ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1992/13
Karar Sayısı: 1992/50
Karar Günü : 21.10.1992
R.G. Tarih-Sayı :30.06.1993-21623
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Suluova İcra Tetkik Mercii Hakimliği
İTİRAZIN KONUSU : 9.6.1932 günlü, 2004 sayılı "İcra ve İflas Kanunu"nun
18.2.1965 günlü 538 sayılı Kanunla değişik 82. maddesinin 1. bendinin,
Anayasa'nın 10. maddesinin üçüncü ve 138. maddesinin dördüncü fıkralarına
aykırılığı savıyla iptaline karar verilmesi istemidir.
I- OLAY :
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından taşınmazı
kamulaştırılan davacı, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasası uyarınca açtığı bedel
artırımı davası sonunda, taşınmazın takdir edilen değerinin artırılmasına
ilişkin kararın, yerine getirilmesi için 14.9.1989 tarihinde icra dairesine
başvurmuş, alacağının haciz yoluyla tahsilini istemiştir.
İcra Müdürlüğünce, İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin 1.
bendi uyarınca borçlu idarenin mallarının haczi mümkün olmaması nedeniyle
istemi reddedilen alacaklı, dayanılan yasa hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunu
ileri sürerek İcra Müdürlüğünün kararının kaldırılması istemiyle İcra Tetkik
Mercii Hakimliğine, İcra ve İflas Yasası'nın 16. maddesine göre şikayette
bulunmuştur.
Anayasa'ya aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varan İcra
Tetkik Mercii Hakimliği, 10.12.1991 günlü kararıyla bu kural iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ :
A. İptali İstenen Yasa Kuralı :
2004 sayılı İcra ve İflas Yasası'nın "Haczi caiz olmayan
mallar ve haklar" başlıklı 82. maddesinin 1. bendi şöyledir :
"MADDE 82.- Aşağıdaki şeyler haczolunamaz;
1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı
gösterilen mallar,
............................."
B. İtirazda Dayanılan Anayasa Kuralları :
1. "MADDE 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
2. "MADDE 138.- Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Yekta Güngör
ÖZDEN, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN,
Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU, Haşim KILIÇ ve Yalçın ACARGÜN'ün
katılmalarıyla 18.2.1992 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında; dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasına geçilmesine, esas incelemenin, 2004
sayılı İcra ve iflas Kanunu'nun itiraz konusu 82. maddesinin 1. bendinde yer
alan "Devlet malları" ibaresi ile sınırlı olarak yapılmasına
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, mahkemenin başvuru kararı ve
Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülen yasa kuralı ile dayanılan Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten,
2949 sayılı Yasa'nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca çağrılan, Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğü, Milli Emlak Genel Müdürlüğü ve Muhakemat Genel
Müdürlüğü yetkililerinin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A. İtiraz Konusu Kuralın Anlam ve Kapsamı :
1. İcra ve İflas Kanunu'nun değişik 82. maddesinin 1. bendinde,
"Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen
malların haczedilemiyeceği hüküm altına alınmış, böylece Devlet malına
"haciz edilmeme" ayrıcalığı getirilmiştir.
a) Kural olarak borçlunun malvarlığı kapsamında bir değeri olan
mal, alacak ve hakları onun alacaklılarına karşı bir çeşit güvence oluşturur ve
bu nedenle alacaklılar tarafından borç için haczettirilebilir. Ancak insanı
düşünceler ve kamu düzeni bakımından, borçlunun bir kısım mal, alacak ve
haklarının haczi mümkün olmadığı kabul edilmiştir. Burada temel düşünce
borçlunun ve ailesinin yaşaması ve ekonomik varlığını sürdürmesi için gereksinim
duyulan malların borçlu elinde bırakılmasıdır.
b) Devletin, yapı ve nitelik açısından diğer kamu
tüzelkişilerinden ayrı bir varlık olup kamu hizmetlerini görebilmesi için
örgütlenme ve personel yanında, taşınır ve taşınmaz mallara, araç ve gereçlere
de gereksinimi vardır. Bu mallar hukuksal bakımdan özel mülkiyettekimallardan
farklı olduğu gibi, elde edilmeleri, yararlanma koşulları, elden çıkarılması
bakımından değişik kurallara bağlıdır.
Kamu malları, nitelikleri, kullanma biçimleri ve kamu hizmeti ile
ilişkileri yönünden yönetimin özel hukuk alanındaki mallarından farklıdır.
Kamu mallarıyla ilgili olarak çeşitli Kanunlarda değişik hükümler
bulunmaktadır. Kamu hizmetinin yürütülmesinde gerekli olan bu malların tümünü
içermek üzere "devlet malları", "devlet emlakı",
"idare malları", "idare emlakı", "milli emlak kamu
malları", "hazine malları", "maliye hazinesi malları"
gibi kavramlar kullanılmıştır.
Devlet mallarını tanımlayan 1050 sayılı Muhasebei Umumiye
Yasası"nın 2. maddesinde; "Devletin emvali, Devletçe tarh ve cibayet
olunan her türlü tekalüf ve rüsum ile Devlete ait nükud ve esham ve hertürlü
menkul ve gayrımenkul eşya, emval ve kıyem ve bunların hasılat icaratı ile
satış bedellerinden terekküp eder" denilmektedir.
