ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1990/27
Karar Sayısı: 1991/2
Karar Günü: 17.1.1991
R.G. Tarih-Sayı :19.08.1991-20965
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay 10. Hukuk Dairesi.
İTİRAZIN KONUSU: 17.7.1964 gün ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Yasası'nın "Sağlık yardımlarının süresi" başlıklı 34. maddesinin
üçüncü fıkrasındaki "... 18 aya kadar ..." sözcüklerinin, Anayasa'nın
10., 17. ve 56. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü, 3.3.1987 tarihli
dilekçesiyle İş Mahkemesine başvurarak davalıdan, yanında çalıştırdığı işçinin
hastalığı nedeniyle Kurum'ca yapılan tedavi yardımının geri ödenmesini
istemiştir.
Davaya bakan Mahkeme, bu isteği yerinde bularak 18 ayı aşan süre
için ödenen tedavi yardımının davalıdan alınmasına karar vermiş, davalı da bu
kararı temyiz etmiştir.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, yaptığı inceleme sırasında, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Yasası'nın 34. maddesinin üçüncü fıkrasındaki "... 18
aya kadar ..." sözcüklerinin Anayasası'nın 10., 17. ve 56. maddelerine
aykırı olduğu görüşüyle iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenilen Yasa Kuralı:
17.7.1964 günlü, 506 sayılı "Sosyal Sigortalar
Kanunu"nun "Sağlık Yardımlarının süresi" başlıklı, itiraz konusu
sözcükleri içeren üçüncü fıkrasıyla birlikte 34. maddesi aynen şöyledir:
"Madde 34.- Hastalık hallerinde yapılacak sağlık yardımları
sigortalının iyileşmesine kadar sürer.
Ancak, bu yardımlar sigortalının Kurumca tedavi altına alındığı tarihten
başlayarak altı ayı geçemez.
Şu kadar ki, tedaviye devam edilirse malûllük halinin
önlenebileceği veya önemli oranda azaltılabileceği, Kurum sağlık tesisleri
sağlık kurulu raporları ile anlaşılırsa bu süre 18 aya kadar uzatılır."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları
İtiraz gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır:
1. "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasİ
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
2. "Madde 17.- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin,
vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneyleretâbi
tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye tâbi tutulamaz.
Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile
meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir
tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklama veya isyanın
bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği
emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği
zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü
dışındadır."
3. "Madde 56.- Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak,
işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için
kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesiİçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Necdet
DARICIOĞLU; Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Servet TÜZÜN, Mustafa
ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU
ve Güven DİNÇER'in katılmalarıyla 19.7.1990 gününde yapılanilk inceleme
toplantısında, dosyada bir eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülen yasa kuralı, itiraza dayanak yapılan Anayasa
kuralları, bunlarla ilgili gerekçeler ve öbür yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- 506 SAYILI SOSYAL SİGORTALAR YASASI'NIN 34. MADDESİNİN ANLAM VE
KAPSAMI:
506 sayılı Yasa'nın 34. maddesi, iş kazaları ile meslek
hastalıkları sigortası kapsamı dışında kalan hastalıklarda yapılacak sağlık
yardımının süresini düzenlemektedir.
Buna göre, Yasa'nın 34. maddesinin ilk fıkrasının öngördüğü
hastalık yardımı, genel olarak sigortalının iyileşmesine kadar sürecek biçimde
düzenlenmiş, daha sonraki fıkralarında ise çeşitli süre sınırlamaları
getirilmiştir. Hastalık yardımı altı ay sürecek bu süre içinde sigortalı iyi
olursa yardım kesilecektir. Üçüncü fıkrasında, hastalığın geçmemesi durumunda
koşullu birsüreye yer verildiği görülmektedir. Sigortalı altı ay sonunda
iyileşmezse;
1. Tedaviye devam edildiği takdirde malûllük durumunun,
önlenebileceği ya da önemli oranda azaltılabileceği,
2. Bu durumun, Kurum sağlık tesislerinin vereceği sağlık kurulu
raporları ile tesbit edilmesinde süre 18 aya kadar uzatılabilecektir. Sözü
edilen bu süre, hastalık yardımından-faydalanmanın üst sınırını göstermektedir.
