"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
25.5.2007 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'1) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci Maddesinin 7/5/1987
tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun Ek 5 inci Maddesine
eklediği Son Fıkra
28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesinin 7/5/1987
tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 5 inci maddesine
eklediği son fıkra aynen şöyledir:
'Devlet hizmeti yükümlülüğünü yapmakta olan personel, bulundukları
ilde sözleşmeli aile hekimi olarak çalışabilirler veya ihtiyaç halinde aile
hekimliği uygulamaları için görevlendirilebilirler. Bu personelin aile
hekimliğinde geçen süreleri Devlet hizmeti yükümlülüğünden sayılır. Aile
hekimliği uygulamasına geçilen yerlerde bu uygulamadan kaynaklanan nedenlerle
birinci basamak sağlık kuruluşlarında görev yapan Devlet hizmeti yükümlüsü
personelin il içinde görev yeri değiştirilebilir.'
2) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesinin
değiştirdiği 31.12.1980 tarih ve 2368 sayılı Sağlık Personelinin Tazminat ve
Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci Maddesinin Son Cümlesi
28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesinin
değiştirdiği 31.12.1980 tarih ve 2368 sayılı Sağlık Personelinin Tazminat ve
Çalışma Esaslarına Dair Kanunun iptali istenen cümleyi de içeren 2 nci maddesi
aynen şöyledir:
'Kamu sağlık hizmetlerinde çalışan personelin haftalık kanunî
çalışma süresi 45 saat, 4 üncü maddede tanınmış olan haktan yararlananlar için
ise 40 saattir. Personelin günlük çalışma saatleri, 657 ve 926 sayılı
kanunlardaki hükümlere göre tespit edilir. Ancak, bu personelden iyonlaştırıcı
radyasyon ile teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya
işlemlerde çalışan personel, Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte
belirlenen radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılabilir.'
İptali istenen, 'Ancak, bu personelden iyonlaştırıcı radyasyon ile
teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde
çalışan personel, Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirlenen
radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılabilir.' cümlesidir.
3) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesinin
değiştirdiği 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu Maddesinin Birinci Fıkrasındaki 'Sağlık
Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde' İbaresi; İkinci Fıkrası ile Son
Fıkrasının İlk Cümlesi
28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesinin
değiştirdiği 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu maddesinin;
a) İptali istenen ibareyi de içeren birinci fıkrası aynen
şöyledir:
'Eğitim kurumlarına eğitim yetkisi verilmesi ve eğitim yetkisinin
kaldırılmasına ilişkin teklifleri karara bağlamak, uzmanlık ana dallarının
rotasyonlarını belirlemek, uzmanlık sınavı jürilerini tespit etmek, yabancı
ülkelerde asistanlık yapanların bilimsel değerlendirilmesini yapacak
fakülteleri ve eğitim hastanelerini belirlemek, tıpta uzmanlık eğitimi ve uzman
insan gücü ile ilgili görüşler vermek, uzmanların tıbbî gelişmeleri izlemesini
sağlayıcı inceleme ve araştırmalar yapmakla görevli olmak üzere, Sağlık
Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde Tıpta Uzmanlık Kurulu teşkil
olunmuştur.'
İptali istenen, 'Sağlık Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde'
ibaresidir.
b) İkinci fıkrası aynen şöyledir:
'Tıpta Uzmanlık Kurulu;
a) Bakanlık Müsteşarı, ilgili genel müdür ve 1. Hukuk Müşaviri,
b) Biri diş tabibi olmak üzere eğitim hastanelerinden Bakanlığın
seçeceği beş,
c) Dört tıp fakültesinden ve bir diş hekimliği fakültesinden
YÖK'ün seçeceği birer,
ç) Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Fakültesinin seçeceği bir,
d) Türk Tabipleri Birliğinin seçeceği bir,
e) Türk Diş Hekimleri Birliğinin seçeceği bir,
üyeden oluşur.'
c) İptali istenen cümleyi de içeren son fıkrası aynen şöyledir:
'Kurulun çalışma usûl ve esasları ile ilgili diğer hususlarla
ihtisas belgelerinin alınması ve uzmanlık eğitimi ile ilgili diğer usûl ve
esaslar Sağlık Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak
yönetmelikle düzenlenir. Bu yönetmelik yürürlüğe konuluncaya kadar, mevcut
düzenlemelerin uygulanmasına devam edilir.'
İptali istenen, 'Kurulun çalışma usûl ve esasları ile ilgili diğer
hususlarla ihtisas belgelerinin alınması ve uzmanlık eğitimi ile ilgili diğer
usûl ve esaslar Sağlık Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunca yürürlüğe
konulacak yönetmelikle düzenlenir' cümlesidir.
III. GEREKÇE
1) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci Maddesinin 7/5/1987
tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun Ek 5 inci Maddesine
eklediği Son Fıkranın Anayasa'ya Aykırılığı
İptali istenen bu fıkranın ilk cümlesinde, Devlet hizmeti
yükümlülüğünü yapmakta olan personelin, bulundukları ilde sözleşmeli aile
hekimi olarak çalışabilecekleri veya ihtiyaç halinde aile hekimliği
uygulamaları için görevlendirilebilecekleri hükme bağlanmıştır.