Bu kurala göre Devlet malları; Devletçe konulan ve toplanan
vergiler ve resimler ile Devlete ait paralar ve pay senetleri ile her türlü
taşınır ve taşınmaz mal ve bunların kira geliri ve satış bedellerinden
oluşmaktadır.
c) 1050 sayılı Yasa'nın 23. maddesinde de devlete ait tüm taşınmaz
malların tapu idaresince hazine adına tescil ve bunların Maliye Bakanlığınca
idare olunacağı hüküm altına alınmıştır. Buradaki devlet malı kavramının içine
nelerin gireceği konusu tartışmalara neden olmuş ve Danıştaya başvurulup görüş
istenmiştir. Danıştay Genel Kurulu 26.12.1946 tarihinde verdiği istişari
kararında "1050 sayılı Yasa da sözüedilen Devlet kavramının dar kapsamlı
olduğu ve sadece genel bütçeli idareleri kapsadığı" belirtilmiştir. Buna
göre katma ve özel bütçeli idareler kendi adlarına taşınmaz sahibi
olabileceklerdir.
Yargıtay; İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendinin
uygulanması bakımından hangi malların "Devlet malı" sayılarak
haczedilemiyeceğini incelerken; "Devlet malları" kavramının
"Devlet tüzelkişiliği içindeki genel ve katma bütçeli dairelerin ellerinde
bulunan ve idare ve muhasebesi 1050sayılı Muhasebei Umumiye Kanununa tabi
malları kapsadığını" belirtmiştir (Yargıtay 12. H.D., 28.5.1984, G.
4590/6805, 23.3.1981 G. 1427/3627 sayılı kararları).
Bu konuda öğretide de değişik terimler kullanılmakta farklı
tanımlar yapılmaktadır. Kimi bilimsel görüşlerde "Devlet malları"
denildiği zaman, "gerek kamu hizmetlerine doğrudan doğruya özgülenmiş
bulunan ve gerek sağladığı mali menfaatler vesaire ile dolayısıyla yararlanılan
tekmil malların anlaşılacağı belirtilmektedir.
2. Dava konusu Devlet mallarına karşı haciz yoluyla takip
yapılmasını önleyen kural, devletin kamu malları ile özel hukuka tabi olan özel
malları arasında bir ayırım yapmamıştır.
Kamu hizmetlerine özgülenmiş ve halkın doğrudan yararlandığı
malların haczedilememesi ilkesi, kamu hizmetlerinin görülebilmesini
kolaylaştırarak hukuk devletinin gerçekleşmesine yardımcı olur.
Bu hizmetler; Devlet ve kamu tüzelkişileri tarafından veya
bunların gözetimleri altında genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu
yararını sağlamak için yapılan ve topluma sunulan devamlı ve düzenli
çalışmalardır.
B. İtiraz Konusu Kuralın Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu :
Yasa'nın 82. maddesinin 1. bendindeki Devlet mallarının
haczedilemiyeceğine ilişkin hükmün gerekçesi aynen;
".... Devletin ödemeye mecbur olduğu bir borç için bütçede
tahsisat bulunmadığı veya Devlet borçları için Muhasebei Umumiye Kanunu'unda
mevcut usul ve salahiyetlerle borcun ödenmesine imkan olmayan ahvalde Maliye
Bakanlığı'nın gelecek sene bütçesine bu borçlar için tahsisat konulması
mecburiyetinin kanuna bir hüküm olarak dercini teklif etmiş ise de, hükümetin
bu mecburiyeti esasen mevcut olup, aksi halde alakadar dairelerin mesuliyetini
araştırmak mümkündür.
Haczi caiz olmayan mallar, bu mevzuda umumi kanun addedilmesi icap
eden İcra Kanunu'nda tayin ve tesbit edilmiş olmakla beraber diğer kanunların
da kendi bünyelerinin icabı olan bazı istisnaları ihtiva edebileceklerine
nazaran birinci bend; Devlet mallarıyla mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı
gösterilen şeklinde tanzim edilmiştir." (TBMMAdalet Komisyonu 1/28 - 1/279
sayılı Tutanak M.).
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda İcra ve İflas
Yasası'nın görüşmelerinde ".... esasen Devletin güven ve haysiyet sahibi
ve borçlarını ödeme yeteneği ve kudretini taşıyan müessese olması sebebiyle
uygulanması imkanı olmayan cebir ve tazyike tabi olmadan borcunu yerine
getireceği, ...... devlet mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin hükmün, kamu
düzeni düşüncesine dayandığı ...." belirtilmiştir.
İcra ve İflas Yasası'ndaki "Devlet mallarının
haczedilmezliğine" ilişkin hükmün konuluş nedeni, Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 15.1.1947 günlü, Esas: 1946/14, Karar:
1947/5 sayılı kararı ile "... İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesinde
Devlet mallarının haczedilemiyeceğine dair konulmuş olan hüküm, kamu
hizmetlerinin düzenli ve arasız bir tarzda yürütülmesini sağlamak maksadını
güder ... Devletin kendisine ait borcu ödemesi lüzumu, Devlet kamu kişiliğinin
itibar ve haysiyeti icabından bulunmakla Devletten alacaklı bulunan kişilerin
kovuşturma yollarına başvurmalarına lüzum ve ihtiyaç bulunmayacağı aşikardır.
