ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2007/115
Karar Sayısı : 2009/80
Karar Günü : 11.6.2009
R.G Tarih-Sayı:
26.11.2009-27418
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN MAHKEMELER:
1- Aydın Bölge İdare Mahkemesi (Esas:2007/115)
2- Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi (Esas: 2008/78)
3- Danıştay Sekizinci Dairesi (Esas: 2007/61)
4- İzmir 1. İdare Mahkemesi (Esas: 2007/79)
5- Ankara 14. İdare Mahkemesi (Esas: 2007/47)
6- Bursa 4. Sulh Ceza Mahkemesi (Esas: 2007/54)
7- Kahramanmaraş 2. Sulh Ceza Mahkemesi (Esas: 2007/52)
İTİRAZLARIN KONUSU:30.3.2005 günlü, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu'nun;
1- 2. maddesinin,
2- 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle
değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin,
3- 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
4- 27. maddesine 5560 sayılı Yasa'nın 34. maddesiyle eklenen (8)
numaralı fıkranın,
Anayasa'nın 2., 5., 9., 125., 138., 140., 142., 153., 155. ve 157.
maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüklerinin durdurulması
istemidir.
I- OLAY
İdari yaptırımlara karşı açılan davalarda, itiraz konusu
kuralların Anayasa'ya aykırı oldukları kanısına varan Mahkemeler iptalleri için
başvurmuşlardır.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun, itiraz konusu kuralları da
içeren 2., 3., 16. ve 27. maddeleri şöyledir;
MADDE 2-(1)Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım
uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır.
MADDE 3-(1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya
geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.'
MADDE 16-(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak
olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir.
(2)İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili
kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir.
MADDE 27-(1) İdarî para cezası ve mülkiyetin
kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği
veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî
yaptırım kararı kesinleşir.
(2) Mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş
olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün
içinde karara karşı başvuruda bulunulabilir. Bu başvuru, kararın kesinleşmesini
engellemez; ancak, mahkeme yerine getirmeyi durdurabilir.
(3) Başvuru, bizzat kanunî temsilci veya avukat tarafından sulh
ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesi, iki
nüsha olarak verilir.
(4) Başvuru dilekçesinde, idarî yaptırım kararına ilişkin
bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir.
Dilekçede ayrıca, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep
dayanaklarıyla gösterilir.
(5) (Değişik: 6/12/2006-5560/34 md.) İdarî yaptırım kararının
mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna
gidilebilir.
(6) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Soruşturma konusu fiilin suç değil
de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde;
kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım
kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir.
(7) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.) Kovuşturma konusu fiilin suç değil
de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde;
fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna
gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu
merciinde incelenir.
(8) (Ek: 6/12/2006-5560/34 md.)İdarî yaptırım kararının
verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev
alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına
ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı
merciinde görülür.'
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararlarında Anayasa'nın 2., 5., 9., 125., 138., 140.,
142., 153., 155. ve 157. maddelerine dayanılmış, 38. maddesi ise ilgili
görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca yapılan ilk
inceleme toplantılarında, Kabahatler Kanunu'nun;
A-2. maddesi, 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, 16.
maddesinin (2) numaralı fıkrası ve 27. maddesinin (8) numaralı fıkrasının
iptali isteminde bulunulan E.2007/115 sayılı dosyada eksiklik bulunmadığından
işin esasının incelenmesine, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN ile A. Necmi ÖZLER'in
karşıoyları ve oyçokluğuyla karar verilmiştir.
B-3. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin iptali isteminde
bulunulan E.2007/47, E.2007/52, E.2007/54, E.2007/61, E.2008/78 sayılı
dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
C-3. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile 27. maddesinin
(8) numaralı fıkrasının iptali isteminde bulunulan E.2007/79 sayılı dosyada
öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur.
Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta
oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname
kurallarını Anayasa'ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve
mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da
o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan
kurallardır.
İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına
karşı açılan davada Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin (8) numaralı fıkrası
uyarınca görevli olan İdare Mahkemesince yapılan itiraz başvurusunda, 6.12.2006
günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle değiştirilen 30.3.2005 günlü, 5326
sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin,
bakılmakta olan davada uygulanma olanağı bulunmadığından bu bende ilişkin
başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine, Mehmet ERTEN, A. Necmi
ÖZLER ile Şevket APALAK'ın karşıoyları ve oyçokluğuyla, 5560 sayılı Yasa'nın
34. maddesiyle 5326 sayılı Yasa'nın 27. maddesine eklenen (8) numaralı
fıkranın, dosyada eksiklik bulunmadığından, esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN İNCELENMESİ
Esas 2007/52, 2007/54, 2008/78 sayılı dosyaların konusunu
oluşturan başvurularda yürürlüğün durdurulması istemlerinin koşulları
oluşmadığından reddine, Esas 2007/115 sayılı dosyanın konusunu oluşturan
başvuruda yürürlüğün durdurulması isteminin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına, oybirliğiyle karar verilmiştir.
VI- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararları ve ekleri, işin esasına ilişkin raporlar, itiraz
konusu yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile
bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Birleştirme Kararları
30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun kimi madde,
fıkra ve bentlerinin iptali istemiyle yapılan itiraz başvurularına ilişkin
olarak 2007/47, 2007/52, 2007/54, 2007/61, 2007/79, 2008/78 Esas sayılı
davaların, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle 2007/115 Esas sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, birleştirilen davaların esaslarının kapatılmasına, esas
incelemenin 2007/115 Esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 11.6.2009
gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B- Anayasaya Aykırılık Sorunu
1- Yasa'nın 2. Maddesinin İncelenmesi
Başvuru kararında, kabahat tanımının belirsiz olduğu, kanunda
'kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık'
kabahat olarak tanımlanmakla birlikte bu tanımdan idari yaptırımın ne olduğunun
anlaşılamadığı, hukuk devletinin unsurlarından olan belirlilik ilkesi ile
hukuki güvenlik ilkesi uyarınca yasa kurallarının anlaşılabilir açıklıkta
olması gerekirken kabahat tanımı yapılırken bu ilkeye uyulmadığı, tanımda yer
alan idari yaptırım ve haksızlık kavramlarını açıklayıcı bir düzenlemenin de
bulunmadığı, hukukçuların dahi eksiksiz anlayamadığı kabahat tanımının
vatandaşlarca anlaşılmasının beklenemeyeceği, kabahat tanımının açık olmamasına
rağmen kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi gereğince kişilerin bu
düzenlemeye göre cezalandırılacak olmasının Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi yasaların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir.
İstemle bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa'ya aykırılık
incelemesi yapabileceğinden, iptali istenen kuralla ilgisi nedeniyle
Anayasa'nın 38. maddesi yönünden de inceleme yapılmıştır.
Anayasa'nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, işlendiği zaman
yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz',
denilerek 'suçun yasallığı', üçüncü fıkrasında da 'ceza ve ceza yerine geçen
güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur' denilerek 'cezanın yasallığı' ilkesi
vurgulanmıştır. 'Suç ve cezanın yasallığı' ilkesi uyarınca bir hukuk
devletinde, ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımı yapılarak suçlar kesin
biçimde ortaya konulmalıdır.
Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri 'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi
zorunludur. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup yasal bir
düzenlemede hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bireyin, belirli bir kesinlik içinde bilmesi gerekmektedir. Birey
ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir. Hukuk güvenliği,
normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Kabahatler Kanunu'nun 'Tanım' başlıklı 2. maddesinde, 'Kabahat
deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü
haksızlık anlaşılır.' denilmektedir.
Kabahatler Kanunu'nda yer alan düzenlemelerin toplum düzenini,
genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla
getirildiğinin ifade edildiği Yasa'nın 1. maddesi de, kabahat olarak tanımlanan
eylemlerin kapsamının belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır.
İtiraz konusu kuralla kabahatin tanımlanmasında eylemin
niteliğinden ziyade, yaptırımın niteliğine vurgu yapılmış ve kanunun,
karşılığında idarî yaptırım uygulanması öngördüğü haksızlıklar, kabahat olarak
tanımlanmıştır.
Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların
kapsamı ise Yasa'nın 16. maddesinde belirlenmiş ve idari yaptırımlar, idari
para cezası ve idari tedbirler olarak ifade edilmiştir.
'Kabahat' tanımı yapılmak suretiyle, daha önce idari yaptırıma
tabi olmayan bir eylem, idari yaptırıma tabi kılınmamakta, aksine kanunla idari
yaptırıma tabi kılınmış eylemler kabahat olarak adlandırılmaktadır. Bir başka
deyişle, itiraz konusu kural ile yapılan kabahat tanımı, daha önce suç olmayan
bir eylemi suç niteliğine dönüştürmemektedir.
İtiraz konusu kuralla, bir eylemin kabahat olarak kabulü için bu
eylemin karşılığında kanunun mutlaka bir idari yaptırım uygulanmasını öngörmüş
olması esas alındığından, söz konusu düzenlemede yeni bir suç yaratılmamakta,
suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık bulunmamaktadır. İdari
yaptırımlar yönünden ise söz konusu yaptırımların kanunla öngörülmüş olması
gereğine yer verilmek suretiyle yasal düzenlemelere atıfta bulunulduğundan,
yaptırımı yasa ile belirlenen bir eylemin belirsizliğinden ve
öngörülemezliğinden söz edilebilmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Şevket APALAK bu görüşe katılmamıştır.
2- Yasa'nın 31. Maddesiyle Değiştirilen 3. Maddesinin (1) Numaralı
Fıkrasının (a) Bendinin İncelenmesi
a) Genel Açıklama
1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanunu, 'Genel
Hükümler' ve 'Çeşitli Kabahatler' başlıklı iki kısımdan oluşmaktadır.
Kabahatler Kanunu'nun 'Genel kanun niteliği' başlığını taşıyan 3.
maddesinde'Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında
da uygulanır.' denilmek suretiyle, Kanun'un Birinci Kısmındaki maddelerinin
diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.