Devlet hizmeti yükümlülüğü, 21.6.2005 günü kabul edilen 5371
sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile 7.5.1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununa eklenen ek 3, 4, 5 ve 6 ncı maddelerde
düzenlenmiştir. 3359 Sayılı Kanunun ek 3 üncü maddesinde devlet hizmeti
yükümlülüğünün tabip, uzman tabip ve yan dal uzman tabip unvanını kazanılması
üzerine her eğitim için ayrı ayrı olduğu; ek 5 maddesinde ise, uzmanlık ya da
yan dal uzmanlık asistanlığı nedeniyle yarım kalan tabiplik unvanı için devlet
hizmeti yükümlülüğünün uzman olarak yapılacağı belirtilmiştir.
Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere tabiplik için ayrı, uzmanlık
ve yan dal uzmanlığı için ayrı ayrı devlet hizmeti yükümlülüğü öngörülmüştür.
Bu durumda Devlet hizmeti yükümlülüğü, hem pratisyen hekimler hem de uzman
hekimler için ayrı ayrı söz konusudur.
5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanunun 2 nci
maddesindeaile hekimi ''kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci
basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve
hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir
mekanda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam
gün esasına göre çalışanaile hekimliğiuzmanı veya Sağlık Bakanlığının öngördüğü
eğitimleri alan uzman tabip veya tabiptir.' şeklinde tanımlanmıştır. Görüldüğü
gibi, aile hekimlerinin tümü uzman hekim olmayıp Sağlık Bakanlığının öngördüğü
eğitimleri alan pratisyen hekimler de, aile hekimliği uygulaması içinde yer
olmaktadır. Ancak 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanununun ek 5 inci maddesinin iptali istenen son fıkrasının ilk cümlesi ile
yapılan düzenlemede: uzman hekim pratisyen hekim ayrımı yapılmamıştır. Yine bu
kural ile tıpta aile hekimliği dalı dışındaki bir dalda uzman olan hekimlere
hukuken ve yasal olarak kazandıkları tıpta uzmanlık unvanları yok sayılarak
aile hekimliği görevi verilmektedir. Böyle bir düzenlemenin ise Anayasaya
aykırı olduğu açıktır. Şöyle ki;
1982 Anayasası'nda 'sosyal bir hukuk devleti' olma, Türkiye
Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılmıştır. Başlangıç bölümünde Türk
vatandaşının, onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu vurgulanmış, herkesin maddi
ve manevi varlığını geliştirme ve koruma hakkına sahip olduğu Anayasanın 17 nci
maddesinde yinelenmiştir. Bireyler açısından getirilen bu hak, 5 inci madde ile
devlete görev olarak verilmiştir. Bu maddeye göre; kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel amacı ve
görevidir.
Anayasa Mahkemesi'nin 12.11.1991 tarih ve E.1991/7, K.1991/143
sayılı Kararında da 'Anayasa'nın 2. maddesinde aynı zamanda 'sosyal devlet'
ilkesinden de söz edilmektedir. Bu ilke, kişinin doğuştan sahip olduğu onurlu
bir yaşam sürdürme, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve
yetkisini kullanmasını sağlar. Sosyal devletin görevi, güçsüzleri koruyarak
sosyal adaleti, sosyal refahı ve sosyal güvenliği sağlamaktır.' denilmiştir.
Aile hekimliği dışındaki bir tıpta uzmanlık dalında, gerekli
eğitimleri alan zorunlu sınavları başarı ile vererek uzman olan bir hekimin,
uzmanlık alanı dışında bir dalda görevlendirilmesinin kişinin temel hak ve
hürriyetlerinden olan çalışma hakkının sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlandırılması anlamını taşıdığı açıktır.
Böyle bir düzenlemenin aynı zamanda kendi uzmanlık dalı dışında çalışmakla
yüklü tutulan uzman hekimin manevi varlığını zedeleyeceği de kuşkusuzdur.
Öte yandan Anayasanın 48 inci maddesinin birinci fıkrası,
herkesin, dilediği alanda çalışma ve sözleşme özgürlüklerine sahip olduklarını
açıklamaktadır. İptali istenen bu düzenleme ile, aile hekimliği dışındaki bir
alanda uzman hekimin dilediği alanın uzmanlık konusu olan alan olduğu
yadsınamaz. İptali istenen bu düzenlemenin, uzman hekimleri dilediği alan
dışında çalışma yükümlülüğü altına soktuğundan Anayasanın 48 inci ve 56 ncı
maddesine de aykırı düştüğü açıktır.
Getirilen düzenleme sosyal devlet ilkesinin yanı sıra kişilerin
Anayasanın 56 ncı maddesinde ifade edilen sağlık hakkına ve 17 nci maddesinde
düzenlenen yaşam hakkına da aykırı düşmektedir.
