ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1991/9
Karar Sayısı: 1991/36
Karar Günü: 8.10.1991
R.G. Tarih-Sayı :09.05.1992-21223
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Karaman Asliye İkinci Hukuk Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı
"Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasının
Anayasa'nın 2., 23., 35. maddeleri ile 153. maddesinin son fıkrasına aykırılığı
ileri sürülerek iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacının, 29.8.1990 günlü dilekçesiyle açtığı davada, Karaman
ilçesi belediye sınırları içinde 24.3.1964 günlü, 45 sayılı tapu ile maliki
bulunduğu taşımazın, 2613 sayılı Yasa uyarınca yapılan kadastro tespitinde,
sahibi belirlenemediğinden, 5.4.1979 günü 569 Ada, 20 Parsel sayı ile maliye
hazinesi adına tescil edildiğinden buna ilişkin tapu kaydının iptaliyle adına
tesciline, el atmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili, olayda uygulanma durumunda olan, 3402 sayılı
Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu
ileri sürmüş, davalı hazine vekilinin aksi görüşüne karşın, mahkeme de bu savın
ciddi olduğu kanısına vararak, anılan kuralın "kadastro tespitinden önce
tapulu olan ve sahibi belirlenemediğinden hazine adına tespit ve tescil edilen
taşınmazlar yönünden" Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Yasa'nın 28.
maddeleri gereğince 8.3.1991 günlü kararıyla iptali istemiyle Anayasa
Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenilen Yasa Kuralı:
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nün iptali istenilen fıkrayı da içeren
"Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre" başlıklı
12. maddesi şöyledir:
"Madde 12.- 30 günlük ilân süresi geçtikten sonra, dava
açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile
kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi
olarak gösterilmek suretiyle engeç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere
ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra,
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu
kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak
kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil
edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın taşınmazı tescil tarihinden
itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile
bunların akdi ve kanuni halefleri açılmışve açılacak olan davalarda Medeni
kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar."
B. İlgili Yasa Kuralı
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun konuyla ilgili geçici 4. maddesi
şudur:
"Geçici Madde 4.- Tapulama ve kadastro mahkemelerince bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu
Kanun uygulanmaz. Tapulama mahkemeleri ile kadastro mahkemesi sıfatıyla görev
yapan asliye mahkemelerinde halen görülmekte olan davalar ile 10 yıllık hak
düşürücü süre içerisinde açılacak davalara bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu kanun yürürlüğünden önce düzenlenmiş tapulama tutanakları ve
kadastro beyannameleri ile verilmiş bulunan komisyon kararlan geçerliğini
korurlar. Bunlara süresi içinde itiraz durumunda bu Kanun hükümleri uygulanır.
2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer kanunlar
gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar
için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri davaaçabilirler.
Tapulama ve kadastrosu yapılıp tespit dışı bırakılan yerlerde
tapulu taşınmazların maliklerinin talep etmesi halinde, bu kanun hükümlerine
göre bunların kadastrosu yapılır."
C. İtiraza Dayanak Yapılan Anayasa Kuralları:
1. "Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içnde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğe bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2. "Madde 23.- Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine
sahiptir!
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik
gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu
mallarım korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç
işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ülkenin ekonomik durumu,
vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle
sınırlanabilir.
Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun
bırakılamaz."
3. "Madde 35.- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yaran amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
4. "Madde 153.- Anayasa Mahkemesinin kararlan kesindir. İptal
kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını
veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bu uygulamaya
yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.
Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıcakararlaştırabilir. Bu tarih,
kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.
iptal kararlarının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu
dolduracak kanun tasan veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.
İptal kararları geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi kararlan Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri bağlar."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN, İhsan PEKEL,
Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU, Güven DİNÇER ve
Haşim KILIÇ'ın katılmalarıyla, 27.3.1991 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
sınırlama sorununun da bu evrede ele alınmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
işin esasına ilişkin rapor, mahkemenin başvuru kararı ve ekleri,
Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülen yasa kuralı ile dayanılan Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. İtirazın Kapsamı:
İtiraz yoluna başvuran mahkeme; davacının Anayasa'ya aykırılık
savının ciddi olduğu kanısına vararak, 3402 sayılı Yasa'nın 12. maddesinin
üçüncü fıkrasının iptali istemini içeren kararında; konunun özelliği bakımından
incelemenin; "... kadastro tespitinden önce tapulu olan ve sahibi
belirlenemediğinden hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmazlar
yönünden" sınırlı olarak yapılması biçiminde istemde bulunmuşsa da,
konunun özelliği gözetilerek sınırlama yapılmaksızın inceleme sürdürülmüştür.
