
işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda
bulunması.
c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.
d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut
işverenin başka işçisine sataşması veya 84 üncü maddeye aykırı hareket etmesi.
e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak,
işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan
davranışlarda bulunması.
f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve
cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.
g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe
dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir
tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.
h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine
hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.
ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini
tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında
bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin
tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.'
Biçiminde hüküm altına alınmıştır.
1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesinde, 1475/4857 sayılı İş
Kanununa göre hizmet akdi kapsamında çalışanların kıdem tazminatı hakkı
kazanmasına ilişkin kurallar belirlenirken, hizmet akdi ile çalışmanın esasları
göz önüne alınırken; 5434 sayılı Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü
maddesi hükümlerine tabi olarak çalışanlar ve bu çalışma bağlamında 5434 sayılı
Kanuna göre emekli ikramiyesi hakkı elde edenlere, 5434 sayılı Kanunda emekli
ikramiyesi ödenmesinin esaslarında ise statü hukukuna tabi çalışmanın gerekleri
gözetilmiştir.
Statü hukukuna tabi olarak çalışanların, ödev ve sorumlulukları, mali,
sosyal ve hukuksal hakları, uymaları gereken yasaklar, çalışma şartları ve
ilişkileri ile memuriyetten çekilme ve görevlerine son verilmesine ilişkin
kurallar, başta 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu olmak üzere, kariyer
mesleklere ilişkin özel hükümler taşıyan 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu ile 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Kanununda düzenlenmiştir.
Bu bağlamda, kamu görevlileri hakkında temel kanun olan 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununda, memurların ödev ve sorumluluklar kapsamında, 6 ncı
maddesinde sadakat, 7 nci maddesinde tarafsızlık ve devlete bağlılık, 8 inci
maddesinde davranış ve işbirliği, 9 uncu maddesinde yurtdışında davranış, 10
uncu maddesinde amir durumda olan devlet memurlarının görev ve sorumlulukları,
11 inci maddesinde, memurların görev ve sorumlulukları, 12 nci maddesinde görev
sırasında devlete verdikleri zararlar, 13 üncü maddesinde kişilerin uğradıkları
zararlar, 14 üncü maddesinde mal bildiriminde bulunma zorunluluğu, 15 inci
maddesinde basına bilgi veya demeç verme yasağı, 16 ncı maddesinde resmi belge,
araç ve gereçlerin yetki verilen mahaller dışına çıkarılmaması ve iadesi;
memurların genel hakları kapsamında, 17 nci maddesinde, mevzuatın öngördüğü
uygulamayı isteme hakkı, 18 inci maddesinde memuriyeti güvenlik içinde yapma
hakkı, 19 uncu maddesinde emeklilik hakkı, 20 nci maddesinde memuriyetten
çekilme hakkı, 21 inci maddesinde müracaat, şikayet ve dava açma hakkı, 22 nci
maddesinde sendika kurma hakkı, 23 üncü maddesinde izin hakkı, 24 üncü
maddesinde kovuşturma ve yargılanmanın özel hükümlere tabi tutulması, 25 inci
maddesinde isnat ve iftiralara karşı korunma hakkı; memurların uymaları gereken
yasaklar kapsamında, 26 ncı maddesinde toplu eylem ve hareketlerde bulunma
yasağı, 27 nci maddesinde grev yasağı, 28 inci maddesinde, ticaret ve diğer
kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağı, 29 uncu maddesinde hediye alma ve
menfaat sağlama yasağı, 30 uncu maddesinde denetimindeki teşebbüsten menfaat
sağlama yasağı, 31 inci maddesinde ise, gizli bilgileri açıklama yasağı
düzenlenmiştir.
657 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde, memuriyetten çekilme,
memurlara genel bir hak olarak tanınmış ve devlet memurlarının 657 sayılı
Kanunda belirtilen esaslara göre memurluktan çekilebilecekleri belirtilirken;
94 üncü maddesinde, devlet memurlarının bağlı olduğu kuruma yazılı olarak
başvurarak memurluktan çekilme isteğinde bulunabileceği; izinsiz veya
kurumlarınca kabul edilen bir mazereti olmaksızın görevin terk edilmesi ve bu
terkin kesintisiz 10 gün devam etmesi halinde, yazılı müracaat şartı
aranmaksızın çekilme isteğinde bulunmuş sayılacağı; çekilmek isteyen memurun
yerine atanan kimsenin gelmesine veya çekilme isteğinin kabulüne kadar görevine
devam edeceği; yerine atanan kimse bir aya kadar gelmediği veya yerine bir
vekil atanmadığı takdirde, üstüne haber vererek görevini bırakabileceği;
olağanüstü mazeretle çekilenlerin, üstüne haber vermek şartıyla bir ay kaydına
tabi olmadıkları kurallarına yer verilmiş; 97 nci maddesinde ise, memurluktan
çekilen ve çekilmiş sayılanların yeniden atanmaları düzenlenmiştir.
Öte yandan 98 inci maddesinde ise, Devlet memurlarının; bu kanun
hükümlerine göre memurluktan çıkarılması; memurluğa alınma şartlarından her
hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu
şartlardan her hangi birini kaybetmesi; memurluktan çekilmesi; istek, yaş
haddi, malûllük sebeplerinden biri ile emekliye ayrılması ve ölümü hallerinde
memurluğun sona ereceği belirtilirken; 'Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza
uygulanacak fiil ve haller' başlıklı 125 inci maddesinin (E) bendinde ise
Devlet memuriyetinden çıkarılmayı gerektiren fiil ve haller sayılmıştır.
Bu bağlamda, 1475 sayılı Kanun hükümlerine göre hizmet akdiyle
çalışanlar ile 657 sayılı Kanun ile diğer personel kanunlarına göre statü
hukukuna tabi çalışanlar arasında haklar, ödevler, sorumluluklar ve yasaklar
ile görevden çekilme ve göreve son vermede hukuksal anlamda niteliksel farklar
vardır. 1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde kıdem tazminatı ödenmesini
gerektiren haller, hizmet akdiyle çalışmanın özellikleri gözetilerek
belirlenmiş; bu belirleme yapılırken statü hukukunun gerekleri doğal olarak göz
önüne alınmamıştır.
Hukuksal rejimleri birbirinden bütünüyle farklı olanların, bu
bağlamda statü hukukuna tabi çalışanların emekli ikramiyesine hak kazanma
esaslarının, hizmet akdiyle çalışanların kıdem tazminatına hak kazanma
esaslarına bağlanması, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmaz.
Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti
olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Hukuk devleti, bireylerin haksızlıktan korunmasını ve mutluluğunu
amaç edinir. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en
kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün
egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti
ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik
gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk
kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene
sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi
varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden
yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk
devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
İptali istenen düzenleme, belirlilik, genellik, soyutluk ve
öngörülebilirlik özellikleri taşımadığı hakkaniyete aykırı olduğu ve yasama
yetkisinin amacına uygun biçimde kullanılmasına elverişli olmadığı gibi, hukuk
devleti ilkesi ile de bağdaşmadığından, Anayasanın 2 nci ve 87 nci maddelerine
aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere, hukuk
devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yasaların kamu yararına dayanması ilkesi
de bulunmaktadır.
Yasama yetkisinin kamu yararı amacına yönelik olarak
kullanılmaması halinde yasama yetkisinin saptırılması durumu ortaya çıkar. Yasa
koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu yararının dışında kişisel,
siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir başka amaca ulaşmak için bir konuyu
kanunla düzenlediği durumlarda, 'yetki saptırması' adı verilen durum ortaya
çıkar. 1475 sayılı Kanun hükümlerine göre hizmet akdiyle çalışanlar ile 657
sayılı Kanun ile diğer personel kanunlarına göre statü hukukuna tabi çalışanlar
arasında haklar, ödevler, sorumluluklar ve yasaklar ile görevden çekilme ve
göreve son vermede hukuksal anlamda niteliksel farklar olduğu ortada iken; kamu
görevinde geçen sürelere ilişkin emekli ikramiyesinin, 1475 sayılı Kanunun 14
üncü maddesinde düzenlenen kıdem tazminatına ilişkin esaslara bağlanması, açık
bir yetki saptırmasıdır; bu yanıyla da Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da
aykırıdır.
