"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN
GEREKÇESİ
İptal ve yürürlüğü durdurma istemlerini içeren 23.2.2007 günlü
dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
"III. GEREKÇE
15.11.2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası
Anonim Şirketi Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin 5572 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikten önceki (2) numaralı fıkrasında,
"Yeniden yapılandırma işlemlerinin tamamlanmasını müteakiben
bankaların hisse satış işlemleri 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının
Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun hükümleri çerçevesinde sonuçlandırılır. Yeniden
yapılandırma ve hisse satış işlemleri bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren
"beş yıl" içinde tamamlanır. Bakanlar Kurulu bu süreyi bir defaya
mahsus olmak üzere yarısı kadar uzatabilir." denilmiştir. Bu hüküm, 4603
sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde iptali istenen
kural ile yapılan değişikliğin; Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye
Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin
(bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre
çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden
yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin
tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilere
satışının gerçekleştirilmesiiçin bu Yasada öngörülen sürenin 5 yıldan 10 yıla
çıkarılmasını amaçladığı görülecektir. Ancak, aşağıda belirtilen nedenler
dikkate alındığında ise iptali istenen kuralla yapılan bu düzenlemenin kamu
yararı amacı taşımadığı fark edilecektir.
4603 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin 5572 sayılı Kanunla
yapılan değişiklikten önceki (2) numaralı fıkrası uyarınca çıkarılan
Bakanlar Kurulu'nun 27.12.2005 tarih ve 2005/9841 sayılı, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketince Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri
kefaletiyle esnaf ve sanatkarlara kredi kullandırılmasına ve 15.11.2000 tarihli
ve 4603 sayılı Kanuna tabi bankaların yeniden yapılandırma ve hisse satış
işlemlerine dair sürenin uzatılmasına ilişkin Kararının 7 nci maddesinde; 4603
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi
ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'un 2 nci maddesinde yer
alan, yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin tamamlanmasına ilişkin 5
yıllık sürenin 25.11.2005 tarihinden itibaren yarısı kadar uzatıldığı
belirtilmiş ve Kararın yürürlüğüne ilişkin 8 inci maddesinde de 7 nci maddenin
25.11.2005 tarihinden geçerli olmak üzere Kararın yayımı tarihinde yürürlüğe
gireceği belirtilmiştir.
Bakanlar Kurulunun bu Kararına dayalı olarak Özelleştirme Yüksek
Kurulu da 11.08.2006 tarih ve 2006/69 sayı ile;
1- T. Halk Bankası A.Ş. (Halkbank)'ın sermayesinde bulunan
Hazine'ye ait hisselerin özelleştirme kapsam ve programına alınmasını,
2- Söz konusu hisselerin tamamının satış yöntemi ile
özelleştirilmesine, satışın "blok satış" yoluyla
gerçekleştirilmesini,
3 -Özelleştirme işlemlerinin 25.05.2008 tarihine kadar
tamamlanmasını,
karara bağlamıştır.
Ankara Ticaret Odası Başkanlığının, Özelleştirme Yüksek Kurulunun
bu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açmış olduğu dava
nedeniyle Danıştay 13. Dairesinin 29.11.2006 tarih ve 2006/4258 esas sayılı
kararıyla, dava konusu işlemin yürütmesini durdurmuştur.
Danıştay 13. Dairesinin bu kararında özetle; Anayasanın 8 inci
maddesinde yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine
getirileceğinin kurala bağlandığı vurgulandıktan sonra, Halk Bankası'nın
yeniden yapılandırılması ve hisse satış işlemlerinin tamamlanması için
öngörülen yasal 5 yıllık sürenin 25 Kasım 2005 tarihinde sona erdiği, bu
sürenin bir defaya mahsus olarak yarısı kadar uzatılabileceğine ilişkin
yetkinin Bakanlar Kurulu tarafından yasada öngörülen süre tamamlanmadan kullanılması
gerektiği, dava konusu ÖYK kararına dayanak alınan Bakanlar Kurulu kararının
ise Anayasanın 8 inci maddesi hükmü çerçevesinde irdelendiğinde 4603 sayılı
kanunun 2 nci maddesinde 5230 sayılı kanunla yapılan değişiklikten sonra Halk
Bankası'nın yeniden yapılandırılması ve hisse satış işlemleri için öngörülen 5
yıllık sürenin tamamlandığı tarihten sonra ve başka bir yasal dayanak
olmaksızın 27 Aralık 2005 tarihinde çıkarıldığından yetki yönünden hukuka
aykırı bulunduğu belirtilmiştir.