Kaldı ki; kamu hizmetlerinin görülmesine ayrılmış olan malların hacze konu
olabileceklerini düşünmek, Devletin yerine getirmekle görevli bulunduğu
hizmetlerin ifa vasıtalarını ortadan kaldırmak gibi arzu edilmeyen bir netice
doğurur." biçiminde açıklanmıştır.
Öğretiye göre de; Devleti niteleyen egemenlik, buna karşı zor
kullanılmasıyla bağdaşamaz. Zor kullanılması Devlete tanınmış bir yetki
olduğundan bunu Devletin kendisine karşı kullanması düşünülemez. Kamu
hizmetlerinin aksatılmadan ve kesintiye uğramadan sağlanması ve bütçenin
getirdiği esasların cebri icra sonunda tahmin dışı ihlallere uğratılmaması
esastır.
Sonuç olarak Devlet mallarının haczedilmeyeceğine ilişkin kural,
Devletin borçlarını kendiliğinden ödeyeceği ve bunun hukuk devletinin gereği
olduğu esasına dayanır. Devlet mallarının haczi, bu malların kullanma biçimini
değiştireceğinden, devletin malvarlığında ve mali hukukta sürekliliğe engel
olarak, kamuyararına zarar verir. Uyuşmazlık konusu olayda, borcun hiç
ödenmemesinden değil, bütçe olanaklarına göre yılını aştığı için gecikerek
ödemenin sağlanacağından söz edilmektedir. Devletin etkinliklerinde kamu
hizmeti ve dolayısıyla kamu yararı önde geldiğinegöre, bir alacaklının kişisel
çıkarı için devlet mallarının haczi, diğer bir deyişle, özel yararın kamu
yararına yeğlenmesi (tercih edilmesi) söz konusu olamaz.
Öbür yandan; 23-25 Nisan 1972 günlerinde Ankara'da yapılan 1. Türk
Hukuk Kongresinde, İcra ve İflas Yasası'nın Devlet mallarının
haczedilemiyeceğine ilişkin kuralının değiştirilmesi gerektiği önerisi, bu
hükmün konuluş nedeninin "Devletin borçlarını kendiliğinden ödeyeceğinin
doğal olduğu ilkesine dayandığı", görüşüyle kabul edilmemiştir.
1. Anayasa'nın 10. Maddesinin Üçüncü Fıkrası Yönünden İnceleme :
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, dava konusu maddenin, devletin
borçlarını kendiliğinden ödeyeceği varsayıldığı için yürürlüğe konulduğunu,
oysa, dava konusu olayda görüldüğü gibi bunun gerçekleşmediğini, devleti temsil
edenlerin borcu ödemediklerini, isterlerse ilamlı borcu zamanaşımına
uğratabileceklerini hukuk devletinde bu tür bir kamu yararının özel yarara
tercih edilemiyeceğini bu nedenle bu hükmün Anayasa'nın 10. maddesinin üçüncü
fıkrasına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında da vurgulandığı gibi, yasa
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik
olmayıp, haklı nedenlerin varlığı durumunda farklı uygulamalara olanak veren
bir ilkedir. Durum ve konumlarındaki farklılık, hukuksal özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar ve kuruluşlar için değişik kurallar ve değişik
uygulamaları gerekli kılar. Aynı durumdaolanlar için ayrı düzenlenme Anayasa'ya
aykırılık oluşturur. Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayandırılarak değişik
kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Anayasa'nın
amaçladığı eşitlik eylemli değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar
aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulması Anayasa'nın
öngördüğü eşitlik ilkesine uygun düşer.
Başka bir anlatımla kişisel nitelikleri ve durumları aynı olanlar
arasında yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz. Kamu yararı
ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar
getirilmesinde, eşitlik ilkesinin zedelendiği sonucu çıkarılmaz. Kimi kişileri
konum farkı nedeniyle, belli bir konuda öbürlerinden ayrı tutmak, ayrı
düzenlemeye bağlı kılmak ya da genel bir düzenlemenin kapsamı dışında bırakmak,
onlara ayrıcalık tanımak olmayıp durumlarındaki değişikliğin gereği olan bir
uygulamadır.
Yasayla getirilen kısıtlamanın topluma sağlayacağı yarar,
kişilerin uğrayacağı zarara göre ağır bastığından burada kamu yararının
varlığını kabul etmek gerekir. Bu konuda da bireyle toplum yararının
karşılaştığı durumlarda toplum yararının üstün tutulması doğaldır. Ayrıca kamu
yararına dayanılarak, ayrım yapılmasının eşitlik ilkesini zedelemiyeceği ve
kamu yararının, "kişinin ve toplumun huzur ve refahını sağlamak"
anlamına geldiği Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında yinelenmiştir.
Günümüzde kamu yararı kavramı yanında, "toplum yararı",
"ortak çıkar", "genel yarar" gibi birbirinin yerine
kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen, tümünün "bireysel
çıkar"dan farklı onun, üstünde ya da dışında ortak bir yararı
amaçlamasıdır.
Toplumsal yaşamın adalet ve kararlılık içinde oluşmasını sağlayan
öğe, devletin, gerçek kişilere tanınmayan üstün iradesidir. Kişilere getirilen
kimi yükümlülüklerin devlete yüklenmesini istemek, eşitlik ilkesiyle
bağdaşmadığı gibi, toplumsal yaşamın dengeli ve sağlıklı biçimde sürdürülmesine
olanak veren "devlet" kavramının üstün anlamı ile de bağdaşmaz.