Öte yandan, iptali istenen düzenleme, 24.05.1983 tarihli ve 2829
sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin
Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan,
'Son defa T.C. Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılan ve ''
ibaresinin, Anayasa Mahkemesinin 05.02.2009 günlü ve E.2005/40, K.2009/17
sayılı Kararıyla, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ile 10 uncu
maddesindeki eşitlik ilkelerine aykırı bulunarak iptal edilmesi nedeniyle düzenlenmiştir.
Yapılan düzenleme, bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında
görev yaptıktan sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak
çalışmalarını tamamlayıp 2829 sayılı Kanunun 8 inci maddesine göre yaşlılık
aylığı bağlananlara, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye
ayrılma koşulunu taşımadıklarından Emekli Sandığına tabi olarak yaptıkları
çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmesini, ödemenin 1475 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesine bağlanmasından dolayı sağlamamaktadır. Bu bağlamda
düzenleme yapılırken, Anayasa Mahkemesinin 05.02.2009 günlü ve E.2005/40,
K.2009/17 sayılı Kararının gerekçesi gözetilmemiştir. Dolayısıyla, iptali
istenen düzenleme, Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasına da aykırıdır.
Diğer yandan, iptali istenen düzenleme, 5434 sayılı Kanuna tabi
olarak 15 yıl çalıştıktan sonra başka bir sosyal güvenlik kurumundan emekli
olanlara 15 yıl üzerinden emekli ikramiyesi ödenmesini öngörür iken; 5434
sayılı Kanuna tabi olarak 14 yıl 11 ay 29 gün ve daha az süre çalıştıktan sonra
başka bir sosyal güvenlik kurumundan emekli olanlara ise emekli ikramiyesi
ödenmemesini öngörmektedir. Bu bağlamda, son defa bağlı olunan sosyal güvenlik
kurumuna göre ayırım yapılarak Emekli Sandığına tabi görevlerden emekliye ayrılmayanlara
5434 sayılı Kanuna tabi çalışma süreleri için emekli ikramiyesi ödenmemesi,
ödemenin 1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesine bağlanması suretiyle esas olarak
devam eder ve dolayısıyla eşitsizlik ortadan kaldırılmazken; ödenmesi durumunda
ise 15 yıla bağlı olarak yeni eşitsizlik yaratılmıştır. İptali istenen
düzenleme, bu yönüyle Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen 5434 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasının
birinci tümcesindeki '' 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü
maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak ''
ibaresi ile dördüncü fıkrasının birinci tümcesindeki, '' 1475 sayılı Kanunun 14
üncü maddesine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona
eren geçmiş hizmet süreleri ve '' ibaresi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 87 nci ve
153 üncü maddelerine aykırı olduğundan, iptali gerekir.
2) 17.01.2012 Tarihli ve 6270 Sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 1 inci
Maddesiyle Değiştirilen 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun 89 uncu Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Birinci Tümcesindeki, '' bu
görevlerden ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı
üzerinden ve '' İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
6270 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle değiştirilen
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu maddesinin
üçüncü fıkrasında, ikinci fıkra uyarınca ödenecek emekli ikramiyesinin, bu
Kanun veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamına giren görevlerde
geçen her tam fiili hizmet yılı ile sınırlı olarak bu görevlerden ayrıldıkları
tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve aylığın başlangıç
tarihindeki katsayılar dikkate alınarak ödeneceği kurala bağlanmaktadır.
5434 sayılı Kanunun 17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanunun 1
inci maddesiyle değişik 89 uncu maddesinin birinci fıkrasında, tüm
iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarın bir
aylığı emekli ikramiyesi olarak verileceği kurala bağlanırken; üçüncü
fıkrasında ise, ikinci fıkra uyarınca ödenecek emekli ikramiyesinin, bu Kanun
veya 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamına giren görevlerde geçen
her tam fiili hizmet yılı ile sınırlı olarak bu görevlerden ayrıldıkları tarihteki
emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve aylığın başlangıç
tarihindeki katsayılar dikkate alınarak ödeneceği kuralı getirilmektedir.
Bu bağlamda, örneğin 1970-1980 yılları arasında 10 yıl Devlet
memurluğu yapan ve 5434 sayılı Kanunun değişik 89 uncu maddesinin ikinci
fıkrasına göre 1475 sayılı Kanunun 14 üncü maddesine göre söz konusu süreler
için emekli ikramiyesi almaya hak kazanan kişiye emekli ikramiyesi, Devlet
memurluğundan ayrıldığı 1980 yılındaki emekli keseneğine esas aylık tutarı
üzerinden ve aylığın başlangıcındaki (örneğin 2012 yılındaki) katsayılar
dikkate alınarak ödenecektir.
Bu düzenleme, emekli keseneğine esas aylık tutarındaki artışların
katsayı artışına bağlı olduğu gibi, gerçek dışı bir varsayıma dayanmaktadır.
Oysa, 1980'lere kadar emekli keseneğine esas aylık, hakim ve savcılar dışında
sadece gösterge aylığından ibaret iken; zaman içinde buna ek gösterge aylığı,
taban aylığı, kıdem aylığı ve özel hizmet tazminatı/üniversite ödeneği/yargı
ödeneği/silahlı kuvvetler tazminatı, makam tazminatı, görev tazminatı gibi
aylık unsurları da dahil edilmiştir. Bu bağlamda, memur aylıklarının enflasyon
karşısında güncellenmesi ile milli gelir artışından memurlara pay verilmesinde,
katsayı artışından daha çok, aylığın unsurları içine ek gösterge aylığı, taban
aylığı, kıdem aylığı ve tazminatlar ile ödeneklerin dahil edilmesi etkili
olmuştur.
İptali istenen düzenlemede emekli ikramiyesinin bu görevlerden
ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve aylığın
başlangıç tarihindeki katsayılara bağlanması sonucunda, emekli ikramiyesi
ödenmesine hak kazanmak şartıyla örneğin, 1975 yılında;
- Ortaokulu bitirerek memuriyete başlayan ve iki sene çalıştıktan
sonra memuriyetten ayrılanlara emekli ikramiyesi olarak yıllık yaklaşık 36,00
TL'den iki yıl için 72,00 TL;
- Liseyi bitirerek memuriyete başlayan ve beş yıl memurluk
yaptıktan sonra memuriyetten ayrılanlara yıllık yaklaşık 37,50 TL'den beş yıl
için toplam 187,50 TL;
- 4 yıllık üniversite mezunu olarak memuriyete başlayan ve 15 yıl
memuriyet yaptıktan sonra memuriyetten ayrılanlara yıllık 52,00 TL'den 15 yıl
için 780,00 TL;
Emekli ikramiyesi ödenmesi öngörülmekte; memuriyete başlangıç
yılının 1990 veya 2000 olarak esas alınması durumunda bu tutarlar yapılan
göreve göre, iki, üç, beş ve hatta on kat artabilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 04.05.2005 gün ve E.2004/54, K.2005/24 sayılı
Kararında da belirtildiği üzere, Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti'nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Sosyal hukuk
devleti, temel hak ve özgürlükleri en geniş ölçüde gerçekleştiren ve güvence
altına alan, toplumsal gerekleri ve toplum yararını gözeten, kişi ve toplum
yararı arasında denge kuran, toplumsal dayanışmayı en üst düzeyde
gerçekleştiren, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak eşitliği, sosyal
adaleti sağlayan, çalışma hayatının gelişmesi için önlemler alarak çalışanları
koruyan, sosyal güvenlik sorunlarını çözmeyi yüklenmiş, ülkenin kalkınmasıyla
birlikte ulusal gelirin sosyal katmanlar arasında adaletli biçimde sağlanmasını
amaç edinmiş devlettir.
Emekli Sandığına tabi olarak yapılan çalışma sürelerine ilişkin
emekli ikramiyesinin sosyal hukuk devleti ilkesinin gerekleriyle bağdaşır
şekilde ödenebilmesi için, ya kişinin memuriyetten ayrıldığı tarihteki emekli
keseneğine tabi aylık tutarına, ödemenin yapıldığı tarihe kadar faiz tahakkuk
ettirilerek ödenecek tutarın güncellenmesi, ya da kişinin memuriyetten
ayrıldığı tarihteki emekli keseneğine esas derece ve kademesinin karşılığı
olarak, ödemenin yapıldığı tarihteki emekli keseneğine esas derece ve kademe
aylığının (örneğin, 1980 yılında kamu görevinden 7/1'inden ayrılan için, 2012
yılında 7/1'inin emekli keseneğine esas aylık tutarının) esas alınması gerekir.
