ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayı: 1990/30
Karar Sayısı: 1990/31
Karar Günü: 29.11.1990
R.G. Tarih-Sayı :02.07.1992-21272
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 29.5. 1990
günlü, Esas: 1990/523 sayılı kararıyla, 743 sayılı "Türk Kanunu
Medenisi"nin "Karının meslek veya sanatı" başlıklı 159.
maddesinin Anayasa'nın 10., 59. ve 50. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline
karar verilmesi istemidir.
I- OLAY:
Davacı vekili, gerek dava dilekçesinde, gerekse 14.4.1990 günlü
dilekçesinde; bayan müvekkilinin evli bulunduğunu, halk türküleri sanatçısı
olarak çalıştığını, kocasının kendisini âdeta pazarlayıp sömürmekte olduğunu,
bunu önlemek için açtığı boşanma davasının devam ettiğini, boşanma davası
açınca daha önce izin vermiş olan, çalışmasına bir şey demeyen davalı kocanın
sırf ızrar kasdıyla çalışma izni vermediğini, eski izni geri aldığını, bu
nedenle Medeni Kanun'un 159. maddesi gereğince dava açıp mahkemeden izin
istediğini bildirmiş ve ayrıca, karının, kocasının açık veya dolaylı izni ile
bir iş veyasanatla uğraşabileceğini ve kocanın izinden kaçınması durumunda ...
iznin hâkim tarafından verilebileceğini hükme bağlayan Medeni Kanun'un 159.
maddesinin Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğunu, çünkü bu madde ile erkeğe
ayrıcalık tanındığını, cinsiyetidolayısıyla kadının kocaya köle yapıldığını
ileri sürmüştür. Mahkeme, bu savların ciddi olduğu kanısına vararak Medeni Kanunun
159. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III-YASA METİNLERİ:
A. İPTALİ İSTENEN YASA KURALI:
4 Nisan 1926 günü yayımlanıp 4 Ekim 1926 gününde yürürlüğe giren
17.2-1926 günlü, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 159. maddesi şöyledir:
c) Karının meslek veya sanatı
"Madde 159. - Karı koca mallarını idare için hangi usulü
kabul etmiş olursa olsun karı, kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi ile bir
iş veya sanatla iştigal edebilir.
Kocanın izinden imtinaı halinde karı, kendisinin bir iş veya bir
sanat ile iştigal etmesi birliğin veya bütün ailenin menfaati icabı olduğunu
ispat ederse, bu izin, hâkim tarafından verilebilir.
Koca, karısının bir iş veya sanat ile iştigalden men ettiği
takdirde keyfiyet kâtibiâdil marifetiyle ilân edilmedikçe, hüsnüniyet sahibi
üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez."
B. DAYANILAN ANAYASA KURALLARI:
1- "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasİ
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.*
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
2- "Madde 49.- Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği
önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.
Devlet, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını
kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır."
3- "Madde 50.- Kimse, yaşma, cinsiyetine ve gücüne uymayan
işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar
çalışma şartlan bakımından özel olarak korunurlar.
Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.
Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve
şartları kanunla düzenlenir."
IV-İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 8. maddesi uyarınca, Yekta Güngör
ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN, Oğuz
AKDOĞANLI, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU ve Güven
DİNÇER'in katılmalarıyla 11.9.1990 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında
dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar
verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, itiraz
konusu yasa kuralıyla dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve
öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Eşitlik İlkesinin Medeni Yasalarda Aile Hukukuna Uygulanmasının
Karşılaştırmalı Hukuk Yönünden İncelenmesi:
İsviçre'de l Ocak 1912'de yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından alınarak 4 Ekim 1926'da yürürlüğe konulan Medeni Yasa, erkek ve
kadın eşitliği konusunda çağının diğer medeni yasalarından, örneğin Alman ve
Fransız Medeni yasalarından daha ileri hükümler getirmişti. Nitekim 1804
tarihli Fransız Medeni Kanununun 203. maddesi eşler arasındaki hukuksal eşitlik
yerine, Roma hukukunun Patria Potestas'ına yani koca egemenliğine dayalı aile
anlayışını benimsemiş ve karının kocasının sözünü dinlemekle yükümlü olduğu
kuralını koymuştur. Bunun sonucu olarak, evleninceye kadar her türlü hukuki
işlemi yapmaya ehil olan kadın, evlendikten sonra bu işlemler için kocasının
iznini almak zorunda bırakılmıştır.
Alman Medeni Yasası, karıyı kocanın egemenliği altına sokmamış ve
ancak kocaya evin yönetiminde tek başına karar verme ve karının üçüncü
kişilerle yaptığı sözleşmeleri birliğin yararına görmezse feshetme yetkilerini
tanımıştır. (BGB, S. 1354, 1358). İsviçre Medeni Yasası 1912 yılında yürürlüğe
girdiği zaman, aile hukukunda kadının yerini dönemin diğer iki büyük yasasından
farklı ve daha ilerici bir anlayışla düzenlemiştir. Bu yıllarda batıda kadın
hakları tartışılmaya başlanmış vebir anlayış kadın erkek eşitliğinin
ayrıcalıksız olarak uygulanması yanlısı olurken; diğer bir tutucu anlayış
erkeğin üstün haklarını savunmuştur. İsviçre yasakoyucusu ise ortalama bir yol
izlemiştir. Nitekim İsviçre Medeni Yasası 11. maddesinin ikinci fıkrasında
(Türk Medeni Yasası, madde 8, fıkra 2), medeni haklardan yararlanmada cinsler
arasında eşitlik ilkesini getirirken, yasa dairesinde yararlanma sınırlamasını
da koymuştur. Aile hukuku düzenlemesine de yansıtılan bu eşitlik ilkesinin
istisnaları evlilik birliğinde karı ve kocanın karşılıklı hak ve borçlarında da
bazı ayrımlar getirdi. Bu nedenle, 1912'lerde ilerici bir niteliği olmasına
karşın, Medeni Yasa'nın evli kadın ve erkek arasında hakların ve yetkilerin
paylaşımında tam bir eşitlik sağladığısöylenemez. Zira, evli kadın evlilik
birliğinin daha sağlıklı olacağı gerekçesiyle bazı hallerde kocanın egemenliği
altına konulmuştur. Gerçi, evli kadının kocayla eş-değerde vasiyet düzenleme,
borçlandırıcı sözleşmeler yapma, dava açma haklarıyla, birliğinmutluluğunu ve
çocukların yetiştirilmesini sağlama, eşine sadık olma gibi borçları vardır
(İMK. md. 159/11,III; TMK. md. 151/11, III).Fakat yasakoyucu kocayı aile reisi
saydığından İMK. md. 160; TMK. md. 152) ona evin seçimi hakkım tanımış; (İMK.
md. 160/ II; TMK. md. 152/ II);karının kocanın aile ismini alması (İMK. md.
