"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
A-Dava dilekçesinin yürürlüğün durdurulması istemini de içeren
gerekçe bölümü şöyledir:
''
1) 5232 Sayılı Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirdiği 4483 Sayılı
Kanunun 4 üncü Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
5232 Sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile 4483 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin üçüncü fıkrası değiştirilerek memur ve diğer kamu görevlileri
hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin değerlendirilmesi için yeni ölçütler
getirilmiştir.
Getirilen yeni ölçütlerle, memur ve diğer kamu görevlileri
hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması,
ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve
belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru
ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunlu
kılınmıştır.
Cumhurbaşkanı'nın geri gönderme yazısında da belirttiği gibi,
Anayasa Mahkemesinin E.1967/49, K.1968/60 sayılı kararında, ihbarda kimliğin
önemli olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu Anayasa Mahkemesi Kararında aynen
şöyle denilmektedir:
'İhbar, kanunî delillerin varlığı ile desteklenmedikçe bir
suçlamada hiçbir zaman ağırlık noktası, etki unsuru olamaz. İhbar doğru ise bir
olayı bir eylemi duyurmuş olur; ancak olay veya eylemle sanık arasında ilişki
kurmaya tek başına yeterli değildir...
İhbarı yapanın kimliğinin belli olup olmaması birinci derecede bir
önem taşımaz. İmzasız veya düzme kimlikli bir ihbar, hatta kimliğini saklayan
bir kimsenin telefonla haber vermesi üzerine de Cumhuriyet savcısı işi ilginç
görürse araştırmaya geçebilir ve belki gerçekten yer almış bir olayı ortaya
çıkartır. İhbarı yapanın kimliğinin gizli tutulması ile ihbarı kimliği
bilinmeyen bir kimsenin yapmış olması arasında büyük bir fark yoktur.'
Buna göre, ihbar ve şikâyet dilekçelerinde 'olay, yer ve kişi'nin
somut olarak belirtilmesi, ihbar ve şikâyetin işleme konulması için yeterlidir.
Halbuki söz konusu üçüncü fıkradaki düzenlemede ihbar ve şikayette kimlik
bilgilerinin bulunması zorunluluğunun getirilmesi, suçun ve suçlunun ortaya
çıkarılmasının güçleştirilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü bu düzenleme, bu
koşullarda, bir kamu görevlisinin şikayet edilmesini ya da işlediği suç
fiilinin ihbarını, bazı durumlarda ihbarcının kendini belli etmekten çekinmesi
nedeniyle, nerede ise imkansız kılmaktadır.
Ayrıca, ihbar ve şikâyet dilekçesinde yer alan iddiaların, ciddi
belgelere dayanmasının şart koşulması, ihbar ve şikâyette bulunanın aynı
zamanda iddialarını destekleyecek kanıtları toplamak ve sunmakla yükümlü
tutulması anlamına gelmektedir. Sağlıklı belgeleri bulmak, güvenilir bilgilere
erişmek, güçlü kanıtlar toplamak şikâyetçinin değil, soruşturmacının görevidir.
İddialarla ilgili kanıtları elde etmek için soruşturma yapan görevlilerin
soruşturma yapma yetkisiyle donatılması, bu yüzdendir.
Soruşturma yapma yetkisi olmayan kişilere bu tür yükümlülükler
getirmek de, suç işleyen memur veya kamu görevlisi hakkında ihbar ve şikâyette
bulunmayı olanaksız hale getiren, suçun ortaya çıkmasını engelleyen bir başka
durumdur.
Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısına karşı ileri sürülen TBMM
Adalet Komisyonu Raporunda yer alan gerekçede, temel amacın kamu düzenini
sağlamak ve korumakla görevli kamu otoritesinin saygınlığının ve yaptırım
gücünün zedelenmemesi olduğu ve bu temel amacın kamu yararının sağlanmasına
dönük bulunduğu, bu düzenlemelerin Anayasanın 39 uncu maddesiyle de uyum
sağladığı belirtilmiştir.
Oysa, getirilen düzenleme Anayasanın 39 uncu maddesi ile de
uyumsuzdur. Çünkü Anayasanın 39 uncu maddesi, kamu görev ve hizmetlerinin
görülmesine yönelik haklı eleştirilerin hakaret niteliği taşısalar da dile
getirilmesini özel bir koruma altına almaktadır.
Kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara karşı, bu görev veya
hizmetle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında
Anayasanın 39 uncu maddesinde öngörülen ispat hakkı, mutlak biçimde kabul
edilmiş; diğer hallerde şikayetçinin kabulüne bağlanmıştır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin E. 1981/8 sayılı Kararında özetle
şöyle denmektedir:
'Anayasal güvenceye kavuşturulan ispat hakkı, kişilerin Anayasal
haklarından olduğu gibi basın özgürlüğünün de vazgeçilmez koşullarından
biridir. Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren demokratik hukuk devleti düzeninin
yerleşmiş olduğu ülkelerde, ispat hakkı toplum yaşamında ve kamu yönetiminde
varlığı gittikçe aranan bir hukuksal kurum durumuna gelmiştir. Yönetimin iyi
işleyebilmesi için gerektiğinde devleti yöneten ve kamu işlerini çevirenlerin
tutum ve davranışları hakkında eleştiride bulunmak kişi haklarındandır. Bu
sosyal amaçlı eleştirilerin ve kamuya iletilen olay veya yazıların kimi
durumlarda hakaret suçunu oluşturduğu da bir gerçektir. Buna rağmen gerçeğin ve
doğru olanın kamuya aktarılabilmesinin sağlanması ereğiyle isnat konusunun ispat
edilebilmesi olanağı ve ispatı halinde de dava ve cezanın düşmesi, demokratik
hukuk devletlerinde kabul edilmiştir.
Böylece, kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara ancak, belli
görevlerin yapılması için yetkiler tanındığı, bunların kişisel çıkarların
sağlanması yoluyla amacından saptırılamayacağı, kişilerin kamu görev ve
hizmetlerinin yerine getirilmesiyle ilgili her türlü eylem ve işlemleri
eleştirebilecekleri, yönetimindeki yolsuzluğu öğrenen ve gözleyen kişilerin
bunları görmemezlikten gelmeye veya susmaya zorlanamayacağı, yapılan isnadın
memurdan ziyade memurluk makamının nüfuz ve itibarını zedelediği savının
geçersiz olduğu, belirtilmiştir. Daha da ileri gidilerek, herhangi bir kişiye
isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı
bulunduğunun mahkemelerce kabul edilmesi, ispat hakkının tanınması için yeter
bir neden sayılmıştır.'
Görüldüğü üzere, Raporda ileri sürülenin aksine Anayasa Mahkemesi,
kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara ancak, belli görevlerin yapılması için
yetkiler tanındığı, bunların kişisel çıkarların sağlanması yoluyla amacından
saptırılamayacağı, kişilerin kamu görev ve hizmetlerinin yerine getirilmesiyle
ilgili her türlü eylem ve işlemleri eleştirebilecekleri, yönetimindeki
yolsuzluğu öğrenen ve gözleyen kişilerin bunları görmemezlikten gelmeye veya
susmaya zorlanamayacağı görüşündedir ve yapılan isnadın memurdan ziyade
memurluk makamının nüfuz ve itibarını zedelediği savının geçersiz olduğuna
karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesinin E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında da dile
getirildiği üzere; Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ile,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu evrensel ve üstün
hukuk kurallarından ve Anayasanın içerdiği hukuksal ilkelerden ödün vermeyen,
her organın üzerinde hukukun mutlak egemenliğini sağlayan, insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, bunları koruyup güçlendiren, hukukun üstünlüğü
ilkesini koruyan, hiçbir eylem ve işlemi yargı denetiminin dışında kalmayan
devlet amaçlanmıştır. Bu bağlamda hukuk devleti, her dilediğini yapamayan,
kendini hukukla bağlı sayan ve tüm yetkilerinin sınırının hukuksal kurallarla
belirlendiği Devlettir.Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu
koşullarındandır. Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk
devletinde, vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık
ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman, hukuk
güvenliği sağlanır. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle
uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K. 1986/4 sayılı Kararında 'Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir
Yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi, yasa koyucunun
takdir yetkisini Anayasaya uygun kullanıp kullanmadığını da içerir. Bu nedenle
Anayasayı yorumlamakla yetkili olan Anayasa Mahkemesi, kamu yararı kavramını
bir çok kararında yorumlamıştır.
Anayasa Mahkemesine göre, kamu yararının gerektirdiği
düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasa koyucunun en doğal
hakkı ve ödevidir. Yeter ki düzenlemeler yapılırken doğrudan doğruya amaçlanan
hizmetin gerekleri göz önünde tutulmuş, istenen nitelik ve kısıtlamalarla
hizmet arasında gerçeklere uygun nesnel ve zorunlu bir neden, sonuç bağı kurulmuş
olabilsin. ( E.1992/40)
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrası ile getirilen yasal düzenlemede, ihbar
ve şikayetler için getirilen sınırlama ve öngörülen şartlarla, hizmetin gerekleri
arasında gerçeklere uygun bir bağ kurulmadığı gibi; söz konusu düzenleme makul,
adil ve amaca uygun bir düzenleme değildir. Suç işleyen memur veya kamu
görevlisi hakkında ihbar ve şikâyette bulunmayı olanaksız hale getirecek, suçun
ortaya çıkmasını engelleyecek bu düzenlemede kamu yararı yoktur. Yasa koyucunun
amacı, ihbar ve şikayette bulunacak kişilere ihbarda bulunmayı önleyecek
derecede yükümlülük getirmek olamaz.
