ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1990/35
Karar Sayısı: 1991/13
Karar Günü: 6.6.1991
R.G. Tarih-Sayı :27.10.1994-22094
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Erzincan Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
360. maddesine, 3.12.1988 günlü, 3505 sayılı Yasa'nın 9. maddesiyle eklenen
ikinci fıkranın Anayasa'nın 2., 5. ve 10. mad delerine aykırılığı savıyla
iptali istemidir.
I- OLAY
Sanığın, alıcılara, iki kez üstüste perakende satış fişi
vermeyerek 213 sayılı Yasa'ya aykırı davranışta bulunmaktan eylemine uyan aynı
yasanın 358/1. maddesi yoluyla 360. maddesi uyarınca cezalandırılması için
açılan kamu davasında mahkemece bu maddenin ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olduğu görüşü ve iptal istemiyle doğrudan Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A. İptali İstenilen Yasa Kuralı
4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Yasası'nın 360. maddesine,
3.12.1988 günlü, 3505 sayılı Yasa'nın 9. maddesiyle eklenen ikinci fıkra
şöyledir :
"Kaçakçılığa teşebbüs nedeniyle hükmolunan hapis cezasının
paraya çevrilmesine hükmolunması halinde, para cezası tutarının hesabında;
hapis cezasının her bir günü için sanayi sektörü için belirlenen, yürürlükteki
asgari ücretin bir aylık tutarının yarısı esas alınır."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları
İptal gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır :
1. "MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2. "MADDE 5.- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk
Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti
ve Demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik veya sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
3. "MADDE 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Servet TÜZÜN, Mustafa
ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU
ve Güven DİNÇER'in katılmalarıyla 6.12.1990 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında; "Dosyadaki eksiklik giderildiğinden işin esasının
incelenmesine"oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, iptali
istenilen yasa kuralı ile dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve
öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A. VERGİ SUÇ VE CEZALARI HAKKINDA GENEL AÇIKLAMA
Kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi vergi yükümlülüğünün
zamanında ve eksiksiz ödenmesi ile gerçekleşir. Vergi yasaları gereklerinin
zamanında ve kurallarına uygun yerine getirilmesi ve böylece yasaların
etkinliğini sağlamak içinde vergi suç ve cezalarına yer verilmiştir.
Vergi suç ve cezalarına ilişkin kurallar esas olarak 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu'nda düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, vergi ödevinin gerekleri
yanında ceza hukukunun ilkeleride gözönünde bulundurulmuştur. Yasa'nın 344-376.
maddelerinde vergi suç ve cezalarına yer verilmiştir. Bu maddelerde öngörülen
suç ve cezalarda yasallık ilkesi belirgin biçimde kendini gösterir.
Vergi Usul Yasası'nın 344. maddesinin 7-9. bentlerinde sayılan
kaçakçılık, ağır kusur, kusur ve usulsüzlük eylemleri ile bu eylemler için
Yasa'nın 344, 345, 349, 351-354. maddelerinde öngörülen yaptırımlar vergi
dairesi tarafından saptanır ve uygulanır. Bu eylemlerin yaptırımıolan para ve
işyeri kapatma cezaları vergi idaresi tarafından uygulanan idarî nitelikte
cezalardır.
Vergi Usul Yasası'nın 358-363. maddelerinde yer alan kaçakçılık,
kaçakçılığa teşebbüs eylemleri ile bilgi vermekten çekinme, vergi
mahremiyetinin ihlali, yükümlünün özel işlerini görme eylemleri ise ceza hukuku
anlamında suç oluştururlar. Bu eylemlerin saptanması ve yasada öngörülen
yaptırımların uygulanması ceza mahkemesinin görev alanına girer. Ceza yaptırımı
öngörülen bu tür eylemler için ceza mahkemesiningörevli olması kişiler yönünden
bir güvence oluşturur.
Nitekim Vergi Usul Yasası bu eylemler ve bunlar için öngörülen
yaptırımları "ceza mahkemelerince yargılanacak suçlar ve cezalar"
başlığı altında düzenlemiştir.