10.01.2007 tarih ve 5572 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle 4603
sayılı Kanunda yapılan değişikliğin temel işlevlerinden birinin, 4603 sayılı
Kanunun 2 nci maddesinin (2) numaralı bendinde belirtilmiş olan "5"
yıllık süreyi "10" yıla çıkartarak yürütülmesi durdurulan işlemin
yetki açısından hukuki dayanağı konusunda Danıştay'a bir tartışma zemini
hazırlamak olduğu söylenebilir. Söz konusu değişikliğin bir başka işlevi de
Bakanlar Kuruluna, ÖYK kararına dayanak oluşturacak yeni bir karar alma imkanı
vermek olmuştur.
Kuşkusuz Anayasamıza göre yasama yetkisi asli ve genel
niteliktedir. Ancak bu, yasa koyucunun takdir yetkisinin sınırsız olduğu
anlamına gelmez. Yasama erki Anayasaya ve evrensel hukuk kurallarına uygun
olarak kullanılmalıdır. Bu, hem Anayasanın 11 inci maddesinde ifade edilen
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin, hem de Anayasanın 2 nci
maddesinde ifade edilen hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bilindiği gibi Anayasamızın 2 nci maddesinde Türkiye
Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu ifade edilmiştir.
"Hukuk devleti" tüm etkinliklerinde hukuka, Anayasaya ve
evrensel hukuk kurallarına ve ilkelerine uyan devlettir.
Evrensel hukuk ilkeleri, yasaların soyut, genel ve nesnel nitelik
taşımasını gerektirir.
Yasaların genelliği ilkesi, yasaların özel, geçici veya güncel bir
durumu gözeterek veya belli bir kişiyi hedef alarak yapılmamasını zorunlu
kılar.
Bir hukuk devletinde devlet erki kullanılarak yapılan tüm
işlemlerin nihai amacı ise, (Anayasada özel bir amaç belirlenmemiş ise), kamu
yararı olmalıdır.
Yasakoyucunun Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını
gerçekleştirmek için siyasi tercihlerine uyan çözümleri benimsememekte
serbesttir. Kuşkusuz bunu da, yukarıda belirttiğimiz gibi, Anayasaya ve
evrensel hukuk ilkelerine uygunluğu gözeterek yapmalıdır.
10.01.2007 tarih ve 5572 sayılı Kanunun iptali istenen 1 inci
maddesi ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken husus, bu düzenlemenin
içerik bakımından kamu yararı amaçlanarak ortaya konulup konulmadığıdır.
İptali istenen kuralla yapılan düzenlemenin, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi'nin 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
hükümleri çerçevesinde özel hukuk hükümlerine tabi gerçek ve tüzel kişilere ve
özellikle yabancılara blok satışının önündeki engelleri kaldırmaya yönelik bir
düzenleme olduğu ortadadır.
Ülke ekonomisinin temel unsurlarından olan bir bankanın
özelleştirilmesi ile bir başka kurumun özelleştirilmesi arasında, doğuracağı
sonuçlar bakımından çok önemli farklar vardır. Finans piyasasında faaliyet
gösteren kurumlar, uluslararası, çok uluslu şirket olabilir, bir tek ülkeye
bağlı bir banka grubu veya finans grubu olabilir. Burada önemli olan, bu
kurumların özelleştirmesini gerçekleştirip ihaleyi kazanan şirketlerin, sadece
kendi politikaları değil, aynı zamanda kendi ülkelerinin millî politikaları ve
millî çıkarları doğrultusunda faaliyet gösterme eğilimine girebilmeleridir.