161; TMK. md. 153) yükümlülüğünü getirmiş; kocanın eşinin ve çocuklarının
iaşesini sağlama borcu olduğundan (İMK. md. 160/II, TMK. md. 152 / II)ailenin
ortak mutluluğu için karıyı gücü yettiği kadar kocanın muavin ve müşaviri
saymış ve evin bakımından kadını sorumlu tutmuştur (İMK. md. 163/11, TMK. md.
153/11). Bundan başka, evin sürekli gereksinimleri için koca gibi karıya da
tanınan temsil yetkisi kötüye kullanılır ya da gereği gibikullanılamazsa,
kocaya bu yetkiyi kısma veya tamamen geri alma yetkisi verilmiş (İMK. md. 164;
TMK. md. 156) ve kocanın izni olmadan kadının bu yetkiyi aşamayacağı
belirtilmiştir (İMK. md. 166; TMK. md. 158).
Mal rejimlerinde de kocaya kimi ayrıcalıklı haklar tanınmıştır.
Örneğin, mal ayrılığında karının, mallarının yönetimini kocaya bırakması
durumunda evliliğin devamınca hesap sormaktan vazgeçtiğinin ve mallarının bütün
gelirlerini ev masraflarına karşı kocasına bıraktığının varsayılması TMK. md.
186/11),mal birliği rejiminde birlik mallarının yönetiminin öncelikle kocaya
ait olması (TMK. md. 196/ I), karısının şahsi mallarından yararlanma hakkı
bulunması (TMK. md. 197), karının bir mirası kocasının izniyle reddedebilmesi
(TMK. md. 200), mal ortaklığındada buna benzer hükümlerin yer alması (MK: md.
212. 214, 214/2),'yine karının şahsi mallarına veya mal ortaklığı rejimi
kapsamındaki mallara ilişkin karı koca arasındaki hukuki tasarruflarla, koca
yararına karı tarafından üçüncü kişilere karşı üstlenilen borçların sulh hukuk
yargıcının onanıma bağlı tutulması, kadını koruma gerekçesiyle de olsa,
hukuksal konumunun kocasına göre farklı kurallara bağlandığını göstermektedir
(MK. md. 169). Velayet hakkının kullanımında ana babanın uyuşamaması üzerine
babanın oyunun üstünlük taşıması da koca lehine, kadın aleyhine yaratılmış bir
eşitsizliktir (MK. md. 263).
Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Medeni Yasa, kocanın aile
başkanı olduğunu kabul ederek karı ve kocanın aile hukukundan kaynaklanan hak
ve borçlarını bu eksen üzerine oturtmuş; sonuçta kocaya, karınınkinden farklı
ve üstün haklar tanımıştır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kadının sosyal ve ekonomik hayatta
kazandığı yer, kadın erkek eşitliğinin yeni boyutlarda yorumunu gündeme
getirdi. Batının büyük medeni yasaları koca egemenliğine dayalı aile modelini
yeniden gözden geçirerek tüm eşitsizlikleri kaldırdı ve eşlerin hukuksal
eşitliği üzerine kurulan yeni bir aile yapısı kurdu. Örneğin Fransız Medeni
Yasası 13 Temmuz 1965 günlü yasayla değiştirildi ve karınınkocasının izni
gerekmeden mesleğini kullanabilmesi kuralı getirildi (CCFR. md. 223). Eşlerin
her birinin evliliğin yükümlülüklerini paylaşma ve geri kalan kazancı üzerinde
serbestçe tasarruf edebilme yetkisi tanındı (md. 224). Eşlerin her birine
çocuklarının eğitilmesi, yetiştirilmesi ve evin gereksinimlerini karşılayacak
sözleşmeleri yapma yetkisi verildi ve doğan borçlardan eşlerin ortak
sorumluluğu kabul edildi (md. 220).
Fransız Medeni Yasası'nda yasal mal rejimi mal ortaklığıydı. Bu
rejimde koca, karısının malları üzerinde mutlak tasarruf yetkisine sahipti.
Karının tasarruf ehliyeti kaldırılmıştı (CCFR. md. 1400 vd.). 13 Temmuz 1965'de
getirilen değişiklikle eşlerin evlendikten sonra herbirinin veya ortak olarak
meslekleriyle kazandıkları ekonomik değerler veya eşlerin kişisel mallarından
elde ettikleri sermaye ve gelirler kazanç ortaklığını oluşturdu. Ancak, eşlerin
bu tür gelir ve kazançlarının tamamını ortaklığa mutlaka koyma zorunluluğu da
yoktur. Zira evin gereksinimleri için eşlerin yapacakları masraflar dışındaki
tasarruflarım diledikleri gibi sarf yetkileri vardır.
Alman Anayasası'nın 3. maddesinin ikinci fıkrası: "Kadın ve
erkek eşittir" kuralını koymakta, 117. maddesi de yasalardaki kadın erkek
eşitliğine aykırı hükümlerin düzeltilmesini emretmektedir. Ancak, bu düzeltme
çalışmaları için 3 Mart 1953'e kadar verilen sürede yasa koyucu gerekli yasal
çalışmaları başaramadı. Alman Anayasa Mahkemesi 1954 yılında, "temel
haklarla ilgili hükümlerin derhal uygulanması gerektiğine ve bu hakların
uygulamasız bırakılmasının mümkün olamayacağına" karar verdi
(Bundesgesetzblatt, 1954, s. 10).