Anayasanın 56 ncı maddesinde Devlete, herkesin hayatını, beden ve
ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak ve bu konuda hizmet vermek ödevi
getirilmiştir. Yine Devlet, Anayasanın 17 nci maddesinde kişilere tanınmış olan
yaşam hakkını güvence altına almakla yükümlüdür. Devletin, bu görevleri aile
hekimliği konusunda uzmanlaşmamış hekimleri, aile hekimi olarak görevlendirmek
suretiyle yerine getiremeyeceği açıktır. Bu tür bir görevlendirme kişileri;
uzmanlık alanı aile hekimliği olmayan hekimlerden, aile hekimliği konusunda
hizmet almak zorunda bırakacak, sağlık ve yaşam haklarını Anayasanın öngördüğü
türden yeterli bir hizmete kavuşamama durumu ile yüz yüze getirecektir. Bunun
ise hem Türkiye Cumhuriyetinin sosyal devlet olma niteliği ile, hem de
kişilerin Anayasada belirtilen yaşam ve sağlık hakları ile çelişeceği,
dolayısıyla Anayasanın 2,17 ve 56 ncı maddelerine aykırı düşeceği açıktır.
Bu nedenle, 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanununun ek 5 inci maddesinin son fıkrasının ilk cümlesi, Anayasanın 2
nci, 5 inci, 17 nci ve 56 ncı maddeleri ile bağdaşmamaktadır.
İptali istenen bu paragrafın ikinci ve üçüncü cümleleri de birinci
cümle ile tam bir uygulama birliği içinde olduğundan, aynı gerekçelerle bu
cümleler de Anayasaya aykırıdır.
Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir
kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2
nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır
(Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı,
AMKD., sa. 24, shf. 225).
Açıklanan nedenlerle, 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci
Maddesinin 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek
5 inci maddesine eklediği son fıkra, Anayasanın 2 inci, 5 inci, 11 inci, 17
nci, 48 ve 56 ncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
2) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesinin
değiştirdiği 31.12.1980 tarih ve 2368 sayılı Sağlık Personelinin Tazminat ve
Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci Maddesinin Son Cümlesinin Anayasa'ya
Aykırılığı
İptali istenen bu cümlede, iyonlaştırıcı radyasyon ile teşhis, tedavi
veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde kamu sağlık
hizmetleri personelinin Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirlenen
radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılabileceği hükme bağlanmıştır.
Bu cümledeki 'yönetmelikte belirlenen radyasyon dozu limitleri
içinde çalıştırılabilir.' tümcesinin, kamu sağlık kuruluşlarında iyonlaştırıcı
radyasyon ile teşhis ve tedavi hizmeti verilen ve araştırma yapılan yerlerde
çalışan sağlık personelinin günlük mesai süresi, izin süresi ve diğer çalışma
koşullarının belirlenmesinin Yönetmeliğe bırakıldığı anlamını taşıdığı
kuşkusuzdur.
İyonlaştırıcı radyasyon ile teşhis, tedavi veya araştırmanın
yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde çalışan personelin çalışma koşulları
ve çalışma saatleri 3153 Sayılı Radyoloji, Radiyom ve Elektrikle Tedavi ve
Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun ve bu Kanuna dayalı olarak
çıkarılmış Radyoloji, Radyom Ve Elektrikle Tedavi müesseseleri Hakkında
Tüzük'te düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde çalışma süresinin günde beş saat
olduğu, yıllık bir aylık ayrıcı şua izinlerinin bulunduğu belirlenmiş ve 'Hastanelerde,
röntgen ve radyom ile tam müddetle (günde 5 saat) çalışan kimseler, hastanenin
başka işlerinde kullanılamaz. Bunlara gece uykularını ihlâl edecek iş
verilmemelidir' hükümlerine yer verilmiştir.
Yasanın Genel Gerekçesinde; Avrupa Birliği Konseyinin,
96/29/Euratom Direktifi, doğrudan çalışma saati düzenlemesine yer verilmediği,
bunun yerine radyasyona maruz kalma kriterini esas alındığı, bu Direktifin, 9
uncu maddesinde, radyasyona maruz kalanlar için etkili dozun her bir yılda
maksimum 50 mSv (milisivert); birbirini izleyen beş yıllık sürede ise 100 mSv
olduğunun kararlaştırıldığı, Avrupa Birliğinde esas alınan bu düzenlemeye uygun
olarak, iyonlaştırıcı radyasyon ile teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı
yerler ile bu iş veya işlemlerde çalışan personelin, tıbben kabul gören
radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılmasının; bu limitlerin ise, Avrupa
Birliği kriterleri esas alınarak Sağlık Bakanlığınca düzenlenmesinin uygun
olacağı açıklanmıştır
Gerekçede belirtilen uluslararası kuruluşlar ve AB tarafından
belirlenen doz limitleri, radyasyonun zararlı etkilerine görevleri nedeniyle
maruz kalan çalışanlarda hiçbir biçimde aşılmaması gereken en üst limitlerdir.