Yabancı yatırımcıların Türkiye'ye yönelişi, 2001 yılında Türkiye'de
yaşanan krizin ardından dünyanın en büyük bankacılık gruplarından HSBC Bank`ın
Demirbank`ı almasıyla başlamıştır. Dışbank Fortis`e, Finansbank Yunan Ulusal
Bankası`na (NBG), Denizbank Dexia`ya, Yapı ve Kredi Bankası Koç Unicredito
ortaklığına, Tekfenbank Eurobank`a, MNG Bank Arab Bank`a satılırken, Garanti
Bankası, Şekerbank ve son olarak Akbank'ın Citygroup'a hisse satışı
gerçekleştirilmiştir. Uluslararası sermayeye yapılan bu satışların toplamı iki
yılda 14 milyar dolara dayanmıştır. Ayrıca satış görüşmeleri devam eden
Alternatifbank ve Oyakbank`ta da satışın gerçekleşmesi durumunda bu rakamın 15
milyar dolara yaklaşması beklenmektedir. Türkiye`deki bankaların yabancı finans
gruplarına satılmasının ardından sektördeki yabancı payı da yüzde 31'in üzerine
çıkmış ve Türkiye'de bankalardaki yabancı payı açısından kritik bir sürece
girilmiştir. Yabancı payı bulunmayan 5 banka Halkbank, Vakıflar Bankası, Ziraat
Bankası, İş Bankası ve Oyakbank'tır. Bunlardan Halkbank ve Vakıflar Bankası
özelleştirme kapsamında, Oyakbank'ın satış görüşmeleri sürmekte, Ziraat
Bankasının 2007 sonrasında satılması planlanmaktadır. İptali istenen kural da
bu satışların önünü tümüyle açan bir düzenlemedir. Bu satışlardan sonra yabancı
payının yüzde 66.19'a çıkacağı hesaplanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde ise, bankacılığın ulusal sermayenin elinde
kalması için uğraş verilmektedir. Hiçbir gelişmiş ülkede yabancı banka payı
yüzde 20'nin üzerinde değildir. Örneğin, yabancı payı, Avrupa Birliği
ülkelerinden Almanya'da yüzde 5, İtalya'da yüzde 8, İspanya'da yüzde 10,
Hollanda'da yüzde 11, Danimarka'da yüzde 17, Avusturya ve Fransa'da yüzde 19,
Yunanistan'da yüzde 20... Avrupa Birliği dışındaki ülkelere bakacak olursak, bu
oran, Amerika'da yüzde 19, Japonya'da yüzde 6.7, Avustralya'da yüzde 17,
İsviçre'de yüzde 10.7, Kanada'da yüzde 4.8'dir.
Yabancı sermaye oranı, IMF'nin kontrolündeki ülkelerden Estonya'da
yüzde 98.9, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 90, Slovakya'da yüzde 85.5, Meksika'da
yüzde 82, Macaristan'da yüzde 88.8, Polonya'da yüzde 68.7, Arjantin'de yüzde
48, Peru'da yüzde 47, Şili'de yüzde 42'dir. (Ekonometri Dergisi, 23.11.2006).
Hal böyle iken, IMF İcra Direktörleri tarafından Aralık 2006'da
onaylanan programın beşinci gözden geçirmesine yönelik niyet mektubunda,
Halkbank'ın satışının Mayıs 2007 sonuna kadar tamamlanmasının planlandığı
bildirilmiştir.
Kamu Bankaları, işlevleri yönünden diğer ticari bankalardan
ayrılır: Bu bankalar, kamu yarar ve çıkarını gözetme ilkesine göre çalışırlar.
Amaçları, salt kâr etmek değildir; tersine, yüklendikleri, sosyal, finansman ve
diğer görevler dolayısıyla, görev zararı yüklenen ve kamu kaynaklarıyla bu
zararları kapatılan kuruluşlardır. Özel Bankalar, doğaları gereği, kamu yarar
ve çıkarına göre değil, fakat özel yarar ve çıkarlara göre çalışırlar. Bu
çelişkinin çözümü, Kamu Bankalarının varlık nedenidir. Kamu Bankaları, özel
yarar ve çıkar sağlamayan bankalardır. Kamu çıkarları, özel çıkarlara önceldir.
Bankacılık sektöründe, son yıllarda, ortaya çıkan gelişmelerden
kamu bankalarının tasfiye edilmekte oldukları, ya da işlevlerinin giderek
sınırlandırıldığı ve yabancı bankalarla entegrasyona gidildiği
gözlemlenmektedir.
Nitekim, 1992 yılında bütün aktif ve pasifleriyle birlikte Türkiye
Öğretmenler Bankası T.A.Ş. (Töbank), borç, alacak, mevduat ve taahhütleriyle de
1993 yılında Sümerbank ve 1998 yılında Etibank T. Halk Bankası A.Ş.'ye
devredilmiştir. Emlak Bankası faaliyetlerini yürütemediği gerekçesiyle T.C.