B. İtiraz Konusu Kuralın Anlam ve Kapsamı:
1. Uyuşmazlığa konu olan, 509 ada, 20 parsel sayılı taşınmam
üzerinde 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu hükümlerinin uygulanması
şöyle olmuştur.
Yasa'nın öngördüğü ilânlar yapılıp, ilgili yerlerden kayıtlar
getirildikten sonra kadastro postasınca düzenlenen 9.10.1978 günlü kadastro
tutanağında,' "Tahdidi yapılan ve tapusu ve vergi kaydı bulunmayan bu
taşınmaz mal malikinin kim ya da kimler olduğu postamızca kat'i olarak tespit
edilemediğinden ve bilirkişi beyanlarından anlaşılmakla maliye hazinesi adınatespiti
teklifi ile iş komisyona sunuldu." denilmiş ve kadastro postasının
"tetkik ve tahkike dayalı sınırlandırma tespiti" önerisi komisyon
tarafından uygun görülerek, 5.4.1979 tarihinde taşınmazın hazine adına tescili
karar altına alınmıştır.
Kadastro beyannamesinde, 2613 sayılı Yasa'nın 25. maddesine göre
yapılan iki aylık ilân süresinde sınırlandırmaya itiraz edilmediğinden 20.11.1979
gününde tespitin kesinleştiği belirtilmiş, böylece dava konusu 18.02 m2yüzölçümlü
kagir dükkân niteliğindeki taşınmaz, maliye hazinesi adına tescil edilmiştir.
2. İtiraz konusunun açıklığa kavuşturulması için, yurdumuzdaki
tapu ve kadastro çalışmalarına ilişkin yasal düzenlemeler ile itiraz konusu
kuralın anlam ve kapsamına kısaca değinmekte yarar görülmüştür.
a) Ülkemizde ilk kadastro çalışmalarına Şubat 1328 (1912) günlü,
"Emvali Gayrimenkule'nin Tahdit ve Tahriri Hakkında Muvakkat Kanun"un
uygulanmasıyla başlanmış, 10 Nisan 1340 (1924) günlü 477 sayılı Yasa ile bir
kısım il ve ilçelerin "arazi tahrirleri" yapılmış, bugünkü kadastro
yöntemlerini içeren 658 sayılı Kadastro Kanunu 22 Nisan 1341 (1925) günü kabul
edilmiştir.
743 sayılı "Türk Kanunu Medenisi"nin uygulanmaya
başlandığı 4.10.1926 gününden sonra, yurdumuzda Medeni Kanun'un öngördüğü
anlamda kadastro plânlarının ve tapu sicillerinin düzenlenmesi çalışmaları önem
kazanmış, taşınmaz mallardaki eylemli durumların hukuksallaştırılıp, tapusuz
taşınmaları tapulamak ve kadastroya dayanan haritaların yapılmasını sağlamak
üzere kabul edilen 2613 sayılı "Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu"
15.12.1934 gününde yürürlüğe girmiştir.
b) İtiraza konu olan kuralı içeren 21.6.1987 günlü 3402 sayılı
Kadastro Kanunu'nun gerekçesi, yurdumuzdaki tapu ve kadastro çalışmaları ve bu
konudaki gereksinimleri belirten bir belge niteliği taşımakta olup başlangıç
kısmı şöyledir:
"Bilindiği gibi ülkemizde düzenli kadastro faaliyetleri
Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununun yürürlüğe konulmasıyla başlamıştır. 1934
yılında yürürlüğe giren 2613 sayılı Kanunun uygulama alam ü ve ilçe
belediyeleri içinde bırakılmış ve bu sınırlar dışındaki taşınmaz malların
kadastrolanmaları 1950 yılında yürürlüğe giren, 5602 sayılı Kanun hükümlerine
bağlanmıştır. Daha sonra 5602 sayılı Kanun yerine 509 sayılı Tapulama Kanunu
yürürlüğe girmiş, o da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince yerini halen
yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Kanununa bırakmıştır.
Böylece aynı yörede il veya ilçe belediyesi sınır çizgisinin bir
tarafında 2613 sayılı, bir tarafında ise tamamen değişik hükümler taşıyan 766
sayılı Kanunun uygulanması gibi garip bir durum yıllardan -beri sürüp
gitmektedir. O halde, her iki kanunun birleştirilmesi ve farklı uygulamaya son
verilmesi zorunludur.