24 Mart 2000 tarih ve 23999 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren
Radyasyon Güvenliği Yönetmeliği'nde de bu limitler yer almaktadır. Dolayısıyla
iptali istenilen Kanun hükmüne gerek olmadan iyonize radyasyonla çalışanların 5
saatlik günlük çalışma süreleri içinde de bu doz limitlerinin zaten uygulanması
ve aşılmaması gerekmektedir.
İptali istenilen cümle ile sağlık personelinin çalışma saatleri
düzenlenmiştir. Gerekçede amacın Yönetmeliğin iyonize radyasyon ile çalışan
sağlık personelinin radyasyon dozu limitleri içerisinde çalıştırılması olduğu
belirtilmekte ise de, gerekçe ile iptali istenilen hükmün metni birlikte
değerlendirildiğinde, değişikliğin esas amacının, bu personelin mevcut yasa ve
tüzük hükümlerine göre 5 saat olan günlük çalışma süresinin arttırılması, diğer
çalışma koşullarına ilişkin haklarının ortadan kaldırılması olduğu
görülmektedir.
Anayasanın 128 inci maddesi memur ve kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev, yetki ve yükümlülükleri ile özlük
işlerinin kanunla düzenleneceğini bildirmektedir.
İptali istenen kural ile, kanunla düzenlenmesi gereken kamu sağlık
kuruluşlarında iyonlaştırıcı radyasyon ile teşhis ve tedavi hizmeti verilen ve
araştırma yapılan yerlerde çalışan sağlık personelinin günlük mesai süresi,
izin süresi ve diğer çalışma koşullarının belirlenmesinin Yönetmeliğe
bırakılması Anayasanın 128 inci maddesine aykırı düştüğü gibi; yürütmeye '
idareye bırakılan bu yetkinin kullanımına ilişkin esaslar yasada gösterilmediği
için asli bir düzenleme yetkisi niteliğini kazandığında kuşku yoktur.
Anayasanın 8 inci maddesi ise; Anayasada belirtilen ayrık haller
dışında yürütmenin ' idarenin asli düzenleme yetkisi olmadığını ortaya
koymaktadır. Bu yetki yasamanındır ve Anayasanın 7 nci maddesine göre
devredilemez. Devredilirse bu kökenini Anayasadan almayan dolayısı ile
Anayasanın 6 ncı maddesine aykırı bir yetki olur.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin 11.6.2003 gün ve E.2001/346,
K.2003/63 sayılı kararında,
'Anayasa'nın 'Egemenlik' başlığını taşıyan 6. maddesinde;
'Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini,
anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz', 7. maddesinde; Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez, denilmektedir.128.
maddesinin ikinci fıkrasında da, memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir denilerek, memuriyete
girişten emekliliğe kadar memuriyet statüsünün kanunla düzenlenmesi esası
öngörülmüştür.
Anayasa'nın çeşitli maddelerinde yer alan kanunla düzenlemeden
neyin anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi'nin bir çok kararında
açıklanmıştır. Buna göre yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme
organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasa'nın 7.
maddesine aykırı düşer. Ancak, yasada temel esasların ve çerçevenin
belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz. Esasen
Anayasa'nın 8. maddesinde yer alan, 'yürütme yetkisi ve görevi anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir' hükmünün anlamı da
budur'
denilmiştir.
Bu bakımlardan, iptali istenen cümle, Anayasanın 6, 7, 8 ve 128
inci maddelerine aykırıdır.
Diğer taraftan iptali istenen cümle ile çalışma şartlarının
belirlenmesinde sadece radyasyon limitlerinin esas alınması öngörülmüştür.
Ancak radyasyondan korunma sisteminde doz sınırlarına uyulması radyasyonun
zararlı etkilerinden korunmanın tek ve yeterli gerekliliği değildir.
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi'nce yapılan ve iyonizan
radyasyona uzun süre maruz kalan radyoloji çalışanlarında, uzun süreli düşük
doz iyonizan radyasyonun bu kişilerin kan değerlerine etkilerinin incelendiği
rapora göre; radyoloji çalışanları, bağışıklık düzeyi bakımından bazı
bozukluklara neden olan düşük doz iyonizan radyasyonun bile uzun dönem
etkilerine mesleki olarak maruz kalmaktadır. Rapora göre; 'biyolojik
değişikliklerin başlaması için alınan radyasyonun herhangi bir eşik değeri
yoktur. Bu nedenle diyagnostik radyolojide çalışanlar radyasyondan ne kadar
korunurlarsa korunsunlar, bunlar için küçük radyasyon dozları dahi önemli
riskler taşımaktadır'.(Türk Tanısal ve Girişimsel Radyoloji Dergisi, Haziran
2004,C.10, Sayı 2, s. 97-102- Bu araştırmada Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde görev yapan 51 Radyodiagnostik çalışanının kan değerleri alınmış
ve bu kişiler üzerinde radyasyonun olumsuz etkileri tespit
edilmiştir).Radyasyonun herhangi bir sağlık sorununa neden olmayan bir düzeyi
bulunmamaktadır. Bu nedenle de radyoloji çalışanlarının ve ailelerinin
sağlıklarının korunabilmesi bakımından doz sınırlamasının yanı sıra çalışma
sürelerinin azaltılması da büyük önem taşımaktadır.