Bu bağlamda, 5434 sayılı Kanunun 17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı
Kanunun 1 inci maddesiyle değişik 89 uncu maddesinin birinci fıkrasında, tüm
iştirakçilere, her tam fiili hizmet yılı için aylık bağlamaya esas tutarın bir
aylığının emekli ikramiyesi olarak verileceği kurala bağlanırken; üçüncü
fıkrasında, ikinci fıkra uyarınca ödenecek emekli ikramiyesinin, bu Kanun veya
5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamına giren görevlerde geçen her
tam fiili hizmet yılı ile sınırlı olarak bu görevlerden ayrıldıkları tarihteki
emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve aylığın başlangıç
tarihindeki katsayılar dikkate alınarak ödenmesinin öngörülmesi, Anayasanın 2
nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, hem 89 uncu
maddesin birinci fıkrası kapsamında olanlar ile hem de kendi içinde (örneğin
2011 de 7/1'inden ayrılan ile 1995 de 7/1'inden veya başka yıllarda 7/1'inden
ayrılanlar arasında) eşitsizliğe yol açtığından Anayasanın 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6270 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci
maddesiyle değiştirilen 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun 89 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının birinci tümcesindeki, '' bu
görevlerden ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı
üzerinden ve '' ibaresi, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
3) 17.01.2012 Tarihli ve 6270 Sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 7 nci
Maddesiyle 5510 Sayılı Kanunun 64 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasına Eklenen (d)
Bendinin Anayasaya Aykırılığı
5510 Sayılı Kanunun 63 üncü maddesinde finansmanı sağlanan sağlık
hizmetleri ve süresi düzenlenmekte, 64 üncü maddede ise Kurumca finansmanı
sağlanmayacak sağlık hizmetleri sıralanmaktadır.
63 üncü maddenin 17.04.2008 günü değiştirilen ikinci fıkrasında Kurumun,
finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile (f)
bendinde belirtilen sağlık hizmetlerinin türlerini, miktarlarını ve kullanım
sürelerini, ödeme usul ve esaslarını Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak
belirlemeye yetkili olduğu, bu amaçla komisyonlar kurabileceği, ulusal ve
uluslararası tüzel kişilerle işbirliği yapabileceği, komisyonların çalışma usul
ve esaslarının Maliye Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Kurumca
belirleneceği ifade edilmiştir.
64 üncü maddenin birinci fıkrasına 6270 sayılı Kanunun 7 nci
maddesiyle eklenen (d) bendinde ise, '63 üncü maddeye göre yöntem, tür, miktar
ve kullanım sürelerinin belirlenmesi sonucunda Kurumca finansmanı sağlanacak
sağlık hizmetlerinin kapsamı dışında bırakılan sağlık hizmetleri' denilmiştir.
Buna göre finansmanı sağlanacak sağlık hizmetleri Kurumca belirlenecek, bunun
dışında kalan tüm hizmetler vatandaş tarafından bizzat karşılanacaktır.
Düzenleme öncesi mevcut durum karşılanmayacak hizmetlerin tek tek
sayılması, sayılanların dışında kalan uygulamaların finansmanının Kurum
tarafından karşılanması şeklindedir. Finansmanı sağlanmayacak hizmetlerse o
dönem;
a) Vücut bütünlüğünü sağlamak amacıyla yapılan ve iş kazası ile
meslek hastalığına, kazaya, hastalıklara veya konjenital nedenlere bağlı olarak
ortaya çıkan durumlarda yapılacak sağlık hizmetleri dışında estetik amaçlı
yapılan her türlü sağlık hizmeti ile estetik amaçlı ortodontik diş tedavileri,
b) Sağlık Bakanlığınca izin veya ruhsat verilmeyen sağlık hizmetleri
ile Sağlık Bakanlığınca tıbben sağlık hizmeti olduğu kabul edilmeyen sağlık
hizmetleri,
c) Yabancı ülke vatandaşlarının; genel sağlık sigortalısı veya
genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi sayıldığı tarihten
önce mevcut olan kronik hastalıklar olarak sayılmış,
Bu sınırlı ve istisnai hal 64 üncü maddenin birinci fıkrasına
eklenen (d) bendi ile son bulmuştur.
Maddeye yapılan ek düzenleme;sağlık hizmetinin bedelinin ödenip
ödenmeyeceğini takdir yetkisi içerisinde tanımlayarakAnayasada güvence altına
alınan, bir hak olarak düzenlenen, üstün kamu yararı ile donatılan sağlık
hakkını hak olmaktan çıkarmaktadır.Finansmanı karşılanacak hizmetlerin
belirlenmesinde Sosyal Güvenlik Kurumu'nun yetkili olmasının anlamı budur. Bu
düzenlemesağlık hakkının ve tedaviye ulaşma hakkının değil, sağlık giderlerinin
en aza indirilmesi ve genel sağlık sigortası bütçesinden çıkacak paranın
azaltılmasını öncelemektedir. Oysa kamu idaresi gerek sağlık hizmetinin
sunumuna ilişkin düzenlemelerde gerekse geri ödemeye ilişkin düzenlemelerde
kişilerin hastalıklarının tedavisi için zorunlu ve bilimsel gerekliliklere
uygun sağlık hizmet bedellerini karşılamakla yükümlüdür.
Bununla birlikte 5510 Sayılı Kanunun 63 üncü maddesinin 17.4.2008
tarihli ve 5754 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesiyle değişik fıkrasında, Kurumun
sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemlerinin Sağlık Bakanlığı'nın görüşü
alınarak belirleneceği ifade edilmiştir. Sağlık Bakanlığı'nın görüşünün
alınacağının belirtilmesi ile sınırlı bu düzenlenme güvence altına alınan
sağlık hakkının hayata geçirilmesi için yeterli güvenceyi içermemektedir. Çünkü
Yasada finansmanı sağlanmayacak sağlık hizmetlerin açıkça sayılarak
sınırlandırılması ile idareye sağlık hizmetinin kapsamını belirleme konusunda
daha önce bir takdir yetkisi verilmemişken, iptali istenilen düzenleme ile
sağlık hakkını güvence altına alınacak ölçütlerde belirlenmeden idarelere geniş
bir takdir yetkisi tanınmıştır.
5510 sayılı Yasanın 64 üncü maddesinin birinci fıkrasına eklenen
düzenlemede Sağlık Bakanlığı'nın görüşünün bağlayıcı nitelikte olacağı,
Bakanlığın bu görüşü Yasada yer alan süreçleri işleterek oluşturacağı ise
düzenlenmemiştir. Sağlık Bakanlığı Sosyal Güvenlik Kurumu'na 5510 Sayılı Kanun
uyarınca gerekli bilimsel görüşü verirken 663 sayılı KHK uyarınca bağlı yetkiye
sahipken iptali istenilen düzenlemede yetkinin bu biçimde kullanımını işaret
eden bir düzenleme yapılmamıştır. Sağlık Bakanlığı'nın 663 sayılı KHK uyarınca
işbirliği yapmakla yükümlü olduğu kuruluşlar Kararnamenin 22 nci maddesinde
Tıpta Uzmanlık Kurulu oluşturularak sayılmıştır. Kurul Sağlık Bakanlığı
temsilcilerinin yanı sıra tıp fakültelerini temsilen Yükseköğretim Kurumu ve
hekimlerin meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği'nin seçeceği birer üyeden oluşmaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumu'nun uzmanlık dallarının mesleki standartlarına ilişkin
bilimsel bir alanda karar verici olamayacağı açık olmakla birlikte, görüş
almakla yükümlü tutulduğu Sağlık Bakanlığı'nın bu alanda yetkili kuruluşlarla
işbirliği yapmadan görüş oluşturamayacağı ortadadır.
Yasanın 63 üncü maddesinin değişik ikinci fıkrasında komisyon
kurmanın takdiri biçimde düzenlendiği, bir zorunluluğun öngörülmediği dikkate
alındığında yürürlüğe konulan yeni düzenleme ile Sosyal Güvenlik Kurumu konu
ile ilgili yetkili olmuş, halkın sağlık hakkı Anayasal bir normken, idarenin
inisiyatifine bağlı kılınmıştır.