Memleketimizde sosyal, ekonomik, teknik ve hukuki gelişmeler,
şehirleşme, imar hareketleri, toprak ve faaliyetleri, yol, baraj, sulama,
kurutma tesisleri, araziye ilişkin vergi ve kredi problemleri, kamulaştırma
işlemleri, toprak ve tarım reformu ve benzeri hizmetler kadastronun öncelikle
bitirilmesini gerektirmektedir. Bu itibarla memleketimizin ilk tesis
kadastrosunun tamamlanmasının uzun yıllara tahammülü bulunmadığından,
kadastronun hızlandırılması, kısa sayılabilecek bir sürede sonuç alınabilmesi
için her iki kanunun birleştirilerek tek bir kanun haline getirilmesinde
zorunluk duyulmuştur.".
Yine gerekçede,uzun yıllardan beri uygulanan 2613 sayılı Kadastro
ve Tapu Tahriri Kanunu ile 1966 yılından beri uygulanmakta olan 766 sayılı
henüz yeni sayılabilecek Tapulama Kanunu'nun hükümleri arasında esasa, etkili
farklılıklar olduğu gösterilmiş, bir nevi tasfiyeniteliği taşıyan bu Yasa'nın
amacının, genel hükümlerden ayrık olarak, taşınmaz mal mülkiyetinin tespitinde
tapusuz taşınmaz malları tapuya bağlamak, tapulu olanların tapularını yenilemek
ve sınırlarını arz üzerinde belirleyip haritaya bağlamak suretiyle,Medeni
Yasa'nın öngördüğü biçimde tapu sicilini kurmak olduğu vurgulanmıştır.
Aynı Yasa'nın itiraz konusu 12. maddesinin gerekçesinde; bu
maddenin 766 sayılı Yasa'nın 27., 30. ve 31. maddelerinin esas alınarak
düzenlendiği ve 30 günlük eski ilân süresi sonuna kadar kadastro mahkemesinde
dava açılmayan taşınmaz malların kadastro tutanaklarına ilişkin sınırlandırma
ve tespit işlemlerinin^ kadastro müdürü tarafından tutanakların onaylanması
suretiyle kesinleştirileceği ve kesinleşme tarihinden başlayarak en geçüç ay
içinde tapu kütüklerine tescil edileceği belirtildikten sonra;
"Kadastro çalışmaları tamamlanarak kesinleşen tespitlerin,
kısa sürede tapu kütüklerine kaydedilme işlemlerinin kesinleşme tarihinden en
geç üç ay içinde bitirilmesi, ayrıca büyük emek ve masrafla meydana getirilen
düzenli kütük ve kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için kamu ve özel
mal -ayrımı yapılmadan, kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren
on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava
açılamayacağı esası getirilmiştir. Burada kadastro işlemlerinin eski olaylara
dayanılarak, süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde
etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkı
değil sadece hak arama hürriyeti kısıtlanmıştır.
Aynı hüküm 766 sayılı Kanun'un 31. maddesinde de mevcut olmakla
birlikte, on yıllık hak düşürücü sürenin başlangıç tarihi tapu kütüğüne tescil
tarihi olarak kabul edilmişti.
Ancak, çeşitli nedenlerle tescil işlemleri geciktiği veya taşınmaz
malın tutanağı tanzim edipte tescile tabi tutulmayan yerlerden olması halinde,
hak düşürücü sürenin başlangıç tarihi farklı yorumlara sebebiyet verdiğinden
hak düşürücü sürenin başlangıcı tutanağın kesinleşme tarihi olarak
benimsenmiştir.
Madde ile getirilen bir diğer yenilik de, kadastrosu tamamlanan
çalışma alanlarındaki eski tapu kayıtlarını (kadastroca uygulansın ya da
uygulanmasın) işleme tabi kayıt niteliğini kaybedeceği hususudur. Bu konuda
eski kanunda açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, Yargıtay'ın yerleşmiş
kararları da bu görüştedir." biçiminde açıklamalara yer verilmiştir.
Kadastro Yasası'yla soruna ülke bütününde yaklaşılarak yurdun
kadastral, topografik haritası yapılarak tapu sicilinin oluşması sağlanıp, bir
yerde kadastronun bitirilmesiyle yasa uygulaması son bulacağından, Kadastro
Yasası geçici bir yasadır.
c) Yukarda da belirtildiği üzere, uyuşmazlık konusu taşınmaz, 2613
sayılı Yasa'nın 25. maddesi uyarınca yapılan işlemler sonucu tespitin
kesinleşmesiyle hazine adına tescil edilmiştir.
