ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1995/17
Karar Sayısı : 1995/16
Karar Günü : 21.6.1995
R.G. Tarih-Sayı :14.10.1995-22433
İPTAL İSTEMİNDE BULUNAN : Danıştay Onuncu Dairesi
İPTAL İSTEMİNİN KONUSU : 5.5.1972 günlü, 1587 sayılı Nüfus
Kanunu'nun 43. maddesindeki "... dinini ..." sözcüğünün Anayasa'nın
2. ve 24. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptali istemidir.
I- OLAY
Davacı A. J. Ö.'in, nüfus kütüğündeki "islâm" kaydının
silinerek yerine "Bahai" kaydının düşülmesi istemiyle İzmir Asliye 4.
Hukuk Mahkemesi'nde açtığı dâvada, 27.4.1988 günlü, Esas 1988/183, Karar
1988/338 sayı ile adı geçenin nüfus kaydındaki "İslâm" kaydının
silinmesine karar verilmiş, ancak "Bahai" kaydının düşülmesi
yolundaki istemi idarî bir işlemi gerektirdiğinden, davanın bu kısmının reddine
kararverilmiştir. Bu kararın kesinleşmesi sonucu davacının nüfus aile kütüğünde
ve nüfus cüzdanındaki "İslâm" kaydı silinmiştir.
Bu karar üzerine davacının, İzmir İli Konak İlçesi Nüfus Müdürlüğü'ne
başvurarak, nüfus kütüğündeki "dini" bölümüne "Bahai"
kaydının işlenmesi istemi, Nüfus Müdürlüğü'nce "... Halen aile kütüklerine
mezhep ifade eden kelimeler yazılmamaktadır." gerekçesiyle reddedilmiştir.
Davacı, İzmir 1 Nolu İdare Mahkemesi'nde, Nüfus Müdürlüğü'nün 1.12.1988 günlü,
4079 sayılı bu işleminin iptaliniistemiş, açılan dâva 10.3.1992 günlü, Esas
1989/436, Karar 1992/255 sayılı kararla ve "... bir tarikattan ibaret
bulunduğu anlaşılan Bahailiğin, davacının aile kütüğündeki "Dini"
bölümüne yazılmamasına ilişkin işlemde mevzuata aykırı bir durum
bulunmamaktadır." gerekçesiyle reddedilmiştir.
Davacının bu kararın bozulması isteyerek yaptığı temyiz
başvurusunu inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi de, 14.10.1994 günlü, Esas
1992/3226 sayılı ara kararıyla, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesindeki
"... dinini ..." sözcüğünün Anayasa'nın 2. ve 24. maddelerine aykırı
olduğu görüşüyle, anılan Yasa kuralının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne
başvurulmasına karar vermiştir.
III- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenilen Yasa Kuralı
5.5.1972 günlü, 1587 sayılı Nüfus Yasası'nın iptali istenen
sözcüğün yer aldığı birinci fıkrayı da içeren 43. maddesi aynen şöyledir :
"MADDE 43.- Aile kütükleri; ailenin bütün fertlerinin
cinsiyetini, adı, soyadı, baba ve anası adiyle soyadlarını, sağ olup
olmadıklarını, il ve ilçe itibariyle doğum yeri ve tarihlerini, vücutlarındaki
belirli değişikliklerini, dinini, okur-yazar olup olmadıklarını, medeni
hallerini ve diğer şahsî haldeğişikliklerini ihtiva eder.
Aile kütüklerinin her sayfasına cilt ve sayfa sıra numaraları
konur. Kütüğün sonuna kaç sayfadan ibaret olduğu yazılır. Sayfa birleşim
yerleri asliye hukuk mahkemesince mühürlenerek sonu onaylanır."
B- İlgili Yasa Kuralları
1587 sayılı Nüfus Yasası'nın dava ile ilgili görülen diğer
maddeleri de şunlardır :
1. "MADDE 11.- Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus
kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamı ve taşıdığı
bilgileri değiştirecek ilâve ve şerhler yapılamaz; ancak olayların aile
kütüklerine işlenmesi sırasında nüfus memurlarının yaptıkları maddi hatalar,
dayanağı belgelere uygun olarak düzeltilir. Ve başmemurla nüfus memuru
tarafından onama şerhi verilerek imzalanır."
2. "MADDE 46.- Yaş, ad, soyadı ve diğer kayıt düzeltme
davaları ilgilinin oturduğu yer asliye hukuk mahkemesinde Cumhuriyet Savcısı ve
nüfus başmemuru veya nüfus memuru huzuruyla görülür ve karara bağlanır.
Bu davalar düzeltmeyi isteyenlerle, ilgili resmî dairenin
göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet Savcıları tarafından açılabilir ve
dinlenecek tanıklar, resmî kayıt örnekleri ve belgelerle ispat olunur. Şu kadar
ki; ilgilinin görünüşü davayı yalanlayıcı olmaması şarttır. Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu hükümlerine göre ceza mahkemelerinde yapılacak yaş düzeltmesi
işlerinde de nüfus başmemuru veya nüfus memuru taraf olarak bulunurlar.