Eğer belirtilen koşullar yoksa 18 aya kadar tedavinin sürmesi olanağı
bulunmayacaktır. Yeni bir hastalığa yakalanma durumunda bu sürelerin yeni
baştan işleyeceği, başka bir deyişle, bu sürelerin aynı hastalıkla sınırlı olacağı
doğaldır. Sigortalı, 18 aylık sürenin sonunda da iyileşmediği takdirde Yasa'nın
53. maddesindeki koşulların varlığında "malûl" sayılacaktır.
B- YASA KURALININ ANAYASA'YA AYKIRILIĞI SORUNU:
1. Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme
İtiraz yoluna başvuran Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, "Sosyal
Güvenlik Kuruluşlarından plan TC. Emekli Sandığı Yasası ile BAĞ-KUR Yasası'nın
iştirakçilerinin hastalık yardımlarını düzenleyen hükümlerinde, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Yasası'nın 34. maddesinde belirtilen süre kayıtlarına benzer
bir sınırlamanın olmadığı, bu sebeple de benzer sosyal güvenlik kuruluşlarının
iştirakçi ve sigortalıları arasında eşitsizlikyarattığı" gerekçesiyle söz
konusu hükmün iptalini istemiştir.
Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan yasa önünde eşitlik, herkesin,
her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez. Yasaların
uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasİ düşünce, felsefİ inanç, din,
mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılması Anayasa
katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin aynı durumunda olanlara
ayrı kurallar uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasınıengellemektedir.
Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı
tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki
özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik
uygulamaları gereklikılabilir. Özelliklere, ayrılıklara dayandığı için haklı
olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı değil, geçerli kılar. Aynı durumda
olanlar için ayrı düzenleme aykırılık oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı
eşitlik, eylemli değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik
çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve durumları özdeş
olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.
Durumlarındaki değişikliğin doğurduğu zorunluluklar kamu yararı ya da başka
haklı nedenlere dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesi durumunda
Anayasa'nın eşitlik ilkesinin çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik kararlarında, böylece vurgulandığı
üzere eşitliği bozduğu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmakta veya
kamu yararı amacıyla yürürlüğe korutmuş ise bu kuralın eşitlik ilkesini
zedelediğinden söz edilemez.
Sosyal Sigortalar Yasası'nın 34. maddesindeki süreyle ilgili
itiraz konusu sınırlamanın bir zorunluluktan doğduğu söylenemez. Bir zorunluluk
olsaydı Devletin diğer sosyal güvenlik kuruluşları ilgilileri için de aynı
düzenlemeleri getirmesi gerekirdi. Genelde Devletin mali gücünden kaynaklanan
bir zorunluluktan söz edilebilirse de Devlet, sosyal güvenliği sağlama ödevini
yerine getirirken alacağı önlemlerde gücünü, temel haklar yönünden kişiler
arasında farklılıklar yaratmayacak biçimde kullanmak durumundadır. Çünkü, bu
düzenlemeler kapsamındakikimselerin "yaşama hakkı" bakımından
birbirlerine bir üstünlük sağlamaması gerekir.
Hukuksal yönden farklılıklar, ancak, yaşama hakkı dışındaki diğer
özellikler yönünden farklı bir uygulamayı haklı kılabilir.
Bu nedenle maddedeki sınırlama Anayasa'nın 10. maddesine
aykırıdır. 2. Anayasa'nın 17. ve 56. Maddeleri Yönünden inceleme:
Anayasa'nın 17. maddesinin ilk tümcesi "Herkes, yaşama, maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir..."
biçimindedir.