B. İTİRAZ KONUSU KURALIN ANLAM VE KAPSAMI
647 sayılı "Cezaların İnfazı Hakkında Kanun"un değişik
4. maddesinde "Kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar, suçlunun
kişiliğine sair hallerine ve suçu işlenmesindeki özelliklerine göre mahkemece;
1. Kabahatlerde beher gün karşılığı üçbin ila beşbin lira hafif,
cürümlerde beşbin ila onbin lira hesabıyla ağır para cezasına
çevrilebilir." denilmektedir.
Oysa itiraz konusu Vergi Usul Kanunu'nun 360. maddesinin ikinci
fıkrasında Kaçakçılığa teşebbüs nedeniyle hükmolunan hapis cezasının paraya
çevrilmesine karar verilmesi durumunda, para cezası tutarının hesabında; hapis
cezasının her bir günü için sanayi sektörü için belirlenen, yürürlükteki asgarî
ücretin bir aylık tutarının yarısının esas alınması öngörülmüştür. Fıkraya
ilişkin gerekçede, getirilen düzenleme ile vergide verim, adalet ve vergi
güvenlik ve denetimine ilişkin kurum ve kurallarda göze çarpan eksiklikler
giderilerek bunların sonucu olarak de vergi kayıp ve kaçağının önlenmesinde
daha çok etkili olunması hedeflenmekte olduğundan, yükümlülerin vergi ile
ilgili ödevlerinin zamanında eksiksiz olarak yerine getirilmesinin amaçlandığından
söz edilmektedir.
Yasakoyucunun, vergi suçları nedeniyle hapis cezası ile
cezalandırılan kişilerin bu cezalarının para cezasına çevrilmesi durumunda her
bir gün hapis cezası karşılığı, sanayi sektörü için belirlenen yürürlükteki
asgarî ücretin bir aylık tutarının yarısını esas alması ile para değerindeki
değişikliklerin ceza hukukumuza yansıtılarak suç ve ceza arasında bulunması
gereken duyarlı dengenin bozulmamasını amaçladığı kuşkusuzdur.
Özgürlüğü bağlayıcı cezadan çevrilen para cezasının ödenmemesi durumunda,
bu para cezasının yeniden özgürlüğü bağlayıcı cezaya dönüştürülme biçimi bu
aşamada Mahkemece uygulanacak kural niteliğinde bulunmadığından itirazın
kapsamında görülmeyerek ayrıca irdelenmemiştir.
C. İPTALİ İSTENEN YASA KURALININ ANAYASA'YA AYKIRILIĞI SORUNU
1- ANAYASA'NIN 2. MADDESİ YÖNÜNDEN İNCELEME
Ceza verme hakkının esasını, adaletle sınırlandırılmış toplumsal
yarar düşüncesi oluşturur. Bunun doğal sonucu olarak da, bir düzenlemeye
giderken yasakoyucu kamu yararını en az kişi yararı kadar düşünmek
durumundadır. Kamu yararının takdiri ise Yasama Organının yetkisindedir. Ne var
ki yasakoyucu kamu yararı düşüncesiyle eylemlere dilediği miktarda cezasaptayamayacağı
gibi, kişinin temel hak ve özgürlüklerini demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olarak sınırlayamaz. Yasakoyucunun ceza saptamadaki
yetkisinin sınırını "hukuk devleti ilkesi" oluşturur.
İtiraz konusu kural, Türk Ceza Yasası ile diğer yasalarda
benzerleri görülen ve kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaların paraya
çevrilmesinin genel kuralını koymuş bulunan 647 sayılı Yasa'nın 4. maddesinden
farklı düzenlemeler getirmiştir. Kural, enflasyon nedeniyle paranın değer
yitirmesi ve bununsonucunda para cezalarının etkinliğinin azalmaması ve kamu
yararını gerçekleştirmek amacıyla konulmuştur. Bu amaca ulaşmak için değişik
ölçütlerin seçimi Yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. Böyle bir uygulamanın
yerinde olup olmadığı tartışılabilirse de, yasama organının anayasal sınırları
içinde kalan bu takdir yetkisinin hukuk devleti ilkesine ters düşen bir yanı
bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir hukuk
devleti olduğu açıkça belirtilmiştir. Hukuk devleti olmak, yönetilenlere hukuk
güvencesini sağlar. Bu güvence, yasama, yargı ve yürütme organlarının tüm işlemlerinin
hukuk kuralları içinde kalması ile gerçekleşebilir.