Mahkeme kararına karşı taraflar Yargıtay'a başvurabilirler, yaş,
ad, soyadı ve kayıt düzeltmesi hakkındaki mahkemeden verilen kararlar
kesinleştikten sonra ilgilinin aile kütüğüne geçirilir. Ad ve soyadının
değiştirilmesi, din değiştirme suretiyle de olsa mahkeme kararıyla yapılır.
Adlarını değiştirenlerin aile kütüğünde yazılı çocuklarının baba veya ana
adları, soyadlarını değiştirenlerin yalnız eşiyle reşit olmayan çocuklarının
soyadları birlikte değiştirilir. Yaş düzeltme davası ancak bir defa açılabilir.
Yaş, ad, soyadı değiştirenler askerlik ödevliliği içinde iseler
yapılan düzeltmeler nüfus idarelerince onbeş gün içinde askerlik şubelerine de
bildirilir."
3. "MADDE 47.- Meslek, sanat, din ve her hangi bir arıza
sebebiyle vücuttaki şekil değişiklikleri ve bu Kanunun 43'üncü maddesi
gereğince nüfus kütüklerine yazılması gerektiği halde her nasılsa yazılmamış ve
dayanağı belgede kalmış olan ana baba adı, doğum yeri, cinsiyet ve soyadı gibi
haller ilgililerin bağlı bulunduğu daire, kurum veya işyerinden köy veya
mahalle ihtiyar kurulundan alacakları belge ve ilmühaber üzerine en büyük idare
amirinin emri ile nüfus memurları tarafından aile kütüklerine işlenir."
C- Dayanılan Anayasa Kuralları
İptal gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır :
1. "MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2. "MADDE 24.- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat
hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî
âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin
talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dinî veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz."
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Yekta Güngör
ÖZDEN, Güven DİNÇER, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, A. Necdet SEZER, Haşim KILIÇ,
Yalçın ACARGÜN, Mustafa BUMİN, Sacit ADALI, Ali HÜNER ve Lütfi F. TUNCEL'in
katılımlarıyla 7.4.1995 günü yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine; Haşim KILIÇ, Mustafa
BUMİN, Sacit ADALI ile Lütfi F. TUNCEL'in "İptali istenilen kuralın olayda
uygulanacak yasa kuralı olmadığı ve başvurunun bu nedenle reddi gerektiği"
yolundaki karşıoyları ve oyçokluğuyla karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırılığı öne sürülen yasa kuralı ile aykırılık savına dayanak yapılan Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- İTİRAZ KONUSU KURALIN ANLAM VE KAPSAMI
Nüfus Yasası'nın 43. maddesi, aile kütüklerinin düzenlenmesiyle
ilgilidir. Bu kuralla kişinin nüfus kütüğüne yazılacak özelliklerinin
belirlenmesi amaçlanmıştır. Aile kütüklerinin; ailenin tüm bireylerinin
cinsiyetini, adını, soyadını, babasının ve anasının adlarıyla soyadlarını, sağ
olup olmadıklarını, il ve ilçe yönüyle doğumyeri ve tarihlerini, vücutlarındaki
belirli değişiklikleri, okur yazar olup olmadıklarını, medenî durumlarını ve
diğer kişisel durum değişikliklerinin yanısıra dinini de kapsaması
öngörülmüştür.
Bireyin kişilik tanıtım ya da belirleme bilgisi olarak nüfus
kütüğüne yazılacak bu özelliklerin birinin diğerinden hiçbir farkı
bulunmamaktadır. Bunlar, Ulusun demografik yapısının kamu yararını
ilgilendirmesi nedeniyle "şahsî hal" bilgisi olarak nüfus kütüklerine
geçirilmektedir.
Devletin nesnel öğeleri, ülke ve ulusu oluşturan insan
topluluğudur. Devletin, vatandaşlarının özelliklerini bilmesi gerekir. Devleti
oluşturan topluluğun bireylerini ve bunların özelliklerini bilme isteği, kamu
düzeni ve kamu yararı ile ekonomik, siyasal ve sosyal gereklere ve
gereksinimlere dayanmaktadır.
Bu nedenlerle, bütün ülkelerde aile kütükleri tutulmakta ve kimi
kişisel durum bilgileri buraya yazılmaktadır. Ülkemizde de 1587 sayılı Nüfus
Yasası'nın 43. maddesinde hangi bilgilerin aile kütüklerine yazılacağını
belirlemiştir.