Kişinin yaşama hakkı, maddi ve manevi varlığını koruma hakkı,
birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez, vazgeçilmez temel
haklardandır. Bu haklara karşı olan her türlü engelin ortadan kaldırılması da
devlete ödev olarak verilmiştir. Güçsüzleri güçlüler karşısında koruyacak olan
devlet, gerçek eşitliği sağlayacak, toplumsal dengeyi koruyacak, böylece gerçek
hukuk devleti niteliğine ulaşacaktır. Hukuk devletinin amaç edindiği yaşama
hakkının korunması, sosyal güvenliğin sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Sosyal
güvenliği sağlayacak olan kuruluşların yasal düzenlemeleri "yaşama hakkı
ile maddi ve manevi varlığı koruma haklarını" zedeleyecek veya ortadan
kaldıracak hükümler içermemesi gerekir.
Bu konuda düzenlenen uluslararası kurallar da aynı amaca yönelik
hükümler taşımaktadır. 16.6.1989 günlü, 3581 sayılı Yasa'yla onaylanan Avrupa
Sosyal Güvenlik Sözleşmesi'nin 13. maddesi de hastalık durumunda gerekli olan
tüm bakımların sağlanmasını öngörmektedir.
506 sayılı Yasa'nın 34. maddesinde öngörülen "... 18 aya
kadar ..." sınırlaması, sağlık yardımı sonunda henüz iyileşmemiş ve
tedavisi sürmekte olan kişinin gerek yaşama hakkının gerekse maddi ve manevi
varlığını koruma hakkının özünü zedeler bir nitelik taşıdığından Ana-yasa'nın
17. maddesine ay ki n görülmüştür.
Anayasa'nın 56. maddesinin 3., 4. ve 5. fıkraları yine devlete,
kişilerin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmelerini sağlamak için
sağlık kuruluşlarının hizmetlerini, düzenleme, denetleme ve organize -etme gibi
görevler yüklemiştir. Anlaşılmaktadır ki, devlet, kişilerin yaşamlarını
sağlıklı biçimde sürdürmeyi sağlamak amacını çeşitli sosyal güvenlik
kuruluşları ile gerçekleştirecektir. Devlet için bir görev, kişiler için de bir
hak olan bu amaç gerçekleştirilirken bu hakkı sınırlayıcı, bu haktan
yararlanmayı zayıflatıcı düzenlemeler Anayasa'nın 56. maddesine de aykırıdır.
3. Anayasa'nın 60. ve 65. Maddeleri Yönünden inceleme:
insanların yarınlarından emin olma düşüncesi sosyal güvenlik
kuruluşlarına olan gereksinimi doğurmuştur. Çağdaş hukuk sistemleri
"sosyal güvenlik" deyimini "sosyal risk" olarak belirtilen
kimi tehlikelere karşı kişileri güvenceye almak görevini taşıyan kuruluşlar olarak
tanımlamaktadır. Ayrıca, kişilerin "ekonomik güvencelerini" sağlayan
önlemler olarak da düşünülebilir.
Sosyal güvenlik, uluslararası hukuk belgelerinde ve çağdaş
Anaya-yasalarda temel bir hak niteliğinde görülerek "ekonomik ve sosyal
haklar" bölümünde düzenlenmiştir. Toplumun tüm bireylerim kapsamına alma
çabalarının bir sonucu olarak sosyal güvenlik, temel bir insanlık hakkı
görünümü kazanmıştır.
Uluslararası kurallar açısından da incelendiği zaman sosyal
güvenlik hakkının temel bir insanlık hakkı olduğu görülmektedir. Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 de kabul edilen İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi'nin 22. maddesi "Her kişinin toplumun üyesi olarak
sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu" ilkesini koyduktan sonra, bu hakkın
gelişiminin ulusal ve uluslararası işbirliği ile sağlanabileceğini
vurgulamıştır.
İtiraz konusu 34. maddenin "... 18 aya kadar ..." olan
sözcükleri, temel olarak Anayasa'da yerini almış "sosyal güvenlik
hakkını" bir süre sonra kullanılmaz duruma getirmekte, sosyal güvenlik
hakkının öğelerinden biri olan sağlık yardımı bu sürenin sonunda etkisiz
kalmaktadır.