Kişilerin devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını
geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri, ancak hukuk
güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk devletinde
gerçekleşebilecektir.
Hukuka güven duygusunu zedeleyecek, suçun ve suçluların ortaya
çıkmasını engelleyecek ya da geciktirecek düzenleme ve yaklaşımların hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı tartışmasızdır.
Bu nedenle, kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevleri kamusal yetki ve yöntemler kullanarak yürüten kamu görevlilerinin,
görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan yargılanmaları konusunda, hem kamu
otoritesinin saygınlığını koruyacak, hem de hukuka güven duygusunu
zedelemeyecek ve bu ikisi arasında denge sağlayacak yöntemler geliştirilmeye
çalışılmıştır.
Bugüne kadar kamu görevlilerinin kovuşturulmalarına ilişkin olarak
yasalarla geliştirilen yöntemler, hukuk devleti ilkesinin gereği, bunların
görevlerine ilişkin suçlar nedeniyle yargılanmalarının hızlandırılması ve
kolaylaştırılması yönünde olmuştur.
Buna karşılık, 5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği
4483 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenleme,
memurlar ya da diğer kamu görevlilerinin görevleri nedeniyle işledikleri
suçlarının ihbarını ve şikâyetini güçleştirici niteliktedir. İhbar ve şikâyet
yolu, neredeyse tümüyle olanaksızlaştırılmıştır.
Yukarıda kamu yararına olmadığı belirtilen bu düzenleme, suç
işleyen memur ve kamu görevlilerinin korunduğu izlenimine yol açması yönünden,
yurttaşların hukuk devletine ve kamu otoritelerinin saygınlığına olan güvenini
de zedeleyecek niteliktedir ve bu bakımdan da hukuk devleti ilkesine açıkça
aykırıdır.
Bu düzenlemenin Anayasanın 36 ncı maddesinde ifade edilen hak
arama özgürlüğünün kullanımını Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı olarak
ölçüsüzce sınırlandırdığı da ortadadır.
Böyle bir düzenleme, söz konusu 3 üncü fıkrada belirtilen
koşulları sağlayanlarla sağlayamayanlar arasında, iddia ve şikayette bulunmak,
dolayısı ile hak aramak özgürlüğünden yararlanmak bakımından, kanun önünde
eşitlik ilkesine aykırı bir eşitsizlik de yaratmaktadır.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın
11 inci maddesinde ifade edilen Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkeleriyle de çelişecektir.
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının, yukarıda açıklanan gerekçelerle
Anayasanın 2, 10, 11, 13 ve 36 ncı maddelerine aykırı olduğu için, iptal
edilmesi gerekmektedir.
2. 5232 Sayılı Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirdiği 4483 Sayılı
Kanunun 4 üncü Maddesinin Dördüncü Fıkrasının Birinci ve İkinci Cümlelerinin
Anayasaya Aykırılığı
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının birinci cümlesinde, söz konusu 4
üncü maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen nitelikleri ve şartları taşımayan
ihbar ve şikayetlerin Cumhuriyet Başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler
tarafından işleme konulmayacağı bildirilmektedir.
Yukarıda 5232 sayılı Kanunla değişik 4483 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin üçüncü fıkrası ile ilgili Anayasaya aykırılık gerekçemizde, üçüncü
fıkrada ihbar ve şikayetler ile ilgili olarak getirilmiş ölçüt ve koşulların
Anayasanın 2, 10, 11, 13 ve 36 ncı maddelerine aykırı olduğu ifade edilmiştir.
Aranmasını Anayasaya aykırı gördüğümüz bu ölçüt ve koşullara uygun
olmayan ihbar ve şikayetlerin Cumhuriyet Başsavcıları ve izin vermeye yetkili
merciiler tarafından işleme konulmayacağına ilişkin bir düzenlemenin de, kamu
görevlileri ile memurların görevlerine ilişkin suçlar nedeniyle
yargılanmalarını güçleştirici hatta imkansızlaştırıcı bir etki yapacağı
ortadadır. Kaldı ki suçlunun takibini güçleştiren bir düzenlemede kamu yararı
da yoktur ve hukuk devletlerinde devlet işlemlerinin nihai amacının kamu yararı
olduğu ilkesi ile bağdaşmaz.
Böyle bir düzenleme, suç işleyen memur ve kamu görevlilerinin
korunduğu izlenimini verecek; yurttaşların hukuk devletine ve kamu
otoritelerinin saygınlığına olan güvenini zedeleyecektir.
Suç işleyen kamu görevlilerinin korunduğu ve bunların işledikleri
suçtan dolayı takiplerinin güçleştirildiği izlenimini veren ve aynı zamanda
kamu yararına da olmayan bir düzenleme, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Diğer yandan 4483 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin 5232 sayılı
Kanunla değiştirilmiş üçüncü fıkrasındaki koşulları taşıyan dilekçelerle
taşımayan dilekçeler arasında işleme koyma bakımından yaratılan fark da, devlet
işlemlerinde nihai amacın hukuk devletini ve kamu yararını gerçekleştirmek
olduğu gözönünde tutulduğunda, makul görülemez ve Anayasanın 10 uncu maddesinde
ifade edilen kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı düşer.
Üçüncü fıkrada sıralanan koşullara uygun olmayan ihbar ve
şikayetlerin işleme konulmayacağı yolundaki bir düzenlemenin, Anayasanın 36 ncı
maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğünü, Anayasanın 13 üncü maddesine
aykırı olarak, ölçüsüzce ve özünden zedelemek suretiyle sınırlandıracağı da
tartışmasızdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ve ayrıca 4483 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasaya aykırılığı açıklanırken gösterilen
gerekçede ifade edilen hususlar bakımından, söz konusu dördüncü fıkranın
birinci cümlesi Anayasanın 2, 10, 13 ve 36 ncı maddelerine aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın
11 inci maddesinde ifade edilen Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri
ile de bağdaşmaz.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Anayasanın 2, 10, 11, 13 ve 36 ncı
maddelerine aykırı olan söz konusu birinci cümlenin iptal edilmesi
gerekmektedir.
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde ise, üçüncü
fıkradaki koşullara uygun olmayan ihbar ve şikayetlerde, iddiaların sıhhati
şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş ise, ad, soyad ve imza ile
iş ve ikametgah adresinin doğruluğu şartının aranmayacağı bildirilmiştir.
Bu düzenleme de yurttaşa, ihbar ve şikayetinin, kimlik bilgilerini
sağlıklı olarak vermese bile, işleme konulabilmesini sağlamak için iddialarını,
'sıhhatli şüpheye mahal bırakmayacak belgelerle ortaya koymak' yükümlülüğünü
getirmektedir. Sağlıklı belgeleri bulmak, güvenilir bilgilere erişmek, güçlü
kanıtlar toplamak, şikayetçinin değil, soruşturmacının görevidir. İddialarla
ilgili kanıtları elde etmek için soruşturma yapan görevlilerin soruşturma
yetkisiyle donatılması bu yüzdendir.
Soruşturma yapma yetkisi olmayan kişilere bu tür yükümlülükler
getirmek, suçun takibini güçleştirerek hukuk devleti ilkesine aykırı düştüğü
gibi; bu tür sıhhati şüpheye mahal bırakmayacak belgelere dayalı ihbar ve
şikayetleri temin etmiş olanlarla temin edememiş olanlar arasında ihbar ve
şikayetin işleme konulması bakımından, bir ayırım da yaratmakta; sıhhati
şüpheye mahal bırakmayacak belgeleri olanların, kimlik bilgilerini gizlemek
imkanından yararlanarak iddia ve şikayetlerini geçerli kılmalarını
sağlamaktadır. Halbuki bu tür sıhhati şüpheye mahal bırakmayacak belgeleri
olmayanların şikayetlerinin geçerliliği için ise, kimlik bilgilerini sağlıklı
biçimde vermeleri gerekmektedir.
Bir hukuk devletinin temel amaçlarından birisi de suçun takibi ve
suç işleyene yaptırım uygulanmasıdır.
Suçun takibini güçleştirecek, hatta imkansızlaştıracak
düzenlemeler hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı gibi; sıhhatinden kuşku
duyulmayacak belge temin edenlerle edemeyenler arasında, ihbar ve
şikayetlerinin işleme konulması bakımından ayrım yaratılması, Anayasanın 10
uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Diğer yandan söz konusu ikinci cümlede, sıhhati şüpheye mahal
bırakmayacak belgelere dayalı ihbar ve şikayetlerde, ad, soyad ve imza ile iş
veya ikametgah adresinin doğruluk şartının aranmayacağı bildirilmiştir.
Yukarıda 4483 sayılı Kanunun 5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle değiştirilmiş
olan 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrası ile ilgili Anayasaya aykırılık
gerekçemizde, ihbarcı veya şikayetçinin kimliğinin ihbarın değerlendirilmesi
bakımından önem taşımadığı ve suçun takibine öncelik verilmesinin, Anayasa
Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, hukuk devleti anlayışının bir
gereği olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar çerçevesinde, iddia ve şikayetini
sıhhatinden kuşku duyulmayacak belgelerle ortaya koyanlar için, zaten
aranmasının Anayasaya aykırı olduğunu ifade etmiş bulunduğumuz kimlik
bilgilerinin doğruluğunun aranmaması; ama iddiasını sıhhatinden kuşku
duyulmayacak belgelerle dayandıramayan kimseler için kimlik bilgilerinin
doğruluğunun araştırılması da bir başka eşitsizlik durumudur.