Söz konusu madde, Anayasa Mahkemesinin 1.3.2006 günlü, E:2005/108,
K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Resmi Gazete'de yayımlanmasından
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırılan iptal kararının
gerekçesi şöyledir:
'Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, 'idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 140. maddesinin birinci
fıkrasında, 'Hakimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak
görev yaparlar'; 142. maddesinde 'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir'; 155. maddesinin birinci
fıkrasında da, 'Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî
yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda
gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar'
denilmektedir. Bu kurallara göre, Anayasa'da idarî ve adlî yargının ayrılığı
kabul edilmiştir. Bu ayrım uyarınca idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu
hukuku alanına giren işlem ve eylemleri idarî yargı, özel hukuk alanına giren
işlemleri de adli yargı denetimine tâbi olacaktır. Buna bağlı olarak idarî
yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının
görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu
söylemek olanaklı değildir.
Ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal
düzenlemelerde basit nitelikte görülen suçlar hakkında idari yaptırımlara yer
verildiği görülmektedir. Daha ağır suç oluşturan eylemler için verilen idari
para cezalarına karşı yapılacak başvurularda konunun idare hukukundan çok ceza
hukukunu ilgilendirmesi nedeniyle adli yargının görevli olması doğaldır. Ancak,
idare hukuku esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin, sadece para cezası
yaptırımı içermesine bakılarak denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak
adli yargıya bırakılması olanaklı değildir.
Bu durumda, itiraz konusu kuralla diğer yasalardaki kabahatlere
yollama yapılarak, yalnızca yaptırımın türünden hareketle ve idari yargının
denetimine tabi tutulması gereken alanlar gözetilmeden, bunları da kapsayacak
biçimde başvuru yolu, itiraz, bunlara ilişkin usûl ve esasların değiştirilmesi,
Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırıdır, Kural'ın iptali gerekir.'
22.7.2006 günlü, 26236 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan iptal
kararının yürürlüğe girmesinden önce çıkarılan 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı
Yasa'nın 31. maddesiyle Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi şu şekilde
değiştirilmiştir:
'(1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya
geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.'
b) Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Başvuru kararlarında,Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 günlü,
E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararında idarenin kamu gücünü kullandığı ve kamu
hukuku alanına giren işlem ve eylemlerinin idari yargı denetimine tabi olacağı
belirtilmiş iken getirilen yeni düzenlemede adli yargının genel görevli kabul
edilmesinin iptal kararı gerekçesinin dikkate alınmadığını gösterdiği, idare
hukuku ilkelerine göre tesis edilmiş olan işlemlere karşı idari yargı yoluna
başvurulabilmesi için bu yönde yasal bir düzenlemenin varlığının koşul olarak
aranmasının Anayasa'ya aykırı olduğu, söz konusu düzenlemenin mahkeme
kararlarına uyulmasının zorunlu olduğunu belirten kurala aykırı olduğu, Anayasa
ile benimsenen yargı ayrılığı rejimine göre idari yargının görevli olması
gereken idari işlemlerin denetiminde yasa koyucu tarafından adli yargının
görevli kılınabilmesinin mümkün olmadığı ve yasa koyucunun bu konuda takdir
hakkının bulunmadığı, Anayasa Mahkemesi kararında yer alan gerekçe dikkate
alınmaksızın yeni yasal düzenleme yapılmasının kuvvetler ayrılığı ilkesine
aykırılık oluşturduğu, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu hizmetleri gereği
gibi yerine getirebilmesi amacıyla idare hukuku alanındaki düzene aykırı
davranışlar nedeniyle yaptırım uygulama yetkisi ile donatıldığı; idari
yaptırımlar arasında yer alan ve idari bir yasağa aykırı davranılması nedeniyle
idari makamlarca kamu gücünün kullanılması suretiyle verilen idari para
cezaları nedeniyle çıkacak uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğu, idari
işlem ve eylemlerin denetiminin bu konuda uzman olan idari yargı yerine adli
yargıya bırakılmasının hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan etkin
yargılama ilkesiyle bağdaşmadığı, önceden ceza kanununda yer alan ve adli ceza
ile müeyyidelendirilen kabahatlerin ayrı bir kanunla düzenlenerek idari ceza
ile müeyyidelendirilmesinden sonra bu işlemlere karşı açılacak davalarda adli
yargının görevlendirilmesinin anılan süreçle de bağdaşmadığı, bu düzenlemenin
her biri tipik idari işlem olan kabahatler sebebiyle verilen idari para
cezalarına karşı açılan davaların idari yargı yerlerinde görülmesi gerektiği
yolunda Anayasa Mahkemesi'nce verilen geçmiş tarihli kararlara da aykırı
olduğu, idare hukuku ilkelerine göre tesis edilen bir idari işlemin idari para
cezası niteliğini taşıması nedeniyle denetiminin idari yargı alanından
çıkarılarak adli yargıya bırakılmasının Anayasa'ya aykırı olduğu, Askeri Yüksek
İdare Mahkemesinin görev alanı dışında kalan idari işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıklarda genel idari yargının görevli olduğu,yargı ayrılığının
benimsendiği Anayasal rejimde idari işlemlere karşı adli yargının
görevlendirilmesinin hukuk devletinin unsurlarından olan belirlilik ve hukuki
güvenlik ilkelerine aykırı bulunduğu, belirtilen nedenlerle itiraz konusu
kuralın Anayasa'nın 2., 5., 125., 138., 153., 155. ve 157. maddelerine aykırı
olduğuileri sürülmüştür.
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında,'İdarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 155. maddesinin
birinci fıkrasında da,'Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka
bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar' hükmü yer almaktadır.
İtiraz konusu bent, Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağını öngörmektedir.
Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin diğer hükümlerinde de, bu yaptırımlardan doğan uyuşmazlıklarda
görevli yargı mercileri belirlenmiştir. Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden
itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği
belirtilmektedir. Anılan maddenin (8) numaralı fıkrasında da 'İdarî yaptırım
kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım
kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle
birlikte idarî yargı merciinde görüleceği ifade edilmektedir. Yasa'nın 19.
maddesinde de, diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre
için; bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat
veya ehliyetin geri alınması, kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten
veya seyrüseferden alıkonulması gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili
kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı
tutulmaktadır.
Başka bir ifade ileKabahatler Kanununda genel görevli mahkeme
olarak sulh ceza mahkemesi görevli kılınmakla birlikte belirli durumlarda idari
yargı mercilerinin görevli olduğu kabul edilmiş, belirli idari yaptırımlara
ilişkin hükümlerin iseilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik
yapılıncaya kadar saklı tutulması kararlaştırılmıştır.
İtiraz konusu kural, idari yaptırım kararlarına karşı başvurulacak
kanun yolunun ilgili kanunlarda özel olarak düzenlenmiş olması halinde söz
konusu hükümlerin uygulanmasını, idari yaptırımlara karşı başvurulacak kanun
yolları bakımından diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde Kabahatler
Kanunu hükümlerinin uygulanmasını öngörmektedir.
Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi
kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile yönetim makamlarını, gerçek
ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Bu kural gereğince, yasama organı,
yapacağı düzenlemelerde daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi
kararlarını gözönünde bulundurmak, bu kararları etkisiz kılacak biçimde yasa
çıkarmamak, Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar
yasalaştırmamak yükümlülüğündedir. Başta yasama organı olmak üzere tüm organlar
kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de
bağlıdır. Kararlar gerekçeleriyle, yasama işlemlerini değerlendirme ölçütlerini
içerirler ve yasama etkinliklerini yönlendirme işlevi de görürler. Bu nedenle,
yasama organı düzenlemelerde bulunurken iptal edilen yasalara ilişkin
kararların sonuçları ile birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak
zorundadır.
Bir yasa kuralının Anayasa'nın 153. maddesine aykırılığından söz
edilebilmesi için iptal edilen önceki kural ile 'aynı' ya da 'benzer nitelikte'
olması, bunların saptanabilmesi için de öncelikle, aralarında 'özdeşlik' yani
amaç, anlam ve kapsam yönlerinden benzerlik olup olmadığının incelenmesi
gerekir.
Kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü
kabahatlerden bir kısmının ceza hukuku kapsamında suç niteliği taşıdığı
açıktır. Nitekim, Kabahatler Kanunu'nun İkinci Kısmında 'Çeşitli kabahatler'
başlığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kabahatler
oluşturmaktadır. Ayrıca, çeşitli yasalarda yer alan ve yaptırımı hafif hapis ya
da hafif para cezası veya her ikisi olan fiiller, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7. maddesiyle idari para cezasına
dönüştürülmüşlerdir. Uygulanacak yaptırımın yasa ile 'idari' para cezasına
dönüştürülmesinin bu tür yaptırım uygulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku
alanına giren suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır.
İtiraz konusu kuralla, bir yandan cezai karakteri ağır basan
eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya
geçirilmesine ilişkin yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine karşı
başvurulabilmesi sağlanmakta iken, diğer yandan idari yaptırımlara karşı
yasalarla idari yargı mercilerinin görevli kılındığı durumlarda ilgili yasa
hükümlerinin uygulanması sağlanmakta, bir başka deyişle bu davalarda idari
yargı yerlerinin görevli oldukları kabul edilmektedir.
Söz konusu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin 1.3.2006 günlü,
E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararında yer alan gerekçe doğrultusunda ve ilgili
kanunlarda idari yargı mercilerinin görevli olduğunun belirtildiği idari
yaptırımlardan doğan uyuşmazlıklarda Kabahatler Kanunu hükümlerinin
uygulanmayacağı belirtilmek suretiyle bu uyuşmazlıkların çözümünde idari yargı
yerlerinin görevli olması kabul edilmiş ve bu anlamda idari yargının denetimine
tabi tutulması gereken alan gözetilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, kural, daha
önce iptal edilen düzenleme ile özdeş nitelikte değildir.
Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki kimi kararlarında da
belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idarî
yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi
mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, kural olarak idare
hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda
adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun
mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. İdarî
yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı
neden ve kamu yararının bulunması halinde yasa koyucu tarafından adlî yargıya
bırakılabilir. Kabahat konusu eylemlerin çeşitliliği ve idari yaptırımların
uygulanma alanı dikkate alındığında, idari yargı teşkilatına oranla daha yaygın
olan sulh ceza mahkemelerine başvuru olanağı tanınmasının, hak arama
özgürlüğünü kolaylaştırıcı nitelikte olduğu, bu suretle kısa sürede sonuç
alınmasını olanaklı kıldığı ve idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemelerine
başvurulabileceği yolunda getirilen düzenlemenin haklı nedenini oluşturduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa'nın 125.,
153. ve 155. maddelerine aykırı değildir; iptal isteminin reddi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Şevket APALAK, Serruh
KALELİ ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa'nın 2., 5., 138. ve 157. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
3- Yasa'nın 16. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Başvuru kararında, idari tedbirlerin kapsamı belirlenirken
mülkiyetin kamuya geçirilmesinin yanı sıra 'ilgili kanunlarda yer alan diğer
tedbirler' ifadesine yer verilmesinin bilinmeyen yeni bir kavramın ortaya
çıkmasına neden olduğu, ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerin neler
olduğunun anlaşılamadığı, anlaşılamayan bu düzenlemeye göre ilgililerin
cezalandırılmasının hukuk devleti ilkesine uygun bulunmadığı ve Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi yasaların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir.
İstemle bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa'ya aykırılık incelemesi
yapabileceğinden, iptali istenen kuralla ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 38.
maddesi yönünden de inceleme yapılmıştır.
Anayasa'nın 38. maddesinde ifadesini bulan suç ve cezanın
yasallığı ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde, ceza yaptırımına bağlanan her
eylemin tanımı yapılarak, suçlar kesin biçimde ortaya konulmalıdır.
Anayasa'nın
2. maddesinde yer alanhukuk devletinin temel
ilkelerinden biri olan 'belirlilik' ilkesi de, hukuksal güvenlikle bağlantılı
olup kişinin, yasada hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını belirli bir kesinlik içinde bilebilmesini gerekli kılar.
Kabahatler Kanunu'nun 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası
ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtildikten sonra itiraz konusu (2)
numaralı fıkrasında, idari tedbirlerin, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili
kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu ifade edilmiştir.
Yasa'nın 2. maddesinde, idari yaptırımların ve idari yaptırıma
konu eylemlerin tümünün kanunla belirlenmesi esası kabul edilmiştir. Yasa'nın
4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da 'Kabahat karşılığı olan yaptırımların
türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.' denilmiştir.
Bu durumda, bir eyleme idari yaptırım uygulanabilmesi için kanunda
öngörülmüş olması zorunludur. Kanunla öngörülen bir idari yaptırımın
belirsizliğinden ise söz etmek mümkün değildir. Bu husus, iptali istenilen
kuralda belirtilen mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbiri yönünden geçerli
olduğu gibi diğer idari tedbirler yönünden de geçerlidir. Diğer idari
tedbirlerin, itiraz konusu kuralda 'ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler'
olarak belirtilmesi de bu durumu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Öte yandan, idari tedbirlerin çok çeşitli olmaları ve her zaman
yeni tedbirlerin de yasa koyucu tarafından öngörülebilecek olmaları nedeniyle,
tüm idari tedbirlerin bir metin içinde tahdidî olarak sayılması zorunluluğundan
söz edilemez.
İtiraz konusu kuralda belirtilen idari tedbirler, mevcut yasal
düzenlemelerde yer alan tedbirleri ifade ettiğinden ve bu düzenleme ile yeni
bir ceza yaratılmadığından, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık
bulunmadığı gibi belirsizlik ve öngörülemezlikten söz edilebilmesine olanak
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Şevket APALAK bu görüşe katılmamıştır.
4- Yasa'nın 27. Maddesine 5560 sayılı Yasa İle Eklenen (8)
Numaralı Fıkranın İncelenmesi
İtiraz başvurusunda, idari yaptırımlara karşı açılacak davaların
belirli durumlarda idari yargıda görülmesini öngören itiraz konusu kuralın,
hukuki karmaşaya yol açacak nitelikte olduğu, yasaların belirli ve açık olması
ilkesine aykırı olduğu, itiraz konusu kuralın uygulanması ile ilgili olarak
mahkemelerin bile farklı uygulamaları bulunmakta iken kişilerin nerede dava
açacakları konusunda belirsizlik bulunduğu, söz konusu düzenlemenin hukuk
devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, 'idari yargının görev alanına giren kararların
da verilmiş olması halinde' ifadesinin de belirsiz olduğu ve idari işlemlerin
istisnai hallerde idari yargıya yöneltilmesi halinin Anayasa'yla bağdaşmadığı,
itiraz konusu kuralla idari işlem niteliğindeki idari yaptırımların hukuka
uygunluk denetiminin idari yargı dışında bırakılması sonucuna yol açtığı,
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri ile işleyişi ve yargılama usullerinin
kanunla düzenlenmesi gerektiği, yasa ile yapılan belirlemenin ihtiyarilik
içermemesi gerektiği, uygulamada ortaya çıkacak farklı uygulamalara göre farklı
yargı yerlerinin görevli olmasının Anayasa'nın 125.,142. ve 155. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, 'İdarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 142. maddesinde
'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri
kanunla düzenlenir'; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, 'Danıştay, idarî
mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar
ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk
ve son derece mahkemesi olarak bakar' denilmektedir.
İtiraz konusu kural,idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka
aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı
merciinde görüleceğini hükme bağlamaktadır.
Söz konusu kural, sulh ceza mahkemesine başvurulabilecek idari
yaptırım kararları yönünden geçerli olup, bu yaptırım kararı kapsamında idari
yargının görev alanına giren bir başka kararın da verilmiş olması halinde bu
kararın iptali talebiyle birlikte idari yaptırımın iptali isteminin de idari
yargı merciinde görülmesini amaçlamaktadır. Bu suretle, idari yargının görevli
olduğu işlem kapsamında tesis edilen bir idari yaptırım kararının hukuka
uygunluk denetiminin de aynı yargı yerince yapılması sağlanmış olmaktadır.
İdari yaptırım kararlarına ilişkin uyuşmazlıkların hangi hallerde
idari yargı yerlerince çözümleneceği itiraz konusu kuralda açıkça
belirtildiğinden, kuralın belirsizliğinden ve mahkemelerin görevlerinin yasayla
belirlenmesi gerektiği yolundaki Anayasa'nın 142. maddesine aykırılığından söz
edilemez.
Öte yandan, idari yargı yerlerinin, idari işlem niteliğindeki tüm
idari yaptırımlardan doğan uyuşmazlıkların çözümünde görevli olması gerekirken
itiraz konusu kuralda yer alan uyuşmazlıklarla sınırlı olarak görevli
kılınmasının, Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüş
ise de diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin Kabahatler Kanunu hükümlerinin
uygulanacağını hükme bağlayan ve bu kapsamda bulunan idari yaptırım kararlarına
karşı sulh ceza mahkemesinin görevli olmasını sağlayan Kabahatler Kanunu'nun 3.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığının saptanması
karşısında, itiraz konusu kural kapsamındaki idari yaptırımlar bakımından idari
yargı yerlerini görevli kabul eden Yasa'nın 27. maddesinin (8) numaralı
fıkrasının Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırılığından söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa'ya aykırı değildir.
İptal isteminin reddi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER, Şevket
APALAK ile Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamıştır.
VII- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN İNCELENMESİ
30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun;
1-2. maddesine,
2-6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle
değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine,
3-16. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
4-27. maddesinin, 5560 sayılı Yasa'nın 34. maddesiyle eklenen (8)
numaralı fıkrasına,
yönelik iptal istemleri, 11.6.2009 günlü, E. 2007/115, K. 2009/80
sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, fıkra ve bentlere ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, 11.6.2009 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
VIII- SONUÇ
30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun;
1-2. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Şevket APALAK'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle
değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya
KANTARCIOĞLU, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ile Zehra Ayla PERKTAŞ'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3-16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve itirazın REDDİNE, Şevket APALAK'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4-27. maddesinin, 5560 sayılı Yasa'nın 34. maddesiyle eklenen (8)
numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER, Şevket APALAK ile Zehra
Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
11.6.2009 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Sacit
ADALI
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet
AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
Üye
A.
Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket
APALAK
|
Üye
Serruh
KALELİ
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
KARŞIOY YAZISI
I- Kabahatler Kanunu'nun 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa'nın 31.
maddesiyle değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin
Anayasa'ya aykırılığı:
İtiraz konusu kuralla, Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı öngörülmüştür. Kabahatler Kanunu'nun 27.
maddesi ile idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari
yaptırım kararlarına karşı adli yargı genel görevli kabul edilmiş olduğundan,
idari yargıya başvuru, ancak ilgili kanunlarda özel hüküm bulunması halinde
yani istisnai olarak kullanılabilecek bir yoldur.
Anayasa'ya aykırılık itirazının reddine ilişkin çoğunluk
gerekçesinde idari para cezası uygulanabilecek eylemlerin pek çoğunun gerçekte
ceza hukuku alanına giren suç olma özelliklerini taşıdığı, kabahat konusu
eylemlerin çeşitliliği ve idari yaptırımların uygulanma alanı dikkate
alındığında idari yargı teşkilatına oranla daha yaygın olan sulh ceza
mahkemelerine başvuru olanağı tanınmasının hak arama özgürlüğünü kolaylaştırıcı
nitelikte olduğu, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasını olanaklı kıldığı ve
idari yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemelerine başvurulmasının Anayasa'ya
aykırı olmadığı belirtilmiştir.