Anayasanın 123 üncü maddesinde idarenin görevlerinin kanunla
düzenleneceği kuralına yer verilirken; 8 inci maddesinde ise, yürütme yetki ve
görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirileceği ilkesi yer
almaktadır. Anayasanın 8 inci maddesinden anlaşılacağı gibi, idarenin Anayasada
gösterilen ayrık haller dışında asli düzenleme yetkisi bulunmamaktadır. Yasama
yetkisi, Anayasanın 7 nci maddesinde yasamaya devredilemez bir nitelikte
verilmiştir. Bu yetkinin devredilmesi kökenini Anayasadan almayan bir düzenleme
anlamına geldiğinden Anayasanın 6 ncı maddesine aykırıdır.
Anayasal güvence altındaki sağlık hakkının tedaviye ilişkin
kısmının, bu amaçla kurulmuş Sağlık Bakanlığı yerine, sosyal güvenliğin
sağlanması amacıyla kurulmuş Sosyal Güvenlik Kurumuna bırakılması, Anayasanın
56 ncı maddesiyle de bağdaşmaz.
Anayasanın 123 üncü maddesine göre idarenin yetkilerinin kanunla
gösterilmesi gerekir. İdareye kendi yetki ve görevlerini kendi işlemleri ile
belirleme yetkisi bırakılması, asli düzenleme yetkisi verilmesi, Anayasaya
aykırı bir yetki devri anlamına gelmektedir. Bu nedenle Sosyal Güvenlik
Kurumuna tanınan belirleme yetkisi, Anayasanın 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 123 üncü
maddelerine aykırıdır.
Ayrıca bir hukuk devletinde idarenin yetkilerinin ve görevlerinin,
kişi hak ve özgürlüklerinin kapsam ve sınırlarının açık ve seçik biçimde hukuk
kurallarıyla gösterilmesi, hukuk devletinin gerçekleştirmek durumunda olduğu
hukuki güvenlik ve onun temelini oluşturan, hukuki belirliliğin temel
gereklerindendir. İdareye; görevlerini ve sağlık hakkına ilişkin
yükümlülüklerinin sınırlarını belirleme konusunda, kanunda düzenleme
yapılmaksızın verilecek bir asli düzenleme yetkisi, keyfiliğe, belirsizliğe yol
açar ve hukuki güvenliği ortadan kaldırır. Böyle bir durumun, Anayasanın 2 nci
maddesi ile çelişeceği de açıktır. Bu nedenle iptali istenen düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesine de aykırı düşmektedir.
Yukarıda açıklandığı üzere, 17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 7 nci maddesiyle 5510 sayılı Kanunun 64 üncü
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci,
8 inci, 56 ncı ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 17.01.2012 Tarihli ve 6270 Sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 9 uncu
Maddesiyle Değiştirilen 5510 sayılı Kanunun 68 inci Maddesinin İkinci
Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
5510 Sayılı Kanunun 68 inci maddesi 'Katılım Payı Alınması'
başlığı altında sağlık hizmetlerinden katılım payı alınacak olanları;
a) Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi
b) Vücut dışı protez ve ortezler
c) Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar
d) Kurumca belirlenecek hastalık gruplarına göre yatarak tedavide
finansmanı sağlanan sağlık hizmetleri şeklinde sıralamaktadır.
Bu maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle ayakta tedavide
hekim ve diş hekimi muayenesi için katılım payı 2 TL olarak belirlenmiş, vücut
dışı protez ve ortezler, ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için katılım payının
gereksiz kullanımı azaltma, sağlık hizmetlerinin hayati öneme sahip olup
olmaması, kişilerin prime esas kazançları, gelir ve aylıklarının tutarı ile
benzeri ölçütler dikkate alınarak % 10 ilâ % 20 oranları arasında olmak üzere
Kurumca belirleneceği, ayakta tedavide sağlanan ilaçlarda reçetede yer alan üç
kaleme/üç kutuya kadar ilaç/ilaçlar için 3 Türk Lirası, ilave her bir
kalem/kutu ilaç için 1 Türk Lirası olmak üzere katılım payı uygulamasında
Sosyal Güvenlik Kurumunun yetkili olduğunu, ikinci ve üçüncü basamak sağlık
hizmet sunucularında yapılan ayakta tedavi muayenelerinde ise müracaat edilen
sağlık hizmeti sunucusunun yer aldığı basamak, sağlık hizmeti sunucusunun resmi
ve özel sağlık hizmeti sunucusu niteliğinde olup olmaması, önceki basamaklardan
sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı gibi hususları göz önünde bulundurarak
Kurumun on katına kadar artırmaya ve sağlık hizmeti sunucuları için farklı belirlemeye
yetkili olduğu düzenlenmiştir.
5510 Sayılı Yasa yürürlüğe konulduğu 2006 yılında Anayasa
Mahkemesi'ne taşınmış, katılım payına ilişkin 68 inci maddenin ikinci
fıkrasının değişiklikten önceki hali iptali talep edilen maddeler arasında yer
almıştır.
Anayasa Mahkemesi, 15.12.2006 günlü ve E.2006/111, K.2006/112
sayılı Kararında, 'Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına İlişkin' Uluslararası
Çalışma Örgütü'nün 102 sayılı Sözleşmesi'nin 10 uncu maddesinde, sağlık
yardımından faydalananlar veya bunların aile reislerinin, hastalık halinde
yapılacak sağlık yardımı masraflarına iştirak ettirilebileceğinin
belirtildiğine, bunun ilgiliye ağır bir yük getirmeyecek şekilde tespit
edilmesinin öngörüldüğüne ve Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan Avrupa
Sosyal Güvenlik Sözleşmesine göre de korunan kimselerin doğrudan katkıda
bulunmaları olanaklı olduğuna değinmiş, Türkiye'nin belirtilen iki sözleşmeye
de katılarak onayladığını ifade etmiş, dava konusu kuralı kamu görevlileri
dışında kalan sigortalılar yönünden Anayasaya aykırı bulmamıştır.
Yasama organı tarafından 'Katılım Payı Alınması' başlıklı bu madde
17.04.2008 tarihinde değiştirilmiş, 2 TL olan katılım payının tutarını 2 ve 3.
basamaklarda 5 kat artırma yetkisi Kuruma verilmiştir. Bunun sonucunda
çıkarılan 2008 yılı Sağlık Uygulama Tebliği'nde ikinci basamak resmi sağlık
kurumlarında 3 TL, eğitim ve araştırma hastanelerinde 4 TL, üniversite
hastanelerinde 6 TL, özel sağlık kurum ve kuruluşlarında 10 TL katılım payı
olarak belirlenmiştir.
Bu değişiklikten kısa süre sonra yeni bir yasama tasarrufuna
gidilmiş 10.07.2009 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 5917 Sayılı Kanunun 40
ıncı maddesi ile katılım payına ilişkin madde yeniden düzenlenmiştir.
İlgili Yasa değişikliği ile ortez, protez, iyileştirme araç ve
gereçleri şeklindeki birinci fıkranın (b) bendi 'Vücut dışı protez ve ortezler'
şeklinde değiştirilmiş, fıkraya (d) bendi olarak 'd) Kurumca belirlenecek
hastalık gruplarına göre yatarak tedavide finansmanı sağlanan sağlık
hizmetleri' ibaresi eklenerek yataklı tedavi hizmetlerinde de katılım payı
öngörülmüş, ikinci fıkrada da değişikliğe gidilmiştir.
6270 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikte bu düzenlemelere ek
olarak ayakta tedavide sağlanan ilaçlarda reçetede yer alan üç kalem ilaç için 3
Türk Lirası, ilave her bir kalem için 1 Türk Lirası olmak üzere katılım payı
uygulanacağı belirtilmiştir.
Toplumsal yönü ağır basan sağlık hizmetinin niteliği ile uyumlu
olmayan bu durum Yasa'ya dayalı 29.02.2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan
Sağlık Uygulama Tebliği'nde;
- İkinci ve üçüncü basamak resmi sağlık hizmeti sunucularında 5
TL,
- Özel sağlık hizmeti sunucularında 12 TL şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca Tebliğ'de 10 gün içerisinde aynı branşta farklı sağlık
hizmet sunucusuna yapılan başvurularda muayene katılım payı tutarının 5 TL
artırılacağı düzenlenmiş, ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için katılım payının
Kurumdan gelir ve aylık alanlar ile bakmakla yükümlü kişilerden %10, diğer
kişilerden %20 oranında alınacağı belirtilmiş, ayrıca her bir reçete için üç
kutuya kadar 3 TL, buna ilave her bir ilaç için 1 TL katılım payı alınacağı
düzenlenmiştir.