Nitekim Radyasyon Görevlileri İçin Uluslararası Radyolojik Korunma
Komisyonu'nun 60 numaralı raporunda ve Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı
IAEA'nın Temel Güvenlik Standartları ismi altında yayımladığı BSS-115 nolu
yayınında, radyasyon korunması ile ilgili önerilen üç temel ilke bulunmaktadır.
Bunlar 'Uygulamaların Kabul Gerekçelendirmesi-Işınlamanın zararlı sonuçları göz
önünde bulundurularak, net bir fayda sağlamayan hiçbir radyosyon ışınlamasına
izin verilmez', 'Radyasyon Korunmasının Optimizasyonu' ve son olarak 'Doz
Sınırlaması'dır. Bu ilkelerin radyasyonun zararlı etkilerinden korunmak için en
üst seviyede radyasyonun kullanıldığı tüm tıbbi ve endüstriyel alanlar ile
yapay radyasyon kaynaklarının kullanıldığı diğer bütün alanlarda, radyasyon
görevlilerine ve toplum üyesi kişilere bütünüyle uygulanması gerekmektedir.
Bu açıklamalardan da anlaşılabileceği üzere radyasyondan korunma
sisteminde doz sınırlarına uyulması radyasyonun zararlı etkilerinden korunmanın
tek ve yeterli gerekliliği değildir. Aksine radyasyondan korunma bakımından
alınabilecek diğer önlemlerle dozların alınabilecek en alt düzeyde tutulması
çok daha önemlidir. Radyasyon Güvenliği Yönetmeliği'ne göre de 'yıllık doz
sınırları' Yönetmeliğin 10. maddesine göre 'sağlığa zarar vermeyecek şekilde'
uluslararası standartlara uygun olarak belirlenmek zorundadır. Ayrıca iyonizan
radyasyon alanında ölçü olarak kabul edilen doz faktörünün yanında zaman
faktörü de ölçümlerin bir diğer ayağını oluşturmaktadır. Bu durumda çalışma
süreleriyle ilgili değişikliklerin çalışanların sağlıklarının korunması
bakımından önemini arttırmaktadır.
Bu nedenle, çalışma şartlarının(süresinin) belirlenmesinde sadece
doz faktörünü esas alan düzenleme de kamu yararı da bulunmamaktadır.Yasaların
kamu yararına dayanmasıgereği kuşkusuz hukuk devletinin temel değerlerinden
birini oluşturmaktadır. Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan
tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının 'kamu yararı' olması gerekir. Bu
gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır
konumuna getirir.
Açıklanan nedenle iptali istenen cümle, Anayasanın 2 nci
maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan Anayasanın 17 nci maddesinde kişilerin yaşam hakkı,
56 ncı maddesinde ise sağlık hakkı düzenlenmiş olup; iyonlaştırıcı radyasyon
ile teşhis, tedavi ve araştırma yapılan yerlerde çalışan kamu sağlık
personelinin radyasyon karşısında sağlığını yeterince koruma altına alamayan
hükümlerin, söz konusu personelin yaşam ve sağlık haklarına ve dolayısıyla
Anayasanın 17 ve 56 ncı maddelerine aykırı düşeceği gözden kaçırılmamalıdır.
16/6/1989 tarihli ve3581 sayılı
Kanunla onaylanması uygun bulunan 1961 tarihli 'Avrupa Sosyal
Şartı'nın yerini almak üzere, Avrupa Konseyi tarafından 1996 tarihinde kabul
edilen ve Ülkemiz tarafından 6/10/2004 tarihinde imzalanan '(Gözden Geçirilmiş)
'Avrupa Sosyal Şartı'nın beyan ile onaylanması 27.9.2006 tarih ve 5547 sayılı
Kanun ile uygun bulunmuştur (R.G. T. 3.10.2006, sa.26308),
Bu Şartın 'Adil çalışma koşullarına sahip olma hakkı' başlıklı 2
nci maddesinin (1) numaralı bendi ile 'Verimlilik artışı ve ilgili diğer
etkenler izin verdiği ölçüde haftalık çalışma süresinin aşamalı olarak
azaltılmasını öngören makul günlük ve haftalık çalışma saatleri sağlamayı'; (4)
numaralı bendi ile de ' İçkin olarak tehlikeli ve sağlığa zararlı işlerdeki
riski ortadan kaldırmayı ve bu risklerin henüz yeterince azaltılamadığı ya da
kaldırılamadığı durumlarda bu işlerde çalışanlara ücretli ek izin verilmesini
veya bunların çalışma saatlerinin azaltılmasını sağlamayı' akit taraflar
taahhüt etmişlerdir.