Kütükteki bu bilgilerin, kişinin askerlik durumu, ceza ehliyeti,
kimi vergiler konusundaki yükümlülüğü, seçme ve seçilme hakları ve kimi
toplumsal gereksinimlerle ilgisi nedeniyle kamu hukuku ve kamu düzeni
yönlerinden büyük önemi olduğu gibi; medenî hakları kullanma, evlenme, evlenme
yasakları, nafaka yükümlülükleri, kanunî miras ve saklı pay (mahfuz hisse)
ilişkileri, vasiyet ehliyeti gibi özel hukuk kuralları yönünden de büyük önemi
bulunmaktadır.
Kütükte yer alması uygun bulunan bilgilerden kimileriyle
"varsa" bedenlerindeki değişiklikler nüfus kütüklerine yazılacaktır.
Nitekim Nüfus Kanun Tasarısı'nın 43. maddesiyle ilgili gerekçede :
"Bu madde, nüfus kütüklerinde fertlerin cinsiyeti, ad ve
soyadı, baba, ana adları, sağ olup olmadıkları, doğum yer ve tarihleri, iş ve
güçleri; varsa vücutlarındaki ârızalar, dinî, okur-yazar olup olmadıkları,
medenî halleri ve diğer şahsî hal değişikliklerine dair hükümleri kapsayacağını
hüküm altına almıştır."
denilmiştir.
Ayrıca Millet Meclisi'nde 43. maddeyle ilgili bir önergenin
görüşülmesi sırasında Meclis Başkanı'nın :
"- Yani okur-yazarsa yazılsın, okur-yazar değilse, daha başka
bir deyimle cahilse o yazılmasın, boş bırakılsın öyle mi'" diye sorması
üzerine, Geçici Komisyon Sözcüsünün :
"- Evet efendimo yazılmayacak, boş bırakılacak."
biçiminde yanıt vermiş olması da bu görüşü doğrulamakta ve konunun
zorlayıcı bir yönü bulunmamaktadır.
B- ANAYASA'YA AYKIRILIK SORUNU
Danıştay Onuncu Dairesi'nin başvuru kararında özetle :
1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun aile kütükleri ile ilgili 43.
maddesinde yer alan "... dinini ..." hükmünün Anayasa'ya aykırılığı
yönünden incelenmesinin, davacının bu yöndeki savları da dikkate alınarak
gerekli görüldüğü; yasalarla bireylere dinsel kanaatlerini açıklama
zorunluluğunun getirilmesinin din ve inanç özgürlüğünü zedelediği, mevzuatta bu
şekilde yer alan hükümlerin Devletin lâik niteliği ile bağdaşmadığı, öte yandan
bireyin dininin öğrenilmesinin Devlet hayatı yönünden hiçbir değerinin
bulunmadığı; Anayasa'nın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesinin
üçüncü fıkrasında, kimsenin dinsel inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamayacağının kesin bir biçimde hükme bağlandığı, dolayısıyla belirtilen
biçimde bir yasal düzenlemeye gidilemeyeceği; açıklanan nedenlerle 1587 sayılı
Nüfus Yasası'nın 43. maddesindeki "... dinini ..." sözcüğünün
Anayasa'nın 2. ve 24. maddelerine aykırı olduğu kanısına varıldığı ve iptalinin
istenildiği belirtilmiştir.
1- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme
Anayasa'nın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin, diğer
niteliklerinin yanısıra lâik bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış, 4.
maddesinde de Cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği ve
değiştirilmesinin de teklif edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Şüphesiz Cumhuriyetin temelini oluşturan nitelikleri yadsımak ve
bunları savsaklamak olanaksızdır. Bu bağlamda lâiklik, hukuksal ve tarihsel bir
olgu olarak benimsenmiştir.
Nitekim Anayasa'nın 2. maddesinin yanısıra Başlangıç bölümünde
"...Lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve
politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı"; 14. maddesinde "Anayasada
yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin ... dil, ırk, din ve mezhep ayırımı
yaratmak ... amacıyla kullanılamayacağı"; 24. maddesinde "kimsenin
dinî inanç vekanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, dinî inanç ve
kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı"; 68. maddesinde
de siyasî partilerin tüzük ve programlarının, ... demokratik ve lâik Cumhuriyet
ilkelerine aykırı olamayacağı" hüküm altına alınmıştır.
Anayasa'nın 24. maddesinin son fıkrasında da;
"Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dinî veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz" denilerek bir bakıma lâiklik ilkesinin açıklaması yapılmış ve
bu ilkenin din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması biçimindeki
klâsik tanımı vurgulanmıştır.
Madde metninden de açıklıkla anlaşılacağı gibi, önemli olan, bir
yasa metninde dinle ilgili bilginin yer alması değil, kötüye kullanılmasının
yasaklanmasıdır.
Anayasal bir ilke olarak devletin değişmez niteliklerinden birini
oluşturan lâiklik, dinin siyasal alan dışında kalmasını amaçlayan bir devlet
anlayışıdır. Lâiklik, din düşmanlığı, dinsizlik ya da dine karşı oluş değil,
inanç özgürlüğüne saygıdan kaynaklanan ve dini, kişi özgürlüğünün enginliğine
bırakan bir tutum ve davranış biçimidir.