Adli ve idari yargı nitelikleri ve yargılama usulleri farklı
olduğundan, bu tür bir kıyaslamanın yapılması olanaklı değildir. Ceza
yargısının sistemi, yasalarda yaptırım öngörülen bir eylemin gerçekleştiği
savının ortaya konması, suçlanan kişinin buna karşı savunmasını yapması,
mahkemenin ise delilleri değerlendirerek hükmünü vermesi sistemine
dayanmaktadır. Adli yargılamanın konusu kişinin eylemine ilişkin maddi gerçeğin
ortaya çıkarılmasıdır. İdari yargıda ise yargılanan idaredir; idarenin
eyleminin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka uygun olup
olmadığının yargı merciince denetlenmesidir. İdari yaptırımlar kişinin
savunması alınmadan kesilmekte ve uygulanmaktadır, ceza yargılamasında ise
peşin cezaya yer yoktur. Bu yönleriyle konuya bakıldığında idari yaptırım
konusu olan eylemlerin ceza karakterli olmasına veya sulh ceza mahkemelerinin
sayısının idare mahkemelerinden daha fazla olmasına dayanılarak adli ve idari
yargı ayrımını benimsemiş Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerinin açık hükümlerin
bir tarafa bırakılması olanaklı değildir. İdari yaptırımlara karşı ilke olarak
sulh ceza mahkemelerini yetkili kılan kuralın iptali gerekir.
2- Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesine 5560 sayılı Yasa'nın 34.
maddesiyle eklenen (8) numaralı fıkranın Anayasa'ya aykırılığı:
İtiraz konusu fıkrada, idari yaptırım kararının verildiği işlem
kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların
da verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddialarının, o işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görüleceği belirtilmektedir.
Bu düzenlemede de yukarıda değerlendirilen 3. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin Anayasaya aykırılığı için belirtilen gerekçe aynen
geçerli olduğu gibi, Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine
de aykırılık söz konusudur. İtiraz konusu kuralla, benzer konuların, davacının
seçimine göre farklı yargı mercilerine götürülmesi yolu açıldığından, içtihat
birliğinin sağlanması ve hukuki istikrar ve öngörülebilirliğin gerçekleşmesi de
zorlaşacaktır. Kuralla, hukuk devletinin temel gereklerinden olan
uyuşmazlıkların süratle çözülmesi amacı da gerçekleşemeyeceğinden, idari
yaptırım kararlarına ilişkin uyuşmazlıkların hangi hallerde idari yargı yerince
çözümlenebileceğinin itiraz konusu kuralda açıkça belirtildiği ve kuralın
belirsizliğinden bahsedilemeyeceği yolundaki çoğunluk gerekçesine katılmak mümkün
değildir.
Yukarıdaki nedenlerle karara katılmamış bulunuyorum.
Başkanvekili
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
I- 3. Madde'nin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin İncelenmesi:
5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde, bu Kanun'un idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre, idari yaptırım kararlarına karşı
açılacak davaların idari yargıda görülebilmesi için söz konusu yaptırım
kararına ilişkin yasada itiraz merciinin idari yargı yeri olduğunun açıkça
gösterilmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın; 125. maddesinin birinci fıkrasında 'idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 140. maddesinin birinci
fıkrasında 'Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak
görev yaparlar'; 155. maddesinin birinci fıkrasında da 'Danıştay, idari
mahkemelerce verilen, kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar
ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk
ve son derece mahkemesi olarak bakar' denilerek Türk hukuk sisteminde idari ve
adli yargının ayrılığı kabul edilmiştir. Bu ayırım, idarenin kamu gücü
kullanarak idari hukuku esaslarına göre tesis ettiği işlemleri ile eylemlerinin
idari yargı denetimine bağlı tutulmasını gerektirmektedir. Ancak, hizmetin
özelliğinden veya uyuşmazlığın niteliğinden kaynaklanan kamu yararının zorunlu
kıldığı ayrık durumlarda, adlî yargının görevlendirilmesi olanaklı ise de yasa
koyucunun bu konudaki takdir yetkisinin çok sınırlı olduğunda duraksama
bulunmamaktadır. Buna göre, idari eylem ve işlemler konusunda genel yetkili
yargı yerinin idari yargı olduğu açıktır. İtiraz konusu kuralla idari yaptırım
kararlarına karşı idari yargıya başvurulabilmesinin, bu konuda yasada açık
hüküm bulunması koşuluna bağlanması, idari işlemlerde adli yargının genel,
idari yargının ise özel yetkili olması sonucunu doğurduğundan, Anayasa'nın
adli, idari yargı ayırımını kabul eden kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
II- 27. Maddenin (8) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi:
5326 Sayılı Yasa'nın 27. maddesinin (8) numaralı fıkrasında,
'İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili
olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması
halinde, idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin
iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür' denilerek idari
yaptırım kararlarına karşı açılacak davaların, bu konuda genel yetkili olması
gereken idari yargıda görülebilmesi, aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının
görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde olanaklı kılınmıştır.
Böylece, idarenin kamu gücüne dayanarak idari hukuku esaslarına göre tesis
ettiği idari yaptırım kararlarına karşı açılacak davaların idari yargı
yerlerinde görülebilmesinin bazı koşulların gerçekleşmesine bağlı tutulması,
belirtilen işlemlerde Anayasa gereği genel yetkili olan idari yargıyı, ayrık
durumlarda başvurulabilecek bir yargı yolu haline getirmiştir. Ayrıca, aynı
idari yaptırım kararı hakkında, bu kararın verildiği işlem kapsamında, idari
yargının görev alanına giren kararların da bulunması halinde, iki işleme karşı
birlikte veya ayrı dava açılmasına göre farklı kararlar çıkabileceği gibi, iki
yargı yerinin başvuru sürelerinin farklı olmasından kaynaklanan görev ve yetki
uyuşmazlıkları, buna bağlı olarak hak kayıpları da oluşabilecektir. Bunun
dışında söz konusu kural, kişilerin haklarındaki iki işleme karşı birlikte veya
sadece birisine karşı dava açmak suretiyle aynı uyuşmazlığı farklı yargı
mercilerine götürebilmelerine de yol açabilecektir. Kamu düzeni ile ilgili olan
görev konusunun kişilerinin iradelerine bağlı olarak değiştirilebilmesi,
eşitlik temelinde yasa kurallarının hiçbir duraksamaya meydan verilmeksizin
genel ve nesnel biçimde uygulanmasını sağlamakla yükümlü olan hukuk devletinin
gerekleriyle de bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle Yasa'nın 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi ile 27. maddesinin (8) numaralı fıkrasının iptali
gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞI OY GEREKÇESİ
2007/115 Esas sayılı dosyanın esasının incelenmesine geçilmesi
yönündeki çoğunluğun görüşüne karşı düşüncemiz şöyledir:
Davacının, Muğla İdare Mahkemesi'ne alkollü araç kullanmaktan
verilen 448.00.-YTL para cezasına ilişkin 14.03.2007 günlü, 731145 sayılı
'Trafik Ceza Tutanağında belirtilen işlemin iptali istemiyle başvurduğu;
Mahkeme'nin bu başvuruyu dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün
adli yargı mercilerinin görev alanında olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı 'İdari
Yargılama Usulü Yasası'nın 15/1-a maddesi hükmü uyarınca görev yönünden
reddettiği; Görevsizlik kararına karşı Aydın Bölge İdare Mahkemesi'ne
başvurulduğu; Aydın Bölge İdare Mahkemesi'nin ise Kabahatler Kanunu'nun kimi
maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.
Başvuru dosyasının incelenmesinden aynı eylem nedeniyle 0215
sayılı 'Sürücü Belgesi Geri Alma Tutanağı' düzenlenerek davacının sürücü
belgesinin 6 ay süre ile geri alınmasının da kararlaştırıldığı görülmüştür.
Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin 8. fıkrası gözetildiğinde
davaya bakma görevinin Muğla İdare Mahkemesi olduğu kuşkusuzdur.
İtiraz yoluna başvuran Aydın Bölge İdare Mahkemesi'nin konumuna
gelince;
2576 sayılı 'Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi
Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunu'nun 7. maddesinin (a)
bendinde, konusu belli parayı içeren idari işlemlere karşı açılan iptal
davalarının tek hakimle çözümlenecek davalar arasında belirtildiği; 8.
maddesinin (a) bendinde de, tek hakim tarafından 7. madde hükümleri uyarınca
verilen kararların itiraz üzerine Bölge İdare Mahkemeleri tarafından
incelenerek kesin olarak hükme bağlanacağı belirtilmiş;
2577 sayılı 'İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 45. maddesinin 4.
fıkrasında 'Bölge idare mahkemesi evrak üzerinde yaptığı inceleme sonunda,
maddi vakıalar hakkında edinilen bilgiyi yeter görürse veya itiraz sadece
hukuki noktalara ilişkin ise veya itiraz olunan karardaki maddi yanlışlıkların
düzeltilmesi mümkün ise işin esası hakkında karar verir. Aksi halde gerekli
inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında yeniden karar verir. (Ek
cümle: 3622-5.4.1990) Ancak, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı
yapılan itirazı haklı bulduğu veya davaya görevsiz hakim tarafından bakılmış
olması hallerinde kararı bozmakla birlikte dosyayı geri gönderir, bölge idare
mahkemesinin bu kararları kesindir.' denilmiş;
14. maddesinde de dilekçe üzerine yapılan ilk inceleme aşamasında
Danıştay'da daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakiminin, idare ve
vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye
tarafından öncelikle görev ve yetki yönünden inceleme yapılacağı hükme
bağlanmıştır.
Bu düzenlemeler gözetildiğinde;
Olayda, Muğla İdare Mahkemesi'nce davanın görev yönünden reddi
yolunda verilen kararın, adı geçen mahkemenin ilk inceleme üzerine verdiği bir
karar olduğu ve bu karara yapılan itirazın Aydın Bölge İdare Mahkemesi'nce
haklı bulunması halinde söz konusu kararın bozulması, aksi halde onanarak dosyanın
Muğla İdare Mahkemesi'ne geri gönderilmesi, işin esası hakkında karar
verilmemesi gerekmektedir.