2613 sayılı Yasa tapu sicilinde kaydı bulunmayan taşınmazları
sicile kaydettirmek, sicilde kayıtlı olanların da kayıtlarını yenilemek yoluyla
kadastro plânları düzenleyerek tapu sicillerini kurma amacım taşıdığından
uygulamada özen gösterilmesini gerektirmiştir. Şöyle ki;
Kadastrosuna başlanacak olan yer Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'
nün Teklif ve Genel Müdürlüğün bağlı bulunduğu Bakanlığın onayı ile belli
edilerek, Genel Müdürlükçe ve kadastrosu yapılacak olan yer Valiliğince gazete
ya da alışılmış yöntemlerle bir ay içinde ilân olunur. Daha sonra kadastrosuna
başlanacak olan şehir ve kasabaların, yoksa sınırlan belirlenerek kadastro
bölgesinde tahdidin başlayacağı 15 gün önce yerel gazetelerle ya da olağan
biçimde ilân edilir.
Bölgede sınırlama bağladığında tasarruf durumlarının, incelenmesi
için kadastro postaları eliyle taşınmaz mal sahiplerine dağıtılan beyannameler,
ilgilileri tarafından bu ay içinde doldurulup, gerekli belgeler eklenerek
postalara verilir. Postalar, beyanname vermeyenlereait taşınmazların tahdidini,
tapu ve vergi kayıtları ile varsa, tapu haritalarına göre yapar, bunların
uygulanmasında ve mülkiyet haklarının saptanmasında bilirkişilerin ve gerekirse
taşınmaz komşularının bilgilerinden yararlanılır. Postalar belediye veyaihtiyar
meclisi tarafından bilirkişi olarak seçilecek en az iki kişi ile beraber, varsa
ve geliyorsa ilgililerin önünde eldeki belgeleri bilirkişilerden alınacak
bilgilerden yararlanarak taşınmazlara uygulayıp, sınırları belirtilmek yoluyla
tasarruf krokisini düzenlerler.
Kadastro komisyonları tarafından, yeterli inceleme ve
uygulamalardan sonra, tasarruf hakları saptanan ve kadastro sınırlaması
tamamlanan yerlerin planlarıyla taşınmazların kimler adına kaydolun düğünü
gösterir cetveller ilgililerin öğrenmeleri için mahalle veya köylerin herkes
tarafından görülecek yerlerine iki ay süre ile asılır ve durum alışılmış
biçimlerle ve ayrıca varsa yerel gazete ile ilân olunur. Bu cetvellerin
asılmasının ilgili kişilere tebliğ hükmünde olduğu da yasada belirtilmiştir.
Bu işlemlerden ve taşınmazın hazine adına kayıt ve tescilinden
başlayarak on yıl geçtikten sonra hiçbir kişi o taşınmaz üzerinde tasarruf ve
mülkiyet savında bulunmazsa o taşınmaz, hazinenin olacaktır.
Yine 2613 sayılı Yasa'nın "Tasarruf tetkikleri" başlıklı
22. maddesinin (H) bendinde "Yapılacak ilânlar ve tahkik üzerine sahibi
bulunamayan gayrimenkuller Devlet namına kaydolunur. Bu malların on seneye
kadar hükmen müstahikki çıktığı takdirde namına kaydı tashih edilir ve satılmış
ise bedeli verilir."biçimindeki hak düşürücü süreyi öngören hükmün
"on seneye kadar" sözcüklerinin yalnız tapulu taşınmazlar yönünden,
Anayasa' ya aykırı olduğuna ve iptaline Anayasa Mahkemesi 10.12.1970 günlü,
Esas: 1969/60, Karar: 1970/8 sayı ile karar vermiştir.
d) 3402 sayılı Kadastro Yasası'nın 11. ve 12. maddelerine göre;
Kadastro Müdürü, kadastro tutanakları uyarınca yapılan tespitlere dayanarak
askı cetvellerini düzenleyerek 30 gün süreyle ilân ettirir. Bu süre geçtikten
sonra dava açılmayan 'kadastro tutanaklarına ilişkin sınırlandırma ve tespitler
Kadastro Müdürü tarafından onaylanarak kesinleşir. Bu tarih ayni zamanda tescil
tarihi olup, bu işlemden sonra en geç üç ay içinde tapu kütüklerine
kaydedilmesi zorunluğu ela aynı maddede hüküm altına alınmıştır.