İnsanın, doğuşla kazandığı değeri ve onuru nedeniyle, kamu
yararına ya da başka bir haklı nedene dayanmaksızın, değişik ölçülerle insanlar
arasında ayırım yapılamaz ve yasaların uygulanması yönünden hiçbir fark
gözetilemez. Yasa önünde eşitlik ilkesine saygı göstermek, Devlet organları veyönetim
makamları için bir görevdir. Bu kurumlar, bütün işlemlerinde kişiler arasında
bir ayırım yapmadan çalışmalarını sürdürmek zorundadırlar. Devlete karşı icra
kovuşturması yapılabilirse de Devlet mallarının haczedilmesi devlet kavramı ve
işlevleri karşısında olanaksızdır.
Devletin varlığını sürdürebilmesi ve yargı ve cebri icra görevi de
içersinde olmak üzere, kamu hizmetlerini yürütebilmesi için yapılan bu
düzenleme, kamu yararının gerçekleştirmeye yönelik olup, haklı bir nedene
dayandığından, Yasa önünde eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın, Anayasa'nın 10.
maddesine aykırı bir yönü yoktur.
Yekta Güngör ÖZDEN, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN ve Mustafa GÖNÜL bu
görüşe katılmamışlardır.
2. Anayasa'nın 138. Maddesinin Dördüncü Fıkrası Yönünden İnceleme
:
Anayasa'nın Mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen 138. maddesi,
hakimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa'ya, ve yasalara ve hukuka
uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere emir ve talimat verilemiyeceğini, tavsiye ve
telkinde bulunulamıyacağını, görülmekte olan dava hakkında Yasama Meclisinde
soru sorulamıyacağını, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme
kararlarına uymak zorunda olduklarını öngörmektedir.
Hukuk devletinde yasama, yürütme ve yargı organları, yetkilerini
ancak Anayasa ve yasaların çizdiği sınırlar içinde kullanmak zorundadırlar.
Anayasanın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin; yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kuralları olduğu, 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı, yargı yolunun açık bulunduğu, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüolduğu belirtilmiş, 138. maddesi
de yukarda değinildiği gibi bu organlar ve idarenin mahkeme kararlarını, hiçbir
suretle değiştiremeyeceklerini ve bunların yerine getirilmesinigeciktiremeyeceğini
vurgulamıştır.
Kamulaştırma, kamu yararı amacıyla özel mülkiyet içinde bulunan
kimi taşınmaz malların devlet ya da kamu tüzelkişilerine duyulan gereksinme
sonucu başvurulan bir yoldur. Bu yolla tek yanlı irade ile ve bir bedel
karşılığında idare kendisine lazım olan taşınmaz malların mülkiyetini kazanmış
olur.
Anayasa'nın 46. maddesinde, kamulaştırılan taşınmaz malların
karşılıklarının nakden ve peşin ödenmesi koşulu kimi ayrıcalıklar dışında
benimsenmiş ve gerçek karşılığın nasıl saptanacağı 2942 sayılı Kamulaştırma
Yasası'nda gösterilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Kararlarında da "kamu işlerinin
görülebilmesi için zorunlu bulunan taşınmazların kamulaştırılmasında çağdaş
anlayışa göre kamu yararının varsayıldığı" açıklanmıştır.
Kamulaştırma Yasası'nın 17. maddesinde, "idari ve adli
yargıya başvurulmadığı veya itiraz edilmediği, bu konuda açılan davaların
sonuçlandığı ... takdir edilen ve artırılan bedelin tamamı milli bankalardan
birisine yatırılması" durumunda tescil istemi için başvurulabileceği
öngörülmüştür. Buna göre idarenin hem takdir edilen, hem artırılan kamulaştırma
karşılığı bedel toplamını milli bankalardan birisine mal sahibi adına
yatırmadıkça taşınmazın tescilini isteme olanağı yoktur. Devletin borcunu
ödemeyeceği düşünülemez. Nitekim bu nedenle 1050 sayılı Muhasebei Umumiye
Kanunu'nun mahkeme ilamlarınınyerine getirilmesini düzenleyen 59. maddesinde,
"Mahkeme ilamına müstenit olan düyun (borç) tertibinde karşılığı
bulunmadığı takdirde ihtiyat faslından naklonulacak tahsisattan (ödenekten) ve
bu tertipte de tahsisat mevcut değilse masarifi gayri melhuze (beklenmeyen
giderler) faslından tediye olunur." denilmiştir. Böylece yasakoyucunun,
devletin ilama dayalı borcunu ödemesini sağlayıcı hükümlerle bu konuda gerekli
önlemleri aldığı görülmektedir.
Yönetimin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine bağlı
tutulması, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Yönetim, yargı kararlarını
yerine getirmek zorundadır. Yönetimin yargı kararlarını yerine getirmekte
gecikmesi ya da yerine getirmemesi yönetimin tazminata mahkum edilmesini
gerektiren bir hizmet hususu olduğu gibi görevi savsaklama, ya da görevi kötüye
kullanma suçunu oluşturur.