Bu duruma göre itiraz başvurusuna konu kuralların Anayasaya uygun
ya da aykırı bulunmasının Bölge idare mahkemesince verilecek kararın sonucuna
etkili olamayacağı nedeniyle iptale ilişkin itiraz başvurusunun mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle reddi gerekeceğinden çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞI OY
1- Esas : 2007/115, Karar: 2009/80 sayılı karara karşıoy
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun, (1) fıkrasının itiraz konusu
(a) bendine ilişkin kuralın da yer aldığı 3. maddesinde,
'(1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin
hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya
geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır'
denilmektedir.
İtiraz konusu kuralda, idari yaptırım kararlarına karşı
başvurulacak yargı yerinin belirlenmesinde izlenmesi gereken yöntem
açıklanmıştır. Buna göre, yargı yerinin belirlenmesine ilişkin diğer kanunlarda
aksine bir hüküm bulunmaması halinde Kabahatler Kanununda yer alan hükümler
uygulanarak yargı yeri saptanacaktır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesinin (8) numaralı
fıkrasında ise'İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi
ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş
olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu
işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür'denilmektedir.
Hükümde, idari yaptırım kararlarına karşı idari yargı mercilerine
başvurabilmek için gerekli olan koşullar gösterilmiştir. Buna göre, idari
yargının yetkili yargı mercii olabilmesi için, idari işlemle yaptırım
kararlarının birlikte dava konusu edilmesi gerekmektedir.
Somut olay ise alkollü araç kullandığı gerekçesiyle sürücü
belgesinin altı ay süre ile geri alınmasına ve trafik para cezasına ilişkindir.
İtiraz başvurusundan, yalnızca trafik para cezasının iptali için açılmış bir
dava bulunduğu halde, sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin işlemin iptali
için açılmış bir davanın varlığı saptanamamıştır. Kabahatler Kanunu'nun 27.
maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca, idari yargının yetkili yargı mercii
olabilmesi için, yaptırım kararına esas idari işlem ile yaptırım kararının
birlikte dava konusu edilmesi gerekmektedir. Oysa, trafik para cezası yaptırımı
ile sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin işlemin birlikte dava edildiği
hususu anlaşılamamaktadır. Bu durumda, idari yargı merciini yetkili kılan 27.
maddenin (8) numaralı fıkrasındaki hükmün olayda uygulanma yeri
bulunmamaktadır. Bu nedenle başvuruda bulunan idari yargı merciinin davayı
görme ve dolayısıyla da itiraz konusu kuralları uygulama yetkisi
bulunmamaktadır.
Bu nedenle başvurunun yetkisizlik nedeniyle reddi gerektiğinden
esasın incelenmesi yönündeki çoğunluk kararına katılmadım.
2- Esas : 2007/79, Karar : 2009/78 sayılı karara karşıoy
Dava tarihinde yürürlükte olan, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun
5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesi ile değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde, idari yaptırım kararlarına karşı diğer kanunlarda
aksine hüküm bulunmaması halinde bu Kanun'un, kanun yoluna ilişkin hükümlerinin
uygulanacağı, 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise İdari para cezası ve
mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın
tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza
mahkemesine başvurulabileceği öngörülmektedir.
Uyuşmazlık konusu idari para cezanın dayanağını oluşturan İmar
Kanunu'nun 'ceza hükümleri' başlıklı 42. maddesinde de ruhsat alınmadan veya
ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı
sahibine ve müteahhidine para cezası verileceği belirtilmiş, ancak, anılan
Kanun'da bu para cezasına ilişkin 'itiraz yolu' ya da 'itiraz yeri'
gösterilmemiştir.
İtiraz başvurusunda bulunan İzmir İdare Mahkemesi, salt imar para
cezasına ilişkin olarak açılan davada, İmar Kanunu'nda kanun yoluna ilişkin bir
düzenleme bulunmadığı için 5326 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi uyarınca görevli yargı yerinin adli yargı içindeki sulh
ceza mahkemesi olduğunu saptayarak görevsizlik kararı verecektir. Dolaysıyla
Mahkeme, anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının iptal isteminde bulunulan (a)
bendini, Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Kanun'un 28. maddelerinde belirtilen
şekilde bu dava sebebiyle uygulamış olacaktır.
Bu nedenle 5326 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin, davada uygulanacak kural olarak esasının incelenmesi
gerekirken, başvurunun yetkisizlikten reddedilmesine ilişkin çoğunluk kararına
katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Sayın Mehmet ERTEN'in 2007/79 ve 2007/115 esas sayılı dava
dosyalarının ilk inceleme kararlarına ilişkin karşıoy gerekçelerine
katılıyorum.
2. Kabahatler Kanunu'nun 27. maddesine 5560 sayılı Yasa ile
eklenen itiraz konusu (8) numaralı fıkrada 'İdari yaptırım kararının verildiği
işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren
kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka
aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde
görülür.' denilmiş, madde gerekçesinde de bu düzenleme ile Kabahatler
Kanunu'nun ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirildiği belirtilmiştir.
İtiraz konusu kuralda, bu kapsamdaki idari yaptırım kararlarında
görevli yargı yerinin kesin olarak belirlenmediği ve bunun davacının iradesine
bırakıldığı anlaşılmaktadır. İdari yaptırım kararının yanı sıra bu kapsamda
başka idari işlem de tesis edilmiş ise ilgili yalnız idari yaptırıma karşı dava
açarsa adli yargı, idari yaptırım ile diğer idari işleme karşı dava açarsa adli
yargı görevli olacaktır. Yargılama usulünde görevin kamu düzenine ilişkin
olması nedeniyle, bu konudaki kuralların yasayla kesin olarak düzenlenmesi
gerekir. Davacının iradesine bağlı olarak yargı yeri değişemez.
Öte yandan, Kabahatler Kanunu kapsamındaki bir idari yaptırım için
dava açma süresi 15 gün iken, bu kapsamda tesis edilen idari işleme karşı idari
yargıda dava açma süresinin 60 gün olduğu gözetildiğinde, ilgilinin 15 gün
içinde idari yaptırım kararına karşı adli yargıda dava açması halinde, sulh
ceza mahkemesi görevli iken, daha sonra bu kapsamda tesis edilmiş idari işlemle
ilgili dava açılınca görevi sona erecektir. Sulh ceza mahkemesi hakiminin böyle
bir davanın varlığını tespit edebilmesi her zaman mümkün olmayacak ve sonuçta
aynı eylem nedeniyle iki farklı yargı kolunda iki ayrı dava görülmüş olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, fıkrada belirtilen ikili işlemlerdeki
görevli mahkemenin yasada kesin biçimde düzenlenmemesi hukuki karmaşa yaratacak
nitelikte olduğundan itiraz konusu kural Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırıdır. Kuralın iptali gerektiği düşüncesinde olduğum için
aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmadım.
YÖNTEMDE AYRIŞIK OY
İncelenen bu dosyada birleşme nedeniyle yer alan, 2007/115 esas
sayılı davada ilk inceleme aşamasında verilen 5326 sayılı Yasa'nın itiraz
konusu 3. maddesinin 1/a bendine ilişkin yetkisizlikten red kararına ait
ayrışık oy:
Görülen itiraz başvurusuna neden olan imar para cezasına ilişkin
işlemin iptali istemiyle açılan davalarda İdare Mahkemesi öncelikle idari
yaptırım kararlarının niteliğini, idari yaptırımlara karşı temel olarak adli
yargıyı görevli kılan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun hükümlerine bakacaktır.
İdari yaptırım yanında başka bir işlem olup olmadığı dava konusu edilip
edilmediği, edilmediyse görev konusu idari yargı yerinin diğer önceliklerini
oluşturacaktır. Ayrıca Yasa'nın 27. maddesinin (8) nolu fıkrasının davada
uygulanacak olduğunun kabulü, imar para cezasının Yasa'nın 3. maddesinin (1)
nolu fıkrası (a) bendi ile ilinti kurulduğunu göstermektedir.
Bu nedenle mahkemenin uygulayacağı kurallar arasında yer aldığı
açık olan Yasa'nın (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle ilgili yetkisizlikten
ret kararına katılmıyorum.
AZLIK OYU
I- Genel Yaklaşım
Yürütme organının ve ona bağlı idare örgütünün üstün yetkilerle
donatılması, kamu gücünü etkinlikle kullanması, Devletin yönetsel uğraşlarında
özel hukuk dışında kamu hukuku kurallarının uygulanması ve yönetsel işlem ve
eylemlerin adli yargı dışında özel bir yargı yerinin denetimine bağlı
tutulmasıyla idari rejim ortaya çıkmaktadır. Böylece yönetimler tek yanlı
olarak irade sergileyebilmekte ve gene kendileri bu irade yansımalarını
uygulayarak yaşama geçirebilmektedir. İdari rejimin tarihsel ve felsefi
kaynağında, idarenin adli yargı yerlerine bağlı tutulmaması düşüncesi ve
gerekçesi yer alır. Kamu gücünün kullanılmasıyla yürütülecek kamu hizmeti ve
bunun içinde ve yanında kendini gösteren kolluk görevlerinin içerdiği
özellikler ile uygulamacılarda aranacak uzmanlıklar idari uğraşın üzerinde
durulması gereken niteliklerindendir. Değinilen idari rejim kamu gücü ve ayrı
yargı yeri yanında, uyuşmazlık mahkemesiyle bütünlenir. Yönetsel ilkelerle
uzmanlaşan ve yönetimlerin yapı ve gereksinimini yakından izleyen bir yargı
sistemi ve uyuşmazlık mahkemesi idari rejimin vazgeçilemez gereğidir.