Ziraat Bankası A.Ş.'ye devredilmiş, 12 Kasım 2001 tarihinde Türkiye Emlak
Bankası'nın 96 şubesi ise, personeli ve bilançosuyla birlikte T.C. Ziraat
Bankası A.Ş.'den T. Halk Bankası A.Ş.'ye devredilmiştir. 2004 yılının ikinci
yarısında Pamukbank T.A.Ş., Halk Bankası A.Ş.'ye devredilmiş, devir işlemleri
ise 17 Kasım 2004 tarihi itibarıyla tamamlanmıştır.
Diğer taraftan Zorlu Grubuna ait Denizbank'ın yüzde 75'i, Belçika
Fransız ortaklığı olan Dexia Banka; Doğan Grubu'na ait Dışbank'ın yüzde 90'ı,
Hollanda Belçika ortaklığı olan Fortis'e; MNG Holding'e ait MNG Bank'ın yüzde
91'i, Lübnanlı Hariri ailesine ait Bank MED'e; Sabancı Holding'e ait AKBANK'ın
yüzde 20'si, CİTİBANK'a; Yapı ve Kredi Bankası'nın TMSF'ye ait yüzde 57.4'ü,
Koç - Unicredito ortaklığına; Doğuş Grubu'da ait Garanti Bankası'nın yüzde
25.5'i de General Elektrik'e satılmıştır.
Bu eğilimin sürdürülmesi sonucunda, bir yandan BIS ve IMF, belki
ileride Avrupa Yatırım Bankası, diğer yandan da Dış Bankalar gözetim ve
denetimdeki bir bankacılık sektörüyle bütün ekonomik faaliyetlerde dışa
bağımlılık artacaktır.
Bu bakımdan, yabancılar bankacılık sistemi üzerinde paylarını
artırdıkça, Türk ekonomisi giderek daha fazla yabancı güdümüne, daha fazla
yabancı hâkimiyetine girmiş olacak ve ekonomik bağımsızlığımız ve dolayısıyla
siyasal bağımsızlığımız tehlikeye girecektir.
Özelleştirme
tutkusu tehlikeli ve ülke geleceğini karartacak boyutlara ulaşmaktadır.
İdeolojik yaklaşımla yapılan ve yapılmak istenen ÖZELLEŞTİRMELER ülke
ekonomisinde tahribata ve onarılması güç yaralar açmaya yönelik hale gelmiştir.
20 yıldır sürdürülen özelleştirme uygulamaları başlangıçta anlatılan ve
söylenenlerin hiç birinin gerçekleşmediğini ve gerçekleşmeyeceğini açıkça
ortaya koymuştur. "Özelleştirme" adı altında yapılanın gerçekte
"ekonomik yabancılaştırma" olduğu artık yadsınamaz.
Sosyal, siyasal ve ekonomik alandaki yabancılaştırmanın ise,
yönetenler ve sermaye sahipleri eliyle yapılan ve yönetilenlerin aleyhine
işleyen bir mekanizma olduğu açıktır.
Osman ULAGAY, 7 Şubat 2007 tarihli Milliyet Gazetesinde yayımlanan
"Yabancı Sermayeye tepki paronaya mı'" başlıklı yazısında; İngiliz
sanayinin simgelerinden British Steel'in mirasçısı olan Corus Grubu'nun Hindistan'ın
Tata Grubu tarafından satın alınması üzerine yabancı yatırım sermayesine en
fazla hoşgörüyle bakılan İngiltere'de bile "Bu işin sonu nereye
varacak'" sorusunun yeniden gündeme geldiğini belirtikten sonra
"...Bu konuyla ilgili olarak 24 Ocak tarihli Financial Times'ta yer alan
değerlendirmede İngiltere'nin bu konudaki hoşgörüsü sorgulanarak Batı
dünyasındaki uygulamalardan örnekler veriliyordu" açıklamasında bulunmakta
ve bu gazete'den "ABD, yabancıların havayolu şirketlerini, televizyon
şirketlerini ve ulusal güvenlikle uzaktan yakından ilgili herhangi bir şirketi
satın almasına izin vermiyor. Fransa, savunma yan sanayii de dahil olmak üzere
11 sektördeki şirketlerin, yabancı sermayenin kontrolüne geçmesini önleyecek
koruma önlemleri aldı. İspanya, enerji devi Endesa'nın Almanların eline
geçmesini önlemeye çalışıyor." alıntısını yaparak "Bunların yanı sıra
özellikle Rusya ve Venezuela gibi petrol ihracatçısı ülkelerde, başta enerji
şirketleri olmak üzere stratejik öneme sahip şirketleri devletin denetimine
alıp yabancı sermaye denetiminden çıkarma çabaları yaygınlaşıyor."
görüşüne yer vermektedir.