Devlet mallarının haczolunmazlığı kuralı kamu hizmeti görevini
yerine getirmenin gereğidir. Bu yolla hem devletin ve kamunun, hem de ilgili
öbür yasa kurallarıyla kişilerin zararları önlenmiş olur. Öte yandan bu ilkenin
kabulüyle, haklı ve anayasal bir neden olmaksızın mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesi olanağının borçlu yönetimin istencine (iradesine)
bırakılmış olduğu görüşü de geçersizdir.
Belirtilen nedenlerle itiraz konusu kurala ilişkin Anayasa'nın
138. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırılık savı yerinde görülmemiştir.
Yekta Güngör ÖZDEN, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN ve Mustafa GÖNÜL bu
görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ :
İlk inceleme evresinde verilen sınırlama kararı uyarınca incelenen
9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Yasası'nın 18.2.1965 günlü, 538
sayılı Yasa ile değişik 82. maddesinin 1. bendinde yer alan "... Devlet
malları ..." sözcüklerinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptale yönelik
istemin REDDİNE Yekta Güngör ÖZDEN, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN ile Mustafa
GÖNÜL'ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
21.10.1992 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa GÖNÜL
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
Oğuz AKDOĞANLI
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendindeki "Devlet
malları" sözcüklerinin iptali istemini içeren itiraz başvurusunun olumlu
karşılanmasına ilişkin karşıoyumun gerekçesini açıklarken, öncelikle öbür
karşıoyların aynı doğrultudaki gerekçelerine katıldığımı da belirtiyorum.
Anayasa yargısının işlevi, iptal ve itiraz davaları ile öbür
çalışmalar sırasında Anayasa'ya aykırılığı saptanan kuralları ayıklayarak hukuk
devletinin tüm çağdaş nitelikleriyle gerçekleşmesine katkıda bulunmaktır.
Uluslararası sözleşmeler ve antlaşmalar gereği devletçe bağlı bulunulan
ulusalüstü hukuk kurallarıyla evrensel hukukkuralları gözetilerek yürütülen
"Anayasaya uygunluk denetimi" devletin onuru sayılan hukuksallığı
kuşkusuz biçimde sağlamaktır. Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin
bir "hukuk devleti" olduğu açıklıkla belirtilmiş, Anayasa
Mahkemesi'nin birçok kararında da bu niteliğin kapsamlı tanımı yapılarak
vurgulanmıştır. Hukuk devletinin en belirgin özelliği, hukuka bağlılıktan
ayrılmamak, tüm eylem ve işlemlerini yargı denetimine açık tutmak , hak arama
özgürlüğünün işlerliğini her alanda yaşama geçirmek ve kendisiyle yurttaşları
arasındaki eşitsizlikleri olabildiğince kaldırmaktır. Devletin,
yükümlülüklerinin zorunlu kıldığı, konumunun gerektirdiği kimi ayrıcalık ve
üstünlüklere sahip olması doğaldır. Özellikle dış ilişkilerde, güvenlik
konularında ve egemenlik hakkı kapsamındaki yetkilerinde bu durumuna karşı
çıkılamaz. Ancak, hukuksal işlemlerle, özel hukuk alanına giren ilişkilerinde,
önemli ve öncelikli durumlarla sınırlı ayrıklık dışında değişik uygulamaya
bağlı tutulması, öncelik ve üstünlük alması düşünülmemelidir. Hukuksal
tanımıyla ülkeyi ve ulusu kapsayan devlet, ulusal değer ve varlıkları temsil
ettiği için bir yüce onur sayılmakla, ona her alanda onursal ayrıcalıklar tanınması
gerekmez. Tersi düşünülse bile bu ayrıcalık hukuk bağlamında ve kendisiyle
yurttaşları arasında, yurttaşın zararına, kendi yararına olamaz. Hukuksal
nitelik, çağdaş yapı asla gözardı edilemez ve savsaklanamaz. İnsan hak ve
özgürlüklerinin anlam kazanması, korunup güçlenmesi, demokrasinin geçerlik ve
gerçeklik koşuludur.Bu da, devletin gücünü kullanırken kendi yükümlülüklerini
yerine getirmemesinin gerektirdiği yaptırımların uygulanmasına katlanmasıyla
işlerlik kazanır. Aynı durumda gerçek ve tüzelkişilere yapılan uygulamanın en
güçlü, en büyük tüzelkişi olan devlete uygulanmamasını savunmak güçtür.
"Devlet" adına bağlanan duraksama, devleti koruyup kollamaya da
saygıya dayandırılırsa hukuk devleti anlayışı içtenlikle karşılanamaz. Devlet,
kendine karşı olan bu tür işlemlerde engelleri kaldırdıkça benimsenip
saygınlığını artırır. Bireyin hakkını teslim, hukuk devletinin tescilidir.
Sosyal devlet niteliği de bu bağlamda görüşünü doğrulayan bir olgudur. Devletin
bu konuda bir dokunulmazlığı söz konusu olamaz. Değişen devlet anlayışı,
devletin ulusa, topluma, bireye karşı görevleri, baskıcı yanının giderek
yönlendirici ve özendiriciliği geçerek insancılığa dönüşmesi aynı sonucu
getirmektedir. Kimi çelişkili uygulamalardan kaynaklanan, özdeyişler ve tekerlemeler
biçiminde yakınmalara neden olan durumlar ortadan kalkmalı, devlet,alacağındaki
duyarlığını borcunda da göstermelidir. Kendine karşı kararı uygulayan devlet
yücelir. Salt "devlet malı haczedilemez, haciz devlet onuruyla
bağdaşmaz" görüşü, "devlet dava edilemez, devlete karşı karar
verilemez, devlete karşı uygulama yapılamaz" gibi yanlış görüşlere
koşuttur. Bu görüşlerin hiçbirisi günümüzün hukuk devletiyleuyuşmaz.