Bir hukuk devletinde, suçun takibi asla zorlaştırılmamalı;
şikayetçinin kimliği ve kimlik bilgileri önem taşımamalı; ihbar ve iddianın
doğruluğu her durumda araştırılmalı ve kimlik bilgilerinin doğruluğu ile
iddianın sıhhatli belgelere dayanıp dayanmadığı hususları, iddianın takibi
bakımından belirleyici olmamalıdır.
Bu konuda bu hususlara iddianın takibi bakımından belirleyicilik
niteliği tanımak, Anayasanın 36 ncı maddesinde ifade edilen hak arama
özgürlüğünün Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı biçimde, ölçüsüzce ve özünden
zedeleyerek sınırlandırılması anlamını taşır.
Söz konusu ikinci cümle bu nedenlerle Anayasanın 2, 10, 13 ve 36
ncı maddelerine aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ve dolayısı ile Anayasanın 11 inci maddesi
ile de bağdaşamaz. 5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483
sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinin yukarıda
açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2, 10, 11, 13 ve 36 ncı maddelerine aykırı
olduğu için iptali gerekmektedir.
3. 5232 Sayılı Kanunun 4 üncü Maddesinin Değiştirdiği 4483 Sayılı
Kanunun 12 nci Maddesinin Birinci ve İkinci Fıkralarının Anayasaya aykırılığı
5232 sayılı Yasanın 4 üncü maddesiyle 4483 sayılı Kanunun 12 nci
maddesinde yapılan değişiklikle, büyükşehir belediye başkanları hakkında
hazırlık soruşturmasını yapacak merci değiştirilmiştir.
4483 sayılı Kanunun 'Hazırlık Soruşturmasını Yapacak Merciler'
başlıklı 12 nci maddesi 5232 sayılı Kanununla değiştirilmeden önce aynen
aşağıdaki gibi idi:
'Hazırlık Soruşturması;
a) Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Sekreteri, müsteşarlar ve Bakanlar Kurulu kararı ile atanan memur ve
diğer kamu görevlileri ile büyükşehir belediye başkanları hakkında Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili,
b) Ortak kararla veya Başbakanın onayı ile atanan memurlar ve
diğer kamu görevlileri, il ve ilçe belediye başkanları, ilçe idare şube
başkanları hakkında il Cumhuriyet başsavcısı veya başsavcıvekili,
c) Diğerleri hakkında genel hükümlere göre yetkili ve görevli
Cumhuriyet başsavcılığı,
tarafından yapılır.
Hazırlık soruşturması sırasında hakim kararı alınmasını gerektiren
hususlarda; (a) bendinde sayılanlar için Yargıtay'ın ilgili ceza dairesine, (b)
bendinde sayılanlar için il asliye ceza mahkemesine, diğerleri için genel
hükümlere göre yetkili ve görevli sulh ceza hakimine başvurulur.'
Görüldüğü üzere, 4483 sayılı Kanunun değişmeden önceki halinde,
büyükşehir belediye başkanlarının hazırlık soruşturmaları da, aynen
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri,
müsteşarlar ve valiler gibi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili
tarafından yapılmakta idi.
Ayrıca, hazırlık soruşturması sırasında hakim kararı alınmasını
gerektiren hususlarda Büyükşehir belediye başkanları için, aynen
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri,
müsteşarlar ve valilerde olduğu gibi Yargıtay'ın ilgili ceza mahkemesine
başvurulmakta idi.
Şimdi yapılan değişiklikle, büyükşehir belediye başkanlarının
hazırlık soruşturmaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili
tarafından değil, genel hükümlere göre; yetkili ve görevli Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından yapılacak ve hazırlık soruşturması sırasında hakim
kararı alınmasını gerektiren hususlarda Yargıtay'ın ilgili ceza mahkemesine
yerine, genel hükümlere göre yetkili ve görevli sulh ceza hakimine
başvurulacaktır.
Eski yasal düzenlemede görev unvanları belirtilen memur ve diğer
kamu görevlileri hakkında hazırlık soruşturması yapacak merci aynı kalırken
bunlardan sadece büyükşehir belediye başkanlarının hazırlık soruşturmasını
yapacak merci değiştirilmiştir. Eski yasal düzenleme ile yeni yasal düzenleme
arasındaki tek fark büyükşehir belediye başkanı ile ilgili düzenlemelerdedir.
5186 sayılı Yasanın Genel Gerekçesinde, değişikliğe neden ihtiyaç
duyulduğu şöyle açıklanmıştır:
'Memurlar ve diğer kamu görevlileri makamlarına göre Yargıtay veya
genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmakta; hazırlık
soruşturmaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı veya Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılmakta; itirazlara ise, Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesi tarafından,
makamlara göre ayrı ayrı bakılmaktadır. Bu durum eşitlik ilkesine aykırılık arz
etmektedir. Bu durumların düzeltilmesi amacıyla 4483 sayılı Kanunda bazı
değişiklikler düşünülmüştür.'
5186 sayılı Yasanın Madde Gerekçelerinde ise, 4483 sayılı Kanunun
12 nci maddesinin değişiklik nedenleri şöyle açıklanmıştır:
'Hazırlık soruşturmasının da, memur veya diğer kamu görevlilerinin
makamlarına göre, Yargıtay Başsavcılığı ve Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yapılması eşitlik ilkesine aykırıdır. Makamlara göre savcı tespiti isabetli
değildir. Hazırlık soruşturması sırasında hâkim kararı gerekiyorsa, bu
mahkemelerde makamlara göre değişmemelidir.'
5232 sayılı yasanın 4483 sayılı yasada yaptığı tüm değişiklikler
birlikte ele alındığında, öne sürülen değişiklik gerekçeleri ile yasa
hükümlerinin doğuracağı sonuçların birbiri ile bağdaşmadığı, gerekçeler ile
maddelerdeki düzenlemeler arasında tutarlılık bulunmadığı açıkça ortaya
çıkmaktadır.
Yasanın TBMM'de görüşülmesi sırasında Adalet Komisyonu'nun bazı
üyeleri, bu düzenlemelerin, Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanan Ankara ve
Adana büyükşehir belediye başkanları ile İstanbul eski büyükşehir belediye
başkanı için yapılmış kişiye özel düzenlemeler olduğu ileri sürerek komisyon
raporuna muhalefet şerhi koymuşlardır.
5232 sayılı Yasayla, 4483 sayılı yasanın 13 üncü ve 12 nci
maddesinde yapılan değişiklik yanında 4483 sayılı Yasaya bir geçici madde
eklenerek; bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi hükme bağlanmıştır.
Gerekçede ileri sürülenin aksine, bu değişikliklerle, kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren yargılanan tüm memur ve kamu görevlilerinin,
eşitlik ilkesine uygun olarak genel hükümlere göre yetkili ve görevli
mahkemelerde yargılanması değil; sadece Yargıtay'da davası devam eden
büyükşehir belediye başkanlarının dava dosyalarının genel hükümlere göre
yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi sağlanmıştır.
Büyükşehir belediye başkanlarının Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi
yerine genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmalarının
öngörüldüğü ve bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredileceği göz önünde
tutulduğunda, yapılan düzenlemelerin kişiye özel düzenlemeler olduğu açıkça
ortaya çıkmaktadır.
5232 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 12 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise, hazırlık
soruşturması aşaması için, bu kişiye özel düzenlemelerle uyumlu alt yapı
hazırlanmıştır.
5232 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 12 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, 5232 sayılı Kanunun 5
inci ve 7 nci maddeleriyle birlikte ele alındığında; bu maddelerin, yargılama
ve hazırlık soruşturması aşamasında yürütülmekte olan davaları başka
mahkemelere gönderme ve yetkili mahkeme ve savcılıkları değiştirme sonucu
doğurduğundan, Anayasanın 37 nci maddesindeki doğal hakim ilkesine, 10 uncu
maddesindeki eşitlik ilkesine, 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine ve 11
inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ilkesine ve 6 ncı maddesindeki Anayasadan
kaynaklanmayan yetki kullanılamayacağı ilkesine aykırı oldukları görülmektedir.
Anayasanın 37 nci maddesinde, hiç kimse kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz denilmektedir. Getirilen
düzenlemeler ile halen Yargıtay'ın ilgili ceza dairelerinde yargılanan
büyükşehir belediye başkanlarının yargılanacakları mercii ile hazırlık
soruşturması aşamasındaki yetkili savcılık ve yargıçlık fiilen
değiştirilmektedir. Bu durum doğal yargıç ilkesi ile bağdaşmaz.
Çünkü doğal yargıç kavramı, suçun işlenmesinden veya çekişmenin
doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi diye
tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal yargıç ilkesi yargılama
makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra
kurulmasına veya yargıçların atanmasına engel oluşturur; sanığa veya davanın
yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez.
Anayasa Mahkemesinin E.1996/74, K.1998/45 sayılı Kararında da:
'Doğal hâkim güvencesi, suç işleyen bir kişinin hangi mahkemede yargılanacağını
önceden ve kesin olarak bilmesini gerektirir. Doğal hâkim güvencesinin, hukuk
devletinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle,
doğal hâkim ilkesini ihlâl eden kural, hukuk devleti ilkesine de aykırıdır'
denilmektedir.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar' ilkesi yer almaktadır.