Hukuk devletinin ögeleri arasında, yasaların kamu yararına
dayanması ve eşitlik ilkesi vardır.
Cezaların, suçların ağırlık derecelerine göre önleme ve
iyileştirme amaçları da gözönünde tutularak adaletli bir ölçü içinde konulması,
ceza hukukunun temel ilkelerindendir.
Sosyal düzen ve toplum yararı amacı ile genel kurala ayrık
kurallar konulması zorunluluğu ortaya çıkmış ve yasakoyucu yetkisini
kullanmıştır.
Hukuk devleti ilkesi yönünden itiraz konusu kuralın Anayasa'ya
aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
2- ANAYASA'NIN 5. MADDESİ YÖNÜNDEN İNCELEME
Anayasa'nın 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevleri
belirlenirken, devlete kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmak, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli koşulları
hazırlamaya çalışmak görevi verilmiştir.
Madde gerekçesinde: "...Devlet aynı zamanda milletin huzurunu
sağlamak ve fertlerini mutlu kılmak görevi ile de yükümlüdür. Devlet ferdin
hayat mücadelesini kolaylaştıracak, ferdin insan haysiyetine uygun bir ortam
içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Ferdin temel hak ve özgürlüklerden
olduğu gibi yararlanmasını engelleyen sebepleri ortan kaldırmak, sosyal
devletin görevidir." denilmektedir.
Devlet, vatandaşlarına insanca yaşama koşulları sağlamak için
gerekli önlemleri alacaktır. Devlet, kişi hak ve özgürlüklerinden herkesin
yararlanabilmesini sağlamak ödevini yüklenmiştir. Kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak, devletin temel amaç ve görevidir.
Belirlenen nedenle itiraz konusu yasa kuralı Anayasa'nın 5.
maddesine aykırı değildir.
3- ANAYASA'NIN 10. MADDESİ YÖNÜNDEN İNCELEME
Kanun önünde eşitlik ilkesi, Anayasa'nın 10. maddesinde şöyle
belirtilmektedir: "Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir."
Anayasa'nın, bu hükmü ile aynı hukuksal durumda olan kişilerin
aynı kurallara bağlı tutulacağını, değişik hukuksal durumda olanların ise
değişik kurallara bağlı tutulmasının bir aykırılık oluşturmayacağı kabul
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında vurgulandığı gibi yasa
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe
yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin
aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve
toplumların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı bir nedene
dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar
için değişik kuralları ve değişik uygulamaları gerekli kılabilir. Özelliklere,
ayrılıklara dayandığı için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı değil,
geçerli kılar. Aynı durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık oluşturur.
Anayasa'nın amaçladığı eşitlik, eylemli değil hukuksal eşitliktir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa'nın öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel
nitelikleri ve durumları özdeş alanlar arasında, yasalara konulankurallarla
değişik uygulamalar yapılamaz. Durumlardaki değişikliğin doğurduğu
zorunluluklar, kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla
farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasa'nın eşitlik ilkesinin
çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
Kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaların para cezasına
çevrilmesi, çağdaş ceza hukukunun getirdiği insancıl bir anlayıştır. Bu kuralın
uygulanma koşul, sınır ve kapsamı, 647 sayılı Yasa'nın 4. maddesi ile Türk Ceza
Yasası'nın değişik 119. maddesinde belirlenmiştir.
Gerek Türk Ceza Yasası'nda gerekse ceza kurallarını içeren diğer
yasalarda özgürlüğü bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilebilme olanağını
ortadan kaldıran veya daha güç koşullara bağlayan ayrık kurallara da yer
verildiği görülmektedir.