Anayasa başlangıç metninde kuvvetler ayrımından belli Devlet yetki
ve görevlerinin kullanılması olarak söz etmiş, 6. maddesinde hiçbir kimse veya
organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağını
belirtmiş, 8. maddesinde yürütmeyi yetki ve görev olarak tanımlarken
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirileceğine değinmiş, 38.
maddesinde idarenin kişi hürriyetini kısıtlayacak müeyyide uygulayamayacağını
öngörmüştür. Bunlar yanında devletin gözetimine veya değerlendirmesine bırakılan
eğitim, kamulaştırma, sağlık, sosyal güvenlik, kamu hizmetine girme gibi haklar
ilgili maddelerde düzenlenmiştir. Anayasa 123., 126. ve 127. maddelerinde ise
merkezi ve yerinden yönetim idareleriyle ilgili kurallara yer vermiş, 128. ve
129. maddelerinde kamu hizmetlerini yürütecek memur, kamu görevlileri ve
bunların sorumluluklarına ilişkin ilkeleri geliştirmiştir.
Bu kurallarla Anayasa'nın yukarda sözü edilen idari rejimle ilgili
temel yaklaşımları ördüğünde kuşku yoktur. Kamu idareleri, kamu kurumları yerel
yönetimler ve bu yerlerde kamu gücünü kullanacak memur ve kamu görevlileriyle
idare hukuku ilkelerine dayalı ve idari uğraşla sınırlı tavırlar, tutumlar
sergilenecek, bunlar idari işlem, eylem ve sözleşmeler olarak somutlaşacaktır.
İdari işlemlerin kapsayıcı ve ilkelleştirici yerleşik tanımı tüm idari istenç
yansımalarının da yol göstericisidir. Sözgelimi yönetsel birimlerin idare
hukuku ilkelerine dayalı ve idari uğraş alanında tek yanlı olarak ve kamu gücü
kullanarak gerçekleştirdikleri idari işlemler bu öğeleri taşıyan tüm yönetsel
irade açıklamalarının tanımı olacaktır. Yönetsel birimlerce ve idare hukukunun
egemen olduğu idari faaliyetlerle ilgili idari cezalar da bu kapsam içinde yer
alır. İdari yaptırım içeren yönetsel cezalar idari faaliyetin sağlıklı bir
biçimde yürütülmesi ve böylece kamu hizmetinin amaçladığı kamu yararının
gerçekleşmesini sağlama yönünde işlevsel özellikler içeren, idari amaç ve
faaliyete ilişkin destek işlemlerdir. İdari cezaların var olmaması halinde,
idari önlemlere uyulmayacak, idari işlemler yetkin anlamda uygulanamayacak,
kamu hizmetinin ve kamu yararının gerçekleşmesi güçleşecektir. Bunun idari
işlemlerdeki disipliner ve tutarlı akışı etkisizleştireceği açıktır. Bu
bakımdan, idari cezalar da diğer idari işlemler gibi idare hukuku ilkelerine
dayanır ve kimi zaman başka bir idari işleme koşut bir gelişim izler.
Gerek öğreti ve gerekse uygulama bu yönde yaklaşım göstermektedir.
Bir idare hukuku kuralına aykırılığın idari cezaya neden olacağı, idari
cezaların idari kurallara doğal bağlılığının bulunduğu ve öznel işlem niteliği
taşıdıkları yolundaki yaklaşımlar Anayasa Mahkemesi kararlarında da karşılığını
bulmuş, idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlemlerinde
para cezası ve yaptırıma bakılarak bir ayrım yapılamayacağı sonucuna
ulaşılmıştır.
Öte yandan idari işlemlerin yargısal denetiminin hukuk devletinin
bir gereği olduğunda kuşku yoktur. Gerçekten de Anayasa 125. maddesinde
'idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.' ilkesini
öncelikle vurgulamıştır. 155. maddesiyle de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin
idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan mahkeme
olduğunu öngörmüştür. 155. maddenin doğal çıkarımı idari işlem ve eylemlerin
yargı yolunun idari yargı yerleri olduğudur. Anayasa'nın Danıştay'ı düzenleyen
155. maddesi ile hâkim ve savcıların adli ve idari yargı hâkim ve savcıları
olarak görev yapacağını öngören 140. maddesi ise Anayasa'nın adli ve idari
yargı olarak iki ayrı yargı yolu öngördüğünün belirgin hukuksal dayanaklarıdır.
Belirtilen bu olgu ve tablo, idari cezaların idare hukuku ilkeleri
karşısında idari işlem niteliğinde olduğu ve diğer yönetsel işlemlerden
ayrılmaksızın idari yargı denetimine bağlı tutulmaları gerektiğini anayasal
zorunluluk olarak yansıtmaktadır.
II- Kuralların İrdelenmesi
5326 sayılı Kabahatlar Kanunu'nun
1- 2. ve 16/2 maddeleri yönünden:
Yasa'nın 2. maddesi kanunun karşılığında idari yaptırım
uygulanmasını öngördüğü haksızlığın kabahat olduğu, 16. maddesinin birinci
fıkrasında idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden oluştuğu
belirtilmiş, birinci fıkrasında ise idari tedbirler mülkiyetin kamuya
geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler şeklinde
açıklanmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde vurgulanan hukuk devleti yasaların
belirgin, öngörülebilir ve tutarlı bir akış içermesini de kapsamaktadır. Gene
Anayasa'nın 38. maddesinin suç ve cezanın yasallığını öngören ilkelerinden
anlaşılan yasaların önce suçu belirleyeceği daha sonra cezayı düzenleyeceğidir.
Buna karşın iptal istemine konu 2. madde kabahatin tanımında yaptırımdan
hareketle suça ulaşmaktadır. Kabahat için seçilen ve hareketi kapsayan kavram
ise haksızlıktır. Kabahat ve haksızlık kavramlarının, birlikte oluşturdukları
metni belirsizliğe götürmeleri yanında, aynı işlevselliği taşıdıkları da
anlaşılmaktadır. Kabahatin açılımını yapan kanunilik ilkesi başlıklı 4.
maddenin birinci fıkrasında kabahat konusu eylemler kanunlar dışında çerçeve
yasaya bağlı olarak, idarenin genel ve düzenleyici işlemlerine de
bırakılmaktadır. Bu kural 2. maddeyle birlikte ele alındığında suç ve cezanın
yasallığı ilkesinin, kimi eylemlerin belirlenmesinde düzenleyici işlemlere de
olanak tanınarak aşıldığı ortaya çıkmaktadır.
2. maddenin söz ettiği yaptırım kavramına Yasa'nın 16. maddesiyle
de bakılması zorunludur. Çünkü 16. madde, idari para cezasından başka idari
tedbirler olarak belirttiği yaptırımların mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve
ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda
Yasa'nın 18. maddesine göre kabahat konusu veya sonucu olarak elde edilen
eşyanın mülkiyeti kamuya geçmektedir. Kamuya geçme eşyanın mülkiyetinin kamu
kurum ve kuruluşuna ya da devlete geçmesi şeklinde gerçekleşecektir.
Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla
kanunla sınırlanabileceğini belirtmekte ve 46. maddesinde kamulaştırmaya olanak
verirken, taşınır mallar yönünden 119. ve 121. maddelerinde olağanüstü hal
durumlarında 15. maddeyle sınırlı olarak rekizisyon (İstimval) yolundan söz
etmektedir. Ayrıca Anayasa 38. maddesinde genel müsadere cezası verilemez
derken, maddenin ve fıkranın düzenlediği konularla amaçsal yorumlanmasında
müsadere ile yargı yerini gösterdiği anlaşılmaktadır. Maddenin, idareden söz
eden başka fıkrasının varlığı, ceza ile ilgili bir el koymanın idarenin
görevine verilmediği yorumuna ayrı bir olanaktır.
Belirlenen anayasal kurallar karşısında, idari kararla mülkiyetin
el değiştirmesine yönelik düzenleme Anayasa'nın 35., 38. ve 46. maddelerine
aykırıdır. Maddedeki diğer tedbirler kavramı ise belirsiz ve kapsayıcı bir
niteliktedir. İdare hukukunda tedbir niteliği taşımayan idari işlem bulmak
güçtür. İdarelerce yürütülen kamu hizmeti ve kolluk görevleri idari yapının
korunması ve işlevlerinin gerçekleştirilmesine yönelik önlemlerden oluşur. Bu
bağlamda kavramın etkinliğinin idare hukukunun tüm alanlarını kapsayacağı açıktır.
Kamu gücü kullanılarak yapılan idari işlemler ilgilisi birey özelinden çıkarak
kurulu idari düzeni koruma, tutarlı bir şekilde sürdürme işlevini de gündemine
alır. İdari tedbirlerin uygulanmasında ortaya çıkacak görünüme bakarak ceza
nitelemesi yapmak ve idari yargı denetimi dışına çıkarma sonucuna ulaşmak idari
rejimle bağdaşmaz. Bu bakımdan kavramın içerdiği belirsizlikler de Anayasa'nın
2. maddesinde yer alan hukuk devletiyle bağdaşmamaktadır.
1) 3/1-a Maddesi Yönünden:
Yukarda genel yaklaşım bölümünde açıklanan idari işlem,
yaptırımlar ve doğal yargı yoluna ilişkin görüşler bu madde yönünden esas
alınacak öncelikli metinlerdir. Bunlar yanında konuya bakıldığında:
Anayasa'nın 125. maddesi idarenin her türlü eylem ve işlemine
yargı yolunu açarken, idari yargının bu işlem ve eylemlerin doğal yargısı
olduğunu da ilgili maddelerindeki yaklaşımlarla öngörmüştür. Yasaların ayrıca
idari yargıyı görevli göstermesine gerek yoktur. Yasalar görev belirtmeseler
bile idari işlem, sözleşme ve eylemlere karşı idari yargıda dava
açılabileceğinde duraksama duyulamaz. Kimi zaman anayasal dizgeye uygunluğu
tartışma konusu olabilecek bir şekilde idari yargının görevindeki konunun başka
yargı yerinin görev alanına alınması veya idari yargı sistemi içinde genel
görevli idare mahkemesi dışında başka bir yerin görevlendirilmesinde gerek ve
zorunluluk görüldüğünde ancak ilgili yasada bu yolda vurgu yapılması yoluna
gidilmektedir. Aykırı bir durumun temel bir norma dönüştürülmesi Anayasa'nın
yargı kollarıyla ilgili yapısına yönelik açık bir çelişkinin varlığını
göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi yerleşik kararlarıyla yargı kollarıyla ilgili
ayrıma vurgu yapmış ve 1.3.2006 günlü ve 2006/35 sayılı kararıyla Kabahatler
Kanunu özelinde bu yaklaşımını yinelemiştir. Bu yaklaşımla birlikte idari
mahkemelerin il ve ilçe düzeyinde tam yaygınlaşmamış olması ve yargılama
yöntemlerinin farklılığı gibi nedenlerle ivedi karar oluşumunun gecikmesi
olasılığından çıkılarak varılan hak arama özgürlüğünün kolaylaştırılması
düşüncesinin, anayasal yargı yerleri ayrımının gözden uzak tutulmasına etken
olmaması gerektiği de ayrı bir konudur.