Buna göre; yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilemeyecek ve bu
nedenlerle, eşitsizliğe yol açılmayacaktır. Bu ilkeyle, birbirlerinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması ve ayrıcalıklı kişi ve
topluluklar yaratılması engellenmektedir. Yasa önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez; kimilerinin Anayasanın 10
uncu maddesinde öngörülen nedenlerle değişik kurallara bağlı tutulmaları,
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamaları
gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı
kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
5232 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 12 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, birbirlerinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması sonucunu doğuran bir düzenleme
getirdikleri için, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine de
aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi, kararlarında hukukun genel ilkelerine daha çok,
hukuk devleti ilkesinin unsurlarını, özelliklerini ve niteliğini belirlemek
için başvurmuş ve hukukun genel ilkelerini, hukuk devleti ilkesine 'destek ölçü
norm' olarak kullanmıştır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devletinin, Anayasanın açık
hükümlerinden önce, hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu
ilkelere uygun olması gerektiği belirtilmiştir. (E.1995/20, K.1996/4)
Anayasa Mahkemesi devletin bütün organlarının yaptığı işlemlerin
meşruluk kazanmasını hukukun genel ilkelerine uymaya bağlamıştır. Anayasa
Mahkemesinin E. 1987/ 16, K. 1988/8 sayılı kararında aynen şöyle denilmektedir:
'Hukuk devletinin, işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olması,
hukukun üstünlüğü ilkesini içtenlikle benimsemesi, yargı denetimini etkinlikle
yaygınlaştırıp sürdürmesi, yasa koyucunun çalışmalarında kendisini her zaman
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı tutması, yasa koyucu da dahil
devletin tüm organları üstünde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olması,
insan haklarına saygı göstermesi ve bu hakları korumayı, adil bir hukuk düzeni
kurarak geliştirmeyi zorunlu sayması gerekir. Yasaların üstünde yasa koyucunun
uymak zorunda bulunduğu Anayasa ve temel hukuk ilkeleri vardır. Anayasada
öngörülen devletin amacı ve varlığı ile bağdaşmayan, hukukun ana ilkelerine
dayanmayan yasalar kamu vicdanında olumsuz tepkiler yaratır.'
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar vermiş olduğu kararlarında, hukukun
genel ilkelerinin bir tanımını yapmamış ve bunları tek tek saymamıştır; ama
bazı ilkeleri hukukun genel ilkeleri olarak saptamış ve bunları Anayasaya
uygunluk denetiminde ölçü norm olarak kullanmıştır. 'Yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi'de bunlardan biridir.
Anayasa Mahkemesinin 'kamu yararı' hakkında değerlendirme yaptığı
bir kararının ilgili bölümü aynen şöyledir: 'Anayasanın 2 nci maddesinde
Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir hukuk devleti olduğu açıkça belirtilmiştir.
Hukuk devleti olmak, yönetilenlere hukuk güvencesi sağlayan bir düzen
kurmaktır. Böyle bir düzenin kurulması, yasama ve yargı yetkileriyle yürütme
alanına giren tüm işlemlerin hukuk kuralları içinde kalması ile
gerçekleşebilir. Hukuk devletinin öğeleri arasında, yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi de vardır. Bu ilkenin anlamı, kamu yararı düşüncesi
olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli kişiler yararına
olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. (E.1992/46, K.1992/52)
Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ile,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu evrensel ve üstün
hukuk kurallarından ve Anayasanın içerdiği hukuksal ilkelerden ödün verilmeyen,
her organın üzerinde hukukun mutlak egemenliğini sağlayan, insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, bunları koruyup güçlendiren, hukukun üstünlüğü
ilkesini koruyan, hiçbir eylem ve işlemi yargı denetiminin dışında kalmayan
devlet amaçlanmıştır.
Bu bağlamda hukuk devleti, her dilediğini yapamayan, kendini
hukukla bağlı sayan ve tüm yetkilerinin sınırının hukuksal kurallarla
belirlendiği Devlettir. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle
uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.'
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K. 1986/4 sayılı Kararında 'Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir.
Yasama erkinin kamu yararına değil birtakım özel amaç ve çıkarlara
yönelik olarak kullanılması halinde ise, yasama yetkisi saptırılmış olur. Söz
konusu düzenlemeler kişiye özel oldukları için kamu yararını amaçlamamaktadır
ve yasama yetkisinin saptırıldığını göstermektedir. Böyle saptırılmış bir
yetkinin ise, kökenini Anayasada bulamayacağı ve Anayasanın 6 ncı maddesine
aykırı bir görünüme gireceği açıktır.
Yargıtay'da büyükşehir belediye başkanlarının bazıları hakkında
hüküm aşamasına gelmiş davalar varken, bu davaları da kapsayacak şekilde, kamu
yararı olmaksızın ve yurttaşların hukuk devletine olan güven ve inançlarını
sarsacak şekilde, kişiye özel yasalar çıkartmak ve bu yasalarla hazırlık
soruşturması ve yargılama aşamasında yetkili savcılık, yargıçlık ve mahkemeleri
doğal yargıç ilkesine aykırı olarak değiştirmek Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesine, 6 ncı maddesindeki Anayasadan kökenlenmeyen bir Devlet
yetkisinin kullanılamayacağı ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine,
37 nci maddesindeki doğal yargıç ilkesine ve Anayasanın 11 inci maddesindeki
hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine aykırıdır.
Bundan dolayı, 5232 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin değiştirdiği
4483 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları Anayasanın 2,
6, 10, 11 ve 37 nci maddelerine aykırı oldukları için iptal edilmelidir.
4. 5232 Sayılı Kanunun 5 inci Maddesinin Değiştirdiği 4483 Sayılı
Kanunun 13 üncü Maddesinin Anayasaya aykırılığı
5232 sayılı Yasanın 5 inci maddesiyle 4483 sayılı Kanunun 13 üncü
maddesinde yapılan değişiklikle, büyükşehir belediye başkanlarının
yargılanmasında görevli ve yetkili olan mahkeme değiştirilmiştir.
4483 sayılı Kanunun 'Yetkili ve Görevli Mahkeme' başlıklı 13 üncü
maddesi, 5232 sayılı Kanununla değiştirilmeden önce aynen aşağıdaki gibi idi:
'Davaya bakmaya yetkili ve görevli mahkeme, 12 nci maddenin (a)
bendinde sayılanlar için Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi, (b) bendinde
sayılanlar için il ağır ceza mahkemesi, diğerleri için genel hükümlere göre
yetkili ve görevli mahkemedir.'
Görüldüğü üzere, 4483 sayılı Kanunun değişmeden önceki halinde
büyükşehir belediye başkanlarının yargılanacağı görevli ve yetkili mahkeme
aynen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreteri, müsteşarlar ve valiler gibi Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi idi.
Şimdi yapılan değişiklikle, büyükşehir belediye başkanları
Yargıtay'ın ilgili ceza dairesinde değil, genel hükümlere göre; yetkili ve
görevli mahkemede yargılanacaktır.
5232 sayılı Kanunla; eski yasal düzenlemeye göre Yargıtay'ın
ilgili ceza dairesinde yargılanacak memur ve diğer kamu görevlileri arasından
sadece büyükşehir belediye başkanlarının yargılanacağı yetkili ve görevli
mahkeme değiştirilmiştir.
5186 sayılı Yasanın Genel Gerekçesinde, değişikliğe neden ihtiyaç
duyulduğu şöyle açıklanmıştır:
'Memurlar ve diğer kamu görevlileri makamlarına göre Yargıtay veya
genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmakta; hazırlık
soruşturmaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı veya Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılmakta; itirazlara ise, Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesi tarafından,
makamlara göre ayrı ayrı bakılmaktadır. Bu durum eşitlik ilkesine aykırılık arz
etmektedir. Bu durumların düzeltilmesi amacıyla 4483 sayılı Kanunda bazı
değişiklikler düşünülmüştür.'
5186 sayılı Yasanın Madde Gerekçelerinde ise, 4483 sayılı Kanunun
13 üncü maddesindeki değişiklik nedenleri şöyle açıklanmıştır:
'Memurları ve diğer kamu görevlilerini farklı mahkemelerde
yargılamak eşitlik ilkesine aykırıdır. Mahkemeler ancak suçun nevine göre
ayrılabilirler. Makamlara göre mahkeme tasnifi eşitlik ilkesini bozar. Bu madde
ile tüm memur ve diğer kamu görevlilerinin genel hükümlerine göre görevli ve
yetkili mahkemede yargılanması sağlanmaktadır.'
Yasanın TBMM'de görüşülmesi sırasında Adalet Komisyonu'nun bazı
üyeleri, bu düzenlemenin, Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanan Ankara ve
Adana büyükşehir belediye başkanları ile İstanbul eski büyükşehir belediye
başkanı için yapılmış kişiye özel düzenlemeler olduğu ileri sürerek komisyon
raporuna muhalefet şerhi koymuşlardır.
5232 sayılı Yasayla 4483 sayılı yasada yapılan değişiklikler
birlikte ele alındığında, bu düzenlemelerin gerçekten de kişiye özel
düzenlemeler olduğu ve öne sürülen değişiklik gerekçeleri ile yasa hükümlerinin
doğuracağı sonuçların birbiri ile bağdaşmadığı, gerekçeler ile maddelerdeki
düzenlemeler arasında tutarlılık bulunmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
5232 sayılı Yasayla 4483 sayılı yasanın 13 üncü ve 12 nci
maddesinde yapılan değişiklik yanında 4483 sayılı Yasaya bir geçici madde
eklenerek; bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi hükme bağlanmıştır.
Gerekçede ileri sürülenin aksine, bu değişikliklerle, kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren yargılanan tüm memur ve kamu görevlilerinin,
eşitlik ilkesine uygun olarak genel hükümlere göre yetkili ve görevli
mahkemelerde yargılanması sağlanmamış; bu amaca sadece büyükşehir belediye
başkanları açısından ulaşılmış ve Yargıtay'da davası devam eden büyükşehir
belediye başkanlarının dava dosyalarının genel hükümlere göre yetkili ve
görevli mahkemelere devredilmesi gerçekleştirilmiştir.