Zaman içinde toplumsal gereksinmeleri karşılamak kişi ve toplum
yararının zorunlu kıldığı düzenlemeleri yapmak, toplumdaki değişikliklere koşut
olarak bu suretle alınan önlemleri güçlendiren, geliştiren, etkilerini daha çok
artıran ya da tam tersine bunlarıhafifleten ya da büsbütün ortadan kaldıran
işlemlerde bulunmak yetkisi, yasakoyucu için kaçınılmaz bir görevdir.
Kaçakçılığa teşebbüs nedeniyle tayin olunan hapis cezasının paraya
çevrilmesine hükmolunması halinde uygulanacak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
360. maddesinin ikinci fıkrası ile kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar
yerine uygulanabilecek ceza ve tedbirleri belirleyen cezaların infazı hakkında
647 sayılı Kanun'un 4. maddesinde suçların nitelik, kapsam ve cezalandırmadaki
amaç gözetilerek farklı kurallar konulmuştur.
Bu yönden yasakoyucunun para cezasının ağırlaştırılmış biçimiyle
kişide yaratacağı korkutuculuk ve caydırıcılıktan toplum adına yararlanmayı
düşünerek, özgürlüğü bağlayıcı cezanın, para cezasına çevrilmesinde ayrı kural
kabul etmesinin eşitlik ilkesine aykırı bir yönü yoktur.
4- ANAYASA'NIN 38. MADDESİ YÖNÜNDEN İNCELEME
Anayasa Mahkemesi, yasaların Anayasa'ya aykırılığı konusunda
ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir.
Taleple bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa'ya aykırılık kararı
verebilir. Bu nedenle, konu ile yakın ilişkisi gözetilerek Anayasa'nın 38.
maddesi yönünden ayrıca inceleme yapılmıştır.
Anayasa'nın 38. maddesinde suç ve cezaların yasallığı ilkesi
benimsenmiştir.
Yasakoyucunun ceza alanında yasama yetkisini kullanırken
Anayasa'nın temel ilkelerine ve ceza hukukunun ana kurallarına bağlı kalmak
koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayılırsa
hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımıyla karşılanmaları gerektiği, hangi durum
ve davranışların ağırlaştırıcı ya da hafifletici öge olarak kabul edileceği konularında
takdir yetkisi vardır.
İptali istenen Yasa kuralı uyarınca kaçakçılığa teşebbüs nedeniyle
hükmolunan hapis cezasının paraya çevrilmesine hükmolunması durumunda, para
cezasının tutarının hesabında hapis cezasının her bir günü için sanayi sektörü
için belirlenen yürürlükteki asgari ücretin bir aylık tutarının yarısı esas
alınacağından kişiye suç işlediği zaman o suç için öngörülen ceza suç gününden
önce belirgindir. Bu düzenlemede cezaların yasallığı ilkesine ve Anayasa'nın
38. maddesine aykırı bir yön görülmemiştir.
VI- SONUÇ :
4.1.1961 günlü, 213 sayılı "Vergi Usul Kanunu"nun 360.
maddesine, 3.12.1988 günlü, 3505 sayılı Yasa'nın 9. maddesiyle eklenen ikinci
fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Yekta Güngör ÖZDEN,
Servet TÜZÜN, Yavuz NAZAROĞLU ile Güven DİNÇER'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
6.6.1991 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
Güven DİNÇER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Vergi Usul Yasası'nın 360. maddesinin, itiraz yolu izlenerek
iptali istenen, ikinci fıkrasında "...yürürlükteki asgarî ücretin bir
aylık tutarının ..." yarısının para cezasının hesabında esas alınacağı
öngörülmüştür. 647 sayılı Yasa'ya ve Türk Ceza Yasası'na göre özel nitelikli
bir kural durumundaki fıkranın yukarıya ayraç içerisine alınan bölümü, Asgarî
Ücret Tespit Komisyonu'nca belirlenecek tutara yollama yapmaktadır. 1475 sayılı
İş Yasası'nın 33. maddesi uyarınca yürürlüğe konulan asgarî ücret, yasama organının
öngördüğüyöntemle saptansa da doğrudan yasama organının belirlediği bir ölçü
değildir. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" başlıklı 38.
maddesinin üçüncü fıkrasında, ceza ve ceza yerine geçecek güvenlik önlemlerinin
ancak yasayla konulacağı açıklığı, hiçbir tartışmaya olanak bırakmayacak
biçimde yer almıştır.