Hal böyle iken, Tüpraş, Petkim, Telekom, Tekel, BANKALAR, TV'lerin
vb. tesislerin satışının, yabancıya, uluslararası tekellere devrinin, işçiyi,
çiftçiyi, esnafı, ekonomiyi, piyasaları ve özellikle ülkemiz geleceğini olumsuz
yönde etkileyeceği; ekonomik dolayısıyla siyasal bağımsızlığımızı zedeleyeceği
bilmezden gelinemez.
İçerdiği temel görüş ve ilkeler, öbür hükümlerle eşdeğer olan
Anayasanın Başlangıç kısmının beşinci paragrafında, "Hiçbir faaliyetin
Türk millî menfaatleri ...nin karşısında korunma göremeyeceği...." ilkesi
ile Anayasanın öngördüğü hukuk düzeni içinde ulusal çıkarların herşeyin
üzerinde tutulması gerektiği belirtilmiştir.
Öte yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde, "... toplumun
huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı ... içinde insan haklarına
saygılı..." olunacağına yer verilerek toplumun çıkarları da koruma altına
alınmıştır.
Anayasanın 5 inci maddesinde de, bir yandan "...Türk Milletinin
bağımsızlığı"nı, öte yandan da "... kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak" Devlet'in temel amaç ve görevleri arasında
sayılmıştır. Anayasa Mahkemesinin 2983 sayılı Yasa ile ilgili kararında, 5 inci
maddede yer alan "Türk milletinin bağımsızlığı" ilkesinin siyasal ve
ekonomik bağımsızlığı birlikte içerdiği, bu kavramların yalnız başına bir anlam
taşımadıkları, birbirlerini tamamlayan kavramlar oldukları vurgulanmıştır.
Bir ülkedeki banka sahibi kişilerin, o ülkenin ekonomik ve sosyal sistemine
büyük ölçüde etkide bulunabilecekleri ve yabancıların çok miktarda bankaya
(banka hissesine) sahip olmalarının bulundukları devletin egemenliği üzerinde
olumsuz etki yaratabileceği düşüncesi, yabancıların banka edinmelerine
sınırlama getirilmesini de gerekli kılmaktadır.
İptali istenen kural ise, Halk Bankasının özelleştirilmesinin
önündeki engelleri kaldırarak yukarıda açıklanan nedenlerle, ekonomik ve
dolayısıyla siyasal bağımsızlığımızın zedelenmesine, toplumun çıkarlarının ve
dolayısı ile huzurunun zarar görmesine, ulusal çıkarlarımız karşısında
sermayenin korunmasına yol açmaktadır.
Bu nedenlerle, iptali istenen düzenlemenin yöneldiği nihai amacın
kamu yararı değil fakat bankalarımızın ve özellikle ülkemizdeki işlevi ve yeri
bakımından kamu bankaları içinde farklı bir konumu bulunan Halkbank'ın (Bkz.
Ek.6, Güngör Uras'ın 31 Ocak 2007 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan
"Halkbank diğer kamu bankalarından farklı bir bankadır" başlıklı
makalesi) blok halinde yabancılara satışına imkan tanımak olduğunu söylemek
gerekmektedir.
Diğer yandan Özelleştirme Yüksek Kurulunun "Türkiye Halk
Bankası A.Ş.'nin özelleştirilmesi" ne ilişkin olarak 05.02.2007 tarihinde
ve 2007/8 sayı ile,
"1. Halkbank'ın özelleştirilmesine ilişkin uygulama imkanı
kalmayan Kurulumuzun 11.08.2006 tarih ve 2006/69 sayılı Kararının iptal
edilmesine,
2. Halkbank sermayesinde bulunan Hazine'ye ait hisselerin
özelleştirme kapsam ve programına alınmasına,
3. Halkbank hisselerinin yüzde 25'ine kadar olan kısmının halka
arz suretiyle özelleştirilmesine ve halka arz işleminin 2007 yılı sonuna kadar
tamamlanmasına,"
karar vermiş olduğu hususu da gözden kaçırılmamalıdır.