Sonuçta 1.7.1957 günlü, kadın, erkek eşitliğini düzenleyen yasa
yürürlüğe girdi (Gleichberechtiounnsgesetz). Bu yasa özellikle Alman Medeni
Yasası'nın aile hukukundaki kadın erkek eşitliğine aykırı hükümlerini kaldırdı.
Koca egemenliğine dayalı aile yerine eşlerin ortak sorumluluğunu ilke kabul
eden aile modelini getirdi. (§ 1354). Kocanın karısının çalışmasını engelleme
hakkı veren §. 1357'yi değiştirdi ve ev işleriylebağdaştığı ölçüde kadına
çalışma özgürlüğü getirdi. Çocuğun velayetini ana babanın anlaşarak yürütmeleri
kuralını koydu (§. 1627). Mal rejimlerinde de kocanın ayrıcalıkları
kaldırılarak kazanç ortaklığını yasal mal rejimi olarak kabul etti (§. 1363).
Bu rejimde eşlerin evliliğe getirdikleri ve evlilik süresince kazandıkları
ekonomik değerler bir bütün oluşturmayıp, her birinin mülkiyetinde kalmakta,
(§. 1363); eşler bu mal varlığından serbestçe yararlanabilmektedir (§. 1364).
Ancak bir eş diğerinin rızası olmadan mal varlığının bütünü üzerinde taahhüt
veya tasarruf işlemleri yapamaz (§. 1365, 1369). Eşler, çalışmaları ve mal
varlıklarıyla aileye düzenli olarak bakmakla yükümlüdürler (§. 1360). Yasa,
aile hukukunun eşler arasındaki eşitsizlik yaratan diğer öbür hükümlerini
eşitlik kuralının gereklerine göre düzeltmiştir.
Türk Medeni Yasası'ndaki koca egemenliğine dayalı aile modeli
günümüzde de yürürlüktedir. Ancak, 1984 yılında Adalet Bakanlığı'nca hazırlanan
ve yayımlanmış olan Türk Medeni Kanunu Öntasarısı eşler arasında eşitliği
sağlayan çağdaş çözüm önerileri getirmektedir. Eşler aile gereksinimlerinin
karşılanmasında güçleri oranında katkıda bulunurlar, md. 149; eşler
oturacakları evi birlikte seçerler, md. 148; eşlerden her biri ortak yaşamın
devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil
ederler, md. 151; evlilik birliğinin temsil yetkisinin kullanıldığı hallerde
eşler üçüncü kişilere karşı müteselsilen borçlu olurlar, md. 152; eşlerden her
biri meslek ve sanat seçiminde ve bunların icrasında diğer eşin ve evlilik
birliğinin menfaatlarını gözönünde tutarlar, md. 155.
Mal rejimlerinde de eşitlik kuralına uygun düzenlemeler yapılmış,
mal ayrılığı rejiminde karının mal varlığının yönetimini kocaya bırakmak
suretiyle hesap sormaktan vazgeçtiği varsayımı kaldırılarak her bir eşin kendi
malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanmak ve tasarruf haklarının olduğu kuralı
getirilmiştir (ön tasarı, md. 177). Eğer bir eş, mallarının yönetimini diğer eşe
bırakırsa, aksi kararlaştırılmadıkça, vekâlet hükümlerinin uygulanacağı kabul
edilmiştir (ön tasarı, md. 175).
Özetlenen karşılaştırmalı hukuk düzenlemelerinden çıkan sonuca
göre, çağdaş yasalar aile hukukunda yaptıkları reformlarla karı kocanın yeni
hukuksal konumlarını kadın erkek eşitliği ilkesine dayandırmakta ve eski, koca
egemenliğine göre getirilmiş çözümleri kaldırmaktadır. Adalet Bakanlığı'nca
hazırlanan Ön Tasarı'nın kadın erkek eşitliğini aile hukukuna yansıtan yeni
hükümleri henüz yasalaşmamıştır. Anayasa Mahkemesi'nin Medeni Yasanın aile
hukukunda eşler arasında eşitsizlik yaratan ve kocaya üstünlük kazandıran tüm
hükümlerini kendiliğinden inceleme ve anayasaya uygunluk denetimi yaparak
aykırı bulduklarını iptal etme yetkisi yoktur. Zira, Anayasa Mahkemesi, ancak
iptal davası yada mahkemelerden itiraz yoluyla gelen yasaları veya bunların
belirli hükümlerinin anayasaya aykırılığı savlarını inceleyebilir. İncelenen
olayda İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesi, Medeni Yasa'nın 159. maddesinin
Anayasa'nın 10, 49 ve 50. maddelerine aykırı olduğu savıyla başvurduğundan bu
maddenin anayasaya uygunluk denetimi yapılmaktadır. Aile hukukundaki tüm
eşitsizliklerin kaldırılarak eşlerin hukuksal konumlarının Anayasa'daki tam
eşitlik kuralına oturtulması yasakoyucunun takdirine düşen bir görevdir.
B. Medeni Yasanın 159. Maddesinin Anayasanın 10., 49., ve 50.
Maddelerine Aykırılık Savlarının Anayasa ve Uluslarüstü Sözleşmeler Yönünden
İncelenmesi:
a) Anayasa'nın 10. Maddesine Aykırılık Yönünden İnceleme:
1- İtiraz eden mahkeme, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru kararında:
"Anayasanın 10. maddesi (Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet ... ayrımı
gözetmeksizin kanun önünde eşittir) demektedir. Olayımızda da görüleceği üzere
davacı kadın olduğu için eşitlik ilkesi onun aleyhine bozulmuş, kocaya erkek
olduğu için üstünlük tanınmış kadının çalışması MK. 159. maddesi gereğince
kocanın iznine bağlanmıştır. Bu durum Anayasanın yukarıda belirtilen 10.
maddesindeki eşitlik ilkesine uymamaktadır" demektedir.