Yine 12. maddenin üçüncü fıkrasında kadastro tutanaklarının
kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuksal
nedenlere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı öngörülmüştür.
Burada hak düşürücü süre söz konusu olup, yasakoyucu böylece kamu
düzeniyle ilgili bir nitelik taşıyan kadastro işlemlerinin korunması ve düzenli
bir tapu sicilinin oluşması amacını gütmüştür.
Hak arama yolunu kısıtlayan "hak düşürücü süre" hakkı
ortadan kaldırıcı, yok edici işleve sahip olduğundan süre geçtikten sonra
hakkın varlığından söz edilemez. Hak düşürücü süre ile, yasanın belirlediği
sürede bir dava açılmaması halinde hakkın kendisi sona erer. Hak düşürücü süre,
davanın görülebilirlik koşulu olduğundan yargıç hak düşürücü süreyi
kendiliğinden, gözönünde bulundurmak zorundadır. Zamanaşımında ise, yasanın
öngördüğü belli bir süre içinde hak istenmediği takdirde, o hakkı yerine
getirilmesini isteme yetkisi düşer.
Bu madde ile düzenlenmiş bulunan hak düşürücü süre kamu düzeniyle
ilgilidir. Bir özel hukuk kuralının kamu düzeniyle ilgili olduğunun kabul
edilebilmesi için "o kurala uyulmasında ve o kuralın korunmasında kamunun
büyük yararı bulunmalıdır." koşulu hukuk öğretisinde benimsenmiş bir
ölçüttür.
Anılan madde ile tutanağı düzenlenmiş ve doğrudan doğruya ya da
hükmen kesinleşmiş sınırlandırma ve tespitlere karşı, kadastrodan önceki
hukuksal nedenlere dayanılarak açılacak tüm davaların hak düşürücü süreye bağlı
olduğu açıklanmıştır.
e) 3402 sayıl; Kadastro Yasası'nın geçici 4. maddesinin üçüncü
fıkrasında, "2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer
kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan
taşınmazlar için on yıllık hak düşürücü süre geçmişse bu kanun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler."
denilmektedir.
Yasakoyucu, bu kuralla, hak düşürücü süreyi öngören 2613 sayılı
Yasa'nın 22. maddesinin (H) bendinin tapulu taşınmazlar açısından Ana-yafa
Mahkemesi'nin 10.2.1970 günlü, Esas: 1969/60, Karar: 1970/8 sayılı karan ile
iptal edilmesi nedeniyle hak düşürücü süreyle ilgili bir hükmü içermez duruma
gelen 2613 sayılı Yasa'yı ve hak düşürücü sürelere yer vermeyen öteki özel
(kadastro) yasalarını amaçlamak istemiştir. Bu hükmün, 31. maddesi ile on
yıllık hak düşürücüsüreyi öngörmüş bulunan 766 sayılı Tapulama Yasası'na göre
yapılan tespit ve tescillerle bir ilgisi yoktur. Tersi durumda, 766 sayılı
Yasa'nın 31. maddesindeki hak düşürücü sürenin varlığından doğan hukuksal
sonuçların bir değeri kalmazdı.
Bu suretle, 2613 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılmış ve
kesinleşmiş bir kadastro sınırlamasına, karşı, hak sahibi olduğunu ileri süren
kişi, her zaman dava açma olanağına sahip olduğu için, on yıl geçtikten sonra
açacağı bir dava, 3402 sayıl; Yasa'nın geriye yürümesive 12. madde nedeniyle
hak düşürücü süreye uğraması sakıncası, geçici 4. madde ile getirilen bir
yıllık süre ile önlenmiştir.
C- 3402 Sayılı Yasa'nın 12. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Anayasa'
ya Aykırılığı Sorunu:
1. Anayasa'nın 2. ve 23. Maddeleri Yönlerinden inceleme:
a. İtiraz konusu kuralla kesinleşen kadastro tutanaklarında
belirtilen hak, sınırlama, ve tespitlere on yi) geçtikten sonra kadastrodan
önceki hukuksal nedenlere dayanılarak dava açılamayacağı esası getirilmektedir.
Bu hükümle, ülkede tapu sicilinde kararlılık sağlanması, belli hak düşürücü
süre geçtikten sonra kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak taşınmazlarla
ilgili hakların yargı organlarında tartışma konusu yapılmasının önlenmesi
amaçlanmış, yasakoyucu da bunda kamu düzeni yönünden yarar görmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri
arasında, "hukuk devleti"ne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin
birçok kararında, belirtildiği gibi, hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin
hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu bilen, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı
denetimine açık olan yasaların üstünde Yasakoyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri ile Anayasa'nın bulunduğu bilincinden uzaklaşmayan devlettir.