Yurttaşlar değişik dinlerden de olsalar, Devlet kuşkusuz hepsine
karşı aynı yakınlıktadır. Lâik düzen içerisinde istediği dini seçmek kişinin
özgürlüğüdür. Bunda hiçbir zorlama yapılamaz.
Yaygın, fakat yeterli olmayan tanımına göre lâiklik; din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki yerleşmiş kararlarında da:
a- Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,
b- Aralarında ayırım gözetilmeksizin bütün dinlerin anayasal
güvence altına alınması,
c- Dininbireyin manevî yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde ; kamu düzeni, güvenliği ve yararını
korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye kullanılmasının ve
sömürülmesinin yasaklanması,
d- Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla devlete,
dinsel hak ve özgürlükler konusunda denetim yetkisi tanınması,
Lâiklik ilkesinin gereği olarak benimsenmiştir.
İlgili bölümde açıklandığı gibi, sadece kamu düzeni ve kamu yararı
yönünden birer kimlik bilgisi olarak nüfus kütüklerine yazılan bilgilerden
birinin diğerinden bir farkı bulunmamaktadır. Kişinin dini ile ilgili bilgi de
bu şekildedir ve lâik devlet yapısına ters düşecek biçimde hiçbir özel anlam
taşımamaktadır. Anayasa'da yasaklanan, kişinindininin bir ayrım ve eşitsizlik
öğesi olarak kullanılmaması ve lâik devlet düzenine ters düşecek uygulamaların
yapılmamasıdır.
Lâik devlet kavramı, devletin dinler arasında yansızlığını ve
bütün dinsel inançları eşdeğer görmesini gerektirir. Bu bağlamda, hiçbir yasada
nüfus kaydındaki "dini" bilgisine yollamada bulunularak, farklı bir
işlem yapılması ve eşitsizliğe neden olunması söz konusu değildir.
Yasalarda "Devletçe kabul edilen din, kabul edilmeyen
din" diye ayrımı bulunmamaktadır. Bütün dinler lâik devlet anlayışı
içerisinde geçerli ve saygındır. Bu anlayışa dayanarak hiç kimse başkasının
inancına ya da inançsızlığına da karışamamaktadır.
Bir başka önemli husus da, lâiklik ilkesine aykırı olarak kişinin
dini ile ilgili bilginin, belirli bir dine mensup olanlardan sorulup da, diğer
bir dine mensup olanlardan sorulmayarak ayrım yapılmamasıdır. Bu kural herkes
için geçerlidir, dolayısıyla da geneldir.
Nüfus Yasası'nın 43. maddesinde yer alan "din"le ilgili
bilgi, kişinin aile kütüğüne yazılacak bilgilerinden biri olup, yukarıda
açıklandığı üzere bunun herhangi nedenle ve yolla Cumhuriyetin temel ilkelerine
aykırı biçimde kullanılması, ya da lâiklik ilkesine aykırı bir anlamda
yorumlanması olanaklı değildir. Bu nedenle Anayasa'nın 2. maddesine bir
aykırılık oluşturmamaktadır. Haşim KILIÇ ve Sacit ADALI "İtiraz konusu
kuralın Anayasa'nın 2. maddesiyle ilgisi olmadığı" görüşündedirler.
2- Anayasa'nın 24. Maddesi Yönünden İnceleme
Anayasa'nın 24. maddesinin üçüncü fıkrasında; herkesin, vicdan,
dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, kimsenin ibadete, dinî ayin ve
törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı;
dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı açıklığı
bulunmaktadır.
İtiraz konusu sözcüğü içeren kuralda ise, aile kütüklerinin hangi
kişisel durum bilgilerini kapsayacağı hükme bağlanmış, bu bilgiler arasında
"dini ile ilgili bilgi" de sayılmıştır. Madde metninden anlaşılacağı
gibi kişinin, sadece, hangi dine bağlı olduğu belirlenecek ve bu husus nüfus
aile kütüğüne yazılacaktır.
Anayasa'nın "Kimse ... dinî inancı ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz" kuralından, kişilerin hangi dine bağlı olduğunun bir bilgi
olarak resmî kayıtlara geçirilemeyeceği anlamı çıkarılamaz. Anayasa'nın izin
vermediği husus, zorlamadır.
Zorlama "dinî inanç ve kanaatlerin açıklanması"yla
ilgilidir. "Dinî inanç ve kanaat" kavramını, sadece demografik bir
bilgi olarak ya da kişilik bilgisi olarak aile kütüğüne yazılacak "dinî
bilgisi" ile sınırlandırmak olanaklı değildir. "Dinî inanç ve
kanaat" kavramı bir kişinin şu ya da bu dinden ya da inançtan olmasını
kapsayan dar bir kavram olmayıp, din ve inanç yönünden pek çok hususu
bünyesinde barındıran geniş bir kavramdır.