Anayasa'nın 10. maddesindeki "Herkes ... cinsiyet ... ayrımı
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" hükmü bir program madde; yani teorik
ve ideal bir düşünceyi yönlendiren bir madde değildir. Gerçi bu madde, Alman
Anayasası'nın ikinci maddesinin ikinci fıkrasındaki: "Kadın ve erkek
eşittir" tümcesi kadar açıklık taşımamaktadır. Bununla birlikte, 1961
Anayasası'nın 12- maddesinde düzenlenmiş olan eşitlik kuralı, Anayasa
Mahkemesi'nce çeşitli iptal davalarında veya itiraz başvurularında
içtihatlarını konusu olmuş ve bu kural 1982 Anayasası'nın 10. maddesinde de yer
almıştır. Anayasa Mahkemesi incelemelerinde de kavramı geliştirmeye devam
etmiştir. Böylece eşitlik kavramı, soyuttan somuta indirgenmiş ve bir yasa
hükmünün eşitlik kuralına aykırılığı savının çözümünde sık başvurulan bir norm
niteliğini almıştır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi10.3.1964 günlü Resmi Gazete'de
yayımlanmış olan 25.10.1963 günlü Esas: 1963/ 148 Karar: 1963/256 sayılı
kararında: "Cinsiyet yasa önünde eşitliği engelleyen bir neden
değildir" açıklamasıyla, kadın erkek eşitliğini belirgin duruma
getirmiştir.
Kadın erkek eşitliği, kadının erkekle eşit konuma getirilmesi
olarak yorumlanmalıdır. Bunun aksi, yani erkeğin, daha kısıtlı haklan olan
kadınla eşit duruma getirilmesi eşitlik kuralını olumsuz yönde yorumlama ve
uygulama anlamına gelir. Oysa, kadın-erkek eşitliğininamacı, her iki cinsin
benzer ancak eşit olmayan yönlerinin olumlu doğrultuda hukuksal olarak eşit
duruma getirilmesidir. Kuşkusuz, benzemeyen yönleri için yapılan farklı
hukuksal düzenlemeler -örneğin kadına doğum izni verilmesi gibi- bu eşitliği
etkilemez. Zira kadın ve erkeğin benzemeyen yönlerine ilişkin hukuk
kurallarının amacı, eşitliği sağlamak değil; her iki cinsin farklı
özelliklerine hukuksal alanda çözüm getirmektir.
Kadınla erkeğin eşitliği, iki cins arasındaki eşitsizliği yaratan
değer yargılarının değiştirilmesini gerektirir. Çağlar boyu toplumların büyük
kesiminde erkeğin kadına üstünlüğü yerleşik bir değer yargısı durumuna
getirilmiş ve bu yargının temelinde, kadının âciz, erkek tarafından korunmaya
muhtaç bir varlık (inbeccillitas sexus) olduğu varsayımı yer almıştır. Örneğin,
onbirinci yüzyılda Çin felsefesi, kadının en aşağı bir mahlûk olduğunu,
birlikte yaşadığı kişiler tarafından acı çektirilmesinin doğal bulunduğunu
savunuyordu. Ortaçağ Avrupa'sında da kadının eziyet edilmeye kendisini
alıştırması öğretiliyor; erkeğin karısını dövmesi kilise hukukunda haklı
bulunuyordu. Kocasını tehdit eden, hırsızlık yapan, rahibe karşı çıkan kadın
öldürülüyordu. Semavi dinlerin kadının özgürlüğünde ve haklarını kullanmada
olumlu katkıları olmuşsa da, uygulamada kadın ve erkek eşitsizliği
giderilememiştir. Kamu hukuku alanında kadın aleyhine olan eşitsizlikler daha
çabuk giderilerek kadınlar erkekle eş kamusal haklan elde etmişlerdir. Özel
hukuk alanında ise, kadın erkek eşitsizliği özellikle aile ve mirashukukunda
etkisini sürdürmüştür. Örneğin, 1804 tarihli Fransız Medeni Yasası'nın yapımını
başlatan Napoleon Bonapart: "La nature a fait de nos femmes nos esclaves =
Doğa, kadınlarımızdan kölelerimizi yaptı" diyebilmiştir. Bu düşünce biçimi
Fransız MedeniYasası'nda evli kadını, kocasının vesayetine konulmuş, tasarruf
yetkileri önlenerek çocuklaştırılmış, malları kocanın tasarrufuna terkedilmiş,
çalışma hakkı kocanın izin ve takdirine bırakılmış bir eş olması sonucunu
getirmiştir.
1912 tarihli İsviçre Medeni Yasası, kadın erkek eşitliğine olumlu
yaklaşan, çağının ilerici bir yasası sayılıyordu. Ancak, özellikle aile hukuku
kitabında koca egemenliğine üstünlük tanıyan aile modelini seçti. Bu yüzden
evli kadının aile hukukundan kaynaklanan kimi haklarına kısıtlamalar getirdi.
Türk Medeni Yasası 1926 yılında İsviçre Medeni Yasasından alındığı
(iktibas edildiği) zaman, şeriat hükümlerine göre düzenlenmiş olan aile
hukukundaki kadın erkek eşitsizliği kimi yönleriyle terkedilmiş oldu. Örneğin,
kocanın karisini dövme hakkı, dört kadına kadar evlenebilmesi, velayet hakkına
tek başına sahip olması, dilediği zaman eşini boşayabilmesi gibi ayrıcalıklara
yalnız koca sahipti. Medeni Yasa, Türk aile hukukuna tek evlilik (monogami)
kuralını getirdi ve eski hukuktaki erkeğetanınan öbür üstünlükleri kaldırdı.