Büyükşehir belediye başkanlarının Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi
yerine genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmalarının
öngörüldüğü ve bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredileceği göz önünde
tutulduğunda, yapılan düzenlemenin kişiye özel olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
5232 sayılı yasa ile getirilen 4 üncü ve 5 inci madde ile Geçici
Madde 2 birlikte ele alındığında, bu maddelerin yürütülmekte olan davaları
başka mahkemelere gönderme sonucunu doğurdukları için, Anayasanın 37 nci
maddesindeki doğal yargıç ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, 2
nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 6 ncı maddesindeki Anayasadan
kaynaklanmayan yetki kullanılamayacağı ilkesine ve 11 inci maddesindeki hukukun
üstünlüğü ilkesine aykırı düştükleri görülmektedir.
Anayasanın 37 nci maddesinde, hiç kimse kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz denilmektedir. Getirilen düzenleme
ile halen Yargıtay'ın ilgili ceza dairelerinde yargılanan büyükşehir belediye
başkanlarının yargılanacakları merci fiilen değiştirilmektedir. Bu durum doğal
yargıç ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Çünkü, doğal yargıç kavramı, suçun
işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini
yasanın belirlemesi diye tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal yargıç
ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıçların atanmasına engel oluşturmakta;
sanığa veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermemektedir.
Anayasa Mahkemesinin E.1996/74, K.1998/45 sayılı Kararında :
'Doğal hâkim güvencesi, suç işleyen bir kişinin hangi mahkemede yargılanacağını
önceden ve kesin olarak bilmesini gerektirir. Doğal hâkim güvencesinin, hukuk
devletinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle,
doğal hâkim ilkesini ihlâl eden kural, hukuk devleti ilkesine de aykırıdır'
denilmektedir.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar' ilkesi yer almaktadır.
Buna göre yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilemeyecek ve bu
nedenlerle, eşitsizliğe yol açılmayacaktır. Bu ilkeyle, birbirlerinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması ve ayrıcalıklı kişi ve
topluluklar yaratılması engellenmektedir. Yasa önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez; kimilerinin Anayasanın 10
uncu maddesinde öngörülen nedenlerle değişik kurallara bağlı tutulmaları
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamaları
gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı
kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
5232 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesinde ise, birbirlerinin aynı durumunda olanlara ayrı
kuralların uygulanması sonucunu doğuracak bir düzenleme getirildiği için, bu
madde Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi, kararlarında hukukun genel ilkelerine daha çok,
hukuk devleti ilkesinin unsurlarını, özelliklerini ve niteliğini belirlemek
için başvurmuş ve hukukun genel ilkelerini, hukuk devleti ilkesine 'destek ölçü
norm' olarak kullanmıştır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devletinin, Anayasanın açık
hükümlerinden önce, hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu
ilkelere uygun olması gerektiği belirtilmiştir. (E.1995/20, K.1996/4)
Anayasa Mahkemesi devletin bütün organlarının yaptığı işlemlerin
meşruluk kazanmasını hukukun genel ilkelerine uymaya bağlamıştır. Anayasa
Mahkemesinin E. 1987/ 16, K. 1988/8 sayılı kararında aynen şöyle denilmektedir:
'Hukuk devletinin, işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olması,
hukukun üstünlüğü ilkesini içtenlikle benimsemesi, yargı denetimini etkinlikle
yaygınlaştırıp sürdürmesi, yasa koyucunun çalışmalarında kendisini her zaman
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı tutması, yasa koyucu da dahil
devletin tüm organları üstünde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olması,
insan haklarına saygı göstermesi ve bu hakları korumayı, adil bir hukuk düzeni
kurarak geliştirmeyi zorunlu sayması gerekir. Yasaların üstünde yasa koyucunun
uymak zorunda bulunduğu Anayasa ve temel hukuk ilkeleri vardır. Anayasada
öngörülen devletin amacı ve varlığı ile bağdaşmayan, hukukun ana ilkelerine
dayanmayan yasalar kamu vicdanında olumsuz tepkiler yaratır.'
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar vermiş olduğu kararlarında, hukukun
genel ilkelerinin bir tanımını yapmamış ve bunları tek tek saymamıştır; ama
bazı ilkeleri hukukun genel ilkeleri olarak saptamış ve bunları Anayasaya
uygunluk denetiminde ölçü norm olarak kullanmıştır. 'Yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi' de bunlardan biridir.
Anayasa Mahkemesinin 'kamu yararı' hakkında değerlendirme yaptığı
bir kararının ilgili bölümü aynen şöyledir:
'Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu açıkça belirtilmiştir. Hukuk devleti olmak, yönetilenlere
hukuk güvencesi sağlayan bir düzen kurmaktır. Böyle bir düzenin kurulması,
yasama ve yargı yetkileriyle yürütme alanına giren tüm işlemlerin hukuk kuralları
içinde kalması ile gerçekleşebilir. Hukuk devletinin öğeleri arasında,
yasaların kamu yararına dayanması ilkesi de vardır. Bu ilkenin anlamı, kamu
yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli
kişiler yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır.
(E.1992/46, K.1992/52)
Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ile,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu evrensel ve üstün
hukuk kurallarından ve Anayasanın içerdiği hukuksal ilkelerden ödün verilmeyen,
her organın üzerinde hukukun mutlak egemenliğini sağlayan, insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, bunları koruyup güçlendiren, hukukun üstünlüğü
ilkesini koruyan, hiçbir eylem ve işlemi yargı denetiminin dışında kalmayan devlet
amaçlanmıştır.
Bu bağlamda hukuk devleti, her dilediğini yapamayan, kendini
hukukla bağlı sayan ve tüm yetkilerinin sınırının hukuksal kurallarla
belirlendiği Devlettir. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle
uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.'
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K. 1986/4 sayılı Kararında 'Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir
Kişilerin devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını
geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri, ancak hukuk
güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk devletinde
gerçekleşebilecektir.
Hukuk devletinin öğeleri arasında, yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi de vardır.
Bu nedenle kişiye özel yasalar, kamu yararı kavramı ve dolayısı
ile hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz.
Yargıtay'da büyükşehir belediye başkanlarının bazıları hakkında
nerede ise hüküm aşamasına gelmiş davalar varken, bu davaları kapsayacak ve
doğal yargıç ilkesine aykırı sonuç doğuracak, kişiye özel, kamu yararına dönük
olmayan yasa hükümleri getirilmesi yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2
nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, Anayasanın 6 ncı maddesindeki kökenini
Anayasadan almayan devlet yetkisi kullanılamayacağı ilkesine, 10 uncu
maddesindeki eşitlik ilkesine, 37 nci maddesindeki doğal yargıç ilkesine ve
Anayasanın 11 inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine
aykırıdır.
Bu nedenle, 5232 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin değiştirdiği
4483 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin, Anayasanın 2, 6, 10, 11 ve 37 nci
maddelerine aykırı olduğu için iptal edilmesi gerekmektedir.
4. 5232 Sayılı Kanunun 6 ncı Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
4483 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının 5232
sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki halinde, memurlar ve diğer kamu
görevlilerine ilişkin ihbar ve şikâyetlerin 'garaz, kin ya da mücerret hakaret'
için uydurma suç isnadıyla yapıldığının soruşturma sonunda anlaşılması ya da
yargılama sonunda sabit olması durumunda, haksız suçlamada bulunana ilişkin
olarak kendiliğinden soruşturmaya geçilmesi öngörülmüş iken, 5232 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesi ile yapılan değişiklikle, 'garaz, kin veya mücerret
hakaret için' ibareleri madde metninden çıkarılmış; ihbar ve şikâyetlerin ihbar
ya da şikâyet edileni 'mağdur etmek amacıyla' yapıldığının soruşturma sonunda
anlaşılması ya da yargılama sonunda sabit olması durumunda, haksız suçlamada
bulunan için kendiliğinden soruşturmaya geçilmesi öngörülmüştür.
'Garaz, kin ya da mücerret hakaret' somut, kişisel
değerlendirmelere bağlı olarak değişik biçimlerde yorumlanamayacak ve bu
nedenle nesnel yanı ağır basan kavramlardır.
Yapılan değişiklikte bu kavramların kaldırılması ve yerlerine
'ihbar ve şikayet edileni mağdur etmek amacıyla' ibaresinin getirilmesi, ihbar
ve şikâyetin 'memur ya da kamu görevlisinin mağdur edilmesi amacıyla yapıldığı'
gerekçe gösterilerek hemen hemen tüm ihbarcı ya da şikâyetçilerin soruşturma
geçirmesine yol açabilecektir. Bunun, ihbar ve şikâyet yolunun kullanılmasını
önemli ölçüde engelleyeceği kuşkusuzdur.
Suç isnadında bulunmanın, aklanmaları durumunda suçlanan kişinin
mağdur edildiği anlamını taşıyacağı ortadadır. Hele bu suçlama bir kamu
görevlisinin görevi nedeniyle suç işlediği savını içeriyorsa, yalnızca
soruşturmaya uğraması bile, kamu görevlisinin mağdur edilmesi olarak
değerlendirilebilecektir. Yasa ile yapılan düzenlemedeki 'ihbar veya şikâyet
edileni mağdur etmek' anlatımının içeriğinin belirsiz, geniş ve soyut olduğu
açıktır.
Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısına karşı ileri sürülen Adalet
Komisyonu Raporunda yer alan gerekçede, temel amacın kamu düzenini sağlamak ve
korumakla görevli kamu otoritesinin saygınlığının ve yaptırım gücünün zedelenmemesi
olduğu ve bu temel amacın kamu yararının sağlanmasına dönük olduğu, bu
düzenlemelerin Anayasanın 39 uncu maddesiyle de uyumlu olduğu belirtilmiştir.