Anayasa'nın 24. maddesinde yasaklanan, kişinin dininin öğrenilmesi
değil, dinî inanç ve kanaatlerinin zorla açıklattırılmasıdır. Ayrıca kişi, dinî
inançlarından ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacak ve suçlanamayacaktır. Bu
iki husus birbirini tamamlamaktadır.
Nüfus Yasası'nın 43. maddesinin, Yasa'nın tümüyle birlikte
incelendiğinde, Anayasa'nın 24. maddesinde ifadesini bulan dinî inanç ve
kanaatlerin zorla açıklanmaması ve dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kişinin
kınanmaması ve suçlanmaması ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı açıklıkla
anlaşılmaktadır. Burada dinî inanç ve kanaatler yönünden herhangi bir zorlama
olmadığı gibi, bir kınama ve suçlama da söz konusu değildir.
Öte yandan Medenî Yasa'nın 266. maddesindeki "Reşit dinini
seçmekte hürdür." açıklığından kalkarak kişi kütükte yazılı olan dinini
değiştirmek isterse Nüfus Yasası'nın 47. maddesine göre, ilgili Kurumdan alacağı
bir belge ile Nüfus Müdürlüklerine başvurabilmekte, mahallin en büyük idare
âmirinin emri ile aile kütüğünde gerekli düzeltme yapılabilmektedir. Bunun
dışında kişiaile kütüğünde yazılı dini tamamen sildirmek isterse, ya da din
olarak kabulü olanaksız bir düşünceyi din olarak yazdırmak isterse o zaman
Nüfus Yasası'nın 46. maddesine göre ilgili yargı kuruluşuna başvurarak gerekli
kararı almakta ve alınan bu karar İdarece aile kütüğüne işlenmektedir.
Sonuç olarak, söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir
hüküm içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasa'nın öngördüğü
anlamda dinî inanç ve kanaatlerinin değil, sadece kişinin özgün durumu yönünden
kamu yararı, kamu düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak gözönünde
bulundurulmak üzere dinînin ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki,
bu kuralın da zorlayıcı bir niteliği ve zorlama ile bir ilişkisi
bulunmamaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi benzer bir olayda 27.11.1979 günlü, Esas
1979/9, Karar 1979/44 sayılı kararı ile, 1587 sayılı Nüfus Yasası'nın 43.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "dinini" biçimindeki hükmün
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar vermiştir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa'nın 24. maddesine
aykırı bulunmamıştır.
Yekta Güngör ÖZDEN, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Yalçın ACARGÜN
ve Mustafa BUMİN bu görüşlere katılmamışlardır.
VI- SONUÇ
5.5.1972 günlü, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesindeki
"...dinini..." sözcüğünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDİNE, Yekta Güngör ÖZDEN, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Yalçın ACARGÜN ile
Mustafa BUMİN'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
21.6.1995 gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
İhsan PEKEL
|
|
|
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
|
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|
|
|
|
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Esas Sayısı: 1995/17
Karar Sayısı : 1995/16
Danıştay 10. Dairesi'nin haklı nedenlere ve güçlü gerekçelere
dayanan iptal isteminin reddine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararına katılmamanın
dayanaklarını içeren karşıoyumun gerekçesini aşağıda özetliyorum:
1. Ulusalbirliğin dayanağı, demokrasinin kaynağı, başta din ve
vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi niteliğiyle
uygar yaşamda özgün bir yeri bulunan lâiklik ilkesinin sağladığı aydınlık,
bireylerin inanç ve düşün gücünü oluşturmaktadır.Türkiye'de yanlış anlaşılmış
ya da yetirince anlaşılamamış olan bu ilkenin inanç sömürüsünü önleyerek dinsel
olguların saygınlığını koruduğu ve inanç gereklerinin hiçbir çekinme ve
duraksama olmadan yaşanmasına olanak verdiği hukuksal kanıtlarla doğrulanmış,
yadsınmaz bir gerçektir. 85 sayılı, 1921 Anayasası (Teşkilâtı Esasiye
Kanunu)'nın 1. maddesindeki "Egemenlik bağsızkoşulsuz ulusundur"
(Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir) açıklığıyla hukuksal bağlamda ve en üst
düzeyde geçekleşip sonraki Anayasalardada yinelenen lâiklik, eylemli biçimde
yaşanmasıyla birlikte hukuksal yönden de kurumlaşmıştır. Anayasa'nın 4. ve 2.
maddeleri gereği olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin değiştirilmesi önerilemeyen
niteliklerinin başında gelir. Aydınlanma, barış, eşitlik, akılcılık ve
bilimsellik anlamındaki bu ilkeyi korumak, ulusal varlığımız yönünden yaşamsal
önem taşımaktadır. Anayasa'nın 81. maddesindeki milletvekili andında "..