Türk Medeni Yasası bu yönüyle ilericiydi. Ancak, İsviçre'de evli kadının
statüsüne getirilen ve kocanın hukuksal konumuna göre iki cins arasındaki
eşitliği bozan bazı kısıtlamalar, Medeni Yasa'nın kabulü ile Türk aile hukukuna
da aynen getirilmiş oldu. Bu gün bu kısıtlamalar yönünden Medeni Yasa'nın karı
kocanın hukuksal konumlarını düzenleyen kimi hükümleri, kadın erkek eşitliği
kuralına ters düşmekte ve çağdışı sayılmaktadır.
Medeni Yasa'nın 159. maddesi de bugün modern aile hukukunun
dayanağı sayılan "eşlerin eşit haklara sahip olmaları" ilkesi ve
Anayasa'nın 10. maddesindeki kadın erkek eşitliği kuralıyla bağdaşmamaktadır.
Zira, birinci fıkra: "Karı ve koca mallarını İdare için hangi usulü kabul
etmiş olursa olsun, kan,kocanın sarahaten veya zımnen müsaadesi ile bir iş veya
sanat ile uğraşabilir" demek suretiyle, kocaya, karısının işini görmesi
veya mesleğiyle uğraşı için izin verme üstünlüğünü tanımıştır. Gerçi Medeni
Yasa' da mal ayrılığı yasal rejim olduğu için (MK.md. 170) kocanın
yasaklamasına rağmen mesleğine veya işine başlayan karının üçüncü kişilerle
yaptığı sözleşmeler ve hukuki tasarruflar geçerlidir. Ancak, karının bu yasağa
karşı gelişi, yargıç tarafından haklı bulunmadıkça (MK. md. 159/11) şiddetli
geçimsizliğe neden olduğu takdirde boşanma davasında kusurlu olduğuna ilişkin
aleyhine fiili bir karine yaratmış olur (MK. md. 134). Eşler mal birliği veya
mal ortaklığı rejimlerinden birini seçmişse karının meslek veya işini
sürdürmesine izin vermeyen kocanın,yasaklamasını noter aracılığıyla üçüncü
kişilere duyurması gerekir. Böyle davranmışsa, kadın üçüncü kişiyle yaptığı
hukuki işlemlerinden doğan borçlarından birliğe giren tüm mallarıyla değil;
yalnız mahfuz mallarının değeri oranında sorumlu olur. Koca ilânvermese de kötü
niyetli üçüncü kişilere karşı da sonuç aynıdır (MK. md. 204/11, 217/11).
Anayasaya uygunluk denetimi bakımından önemli olan, karının
mesleğini yürütebilmesi ve işini sürdürebilmesi için kocanın iznine muhtaç
olmasıdır. Koca izin vermezse karının yine de çalışabilmesi; ancak bu
davranışının bir boşanma nedeni sayılabilmesi ve mal rejimlerinin türüne göre
üçüncü kişilere karşı karının mali sorumluluklarının değişik olması anayasal
denetimin dışında bir sorundur. Kocanın, eşinin mesleğini veyaişini yürütmesi
için izin vermesi veya uygun görmezse izin vermemesi kadının kişilik haklarını
ihlâl ettiği gibi Anayasa'nın 10. maddesindeki yerini bulan kadın erkek
eşitliği ilkesine de aykırılık oluşturur.
2- aa) 10 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nca
kabul ve ilân olunan; 27.5.1949 günlü, 7217 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmış
bulunan (DüsturIII,C. 30, S. 1020) İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi'nin
Başlangıç kısmında: "Birleşmiş Milletler halklarının andlaşmada,
insanların temel haklarına, insan kişiliğine, onur ve değerine olan inançlarını
belirtmiş oldukları" açıklanmakta, 1. maddede "Herkes, ırk, renk,
cinsiyet, ... ayrımı gözetilmeksizin bildirideki tüm haklardan ve özgürlüklerden
yararlanabileceğini bildirmekte; yine 7. maddede "Herkes yasa önünde
eşittir" denildikten sonra, 16. maddenin birinci fıkrasında "Evlenme
çağına gelen her erkek ve kadın ırk, uyrukluk ve din bakımından hiçbir
kısıtlamaya uğramaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına sahiptir. Erkek ve
kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit
haklara sahiptir" hükmü getirilmektedir. Anayasa'nın Başlangıcında Türkiye
Cumhuriyetinin "Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip, şerefli bir
üyesi" ve 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin "...insan haklarına
saygılı ... bir hukuk Devleti" olduğu; 12. maddesinde herkesin
"kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahip olduğu", 10. maddesinde, "cinsiyet ayrımı yapılmaksızın
herkesin kanun önünde eşit bulunduğu" vurgulanarak İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi' nin "Başlangıç"ına, 1. ve 7. maddelerine yollama
yapılmakla Bildirge hükümleriyle Anayasa ve iç hukuk ilkelerinin uyumlu olması
gereği belirtilmiş olmaktadır.
bb) Öbür yandan Roma'da 4 Kasım 1950'de T. C. Hükümeti'nin de
katıldığı taraf devletlerce imzalanmış olan "insan Haklarının ve Ana
Hürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi" 3 Eylül 1953'de
yürürlüğe girmiştir. T. C. Hükümeti 20 Mart 1952'de Paris'te "İnsan
Haklarının ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesine Ek Protokolü" da
imzalamıştır. Belirtilen Sözleşme ve Protokol 10.3.1954 günlü 6366 sayılı
"İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve buna ek
Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun"la onanmıştır. Bu Sözleşmenin
"Başlangıç" kısmında: "Aşağıda imzası bulunan Avrupa Konseyi
üyesi hükümetler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 de
ilân edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ni bu bildirinin metninde açıklanan
hakların her yerde ve etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamayı hedef
aldığını; Avrupa Konseyinin amacının, üyeleri arasında daha sıkı bir birlik
kurmak olduğunu ve insan haklarıyla temel özgürlüklerin korunması ve
geliştirilmesinin bu amaca ulaşma yollarından birini oluşturduğunu; 14.
maddesinde desözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmada cinsiyet,
ırk, renk, dil, din, siyasal ya da başka görüşler, ulusal veya sosyal köken,
... veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayrım gözetilmeden
sağlanacağını" bildirmektedir. Bu suretle,Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına Dair Avrupa sözleşmesini
kabul ederek 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi'ndeki temel
özgürlükleri ve insan haklarını iç hukukunda uygulayacağını bir kere daha
açıklamış olmaktadır. Esasen, incelenmekte olan, kadın-erkek eşitliği ve
herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hak ve
özgürlüklere sahip olduklarına ilişkin ilkeler, her iki sözleşmede yer alan
düzenlemelere benzer biçimde, Anayasa'nın10. ve 12. maddelerinde bulunmaktadır.
cc) Evli kadınla erkeğin eşit haklara sahip oldukları, İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'ye (Ek) 7 nolu protokolün
5. maddesinde de ifadesini bulmuştur: "Eşler evlilikleri bakımından,
evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda kendi aralarında ve
çocukları ile olan ilişkilerinde medeni nitelikteki haklar ve sorumluluklar
yönünden eşittirler."