Anayasa'nın 65. maddesi, devletin sosyal ve ekonomikalanda
belirtilen görevlerini yerine getirirken:
a) Ekonomik istikrarın korunması,
b) Mali kaynakların yeterliliği ölçütlerini gözönünde tutması
gerektiğini belirtmektedir. Sosyal güvenlik kuruluşlarından Sosyal Sigortalar
Kurumu, işçiye sağladığı sosyal güvenceleri işçi ve işverenden kesilen
primlerle karşılamaktadır. Öte yandan kurum, görevini engelleyecek bir durumla
karşı karşıya kalırsa 4792 sayılı Yasa'nın 19. maddesinin 9. bendi gereğince
genel bütçeden yardım alabilecektir. Bu konuda, devletin yükümlülüğünden ve
kurumun güçlü bir mali yapıya sahip olmasından sorumlu tutulacağı söylenebilir.
Bu sorumluluğunu da yerine getirirken yukarıda belirtilen ölçütlere uygun
davranması zorunludur.
Anayasa'nın 65. maddesindeki bu sınırlama ile 506 sayılı Yasa'nın
34. maddesindeki itiraz konusu "... 18 aya kadar ..." deyimi arasında
bir ilişki kurulamaz. Anayasa'nın 60. maddesi kişilere "sosyal güvenlik
hakkını" vermekle birlikte ikinci fıkrasında bunun için alınacak
tedbirleri devlete görev olarak verirken 65. madde ile de bu göreve bazı
sınırlamalar getirmiştir. Ancak, 60. maddede belirtilen bu sosyal hak, yine Anayasa'nın
17. maddesinde düzenlenen "... yaşama, maddi ve manevi ve varlığını koruma
... hakkı" ile çok sıkı bağlantı içindedir. Dolayısıyla devlet ekonomik ve
sosyal alandaki görevlerini yerine getirirken uygulayacağı sınırlamalarda
"yaşama hakkını" ortadan kaldıran düzenlemeler yapamayacaktır. Bu
nedenle Anayasa'nın 65. maddesindeki sınırlamaları, 506 sayılı Yasa'nın 34.
maddesindeki itiraz konusu "...18 aya kadar..." sözcüklerine uygulama
olanağı yoktur.
İtiraz konusu "... 18 aya kadar ..." sözcükleri Anayasa'nın
60. maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
Mustafa ŞAHİN bu görüşlere katılmamıştır.
VI- SONUÇ:
17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 34.
maddesinin üçüncü fıkrasındaki "... 18 aya kadar ..." sözcüklerinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Mustafa ŞAHİN'in karşıoyu ve
oyçokluğuyla,
17.1.1991 gününde karar verildi.
Başkan
Necdet
DARICIOĞLU
|
Başkanvekili
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
Güven DİNÇER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 34. maddesi:
"Hastalık hallerinde yapılacak sağlık yardımları sigortalının iyileşmesine
kadar sürer.
Ancak, bu yardımlar sigortalının kurumca tedavi altına alındığı
tarihten, başlayarak altı ayı geçemez.
Şu kadar ki, tedaviye devam edilirse, malullük halinin
önlenebileceği veya önemli oranda azaltılabileceği kurumun sağlık tesisleri,
sağlık kurulu raporları ile anlaşılırsa, bu süre 18 aya kadar
uzatılabilir..." hükmünü içermektedir.
Bir uyuşmazlık dolayısıyla sözü edilen maddeyi uygulayan yerel
mahkemenin kararını temyizen inceleyen Yargıtay'ın ilgili dairesi, Yasanın
"tedaviyi 18 aylık süre ile sınırlı tutan" hükmünü Anayasa'nın 17. ve
56. maddelerine aykırı görerek iptal dileğinde bulunmuş ve gerekçesini de,
devlete vatandaşsağlığını koruma görevini yükleyen Anayasa'nın 17. maddesinin
"Sosyal Haklar ve Ödevler" bölümünde yer almadığı için "devletin
mali kaynaklarının yeterliliği" ölçüsünü koyan 65. maddenin kapsamı
dışında kalacağı yorumuna dayandırmıştır.