lâik cumhuriyet..", 103. maddesindeki Cumhurbaşkanı andında ".. lâik
cumhuriyet ilkesi.." biçiminde vurgulanan bu ilke, ayrıca, 68/4., 136. ve
174/1. maddeleriyle 176. maddesi gereği Anayasa metni içinde sayılan Başlangıç
kısmının beşinci bölümünde açıkça belirtildiği gibi kimi maddelerinde
"Atatürk ilkeleri ve devrimleri" denilerek, kimi maddelerinde de
yollama yapılarak Anayasa'da yer almaktadır. Ödünsüz, özen ve duyarlıkla
korunması gereken lâiklik ilkesinin önem ve değerini değişik tanımlar, kapsamlı
ve ayrıntılı anlatımlarla doğrulayan Anayasa Mahkemesi'nin önceki
kararlarından, özellikle, 3.7.1980 günlü, Esas 1980/19, Karar 1980/48 sayılı
karar (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı 18, Sayfa 265) ile bu konudaki
ek gerekçe yazıma, 7.3.1989 günlü, Esas 1989/1, Karar 1989/12 (Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı 25, Sayfa 135) ile 9.4.1991 günlü, Esas
1990/36, Karar 1991/8 (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı 27/I, Sayfa 285)
sayılı olanların gerekçesiyle, yineleyip yer almamak için, 27.11.1979 günlü,
Esas 1979/9, Karar 1979/44 (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi Sayı 17, Sayfa
347) sayılı karardaki karşıoy gerekçeme dayanıyorum.
2. Sorun, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının Türk vatandaşının nüfus
kaydında kendi iç dünyasının zenginliği olan, istediği, bağlı bulunduğu dine
ilişkin bir açıklığın yer alıp almamasının Anayasa katındaki gereğinde
odaklaşmaktadır. 1587 sayılı Nüfus Yasası'nın uygulamasında (mad.4, mad.47 ve
mad.52), ana-babası ya da temsile yetkili olanlar çocukların dinini bildirmek
zorunda bırakılmakta, bu husus açıkça yazdırılmadıkça kayıt işlemi
yapılmamaktadır. Erginlik çağına gelmeden, kendi istenci dışında aile kütüğünde,
bu yolla nüfus belgesinde yer alan dine ilişkin kayıt, günlük yaşamda bir tür
zorunlu açıklama, istemeden açıklama olmakta, yurtdışında da kimi olumsuz
durumlara yolaçmaktadır.
Oysa, Anayasa'nın 24. maddesinin üçüncü fıkrası, kimsenin dinsel
inanç ve kanısını açıklamaya zorlanamayacağını öngörmektedir. Çocuğunun her
yasal işlemde dayanak olan, özellikle okul, askerlik işlemlerinde zorunluluğu
yadsınmaz nüfus belgesini almak durumunda bulunanlar için bildirim zorunluluğu,
tam bir "zorlama"dır. Hangi dinden olduğunu -olacağını değil-
bildirmedikçe aile nüfus kütüğüne yazılamama durumu, bildirmeye zorlamaktan
başka bir şey değildir. Bu da Anayasa'nın 24. maddesinin üçüncü fıkrasına
açıkça aykırıdır.
3. "Din"sözcüğü belli bir dini değil, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının bağlısı bulundukları her dini kapsamaktadır. Belli
bir din gibi algılayıp gereksiz duyarlığa kapılmak ya da bir dine karşıtlığa
yöneliş gibi yorumlamak ve bu tür anlayışlara bağlanabilecekyaklaşımlar
yanlıştır. Özel davranış ve değerlendirmeler değil, anayasal gerekler
gözetilir. Hukuk devletinde dinsel kurallar özel yaşamda egemendir. Yasal
işlemlerde Anayasa'nın 10. maddesi gereğince din, mezhep ve başka nedenlerle de
ayırım gözetilemeyerek 2. maddedeki lâik hukuk devleti ilkesine de uygun
davranılmış olunur. Hukuk devletinin dinler ve bağlananları arasında bir ayrım
yapması düşünülemez. Yasa'nın 43. maddesi, alışkanlıkların ya da çağın
gerisinde kalmış anlayışın ürünü olabilir. Din, kişinin niteliklerinde yasal
bir ölçü olamaz. Devlet, din nedeniyle eleştirilmemelidir. Dinler karşısında
yansız olan devlet, kamu düzeni yönünden, sakıncalı girişim ve kalkışmaları
önlemek amacıyla gözetim ve denetim görevini yerine getirir, bunu da laiklik
ilkesi doğrusunda gerçekleştirir (Anayasa mad. 24 ve 136).