Bu kapsamda belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi'ninE.2006/111,
K.2006/112 sayılı kararındansonra katılım payına ilişkin Yasa maddesinde
yapılan değişiklikler bu paya yeni bir özellik kazandırmış, söz konusu maddenin
içeriği bütünüyle değiştirilmiş, Kuruma tanınan yetki asli düzenleme yetkisi
niteliğine ulaşmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin incelemesinden sonra Yasa maddesinde yapılan
değişikliklerle katılım payının tutarını artırmada Kurumun inisiyatifi
genişletilmiş, idarenin göz önünde bulunduracağı ölçütler 'gibi hususlar'
ibaresi ile belirsiz hale getirilmiştir. Katılım payı tespit edilirken hangi
ölçütlerin nasıl dikkate alınacağının belirgin olarak düzenlenmemesi bu
belirsizliği artırmış, sınırları çizilmeyen bu yetki, keyfi uygulamalara zemin
hazırlamıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında belirtildiği üzere,
Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına genel
sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz takdir yetkisinin çok geniş olarak
kullanılmasına yol açabilecek düzenleme yetkisi verilemez. Yürütmeye devredilen
yetkinin Anayasaya uygun sayılabilmesi için yasada temel esaslar belirlenerek
bir çerçeve çizilmesi, bunun içinde kalan konuların düzenlenmesinin ise yürütme
organına bırakılması gerekmektedir. Kurumun katılım payını belirlerken göz
önünde bulunduracağı ölçütlerin maddede sınırlı ve tamamlayıcı bir yetkiye
uygun olarak düzenlenmemesi, 'gibi hususlar' şeklinde belirsiz bir anlatımın
tercih edilmesi idarenin kanuniliği ilkesini ve Anayasanın 8 inci maddesini
ihlal etmektedir.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi'nin kararında yer alan
'ilgiliye ağır bir yük getirmeyecek şekilde tespit edilme' kıstası yapılan Yasa
değişikliğinde göz ardı edilmiş, hizmetten yararlanan kişinin ödeme durumunun
olup olmaması göz önünde bulundurulmamış, belirlenen ücreti ödeyemeyecek
olanlara ilişkin bir düzenlemeye ise yer verilmemiştir. Yasa değişikliği bunun
sonucunda Anayasa Mahkemesi kararını ve sosyal devlet ilkesini ihlal eder hale
gelmiştir.
5510 Sayılı Kanunun 62 nci maddesinde genel sağlık sigortasından
sağlanacak sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanmak, genel sağlık
sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler için bir hak, Kurum için ise bu
hizmet ve hakların finansmanını sağlamak bir yükümlülük olduğu düzenlenmiş,
kişilere sağlanacak sağlık hizmetleri ve diğer haklar ile kişilerden alınan
primlerin tutarı arasında ilişki kurulamayacağı belirtilmiştir.
Dar ve sabit gelirli olan sigortalıların azımsanmayacak bir
bölümünün yoksulluk sınırının altında olan asgari ücretleriyle katılım
paylarını karşılaması oldukça güçtür. Genel Sağlık Sigortalısının tedavi
katılım payını kendisi dışında bakmakla yükümlü olduğu aile fertleri için de
ödeyeceği dikkate alındığında kişi ay ve yıl içerisinde küçümsenmeyecek tutarda
tedavi katılım payını ödemekle karşı karşıya kalmaktadır. Bugün itibariyle,
16.55 TL civarında çocuk yardımı ödendiği dikkate alındığında, çocuğunun
tedavisi için özel sağlık kuruluşuna başvuran ya da ayda iki kez üçüncü
basamaktan sağlık hizmeti almak zorunda kalan sigortalı kendisine ödenen çocuk
yardımının üstünde bir miktarı katılım payı olarak ödeyecektir.
Ayrıca 2012 yılı için asgari ücrette, yıllık kümülatif artışın
yüzde 9.74 olduğu, 2012 yılı enflasyon tahmininin %5.5 olduğu dikkate
alındığında katılım payında yapılan artışın kişinin gelirinden, ödeme gücünden
bağımsız tespit edildiği, sosyal ölçütlerin yok sayıldığı açıktır. Yasa'nın 68
inci maddesinin ikinci fıkrası sağlık hakkını sosyal ölçütler gözetmeden pahalı
bir hizmet niteliğine dönüştürmektedir. Öyle ki yılın ilk altı ayı için aylık
25 TL civarında bir zam alan asgari ücretle çalışan kişi eşi ve çocuğu da dahil
olmak üzere ayda 3 defa ikinci ya da üçüncü basamak resmi sağlık kuruluşuna
başvurması halinde yapılan artışı olduğu gibi katılım payı olarak ödeyecektir.
Bu bağlamda Yasanın 68 inci maddesinin ikinci fıkrasında uygulanan
sistem basit bir katılım payı alınması değil sigortalının maaşının, aylık
kazancının belki de daha fazlasının hizmetten yararlanma karşılığında geri
alınmasıdır.
Öyle ki, bandrol bedeli (fatura bedeli) 20,00 TL olan bir ilaç
için, sigortalı 5,00 TL muayene parası, %20 üzerinden 4,00 TL katılım payı ve
3,00 TL reçete parası olarak toplam 12,00 TL ödemek zorunda kalmaktadır ki bu
tutar, ilaç faturasının yarısından fazladır.
Sağlık hizmetinin bütünselliği, basamaklandırılmış sağlık hizmeti
dikkate alınarak bu durum incelendiğinde sigortalı önce birinci basamak sağlık
kuruluşuna başvurup bu kurumdan üçüncü basamağa sevk edildiğinde muayene
katılım payı olarak 5 TL'lik ödemeyi ilk elden yapmış olacak, ayrıca muayene
katılım payı her bir poliklinik muayene ücreti için ayrı ayrı hesaplanacaktır.
Ayakta tedavide sağlanan ilaçlar için de ilaç bedelinin %10'u veya %20'si
tutarında ayrıca katılım payı ödenecek, üç ilaca kadar 3 TL daha fazla olması
halinde ilaç başına 1 TL ödeyecektir. Kronik hastalıklar için gidilen rutin
muayenede başka bir hastalık çıkması durumunda ise bunun için ayrıca muayene
ücreti alınmaktadır. Yani kan kanseri olan birinin nezle olduğu o muayenede
tespit edilirse bunun için muayene katılım payı alınacak, bu kapsamda yazılan
ilaçlar da katılım payına tabi olacaktır. Sevk edildiği hastanede yatırılarak
tedaviye karar verilmesi halindeyse yine Yasanın 68 inci maddesinin ikinci
fıkrasındaki değişiklikle uygulanmaya başlayan 'sağlık hizmetleri bedelinin
yüzde birine kadar katılım payı alınabilir' hükmü uygulanabilecektir.
Böylece kişi ilaç bedeli ve ayaktan muayene katılım payının yanı
sıra yataklı sağlık hizmeti bedelinden payına düşeni de ödemek zorunda
kalacaktır. Kaldı ki ilaç dışında tıbbi malzeme reçete edilmesi halinde bu
malzemenin %10 veya %20'lik kısmı da yine kişi tarafından karşılanacaktır.
Tıbbi malzemelerde katılım payının tutarı, alındığı tarihteki brüt asgari
ücretin yüzde yetmişbeşini geçemeyeceği ifade edilmesine rağmen yüzde
yetmişbeşlik üst sınırın hesaplanmasında her bir protez ve ortez bağımsız
olarak değerlendirilip, toplam bedeli yerine her birinin bedeli esas
alınmaktadır.
Bunların yanı sıra 5510 Sayılı Yasa'nın 73 üncü maddesinde
17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle yapılan değişikle
kamu idaresi sağlık hizmeti sunucularının otelcilik hizmeti ile istisnai sağlık
hizmetlerinde ilave ücret talep edebileceği belirtilmiş vakıf üniversiteleri
dahil sözleşmeli sağlık hizmeti sunucularınca ise sağlık hizmetlerinden de
ilave ücret alınabileceği düzenlenmiştir.
Yine bu değişikle maddenin dördüncü fıkrasında hayati öneme sahip
olmama ve alternatif tedavilerin bulunması gibi hususlar göz önüne alınarak
Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu tarafından istisnai sağlık
hizmetlerinin belirleneceği, bunun sonucunda genel sağlık sigortalısı ve
bakmakla yükümlü olduğu kişilerden belirlenen hizmet fiyatlarının üç katını
geçmemek üzere ilave ücret alınabileceği ifade edilmiştir.