Özelleştirme Yüksek Kurulunun bu kararı, Halk Bank'ın blok
satışından vazgeçildiğini göstermemektedir. Zira bu Karar'da, halka arz
yöntemiyle özelleştirilecek olan Hazine'ye ait hisselerin sadece yüzde 25'ine
kadar bölümüdür. Kalan yüzde 75 hissenin blok satışı yoluyla yabancılara
satılmasının önü açık bırakılmıştır.Bunun nedeni ise, IMF'ye verilen en son
niyet mektubunda "Özelleştirme İdaresi Halk Bankasının özelleştirme
sürecinden resmen sorumlu kılınmıştır..." denilmesidir (TBMM Genel Kurul
Tutanağı örneği, 22. Dönem 5. Yasama Yılı 48. Birleşim 10 Ocak 2007 Çarşamba.
Bu durumda, IMF'e verilen söz konusu niyet mektubu çerçevesinde verilen taahhüt
ile halka arz yöntemiyle özelleştirilecek Hazine'ye ait hisse miktarı dikkate
alındığında, Halk Bank'ın blok satışına (yabancıya satışına) imkan veren iptali
istenen kuralla yapılan düzenlemenin kamu yararı amacına yönelmediği bir kez
daha anlaşılmaktadır.
Kamu yararını değil özel bir takım çıkarları ve amaçları
gerçekleştirmek için yapılan kanunların ise hukuk devleti ilkesine ve
dolayısıyla bu ilkenin ifade edildiği Anayasanın 2 nci maddesine aykırı
düşeceği açıktır.
İptali istenen kuralı yukarıda açıklanan gerekçelerle, Anayasanın
2 nci maddesinde yer alan "...toplumun huzuru, milli dayanışma....anlayışı
...içinde ibaresi ve hukuk devleti ilkesi; 5 inci maddesinde yer alan
"kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak " ve
"Türk Milletinin Bağımsızlığı" ibareleri ve Anayasanın Başlangıç
kısmındaki "Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin ....karşısında
koruma göremeyeceği..." ilkesi ile bağdaştırmak da olanaksızdır.
Üzerinde durulması gereken bir başka husus da, kamu yararı amacına
yönelmemiş olduğunu yukarıda açıkladığımız söz konusu düzenlemenin, özel bir
durumu hedefleyerek yani yasaların taşıması gereken genellik ilkesine aykırı
bir biçimde yapılıp yapılmadığıdır.
4046 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında Bakanlar
Kuruluna 5 yıllık süreyi, bu süre dolmadan yarısı kadar uzatabilmek imkanını
getiren ve 5 yılın uzatılmadan dolması ile hükmünü ifade etmiş olan
düzenlemeye, Danıştay kararı sonrası sırf özelleştirme hedeflenerek ve süre
uzatılmak suretiyle yeniden uygulanabilirlik kazandırılmış olması,
yasakoyucunun genellik ilkesine uymadığını; duruma özgü düzenleme yaptığını
açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir durum ise, yine Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşer.
Diğer taraftan, bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir
kuralına aykırılığının tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine
de aykırılığı sonucunu doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve
E.1987/28, K.1988/16 sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225).
Açıklanan nedenlerle10.01.2007 tarih ve 5572 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Emlak Bankası
Anonim Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 1 inci
maddesi Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 11 inci maddeleri hükümleri ile Anayasanın
Başlangıç kısmının beşinci paragrafına aykırı olup, iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptali istenen hükmün uygulanması halindeülke ekonomisinde önemli
bir yeri olan bankaların ve özellikle Halk Bankasının Anayasaya aykırı olarak
ve geriye dönüşü imkansız biçimde özelleştirilerek yabancıların eline geçmesine
imkan verileceği ve bundan giderilmesi olanaksız hukuki zarar ve durumların
doğacağı açıktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, iptali istenen
hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
10.01.2007 tarih ve 5572 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanununun 1 inci maddesinin, Anayasanın 2
nci, 5 inci ve 11 inci maddelerine ve Anayasanın Başlangıç
kısmınaaykırıolduğundan,
iptaline ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.""