Aile kütüğüne ve nüfus kimliklerine dinin yazılması din için de
kişi için de bir güvence olmamakta, bir yarar sağlamamaktadır. Her bağlısı için
aynı durumda bir kurum olduğundan ayrıcalık nedeni de yapılamaz. Hukuk
kuralları dinle biçimlenemez, hukuksal düzenlemelerde dinsel gerekler
gözetilemez. Dinler birleştiricidir, bölücülük aracı değildir. Ulusal yapıda,
aynı dinlerle ayrılığa gitmenin anlamsızlığı tartışılamaz.
Toplumsal tepkiden kaçınarak 18 yaşı bitirinceye değin dinsel bağı
olmadığını açıklamak ya da hangi dinden olursa olsun onu açıklamamak hak ve
özgürlüğünü taşımamak, hukuk devleti yapısı ve düzeni içinde savunulacak bir
durum değildir. Yurttaşlık bağı, dinsel temele oturtulamaz ve inanç öğesiyle
belirlenip tanımlanamaz. Ulus yapısı içinde yurttaş olarak birleşmek, birey
niteliğiyle insan-vatandaş ölçüsü dışında seçime bağlı, değişebilir özellikleri
gereksiz kılar. Nüfus Yasası'nın 43. maddesinin iptali istenen sözcüğü, Anayasa'nın
öngördüğü açıklamama hakkını kullandırmayarak, bu özgürlüğü engelleyip
kaldırmaktadır. Ceza Yargılama Yöntemi Yasası'nın 61. maddesi gereğince
tanıklara dinlerinin sorulması da gereksiz, yararsız, ayırıcı, hattâ tanıklık
da yapmamaya neden olabilecek bir fazlalıktır.
4. Kararın "saptama" olarak nitelendirdiği kişisel
durumların zorunlu ayrıntısı olarak aile kütüğünde bulunması istenen açıklık,
tam bir "açıklama"dır. Kararın, lâikliğin önem ve değerini yineleyip
vurgulayan bölümleri dışındaki gerekçesine ve sonucuna katılmak olanaksızdır.
İnançlara gerçek saygı, onları vicdan, yürek ve us (akıl)'daki özgün yerlerinde
korumakla kanıtlanır. Bu da aile kütüğüne yazım (ki çocuğun kendi istenciyle
seçimi değil, değiştirmesi bile davayla oluyor) dan gösteri türüne değin her
açıklama biçimini sakıncalı kılmaktadır. Kaldıki isteyenin özelde,
açıklamasının bir yasağı ve engeli de yoktur. Din açıklığının kamu düzeni
yönünden yararı, açıklamamanın bir sakıncası da söz konusu değildir. Belki,
özel bir araştırma (anket) sorusu olabilir. Kimi kuruluşlar çalışanlarına ve
üyelerine verdikleri kimlik belgelerinde din açıklığını kapsamamakla daha
gerçekçi davranmaktadırlar.
Karar, konusunda Türk Hukuku ve Anayasa yargısı yönünden olumsuz
bir belirtidir. 21/6/1995
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1995/17
Karar Sayısı : 1995/16
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik bir hukuk
devleti olduğu, 24. maddesinde de, kimsenin dini inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamayacağı hükme bağlanmıştır.
Dinî inanç özgürlüğünün korunabilmesi, bireylerin sahip olduğu
dinsel kanaatlerini açıklamaya zorlanmamaları ile olanaklıdır. Nüfus kütüğünde
de olsa, bir kişiden mensup olduğu dininin açıklanmasının istenmesi, dinsel
inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması demektir.
Lâik Devlet, din ve inanç özgürlüğüne toplumun çeşitli
kesimlerinden gelebilecek baskı ve müdahaleleri önlemekle yükümlüdür.
Bireylerin sahip oldukları dinlerini veya herhangi bir dinleri olmadığını
açıklamaya zorlanmaları, kimilerinin onlara karşı bir tepki veya olumsuz
kanısının oluşmasına neden olabilir. Hatta bu kanı çeşitli kargaşa ve kavgalara
da yol açabilir.
Anayasa'nın birçok maddelerinde tekrarlandığı gibi, kişilerin ve
toplumun refah, huzuru ve mutluluğunu sağlamakla yükümlü olan devletin,
toplumda kargaşaya neden olacak düzenlemelere yasalarda yer vermemesi gerekir.
Kişilerin temel hak ve özgürlüklerinden olan dini inanç ve kanaat
özgürlüğünü zedeleyecek düzenlemeler, Cumhuriyetin temel niteliklerini de
ortadan kaldırır. Bu özgürlüğün zedelendiği ülkede Anayasa'nın 2. maddesinde
sözü edilen "demokratik ve lâik bir hukuk Devleti'nden söz edilemez. 1587
sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "...
dini..." sözcüğü, kişilerin dini inanç vekanaatlerini ilgilendiren ve iç
dünyalarında kalması gereken bir durumun açıklanmasını ve üçüncü kişilerin
bilgisine sunulmasını zorunlu kıldığından Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan
"lâik devlet" ilkesine de aykırı düşer.