Hiç kuşkusuz, Anayasa'ya uygunluk denetimi yapılırken Anayasa'nın bir
hükmüne dayanılabileceği gibi, Anayasa'nın bir kaç kuralına veya genel
ilkelerine ve hatta tümüne egemen olan ilkelerine de, başka bir deyimle
Anayasa'nın sözüne olduğu gibi özüne de dayanılabilir. Bu nedenle, her hükmü
kendi kapsam ve ereği içinde ele almak ve gerçekçi bir sonuca varabilmek için
de konuyu genel olarak düzenleyen hükümleriyle, bütün ayrıntılarına kadar
belirleyen hükümlerinin birlikte söz konusu olması halinde, genel hüküm-özel
hüküm kuralım gözden uzak tutmamak gerekir.
Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı" başlığını taşıyan 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir..." diyen hükmü, gerçekten temel haklar ve ödevlere ilişkin bir
doğa kuralının Anayasal düzenlemesidir. Bu tür negatif statü haklarının
kullanılmasında devletin rolü, gölge etmeden ve karışmadan sadece gözetici ve
koruyucu olmaktır. Esasen, bütün devletlerin ilk görevi, kişilerin can ve mal
varlıklarını, özellikle başka kişiler yüzünden doğacak her türlü tehlikeden
korumaktır. Devletler bu ödevlerini hukuken ceza veya tazminat gibi
yaptırımlarla yerine getirirler.
Halbuki, sağlık, öğrenim ve eğitim, çalışma, sosyal güvenlik ve
benzeri pozitif statü hakları ya da Anayasa'nın deyimi ile "sosyal ve
ekonomik haklar ve ödevler" vatandaşa, devletten olumlu bir davranış, bir
hizmet ve yardım isteme ve dilekte bulunma hakkı tanır. Zaten, Anayasa, devlete
bunları gerçekleştirmek bakımından aktif bir görev de vermiştir. İşin özüne bakılırsa,
hukukça korunması gerekli en büyük değerin insan yaşamı, insan sağlığı olduğu
tartışmasızdır. Anayasa'nın 10., 17. ve 60. maddelerindeki kuralların
dayanağını oluşturan temel felsefenin esası da budur.Anayasa'nın bu ilkeleri ve
sosyal hukuk devleti niteliği, devletin yoksul ve dar gelirlilere, ya harçsız
ve primsiz olarak, sağlık hizmeti sunması, ya da primli sistemde, bu
yurttaşların primlerini karşılamasına ilişkin sorumluluğu, Anayasa'nın 65.
maddesi uyarınca "mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsü" ile sınırlı
tutulmuştur. Demek ki, sosyal ve ekonomik hakların Anayasa'da yer almış olması,
kişilere yargı yolu ile devleti zorlama hakkının nedeni olamaz. Devletin bu
konudaki sorumluluğunu, ekonomik istikrarın korunmasını da gözeterek "mali
kaynakların yeterliliğine" bağlamıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumu Anayasa'nın 60. maddesinin tüm yurttaşlar
yararına devlete yüklediği "toplumsal güvenlik hakkını" sağlama
ödevini, yurttaşlardan bir bölümü (işçi topluluğu) bakımından yerine
getirmektedir. Meslek hastalığı, iş kazası gibi yapılan işle illiyet bağlı
bulunmayan bu gibi bünyesel hastalıkların masrafını işverene yüklemek ele doğru
olamaz. Çünkü işverenin iradesi dışında ortaya çıkan bir zarardan sorumlu
tutulmasını hukuk sistemimiz de kabul etmez.
İptali istenilen Yasa kuralı, 1451 sayılı Yasayla onaylanmış ve 15
Ekim 1974 günlü Resmi Gazete'de yayımlanmış bulunan "Sosyal Güvenliğin
Asgari Normları Sözleşmesi"nin 10. ve 12. maddelerinde öngörülen normlarla
uyumlu olarak düzenlenmiştir. Anayasa'ya aykırı bir yönü yoktur. Bu nedenle
itirazın reddi gerekirken aksi yönde kararı oluşturan çoğunluğun görüşüne
katılmadım.
Üye
Mustafa ŞAHİN