Bu protokol Türkiye tarafından 14.3.1985'de imzalanmıştır.
dd) 3232 sayılı Yasayla katılmamız uygun bulunan, l Mart 1980'de
imzaya açılan ve 3 Eylül 1981'de yürürlüğe giren "Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine katılmamızın onaylanması, 31.5.1963
günlü 244 sayılı Yasa'nın 3. maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 24.7.1985'dekararlaştırılmış
ve bu sözleşme 14 Ekim 1985 günlü, 18898 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 25. maddesinin 3. bendine göre: "İşbu
sözleşme onaya bağlıdır. Onay belgeleri Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine
tevdi edilecektir". 4. bendine göre de: "İşbu sözleşme bütün
devletlerin katılmasına açıktır. Katılma belgesinin Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine tevdi edilmesiyle katılma gerçekleşecektir."
Dışişleri Bakanlığı'nın, Birleşmiş Milletler Nezdinde Türkiye
Daimi Temsilciliğine gönderdiği 5.12.1985 günlü, CTUK 721.701.30-220 sayılı
yazıda: "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi' ne
katılmamız 24.7.1985 tarih ve 85/9722 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile
onaylanmış olup, buna ilişkin katılma belgesiilişikte sunulmuştur"
denilmekte, bu suretle 25. maddenin 4. bendindeki koşul gerçekleşerek Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin bu sözleşmeye katılımı sağlanmış olmaktadır.
Sözleşmenin önsözünde: "Taraf devletler Birleşmiş Milletler
Yasası' nın temel insan haklarına, insan itibar ve kıymetine ve erkeklerle
kadınların eşit haklara sahip olmaları gereğine inancı tekrar teyit ettiklerini
kaydeder,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin İnsanlara karşı ayrımcılığın
kabul edilemezliği prensibini teyit ettiğini ve tüm insanların özgür doğduğunu
ve eşit itibar ve haklara sahip olduklarını ve bu beyannamede böylece ileri
sürülen tüm haklar ve hürriyetlerin, cinsiyete dayalı olanlar dahil, hiçbir
ayrıma tâbi kılınmaksızın herkes tarafından kullanılabileceğini kaydederek,
İnsan haklan sözleşmelerine taraf devletlerin, kadınlar ile
erkeklerin tüm ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve siyasİ haklardan eşit
olarak yararlanmalarını temin mükellefiyeti bulunduğunu kaydederek,
Ancak, bu çeşitli belgelere rağmen kadınlara karşı ayrımcılığın
hale devam etmekte oluşundan endişe duyarak,
Kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve
haysiyetine saygı ilkelerini ihlâl ettiğini, kadınların erkeklerle eşit olarak
ülkelerinin siyasİ, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına katılmalarını
engellediğini, toplumun ve ailenin refahının artmasına engel teşkil ettiğini ve
kadınların ülkeleri ve insanlık hizmetine de kullanabilecekleri olanaklarını
geliştirmesini zorlaştıracağını kaydederek,
Hakkaniyet ve adalete dayalı yeni uluslararası ekonomik düzenin
kurulmasının kadınlarla erkekler arasındaki eşitliği sağlamak için önemli bir
aşama teşkil edeceğine inanarak...
Erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin gerçekleşmesi için
kadınlar ile erkeklerin toplumdaki geleneksel rollerinde bir değişiklik
ihtiyacı bulunduğuna vâkıf olarak ... aşağıdaki hususlarda anlaşmışlardır"
denilmektedir.
Bu sözleşme'nin 1. maddesi, kadın erkek eşitliğine dayalı olan
medeni hakların ve diğer alanlardaki insan hakları ve özgürlüklerinin
tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen, ortadan
kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir
ayrımı, yoksunluk ya da kısıtlama saymaktadır.
2. madde, kadınlara karşı her türlü ayrımı kınayarak, taraf
devletlerin; (a) bendine göre kadın ile erkek eşitliği ilkesini kendi ulusal
anayasalarına ve diğer ilgili yasalara, henüz girmemişse almayı ve yasalarla ve
diğer uygun yollarla bu ilkenin uygulanmasını ve (c) bendinde kadın haklarının
erkeklerle eşit olarak yasalkorunmasını sağlamayı, (f) bendinde kadınlara karşı
ayrımcılık oluşturan yasa, yönetmelik, âdet ve uygulamaları değiştirmek ya da
kaldırmak için yasal düzenlemeler de dahil, gerekli bütün önlemleri almayı
taahhüt ettiklerini açıklamaktadır.
Özellikle, inceleme konusu olan Medeni Yasa'nın 159. maddesiyle
ilişkisi bulunan Sözleşme'nin 15. ve 16. maddelerinde şu hükümler yer
almaktadır: Madde 15, bend 2: "Taraf devletler medeni haklar bakımından
kadınlara erkeklerinkine benzer hukuki ehliyet ve bu ehliyeti kullanmak için
eşit fırsat tanıyacaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin maddenin 3. bendine, Medeni Yasa'
nın 159. maddesini dikkate alarak, çekince koyduğu anlaşılmaktadır. Oysa Medeni
Yasa'nın 159. maddesine göre kocanın, iş veya mesleğini sürdürmek isteyen
karıya izin vermemesi, hukuki ehliyetini sınırlaması anlamına gelmemektedir.