Açıklanan nedenlerle, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesinde
yer alan "... dini..." sözcüğü Anayasa'nın 2. ve 24. maddesine aykırı
görüldüğünden iptali gerekeceği kanaatiyle karara karşıyız.
|
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1995/17
Karar Sayısı : 1995/16
1587 sayılı Nüfus Yasası'nın 4. maddesinde "Her Türk ...
nüfus memurluğuna kendisini yazdırmaya ve bir nüfus cüzdanı almaya
mecburdur." denilmekte; 43. maddesinde ise aile kütüklerinin içeriği
gösterilmekte, bunlar arasında aile bireylerinin "dini"de yer
almaktadır.
Bu kurallar gereğince nüfus aile kütüklerinde ve nüfus
cüzdanlarında yer alması gerekli olan "din" bölümünün
doldurulabilmesi için herkesin "dininin" kendisi yada veli yahut
vasisi tarafından açıklanması zorunlu bulunmaktadır. Çünkü, her yasa
buyruğunun, yaptırıma gerek bırakmadan yerine getirilmesi yasalara saygının
doğal gereğidir.
Oysa, Anayasa'nın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesi
üçüncü fıkrasında, kimsenin dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamayacağı öngörülmüştür. Anayasa'da öngörülen dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamama özgürlüğünün niteliği gereği Anayasa'nın 13. maddesi gereğince
sınırlandırılması olanaksızdır. Hangi nedenle olursa olsun ve hangi düzeyde
kalırsa kalsın, kişi, "dinini" açıklamak zorunda bırakıldığında bu
özgürlük ortadan kalkar. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
durdurulmasına ilişkin 15. maddesi gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim
veya olağanüstü durumlarda dahi kişi "dini"ni açıklamak zorunda
bırakılamaz. Buna karşın, itiraz konusu kural kişileri "dinini" açıklamak
zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Bu nedenlerle, kişilerin dini inançlarını açıklamak zorunda
bırakan Nüfus Yasası'nın 43. maddesinde yer alan "dinini" sözcüğü
Anayasa'nın 24., 15. ve 13. maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir; bu
düşüncelerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1995/17
Karar Sayısı : 1995/16
Anayasa'nın 24. maddesinde ibadete, dinî ayin ve törenlere
katılmaya dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı öngörülmüştür.
5.5.1972 günlü, 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesi ise nüfus
kütüklerinde ailenin bütün fertlerinin cinsiyetleri, adı, soyadı, baba ve anası
adiyle soyadlarını, sağ olup olmadıklarını, il ve ilçe itibariyle doğum yeri ve
tarihlerini, vücutlarındaki belirli değişikliklerini dinini, okur yazar olup
olmadıklarını, medenî hallerini ve diğer şahsî hal değişikliklerini ihtiva
edeceği hükmünü koymuştur. Aynı Yasa'nın 4. maddesiise her Türk'ün Türkiye'de
ikametgahının veya sonradan ikametgah edildiği yerin nüfus memurluğuna
kendisini yazdırmaya ve nüfus cüzdanı almaya mecbur olduğunu, bu
mecburiyetlerin reşit olmayanlar yönünden veli veya vasilere ait bulunduğu
belirlenmiştir. Yine aynı Yasa'nın Ek 2. maddesi ise, "nüfus idareleri
nüfus kütüklerine tescil edilmeyen bir yaşından büyük çocukların veya
büyüklerin varlığını haber aldıkları takdirde büyüklerin kendileri, çocukların
baba, ana ve vasilerini..... beyana davet etmeye yetkilidirler. İlgililer bu
davet üzerine 30 gün içinde nüfus idarelerine başvurmak ve beyanda bulunmakla
görevlidirler" hükmünü getirmiştir.
Bu yasal düzenleme karşısında kişinin dinini nüfus idarelerine
beyan ederek açıklamak zorunda bırakıldığı görülmektedir.
Oysaki Anayasa böyle bir zorlamaya olur vermemektedir. Kişi dinini
açıklamadıkça nüfusa kaydedilemeyecek ve nüfus cüzdanı alamayacaktır. Kaldıki
söz konusu Yasa'nın Geçici 2. maddesi sonuçta kişileri veli veya vasileri
nüfusa kaydedilmesi gereken kişinin dinini, davet üzerine 30 gün içinde
açıklamaya mecbur etmektedir. Bu gibi durumlarda nüfus idarelerince beyana
davet edilen ve 30 gün içinde beyanda bulunmayan kişinin TCK.nun 528. maddesi
gereğince ceza tehdidi altında bulunduğu da gözardı edilemez.Bütün bunlar
Anayasa'nın, kimsenin dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı
şeklindeki açık buyruğuna rağmen ortada bir zorlama bulunduğunu ve bu nedenle
itiraz konusu kuralın Anayasa'nın 24. maddesine aykırı olup, iptali gerektiği
kanaatindeolduğumdan aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne karşıyım.