Bu bakımdan, ilgili yasalarda idari yargı yerinin görevli
kılınması koşulunu getiren ve böylece idari işlem olduğu açık olan idari
yaptırımların doğal yargı yerinin değiştirilmesi sonucunu veren kural
Anayasa'nın 125., 153., 155. ve 158. maddelerine aykırı olmaktadır.
Öte yandan, fıkrada sözü edilen, idari yaptırıma karşı yapılan
başvurularla ilgili 'kanun yolu' kavramının hukuksal irdelemesi de zorunlu
olmaktadır. Ceza yargısında uygulanan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
260. ve izleyen maddelerinde kanun yolunu kavramı hâkim ve mahkeme kararlarına
yapılacak itiraz, istinaf ve temyiz gibi olağan, kanun yararına bozma,
yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü kanun yolları olarak açıklanmaktadır.
Bu bakımdan idari yaptırım kararlarına karşı kanun yollarının öngörülmesiyle
amaçlananın yeni bir dava açılması mı, yoksa verilen bir yargı kararına karşı
başvuru mu olduğu konusunda sözel olarak belirsizlik izlenmektedir. Yasa'nın
başka maddelerinde düzenlenen başvuru yolları bu fıkrayı ortadan kaldırmadığı
gibi usul hukuku yönünden çelişkinin de ayrı bir göstergesini oluşturmaktadır.
Kural bu biçimiyle Anayasa'nın değinilen maddelerinin somutlaşmasında
belirlenen aykırılığı desteklemektedir.
2) 27/8. Madde Yönünden:
Kural, idari yaptırım kararı yanında idari yargının görev alanına
giren başka bir işlemin varlığı halinde, idari yaptırımlara karşı bu işlemle
birlikte idari yargıda iptal davası açılabileceğini öngörmektedir.
Kuralın bu niteliği apaçık bir şekilde, idari yaptırım kararının
aslında idari işlem olduğunu ve yargı yerinin idari yargı olması gerekliliğini
vurgulamaktadır. Başka bir anlatımla yaptırımın yanında başka bir işlem
olduğunda, yargı yerinin değişmesi, yaptırım kararının doğal niteliğine ilişkin
Yasa'nın yaklaşımını etkilemekte ve yaptırımın belirlenmesine egemen olan ceza
bakışına ilişkin önceki maddelerin öngörülerinden ayrılmaktadır. Kaldı ki bir
işlem eğer idari nitelikteyse yanında başka bir idari karar olmadan da
idaridir. İşlemlerin yakınlarında başka işlemler arayarak, adli ceza
mahkemelerinin bakacağı uyuşmazlık olup olmadığı yönünde ölçütler geliştirmek,
gerek ceza ve gerekse idare hukuku ile yargı yerlerinin nesnelliğe, belirliliğe
ve tutarlılığa dayanan ilkesel yaklaşımlarıyla bağdaşmaz.
Öte yandan, görevli idari yargı yerlerinin ve dava sürelerinin
olası farklılıkları idari işlemlere karşı birlikte ve aynı yargı yerinde iptal
davası açılmasında çelişki ve belirsizlik oluşturacak diğer olgulardır.
Bu bakımdan, idare hukuku ilkelerine göre alınan idari yaptırım
kararlarına karşı yargı yerini başka bir idari işlemin varlığına veya birlikte
dava açılmasına bağlamak ve böylece yargı yerlerinin görevlerinde duraksamalara
neden olmak Anayasa'nın 2., 125., 140., 155., 157. ve 158. maddelerine
aykırıdır.
Sonuç:
İlgili bölümlerde açıklanan nedenlerle 5326 sayılı Yasa'nın 2. ve
3. maddesinin (1) nolu fıkrasının (a) bendi, 16. maddesinin (2) nolu fıkrası ve
27. maddesinin sekizinci fıkrasının iptali gerekeceği oyuyla karara karşıyım.
KARŞIOY
Anayasa'nın 125., 140. ve 155. maddeleri ile, adlî ve idarî yargı
ayrılığı kabul edilmiştir. Bu ayrımın doğal sonucu olarak idarenin kamu gücü
kullandığı vekamu hukuku alanına giren
idari işlemlerin denetimi, kural olarak idarî yargı yerlerine ait bulunmaktadır.
Söz konusu idari işlemlerin denetiminin idari yargı yerlerinceyapılabilmesi, bu yönde bir düzenlemenin varlığına
bağlı bulunmamakta, bu yönde birdüzenleme
olmasa da yargı yerlerince dava konusu işlemin niteliği gözetilerek 'idariişlem' niteliğindeki işlemlerden doğan
uyuşmazlıklar idari yargı yerlerinceçözümlenmektedir.
Anayasa'da yer alan düzenlemelere bağlı
olarak idarî yargının görevalanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusundayasa koyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu
söylemek olanaklı değildir. Bukonuda verilen
Anayasa Mahkemesi kararları incelendiğinde, idarî yargınındenetimine
bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümünün, ancak haklı birneden ve kamu yararının bulunması halinde istisnai
olarak yasa koyucu tarafından adlîyargıya
bırakılabileceğinin kabul edildiği görülmektedir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3.
maddesinde,'Bu Kanunun genelhükümleri
diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır'denilmek suretiyle,tüm
idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımkararlarına karşı Yasa'nın 27. maddesinde belirtilen
sulh ceza mahkemeleri görevlikılınmıştır.
Yasa'nın 3. maddesinin iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesi'nebaşvurulması üzerine, Mahkeme'nin 1.3.2006
günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla; idari yaptırım konusu eylemlerin
niteliği gözetilerek idare hukukundan çokceza
hukukunu ilgilendiren eylemler için verilen idari para cezalarına karşı
yapılacak başvurularda adli yargının görevli olmasının doğal olduğu
belirtildikten sonra'Ancak,idare
hukuku esaslarına göre tesis edilen bir idari işlemin, sadece para cezasıyaptırımı içermesine bakılarak denetiminin idari yargı
alanından çıkarılarak adliyargıya
bırakılması olanaklı değildir'denilmek
suretiyle idare hukuku esaslarına göretesis
edilen idari yaptırımların denetiminin mutlak suretle idari yargıya ait olduğu
vurgulanarak yalnızca yaptırımın türünden hareketle ve idari yargının
denetimine tabi tutulması gereken alanlar gözetilmeden düzenleme yapılmasının,
Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğu da belirtilmiş ve itiraz
konusu kural iptal edilmiştir.
Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi, Anayasa
Mahkemesince verileniptal kararından sonra yasa koyucu
tarafından 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyledeğiştirilmiş
ve Kabahatler Kanunu'nun'idari yaptırım kararlarına karşı kanunyoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine
hüküm bulunmaması halinde'uygulanacağı
öngörülmüştür.
Kabahatler Kanunu'nun 5560 sayılı Yasa ile
değiştirilen 3. maddesindeyer alan söz
konusu kuralın Anayasa'ya uygunluk denetiminde, aynı konuda Anayasa
Mahkemesi'nce daha önce verilen kararın gözetilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında,'Anayasa
Mahkemesikararları Resmî Gazete'de hemen yayımlanır ve
yasama, yürütme ve yargıorganlarını, idare
makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar'hükmü
yer almaktadır.
Anayasa'nın 153. maddesi ile, başta yasama
organı olmak üzere,Anayasa'da sayılan organ, kuruluş ve kişiler
yönünden Anayasa Mahkemesikararlarına uyma
ve bu kararlara aykırı davranmama yükümlülüğü getirilmiştir. Bubağlılık,
Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'ya aykırı bularak iptal ettiği bir kuralınaynısının ya da değişik ifadelerle benzerinin
yasalaştırılmamasını, o konuda aynı içerik ve nitelikle yeni bir yasa
çıkarılmamasını da gerekli kılar. Yasama organı, AnayasaMahkemesi'nin
iptal kararından sonra aynı konuda yeni bir yasa yaparken AnayasaMahkemesi kararının gerekçesinde gösterilen iptal
nedenlerini dikkate almalıdır.Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla bağlılık, özellikle yasama organı yönünden, AnayasaMahkemesi'nin kararlarındaki iptal gerekçesiyle
de bağlılığı içerir. Çünkü kararlar; gerekçeleriyle, genel olarak yasama
işlemlerini değerlendirme ölçütlerini içerirler veYasama Organının etkinliklerini yönlendirme işlevi
de görürler. Bu yüzden YasamaOrganı,
yasa çıkarırken iptal edilen yasalara ilişkin kararların sonuçları ile birlikte
gerekçelerini de gözönünde bulundurmak zorundadır.
Bir yasa kuralının Anayasa'nın 153.
maddesinin son fıkrasınaaykırılığından söz edilebilmesi için, iptal
edilen önceki kuralla içerik yönünden 'aynı'ya da 'benzeri' olup
olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Benzerlik, iptal edilen yasa ile yeniden
çıkarılan yasanın sözcüğü sözcüğüne aynı olmasını gerektirmez. Sözcükler ayrı
da olsa iptal edilen yasalarla aynı doğrultu, içerik ya da nitelikte yeniyasa çıkarılmaması gerekir. Aksine bir anlayış,
153. maddenin son fıkrasındaki kuralıanlamsız ve uygulanmaz kılar.