Hal böyle iken ve radyasyondan korunma sisteminde doz sınırlarına
uyulması radyasyonun zararlı etkilerinden korunmanın tek ve yeterli gereklilik
değilken söz konusu çalışanların çalışma şartlarının belirlenmesinde sadece
radyasyon limitlerinin esas alınmasını öngören iptali istenen düzenlemenin
Avrupa Sosyal Şartı'na da uygun olmadığı ve dolayısıyla Anayasanın 90 ıncı
maddesine de aykırı olduğu açıktır.
Öte yandan, Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme
Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerinde ifade edilen hukuk devleti, Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz.
Açıklanan nedenlerle 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci
Maddesinin değiştirdiği 31.12.1980 tarih ve 2368 sayılı Sağlık Personelinin
Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci maddesinin son cümlesi
Anayasanın 2, 6, 7, 8, 11, 17, 56, 90 ve 128 inci maddelerine aykırı olup,
iptali gerekmektedir.
3) 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 4 üncü maddesinin
değiştirdiği 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu Maddesinin Birinci Fıkrasındaki 'Sağlık
Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde' İbaresinin ve İkinci Fıkrası ile Son
Fıkrasının İlk Cümlesinin Anayasa'ya Aykırılığı
İptali istenen düzenlemeler hem tıpta uzmanlık kurulunun işleyiş
ve oluşumunda Sağlık Bakanlığını belirleyici kılmakta, hem tıpta uzmanlık
eğitimi ile ilgili çok önemli konularda kurulu işlevsiz bırakmakta (eğitim
müfredatı, uzmanlık eğitimini verecek eğiticilerin niteliklerinin ve
görevlendirmelerine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi) hem de tıpta
uzmanlık eğitimi ile ilgili bütün süreçlerin belirleneceği Yönetmeliğin
çıkarılmasında sadece Sağlık Bakanlığı ve Bakanlar Kurulunu yetkili kılmakta,
YÖK ve Türk Tabipleri Birliği ile Türk Diş Hekimleri Birliği'ni sürecin dışında
bırakmaktadır.
Bu düzenlemeler, tıpta uzmanlık eğitiminin gerektirdiği bilimsel
ve idari özerkliği ortadan kaldırmakta olduğu gibi Anayasa'nın 130 ve 131 inci
maddelerine de aykırılık taşımaktadır.
Tıpta uzmanlık eğitimi, altı yıllık tıp fakültesi eğitiminden
sonra girilebilen ve tıp doktorlarına belirli alanlarda özel yetenek ve yetki
sağlamayı amaçlayan bir yükseköğretim konusudur. Tıpta uzmanlık eğitimi ister
Tıp Fakültelerine bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde isterse Sağlık
Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde verilsin yükseköğretim
konusu olma özü değişmemektedir. Nereden uzmanlık eğitimini alırsa alsın
uzmanlık öğrencilerinin aynı kural ve koşullarda aynı yeterlilikte yetişmeleri
zorunludur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 'Yükseköğretim Kurumları ve Üst
Kurumları' başlıklı 130 uncu maddesinde orta eğitime dayalı çeşitli düzeylerde
eğitim ve öğretimin (yükseköğretimin) üniversiteler tarafından verileceği, 131
inci maddesinde ise; yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak,
düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim-eğitim ve bilimsel araştırma
faaliyetlerini yönlendirmek ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için
planlama yapma'nın Yüksek Öğretim Kurulu'nun görevleri arasında olduğu
belirtilmiştir.
Esas İtibariyle Sağlık Bakanlığı'nın sağlık hizmetlerindeki rolü;
Anayasa'nın 56 ncı maddesinde tanımlanan, 'Devlet herkesin hayatını, beden ve
ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve
verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek
elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.' ödevini hayata
geçirmektir. Sağlık Bakanlığı'nın asli işlevi tıp eğitimi olmayıp, Anayasa'da
tanımlanan sağlık kuruluşlarının tek elden planlanıp hizmet vermesini sağlamak
ve onları bu kapsamda denetlemektedir.
Bilindiği üzere gerek Anayasa'nın anılan hükümleri, gerek 2547
sayılı Kanun ve gerekse 1219 sayılı Yasa uyarınca yükseköğretim olan tıp
eğitimi, tıp fakülteleri tarafından verilmektedir. Tıpta uzmanlık eğitimi de
özü itibariyle yükseköğretim kavramının kapsamına girmekte ve GATA ve Adli Tıp
Kurumu dışında tıp fakültelerinde ve Sağlık Bakanlığı'na bağlı eğitim
hastanelerinde verilmektedir. YÖK ve üniversiteler eğitim boyutu ile tıpta
uzmanlık eğitiminde asli yetkili kamusal kurumlardır. Sağlık Bakanlığı ise
hizmet sunumu ve bazı birimlerinde eğitimin verilmesi bakımından bu alanla ilgili
idari kolluktur.
İptali istenen düzenlemeler ile tıpta uzmanlık eğitiminin, yüksek
öğretim olma niteliği göz ardı edilmiş, Sağlık Bakanlığı yükseköğretim ile
ilgili bir alanda asıl yetkili kurum olarak belirlenmiştir.