Devlet işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygun olması,
kazanılmış haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan söz
edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önceki yürürlükte olan kurallara göre
bütün sonuçlarıyla eylemli biçimde elde edilmiş olması aranır.
Kamu yararı amacıyla on yıllık hak düşürücü kural getirilirken,
daha önce mülkiyet hakkını yitirenlere yeniden bu hakkın tanınmasını isteme
olanağı verilmesi adalete aykırı olacağı gibi, mülkiyet hakkı kazananların bu
haklarına da zarar verir. Bu bakımdan yapılan düzenleme demokratik toplum
kurallarına ve hukukun genel ilkelerine ters düşmediği gibi, kamu yararını
öngördüğünden hukuk devleti kavramına da aykırı değildir.
b. itiraz konusu kuralın kişileri taşınmazının bulunduğu yerde
oturmaya zorladığı için Anayasa'nın 23. maddesine aykırı olduğu savı da yerinde
görülmemiştir.
Anayasa'nın 23. maddesiyle kişinin yerleşme ve seyahat
özgürlükleri düzenlenmiş, bu özgürlüklerin hangi amaçlarla kısıtlanacağı
belirtilmiştir. Kadastro Yasası'nın itiraza konu maddesi kişinin yerleşme ve
seyahat özgürlüğünü kısıtlayıcı bir nitelik taşımamaktadır. Kadastro
çalışmalarına başlama işlemleri her türlü iletişim araçlarıyla duyurulmaktadır.
Kanun bir tasfiye kanunudur ve uygulamanın bitmesiyle son bulacağından
geçicidir. ilgili kural ile kadastrosu yapılan yerlerde taşınmazının, kadastro
sırasındaki ve sonraki hukuksal durumuyla ilgilenmeyen kişilerin yasa ile
konulan hak düşürücü süre içinde ilgili merciine başvurmamalarının sonucunu
hükme bağlamaktadır. Bu nedenleanılan kuralın kişileri taşınmazın bulunduğu
yerde ikamet etmeye zorlayan bir hüküm içermediği için, Anayasa'nın 23. maddesine
aykırı bir yönü yoktur.
2. Anayasa'nın 35. Maddesi Yönünden İnceleme:
itiraz yoluna başvuran Mahkeme, Kadastro Yasası'yla kabul edilen
hak düşürücü süre kuralıyla mülkiyet hakkına sınırlama getirildiğini bunun
Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Anayasa'nın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
ve bu hak üzerinde ancak kamu yararı amacıyla yasayla sınırlama yapılabileceği
belirtilmiştir.
İtiraz konusu kural, genel nitelikte, nesnel bir esas getirmekte
olup, mülkiyet hakkını değil, yasalarımızda görülen benzer hükümler gibi dava
hakkını sınırlamaktadır. Kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda yasakoyucunun
kimi hak düşürücü süreler koyabileceği doğaldır. Kadastroya dayanılarak kurulan
sicillere karşı açılacak davaların hak düşürücü bir süreye bağlanması da hukuk
ilke ve kurallarına aykırılık oluşturmaz.
Mülkiyet hakkının sağlıklı temellere oturtulmasını isteyen
yasakoyucu, ayrıca kadastro plânlarının düzenlenmesine büyük önem vererek
bunların gerçekleşmesi yolu ile kamu düzenini kurmaya ve korumaya yönelmiştir.
Uygulama sonunda saptanan durumun, belli süre geçtikten sonra eski olaylara
dayanılarak uyuşmazlık konusu yapılması istenilmemiş ve bunda kamu düzeni
yönünden yarar görülmüştür. Bu kuralla getirilen sınırlama, mülkiyet hakkına
değil, hak arama özgürlüğüne ilişkindir. Mülkiyet kavramını değiştirmeyen,
yapısını daraltmayan, bağını ortadan kaldırmayan, kullanılıp yararlanılmasını
engellemeyen, ancak ona bağlı hakların kullanılma süresini düzenleyen kurallar
doğrudan hakka yönelik değildir, incelenen düzenlemeyle kısıtlanan, mülkiyet
hakkı değil, dava açma hakkı, başvuru hakkıdır.