Sözlü açıklamada "Devletin borçlarını düzenli ödediği,
kimseye borçlu kalmadığı" yolunda bilgiler verildiğine göre, haciz olanağı
doğmamaktadır. Bu durumda haciz işleminden çekinmeye de gerek yoktur. Üstelik,
haciz yapılması olasılığı, devlet adına harç yapmaya ve harç ödemeye yetkili
olanları daha özenli davranmak zorunda bırakacak, bu tutum da devletin onurunu,
devlete duyulan saygı ve güveni artıracaktır.
Kaldıki Yasa'nın incelenen maddesinde "... kanunlarında haczi
olmadığı gösterilen mallar..." ayrımı yanında kişilerin haczedilmeyecek
malları da belirtilmiştir. Haczedilebilecek malları olan kamu tüzelkişileriyle
devlet arasında bu konuda ayrımı gerektiren bir özellik yoktur. Gerçek
kişilerin, tüzelkişilerin mallarının haczi gibi, devletin malı da
haczedilebilir. Yurttaşın malına elkoyabilen devlet, borcunu ödemezse, onun da
malı haczedilebilmelidir. Ancak, devletin iyeliğinde olan, tapuya yazılan ve
yazılmayan mallar ayrımı ile konuya özgülenen, kamu hizmetinin yerine
getirilmesine ayrılan mallar ve değerlerle kurum ve kuruluşlarla araç ve
gereçlerin işlevleri gözetilerek hangilerinin ve ne ölçüde haczedilebileceği,
daha açık bir anlatımla hangilerinin haczedilemeyeceği belirtilmelidir. Bu
nedenle yürürlükteki "Devlet malları" sözcüklerinin yerine,
değindiğim açıklığı taşıyan bir kuralın getirilmesi için iptal kararıyla birlikte
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla, 2949 sayılı kuruluş yasasının
53. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları gereğince kararın yürürlüğe
gireceği tarih ayrıca belirlenmelidir. Yasama organı, bu süre içinde, hukuk
devletine yaraşır bir kuralı yürürlüğe koyabilir. Anayasa'nın 2. maddesine
aykırılığı açık şimdiki kuralı korumanın ve yürütmeyi bu biçimde sürdürmesinin
hiçbir yararı yoktur. Devletin özel mülkiyet konusu kimi mallarıyla
varlıklarının, koşullarla belirlenerek, haczi olanağı hukuksal eşitliğin anlamlı
bir somutlaşması sayılır. 21.10.1992
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
KARŞIOY
YAZISI
Devlet mallarının haciz edilemeyeceğini öngören dava konusu kural,
Devlete yaptırım uygulanamayacağı, Devletin borçlarını zamanında ve kendi
isteğiyle ödeyeceği ve Devletteki hukuki yapının tekliği anlayışına ve
varsayımına dayanmaktadır.
Günümüzün modern devleti karmaşık bir örgüt ve görev-yetki
yapısına sahiptir. Bu yapı karşısında dava konusu kural yetersiz kalmakta ve
Anayasa'yla korunan mülkiyet hakkının ihmal ve ihlaline sebep olmaktadır.
Devlet değişik görünüm ve hukuki yapıdaki çeşitli kuruluşlar
halindedir. Devletin değişik hukuki yapılar halinde örgütlenişi ve bunlar
arasındaki karmaşık ilişkinin düzenlenişi yurttaşların devlet karşısındaki
konumlarını etkilememelidir. Yurttaşları gerçekte ilgilendiren yapılan kamu
hizmetive kullanılan kamu gücüdür. Kamu gücünü kullanan örgütün modeli ve
çeşitli devlet örgütleri arasındaki görev-yetki ve kamu gücünü kullanma
konusundaki paylaşımlar devletin kendi iç sorunudur.
Olay, çalışmayan ve yetersizliği sebebiyle yurttaşlara hak yolunu
tıkayan bir yasa hükmünün bir takım varsayımlarla ayakta tutulmasıdır.
Kamu hizmetinin görülmesi devletin kamu mallarına türlü hukuki
rejimler içinde sahip olmasını gerektirir. Kamu mallarının tabi tutulduğu
değişik hukuki rejimler, onların korunması, temadisi ve yönetimi için değişik
düzenlemeler gerektirir. Dava konusu kural, kamu mallarının yapısı, ait olduğu
kamu idaresi ve korunması yönünden hiçbir ayrım getirmeden tekdüze olarak bu
konuyu düzenlemekte ve kamu hizmetinin çeşitliliği ve gereksinimleriyönünden
hukuka uygun ve adil bir uygulama yolunu kapamakta ve adeta kamu gücünü
kullananları hukuk dışına itmektedir.
Devletin çeşitli yapıdaki kuruluşlarına ait olan ve onların hüküm
ve tasarrufunda bulunan ve özel mülk niteliğindeki kamu mallarının özel
kişilere ait olan özel mülkten farkı yoktur. Bu yüzden de bunların genel
hükümlere tabi tutulmaları gerekir.