Sözcüklerde farklılıklar olsa bile ikinci yasanın aynıamaç doğrultusunda Anayasa Mahkemesi kararına karşın onu etkisiz kılmak
amacıylaçıkarıldığının saptanması,
aranan koşulun gerçekleşmiş sayılması için yeterlidir.Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilerek Anayasa'ya
aykırılığı belirlenen bir hükümleaynı
ya da özdeş nitelikte olan bir başka kuralın yasalaştırılarak Anayasa Mahkemesikararının etkisiz duruma düşürülmesi, kuşkusuz,
Anayasa'nın 153. maddesinin ağırihlâli
anlamına gelir.
Anayasa Mahkemesi'nin geçmiş tarihli
kararlarında da, içerik olarakdaha önce iptal
edilen düzenlemeler ile bire bir aynı olmasa da daha önce verilen iptalkararları gerekçelerine uyulmaksızın benzer düzenlemeler
yapılmasının, Anayasa Mahkemesi kararının etkisiz kılınması olarak
değerlendirildiği ve Anayasa'nın 153.maddesindeki
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine aykırı bulunduğubelirtilmelidir. T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilen
TBMM Üyeleri ile dışarıdan atanan bakanların emeklilik keseneğine esas
aylıklarına uygulanacak ek göstergeninbelirlenmesine ilişkin yasal
düzenlemenin, Anayasa Mahkemesi'nce daha önce iptal edilen yasal düzenlemelerle
aynı içerikte olduğunun saptanması üzerine Anayasa'nın153. maddesine aykırı bulunarak iptali yolunda verilen 27.5.1999 günlü,
E:1998/58,K.1999/19 sayılı karar ile Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde
kararname çıkarmayetkisi veren bir yetki
yasasının iptal edilmesinden sonra iptal kararı gerekçelerinindikkate alınmaksızın çıkarılan bir başka yetki
yasası hakkında Anayasa'nın 153.maddesi
uyarınca verilen 16.9.1993 günlü, E.1993/26, K.1993/28 sayılı iptal kararı,
Anayasa Mahkemesi'nin konuya ilişkin verdiği kararlara örnek olarak
gösterilebilir.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi'nin konuya
ilişkin 1.3.2006 tarihlikararı incelendiğinde, Anayasa
Mahkemesi'nce, kabahat konusu eylemlerin niteliğiningözetilerek idare hukukundan çok ceza hukukunu
ilgilendiren eylemlerde adli yargınıngörevli
olmasının doğal olduğunun ifade edildikten sonra, idare hukuku esaslarınagöre tesis edilen bir idari işlemin denetiminin, sadece
yaptırımının para cezasıiçermesine bakılarak idari yargı alanından
çıkarılarak adli yargıya bırakılmasınınolanaklı
olmadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Mahkeme kararı açık olup, idare hukuku esaslarına göre tesis
edilen idariyaptırımlar arasında bir ayrım
yapılmaksızın söz konusu idari işlemlerin denetimininidari yargı yerlerine ait olduğu belirtilmiştir.
İtiraz konusu Yasa kuralı ise idarehukukuna
göre tesis edilen idari yaptırımlar arasında bir ayrıma giderek, bu idariyaptırımlara karşı başvurulacak kanun yolu
bakımından Kabahatler Kanunu'nda yeralan
hükmün aksine bir yasa hükmünün bulunması halinde ilgili hükmünuygulanmasını, aksi takdirde Kabahatler Kanunu
hükümlerinin uygulanmasınıöngörmektedir.
Başka bir deyişle, idare hukukuna göre tesis
edilen bir idari yaptırıma karşıbaşvurulacak
kanun yolunun özel olarak ilgili kanunda düzenlenmemiş olması halinde,bu yaptırımlara karşı açılacak davalarda sulh ceza
mahkemeleri yetkili kılınmışbulunmaktadır.
Oysa, Anayasa Mahkemesi kararında idare hukukuna göre tesis edilenidari yaptırımlar yönünden böyle bir ayrıma olanak
sağlayan bir gerekçeye yerverilmediği gibi,
idare hukukuna göre tesis edilen idari yaptırımların tamamı yönünden bu
işlemlerin denetiminin idari yargı alanından çıkarılarak adli yargıya
bırakılmasınınolanaklı olmadığı belirtilmiştir.
İdari yaptırımların denetiminin idari yargı
yerlerince yapılmasını belirli birkoşula
bağlayan ve istisnai olarak öngören itiraz konusu kural, belirtilen niteliği
nedeniyle Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılıkararına ve dolayısıyla Anayasa'nın 153. maddesine açıkça
aykırıdır. Bu nedenle iptaligerekir.
Öte yandan, Anayasa'nın 153. maddesinin yanı
sıra 125. ve 155. maddeleriyönünden yapılan
değerlendirmeler bakımından da çoğunluk kararına katılmakolanaklı
değildir. Yukarıda da ifade edildiği gibi idari yaptırım öngörülen kanunlardabu yaptırımlara karşı başvurulacak yargı yerinin
gösterilmesi zorunlu olmadığı gibibuna
gerek de bulunmamaktadır. Görevli yargı yerinin belirlenmesinde, bugüne kadargeçerli
olan uygulamayı, dava konusu işlemin niteliğinin gözetilmesi oluşturmakta veidari işlemlere karşı açılan davalar Anayasa'nın
125. ve 155. maddeleri gereğince idari yargı yerlerinde görülmektedir.
İtiraz konusu kuralla, idari yaptırımların
denetiminin idari yargı yerlerinceyapılabilmesi,
bu yönde yasalarda özel bir düzenleme yapılmış olması şartınabağlanarak kural olarak idari yargı yerlerine ait olan
idari işlemlerden doğanuyuşmazlıkların çözümü, kural olarak adli
yargı yerine bırakılmıştır. İdare hukukunagöre
tesis edilmiş olan idari yaptırımların denetiminin adli yargı yerlerinceyapılabilmesinin haklı gerekçesi olarak kabul edilen,
sulh ceza mahkemelerinin idaremahkemelerine
oranla daha yaygın olması hususu, tüm idari işlemlerin kural olarakadli
yargı yerlerince denetlenebilmesine yol açabilecek nitelik taşımaktadır. İdariuyuşmazlıklarda idari yargı yerlerinin istisnai
olarak görevli olması sonucunu doğuranbu
düzenleme, Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine de açıkça aykırılık
taşımaktadır.
Belirtilen nedenlerle Kabahatler Kanunu'nun
5560 sayılı Yasa iledeğiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin iptali gerektiğigörüşüyle
çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
30.03.2006 günlü 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun;
1- 06.12.2006 günlü 5560 sayılı Yasa'nın 31. maddesi ile
değiştirilen 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendinin incelenmesi;
Kuralda 'Bu Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde
uygulanır.' denilmektedir. Buna göre idari yaptırım kararlarına karşı açılacak
davaların idari yargıda görülebilmesi için söz konusu idari yaptırım kararına
ilişkin olarak yasada itiraz merciinin idari yargı yeri olduğunun açıkça
gösterilmesi gerekmektedir.
Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem
ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu, 140. maddesinde hakimler ve
savcıların adli ve idari yargı hakim ve savcıları olarak görev yapacakları,
155. maddesinde Danıştay'ın idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir
idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu
Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak
bakacağı belirtilmektedir.
Söz konusu kurallarda belirtildiği gibi, Anayasa'da idari ve adli
yargı ayrılığının kabul edildiği açıktır. Bu ayırım uyarınca idarenin kamu
gücünü kullanarak kamu hukuku esaslarına göre tesis ettiği işlemleri ile
eylemleri idari yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri ise adli yargı
denetimine tabi olacaktır.
Bu durumda idari eylem ve işlemler konusunda genel yetkili yargı
yerinin idari yargı olduğu açık olup idari yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun
takdir hakkı bulunmamaktadır. Nitekim, Anayasa'nın 155. maddesinde, 'Kanunun
başka bir idari yargı merciine bırakmadığı' denilerek, yasakoyucuya verilen
takdir yetkisi idari yargı yerini belirlemekle sınırlandırılmıştır.
İtiraz konusu kural ise idari işlemlere karşı açılacak davaların
idari yargıda görülmesini bu konuda yasal bir düzenlemenin bulunması koşuluna
bağlamakta olup, buna göre adli yargının genel, idari yargının ise özel yetkili
olması sonucunu doğurduğundan Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırıdır.
2- 06.12.2006 günlü 5560 sayılı Yasa'nın 34. maddesi ile 27.
maddesine eklenen 8 numaralı fıkranın incelenmesi;
Kuralda, 'İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı
kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da
verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık
iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür.'
denilmektedir. Buna göre idari yaptırım kararlarına göre açılacak davaların, bu
konuda genel yetkili olan idari yargıda görülebilmesi aynı kişi ile ilgili
olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması şartına
bağlanmaktadır.
Yasa'nın 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi ile ilgili
açıklamada ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, idarenin kamu gücüne dayanarak
kamu hukuku esaslarına göre tesis ettiği idari yaptırım kararlarına karşı
açılacak davaların idari yargı yerlerinde görülebilmesinin bazı koşulların
gerçekleşmesine bağlı tutulması, belirtilen işlemlerde Anayasa'ya göre genel
yetkili olan idari yargıyı istisnai durumlarda başvurulabilecek bir yargı yolu
haline getirmektedir.
Bu durumda; Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine göre idari yargı
yerlerinin çözümlemekle görevli olduğu uyuşmazlıkların belli koşullara
bağlanması, Anayasa'nın anılan maddelerine açık aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenle 5326 sayılı Yasa'nın 5560 sayılı Yasa ile
değişik 3. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi ile 27. maddesine eklenen
8 numaralı fıkranın iptali gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.