Tıpta uzmanlık eğitimi; ''uzmanlık eğitimi gören asistanları,
uzmanlık eğitimi vermeye yetkili kılınan kurumları ve uzmanlık eğitimini
verecek eğitim sorumluluları ile bütünlük arzeden bir eğitim süreci''dir
(Ek.1-Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, YD.İtiraz No:2004/643,30.12.2004).
'Tıpta Uzmanlık Tüzüğü Tasarısı'nın incelenmesine ilişkin Danıştay
1. Dairesi'nin 29.5.2006 tarih ve E.2005/534, K.2006/545 sayılı Kararında
(Ek.2) Sağlık Bakanlığının tıpta uzmanlık ve yan dal uzmanlık eğitimini
düzenleme konusundaki yetkisizliği ve aksi yöndeki düzenleme ve işlemlerin
Anayasa'ya aykırılığı ayrıntıları ile tartışılmıştır. Danıştay'ın bu Kararında;
'Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 11 nci maddesinde, Anayasa
hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu, kanunların Anayasaya
aykırı olmayacağı, 131 inci maddesinin birinci fıkrasında, yükseköğretim
kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek,
yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma
faaliyetlerini yönlendirmek, bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler
doğrultusunda kurulmasını geliştirmesini ve üniversitelere tahsis edilen
kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının
yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı ile Yükseköğretim Kurulu
kurulacağı, aynı maddenin üçüncü fıkrasında, Kurulun teşkilatı, görev, yetki ve
sorumluluğu ve çalışma esaslarının kanunla düzenleneceği, 177 nci maddesinin
(e) bendinde, Anayasanın halkoylaması sonucu kabulünün ilanıyla birlikte
yürürlüğe girecek hükümleri ve mevcut ve kurulacak kurum, kuruluş ve kurullar
için yeniden kanun yapılması veya mevcut kanunlarda değişiklik yapılmasını
gerekiyorsa bunlara ilişkin işlemlerin mevcut kanunların Anayasaya aykırı
olmayan hükümlerinin veya doğrudan Anayasa hükümlerinin, Anayasanın 11 inci
maddesi gereğince uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Bu dosyada incelenen Tıpta Uzmanlık Tüzüğü Tasarısının genel
gerekçesinde, gerek 1219 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca, gerekse de
2547 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (t) bendi uyarınca tıpta uzmanlığı
düzenleme konusunda yetkili otoritenin Sağlık Bakanlığı olduğu ileri
sürülmekteyse de, 2547 sayılı Kanunun 1219 sayılı Kanundan sonra yürürlüğe girdiği,
1219 sayılı Kanunda tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili düzenleme bulunmadığı,
2547 sayılı kanunun tıpta uzmanlık eğitimini lisans üstü bir yükseköğretim
olarak nitelediği, 2547 sayılı Kanundan sonra yürürlüğe giren 1982 Anayasasının
131 inci maddesini ise yükseköğretimi düzenlemek ve yükseköğretim kurumlarının
faaliyetlerine yön vermek konusunda Yükseköğretim Kurulunu yetkili saydığı
dikkate alındığında, tıpta uzmanlık eğitimi ile ilgili düzenleme yapma
yetkisinin sadece Sağlık Bakanlığına ait olduğunun kabulü mümkün değildir.
Kaldı ki, üniversitelerin tıp fakültelerince de verilen uzmanlık eğitiminde
Sağlık Bakanlığını tek düzenleyici kurum olarak kabul etmek, gerek 1982
Anayasasına, gerekse 2547 sayılı Kanuna aykırılık teşkil eder. 1982
Anayasasının yükseköğretimle ilgili hükümleri ile 177 nci maddesi hükmü göz
önüne alındığında, 2547 sayılı Kanunun 3 üncü maddesindeki tıpta uzmanlığın,
Sağlık Bakanlığınca düzenlenen esaslara göre yürütüleceğine ilişkin
düzenlemede, Anayasanın yükseköğretimle ilgili hükümlerine uygunluk sağlanması
amacıyla yasal değişiklik yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.'
gerekçesine yer verilmiştir.
Öte yandan, Avrupa Komisyonu'nun mesleki yeterliliklerin
karşılıklı tanınmasına ilişkin 2005/36/EC direktifinde meslek örgütlerinin
mesleki yeterlilikler için standartlar ve ölçütler belirlemek konusundaki
süreçlere katılımı özellikle vurgulanmıştır. İlgili direktifin dibacesinin 34.
maddesi ve direktifin 15/II maddesi meslek örgütlerine Komisyon'un oluşturacağı
standartların oluşum sürecinde katılımını getirmekte ve oluşumdan sonra da
gözden geçirilmesini ve değiştirilmesini talep yetkisi vermektedir. Bu
direktiften önce kabul edilmiş olan 75/362/EEC ve 75/363/EEC direktifleriyle
tıp alanında mesleki yeterlilik temel ölçütlerinin belirlendiği süreçte meslek
örgütlerinin Avrupa Birliği kurumları tarafından, yetkin ve sürece içerilmesi
gereken yapılar olarak benimsendiği görülmektedir. Nitekim Avrupa Topluluğu
Tabipler Daimi Komitesi, Avrupa Tıp Uzmanları Birliği, Avrupa Pratisyen
Hekimler Birliği gibi Avrupa düzeyindeki yapılar ve temsil ettikleri ulusal
düzeydeki meslek örgütleri tıp alanında ölçütler belirleyerek, bunları karar
alma süreçlerinde ortaya koymak açısından aktif kurumlar olmuşlardır. Bugün
Avrupa Birliği düzeyinde ve tıp alanında mesleki yeterlilikler konusunda
gelinen nokta bu meslek kuruluşlarının çabaları ve katılımları sayesinde mümkün
olmuştur.