Bu nedenlerle dava konusu kural Anayasa'nın mülkiyet hakkını
düzenleyen 35. maddesine aykırıdır ve yeniden düzenlenmesi için iptali gerekir.
Başkanvekili
Güven
DİNÇER
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
KARŞIOY
YAZISI
9.6.1932 günlü, 2004 sayılı İcra ve İflas Yasası, "Haczi caiz
olmayan mallar ve haklar" başlığı altındaki 82. maddede"Devlet malları"nı
da göstermiştir. Anılan maddenin 1. bendindeki "Devlet malları"nın
haczedilmezliğinin gerekçesi, gerek öğretideki açıklamalarda, gerek iptal
istemiyle itiraz yoluna başvuran Suluova İcra Tetkik Mercii Mahkemesi'nin
kararında aynı nedenlere dayandırılmakta ve üç kümede toplanmaktadır :
1. Devletin, borçlarını kendi isteğiyle ödeyeceği farzolunur
2. Alacaklının kişisel yararı için devlet mallarının haczi, özel
yararın kamu yararına tercih edilmesi anlamına geleceğinden caiz görülemez.
3. Devlet, kendi yaptırım gücünü kendisine karşı kullanamaz.
Bu gerekçeleri, sırasıyla irdelemekte yarar vardır.
1. Devletin, borçlarını kendi isteğiyle ödeyeceği, ideal planda
mantıksal bir tutarlılık içerse de, daha çok moral yanı ağır basan platonik bir
varsayımdır. Burada olması gerekenle, uygulamada yaşananlar arasında dikkat
çeken bir uyumsuzluk sözkonusudur. Örneğin, iptal istemiyle itiraz yoluna
başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davanın alacaklısı, kamulaştırma nedeniyle
6.5.1987 tarihinde açtığı bedel arttırma davasından doğan ve kesinleşen
alacağını, 14.9.1989 gününde infaza vermesine, İcra Dairesi'nin de borçlu
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü adına İCRA EMRİ göndermesine karşın, tahsil
edememiştir. Mahkeme kararının CEBREN İNFAZ EDİLMESİ için alacaklının, 4.9.1991
gününde İcra Müdürlüğü'ne yaptığı başvuruda, borçlu Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü'nün malları İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendi uyarınca
"Devlet malı" olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
Bu durumda yapılması gereken yasal işlem, borçlu Genel Müdürlüğün,
kesinleşmiş yargı kararı gününü izleyen yıl bütçesinin ilgili tertibine yeterli
ödeneği koyarak borcunu ödemek olmalıydı. Ancak, gerek alacaklının 31.8.1990
günlü dilekçesiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'ne, 22.2.1991 günlü dilekçesiyle
de Maliye ve Gümrük Bakanlığı'na yaptığı istem başvurusu, gerek İcra
Müdürlüğü'nce borçlu yönetime gönderilen 16.3.1990, 8.11.1990 ve 23.1.1991
günlü resmi anımsatmalar (muhtıralar) bile, sorunu olumlu bir çözüme
götürmemiştir. Yönetimin bu tutumu, Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında
yer alan "yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." biçimindeki
buyurucu ve bağlayıcı kurala aykırılık oluşturmaktadır.
Görülüyor ki, Devletin, borcunu kendi isteğiyle ödeyeceği inancı,
genelde kuramsal bir iyimserlikten öteye geçememektedir. Devlete karşı beslenen
güven ve saygıyı aşındırmaktadır. Öyleyse, yargı kararlarıyla kesinleşmiş olan
bireyin alacağı karşısındaki "Devlet malları" ayrıcalığına dayanan
"haczedilmezlik" engelini kaldıracak ya da yumuşatacak yeni yasal
düzenlemeler yapılmasızorunludur.
Bu düzenleme, "Devlet malları" kavramına getirilecek ve
madde metnine yansıyacak "Devletin kamu malları", "Devletin özel
malları" biçiminde çözümleyici bir ayırımla olabilir. Bu alanda öğretinin
açıklamaları gözönünde bulundurulmalıdır. Prof. Dr. Sadık KIRBAŞ'a göre,
herkesin doğrudan doğruya ortak yararlanmasına doğal nitelikleri gereği açık
olan sahipsiz mallar;kamu tüzelkişileri tarafından herkesin ya da bir kısım
halkın doğrudan doğruya yararlanmasına özgülenen orta malları; bir kamu
hizmetine, o hizmetin ögesini oluşturacak biçimde bağlanmış olan taşınmazlardan
oluşan hizmet malları, kamu mallarının çeşitleridir. (Devlet malları,
Ankara/1988, s. 18 v.d.). Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami ONAR'a göre, Devletin özel
malları" ise, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde doğrudan doğruya bir rol
oynamayan, halkın yararına özgülenmemiş olan ve yalnız sağladıkları gelir
nedeniyle, dolaylı olarak, kamu yararını sağlayan mallardır. Kamu hizmetine
özgülenmiş olmasına karşın o hizmetin ögesi olamamış özel mülkler de bu mallar
arasında sayılmaktadır. (İdare Hukukunun Umumi Esasları, s.1350).
İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendindeki "Devlet
malları" anlatımı, "Devletin kamu malları" biçiminde
değiştirilmelidir. Böylece, Devletin özel malları "haczedilebilir"
bir statüye alınmalıdır. Ayrıca, yargısal kararla bir alacağın doğduğu günden
itibaren, o güne değin herhangi bir kamuhizmetinin ögesi olmamış Devletin özel
malının, kasıtlı olarak bir kamu hizmetine özgülenmesi, bu düzenlemede yer
alacak bir kuralla geçerli sayılmamalıdır.
2. Alacaklının kişisel yararı için devlet mallarının haczine
olanak sağlanmasının, özel yararın kamu yararına tercih edilmesi anlamına
geleceği yolundaki değerlendirme, kanımızca doğru değildir. Çünkü, kamu yararı,
ancak bir kamu hizmetinin varlığı durumunda ve onunla bağlantılı olarak sözkonusu
olabilir. Olayımızdaki haczin dışında kalan birey alacağını doğuran ve kamu
yararına dayalı kamulaştırma amacı, bir başka anlatımla, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü'nce öngörülen kamu hizmeti gerçekleştirilmiştir. Kamulaştırma
işleminin alacaklısı bireyin özel yararı ise sürüncemede kalmış, yönetim
borcunu ödememiştir. Bu durum ise, Anayasa'nın 2. maddesindeki "adalet
anlayışı" ve "hukuk
Devleti" ilkeleriyle bağdaşmamakta, onlara aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle, özel yararın kamu yararına tercih edildiği savı
kabul edilemez.
Yine bu tür bir savın önemli yanlışlığı, iptal istemine konu olan
kural metnindeki "Devlet malları.." kavramı önündeki
"Devlet" sözcüğünün, "merkezden yönetim"le ya da
"maliye hazinesi" kavramlarıyla özdeşleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Gerçekten, devleti oluşturan tüzelkişi, bir akıl ürünüdür. Varlığı,
işlevleriyle ve etkisiyle belirginleşir. Çeşitli kamusal görevleri üstlenmiş
farklı örgütlenmelerin kapsayıcı bütünüdür. Yasama, yürütme ve yargı organları,
bu bütünü oluşturan ana parçalardır. İcra ve İflas Yasası'nın 82. maddesinin1.
bendinde öngörülen "Devlet malları...", bütünün parçası olan
"merkezden yönetim"in, yani "maliye hazinesi"nin mallarını
ifade etmektedir. Aynı bent tümcesinin ikinci yarısındaki "mahsus
kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar." anlatımı, yukarıdaki
yorumumuzu doğrulamaktadır. Nitekim, devletin bir parçası ve yerel yönetimlerin
bir türü olan Belediyelerin, kamu hizmetine özgülenmemiş gelir getiren malları
ve eşyaları üzerine haciz konulabilmektedir. (1580 sayılı Belediye Yasası,
Madde: 19/7).Aynı şekilde, yine bir yerel yerinden yönetim türü olan Köy Kamu
Tüzelkişiliğine ait, kamu hizmetlerine özgülenmemiş, orta malı olmayan akar
niteliğindeki taşınmazları ile köyün özel hukuktan doğan alacakları
haczedilebilmektedir. (442 sayılı Köy Yasası, Madde: 8). İl Özel Yönetimleri de
birer yerel yerinden yönetim türü olmasına ve kamu hizmetine özgülenmemiş akar
niteliğinde malları bulunmasına karşın, haczedilmezlik ayrıcalığına
sahiptirler. Böylece, devleti oluşturan çeşitli yönetimler, İcra ve İflas
Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendi karşısında farklı hukuksal statü
içindedirler. Bu da kamu yönetimlerinden alacaklı olanlar için aynı konuda
ayrık sonuçlar doğurduğundan Anayasa'nın 10. maddesindeki yasa önünde eşitlik
ilkesine aykırıdır.
3. Devletin, borcunu "cebri icra" yoluyla ödemesi için,
kendi yaptırım gücünü kendine karşı kullanamayacağı görüşüne de katılamıyoruz.
Kamu yönetimlerinin kesinleşmiş yargı kararlarından doğan borçlarını,
istenciyle ya da istenci dışındaki nedenlerle ödememeleri karşısında,mutlaka
sorunu çözümleyici bir yaptırım gücüne gereksinim vardır. Buna, son çare olarak
kamu gücünü kullanmak da dahildir. Kuşkusuz, bu kamu gücü, borçlu yönetimde
sonuç alıcı kararı verecek ve uygulayacak birinci derecede yetkili ve sorumlu
olana yöneltilecektir. Anayasa Mahkemesi'nin hukuk devletinin tanımına yönelik
yerleşik kararlarında vurgulandığı üzere "Hukuk devletinin,... yasakoyucu
da dahil, devletin tüm organları üstünde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip
olması, insan haklarına saygı göstermesi ve bu hakları korumayı, adil bir hukuk
düzenini kurarak geliştirmeyi zorunlu sayması gerekir." Aksine bir tutumda
direnmek, yine Anayasa'nın 2. maddesinin öngördüğü "hukuk Devleti"
ilkesine aykırılık oluşturur.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardaki nedenlerle, İcra ve İflas
Yasası'nın 82. maddesinin 1. bendindeki "Devlet malları" ibaresinin
Anayasa'nın 2., 10. ve 138/son maddelerine aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği
kanısına vardığımdan, aksi yöndeki çoğunluk kararına karşıyım.