Kocanın yasaklamasına karşın, karı her türlü hukuki işlem yapma ehliyetine
sahiptir.
Evli kadının izinsiz çalışmasının hukuki sonuçları ayrıca yukarıda
(b. l)'de incelenmiştir. Şu halde konulan çekince, Medeni Yasa'nın 159.
maddesinin Sözleşme'ye aykırılığını dondurmaya elverişli değildir. Buna karşın,
sözleşmenin 16. maddesinin l / g fıkrası: "Aile adı, meslek ve iş seçimi dahil,
kan ve koca için eşit haklar sağlanacağını" açıklamaktadır. Karının,
kocanın açık veya dolaylı izniyle bir iş veya sanatla uğraşabileceğini öngören
Medeni Kanun'un 159. maddesi hükmü eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığından,
sözleşmenin 16. maddesinin l/g fıkrasına açıkça ters düşmektedir. Türkiye, bu
fıkraya 159. madde bakımından bir çekince de koymamıştır.
Anayasa'nın 10. maddesindeki "iki cinsin eşitliği"
kuralı ile yukarıda ayrıntılı biçimde incelenmiş olan, gerek cinsiyet ayrımı
gözetilmeksizin kadın ve erkeğin kanun önünde eşit haklara sahip olduklarını,
gerekse aile hukukunda karı ve kocanın eşit haklan olduğu kuralını vurgulayan
İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi'nin "Başlangıç" kısmıyla L, 7. ve
16. maddeleri; İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerinin Korunmasına Dair
Avrupa Sözleşmesi'nin "Başlangıç"Kısmı; bu Sözleşme'nin eki olan
Türkiye Cumhuriyeti'nce imzalanmış, ancak henüz onaylanmamış olan 7 nolu
Protokolünün 5. maddesi; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi'nin "Önsözü"; ile 14. maddesi; 3232 sayılı Yasayla
katılmamız uygun bulunan ve 3 Eylül 1981'de yürürlüğe giren "Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin "Önsözü"; 1. ve
2. maddesinin (a), (c), (f) bentleri ile 16. maddenin l/ g fıkrasının uyum
içinde olduklarında bir duraksama yoktur.
Buna karşın, Medeni Yasa'nın 159. maddesinin kocanın, karının iş
veya mesleğini yürütmesine izin vermesini öngören düzenlemesi; Türkiye
Cumhuriyeti'nin de taraf olduğu, Türk iç hukuku bakımından kanun niteliği
kazanmış olan uluslararası sözleşmelerde evrenselleşmiş "Kadın, erkek
eşitliği" ve "karı ile kocanın eşit medeni haklara sahip
oldukları" kuralına ve bu kurallarla uyum içinde olan Anayasa'nın 10.
maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenlerle Türk Medeni Kanunu'nun 159. maddesinin
tümüyle iptali gerekir.
b) Anayasa'nın 49. Maddesi Yönünden İnceleme:
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, Medeni Yasa'nın 159. maddesinin
Anayasa'nın 49. maddesinin birinci fıkrasına aykırılık savının gerekçesinde :
"20. yüzyıla girdiğimiz, herşeyin dev adımlarla ilerlediği şu dünyamızda
kadınların çalışmasına daha fazla gerek duyulduğu kuşkusuzdur. Çalışma
hayatında kadınlar daha fazla emek sarfetmekte, her alanda ön plânda yer
almaktadır. Modern çalışma hayatında erkeğin ekonomiye katkısı ne ise, kadının
da aynıdır. Bazı alanlarda daha fazladır..." demiştir. Anayasa'nın 49.
maddesinin birinci fıkrasında: "Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir"
denilmektedir. Madde, Anayasa'nın "Temel haklar ve ödevler" başlığını
taşıyan İkinci Kısmı'nın "Sosyal haklar ve ödevler" bölümünde yer
almakta olup kişininen önemli temel haklarından birini oluşturmaktadır.
Alman ve Fransız Medeni Yasalarındaki gibi Medeni Yasa'nın 159.
maddesinin düzenlendiği 20. yüzyıl başlarında evli kadının görevleri ev işi,
çocukların bakımı ve büyütülmesi, kocasına yardım olarak sınırlı düşünülmüş ve
erkek otoritesine dayalı, ataerkil aile modeli seçilmiştir. Ancak, yüzyılın
başından bu yana hızla gelişen sanayi, toplumların ekonomik, sosyal ve hukuksal
yapılarında ve bireylerin düşüncelerinde derin değişiklikler yaptı. Bu
değişikliklerinsanların eşit doğdukları ve eşit haklara sahip oldukları
inancını da asrın ortak sloganı haline getirdi. Cinslerin eşitliği ilkesi aile
yapısını da etkileyerek karı kocanın hukuksal eşitliği; eşit haklara sahip
oldukları görüşü üstünlük kazandı.
Evli kadın, aile birliğindeki görevleri yanında birlik yararına
olacak mesleki faaliyet ve çalışma özgürlüğünü de elde etti. Kocanın iznini
alma yerine, eşiyle anlaşarak çalışma olanağını sağladı. Evli kadını da içeren,
kadın erkek eşitliği ile ilgili iki uluslararası sözleşmedeki konuyla ilgili
maddeler de şöyledir:
Türkiye Cumhuriyeti tarafından da 3232 sayılı Yasa'yla kabul
edilmiş olan "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Uluslararası Sözleşmesi" nin 11/1 maddesinde taraf Devletlerin, kadın
erkek eşitliği esasına dayanarak erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını
sağlamak için aşağıda belirtilen konularda kadınlara karşı ayrımı önleyen bütün
uygun tedbirleri almaları öngörülmüştür:
a) Bütün insanların vazgeçilmez hakkı olan çalışma hakkı,
b) istihdam konularında eşit seçim kıstasları uygulaması da dahil,
erkeklerle eşit istihdam imkânlarına sahip olma hakkı,
c) Serbest olarak meslek ve iş hakkı,
d) Sosyal yardımlar dahil, eşit ücret hakkı."