Tıpta uzmanlık kurulunun işleyiş ve oluşumunda Sağlık Bakanlığını
belirleyici kılan, YÖK ve TTB'ne bu alana ilişkin işlerin düzenlenmesinde ve
yürütümünde gerektiği gibi yer vermeyen iptali istenen düzenlemeler; Avrupa
Birliği 2005/36/EC direktifine, Anayasanın 130 ıncı maddesindeki
'üniversitelerin kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olduğu' ve
131 inci maddesindeki 'yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak,
düzenlemek, yönetmek ve denetlemenin Yükseköğretim Kurulu'nun görevi olduğu' na
ilişkin normlarına aykırıdır.
Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir
kuralına aykırılığının tespiti onun hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle çelişmesine yol açacak ve dolayısı ile Anayasanın 2
nci maddesinin yanısıra, 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu doğuracaktır
(Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı,
AMKD., sa. 24, shf. 225).
Açıklanan nedenlerle 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 4 üncü
maddesinin değiştirdiği 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasındaki 'Sağlık Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde' tümcesi, ikinci
fıkrası ile son fıkrasının ilk cümlesi, Anayasanın 2 nci,11 inci, 130 uncu, 131
inci ve 177 nci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
5614 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin 3359 sayılı Kanunun Ek 5
inci maddesine eklediği son fıkra ile, tıpta aile hekimliği dalı dışındaki bir
dalda uzman olan hekimlerin, uzmanlık unvanı kazandıkları alan dışında aile
hekimi olarak görevlendirilmelerine imkan tanınarak, hem bu uzmanların
Anayasanın 2, 5, 11, 17 ve 48 inci maddelerine aykırı bir biçimde
çalıştırılmalarına, hem de hizmet verdikleri kişilerin yaşam ve sağlık
haklarının Anayasanın 2, 5, 11, 17 ve 56 ncı maddelerine aykırı biçimde
zedelenmesine yol açılmaktadır. Böyle bir durum hem söz konusu uzmanlar hem de
hizmet verdikleri kişiler açısından, sonradan giderilemeyecek birtakım
zararların ortaya çıkmasına neden olabilecektir.
5614 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 2368 sayılı
Kanunun 2 nci maddesinin son cümlesinin uygulanması halinde ise, iyonlaştırıcı
radyasyon ile teşhis, tedavi veya araştırma yapılan görevlerde çalışan sağlık
personelinin yaşam ve sağlık hakkı yeterince korunamayacağı için, yine sonradan
giderilmesi olanaksız zararlar ortaya çıkabilecektir.
5614 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin değiştirdiği 1219 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki 'Sağlık Bakanlığının sürekli
kurulu niteliğinde' ibaresinin, ikinci fıkrası ile son fıkrasının ilk
cümlesinin hükümlerinin ise, bilimsel ve yönetsel bakımdan üniversite
özerkliğini zedeleyeceği, siyasal çevrelerin özellikle iktidarların tıpta
uzmanlık öğretim ve eğitimini etki altında tutabilmelerinin yolunu açtığı
yukarıda ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu hükümlerin uygulanması halinde tıpta
uzmanlık eğitimi üniversite özerkliğinden amaçlanan yararların dışında, siyasi
baskı ve etkilere açık bir biçimde yürütülebileceğinden, bundan sonradan
giderilemeyecek sayısız zarar doğabilecektir.
Diğer taraftan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur.
Hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliği ilkelerinin sağlanamadığı bir düzende,
kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, söz konusu
ilkelerin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, iptali istenen
hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması
istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle 28.3.2007 tarih ve 5614 sayılı
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun;
1) 1 inci Maddesinin 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununun ek 5 inci maddesine eklediği son fıkra, Anayasanın 2
inci, 5 inci, 11 inci, 17 nci, 48 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan,
2) 2 nci Maddesinin değiştirdiği 31.12.1980 tarih ve 2368 sayılı
Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci
maddesinin son cümlesi Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci, 17 nci,
56 ncı, 90 ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan,
3) 4 üncü maddesinin değiştirdiği 11/4/1928 tarih ve 1219 sayılı
Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu maddesinin
birinci fıkrasındaki 'Sağlık Bakanlığının sürekli kurulu niteliğinde' ibaresi,
ikinci fıkrası ile son fıkrasının ilk cümlesi, Anayasanın 2 nci,11 inci, 130
uncu,131 inci ve 177 nci maddelerine aykırı olduğundan,
iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.'"