Anayasa Mahkemesi'nin 8.2.1973günlü, Esas: 1972/52, Karar: 1973/5
sayılı kararında; "Kadastroya dayanılarak düzenlenen plânların ve tapu
sicilleriyle belirlenmiş olan hukuksal durumun kararlılık içinde süregelmesi,
bunların düzenlenmesinden önce hukuksal ve eylemli duruma dayanılarakkullanılacak
dava haklarım, hakkın özüne dokunmayacak bir ölçüyle sınırlandırarak
gerçekleştirebileceğini bildirirken, 766 sayılı Yasa'nın 31. maddesiyle
getirilen dava hakkının on yıllık hak düşürücü süre ile sınırlandırılmış
olmasını kamu düzeni fikrineuygun düştüğü kadar, tanınan sürenin hakkın
kullanılmasına da elverişli bulunması" nedeniyle Anayasa' ya aykırı
görülmemiştir.
Ülkemizde hukuksal değerini yitirmiş tapu kayıtlarının tasfiyesi
için girişilen yasama çalışmaları gözönüne alındığında kamu yararı amacıyla
itiraz konusu kuraldaki on yıllık hak düşümü süresinin gereği ortaya
çıkmaktadır.
Kamu düzenini koruma amacıyla hak arama özgürlüğüne sınırlama
getiren bir yasa kuralında aranan, hakkın tapuya kayıtlı olup olmaması yönünden
farklı sonuçlara ulaşmak, diğer bir anlatımla tapuya kayıtlı haklar için hiç
bir süre tanınmayarak hak düşürücü sürenin yalnız tapuya tescil edilmemiş
haklara ilişkin olduğunu düşünmek kamu düzeniyle bağdaşmayacağı gibi Yasa'nın
genellik ilkesine uygun düşmez.
Yasada öngörülen durumlar ve süreler ile ilgililerin haklarını
kullanmalarında kolaylık sağlayan öbür kurallar birlikte gözönüne alındığında,
dava hakkının on yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olmasını, bu
hükmün kamu düzeni düşüncesine uygun olduğu kadar, tanınan sürenin hakkın
kullanılmasına da elverişli bulunduğu kabul edilmelidir. Bu kurallarla güdülen
amacın devletin hak sahibi olmasına yönelik olduğu da düşünülemez.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın Anayasa'nın 35.
maddesine aykırı bir yönüyoktur.
3. Anayasa'nın 153. maddesi Yönünden İnceleme:
Yerel Mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin 10.2.1970 günlü, Esas: 1969/60,
Karar: 1970/8 sayılı kararıyla iptal edilen, 2613 sayılı Yasa'nın 22/H
maddesine benzer bir kuralı kapsayan itiraz konusu hükmün, Anayasa'nın 153.
maddesinin son fıkrasına aykırı olduğu görüşündedir.
Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında, "Anayasa
Mahkemesi kararları, Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme, yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar" biçiminde
yer almış bulunan hükmün, Anayasa Mahkemesi kararlarının etkinliğini ve bağlama
gücünü ortaya koyarak, ona kesinlikle uyulması gerektiğini belirleme ve bu
yolla Anayasa'nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesini güçlendirme ereği güttüğü
kuşkusuzdur. Gerçekten bu konu, Anayasa'nın 11. maddesinde de vurgulanmış ve
yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağı öngörülmüştür.
3402 sayılı Kadastro Yasası ile yürürlükten kaldırılan 2613 sayılı
Yasa hükümlerine göre, belediye sınırları içerisinde yapılan ve hazine adına
tespit edilen ve tapusuz taşınmalar dışında bir sınırlama söz konusu
olmadığından hak sahipleri her zaman kadastro öncesi hukuksal sebeplere
dayanarak yanlış olduğunu ileri sürerek tespitin düzeltilmesini dava etme
hakkına sahip idi. Bu hak, 766 sayılı Yasa'ya göre, köylerde tapulaması yapılan
yerlerde on yıllık hak düşürücü süre ile son buluyordu. Yasakoyucu, köy ve
şehir ayrımını kaldırmak yoluyla yurdun her yerinde uygulama birliğini sağlamak
amacıyla 3402 sayılı Yasa'yı yürürlüğe koymuştur, itiraz konusu kural, yer,
kişi ve dayanılan belge türüne göre bir ayrım gözetmeksizin yapılmış ve
yapılacak tüm kadastro tespitleri yönünden hak sahibi olduğunu ileri sürenlere
karşı dava açma haklarına bir sınırlama getirmiştir. Bu hükümle on yıllıkhak
düşürücü süre yaygınlaştırılırken geçiş dönemi gözönünde bulundurularak daha
önceki yasalara göre hak düşürücü süreye bağlı olmayan kadastro tespitleri için
aynı Yasa'nın geçici 4. maddesinin üçüncü fıkrası ile bir yıllık ek süre içinde
hak sahiplerinedava açma hakkı tanınmıştır.