Oysa, Anayasanın 39 uncu maddesi, kamu görev ve hizmetlerinin
görülmesine yönelik haklı eleştirilerin hakaret niteliği taşısalar da dile
getirilmesini özel bir koruma altına almaktadır.
Kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara karşı, bu görev veya
hizmetle ilgili olarak yapılan isnatlardan dolayı açılan hakaret davalarında
Anayasanın 39 uncu maddesinde öngörülen ispat hakkı, mutlak biçimde kabul
edilmiş, diğer hallerde şikayetçinin kabulüne bağlanmıştır..
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin E. 1981/8 sayılı Kararında özetle
şöyle denmektedir:
'Anayasal güvenceye kavuşturulan ispat hakkı, kişilerin Anayasal
haklarından olduğu gibi basın özgürlüğünün de vazgeçilmez koşullarından
biridir. Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren demokratik hukuk devleti düzeninin
yerleşmiş olduğu ülkelerde, ispat hakkı toplum yaşamında ve kamu yönetiminde
varlığı gittikçe aranan bir hukuksal kurum durumuna gelmiştir. Yönetimin iyi
işleyebilmesi için gerektiğinde devleti yöneten ve kamu işlerini çevirenlerin
tutum ve davranışları hakkında eleştiride bulunmak kişi haklarındandır. Bu
sosyal amaçlı eleştirilerin ve kamuya iletilen olay veya yazıların kimi
durumlarda hakaret suçunu oluşturduğu da bir gerçektir. Buna rağmen gerçeğin ve
doğru olanın kamuya aktarılabilmesinin sağlanması ereğiyle isnat konusunun
ispat edilebilmesi olanağı ve ispatı halinde de dava ve cezanın düşmesi,
demokratik hukuk devletlerinde kabul edilmiştir.
Böylece, kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara ancak, belli
görevlerin yapılması için yetkiler tanındığı, bunların kişisel çıkarların
sağlanması yoluyla amacından saptırılamayacağı, kişilerin kamu görev ve
hizmetlerinin yerine getirilmesiyle ilgili her türlü eylem ve işlemleri
eleştirebilecekleri, yönetimdeki yolsuzluğu öğrenen ve gözleyen kişilerin
bunları görmemezlikten gelmeye veya susmaya zorlanamayacağı; yapılan isnadın memurdan
ziyade memurluk makamının nüfuz ve itibarını zedelediği savının geçersiz
olduğu, belirtilmiştir. Daha da ileri gidilerek, herhangi bir kişiye isnat
olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunduğunun
mahkemelerce kabul edilmesi, ispat hakkının tanınması için yeter bir neden
sayılmıştır.'
Görüldüğü üzere Raporda ileri sürülenin aksine Anayasa Mahkemesi,
kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlara ancak, belli görevlerin yapılması için
yetkiler tanındığı, bunların kişisel çıkarların sağlanması yoluyla amacından
saptırılamayacağı, kişilerin kamu görev ve hizmetlerinin yerine getirilmesiyle
ilgili her türlü eylem ve işlemleri eleştirebilecekleri, yönetimdeki yolsuzluğu
öğrenen ve gözleyen kişilerin bunları görmemezlikten gelmeye veya susmaya
zorlanamayacağı; yapılan isnadın memurdan ziyade memurluk makamının nüfuz ve
itibarını zedelediği savının geçersiz olduğuna karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesinin E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında da dile
getirildiği üzere; Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ile,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu evrensel ve üstün
hukuk kurallarından ve Anayasanın içerdiği hukuksal ilkelerden ödün verilmeyen,
her organın üzerinde hukukun mutlak egemenliğini sağlayan, insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, bunları koruyup güçlendiren, hukukun üstünlüğü
ilkesini koruyan, hiçbir eylem ve işlemi yargı denetiminin dışında kalmayan
devlet amaçlanmıştır. Bu bağlamda hukuk devleti, her dilediğini yapamayan, kendini
hukukla bağlı sayan ve tüm yetkilerinin sınırının hukuksal kurallarla
belirlendiği Devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu
koşullardandır. Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk
devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık
ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk
güvenliği sağlanır. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle
uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K. 1986/4 sayılı Kararında 'Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir
Yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi, yasa koyucunun
takdir yetkisini Anayasaya uygun kullanıp kullanmadığını da içerir. Bu nedenle
Anayasayı yorumlamakla yetkili olan Anayasa Mahkemesi, kamu yararı kavramını
bir çok kararında yorumlamıştır.
Anayasa Mahkemesine göre, kamu yararının gerektirdiği
düzenlemeleri yapmak, çareleri düşünüp önlem almak, yasa koyucunun en doğal
hakkı ve ödevidir. Yeter ki düzenlemeler yapılırken doğrudan doğruya amaçlanan
hizmetin gerekleri göz önünde tutulmuş, istenen nitelik ve kısıtlamalarla
hizmet arasında gerçeklere uygun nesnel ve zorunlu bir neden, sonuç bağı
kurulmuş olabilsin' (E.1992/40).
Söz konusu 6 ncı madde ile getirilen düzenleme ise makul, adil ve
amaca uygun bir düzenleme değildir. Suç işleyen memur veya kamu görevlisi
hakkında ihbar ve şikâyette bulunmayı olanaksız hale getirecek, suçun ortaya
çıkmasını engelleyecek bu düzenlemede kamu yararı da yoktur. 'İhbar veya
şikâyet edileni mağdur etmek' ibaresinin içeriğinin belirsiz, geniş ve soyut
olduğu açıktır. Yasa koyucunun amacı, ihbar ve şikayette bulunacak kişilere
ihbarda bulunmayı önleyecek derecede yükümlülük getirmek veya suçun ve
suçluların ortaya çıkmasını engellemek ve geciktirmek olamaz.
Hukuka güven duygusunu zedeleyecek, kamu yararına dönük olmayan,
suçun ve suçluların ortaya çıkmasını engelleyecek ya da geciktirecek düzenleme
ve yaklaşımların hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı tartışmasızdır.
Bu nedenle, kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli
görevleri kamusal yetki ve yöntemler kullanarak yürüten kamu görevlilerinin,
görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan yargılanmaları konusunda, hem kamu
otoritesinin saygınlığını koruyacak, hem de hukuka güven duygusunu
zedelemeyecek ve bu ikisi arasında denge sağlayacak yöntemler geliştirilmeye
çalışılmıştır. Bugüne kadar kamu görevlilerinin kovuşturulmalarına ilişkin
olarak yasalarla geliştirilen yöntemler, hukuk devleti ilkesinin gereği,
bunların görevlerine ilişkin suçlar nedeniyle yargılanmalarının hızlandırılması
ve kolaylaştırılması yönünde olmuştur.
5232 sayılı Yasa'nın 6 ncı maddesinde yer alan düzenleme ise, suç
işleyen memur ve kamu görevlilerinin korunduğu izlenimine yol açması yönünden,
yurttaşların hukuk devletine ve kamu otoritelerinin saygınlığına olan güvenini
zedeleyecek niteliktedir ve kamu yararı amacına yönelmemiştir. Bu nedenle söz
konusu düzenleme, hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
5232 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi ile getirilen yasal düzenleme
ise ihbar ve şikâyetin memur ya da kamu görevlisinin mağdur edilmesi amacıyla
yapıldığı gerekçe gösterilerek hemen hemen tüm ihbarcı ya da şikâyetçilerin
soruşturma geçirmesine neden olacak niteliktedir. Bunun, ihbar ve şikâyet
yolunun kullanılmasını önemli ölçüde engelleyeceği hatta olanaksızlaştıracağı
kuşkusuzdur.
Bu da öncelikle Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama
özgürlüğünün kullanımını Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı biçimde ölçüsüzce
sınırlandıracaktır.
5232 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi, Anayasanın 2 nci ve 36 ncı
maddelerine aykırı olduğu gibi, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkelerine ve dolayısı ile Anayasanın 11 inci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 5232 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesinin; Anayasanın 2, 11, 13 ve 36 ncı maddelerine aykırı olduğundan, iptal
edilmesi gerekmektedir.
5. 5232 Sayılı Kanunun 7 nci Maddesiyle 4483 Sayılı Kanuna Eklenen
Geçici Madde 2'nin Anayasaya Aykırılığı
5232 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle 4483 sayılı Kanuna eklenen
Geçici 2 nci madde ile, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna göre Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde ve il ağır ceza mahkemesinde açılmış davalar ile Danıştay'ca
itirazen incelenen kararların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi hükme bağlanmıştır.
5186 sayılı Yasanın Genel Gerekçesinde, değişikliğe neden ihtiyaç
duyulduğu şöyle açıklanmıştır:
'Memurlar ve diğer kamu görevlileri makamlarına göre Yargıtay veya
genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmakta; hazırlık
soruşturmaları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı veya Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılmakta; itirazlara ise, Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesi tarafından,
makamlara göre ayrı ayrı bakılmaktadır. Bu durum eşitlik ilkesine aykırılık arz
etmektedir. Bu durumların düzeltilmesi amacıyla 4483 sayılı Kanunda bazı
değişiklikler düşünülmüştür.'
5186 sayılı Yasanın Madde Gerekçelerinde ise, Geçici Madde 2 ile
ilgili değişiklik nedenleri şöyle sıralanmıştır:
'Bu madde ile, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren yargılanan
tüm memur ve kamu görevlileri, eşitlik ilkesine uygun olarak genel hükümlere
göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanması ve itirazların incelenmesi
öngörülmüştür.'