Nitekim 2008 yılından bu zamana otelcilik hizmetleri ve istisnai
sağlık hizmetlerinin işlem puanları Tebliğlerde yayımlanmakta, bu hizmeti alan
kişiler ilave ücret ödemektedir. Standart yatak tarifesi şu an 50,59 TL olarak
ilan edilmiştir. Kamu hastaneleri de dahil olmak üzere otelcilik hizmeti olarak
bu fiyatın üç katına kadar ilave ücret alınabilecektir. Kamuda otelcilik ve
istisnai sağlık hizmetlerinden ilave ücret alındığı, özelde ise sağlık
hizmetlerinden de ilave ücret alınabildiği düşünüldüğünde sağlık hizmetinin her
bir adımının parçalara ayrılıp paralı hale getirildiği böylece toplamda
gereksinim duyulan sağlık hizmetinden yararlanmanın ne kadar pahalı hale
getirildiği ortaya çıkmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2007 yılını kapsayan verilerine
göre sosyal güvenlik açığını kapatmak amacıyla Şubat 2005'te başlatılan
dönüşümden bu zamana vatandaşın sağlık gideri yüzde 92 artmış, cepten sağlık
harcaması 5.7'den 11 milyar liraya çıkmış, toplam sağlık harcaması 28.6'dan 46
milyar liraya yükselmiş, özetle %62'5 büyüklüğünde bir artış olmuştur. Bu
veriler sağlık hizmetinin finansman giderlerinin karşılanmasında korunan
kimselerin katkıda bulunmalarını aşan bir durumun yaratıldığını ortaya
koymaktadır.
Yasa'da öngörülen katılım payının toplum üzerinde yol açtığı
sonuçlar günlük yaşamda görünür olmaya da başlamıştır. Katılım payının acil
servislerde sunulan sağlık hizmetlerinden alınmaması nedeniyle acil servis
başvurularında yığılma yaşanmış, acil servis muayenelerinin toplam
muayenelerdeki payının hızla arttığına ilişkin çok sayıda haber basına
yansımıştır. Bu durum Kuruma tanınan geniş yetki sonucunda katılım payında
yapılan artışın, halkın sağlık kurumlarına başvurmasında ciddi bir engel
oluşturduğunun somut göstergesidir.
Katılım payı alınmaması
sonucunda acil servislerde büyüyen iş yükü ise Sağlık Bakanlığı'nı düzenleme
yapmaya zorunlu kılmış, acil servislere mesai saatleri haricinde ve genel ve
resmi tatil günlerinde, acil müdahale gerektirmeyen ve ayakta tedavisi
sağlanabilecek durumdaki hastalara, mesai saatleri dışında hizmet sunulmasına
ilişkin 28.01.2010 tarihli Genelgeyi yayımlamıştır. Halkın acil servise
başvurmak zorunda kalması katılım payına ilişkin düzenleme yapılırken toplumsal
ve sosyal sonuçların yok sayıldığını ortaya koymuştur. Nitekim 21.01.2012
tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Tebliğ'de acil servislerde yeşil alan uygulaması kapsamında
değerlendirilecek sağlık hizmetleri için katılım payı alınacağı belirtilmiştir.
Buna göre acil serviste muayene olan bir hasta için eğer doktoru kişinin 'acil'
olmadığına karar verirse, kamu hastanesi acilinde 5 TL, özel hastanelerde ise
12 TL katılım payı ödeyecektir.
TÜİK ile Dünya Bankasının 2005 yılında ortaklaşa yaptığı
araştırmaya göre Türkiye nüfusunun yüzde 30'unun Yeşil Kart dahil hiçbir sağlık
sigortasına sahip olmadığı belirlenmiştir. Nüfusunun yarısı enformel sektörde
çalışan Türkiye'de prim tahsilatı noktasında sosyal güvenliğin başlı başına bir
sorun olduğu ve bu nedenle 'farklı vatandaşlık kategorileri yaratılacağı'
belirtilmektedir.
Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, Aralık 2010 itibariyle
nüfusun yüzde 83'ü (60 milyon 142 bin kişi) sosyal sigorta kapsamı altındadır.
Bu rakama 9 milyon 395 bin yeşil kartlı sayısı da eklendiğinde toplam 69 milyon
537 bin kişinin (nüfusun yüzde 96'sı) teorik olarak kapsam altında, 3 milyon 24
bin kişinin ise kapsam dışında olduğu görülmektedir. Ancak aynı dönemde kendi
hesabına çalışanların (Bağ-Kur'luların) yüzde 63.1'i borç nedeniyle sağlık
hizmetine ulaşamamaktadır. Bu ise 2 milyon 170 bin aktif sigortalı ile yaklaşık
3 katı tutarındaki bağımlıları da dikkate alındığında 8 milyon kişi etmektedir.
Bu durumda fiili olarak yaklaşık toplam 11 milyon kişi (nüfusun yüzde 15'i)
kapsam dışındadır. Öte yandan aynı tarihlerde yaklaşık 10 milyon kayıt dışı
çalışan ve 3 milyon civarında işsiz bulunmaktadır. Ayrıca bunların
bağımlılarının da dikkate alınması gerekmektedir.
Sağlık hizmetine ilişkin Sağlık Bakanlığı'nın MEDULA sistemine
kayıtlı kişi sayısı 35-40 milyon arasında seyretmektedir. Katılım paylarının da
hizmete erişimi olumsuz yönde etkilediği, göz önüne alındığında halihazırda
nüfusun sadece yarısının sağlık hizmeti aldığı söylenebilir.
Anayasa Mahkemesinin 21.10.1986 gün ve E.1986/16, K.1986/25 sayılı
Kararında ''İnsanlar arasında yaradılış ve çalışma gücü veya sağlık bakımından
veya nitelikçe buna eşit nedenler dolayısıyla pek çok ayrım bulunduğu açık bir
gerçektir. Bundan dolayıdır ki eşitliği bozan bir kuralın varlığı ancak o
kuralın 'kamu yararına' veya 'haklı bir nedene' dayanmamış olması hallerinde
ileri sürülebilecektir' denilmiştir. Kararda eşitlik ilkesinin 'kamu yararı' ya
da 'haklı bir nedene' dayanma halinde zedelenmeyeceği kabul edilmiştir.
Bu bağlamda"Sosyal Güvenliğin
Asgari Normları Hakkında Sözleşme'de vurgulanan'bu iştirake taallük eden esasların ilgiliye ağır bir yük teşkil
etmeyecek şekilde tespit edilmesi gerektiği' ibaresinin Yasa maddesinde dikkate
alınmadığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi'nin E.2006/111, K.2006/112 sayılı kararında
'Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin
kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerindeki gelir
azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve
asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin
gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kurumları oluşturularak, kişilerin
yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari
yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır' denilmiştir.
Kaldı ki sosyal haktan yararlanma bakımından zaman içerisinde
sürekli iyileştirmelerde bulunulması gerektiği, ekonomide iyiye gidişlerden söz
edildiği dikkate alındığında sosyal haklarda hak yararlanıcıların aleyhine
uygulamalar yapılması, katılım payının üst sınırının sürgit biçimde artırılması
da Anayasa Mahkemesi'nin E.2006/111 sayılı dosyadaki kararındaki 'ilgiliye ağır
bir yük getirmeyecek şekilde tespit edilmesi' ölçütünün göz ardı edildiğini
doğrulamakta, sürekli ve pahalı bir nitelik kazanan katılım payı alınmasının
öngörülmesi bu nedenle Anayasanın 2 nci ve 60 ıncı maddelerine aykırılık
taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların
yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür.
Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde,
hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleşmeye bağlılık, ayrımcılık
yapılmaması, ölçülülük, kazanılmış hakları saygı, haklı beklentilerin
korunması, yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet, eşitlik,
yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel düzeyde kabul gören
hukukun üstün kuralları anlaşılmaktadır.
Doğmuş hakkı tanımak kazanılmış hakka saygı göstermektir. Sadece
iç hukukta değil, uluslar arası hukukta da benimsenen 'kazanılmış hakların
korunması', mevcut hukuksal durumun, benimsenmiş yapının, edinilmiş statünün
geçerliliğini sürdürmesini zorunlu kılar. Kazanılmış bir hakkı ortadan
kaldırmak, üstelik tek yanlı hukuki düzenlemelerle kaldırmak hukuka güveni
yıkar. Hukuk Devletinin en önemli unsuru olan hukuk güvenliği, hukuk düzeni
yanında, bütün devlet faaliyetlerinin az çok öngörülebilir olmasını gerektirir.