Kadastroya dayanılarak oluşan tapu siciline, güveni sağlamak ve
kararlılık içinde süregelmesi için konulan hak düşürücü sürenin tüm
taşınmazlara yaygınlaştırılması, uyumluluk, eşitlik ve süreklilik getirecek bir
kural olduğundan iptal edilen hükmün aynen yasalaştırıldığı söylenemez.
Bir yasa kuralının Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasına aykırılığından
söz edilebilmesi için içerik ve kapsamın benzerliği yanında, son çıkarılan
yasanın aynı düşünce doğrultusunda Anayasa Mahkemesi kararma karşı, onu etkisiz
kılma amacıyla çıkarıldığının saptanması gerekir.
Şimdiki ve yukarıdaki bölümlerde yapılan açıklamalar,
yasakoyucunun iptal edilen kuralı aynen yasalaştırdığı savını dayanaksız
bırakmakta olduğundan Anayasa'nın 153. maddesine aykırılığı söz konusu
değildir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz yoluna başvuran mahkemenin, 3402
sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa'ya
aykırılığını ileri sürerek iptaline karar verilmesi istemi reddedilmelidir.
Güven DİNÇER ve Servet TÜZÜN bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin
üçüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Güven
DİNÇER ile Servet TÜZÜN'ün "Adı geçen Yasa'nın 12. maddesinin üçüncü
fıkrasındaki '... on yıl geçtikten sonra ...' ibatesinin yalnız tapulu taşınmaz
yönünden iptali gerektiği..." yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
8.10.1991 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
Oğuz AKDOGANLI
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın AGARGÜN
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı: 1991/9
Karar Sayısı: 1991/36
Anayasa Hükümlerinin konulması, yorumu ve uygulanması doğal olarak
Ülkenin geçmiş siyasa) ve hukuksal yaşamının etkisi altındadır.
Ülkemizin "ceza adaleti" ile "mülkiyetin
güvenliği" konularındaki geçmişi, yasal, idari ve yargısal hatalarla
doludur. Her iki konuda Ülkemizde hukuk ve adalet geleneğinin temelleri çok geç
atılmıştır. Bu yüzden de ceza ve mülkiyet konularında yapılacak Anayasa
denetimleri özel bir ilgiye muhtaçtır.
Gayrimenkul mülkiyeti ile ilgili siciller ve bunlara dayanın
haklar devletin siyaneti altındadır. Bu hakları, yasalarla Anayasa çerçevesinde
öngörülen sınırlamalar dışında sınırlandırmak ve kaldırmak hukuk devleti ile
bağdaştırılamaz.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, uzun savaşların yıpratıcı mirası,
göçler, nüfus mübadeleleri, ülke kaynaklarına hızla sahip olma gereği ve
yetersiz yönetim gibi sebeplerle gayrimenkul mülkiyeti ile ilgili siciller çoğu
kez ihmal edilmiş veya uygulamada geçersiz kalmışlardır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında olayların getirdiği bu gerçekler veya uygulamalar doğru bulunmasa
bile anlaşılabilir niteliktedir.
Cumhuriyet döneminde, Cumhuriyet yönetimi kendi hukuk düzenini
kurduktan sonra çıkarılan yasalara göre tutulan tapu sicillerinin ve bunları
yansıtan tapuların geçerliği ve dokunulmazlığı hiçbir kayıt ve şarta tabi
tutulamaz.
iptal davarına konu olan olayda, ilgili dava konusu taşınmaza
24.3.1964 gününde 45 sayılı tapu ile sahip olmuştur.
Devlet tarafından tesis edilen ve tutulan tapu sicillerine uygun
olarak 1964 yılında yasal yollarla alınan tapu, 1987 yılında çıkarılan bir
yasanın verdiği yeni idari düzenlemelerle hükümsüz kılınamaz.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti
olması ve 35. maddesinde ise, herkesin mülkiyet hakkına sahip olabileceği ve bu
hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği öngörülmüştür.
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrası ile getirilen 10
yıllık hak düşürücü süre Anayasa'nın hukuk devletini benimseyen 2. maddesine ve
mülkiyeti güvence altına alan 35. maddesine aykırıdır ve iptali gerekir.
Yukarıda yazılı nedenlerle karara karşıyız.
Başkanvekili
Güven
DİNÇER
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|