Yasanın TBMM'de görüşülmesi sırasında Adalet Komisyonu'nun bazı
üyeleri, bu düzenlemenin, Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yargılanan Ankara ve
Adana büyükşehir belediye başkanları ile İstanbul eski büyükşehir belediye
başkanı için yapılmış kişiye özel düzenlemeler olduğu ileri sürerek komisyon
raporuna muhalefet şerhi koymuşlardır.
5232 sayılı Yasa ile 4483 sayılı yasada yapılan değişiklikler
birlikte ele alındığında, bu düzenlemelerin gerçekten de kişiye özel
düzenlemeler olduğu ve öne sürülen değişiklik gerekçeleri ile yasa hükümlerinin
doğuracağı sonuçların birbiri ile bağdaşmadığı, gerekçeler ile maddelerdeki
düzenlemeler arasında tutarlılık bulunmadığı, açıkça ortaya çıkmaktadır.
5232 sayılı Yasa ile 4483 sayılı yasanın 13 üncü ve 12 nci maddesinde
yapılan değişikliklerin yanısıra, 4483 sayılı Yasaya bir geçici madde de
eklenerek; bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi hükme bağlanmıştır.
Gerekçede ileri sürülenin aksine, bu değişikliklerle, kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren yargılanan tüm memur ve kamu görevlilerinin,
eşitlik ilkesine uygun olarak genel hükümlere göre yetkili ve görevli
mahkemelerde yargılanması gerçekleştirilmemiş; bu amaca sadece büyükşehir
belediye başkanları açısından ulaşılmış ve Yargıtay'da davası devam eden
büyükşehir belediye başkanlarının dava dosyalarının genel hükümlere göre
yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi sağlanmıştır.
Büyükşehir belediye başkanlarının Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi
yerine genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelerde yargılanmalarının
öngörüldüğü ve bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Yargıtay'ın ilgili ceza
dairesinde açılmış davaların, bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip genel
hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemelere devredileceği göz önünde
tutulduğunda, yapılan düzenlemenin kişiye özel düzenleme olduğu
anlaşılmaktadır.
5232 sayılı yasa ile getirilen Geçici Madde 2, yürütülmekte olan
davaları başka mahkemelere gönderdiğinden, Anayasanın 37 nci maddesindeki doğal
hakim ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine, 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine ve 11 inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
Anayasanın 37 nci maddesinde, hiç kimse kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz denilmektedir. Getirilen düzenleme
ile halen Yargıtay'ın ilgili ceza dairelerinde yargılanan büyükşehir belediye
başkanlarının yargılanacakları merci fiilen değiştirilmektedir.
Doğal yargıç kavramı, suçun işlenmesinden veya çekişmenin
doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi diye
tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal yargıç ilkesi, yargılama
makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra
kurulmasına veya yargıçların atanmasına engel oluşturmakta; sanığa veya davanın
yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermemektedir.
Anayasa Mahkemesinin E.1996/74, K.1998/45 sayılı Kararında :
'Doğal hâkim güvencesi, suç işleyen bir kişinin hangi mahkemede yargılanacağını
önceden ve kesin olarak bilmesini gerektirir. Doğal hâkim güvencesinin, hukuk
devletinin olmazsa olmaz koşullarından biri olduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle,
doğal hâkim ilkesini ihlâl eden kural, hukuk devleti ilkesine de aykırıdır'
denilmektedir. Bu açıklamalar, söz konusu düzenlemenin doğal yargıç ilkesi ile
uyumlu olmadığını ortaya koymaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar'
denilmektedir.
Buna göre yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilemeyecek ve bu
nedenlerle, eşitsizliğe yol açılmayacaktır. Bu ilkeyle, birbirlerinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması ve ayrıcalıklı kişi ve
topluluklar yaratılması engellenmektedir. Yasa önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez; kimilerinin Anayasanın 11
inci maddesinde öngörülen nedenlerle değişik kurallara bağlı tutulmaları
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamaları
gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı
kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
5232 sayılı yasa ile getirilen Geçici Madde 2, birbirlerinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanması sonucunu doğuran bir düzenleme
olduğundan Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Öte yandan Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısı aynen şöyledir:
'Geçici maddenin, 4483 sayılı Yasa'nın 12 ve 13 üncü maddelerinde
yapılan değişikliklerin, halen yargılanmakta olanlar için uygulanmasını
sağlamak amacıyla düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Yapılan düzenlemede, incelenen Yasanın yürürlüğe girmesinden önce
4483 sayılı Yasa uyarınca,
- Yargıtay'ın ilgili ceza dairesinde ve il ağır ceza mahkemesinde
açılmış davaların,
- Danıştay'ca itirazen incelenen kararların,
genel kurallara göre yetkili ve görevli mahkemelere devredilmesi
öngörülmektedir.
İncelenen Yasanın 4 ve 5 inci maddeleriyle 4483 sayılı Yasanın 12
ve 13 üncü maddelerinde değişiklik yapılarak, üst düzey kamu görevlilerinin
hazırlık soruşturmasını yapmaya, hazırlık soruşturması sırasında yargıç kararı
gerektiren durumlarda gerekli kararı almaya ve davaya bakmaya yetkili adli
merciler yeniden belirlenmiştir.
Ne var ki, 4483 sayılı Yasanın 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında
değişiklik yapılmadığı için, soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesine
ilişkin kararların itirazen incelenmesi konusunda Danıştay ile bölge idare
mahkemeleri arasında yeniden görev bölüşümü öngörülmemiştir.
Yürürlükteki kurala göre, Yasanın 3 üncü maddesinin (e), (f), (g)
(Cumhurbaşkanınca verilen izin dışında) ve (h) bentlerinde sayılan üst düzey
kamu görevlilerine ilişkin soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi
kararlarına yapılan itiraz başvurularının Danıştay'ın yetkili dairesinde
bakılması sürecektir.
Bu duruma göre, Danıştay'ca itirazen incelenenlerden bölge idare
mahkemelerine devredilecek dosya bulunmamaktadır.
Bu nedenle, incelenen Yasayla 4483 sayılı Yasaya eklenen geçici 2
nci maddedeki Danıştay'da itirazen incelenen kararlara ilişkin kuralın uygulama
alanı yoktur.'
Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan da Cumhurbaşkanının ileri
sürdüğü gerekçenin aynını ileri sürerek Yasanın bu maddesine muhalefet şerhi
vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, kararlarında hukukun genel ilkelerine daha çok,
hukuk devleti ilkesinin unsurlarını, özelliklerini ve niteliğini belirlemek
için başvurmuş ve hukukun genel ilkelerini, hukuk devleti ilkesine 'destek ölçü
norm' olarak kullanmıştır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devletinin, Anayasanın açık
hükümlerinden önce, hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu
ilkelere uygun olması gerektiği belirtilmiştir. (E.1995/20, K.1996/4)
Anayasa Mahkemesi devletin bütün organlarının yaptığı işlemlerin
meşruluk kazanmasını hukukun genel ilkelerine uymaya bağlamıştır. Anayasa
Mahkemesinin E. 1987/ 16, K. 1988/8 sayılı kararında aynen şöyle denilmektedir:
'Hukuk devletinin, işlem ve eylemlerinin hukuka uygun olması,
hukukun üstünlüğü ilkesini içtenlikle benimsemesi, yargı denetimini etkinlikle
yaygınlaştırıp sürdürmesi, yasa koyucunun çalışmalarında kendisini her zaman
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı tutması, yasa koyucu da dahil
devletin tüm organları üstünde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olması,
insan haklarına saygı göstermesi ve bu hakları korumayı, adil bir hukuk düzeni
kurarak geliştirmeyi zorunlu sayması gerekir. Yasaların üstünde yasa koyucunun
uymak zorunda bulunduğu Anayasa ve temel hukuk ilkeleri vardır. Anayasada
öngörülen devletin amacı ve varlığı ile bağdaşmayan, hukukun ana ilkelerine
dayanmayan yasalar kamu vicdanında olumsuz tepkiler yaratır.'
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar vermiş olduğu kararlarında, hukukun
genel ilkelerinin bir tanımını yapmamış ve bunları tek tek saymamıştır; ama
bazı ilkeleri hukukun genel ilkeleri olarak saptamış ve bunları Anayasaya
uygunluk denetiminde ölçü norm olarak kullanmıştır. 'Yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi' de bunlardan biridir.
Anayasa Mahkemesinin 'kamu yararı' hakkında değerlendirme yaptığı
bir kararının ilgili bölümü aynen şöyledir:
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu açıkça belirtilmiştir. Hukuk devleti olmak, yönetilenlere
hukuk güvencesi sağlayan bir düzen kurmaktır. Böyle bir düzenin kurulması,
yasama ve yargı yetkileriyle yürütme alanına giren tüm işlemlerin hukuk
kuralları içinde kalması ile gerçekleşebilir. Hukuk devletinin öğeleri
arasında, yasaların kamu yararına dayanması ilkesi de vardır. Bu ilkenin
anlamı, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya
yalnızca belli kişiler yararına olarak herhangi bir yasa kuralının
konulamayacağıdır. (E.1992/46, K.1992/52)
Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti ile,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu evrensel ve üstün
hukuk kurallarından ve Anayasanın içerdiği hukuksal ilkelerden ödün verilmeyen,
her organın üzerinde hukukun mutlak egemenliğini sağlayan, insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, bunları koruyup güçlendiren, hukukun üstünlüğü
ilkesini koruyan, hiçbir eylem ve işlemi yargı denetiminin dışında kalmayan
devlet amaçlanmıştır.'