Hukuki güvenlik, sadece kişilerin devlet faaliyetlerine güvenini değil, aynı
zamanda yürürlükteki mevzuata göre edinilmiş statünün süreceğine duyulan güveni
de içerir. Halkın devlete olan güveninin korunması, ancak hukuk güvenliğinin
sağlanmasıyla mümkündür.
Sosyal güvenlik sisteminin mali kaynağını, çalışanların ücret,
maaş ve gelirlerinden alınan 'sosyal güvenlik primi' oluşturmakta; bu primler
karşılığında sisteme dahil olanlara yasada öngörülen güvenceler sağlanmaktadır.
Uzun yıllar prim ödedikten sonra, yasa koyucunun tek yanlı tasarrufuyla,
sigorta kapsamında olan tedavi giderlerinin finansmanına prim ödeyenleri de
dahil etmesi kazanılmış hakların ihlali sonucunu doğurduğundan iptali istenen
düzenleme Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine bu açıdan da
aykırılık oluşturmaktadır.
Diğer yandan Anayasaya aykırılık itirazında bulunduğumuz maddede
hizmetten yararlanan kişinin ödeme yapamama durumuna da yer verilmemiş, katılım
payını ödeyemeyenlerin sağlık hakkından yararlanamayacağı şeklinde bir sonuç
oluşmuştur.
Sağlık hakkının ayrım yapılmaksızın her bireye sağlanması
gerektiğini içeren Dünya Sağlık Teşkilatı Anayasası'na göre ulaşılabilmesi
mümkün olan en mükemmel sağlık durumuna sahip olmak her insanın temel haklarındandır.
Avrupa Sosyal Şartı'nın II. Bölümün 13 üncü maddesine göre; akit taraflar,
sağlık ve sosyal yardım hakkının etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamak için
yeterli olanağı bulunmayan ve kendi çabasıyla veya başka kaynaklardan,
özellikle bir sosyal güvenlik sisteminden yararlanarak böyle bir olanak
sağlayamayan herkese yeterli yardımı sağlamayı ve hastalık halinde bunun
gerektirdiği bakımı sunmayı garanti etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nce bu antlaşmalar
onaylanmış özellikle Anayasanın 90 ıncı maddesi ile etkinliği arttırılarak iç
hukukumuza taşınmış, uyulması zorunlu hükümler halini almıştır.Bu
kapsamda sağlık hizmet bedellerine katılım ve geri ödemeye ilişkin
düzenlemelerin sınırını Anayasa ve taraf olduğumuz uluslar arası anlaşmalarla
güvence altına alınan sağlık hakkının hayata geçirilmesi oluşturmaktadır.
Anayasanın 17 nci maddesindeki yaşam hakkı, 56 ncı maddesindeki sağlığın
korunması hakkı ve 60 ıncı maddesinde düzenlenen sosyal güvenlik hakkı ile
ilgili düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, sağlık hizmetine gereksinim
duyan bireyin tanımlanmış katkı payını ödeyememesi, kendisine bu hizmetin
verilmesi önünde engel olamaz.
Anayasa Mahkemesi'nin sağlık işletmeleriyle ilgili E.1987/16
sayılı dosyadan verdiği kararda da 'Ancak, gelir düzeyi ne olursa olsun
belirlenen ücreti ödeyemeyecek olanlardan bu ücretin alınmaması ya da onlar
adına ödenmesi olanakları da uygulamaya konulması' gerektiği ifade edilerek
devletin sorumluluğu somut olarak gösterilmiştir.
Sağlık hizmetinden yararlanmanın sisteme cepten ödeme yapılma ön
koşuluna bağlı tutulmasının toplum sağlığı üzerinde yarattığı sonuçları ele
alan bilimsel çalışmalarda ise maliyet paylaşımı sisteminde olan kişilerin,
özellikle yoksulların, ayaktan sağlık hizmeti almak için sağlık kurumlarına
daha az başvurdukları, hekime daha az gittikleri gösterilmiştir.
Endometrium kanseri taramasında kullanılan 'smear' testi yapılan
kadınlar incelendiğinde, maliyet paylaşımı sistemindeki düşük gelirli
kadınların bu işlem için bedel ödemeyen kadınların %65'i kadar test
yaptırdıkları saptanmıştır. Maliyet paylaşımı sistemindeki hipertansif
kişilerde diyastolik kan basıncı daha yüksek, çocuklarda anemi oranı daha fazla
ve aşılanma oranı daha düşük bulunmuştur. Hipertansiyonlu hastalardan arasında
hipertansiyonu kontrol altına alınamamış kişilerde ilaç parası ödeme güçlüğü
çekenlerin oranı %36.5 iken tansiyonu kontrol altına alınmış kişilerde bu oran
%15.5 olarak saptanmıştır.
Bu çalışmalar katılım payı sisteminin getirdiği ekonomik yük
nedeniyle insanların koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanmaktan
vazgeçtiklerini, sürekli kullanmaları gereken ilaçları alamayıp, hekime
başvuramadıklarını göstermektedir. Katılım payı alınarak maliyetin kişilerle
paylaşıldığı sistemin sağlığa erişimi engellediği, sağlığa erişimde
kısıtlılıkları olan insanlar için eşitsizliği derinleştirdiği, hastalanma
olasılığını azaltan koruyucu hizmetlerden yararlanmanın önüne geçtiği ortaya
konulmuşken katılım payı tutarının yükseltilmesi, payı ödeyemeyenlerin bu
haktan yine de yararlanabileceğinin belirtilmemesi tüm bu sonuçların daha da
artacağı anlamına gelmektedir.
Oysaki sağlık hizmetinin örgütlenişi ve sosyal güvenlik hakkı
sosyal hukuk devletinin somut göstergelerinden olup, sosyal hakların devletçe
tanınmış olması önemli ama tek başına yeterli olmayan bir ölçüttür. Bu hakların
gerçekleşmesi için devletin olumlu edimde bulunması, oluşturulacak kuralların
Anayasanın özüne ve sosyal hukuk devleti ilkesine uygun olmasına bağlıdır. Bu
sonuçtan hareketle oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerin, "yaşama
hakkı ile maddi ve manevî varlığı koruma haklarını" zedeleyecek veya
ortadan kaldıracak hükümler içermemesi gerekmektedir.
Sonuçta, toplumsal faydayı temel alması zorunlu olan kamu
hizmetlerinin kamusal niteliği yararlanma ve bedel ödeme ilişkisinin piyasadaki
anlamda iradi bir alım satım ilişkisi olarak kurulmasını engellemektedir.
Anayasa Mahkemesi de iktisadi nitelikte olmayan temel hizmetlerde ekonomik alan
dışında kaldığı için, kazanç sağlama amacı olmasını Anayasanın sosyal devlet
ilkesine aykırı görmektedir. Kamu hizmetlerinin içerisindeki kamu gücünün
paraya çevrilmesi, bunun hizmete katılımdan hizmete karşılamaya evrilmesi
karşısında, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki 'sosyal
hukuk devleti' ilkesine aykırı olmanın yanında, 56 ncı maddesindeki 'sağlık
hakkı' ve 60 ıncı maddesindeki 'sosyal güvenlik hakkı' ile bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6270 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu
maddesiyle değiştirilen 5510 sayılı Kanunun 68 inci maddesinin ikinci fıkrası,
Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 60 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
5) 17.01.2012 Tarihli ve 6270 Sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 10 uncu
Maddesiyle 5510 Sayılı Kanunun 70 inci Maddesinin İkinci Fıkrasına Eklenen
Cümlenin Anayasaya Aykırılığı
5510 Sayılı Kanunun Hizmet Basamakları ve Sevk Zinciri başlıklı 70
inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümle ile aile içindeki geliri kişi
başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az olan vatandaşların,
65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması
Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişilerin, geçici köy korucularının,
Kurumla sözleşmeli üniversite ve istisnai hallerde özel sağlık hizmeti
sunucularına müracaat edebilme koşullarının Kurum tarafından belirleneceği
düzenlenmiştir.
Yasa maddesinin yürürlüğe konulması ile birlikte Kurum alt
düzenleyici işlemi yayımlamış, Sağlık Hizmeti Sunucularına Müracaat İşlemleri
başlıklı Sağlık Uygulama Tebliği'nin 3.1.1. numaralı maddesinde değişikliğe
gitmiştir.