11/2. maddede de, evlilik ve analık nedeniyle kadınlara karşı olan
ayrımı önlemek ve etkin çalışma hakkını sağlamak üzere, taraf Devletler şu
önlemleri almakla zorunlu tutulmuşlardır :
a) Hamilelik ve analık iznine veya evliliği bağlı olarak işten
çıkarma ayrımını yasaklamak ve bu ayrımı yapanları cezalandırmak,
b)Önceki iş, kıdem ve sosyal haklar kaybedilmeksizin, ücretli
olarak analık izni veya benzer sosyal içerikli tazminatlar vermek,
c) Özellikle çocuk bakımevi ağının tesisi ve geliştirilmesi
yoluyla anne ve babanın aile yükümlülüklerini, görev sorumlulukları ve kamu
hayatına katılma ile birleştirmeyi mümkün kılan destekleyici sosyal
hizmetlerinin sağlanmasını teşvik etmek,
d) Hamilelik süresince zararlı olduğu kanıtlanan işlerde kadınlara
özel koruma sağlamak.
3581 sayılı Yasa'yla katılmış olduğumuz Avrupa Sosyal Şartı'nda
evli kadının da statüsünün özellikleri gözetilerek konulan, çalışma hayatında
kadın erkek eşitliği temeline dayalı hükümler bulunmaktadır.
Sözleşme'nin başlangıç kısmında: "Sosyal haklardan yararlanmanın
ırk, renk, cinsiyet ... ayrımı yapılmaksızın güvence altına alınması"
gereği belirtilmekte; I. Bölümün 14. maddesi "Herkes sosyal refah
hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir"; 16. madde: "Toplumun
temel birimi olan aile, tam gelişmesini sağlamak amacıyla, uygun sosyal hukuki
ve iktisadikorunmaya hak sahibidir", 17. madde: "Medeni hallerine ve
aile ilişkilerine bakılmaksızın, anneler ve çocuklar, uygun bir sosyal ve
ekonomik korunmaya hak sahibidir" hükmünü içermek suretiyle genelde
kadının da erkekler gibi ve onlarla eşit düzeyde sosyal,ekonomik ve hukuksal
korunmaya hakkı olduğu belirtilmekte veII.Bölüm, 1. madde de çalışma hakkının
etkin kullanımını sağlamak üzere taraf devletlerin, işçinin serbestçe girdiği
bir meslekte hayatını kazanma, ücretsiz iş bulma hizmetlerini sağlamayı ve
uygun mesleğe yöneltmeyi taahhüt ettiklerini açıklamakta; 4. maddenin 3.
bendinde ise "kadın ve erkek işçilerin eşit iş için eşit ücrete hak sahibi
oldukları" vurgulanmak suretiyle evli kadının da içinde bulunduğu
çalışanlar için eşit koşullar getirilmesi amaçlanmaktadır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, taraf olduğumuz, l Ağustos 1975'de
imzalanan Helsinki Avrupa'da Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Son Senedi (AGİK)
inVII.bendi; ile 21 Kasım 1990'da Paris'te imzalanmış bulunan "Yeni Bir
Avrupa için Paris Yasası"nın, "Yeni Bir Demokrasi, Barış ve Birlik
Dönemi", "Gelecek için Rehber ilkeler" başlıklı bölümlerinde
insanların renk, cins, dil, din ... ayrımına bakılmaksızın eşit olduklarını ve
insan haklarının, temel ve özgürlüklerin tüm insanların doğumlarıyla birlikte
kazandıkları haklar olduğu vurgulanmıştır.
Bu durumda, kadının, tıpkı erkek gibi mesleğini ve İşini özgürce
seçmekte, topluma yarar getiren etkinliklerde bulunmaya hakkı vardır.
Ana-yasa'nın 12. maddesine göre kişiye bağlı, dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez nitelikteki çalışma hak ye özgürlüğü, evli kadının da temel
haklarından biridir. Kocanın sahip olduğu çalışma hak ve özgürlüğü ile
aralarında hiçbir hukuksal fark ve ayrıcalık yoktur. Şüphesiz, eşler evlilik
birliğinin korunması, çocukların yetişmesi için karşılıklı özveride bulunacak
ve çalışma hak ve özgürlüklerini kullanmayı da karşılıklı uyurr. ve anlaşma
sağlayarak gerçekleştireceklerdir. Fakat çalışmak, mesleğini yürütmek,
kişiliğini geliştirmek, ailesine ve topluma çalışmasıyla katkıda bulunmak
isteyen kadına, Medeni Yasa'nın 159. maddesine dayanarak kocanın tek taraflı
olarak izin vermemek suretiyle anlaşmazlık çıkarması ve bu yasaklamaya karşın
çalışmasını sürdüren karısını kusurlu duruma düşürüp boşanma nedeni yaratmasına
veya -itiraz yoluna başvurulan olayda görüldüğü gibi- sömürü aracı olarak
çalıştırdığı karısının bu yüzden boşanma davası açması üzerine çalışması için
verdiği izni geri almasına olanak veren Medeni Yasa'nın 159. maddesi, Anayasa'nın
49. maddesinde yerini bulan temel haklardan olan çalışma özgürlüğüne de
aykırılık oluşturur. Bu nedenle Medeni Kanun'un 159. maddesinin iptali gerekir.
c) Anayasa'nın 50. Maddesi Yönünden İnceleme:
Konunun, çalışma koşulları ve dinlenme hakkıyla doğrudan bir
ilişkisi görülmemiştir. Bu nedenle, iptali istenen yasa maddesinin Anayasa'nın
50. maddesine göre aykırılık savının değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
VI- SONUÇ:
17.2.1926 günlü, 743 sayılı "Türk Kanunu Medenisi"nin
159. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
29.11.1990 günündeoybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Necdet
DARICIOĞLU
|
Başkanvekili
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
GüvenDİNÇER
|
|
|
|
|