Bu bağlamda hukuk devleti, her dilediğini yapamayan, kendini
hukukla bağlı sayan ve tüm yetkilerinin sınırının hukuksal kurallarla
belirlendiği Devlettir. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle
uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K. 1986/4 sayılı Kararında 'Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir.
Yargıtay'da kimi büyükşehir belediye başkanları hakkında hüküm
aşamasına gelmiş davalar varken, bu davaları da kapsayacak şekilde düzenleme
yapmak; yasama yetkisinin kamu yararına yönelik biçimde değil, özel çıkara
yönelik biçimde kullanıldığını gösterir. Böyle bir yetki kullanımı ise hukuk
devleti ilkesi ile bağdaşmayacağı gibi, kökenini Anayasadan almadığı için
Anayasanın 6 ncı maddesine de aykırı düşer.
Hukuk devletinin öğeleri arasında, yasaların kamu yararına
dayanması ilkesi de vardır. Kamu yararı olmaksızın ve yurttaşların hukuk
devletine olan güven ve inançlarını sarsacak şekilde ve yargılama sırasında
yargılama yerini değiştirmeye yönelik kişiye özel yasalar çıkarılması;
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesine, 37 nci maddesindeki doğal yargıç ilkesine ve Anayasanın 11
inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine aykırıdır.
Ayrıca, 4483 sayılı yasanın 9 uncu maddesinde değişiklik
yapılmadığı için Danıştay'ca itirazen incelenenlerden, bölge idare
mahkemelerine devredilecek dosya bulunmadığından, hukuken olmayan bir durum
için uygulama alanı olmayan hüküm ihdas edilmesi de, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine ve Anayasanın 11 inci maddesindeki hukukun
üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 5232 sayılı Kanunun 7 nci maddesi
ile 4483 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 2'nin, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 10
uncu, 11 inci ve 37 nci maddelerine aykırı olduğu için iptali gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
5232 sayılı Kanunun; 2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrası ile dördüncü fıkrasının birinci ve
ikinci cümlelerinin, 4 üncü maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 12 nci
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının, 5 inci maddesinin değiştirdiği 4483
sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin, 6 ncı maddesinin ve 7 nci maddesinin 4483
sayılı Kanuna eklediği Geçici Madde 2'nin uygulanmasından, sonradan giderilmesi
güç veya olanaksız durum ve zararlar doğacaktır. Bu tür durum ve zararların
önlenebilmesi için, söz konusu hükümlerin yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
V. SONUÇ VE İSTEM
1-17.07.2004 tarih ve 5232 sayılı 'Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanunun:
a)2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasının,
b)2 nci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin dördüncü fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin,
c)4 üncü maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 12 nci
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının,
d)5 inci maddesinin değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 13 üncü
maddesinin,
e)6 ncı maddesinin,
f)7 nci maddesinin 4483 sayılı Kanuna eklediği Geçici Madde 2'nin
iptallerine,
2-İptal davası sonuçlanıncaya kadar bunların yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin talebimizi saygı ile arz ederiz.
03.08.2004'
B- Ek Gerekçe
Anayasa Mahkemesi'nin 8.9.2004 günlü kararıyla, dava dilekçesinde
5232 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle değiştirilen 4483 sayılı Yasa'nın 4.
maddesinin 3.fıkrasının tümünün iptali istenmesine karşın, kuralın bir bölümü
için gerekçe gösterildiği tespit edilerek, 2949 sayılı Yasa'nın 27. maddesinin
3. fıkrası gereğince noksanlığın tamamlattırılmasına karar verilmiştir.
16.9.2004 tarihli dilekçe ekinde sunulan Anayasa'ya aykırılık ek gerekçesi
aşağıdaki gibidir:
'5232
Sayılı Kanunun 2 nci maddesi ile 4483 sayılı Kanunun 4 üncü maddesininüçüncü
fıkrası değiştirilerek memur ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar
veşikayetlerin değerlendirilmesi için yeni
ölçütler getirilmiştir.
Getirilen yeni ölçütlerle, memur ve diğer
kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar veşikâyetlerin
soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olaybelirtilmesi,
iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesindedilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş
veya ikametgâh adresinin bulunmasızorunlu
kılınmıştır.
Getirilen yeni ölçütlerle suçun ve suçlunun
ortaya çıkarılması güçleştirilmiştir. 'İddiaların ciddî bulgu ve belgelere
dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçesahibinin
doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması
zorunluluğu' ölçütlerinde olduğu gibi, 'ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel
nitelikte olmaması, ihbar veyaşikâyetlerde
kişi veya olay belirtilmesi' ölçütlerinde de ihbar ve şikayette bulunmakzorlaştırılmaktadır.
İhbar ve şikâyetlerin soyut ve genel
nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi; ihbar
ve şikâyette bulunanın aynı zamanda iddialarını destekleyecek, bu iddiaları
soyutluk ve genellikten uzaklaştıracak somut belge ve bilgileri elde etmek vesunmakla yükümlü tutulması anlamına gelmektedir. Somut
belgeleri bulmak, güvenilirbilgilere erişmek,
güçlü kanıtlar toplamak şikâyetçinin değil, soruşturmacının görevidir.İddialarla
ilgili kanıtları elde etmek için soruşturma yapan görevlilerin soruşturma yapma
yetkisiyle donatılması, bu yüzdendir. İhbar edenin veya şikayetçinin somut ve
özel bilgileresahip olması, olay ya da
kişileri bilmesi her zaman mümkün olmayabilir. Zaten olaylar, kişiler, somut ve
özel bilgiler ancak soruşturma sonrasında ortaya çıkabilir. Soruşturmayapma yetkisi olmayan kişilere bu tür
yükümlülükler getirmek de, suç işleyen memur veyakamu görevlisi hakkında
ihbar ve şikâyette bulunmayı olanaksız hale getiren, suçun ortayaçıkmasını engelleyen bir durumdur.
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin
değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 4 üncümaddesinin
üçüncü fıkrası ile getirilen 'ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikteolmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay
belirtilmesi' şartı, makul, adil ve amacauygun bir düzenleme de
değildir. Suç işleyen memur veya kamu görevlisi hakkında ihbar veşikâyette bulunmayı olanaksız hale getirecek, suçun
ortaya çıkmasını engelleyecek budüzenlemede
kamu yaran yoktur. Yasa koyucunun amacı, ihbarda bulunmayı zorlaştırmaolamaz, ihbar ve şikayette bulunacak kişileri zora
sokan, caydıran şarlar getirmekte kamuyaran
yoktur.
Kişilerin devlete güven duymaları, maddî ve
manevî varlıklarını geliştirebilmeleri,temel
hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri, ancak hukuk güvenliği ve hukukunüstünlüğünün sağlandığı bir hukuk devletinde
gerçekleşebilmektedir.
Hukuka güven duygusunu zedeleyecek, suçun ve
suçluların ortaya çıkmasınıengelleyecek ya da
geciktirecek düzenleme ve yaklaşımların hukuk devleti ilkesiylebağdaşmayacağı tartışmasızdır.
Bugüne kadar kamu görevlilerinin
kovuşturulmalarına ilişkin olarak yasalarlageliştirilen
yöntemler, hukuk devleti ilkesinin gereği, bunların görevlerine ilişkin suçlarnedeniyle
yargılanmalarının hızlandırılması ve kolaylaştırılması yönünde olmuştur.
Buna karşılık, 5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin değiştirdiği
4483 sayılı Kanunun4 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan 'iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması,ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin
doğru ad, soyad ve imzası ile iş veyaikametgâh adresinin bulunması
zorunludur' ölçütlerinde olduğu gibi, 'ihbar ve şikâyetlerinsoyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya
şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi'ölçütlerinde de ihbar ve şikayette bulunmak zorlaştırılmakta; hatta
ihbar ve şikâyet yolu,neredeyse tümüyle olanaksızlaştırılmıştır.
Yukarıda kamu yararına olmadığı belirtilen bu
düzenleme, suç işleyen memur vekamu
görevlilerinin korunduğu izlenimine yol açması yönünden, yurttaşların hukuk
devletineve kamu otoritelerinin saygınlığına olan güvenini de zedeleyecek
niteliktedir ve bu bakımdanda hukuk devleti
ilkesine açıkça aykırıdır.
Bu düzenlemenin Anayasanın 36 ncı maddesinde
ifade edilen hak aramaözgürlüğünün kullanımını Anayasanın 13 üncü
maddesine aykırı olarak ölçüsüzcesınırlandırdığı
da ortadadır.
Böyle bir düzenleme, söz konusu 3 üncü fıkrada belirtilen
koşulları sağlayanlarlasağlayamayanlar
arasında, iddia ve şikayette bulunmak, dolayısı ile hak aramaközgürlüğünden yararlanmak bakımından, kanun
önünde eşitlik ilkesine aykırı bir eşitsizlik deyaratmaktadır.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir
düzenleme, Anayasanın 11 incimaddesinde ifade
edilen Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de çelişecektir.
5232 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin
değiştirdiği 4483 sayılı Kanunun 4 üncümaddesinin
üçüncü fıkrasıyla getirilen 'Bu Kanuna göre, memurlar ve diğer kamu görevlilerihakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel
nitelikte olmaması, ihbar veyaşikâyetlerde kişi veya olay
belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbarveya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru
ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâhadresinin bulunması zorunludur' şeklindeki ölçütler ve şartlar yukarıda
açıklanan gerekçelerleAnayasanın 2, 10, 11, 13 ve 36 ncı maddelerine
aykırı olduğu için, söz konusu fıkranın iptaledilmesi
gerekmektedir.'"