İncelenen fıkra, para cezasının tutarının hesabına ilişkin bir
kural olduğundan, daha açık bir anlatımla, para cezasından söz ettiğinden,
sorun doğrudan bir cezanın belirlenmesidir. Böyle bir yaptırım ancak yasayla
konulabilir. Bir yasanın, herhangi bir yöntemi getirmesi, önermesi, bir başka
yönteme yollama yapması cezanın-yaptırımın doğrudan yasa ile getirilmesi
zorunluluğuna uyulduğunu göstermez. Anayasa'nın yasayla düzenlenmesini öngördüğü
konuların, yasa adı altında gerçekleştirilmesi bir biçim değil, öz sorunudur.
Yasa, konuyu kendisi düzenleyip çözmeli, kendisi öngörüp belirlemelidir.
Yasa'da o konudan sözedilmesi yeterli değildir. İtiraz konusu kural, yasama
organı yerine Asgarî Ücret Tespit Komisyonu'nu geçirmiştir. Bu Komisyonun
değişken kararları, her yıl artması gerekli görülen ceza tutarı için bir yöntem
olarak benimsenecekse, yasakoyucu bu düzeni-yöntemi kendisi yapmalıydı. Cezayı
bir başka kurula, onun istencine bırakmak, Anayasa'nın 38. maddesine aykırı
olduğu gibi yasama yetkisinin devredilemeyeceğini bildiren 7. maddesine de
aykırıdır. Yasakoyucu, yasakoyma, yasa ile ceza belirleme yetkisini başka bir
organın (yürütme gücünün egemenliğinde) eline bırakamaz.
Yasama yetkisi, özenle, duyarlıkla ve hiçbir ödün verilmeden
kullanılacak özgün bir yetkidir. Başka bir güce ya da organa geçici de olsa, az
da olsa asla devredilemez, devir niteliğinde bırakılamaz. Kimi KHK'lerde olduğu
gibi itiraz konusu kuralda da yasama yetkisinin devri sayılacakbir nitelik
vardır.
Anayasa'nın bağlayıcılığını, öncelik ve üstünlüğünü, Anayasa'ya
uygunluk denetimi yoluyla sağlayarak hukuk devletini gerçekleştirmekle yükümlü
Anayasa Mahkemesi, yasama organını Anayasa sınırları içinde tutmak görevini yasama
yetkisi konusunda özel bir özenle yerine getirmelidir. Bu anlayışıma uymayan
karara katılmadım.
Karşıoyu özetle bu nedenlerle kullandığımı açıklıyor, öbür
karşıoylardaki gerekçelere katıldığımı da ayrıca belirtiyorum. 6.6.1991
Başkan
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
KARŞIOY
YAZISI
Hapis cezasının para cezasına çevrilmesinde, sanayi sektörü için
belirlenen asgari ücretin bir aylık tutarının yarısının esas alınarak cezanın
hareketli ve değişken bir hale getirilmesi Anayasa'nın cezaların kanuniliği
ilkesini benimseyen 38. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırıdır.
Suç ve cezaların kanuniliği konusundaki evrensel hukuk ilkesi,
Anayasa'nın 38. maddesi üçüncü fıkrasında; "Ceza ve ceza yerine geçen
güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur." ifadesiyle Anayasa kuralı
haline gelmiştir. Bu Anayasa kuralı Türk Ceza Kanunu'nun 1. maddesinde;
"Kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez.
Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz.",
2. maddesinde; "İşlendiği zamanın kanununa göre çözüm veya kabahat
sayılmayan fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendikten sonra yapılan
kanuna göre cürüm veya kabahat sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse
cezalandırılamaz. Eğer böyle bir ceza hüküm olunmuşsa icrası ve kanuni neticeleri
kendiliğinden kalkar. Bir cürüm veya kabahatin işlendiği zamanın kanunu ile
sonradan neşir olunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde
olan kanun tatbik ve infaz olunur." ifadesiyle yasalaşmış ve altmış yılı
aşan bir süre zarfında uygulana gelmiştir. Türk Ceza Kanunu'nun bu hükümleri
adeta Anayasa'nın ilgili hükümleri ile bütünleşmiş ve bir anlamda onun yorumunu
getirmiştir.
Anayasa'ya aykırılığı Erzincan Asliye Ceza Mahkemesi tarafından
itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi önüne getirilen Vergi Usul Kanunu'nun 360.
maddesine 3505 sayılı Kanun'la eklenen ikinci fıkra, hürriyeti bağlayıcı
cezanın paraya çevrilmesi halinde verilen para cezalarını her yıl sanayi
sektörü için belirlenen asgari ücretin aylık tutarına göre hesaplanan bir sisteme
bağlamıştır. Getirilen yeni düzenleme, uygulamada çeşitli teknik zorlukları
beraberinde getireceği gibi Anayasa ile getirilen ve Ceza Kanunu ile yorumlanan
cezaların kanuniliği ilkesine ters düşmektedir.
İtiraz konusu kuralın uygulanması sonucunda değişik yıllarda
işlenen fiillere aynı gün aynı ceza hükmünün uygulanması sonucunda verilen
hapis cezaları değişik şekilde para cezasına çevrilecektir.
Anayasamızın 38. maddesinin üçüncü fıkrası, ceza yerine geçen
güvenlik tedbirlerini de ceza gibi mütalaa etmiş ve bunları da cezaların
kanuniliği ilkesinden yararlandırmıştır. Öyleyse, yasakoyucu Ceza Kanunu'na ve
cezaların infazı veya başka bir kanuna göre hapis cezasının para cezasına
çevrilmesinde de Ceza Hukuku'nun Anayasal ilkelerine uymak zorundadır. Bu belirsizlikaçık
olarak Anayasa'nın 38. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Vergi Usul Kanunu'nun 360. maddesinin dava konusu ikinci fıkrası,
infaz hukuku yönünden özel bir hüküm getirmektedir. Hapis cezalarının para
cezasına çevrilmesinde genel infaz sistemi dışında ayrı bir ölçü konulabilmesi
için, ortada haklı ve açıklanabilir neden olmalıdır.
İdari vergi cezaları çoğu kez kasd unsuru aranmayan biçimsel ve
kanuni ölçülere dayanan idarî yaptırımlardır. Temelde bu yaptırımlara dayanan
ve ayrıca kendi özel unsurlarının eklenmesiyle oluşan vergi suç ve cezaları
ise, ekonomik olaylara ve onların kendi özel oluşum ortamına tabidirler.
Olayımızda dava konusu edilen vergi cezalarının diğer ceza
kurallarından farklarının olmamasına rağmen ekonomik ve biçimsel bazı kurallara
uymama sonucunda ortaya çıkmaları nedeniyle diğer adî suçlara göre daha kolay
bir biçimde paraya çevrilebilmelidirler. Dava konusu düzenleme ile tam tersine
temel kural bir tarafa bırakılarak belirsiz bir sistem içinde temel kuralın
üzerinde para cezası alınmaktadır.
Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesi mutlak manada ele
alınamaz. Ancak, aynı konularda yapılan değişik düzenlemenin nedenleri kolay,
belirli ve haklı bir biçimde açıklanabilir olmalıdır.
Dava konusu farklı düzenlemenin açıklanabilir ve haklı bir yönü
yoktur.
Yukarıda açıklanan nedenlerle suç ayırmaksızın bütün suçlulara
uygulanan bir infaz kuralının biçimsel bir vergi suçu nedeniyle verilen
cezalarda uygulanmaması Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine
aykırıdır.
Dava konusu kuralın iptali gerektiği kanısıyla karara karşıyız.
Başkanvekili
Güven
DİNÇER
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|