Buna göre 70 inci maddesinin ikinci fıkrasında sayılan kesimlerin
dışında kalan genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerinKurum ile sözleşmesi
bulunan ayakta ve yatarak tedavi hizmeti sağlayan sağlık hizmeti sunucularına
doğrudan veya sevk edilmek suretiyle müracaat edebilecekleri düzenlenmiştir.70
inci maddesinin ikinci fıkrasındakilerin ise;
-Aile hekimliklerine, Sağlık Bakanlığına bağlı birinci, ikinci ve
üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucularına doğrudan veya sevk edilmek suretiyle
müracaat edebileceği, Sağlık Bakanlığı sağlık hizmeti sunucusu dışındaki sağlık
hizmeti sunucularına yapılacak sevklerin anılan Bakanlık ikinci veya üçüncü
basamak sağlık hizmeti sunucularınca yapılacağı,
- Müracaat edilen Sağlık Bakanlığı ikinci basamak sağlık hizmeti
sunucusunda tedavinin sağlanamaması halinde kişiler aynı yerleşim yerinde,
varsa anılan Bakanlığa bağlı üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucusuna, yoksa
diğer resmi sağlık hizmeti sunucularına sevk edileceği,
- Sevkle veya doğrudan müracaat edilen Sağlık Bakanlığı üçüncü
basamak sağlık hizmeti sunucusunda tedavinin sağlanamaması halinde kişilerin
üniversite hastanesine sevk edileceği,
belirtilmiştir.
Tebliğ değişikliği ile eski yeşil kartlı statüdekiler
diğerlerinden ayrılarak iki ayrı genel sağlık sigortalı statüsü yaratılmıştır.
Ayrıca eski yeşil kartlı statüdekilerin üniversite hastanesine gidebilmesi
Sağlık Bakanlığı üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucusunda tedavinin
sağlanmaması koşuluna bağlı kılınırken, diğer genel sağlık sigortalılar
yönünden kamu ya da özel sağlık kurumuna başvuru veya üniversite hastanesine
müracaat bakımından bir kısıtlama bulunmamaktadır.
Bununla birlikte üniversite hastaneleri, basamaklandırılmış sağlık
hizmetinde aynı zamanda üçüncü basamak sağlık hizmeti veren, ileri uzmanlaşmış
bilimsel bilgi ve beceriyi gerektiren hizmetleri sunan sağlık kuruluşlarıdır.
Üniversite hastanelerinde kamu özel ayrımı olmaksızın ileri düzeyde hasta
tanısı ve tedavisi yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığı'na bağlı eğitim ve araştırma
hastaneleri de üniversite hastaneleri gibi üçüncü basamak ileri sağlık hizmeti
sunan kurumlardır. Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanesinin bir diğer
üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucusuna üniversite hastanesine yönlendirmesi
gerçek bir sevk zinciri değildir. Aksine sağlık kuruluşlarına başvurmakta
hizmetin gereklerinden kaynaklanmayan ayrımcı bir düzenlemenin hayata geçirilmesidir.
Bütünde gerçek bir basamaklandırılmış, sevk zinciri öngörülmemişken 70 inci
maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişilere yönelik özel kısıtlama bu
kesimlerin ileri sağlık hizmetine ulaşımı zorlaştıracaktır.
Madde kapsamındaki kişiler ile diğer genel sağlık sigortalılar
arasında yaratılan farklılığın bu nedenle Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı
olduğu düşünülmektedir.Adı sosyal güvenlik olan bir kurum, takdir yetkisi
kullandığı alanda bunu geliri daha düşük olanlar lehine kullanmalı, hizmete erişimde
zorluk çekenler lehine uygulama geliştirmelidir. Sosyal devlet ilkesinin gereği
de budur.
Bu sonuçlarKuruma tanınan yetkinin keyfi ve gereksinimlerle
örtüşmeyen uygulamalara yol açtığını göstermektedir.İdarelerin Anayasada
gösterilen ayrık haller dışında asli düzenleme yetkisinin bulunmadığı dikkate
alındığında madde kapsamındaki kişilerin müracaat koşullarının Yasa'da yer
almayarak Kurumun inisiyatifine bırakılması,Anayasanın2 nci maddesindeki sosyal
devlet ilkesi ile 10 uncu maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesi ile
bağdaşmamakta ve ayrıca yasama yetkisinin devri anlamına geldiğinden Anayasanın
6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine de aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 10 uncu maddesiyle 5510 sayılı Kanunun 70 inci
maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8
inci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) Bir yıldan fazla 5434 sayılı Kanun kapsamında görev yaptıktan
sonra kamu dışında bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olarak çalışmalarını
tamamlayanların, 5434 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü
maddesi kapsamında geçirdikleri sürelere ilişkin emekli ikramiyelerini
almaları, uzun yıllardır sürüncemede kalmış; Anayasa Mahkemesinin iki ayrı
kararına rağmen, yasa koyucu, kamu görevinin 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü
maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak
sona ermiş olması şartına bağlayarak, önlerine yeni bir engel çıkarmıştır. Hak
sahiplerinin artık sabrı kalmamıştır. Anayasaya aykırı olan düzenleme nedeniyle,
hak sahiplerinin telafisi olmayan zarar ve ziyanları olacaktır.
2) İptali istenen düzenlemede emekli ikramiyesinin bu görevlerden
ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine esas aylık tutarı üzerinden ve
aylığın başlangıç tarihindeki katsayılara bağlanması sonucunda, hak sahiplerine
komik denecek kadar düşük tutarların ödenmesi öngörülmüş; bir çoğu alacağı
tutarı bilemeden mahkemelerde açmış oldukları davalardan vaz geçmiş ve
dolayısıyla zarara uğramışlardır. Söz konusu hükmün yürürlükte bulunması durumunda
ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlara uğrayacakları da açıktır.
3) Sağlık hizmetlerinin bedelinin ödenip ödenmeyeceğini takdir
yetkisinin bütünüyle Sosyal Güvenlik Kurumuna bırakılması, kişilerin
hastalıklarının tedavisi için zorunlu ve bilimsel gerekliliklere uygun sağlık
hizmet bedellerinin karşılanmaması sonucuna yol açarak kişi ve toplum
sağlığında ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlara neden olacaktır.
4) Sağlık hakkından yararlanmanın bir hak olmaktan çıkarılarak
sosyal güvenlik sistemiyle bağının koparılıp bütünüyle ticarileştirilmesi ve bu
yapılırken kişilerin ödeme gücünün dikkate alınmaması, özellikle toplumun
korunmaya muhtaç yoksul kesimlerinin tedavi hizmetlerine ulaşmalarını gelir
düzeylerine bağlı olarak olanaksız hale getirdiğinden, söz konusu kişi ve
kesimler için ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanların doğmasına neden
olacaktır.
5) Maddede sayılı kişi ve grupların sağlık hizmetlerini tedavinin
gerektirdiği sağlık kuruluşlarından alınmasını engellemeye yönelik düzenleme,
söz konusu kişi ve grupların ileride telafisi mümkün olmayan zararlarına yol
açacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli
gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
SONUÇ VE İSTEM
26.01.2012 tarihli ve 28185 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
17.01.2012 tarihli ve 6270 sayılı 'Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1) 1 inci maddesiyle değiştirilen 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasının birinci
tümcesindeki '' 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü
maddesinde belirtilen kıdem tazminatına hak kazanma şartlarına uygun olarak ''
ibaresi ile dördüncü fıkrasının birinci tümcesindeki, '' 1475 sayılı Kanunun 14
üncü maddesine göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona
eren geçmiş hizmet süreleri ve '' ibaresi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 87 nci ve
153 üncü maddelerine;
2) 1 inci maddesiyle değiştirilen 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanununun 89 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının birinci
tümcesindeki, '' bu görevlerden ayrıldıkları tarihteki emeklilik keseneğine
esas aylık tutarı üzerinden ve '' ibaresi, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu
maddelerine;
3) 7 nci maddesiyle 5510 sayılı Kanunun 64 üncü maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (d) bendi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 56 ncı ve
123 üncü maddelerine;
4) 9 uncu maddesiyle değiştirilen 5510 sayılı Kanunun 68 inci
maddesinin ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 60 ıncı maddelerine;
5) 10 uncu maddesiyle 5510 sayılı Kanunun 70 inci maddesinin
ikinci fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 10
uncu maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.'"